Kasas Suresi (47-67) İlahi mesaj, anlaşılabilir bir şekilde ortaya konulmalı

Kasas Suresi (47-67) İlahi mesaj, anlaşılabilir bir şekilde ortaya konulmalı

Eylül 23, 2022 0 Yazar: Ramazan Yılmaz

Tevhidi davetin insanlara duyurulması, davete muhatap olanlar kadar daveti ortaya koyalar için de bir ihtiyaçtır. Çünkü davetin insanlara duyurulmaması durumunda insanlar, kendilerine davet ulaştırılmadığını iddia ederek mazeret ileri sürebilirler. Bu nedenle: “Rabb’inden bir rahmet olarak ki, senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarsın, tâ ki onlar düşünsünler!” buyuran yüce Allah (cc), Müslüman davetçilerden, Rab’lerinden bir rahmet olarak gönderilen uyarıyı, insanlara duyurmalarını istemektedir.
Müslüman davetçiler daveti, net, açık ve anlaşılır bir şekilde ortaya koymalıdırlar ki, şirk toplumunun anlamadıkları konusunda bir mazeretleri kalmasın.
47- Şayet ellerinin takdim ettiği şeyler sebebiyle onlara bir musibet isabet etmiş olsaydı: diyeceklerdi ki; ‘Rabb’imiz, şayet bize bir Rasul gönderseydin böylece ayetlerine tâbi olup Mü’minlerden olurduk.
İnsanlara uyarının yapılmasının bir diğer nedeni de Müslüman davetçilerin, Rab’leri indinde daveti yaptıklarına dair bir mazeret olmasıdır. Uyarı görevinin yapılmaması durumunda o hesap gününde davetçiler, görevlerini yapmadıkları ve savsakladıkları için sorumluluk altına gireceklerdir. Bu sorumluluktan kurtulmanın yolu, daveti behemehâl yapmak, insanları, bulundukları durum sebebiyle uyarmaktır.
Toplumun, Tevhidi esaslara karşı tutumu ne olursa olsun, Müslüman davetçiler, sorumluluk bilinciyle davet görevlerini sürdürmeli, insanları, Rab’lerinin tek Bir ilah olduğu, onun dışındaki her ilah ve otoritenin terk edilmesi gerektiği konusunda uyarmalıdırlar.
48- Fakat ne zaman ki onlara, katımızdan Hak gelince dediler ki: ‘Musa’ya verilen şeyin benzeri verilseydi ya!’ Önceden Musa’ya verilen şeyi inkâr etmemişler miydi! Dediler ki: ‘İki büyü birbirine destek oldu’ ve dediler ki: ‘Şüphesiz biz, hepsini inkâr ederiz.’
Küfür ve şirki şiar edinip Tevhidi esaslara iman etmek istemeyenler, sürekli bir şekilde mazeretler ileri sürer, kendilerine ulaşan gerçekleri küçümseyerek inkâr ederler. Dinlerini, küfür ve şirk üzerine bina edenlere karşı elbette yapılacak bir şey yoktur. Müslümanlara düşen sorumluluk Hakk’ı ortaya koyup bırakmaktır.
49- De ki: ‘Öyleyse Allah katından bir kitap getirin ki, bu ikisinden daha doğru olsun, ben ona tâbi olayım; gerçekten doğrulardan iseniz.’
Hevalarını ölçü ve ilah edinenlere ne anlatılırsa anlatılsın, hiçbir şekilde Hakk’a icabet etmez, gerçekleri görmez, Tevhidi esaslara iman etmezler. Bunlar, hevalarına tabi olan sapıklardır, bunlara yüce Allah (cc) Hidayet nasip etmez. Çünkü Hidayet, kişinin kendi çabası, bir arayış içerisinde olması halinde nasip olur.
50- Artık şayet sana icabet etmezlerse o halde bil ki onlar, ancak hevalarına tâbi oluyorlar. Allah’ın Hidayeti olmadan kendi hevasına tâbi olan kimseden daha sapık kimdir! Muhakkak ki Allah, zalimler toplumuna Hidayet vermez.
İnkârcıların, Tevhidi esaslara ve davetçi Müslümanlara karşı tavırları ne olursa olsun, davetçiler, sürekli bir şekilde Hakk’ı anlatmalı, insanları, yüce Allah’ı Bir’lemeye, O’ndan başka tüm otoriteleri reddetmeye, Tevhidi esaslara davet etmeye çalışmalıdırlar. Bozguncuların tavırları, davetin ortaya konulmasına engel görülmemelidir.
Kur’an’ı anlamak, öncelikle ona gerçekten iman etmekle mümkündür
Kur’an, herhangi bir kitap değildir; bu nedenle o, okumakla anlaşılmaz. Kur’an’ı anlamak ancak öncelikle ona iman etmek, ön yargılardan sıyrılmış bir şekilde bir onu anlamakla mümkün olabilir.
Belirli bir konuyu Kur’an’dan, önyargılarından sıyrılmış bir şekilde araştıranlar, aradıklarını bulabilirler. Kur’an, anlaşılsın diye ayetleri birbirini tamamlar şekilde ardı ardına açıklamıştır. Ancak bu, o konu ile ilgili zahiri bir anlaşılma olacaktır. Oysa iman edilmiş bir şekilde Kur’an’ı okuyan bir kimse, onu yüreğinin derinliklerinde hissettiği için zahiri anlamı dışında manevi bir haz duyarak, onun üzerinde düşünerek okuduğu Kur’an’ı net olarak anlayacaktır.
51- Andolsun sözü onlara ulaştırdık, tâ ki onlar düşünsünler!
Kur’an ayetleri, tahsili bile olmayan, fakat akleden her normal insanın anlayabileceği şekilde, tekrar tekrar ardı ardına etraflıca açıklanmıştır.
“İşte böyle ayetleri etraflıca açıklıyoruz ki: ‘Sen ders almışsın’ desinler ve anlayan bir toplum için onu iyice açıklayalım.” (En’am, 105)
Bu net ve anlaşılır açıklamalara rağmen bir kimse, şayet geri zekâlı değilse bu durumda, Kur’an’ı anlamadığını söylüyorsa, o kimse ya ön yargıları ile Kur’an’ı okuyor ya sahip olduğu geleneksel kültür kalıplarından oluşmuş dinine uymadığını görerek ondan kaçıyor ya da İslâm düşmanı inkârcı bir kâfir olduğundan, Kur’an’ı anladığı halde küfründe direterek reddediyor.
“Andolsun bu Kur’an’ı, öğüt almaları için gönderdik ve (bu) onların kaçışlarından başkasını artırmıyor.” (İsra, 41)
“Andolsun bu Kur’an’da insanlar için her misali etraflıca anlattık, fakat insanların çoğu inkârdan başkasını kabul etmediler.” (İsra, 89)