Yazar: Ramazan Yılmaz

Mart 18, 2022 0

Hz. Yusuf (as), Ahlak Abidesi, İffet Numunesi Bir Nebi

Yazar: Ramazan Yılmaz

Yüce Allah (cc), baştan sona kadar Hz. Yusuf (as)’ın kıssasının anlatıldığı Yusuf suresinde: “Biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz…” (Yusuf, 3) buyurarak başlamaktadır.
Yüce Allah’ın, Yusuf suresini, en güzel kıssa diye tanımlanması, Hz. Yusuf (as)’ın, bir ahlak abidesi ve iffet numunesi, Rabb’ine karşı sonsuz tevekkül ve teslimiyet timsali, sabır ve metanet örneği, kendisine onca kötülük yapanları bile bağışlayacak kadar hoşgörü sahibi, doğruluk ve dürüstlük sembolü olmasından, Tevhidi esasları -en zor şartlarda bile çekinmeden- anlatmasından ve nihayet acılarla yoğrulmuş bir hayatının büyük bir mükâfatla sona ermesinden dolayıdır.
Yüce Allah (cc), Hz. Yusuf (as)’ın bu zorlu ve kutlu mücadelesini, en güzel kıssa diyerek Mü’minlere örnek vermektedir.
“Andolsun Yusuf ve onun kardeşlerinde, soranlar için ibretler vardır.” (Yusuf, 7)
Hz. Yusuf (as)’ın, zorlu geçen hayatı, İnşirah suresi, 5-7 ayetlerin ilahi hükmünün adeta bir tefsiri ve uygulaması niteliğindendir.
“İşte gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Elbette zorlukla beraber bir kolaylık vardır. İşte o zaman kendini hasrederek çok çalış.” (İnşirah, 5-7)
Hz. Yusuf (as)’ın hayatı, çocukluğundan itibaren zorluklarla yoğrulmuş bir hayattır. O, karşılaştığı her zorluk karşısında yalnızca Rabb’ine tevekkül etmiş, O’ndan sabır dilemiş, yüce Allah (cc) da ona, her zaman yardım etmiştir. Hz. Yusuf (as), zorluklarla karşılaştıkça kendisini Rabb’ine hasretmiş, Rabb’i de ona her zorluğu kolaylaştırmıştır.
Hz. Yusuf (as)’ın, kardeşlerinin kendisine gösterdikleri kin ve düşmanlık
Kardeşi kıskanma duygusu, Hz. Âdem (as)’ın oğlu Kabil’den bu yana gelen bir hastalık olarak iman noktasında zayıf kardeşlerde bulunmaktadır. Günümüzde de oldukça sık rastlanan kardeşlere karşı beslenen hasetlik hastalığı, şeytan (aleyhillanenin), kardeşlerden, imanı zayıf olanları kancasına takması ile başgöstermektedir.
Kişiler, hasetlik hastalığından kurtulmadıkları sürece ne Rab’lerine doğru dürüst iman ederler, ne de ailelerinde huzur bulurlar.
“Bir zaman Yusuf babasına demişti ki: ‘Ey Babacığım, doğrusu ben onbir yıldız, güneş ve Ay’ı, onların rüyamda, bana secde ettiklerini gördüm.’
(Babası) dedi ki: ‘Ey yavrucuğum, kardeşlerine rüyanı anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar; şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.” (Yusuf, 4-5)
Hz. Yakub (as)’ın, Hz. Yusuf (as)’a, rüyasını kardeşlerine anlatmamasını söylemesi, Tevhidi çalışmalarında Mü’minlere, hedefledikleri yere varınca¬ya kadar çalışmalarını gizli tutmaları için yol göstermektedir.
Mü’minler imanî, fikri ve psikolojik olarak belli bir düzeye gelinceye kadar çalışmalarının aksamaması, tağutî sistemlerin tuzaklarından emin olunması, topukları üzerinden gerisin geriye dönülmemesi için çalışmalarını gizlemelidirler. Aksi halde hüsrana uğrayacaklar, hedefledikleri yere varamadan yarı yolda kalacaklardır.
“Ve böylece Rabb’in seni seçecek, olayların tevilini sana öğretecek ve daha önceden ataların İbrahim ve İshak’ın üzerine tamamladığı gibi sana ve Yakub ailesine O, nimetini tamamlayacaktır; Şüphesiz Rabb’in Âlim’dir, Hâkim’dir.” (Yusuf, 6)
Yüce Allah (cc), daha önce Hz. İbrahim (as) ve Hz. İshak (as)’a da çalışmalarını Rıza-i İlahiye’ye uygun yaptıkları, her konu ve durumda Rab’lerine yöneldikleri için onlara yardım edip nimetini tamamlamıştı.
Çalışmalarını, Rab’lerinin hükümlerine göre yürütenlere, beşerî küfür sistemlerin kurallarına uymayanlara, hissi hareket ederek hevalarına tabi olmayanlara Rab’leri yardım edecektir.
Kardeşlerini öldürecek kadar gözleri dönen Hz. Yusuf (as)’ın kardeşleri, onu bir kuyuya atmaya karar verirler.
“O zaman (kardeşleri) dediler ki: ‘Yusuf ve kardeşi, babamıza bizden daha sevgilidir ve biz bir cemaatiz; doğrusu babamız, apaçık bir yanılgı içerisindedir. Yusuf’u öldürün yahut boş bir yere atın ki, babanız size yüzünü dönsün ve ondan sonra Salihler toplumundan olursunuz.
Onlardan bir sözcü dedi ki: ‘Yusuf’u öldürmeyin, dibi görünmeyen bir derin kuyunun dibine onu atın, yolculardan bazısı onu alsın, şayet yapacaksanız (böyle yapın.)” (Yusuf, 8-10)
Hz. Yusuf (as)’ın kardeşleri, sayısal çoğunlukları ile kendilerini haklı zannediyorlardı. Ancak Hz. Yusuf (as)’ın bu güzel örnekliği, Hak ve doğruluğun, -günümüzde var olan demokratik küfür sistemlerinde olduğu gibi- çoğunlukta olmadığını, çoğunluğu öne sürenlerin yanıldıklarını ortaya koymaktadır ki, çoğunluk mantığı, insanların zaman içinde haddi aşıp azgınlaşmalarına neden olur.
Doğruluğu Hak’ta görenlerin, Hakk’ın ölçülerine uygun hareket etmeleri gerekir, aksi halde haksızlık yapmış olacaklar, zulüm ve anarşinin orta¬ya çıkmasına meydan vereceklerdir.
Hz. Yusuf (as), her durumda ve ortamda Hakk’ı anlatmıştır
Hz. Yusuf (as)’ın hayatı, Tevhid erlerine en güzel bir örnek olduğu gibi, küfür ve şirk içerisinde bulunan, tağuta hizmet etmeyi din zannederek bulundukları küfür ve şirki perdelemek için, Hz. Yusuf (as)’ı tağuta hizmet etmekle suçlayan Tevhidi imandan mahrum kişilere de verilen en güzel bir cevaptır.

