بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
GİRİŞ
Güç sahibi olmak, kolay elde edilebilecek bir şey değildir; güçlü olmak, ortaya bir eser koymak, üstün olmak her şeyin üzerinde bulunmakla mümkündür. Kendisi aciz olan bir kimsenin, acziyetine bakmadan güçlü olduğunu iddia etmesi, örümcek ağından yapılmış, hafif bir rüzgârla yerle bir olacak bir yerde oturan kimsenin yüksek saraylarda oturduğunu iddia etmesi gibidir.
Kur’an, hiçbir şeye sahip olamadıkları, hiçbir eser ortaya koymadıkları halde kendilerini güçlü zanneden kimselerin, nasıl azgınlaştıklarının, bu azgınlık ve böbürlenme içerisinde zulümlerine devam ederlerken Rab’leri tarafından, bir belâ ile ansızın nasıl yok edildiklerinin örneklerini verir.
İnsanı azgınlığa sürükleyen en önemli etken hiç kuşkusuzdur ki cehalettir. Cahil kimseler, hayatı, kâinatı ve yaratılışlarını düşünmeden, nasıl ve neden varolduklarını bilmeden, kendilerini yaratanı tanımadan kendilerini her şeyin üzerinde sanarak böbürlenir azgınlaşırlar. Ancak Rab’lerinden kendilerine bir bela eriştiğinde, ne kadar aciz ve zavallı olduklarını anlarlar, zillet içerisinde kalırlar. Bunun en tipik örneği Fir’avn’dır.
Fir’avn, eline geçirdiği saltanatına ve çevresine topladığı kalabalıklara güvenerek, azgınlığında sınır tanımamış,bir hiç olduğunu düşünmeden, insanlar üzerinde ilahlığını ve rablığını ilan etmiştir.
“Fir'avn kavminin içinde bağırıp: ‘Ey kavmim, Mısır mülkü ve şu altımdan akıp giden ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?’ dedi.” (Zuhruf, 51)
“Fir'avn: ‘Ey ileri gelenler, ben sizin için benden başka bir ilah bilmiyorum, ey Hâmân, haydi benim için çamurun üzerinde ateş yak(arak tuğla imal et de) bana bir kule yap, belki Musa'nın ilahına çıkarım, çünkü ben onu yalancılardan sanıyorum’ dedi.” Kasas, 38)
“(Fir'avn, Musa’ya): ‘Andolsun ki benden başka ilah edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan yapacağım" dedi.” Şuara, 29)
“(Fir'avn, Musa’ya): ‘Andolsun ki benden başka ilah edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan yapacağım" dedi.” Şuara, 29)
Fir’avn’ın, bu azgınlığında sınır tanımayışı, hemen her dönem diktatörlerinde bir hastalık olarak ortaya çıkmış ve onlar, kendilerinin en üstün olduklarını sanarak zulümlerini sürdürmüşlerdir. Günümüzde de beşeri tağuti sistemler, Fir’avn’ın rolünü üstlenmiş, yüce Allah’ın hükümlerini bırakıp rablık taslayarak insanlar üzerine kendileri hüküm koymaya kalkışmışlardır.
Günümüz beşeri sistemleri de, tıpkı Fir’avn gibi, hiçbir güce sahip olmadıkları halde kendilerini insanlar üzerinde adeta ilah olarak görmekte ve her şeyi yapmaya kadir olduklarını zannetmektedirler. Ancak yine Fir’avn gibi, yüce Allah’ın gazabına uğradıkları zaman ne kadar zavallı ve aciz olduklarını anlayacaklar, fakat o zaman iş işten çoktan geçmiş olacaktır.
“Biz de onların üzerine ayrı ayrı mucizeler olarak tufan, çekirge, kımıl (haşerat), kurbağalar ve kan gönderdik; ama yine büyüklük tasladılar ve suçlu bir topluluk oldular. Üzerlerine azab çökünce: ‘Ey Musa, sana verdiği söz uyarınca bizim için Rabbine dua et; eğer bizden azabı kaldırırsan, muhakkak sana inanacağız ve mutlaka İsrâil oğullarını seninle beraber göndereceğiz! dediler.” (A’raf, 133-134)
En küçük bir bedeni rahatsızlık ya da doğal afetler karşısında, ne kadar zavallı ve aciz olduklarını, çaresiz kaldıklarını gören inkârcı zalimler, bu durumlarından ders çıkarmamakta, başlarına gelen sıkıntı ve afetler geçtikten sonra azgınlıklarına devam etmektedirler.