Mart 12, 2022 0

İslâm’da Kadın ve Erkek Eşit Haklara Sahiptirler

Yazar: Ramazan Yılmaz

İslâm’da Kadın ve Erkek, Birbirlerinin Velisi ve Tamamlayıcısıdırlar
İslâm, diğer ideolojilerin yaptıkları gibi, sözel olarak kadın haklarından söz etmez, kadına gerçek anlamda hakkını verir ve onu gerçek anlamda yüceltir. Bu gerçeklik, Kur’an’da çok açık bir şekilde belirtilmiş, Rasulullah (as) tarafından ortaya konulmuştur. İslâm’ın kadınlara verdiği haklar ve kadınları yüceltmesi, geçmişte ve günümüzde hiçbir sistem tarafından verilmemiştir.
Marksizm, kadını insan olarak bile görmediği, onu üretime katkı sağlayan makinenin bir dişlisi, bir parçası olarak gördüğü ve kadını bir mal ve eşya gören Marksistler, kadın haklarını her vesile ile ağızlarına dolamakta, onların duygusallığını ve hassasiyetini istismar etmektedirler.
Kapitalizmin kadına bakışı, Marksizm’den aşağı kalmayacak derecededir ve kadını hakir görücü ve aşağılayıcıdır. Kapitalizm, kadını bir meta olarak değerlendirir ve onu, para getirdiği oranda kullanır, işi bittiğinde de bir kenara fırlatır atar. Kapitalizm, kadını bir reklam aracı olarak kullanması yanında bar, pavyon, genelev gibi showroom salonlarında erkeklerin arzularını tatmin etmek için teşhir eder.
Tahrif edilmiş dinlere mensup olan Yahudi ve Hrıstiyanlar, kadını tahkir etmekte onu günah işleyen ve erkeği baştan çıkaran bir şeytan olarak görmektedirler.
Geleneksel kültürlerde ise kadın, erkeğin, her türlü ihtiyacını gideren bir hizmetçi olarak görülür, ona ikinci sınıf muamelesi yapılır. Bu kültürde kadının kişiliğine değer verilmez, kadın kocası öldüğünde tıpkı bir mal gibi, geride kalan erkeklere miras olarak bırakılır. İslâm, geleneksel kültürün bu cahili adetini yasaklamış, kadının kişiliğine değer verilmiş, kadının bir miras malı olmadığını bildirtmiştir. İslâm, kocası öldüğünde kararı kadının kendisinin özgürce vermesini istemiştir.
“Ey iman eden kimseler, kadınları mecbur edip varis olmanız gerçekten size helal değildir; onlara verdiğiniz şeylerin bir kısmını götürmek için onları zorlamayın, elbette bir fuhşiyatın ortaya çıkması müstesna, iyilikle onlara yakınlık sağlayın. Artık eğer onlardan hoşlanmazsanız, artık belki gerçekten hoşlanmadığınız bir şeyi, Allah ondan çok hayırlar yaratır.” (Nisa, 19)
İslâm, kadının bir şahsiyet olduğunu kabul etmiş ve kişiliğine saygı gösterilmesini istemiştir. İslâm’ın kadınlara verdiği değer hem Kur’an’da hem de Rasulullah (as)’ın söz ve uygulamalarında açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Gerek Kur’an’da gerekse Rasulullah (as)’ın yaşamında kadın, erkek ile aynı çerçeve içerisinde zikredilmiş ve hiçbir şekilde erkek ile aralarında herhangi bir fark gözetilmemiştir. İslâm, birçok yönden kadını erkekten üstün kılmıştır.
İslâm, kadına verilen değerin, toplum tarafından da bilinmesini istemiş, aile içindeki bireylerden başlayarak toplumun tümüne, kadınlara karşı görevlerinin ne olduğunu açıkça bildirmiştir.
Kur’an’da, kadınların adıyla anılan ve kadın haklarından söz eden yüzlerce ayet ve birkaç sure vardır. Bu sureler, Kadınlar (Nisa) suresi, Meryem suresi ve ağırlıklı olarak Hz. Meryem (as)’ın annesinin kıssasını anlatan Al-i İmran suresidir. Ayrıca Nur, Ahzab, Mücadele ve Tahrim sureleri gibi ağırlıklı olarak kadınları ele alan süreler de kadınlara İslam’ın verdiği değeri ortaya koymaktadır.
Yukarıda adları verilen sureler ve kadınlarla ilgili ayetler, beşerî ideolojiler ve tahrif edilmiş dinler tarafından hakir görülen, aşağılanan, ikinci sınıf görülen, eşya gibi alınıp satılan kadınları onurlandırmakta ve onları yüceltmektedir.
İslâm’ın kadını yücelten, onu onurlandıran birçok ayeti yanında, Müslümanlar için en güzel örnek olan Rasulullah (as): “Cennet annelerin ayakları altındadır” buyurmuş. Böylece anneleri zikrederek kadını yüceltmiştir.
Kur’an’da kadın, bütün yönleriyle ele alınmış, eş ve anne olarak aile içindeki durumu, sosyal hayattaki konumu, Rabb’ine karşı olan kulluk görevi üzerinde durulmuştur.
İslâm’da Kadın erkek eşittir
Yüce Allah (cc), kadın ve erkek arasında bir ayırım yapmamış, yaptıkları işlere göre onları, aynı sıfatlarla vasıflandırmış, yaptıkları salih amellerinin karşılığını da aynı oranda vermiş, hiçbiri arasında ayırım yapmamıştır.
“Rab’leri onlara karşılık verdi: ‘Şüphesiz Ben, sizden erkek ya da kadından çalışanın amelini boşa çıkarmam, siz birbirinizdensiniz; artık hicret eden kimseler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler! Onların kötülüklerini elbette örteceğim ve onları elbette cennetlere sokacağım ki, onun altından nehirler akmaktadır; Allah katından bir karşılık olarak, karşılıkların en güzeli Allah katındadır.” (Al-i İmran, 195)
Yüce Allah’ın razı olup beğendiği İslâm dini, sosyal hayatta, aile içerisinde ve yüce Allah’a karşı kulluk ve sorumluluk noktasında kadınla erkeği eşit kabul eder. Bu durum, ayetlerle açık bir şekilde ortaya konulduğu gibi, Rasulullah (as)’ın hayatında da bizzat uygulanarak gösterilmiştir. İslâm’ın kadına verdiği hakları ve değeri, o günkü cahili toplumlar da tahrif edilmiş dinler de bugünkü beşerî ideolojiler de vermemiştir.

Mart 4, 2022 0

Müslüman Olmak ve Müslümanca Yaşamak

Yazar: Ramazan Yılmaz

Ya Müslüman olun ya da bu şerefli sıfatı lekelemeyin
Yüce Allah (cc), Kur’an’da insanları, düşünce, söz ve fiillerine göre sıfatlandırmış, kimin hangi sıfatı alacağını muğlaklığa mahal vermeden apaçık bir şekilde bildirmiştir. Kur’an, tüm kavramlar gibi iman, itikat, ibadet, muamelat gibi konuları; küfür, şirk ve nifak gibi kavramları, bu kavramlar doğrultusunda hareket edenlerin sıfatlarını net olarak açıklamış, iman edenlerden, bunlara olduğu gibi iman edilmesini istemiştir.
Kur’an, insanları, düşünce, söylem, tavır ve tutumlarına, konu ve olaylara bakışlarına göre Mü’min, Müslüman, muttaki, salih, müşrik, münafık, fasık, mürtet, kâfir, tağut, zalim ve bel’am olarak çeşitli vasıflarla sıfatlandırmış, bunlara, sıfatlarına göre yaptırımlar öngörmüş ve nihayet Kıyamet günü karşılaşacakları ve kazanacakları ceza ve mükâfatları bildirmiştir.
Kur’an’da, Mü’min ve Müslüman Kavramları
Mü’min, yüce Allah’a gerçekten iman eden, O’ndan başka İlah, Rab ve Melik kabul etmeyen, O’nu hakkı ile tanıyan, yüce Allah’a gereğince güvenen, yüce Allah (cc) dilemedikçe hiçbir şeyin olamayacağına, O’nun dilemesi dışında kişiye hayır ve şerrin isabet etmeyeceğine, rızkın, yalnızca yüce Allah’ın elinde bulunduğuna, O, dilemedikçe insanın bir dakika önce ölemeyeceğine halisane iman edip bunda zerre kadar şüphe duymayan kişilere yüce Allah (cc), Mü’min sıfatını vermiştir.
Kısaca Tevhidi esasları, imanlarının temel ilkesi olarak kabul eden, yüce Allah’ın, yegâne hüküm koyucu İlah, kullarına rızık verici Rab, hüküm koyucu Melik olduğuna güvenerek samimiyetle, hiçbir kuşku duymadan iman eden kimseye Mü’min denir.
Kur’an’da, hayatlarını, Rab’lerinin bildirdiği Kur’anî hükümlere göre hiçbir sıkıntı ve kuşku duymadan gönülden teslim olup hayatlarını bu hükümlere göre düzenleyen, bu hükümlere uygun hareket eden, Kur’an’ın belirlediği ölçüleri yaşamında ahlak edinen kimselere de Müslüman denilmektedir.
Mü’min olunmadan Müslüman olunmaz, çünkü kişi, öncelikle yüce Allah’a kesin bir şekilde iman etmezse O’nun hükümlerine gereğince teslim olmaz, teslim olmayınca da Müslüman olmaz, Kur’an’daki diğer sıfatlardan birini alır.
Müslüman, tüm hayatını, sosyal, siyasal, ticari, hukuki ve adabı muaşeret kurallarını, kendi nefsiyle ve diğer nefislerle olan ilişkilerini, Rabb’ine karşı kulluk görev ve sorumluluklarını, iman ettiği Kur’anî esaslar doğrultusunda düzenleyen kimsedir.
Müslümanlar, yüce Allah’ın koyduğu Kur’anî hükümleri açıklayan, bu ilahi hükümlerin değiştirilmesine, çarpıtılmasına izin vermeyen, bu uğurda, bütün değerleri ile mücadele eden kimselerdir.
Mü’min ve Müslüman sıfatları bir bütündür
Mü’min ve Müslüman sıfatları, birbirini bütünleyen, biri olmadan diğerinin hiçbir anlamı olmayan, iç içe geçmiş iki sıfattır. Bu nedenle bu iki sıfatı bir arada taşımayanların Mü’min ve Müslüman olmaları, Müslüman olarak tanımlanmaları mümkün değildir.
Müslüman ile Mü’minin, bir camın iki tarafı gibi ayrılmaz bir bütün olduklarını, bunların da yüce Allah’ın hükümlerine teslim olan kimseler olduklarını bildirmiştir.
Ulûhiyet, Rububiyet ve Melikliğin yüce Allah’a ait olduğuna itikaden iman edip Mü’min olduktan sonra, Rabb’ine eş koşmadan, söz ve fiillerinde O’nun indirdiği hükümlere teslim olan kimseye Müslüman denir.
Mü’min olmayan bir kimsenin, gereğince iman edip tanımadığı, Kendisinden emin olmadığı, gereğince O’na güvenmediği yüce Allah’ın hükümlerine bir bütün olarak teslim olup Müslüman olması hiçbir şekilde mümkün değildir. Mü’min olma şerefine ulaşmayanlar, yüce Allah’ın Mü’min kullarına bahşettiği Müslüman sıfatını taşıyamaz, Müslüman olamazlar.
Kur’an ve onun açıkladığı din olan İslâm, bir bütündür, Müslüman da bu bütünün tümüne teslim olandır. Yüce Allah’ın hükümlerine bir bütün olarak kesin teslim olunmadan Müslüman olunmaz. Bu bütünden parçalar alanlar, aldıkları parçalar için yüce Allah’ın kendilerine uygun gördüğü sıfatlardan biri ile sıfatlanırlar. Bu sıfatlar ise Kur’an’da bildirilen kâfir, müşrik, münafık, fasık, mürtet ve zalim sıfatlarıdır. Bunların da Müslüman olmadıkları, Kur’an’da apaçık bir şekilde bildirilmiştir.

Müslüman Kimdir, Kime Müslüman Denir

Müslüman kavramının ıstılahı anlamı, yüce Allah’ın indirdiği hükümlere, bu hükümlerden oluşan din olan İslâm’a teslim olan, şirk koşmadan İslâm’ın emrettiği hükümleri, hiçbir sıkıntı duymadan, gönülden isteyerek yapan demektir.
Yüce Allah (cc), Müslümanın kim olduğunu Kur’an’da apaçık bir şekilde bildirmiştir.
“Allah için cihat edin, hakkıyla O’nun için mücadele edin; O, sizi seçti ve dinde size hiçbir güçlük yüklemedi; babanız İbrahim’in milleti/dini (üzere olun). O, Rasul’ün size şahit olması ve sizin de insanlara şahit olmanız için, bundan önce de bunda da size ‘Müslümanlar’ ismini verdi. Öyleyse namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın; Mevla’nız O’dur ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır!” (Hac, 78)
“Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve ‘Şüphesiz ben Müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır!” (Fussilet, 33)

Şubat 26, 2022 0

Türkiye’nin sınırları 2023 yılında değişecek

Yazar: Ramazan Yılmaz

Kızıl ve Kara Emperyalizmin Türkiye’yi bölme planları

Emperyalist ABD, İngiltere ve Rusya, dünyayı adım adım 3. Dünya savaşına doğru sürüklemektedirler. Ancak bu savaş, süper güçler denilen kara ve kızıl emperyalizm arasında olmayacak. Savaşı, Türkiye’nin bölünmesi üzerine planlayacaklardır. Onlar, savaşın fitilini ateşleyecekler, akabinde Türkiye, Yunanistan, Suriye Kürdistanı, Ermenistan gibi küçük devletleri savaşa sokacaklardır.
Rusya, Artvin, Kars, Ardahan, Iğdır, Erzurum ve civar iller üzerindeki tarihten gelen emelleri yanında Erdoğan ve AKP çetesinin Rusya’ya karşı sürdürdükleri akılsız politikalarından, Ukrayna’ya SİHA insansız hava araçlarını satmalarından, Hatay’da düşürülen Rus uçağının ve üçbeş serserinin, düşen Rus uçağının pilotunun ölü kafasına basarak fotoğraf çekmelerinden dolayı da Putin, bunların intikamını alacağını açıkça ifade etmiştir.
Putin, Rus uçağının düşürülmesi ve ölü Rus pilotunun kafasına basılmasından sonra Rusya kapılarını kapatıp Türk mallarının Rusya’ya girişini engelledi. Rus pilotunun kafasına basılması asıl itibarı ile Rusya’yı ayaklar altına almak anlamına geliyordu.
Rus pilotu, sıradan bir kişi değildi, yarbay olan Oleg Peşkov, Rusya için oldukça önemli biriydi. Rusya, bu pilota, Kremli tarafından Rusya’nın en yüksek onur dereceli madalyası olan Rusya’nın kahraman nişanı verildi. Oleg Peşkov, Rusya’da kahramanlık nişanı verilen ikinci adamdır. Birincisi uzaya giden astronot Yuri Gagani idi. Rusya, çok önem verdiği insanlarına bu madalyayı veriyor. Rusya, bu acısını unutmasın ve unutturulmasın diye bu pilotun ve Suriye’de öldürülen bir askerinin hatırasına iki anıt yaptı.
Aynı şekilde Rusya’nın Ankara büyükelçisi, Ankara’da, polis tarafından kafasına kurşun sıkılarak öldürüldü. Erdoğan ve AKP çetesi, tabir yerinde ise, Rusya’ya cephe almış ve Rusya ile bir soğuk savaş dönemine girmiştir.
Putin, Rus pilotunun öldürülmesi ve sonrasındaki diğer olaylar üzerine şunları söyledi: “Türkiye, bizi sırtımızdan vurdu, Türkiye pişman olacak ve cevabımızın sadece yaptırımlarla sınırlı kalacağını düşünenler yanılıyor.”
Putin, vereceği cevabın ilkini, Erdoğan’a, kapısında diz çöktürdü. Erdoğan, ülkeyi temsil ediyordu ve Putin, Erdoğan’a diz çöktürerek Türkiye’nin onur ve haysiyetini ayaklar altına aldı. Putin, bu hareketi ile uçağı düşürülerek öldürülen Rus Yarbay Oleg Peşkov’un, üçbeş serseri tarafından kafasına basılmasının intikamını kısmen almış oldu.
Putin, elbette bununla yetinmeyecek ve tarihi emelleri gerçekleştirmek için Artvin, Kars, Ardahan, Iğdır, Erzurum ve civar iller üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için Ermenistan’la birlikte saldıracaktır.
Kişiler arasında yapılan bazı hatalar affedilebilir, unutulabilir, ancak devletler arasında yapılan hatalar unutulmaz ve günü gelince bedeli en ağır şekilde ödettirileceğine dair tarihte yüzlerce örneği bulunmaktadır.
Rusya gibi tarihi boyunca Osmanlı ile savaşan bir ülke, elbette kendisine beceriksiz ve basiretsiz Erdoğan tarafından yapılanları unutmayacak, zamanı gelince bunları ödetecektir. Putin, bütün bunların yanında Karadeniz’i bir Rus gölü haline getirme emelini: “Karadeniz’e erişimimizi yok etmek istiyorlar, geçmişte zaten oluşturulan bir yapı vardı” diyerek açıkça vurguladı. Bu da gösteriyor ki, Rusya, Karadeniz çevresindeki ülkeleri etki alanına almayı hedeflemektedir.
Putin’in özellikle Türkiye’yi ima ederek: ‘Dışarıdan müdahale etmeyi düşünen kim varsa onlara sesleniyorum; eğer bunu yaparsanız tarihte hiç olmadığı kadar büyük sonuçlarla yüzleşeceksiniz. Bununla alakalı tüm kararları almış bulunuyoruz. Umarım beni duyuyorsunuzdur!’ diyerek Erdoğan’a açıkça uyarıda bulunan Putin, İdlib’e de vurgu yaparak Erdoğan’ın Rusya’ya karşı bir harekete kalkışması durumunda güneyden İdlib’den de saldıracağını üstü kapalı ima etti.

Emperyalizm ve Siyonizm, Türkiye’yi parçalama planlarını, AKP çetesini kurmakla başlattılar

Türkiye’nin, 2023’te parçalanacağı projesini, emperyalist ABD ile Siyonist İsrail, AKP çetesini kurup Erdoğan’ı iktidara oturtmaları ile başlattılar. Erdoğan, iktidara gelir gelmez 2023’ten dem vurmaya başladı ve emperyalizmin ve Siyonizm’in planlarını adım adım uygulamaya koydu.
BOP projesi çerçevesinde Erdoğan’a göstermelik bir eş başkanlık sözü veren emperyalizme ve Siyonizm’e verdiği sözün gereği olarak önce Suriye’nin karışmasına neden oldu. Arkasından Malatya Kürecik’te Füze kalkanını kurdu, üçüncü aşama olarak emperyalizmin ve Siyonizm’in kendisinden istediği İslâm’ın yeniden yorumlanması adına Kur’an’ dil uzatarak haddini iyice aştı.
Çıkarttığı gayri ahlaki yasalarla nesli ve kültürü bozan Erdoğan, toplumda az da olsa var olan dini hassasiyeti yok etti, böylece insanlarda din duygusu, vatan hassasiyetini köreltti.
Erdoğan, emperyalizm ve Siyonizm’e verdiği taahhütler çerçevesinde ülkede sanayi alanında ne varsa sattı. Kumpas kurarak askeri alanda yetişmiş generalleri devre dışı bıraktı, 800 bin olan asker sayısını 350 bine düşürdü, askerliğin süresini 6 aya indirdi.

Şubat 19, 2022 0

İslâm’da Kadının Konumu

Yazar: Ramazan Yılmaz

İslâm, Kadını Yüceltip Onurlandıran bir Dindir
Günümüzde Kur’anî esaslar ve Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliği gereğince ya da hiç anlatılmadığı, Kur’anî hükümler, İslâm düşmanlarınca ve Samiri soylu bel’amlarca bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde gizlendiği, hatta Kur’an’da olmayan ifadelerle çarpıtıldığı için insanlar, Kur’anî esaslardan, Kur’an’ın insanlara ve özellikle de kadınlara verdiği değerden, onları yücelttiğinden bihaberdir.
Kur’an, kadın ve erkeklerin, boyunlarından bağlanarak -tıpkı hayvanlar gibi- köle pazarlarında satıldıkları bir dönemde nazil olmuş, cariyelik ve köleliği kaldırarak kadın ve erkeklere, insani onurlarını iade etmiş, onları onurlandırıp yüceltmiştir.
Kur’an, tüm insanlığı şereflendirip yücelten bir Kitap’tır. Bu nedenle de kendisine iman edip hükümlerine teslim olanları, her türlü sıkıntı, zorluk ve aşağılanmaktan kurtarıp şerefli kılmıştır.
“Sad, andolsun şerefli Kur’an’a!” (Sad, 1)
“Bilakis o, şerefli bir okuma(Kur’an)dır.” (Buruc, 21)
Kur’an, insanlara izzet ve şeref veren, onları yücelten, onları, içerisinde bulundukları zillet ve alçalmadan kurtaran bir Kitap’tır. Kim, onurlu, şahsiyet sahibi bir insan olmak istiyorsa mutlaka gereğince Kur’anî hükümlere iman edip teslim olmalıdır.
“Kim izzetli olmak istiyorsa, artık izzet tamamen Allah’ındır; güzel söz O’na çıkar, salih amel onu yükseltir…” (Fatır, 10)
Yüce Allah (cc) insanı, onurlu bir şekilde yaratmış, bu onurunu koruması için de ona, uyacağı kuralları bildirmiştir. Bu ilahi kurallara uyduğu sürece insan, onurlu olacak, bundan yüzçevirdiği anda da onur ve haysiyetini kaybederek kendisi gibi bir beşere kul, köle olacak, zillet içerisinde kalacaktır.
“Şayet Hak, onların hevalarına tâbi olsaydı, gökler, yer ve bunların içinde bulunan kimseler elbette bozulurdu. Bilakis şereflerini onlara getirdik, ancak onlar, şereflerinden yüzçevirenlerdir.” (Mü’minun, 71)
Şeref ve izzet, tamamen yüce Allah’a aittir, O, Kendisine iman edenleri de şereflendirip izzet sahibi kılmaktadır. İnsanların yanında şeref arayanlar, ancak kendilerini küçük düşürmektedirler.

Günümüzde kendilerinin Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen Kur’an ve Sünnetten bihaber bazı kimselerin ve Müslümanların dışında kalan inkârcıların, İslâmî esasları, Kur’an’ı ve Rasul’ün örnekliğini bilmedikleri için İslâm’ın insanlara verdiği şeref ve izzetten habersizdirler.
İslâm’ın, Kadınlara Verdiği Değer, Kur’an’da apaçık bir şekilde bildirilmiştir
İslâm’ın, kadın ve erkeklere verdiği değer, bütün açıklığı ile Kur’an’da bildirilmiş, Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliğinde ortaya konulmuştur. Ancak ne acıdır ki Kur’an’ın, kadın ve erkekleri yücelten hükümleri, kendilerini İslâm’a nispet eden bazı kişi ve gruplarca bilinçli bir şekilde gizlenmiş ve değiştirilmiştir. Bunların başında da Sünni ve Şiiler ile Samiri soylu bel’amlar gelmektedirler.
Gayri Müslümler, İslâm’a ve Müslümanlara karşı sürdürdükleri kin ve düşmanlıkları nedeniyle, kendilerini İslâm’a nispet eden bazı kimseler, Kur’an ve Rasul’ün örnekliğinden hareket edecekleri yerde tamamen cahili bir mantıkla çoğu kez İslâm’a aykırı bir şekilde bid’at ve hurafelerle bulanmış din anlayışıyla hareket etmektedirler.
Kur’anî gerçeklerden habersiz kimseler, Sünni ve Şiiler ile Samiri soylu bel’amların, İslâm adına uydurdukları yalan ve hurafeleri bazı kimseler, İslâm zannederek İslâm’dan kaçmakta, İslâm’a düşman olmaktadırlar.
İnsanlardan bazılarının, İslâm’dan kaçıp ateist ve deist olmalarının nedeni, Kur’an ayetlerini, yanlış tercüme eden mealist gayri Müslüm Samiri soylu bel’amlar ile İslâm’dan uzaklaşıp geleneksel kültürlerini din edinen gayri Müslüm Sünni ve Şiilerdir.
Samiri soylu bel’amlar, Kur’an ayetlerini yanlış anlamlandırarak, Sünni ve Şiiler de Rasulullah (as) adına yalanlar uydurarak İslâmî esasları, olduğundan farklı göstermişler, böylece bazı kimselerin, İslâm’a karşı cephe almalarına ve düşman olmalarına neden olmuşlardır.
Tebe-i Tabiinden sonra din adına ortaya çıkan bazı kişi ve gruplar, Kur’an ve Rasul’ün en güzel örnekliğini esas almak yerine kendi uydurdukları yalanları ve İsrailiyat olan sözleri esas almışlardı. Bunlar, Kur’an meal ve tefsirlerinde yaptıkları tahrifatlar, Allah ve Rasulü adına uydurdukları yalanlar sonucunda kendileri, şirk ve küfür içerisine girip İslâm’dan çıktıkları gibi bunların, bid’at, hurafe ve yalanlarını İslâm zannedenler de İslâm’a karşı tavır almışlardır.
Geleneksel kültürlerini din edinenler, kadınları, İslâmî bilinçten yoksun bırakarak onları adeta erkeğin kölesi haline getirmişler, erkeği kadın üzerinde bir ilah gibi göstermişlerdir. Özellikle Osmanlı’da, padişah, Şehzade ve sadrazamlar için oluşturulan ve adına Harem dedikleri şehvet odaları yani özel genelev denilen yerler ve günümüzde kadınların açıkça pazarlandığı genelev, bar, pavyon gibi utanç verici yerler, işte bu geleneksel kültürel din anlayışının kadını düşürdüğü zilletin ta kendisidir.

Şubat 11, 2022 0

Hz. Nuh (as) (2. Bölüm)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Hz. Nuh (as), daveti sırasında zorbalardan izin alarak davet yapmamıştır
Hz. Nuh (as)’ın, Mü’minler için en güzel örneklerinden biri de hiç kuşkusuzdur ki, uzun daveti sırasında, onca baskı ve zulme uğramasına rağmen zorba güçlerden izin almamış olması, onlara karşı Tevhidi davetini yumuşatıp gizlememesidir.
İstikbar güçlerinden zerre kadar korkmayan Hz. Nuh (as), onlardan izin alıp yasalarının boşluklarından yararlanarak daveti ortaya koymamış, istikbar güçlerinin zulüm ve işkencelerine karşı koymuş, tuzak ve oyunlarına direnmişti. Hatta bu¬nunla da yetinmeyerek onlara meydan okumuş ve mü¬cadelesinde net bir çizgi izlemişti.
“Nuh’un haberini onlara oku; o zaman kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, şayet benim durumum ve Allah’ın ayetlerini anlatmam size ağır geldiyse, artık ben, Allah’a tevekkül ettim; artık siz ve ortaklarınız işiniz (için) toplanıp karar alın, sonra kararınız size dert olmasın, sonra bana uygulayın ve bana mühlet vermeyin!” (Yunus, 71)
Risalet önderleri, elbette kâfir zorbaların şantaj, tehdit, baskı ve zulümlerinden korkmazlar. Onlar, görevlerini yapabildikleri oranda yaparlar, insanların kabul ya da reddetmeleri, rasullerin belirleyecekleri bir sonuç değildir. Onlar, yaptıkları davetin sonucunu belirleyemezler, davetin sonucunu onlar görevlendiren yüce Allah (cc) belirleyecektir.
Tevhidi esaslara davet, yalnızca Kur’an’ın belirlediği esas dahilinde, rasullerin örnek mücadelelerine göre yapılmalıdır. Beşerî, tağutî sistemlerin, küfür kanunlarının boşluklarından yararlanarak parti, dernek, vakıf kurmaya kalkışmak, Risalet önderlerinin Tevhidi mücadelelerine ihanet etmektir.
İstikbar güçlerinden icazet alarak davet yapmak, Sünnetullah’taki Tevhidi esaslara davet metoduna aykırıdır. Yüce bir davayı küfrün kontrolüne vermektir ki bu, küfür, şirk, sapıklık ve dalalettir. Dave¬ti, ne bahasına olursa olsun, ortaya koymak için taviz vermek, tağutî sistemden izin almak davetçiyi Hak yoldan saptıracaktır.
Tevhidi esaslara davet, tağutî sistemlerin verdiği izne göre değil yüce Allah’ın emrettiği ölçülere uygun yapılmalı, gündemi, Müslümanlar belirlemelidirler.
Tevhidi esaslara davetin tüm aşamalarında, açık bir şe¬kilde hareket edilmeli, saflar netleştirilmeli muğlaklık, kapalılık, takiyye gibi basit yollara tenezzül edilmemelidir. Böyle basit yollara başvurulması halinde yüce Allah’ın rahme¬tinden mahrum kalınacağı bilinmelidir.
Saflar belirginleşip davet çıkmaza girdiği, davet yapacak saha ve kişiler bulunmadığı zaman yüce Allah’a iltica edilmeli, O’na yönelinmeli, O’ndan yardım istenilmelidir. İnkâr edenler, yüce Allah’a havale edilmelidir.
Davette, hata yapıldığında hemen tevbe edilmeli, hata¬da ısrar edilmemeli, hata yapıldığında yüce Allah’a yönelip af dilenilmeli, O’na sığınılmalı, hiçbir şekilde bilinmeyen şeylerin peşine düşülmemeli, daima Kur’an ölçü içerisinde hareket edilmelidirler.
Tevhidi esaslara davette davetçi için en zor olan, en yakınlarının daveti inkâr etmeleridir
Rasul ve davetçiler için en zor olan durum, Tevhidi esaslara davet ettikleri yakınlarının inkâr etmeleridir. Risalet tarihinde birçok Rasul ve davetçi, bu zor durumla karşılaşmışlardır.
Hz. Nuh (as)’ın, insanları çağırdığı Tevhidi esaslara Oğlu ve Eşi icabet etmemiş, inkâr etmişlerdir. Bu durum, Hz. Nuh (as) için elbette ki oldukça zor bir durumdu. Nitekim Tufan koptuğunda Eşi ve Oğlu da helak olanlar arasında kalmışlardır.
Hz. Nuh (as), babalık duygusuyla inkâr eden Oğlu için Rabb’ine yalvarmış, ancak yüce Allah (cc), Oğlunun, kendi ailesinden olmadığını bildirmiş, onun için dua etmemesi gerektiği konusunda onu sert bir şekilde uyarmıştı.
“Nuh Rabb’ine seslendi, sonra dedi ki: ‘Rabb’im, şüphesiz oğlum benim ailemdendir ve elbette Senin sözün haktır ve Sen, hükmedenlerin hâkimisin!’
(Rabb’i) dedi ki: ‘Ey Nuh, şüphesiz o, senin ailenden değildir; gerçekten o, iyi olmayan bir iş yaptı, öyleyse onun hakkında bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme, doğrusu Ben seni, cahillerden olmaktan gerçekten sakındırıyorum! ” (Hud, 45-46)
Hz. Nuh (as), hata yaptığını anlayıp tevbe etmiş, yüce Allah’tan bağışlanma istemişti.
“Dedi ki: ‘Rabb’im, şüphesiz ben, benim, kendisi hakkında bilgim olmayan bir şeyi Senden istemekten elbette Sana sığınırım; beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan olurum.” (Hud, 47)
Bir Rasul’ün, oğlu, eşi ya da babası olmak, kişiyi acıklı azaptan kurtarmaz
Hz. Nuh (as)’ın, daha sonra Hz. İbrahim (as) Hz. Lut (as)’ın durumlarında görüldüğü üzere bir kimsenin, Rasul oğlu, eşi, babası yakını olması onu, yüce Allah’ın acıklı azabından kurtarmaz
Hz. Nuh (as), Rasul olmasına rağmen Oğluna ve eşine bir fayda sağlamamış, onları acıklı azaptan kurtarmamıştı. Hz. Lut (as)’ın eşi de inkârcılarla beraber helak olmuştu.
“Allah, inkâr eden kimselere, Nuh’un eşini ve Lut’un eşini misal verdi; ikisi, kullarımızdan iki salih kulun (nikâhı) altında idiler, ancak ikisine ihanet ettiler, buna rağmen kocaları onlara, Allah’tan hiçbir fayda sağlamadı:(Onlara) ‘Ateşe girenlerle beraber girin’ denildi.” (Tahrim, 10)

Şubat 4, 2022 0

Hz. Nuh (as) (1. Bölüm)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Risalet önderleri, Tevhidi mücadelede en güzel örneklerdir
Mü’minler, yaşadıkları toplumlar içerisinde yapacakları Tevhidi mücadelelerinde her Rasul’ün Tevhidi mücadelesinden ve hayatından alacakları birçok güzel örnekler vardır. Yüce Allah (cc), rasullerin yaptıkları Tevhidi esaslara davet metodunu, Mü’minler için en güzel örnek olarak vermiştir.
“Rasullerin haberlerinden sana her şeyi anlatıyoruz; onda, senin kalbini sağlamlaştıracak şeyler vardır. Sana, bunun içerisinde Hak, nasihat ve Mü’minler için öğüt/zikir geldi.” (Hud, 120)
“Gerçekten onların kıssalarında, akıl sahipleri için ibretler vardır; (bu), uydurulacak bir söz değildir velakin kendinden öncekilerin doğrulanması ve her şeyin ayrıntılı açıklaması ve bir Hidayet ve rahmettir iman eden topluluklar için.” (Yusuf, 111)
Rasuller, yaşadıkları toplumlarda, toplumların siyasal yapılarına, yaşam tarzlarına, kimlik, kişilik ve inançlarına göre Tevhidi mücadelelerini ortaya koymuşlar, Uluhiyet, Rububiyet ve hükümranlığın yalnızca yüce Allah’a ait olduğuna insanları davet etmişlerdir.
Rasullerin karşılaştıkları tepkiler birbirinden çok farklı olmasına karşın, Risalet önderleri, Tevhidi mücadelelerini hep aynı metot ve kararlılıkla sürdürmüşler, karşılaştıkları çok zor tepkilere rağmen hiçbiri en küçük bir taviz vermemiş, geri adım atmamıştır.
“Nuh’a, onunla tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya onunla tavsiye ettiği şeyleri, dinde sizin için şeriat yaptı. Muhakkak dini ikame edin ve onda ayrılığa düşmeyin; kendisine onları davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi, Allah, dileyen kimseyi ona seçer ve kim yönelirse ona Hidayet eder.” (Şura, 13)
Yüce Allah (cc), Risalet önderlerinin Tevhidi mücadele metotlarını sonradan gelen Mü’minler için şeriat yapmış, bu metottan -müşriklere ağır da gelse- zerre kadar taviz verilmemesini istemiş, hiçbir şekilde inkârcı kâfirlerin arzularına tâbi olmamayı emretmiştir.
“İşte bunun için davet et ve emrolunduğun gibi doğru ol; onların hevalarına tâbi olma ve de ki: ‘Ben, Allah’ın indirdiği her kitaba iman ettim ve aranızda adalet yapmakla emrolundum…” (Şura, 15)
Bu apaçık hükümlere iman edenler, -nasıl bir durumla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar- Tevhidi mücadelelerinde hiçbir şekilde kâfirlerin yasalarına göre hareket edemezler. Aksi halde günümüzdeki vakıf, dernek, parti ve tasavvufa gidenler gibi imandan ve İslâm’dan çıkarak küfür ve şirk içerisine düşerler.
Yüce Allah’ın bildirdiği hükümler dışındaki yasalara, Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliğine aykırı bir metoda tâbi olanlar, yüce Allah’a ve Rasulü’ne karşı gelmiş, apaçık bir sapıklığa düşmüşlerdir. Bunlar için yüce Allah’tan bir gazap, şiddetli bir azap ve sürekli bir cehennem vardır. İşte bu konudaki ilahi uyarılar.
“Mü’min erkek ve Mü’min kadın için mümkün değildir ki Allah ve Rasulü, bir işe hüküm verdiğinde onlar, o işi kendilerine göre seçmiş olsunlar, kim Allah’a ve Rasulü’ne isyan ederse artık gerçekten apaçık bir sapıklıkla dalalete düşmüştür.” (Ahzab, 36)
“Ve kim, Hidayet kendisine açıklanır da sonradan Rasul’e muhalefet eder ve Mü’minlerin yolundan başkasına tâbi olursa, döndüğü yola onu yöneltiriz ve cehenneme atarız; ne kötü bir sonuçtur!” (Nisa, 115)

Risalet önderleri ve onların izlerini takip eden Tevhid erleri, karşılaştıkları onca zorluk ve sıkıntılara rağmen mücadelelerini bırakmamışlar, azimle sürdürmüşlerdir. Onlar, sadece Rab’lerine yönelmişler, O’ndan yardım istemişlerdir.
“Nebilerden nicesi savaştı, onunla beraber birçok rabbaniler de, ancak Allah yolunda onlara isabet eden şeylerden cesaretleri kırılmadı, zayıflık göstermediler ve küçük düşmediler. Allah sabredenleri sever.
Onların sözleri, ‘Rabb’imiz, bizim günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfirler toplumuna karşı bize yardım et’ demelerinden başka olmadı. Bunun üzerine Allah, dünya mükâfatının ve Ahiret mükâfatının en güzelini onlara verdi, Allah, güzel davrananları sever.” Al-i İmran, 146-148)
“Nihayet ne zamanki rasuller umutlarını kestiler ve doğrusu kendilerinin, gerçekten yalanlandıklarını zannettiler, onlara yardımımız geldi, böylece dilediğimiz kimseler kurtarıldı, günahkârlar toplumundan azabımız geri çevrilmez.” (Yusuf, 110)
Rasullerin Tevhidi mücadeleleri Mü’minler için en güzel örneklerdir
Tevhidi esaslara gerçekten iman etmiş, duygularının esaretinden kurtulmuş, Rab’lerini razı etmeyi hayatlarının gayesi edinmiş Müslümanlar tarafından ortaya konulan Tevhidi mücadele, mutlaka Risalet önderlerinin örnekliklerine uygun olmalıdır. Bu örneklikler:
– Hz. Nuh (as)’da olduğu gibi uzun soluklu olan,
– Hz. İbrahim (as) ve Buruc suresindeki Mü’minlerin örneklikleri gibi bedel ödenen,
– Hz. Musa (as)’ın onurlu bir dik duruşundaki bir dik duruşla zalimlere karşı durulan,
– Hz. Yunus (as)’ın verilen örnekliğinde görüldüğü üzere duygusallıktan uzak bulunan,
– Hz. Muhammed (as)’ın örnekliğinde olduğu gibi bütün değerlerin ortaya konulduğu,

Ocak 29, 2022 0

EVRENSEL VE ÇAĞLARÜSTÜ KUR’AN’DA SERTLİK YUMUŞAKLIK KONUSU

Yazar: Ramazan Yılmaz

MÜSLÜMANLARIN, İNSANLARA KARŞI TUTUM VE TAVIRLARI

Yüce Allah (cc), evrensel ve çağlarüstü Kitabı Kur’an’da, Zat’ına iman edilmesinden, Kendisine kulluk edilmesine, Tevhidi esasların insanlara ulaştırılmasından bireysel ve toplumsal ilişkilere, devletin yönetilmesinden devletlerarası ilişkilere kadar her şeyi örnekleri ile beraber apaçık bir şekilde bildirmiş, buna göre hareket edilmesini iman edenlerden istemiştir.
“Rabb’inizden size indirilen şeye tâbi olun ve O’ndan başka velilere tâbi olmayın, ne kadar az düşünüyorsunuz!” (A’raf, 3)
“Şüphesiz bu, Benim dosdoğru yolumdur, ona tâbi olun, başka yollara tâbi olmayın ki, böylece sizi O’nun yolundan ayırmasın! Bu size, O’nun tavsiyesidir, ta ki korunasınız.” (En’am, 153)
Kur’anî esaslara gerçekten iman edenlerin, kendilerine bildirilen esaslardan hareket etmeleri imanî bir zorunluluktur. Çünkü aksine hareket insanı, iman ettiği esaslardan saptırıp dalalete sürükler.
“Mü’min erkek ve Mü’min kadın için mümkün değildir ki Allah ve Rasulü, bir işe hüküm verdiğinde onlar, o işi kendilerine göre seçmiş olsunlar, kim Allah’a ve Rasulü’ne isyan ederse artık gerçekten apaçık bir sapıklıkla dalalete düşmüştür.” (Ahzab, 36)
“Ve kim, Hidayet kendisine açıklanır da sonradan Rasul’e muhalefet eder ve Mü’minlerin yolundan başkasına tâbi olursa, döndüğü yola onu yöneltiriz ve cehenneme atarız; ne kötü bir sonuçtur!” (Nisa, 115)
Bu ilahi hükümler, Mü’minlerin, -hangi konuda olursa olsun- iman ettikleri esasların dışında hareket etmelerini, kesin bir şekilde yasaklamaktadır.
Tevhidi esasları ortaya koymak, bu esasların belirlediği ölçüler içerisinde hareket etmek imanî bir hassasiyettir. Yüce Allah’a, O’nun Kitabı’na gerçekten iman edenler, her konu ve durumda, Kur’anî hükümlerden hareket etmekle mükelleftirler.
Yüce Allah (cc), Tevhidi esasların insanlara ulaştırılmasında davetçilerin, nasıl bir tavır ortaya koyacaklarını, kime karşı nasıl bir tutum takınacaklarını apaçık bir şekilde bildirmiştir. İman edenlere düşen sorumluluk, bildirilen bu hükümlere -hiçbir şey katmadan- aynen uymalarıdır. Bunun dışındaki her düşünce, söz ve hareket, kişiyi Rabb’inin hükmüne aykırı harekete sevk eder. İblis gibi Rabb’ine isyana sürükler, lanetlenmesine neden olur.
İnsanları Tevhidi esaslara davette izlenecek metot
Yüce Allah (cc), Kur’an’ı inzal etmiş, Hakk’ı ve batılı açıklamış, insanların neyi, nasıl, neye göre ve ne şekilde yapacaklarını, nasıl hareket edeceklerini belirlemiş, doğru ve yanlışı ortaya koymuştur. Yüce Allah (cc), kimin doğru, kimin yanlış yaptığını Kur’an’a göre belirleyecek ve hesabını soracaktır.
Müslümanlar, her konuda olduğu gibi insanların, Tevhidi esaslara davet edilmesinde de iman ettikleri Kur’anî hükümlere göre hareket ederler. Yüce Allah (cc), bu konuda rasullerinin Tevhidi esaslara davet metotlarını örnek vermiş, buna uyulmasını emretmiştir.
Yüce Allah (cc), insanlara Tevhidi esasların nasıl anlatılacağını, bu esasları kabul etmeyenlere karşı nasıl bir tutum takınılacağını, inkârcılara nasıl hitap edilmesi gerektiğini, rasullerin örnekliklerini vererek apaçık bir şekilde bildirmiştir.
Kur’an’da, Müslümanların birbirlerine, yüce Allah’a iman etmeyenlere, iman etmedikleri halde saldırgan bir tutum takınanlara, Hakk’ı batılla karıştırıp gerçekleri gizleyenlere, ikiyüzlü bir tutum takınarak Tevhidi esasları, İslâmî hükümleri işlerine geldiği gibi kullanan münafıklara karşı takınılacak tavır, bunlara söylenecek sözler farklı farklıdır.
Müslümanlara karşı şefkatli olmak
Kur’an, Müslümanların, birbirlerine karşı yumuşak davranmasını emretmiş, birbirlerini koruyup kollamaları konusunda tavsiyelerde bulunmuş, Rasulullah (as) ve beraberindeki Müslümanlardan örnekler vermiştir.
“Muhammed Allah’ın Rasulü’dür; onunla beraber olan kimseler, kâfirlere karşı şiddetli, kendileri arasında merhametlidirler…” (Fetih, 29)
“Ey iman eden kimseler, sizden kim dininden dönerse, artık yakında Allah bir toplum getirecektir ki, onları sever, onlar da O’nu severler; Mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı izzetlidirler; Allah yolunda cihad ederler, kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın lütfudur, onu dileyen kimseye verir; Allah, bol verendir, Bilen’dir.” (Maide, 54)
Müslümanlar, kardeşlerini her zaman ve her yerde korurlar, onları savunurlar. Bu onların, Rab’lerine gerçekten iman etmelerinin gereğidir. Yüce Allah (cc), bu konuda Hz. İbrahim (as)’ı örnek vermektedir.
Hz. Lut (as)’ın kavmini helak etmeye giden meleklere, “Orada Lut var” diyerek tepki göstererek Hz. Lut (as)’ı korumaya çalışmış, ancak melekler, Hz. Lut (as)’ın kurtarılacağını söyleyerek o nu rahatlatmışlardır.
“Ne zaman ki İbrahim’den şaşkınlık gitti ve ona müjde geldi, Lut kavmi hakkında bizimle tartışmaya başladı. Doğrusu İbrahim, gerçekten halim, içliydi, (Bize) yönelendi!” (Hud, 74-76)
Müslümanlar, kardeşlerini savunma hususunda gerekirse gözlerini kırpmadan kendilerini tehlikeye bile atarlar. Yüce Allah (cc), Hz. Musa (as)’ı savunan Mü’min kimseyi örnek vermektedir.

Ocak 22, 2022 0

Vakıa Suresi, (57-96. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Hayat kısa, hayat, yüce Allah’ın rızasına en uygun şekilde değerlendirilmelidir
Yaşanan hayat, -doğumdan ölüme kadar- tıpkı bir sınav süresi gibi belli bir süredir, bu süre, hiçbir şekilde uzatılmayacaktır. İnsanların, bu süre içerisinde yaptıkları şeyler geçerli sayılacak, süre dolduğunda hiçbir şekilde ek süre de verilmeyecektir.
“…Ömür verilenden, yazılanın dışında onun ömründen kısılmaz ve ömür verilmez, şüphesiz bu, Allah’a kolaydır.” (Fatır, 11)
Zaman, sürekli akıp gitmekte, hiçbir şey aynı kalmamaktadır. Yıllar içerisinde yaşı ilerledikçe insan ne kadar severse sevsin ne kadar isterse istesin, çocukluğuna geri dönememekte, yaşlandığında gençlik yıllarını geri getirememekte, çocukluk ve gençlik yıllarında yapamadığı şeyleri, yaşlandığında yapma kudretine sahip olamamaktadır.
Yaşlı erkek ve kadınlar, gençliklerini, eski güçlerini, enerjik hareketlerini, güzellik ve zarafetlerini, ne kadar arzu ederlerse etsinler, yeniden elde edememektedirler. Bu nedenle geçip giden zaman içerisinde ele geçen kimi fırsatlar kaçırıldığında bir daha onu yakalamak mümkün değildir.
Konulan süre belli, bu sürede yapılması istenenler bildirilmiş, süre dolduğunda nasıl bir durumla karşılaşacağı da açıkça belirtilmiştir. Belli bir yaşam süresi verilen insana, kendisine belirlenen süreyi, dilediği gibi kullanma iradesi de verilmiş, kişi, söz ve davranışlarında serbest bırakılmıştır.
Yüce Allah (cc), yarattığı her insana bir süre tayin etmiş, süreölçeri çalıştırmıştır. O’nun koyduğu süreyi değiştirecek ya da süreölçeri durdurup geri alacak hiçbir güç yoktur. Süre hızla dolmakta ve belirlenen bitiş çizgisine yaklaşılmaktadır; o bitiş çizgisi göründüğünde artık yapılacak bir şey kalmamıştır.
Kendilerine verilen süreyi gereği gibi değerlendirenler, sona yaklaştıkça sevinçli ve huzurlu iken, verilen süreyi iyi değerlendirmeyenler, mutsuz ve huzursuzdurlar.
“İyi bilin ki (can), köprücük kemiklerine ulaştığı zaman ve denir ki: ‘Kim tedavi edecek?’ Ve gerçekten onun bir ayrılık olduğunu anlar.” (Kıyamet, 26-28)
“Artık (can) boğaza vardığında. Ve siz, o zaman bakıyorsunuz. Ve Biz, ona sizden daha yakınız velakin siz göremezsiniz.’ O halde şayet gerçekten boyun eğmeyenler iseniz. Onu geri döndürün, gerçekten sadıklardan iseniz!” (Vakıa, 83-87)
Yüce Allah (cc) insanı, belli bir amaçla yaratmış, bu amacını gerçekleştirecek bir ömür vermiş, amacına nasıl ulaşacağı ile ilgili kurallarını koymuş, ona yol göstermiştir.
Yüce Allah’ın indirdiği hükümlere uygun yaşayanlar, kurtuluşa ererler
Dünya hayatının sonunda, Ahiret gününde herkese dünyada yaptıklarının karşılığı tastamam verilecektir. Bildirilen kurallara uygun hareket edip asıl amaçlarına göre iş yapanlar, Rab’lerini razı etmiş, sürelerinin sonunda kurtuluşa ermişlerdir.
“Bunun üzerine Allah, dünya mükâfatının ve Ahiret mükâfatının en güzelini onlara verdi, Allah, güzel davrananları sever.” (Al-i İmran, 148)
“Amma gerçekten yakın kılınanlardan olan, işte (ona) rahatlık, mutluluk ve nimet cenneti var ve amma gerçekten uğurlu arkadaşlardan olana. Böylece ‘Selam sana uğurlu arkadaşlardan olan.” (Vakıa, 88-91)
Dünya hayatlarında, Kur’anî hükümlere uymayanlar için acıklı bir azap vardır
Yüce Allah (cc), adalet sahibidir; herkese, kendilerine belirlenen süre içerisinde ne yapmışlarsa, hak ettikleri karşılığı tam verecektir. O, az çalışana az, çok çalışana çok karşılık vereceği gibi hiç çalışmayana da çalışmamasının karşılığındaki cezayı verecektir.
“Ve hepsi için yaptıkları işlerden dereceleri vardır ve onlara yaptıklarının karşılığı tam verilir ve onlara haksızlık yapılmaz.” (Ahkâf, 19)
Kendilerine bildirilen kuralları tanımayan, önemsemeyip savsaklayan, bu kurallara uygun hareket etmeyenler, kendilerine verilen sürelerinin sonunda kaybetmiş, hüsrana uğramışlardır.
“Ve o gün, ateşe sunulan inkâr eden kimselere: ‘Güzelliklerinizi giderdiniz; dünya hayatınızda onunla hoş vakit geçirdiniz, işte bugün, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve fasık olmanızdan dolayı siz alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.” (Ahkâf, 20)
Yüce Allah (cc), verdiği sürenin mutlaka dolacağını bildirmiş, insanların bu süre içerisinde zamanlarını iyi değerlendirmeleri için rasullerini ardı ardına göndermiştir. Bütün rasuller, kendi toplumlarına Kıyametin yakın olduğunu, o Saat geldikten sonra geri dönülemeyeceğini ve pişmanlıkların fayda veremeyeceğini haber vermişlerdir.
Birçok ayette, Kıyamet Saati’nin çok yakın olduğu, o Saat’in korkunç olacağı net bir şekilde bildirilmiştir. Kıyamet Saati’nin vuku bulacağı Vakıa süresi girişinde haber verilmektedir.
Surenin açıklaması
Büyük uyarı, Kıyamet Saati birden vuku bulacak!
Vakıa suresinde, vuku bulacak olayın anlatılması, her şeyin toz olup kaybolacağının belirtilmesi, hiçbir şeyin kalamayacağının ifade edilmesi, büyük bir uyarıdır. İnsanların peşinden koşup toplamaya çalıştıkları dünyevi her şey yok olacak ve insanlar, yaptıkları ile ne kazanmışlarsa onu elde edeceklerdir.

Ocak 17, 2022 0

Zulme Rıza Zulümdür-Şiir / Ramazan Yılmaz

Yazar: Ramazan Yılmaz

Zulme Rıza Zulümdür
*
Bu zulüm bitmez beyler bu sistem var oldukça
Bu sistem de yok olmaz siz ona sarıldıkça
Hiç huzur beklemeyin Adalet olmadıkça
Adalet de bulunmaz Kur’an’a uymadıkça
*
Zalim olan birisi elbet Adalet yapmaz
Onun sıfatı zalim insanlıktan anlamaz
İnsani değerleri üzerinde taşımaz
Zalimi desteklemek size fayda sağlamaz
*
Zalime destek olur onu alkışlarsınız
Koşar ona oy verir iktidar yaparsınız
Zulmünü icra eder siz ise susarsınız
Sonra tahammül etmez oturup ağlarsınız
*
Siz böyle davrandıkça adam olamazsınız
Şayet aklederseniz zülmü oylamazsınız
Böyle akletmezseniz huzur bulamazsınız
Hayatınız kararır belaya uğrarsınız
*
Zalimler oyalarlar boş gündemler belirler
Her türlü yalanlarla size vaat verirler
Hem maddi hem manevi sizi hep sömürürler
Yuvanızı dağıtır sizi süründürürler
*
Dünya hayatınızı mahvu perişan eder
Siz perişan olurken onlar saltanat sürer
Her şeyi çalıp çırpar sonra defolup gider
Geride bırakırlar acı gözyaşı keder
*
Gelin vazgeçin artık zalime oy vermekten
Vazgeçin Rabb’inize karşı isyan etmekten
Kurtarın kendinizi her türlü felaketten
Belki kurtulursunuz acıklı akıbetten
*
Beşeri tüm sistemler zulüm fesat tuğyandır
Bunlara destek olmak yaratana isyandır
İsyan eden kimsenin sonu acı hüsrandır
Asilerin yeriyse cehennemdeki nardır
*
Yüce Allah buyurur her tağutu reddedin
Hak yolundan saparak ona destek vermeyin
Tağutu reddederek hak yoluna yönelin
Tevhidi esaslara gerçekten iman edin
*
Şunu iyi bilin ki küfre rıza küfürdür
Tağutun reddiyesi ilahi bir hükümdür
Tağuta destek olmak Allah’a nankörlüktür
Nankörlük yapan kimse cehenneme kütüktür
*
Şimdi size tavsiyem Allah’a iman edin
Her türlü yanlış yolu düşünmeden terk edin
Hiç vakit kaybetmeden hemen Kur’an’a gelin
Kendinizi yeniden Kur’an’la yenileyin
*
19 Aralık 2021/Rotterdam

Ocak 15, 2022 0

Vakıa Suresi, (1-56. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Hayat kısa, hayat, yüce Allah’ın rızasına en uygun şekilde değerlendirilmelidir
Yaşanan hayat, -doğumdan ölüme kadar- tıpkı bir sınav süresi gibi belli bir süredir, bu süre, hiçbir şekilde uzatılmayacaktır. İnsanların, bu süre içerisinde yaptıkları şeyler geçerli sayılacak, süre dolduğunda hiçbir şekilde ek süre de verilmeyecektir.
“…Ömür verilenden, yazılanın dışında onun ömründen kısılmaz ve ömür verilmez, şüphesiz bu, Allah’a kolaydır.” (Fatır, 11)
Zaman, sürekli akıp gitmekte, hiçbir şey aynı kalmamaktadır. Yıllar içerisinde yaşı ilerledikçe insan ne kadar severse sevsin ne kadar isterse istesin, çocukluğuna geri dönememekte, yaşlandığında gençlik yıllarını geri getirememekte, çocukluk ve gençlik yıllarında yapamadığı şeyleri, yaşlandığında yapma kudretine sahip olamamaktadır.
Yaşlı erkek ve kadınlar, gençliklerini, eski güçlerini, enerjik hareketlerini, güzellik ve zarafetlerini, ne kadar arzu ederlerse etsinler, yeniden elde edememektedirler. Bu nedenle geçip giden zaman içerisinde ele geçen kimi fırsatlar kaçırıldığında bir daha onu yakalamak mümkün değildir.
Konulan süre belli, bu sürede yapılması istenenler bildirilmiş, süre dolduğunda nasıl bir durumla karşılaşacağı da açıkça belirtilmiştir. Belli bir yaşam süresi verilen insana, kendisine belirlenen süreyi, dilediği gibi kullanma iradesi de verilmiş, kişi, söz ve davranışlarında serbest bırakılmıştır.
Yüce Allah (cc), yarattığı her insana bir süre tayin etmiş, süreölçeri çalıştırmıştır. O’nun koyduğu süreyi değiştirecek ya da süreölçeri durdurup geri alacak hiçbir güç yoktur. Süre hızla dolmakta ve belirlenen bitiş çizgisine yaklaşılmaktadır; o bitiş çizgisi göründüğünde artık yapılacak bir şey kalmamıştır.
Kendilerine verilen süreyi gereği gibi değerlendirenler, sona yaklaştıkça sevinçli ve huzurlu iken, verilen süreyi iyi değerlendirmeyenler, mutsuz ve huzursuzdurlar.
“İyi bilin ki (can), köprücük kemiklerine ulaştığı zaman ve denir ki: ‘Kim tedavi edecek?’ Ve gerçekten onun bir ayrılık olduğunu anlar.” (Kıyamet, 26-28)
“Artık (can) boğaza vardığında. Ve siz, o zaman bakıyorsunuz. Ve Biz, ona sizden daha yakınız velakin siz göremezsiniz.’ O halde şayet gerçekten boyun eğmeyenler iseniz. Onu geri döndürün, gerçekten sadıklardan iseniz!” (Vakıa, 83-87)
Yüce Allah (cc) insanı, belli bir amaçla yaratmış, bu amacını gerçekleştirecek bir ömür vermiş, amacına nasıl ulaşacağı ile ilgili kurallarını koymuş, ona yol göstermiştir.
Yüce Allah’ın indirdiği hükümlere uygun yaşayanlar, kurtuluşa ererler
Dünya hayatının sonunda, Ahiret gününde herkese dünyada yaptıklarının karşılığı tastamam verilecektir. Bildirilen kurallara uygun hareket edip asıl amaçlarına göre iş yapanlar, Rab’lerini razı etmiş, sürelerinin sonunda kurtuluşa ermişlerdir.
“Bunun üzerine Allah, dünya mükâfatının ve Ahiret mükâfatının en güzelini onlara verdi, Allah, güzel davrananları sever.” (Al-i İmran, 148)
“Amma gerçekten yakın kılınanlardan olan, işte (ona) rahatlık, mutluluk ve nimet cenneti var ve amma gerçekten uğurlu arkadaşlardan olana. Böylece ‘Selam sana uğurlu arkadaşlardan olan.” (Vakıa, 88-91)
Dünya hayatlarında, Kur’anî hükümlere uymayanlar için acıklı bir azap vardır
Yüce Allah (cc), adalet sahibidir; herkese, kendilerine belirlenen süre içerisinde ne yapmışlarsa, hak ettikleri karşılığı tam verecektir. O, az çalışana az, çok çalışana çok karşılık vereceği gibi hiç çalışmayana da çalışmamasının karşılığındaki cezayı verecektir.
“Ve hepsi için yaptıkları işlerden dereceleri vardır ve onlara yaptıklarının karşılığı tam verilir ve onlara haksızlık yapılmaz.” (Ahkâf, 19)
Kendilerine bildirilen kuralları tanımayan, önemsemeyip savsaklayan, bu kurallara uygun hareket etmeyenler, kendilerine verilen sürelerinin sonunda kaybetmiş, hüsrana uğramışlardır.
“Ve o gün, ateşe sunulan inkâr eden kimselere: ‘Güzelliklerinizi giderdiniz; dünya hayatınızda onunla hoş vakit geçirdiniz, işte bugün, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve fasık olmanızdan dolayı siz alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.” (Ahkâf, 20)
Yüce Allah (cc), verdiği sürenin mutlaka dolacağını bildirmiş, insanların bu süre içerisinde zamanlarını iyi değerlendirmeleri için rasullerini ardı ardına göndermiştir. Bütün rasuller, kendi toplumlarına Kıyametin yakın olduğunu, o Saat geldikten sonra geri dönülemeyeceğini ve pişmanlıkların fayda veremeyeceğini haber vermişlerdir.
Birçok ayette, Kıyamet Saati’nin çok yakın olduğu, o Saat’in korkunç olacağı net bir şekilde bildirilmiştir. Kıyamet Saati’nin vuku bulacağı Vakıa süresi girişinde haber verilmektedir.
Surenin açıklaması
Büyük uyarı, Kıyamet Saati birden vuku bulacak!
Vakıa suresinde, vuku bulacak olayın anlatılması, her şeyin toz olup kaybolacağının belirtilmesi, hiçbir şeyin kalamayacağının ifade edilmesi, büyük bir uyarıdır. İnsanların peşinden koşup toplamaya çalıştıkları dünyevi her şey yok olacak ve insanlar, yaptıkları ile ne kazanmışlarsa onu elde edeceklerdir.

Ocak 8, 2022 0

Kur’an üzerine oynanan oyunlar, Kur’an’ı Değiştirdiler

Yazar: Ramazan Yılmaz

Evrensel Mesaj Kur’an’ı Kerim Meali’miz, Kur’an’ı değiştirmeye kalkışan yalancı müfterileri teşhir etmiştir
Kur’an tercümesi, sıradan bir kitabın tercümesine benzemez; yüce Allah’ın gözetimi altında onun kelamını, insanların, Rab’lerinden gelen ilahi mesajı aynen anlamalarını sağlamaya, anlayabilecekleri şekilde açıklamaya yönelik bir çalışmadır. Böylece insanlar, Kur’an tercümesini okuyarak Rab’lerinin yüceliğini, Uluhiyet ve Rububiyetini kavrayacak, Rab’lerine şirk koşmadan gereği gibi iman edeceklerdir.
Kur’an’ı tercüme etme ya da diğer bir ifade ile meallendirme, çok büyük bir sorumluluktur. Kur’an’ı meallendirme ile yüce Allah’ın sözü, O’nun kullarına tercüme edilmektedir. Bu tercüme sırasında -hata müstesna- bilinçli ya da bilinçsiz yapılacak en küçük bir yanlışlık, yüce Allah’ın söylemediği bir söz söylenmiş gibi gösterilecektir ki bu, apaçık bir şekilde yüce Allah’ın üzerine iftira atmaktır.
Kur’an’ı tercüme edecek kişilerin, öncelikle Müslüman olmaları, yüce Allah’ı hakkıyla tanımaları, Tevhidi esasları çok iyi bilmeleri, Risalet önderlerinin konumlarını net olarak öğrenmeleri gerekir. Müsteşrikler, başka bir dine, demokratik tağutî sisteme mensup kimseler, yüce Allah’ın razı olduğu İslâm dininin temel Kitabı’nı tercüme edemezler. Çünkü tağutî demokratik sistemi destekleyip ona iman eden, başka bir dine mensup olanlar, iman etmedikleri Kur’an’ı, sağlıklı ve doğru tercüme edemezler, Hakk’ı gereğince anlatamazlar.
“Nefislerinin küfrüne şahitler iken Allah’ın mescitlerini imar etmeleri müşrikler için mümkün değildir; artık onların amelleri boşa çıkmıştır ve onlar, ateşte sürekli kalacaklardır.” (Tevbe, 17)
Demokratik tağutî sistemi benimseyip destek olan, Kur’an’ı bir ticaret metaı olarak görüp yaptıkları mealleri belli bir ücretle satan, Hakk’ı batılla bulayıp Tevhidi esasları gizleyen, sosyal hayatlarında söz ve fiillerinde Kur’an’a karşı tutum ve davranışlar sergileyen, bu yaptıkları ile de yüce Allah’ın, kendilerine lanet etmesine neden olan Samiri soylu bel’amlar, kendilerine lanet eden Kur’an’ı sağlıklı bir şekilde tercüme edemezler.
Tağutî demokratik dinin bir kurumu olan, tüm elemanlarının bütün güçleri ile demokratik tağutî sistem için çalıştığı Diyanet İşleri, Kur’an meali yapamaz. Çünkü Kur’an, zaten tağut olan demokratik sistemin reddedilmesini emreden bir Kitap’tır. Diyanet İşleri, mensup oldukları tağutî sistemi reddeden Kur’an’ı sağlıklı bir şekilde tercüme edemez.
Başka bir dini, düşünce ve ideolojiyi benimseyen Yahudi, Hrıstiyan ve ateistler Kur’an meali yapamazlar. Kur’an’ın tercümesini ancak yüce Allah’ın Uluhiyet ve Rububiyetine gerçekten iman edip o doğrultuda yaşayan Müslümanlar yapabilirler.
“Doğrusu Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve Ahiret gününe iman eden, namaz kılan, zekât veren ve Allah’tan başkasından çekinmeyen kimseler mamur edebilirler; işte gerçekten Hidayette olmaları umulanlar onlardır.” (Tevbe, 18)
Samiri soylu bel’amlar, meallerinde ve güncel söylemlerinde Kur’an’ı değiştirdiler
Günümüzde Kur’an tercümesi yaptıkları iddia edilenlerin neredeyse tümü, ne üzücüdür ki İslâm dinine, Tevhidi esaslara, Rasulullah (as)’a gereğince ya da hiç iman etmeyen kimselerdir. Tevhidi esasları bilen, Kur’an’ı düşünerek okuyan her aklıselim sahibi kimseler, bunların Samiri’nin günümüz temsilcileri olduklarını açık bir şekilde görebilecektir. Bu bel’amların, Allah’ın dini hakkında konuşma ve yazma hak ve salahiyetleri yoktur.
Samiri soylu bel’amların, birbirlerinden kopyalama yoluyla çıkardıkları meallerinde ve güncel söylemlerinde yüce Allah’a ve Rasulü’ne karşı savaş açmış olduklarını, “Tağutî sistemin en büyük destekçileri Samiri soylu bel’amlardır” videomuzda ayetlerle ve kendi sözleriyle beraber açıkladık.
Mealistler, Hz. Musa (as)’ın getirdiği Tevhidi ilkeleri çarpıtan Samiri gibi Hz. Muhammed (as)’ın getirdiği Tevhidi esasları, -sözel ve fiilen- inkâr eden, bu esasları gizleyen Samiri soylu bel’amlardır. Bunlar, tıpkı Kitap ehli sapıkları gibi dillerini eğip bükerek kelimelerin yerlerini değiştirdiler. Böylece yüce Allah’ın lanetini hak ettiler.
“Ancak ahitlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık; kelimelerin yerlerini değiştirdiler…” (Maide, 13)

Samiri soylu bel’amlar, Kur’anî kavramların yerlerini değiştirerek yüce Allah’a ve Rasulü’ne karşı savaş açmışlardır
Samiri soylu bel’amlar, kopyalama yolu ile çıkardıkları meallerde, ayetlerin anlamlarını çarpıttıkları gibi söz ve yazılarında da Kur’anî kavramların anlamlarını değiştirerek Kur’an’ı değiştirmeye kalkıştılar. Bunlar, Kur’an’ın apaçık bir şekilde bildirdiği kelimelerin yerlerini değiştirerek yüce Allah’a karşı savaş açmışlardır.

Bel’amlar, Kur’anî hükümleri değiştirerek puthaneyi Kâbe’ye benzettiler, yüce Allah’ın putperest dediği putperestlerin Müslüman olduklarını, yüce Allah’ın (hâşâ) gaybı bilmediğini iddia ettiler,