“Biz onlardan, geçirecekleri bir süreye kadar azabı kaldırınca, hemen yeminlerini bozmağa başladılar.” (A’raf, 135)
Azgınlığı yol edinen zalimler, yüce Allah’ın gücü karşısında bir hiç olduklarını görüp tevbe ederek iman edecek yerde, biraz rahata kavuştuklarında yine küfür ve isyanlarını sürdürmeye çalışırlar. Yüce Allah (cc), onlara daha büyük bir azap verdiğinde ise, yine Rab’lerine dönüp yalvarırlar, iman ettiklerini söylerler. Ancak bu inanmalarının kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır.
“İsrâil oğullarını denizden geçirdik, Fir'avn ve askerleri de zulmetmek ve saldırmak için onların arkalarına düştü; nihayet boğulma kendisini yakalayınca dedi ki,: ‘Gerçekten İsrâil oğullarının inandığından başka ilah olmadığına inandım, ben de Müslümanlardanım’ ‘Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun’ (denildi).” (Yunus, 90-91)
“Ne zaman ki hışmımızı gördüler: ‘Tek Allah'a inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik’ dediler; fakat hışmımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah'ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur, işte o zaman kâfirler ziyana uğramışlardır.” (Mü’min, 84-85)
Yüce Allah (cc), tarihi süreçteki azgınlara verdiği dünyevi cezaları, gelecek azgınlara ve o azgınlara tabi olacak kimselere örnek olarak vermekte ve onların, helak edilen zalimlerin akıbetlerinden ders almalarını istemektedir.
“(Onlar) yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden önce gelenlerin sonunun nasıl olduğunu görsünler; onlar kuvvet ve yeryüzündeki eserleri bakımından kendilerinden daha üstün idiler, fakat Allah, onları günahları yüzünden yakaladı, onları Allah'a karşı koruyan olmadı.” (Mü’min, 21)
Yüce Allah (cc), en üstün kuvvetin Kendisine olduğunu, bu nedenle kulları üzerinde böbürlenip azgınlaşan zalimleri helak ettiğini bildirdikten sonra her çağdaki insanlara seslenerek bu zalimlere itaat etmemeleri konusunda uyarmaktadır.
“Şimdi sizin kâfirleriniz, ötekilerinizden güçlü mü, yoksa kitaplarda sizin için bir berâet mı var?” (Kamer, 43)
Fatır suresi, en üstün gücün yüce Allah’ta olduğunu vurgulayarak yaratılışta, O’ndan üstün hiçbir gücün bulunmadığını, dilediğini yapmaya muktedir olduğunu, O’nun dilediği şeyi yapmasına hiçbir gücün engel olamayacağını, rızkı verenin yalnızca yüce Allah (cc) olduğunu bildirmektedir. Bu nedenle sure, yüce Allah’tan başka ilah edinenlerin, başka güç sahiplerine itaat edenlerin gerçekten saptıklarını haber vermektedir.
Fatır suresi, şeytan ve taraftarlarının insanların düşmanı olduklarını, bu yüzden onlara itaat edilmemesini, çünkü onların insanları cehenneme çağırdıklarını bildirmekte, bu nedenle iman edenlerin, şeytan ve taraftarlarını düşman bilmelerini istemektedir.
Allah’tan başka güç sahiplerinin yanında şeref ve üstünlük aranmaması gerektiğini vurgulayan süre, bütün şeref ve üstünlüğün yalnızca yüce Allah’ın yanında olduğunu, şerefli olmak isteyenlerin, güzel sözler söyleyip salih amellerde bulunmalarını bildirmektedir.
Fatır suresi, Hak ve batılın açık olduğunu, Hakka ve batıla tabi olanların, saflarını net bir şekilde ayırdetmeleri gerektiğini, iki denizi örnek vererek açıklamaktadır. Suyu tatlı olan denizin, suyu tuzlu ve acı olan denizle karışmadığı gibi Tevhidi esasları kavrayan ve yüce Allah’ı tek ilah edinen kimselerin de yüce Allah’tan başka ilahlar edinen kimselerle saflarını karıştırmamaları gerekmektedir.
Sure, devam eden ayetlerde iman edenlerle kâfirlerin bir olamayacaklarını, körle göreni, karanlıkla aydınlığı, gölge ile hareketi, dirilerle ölüleri örnek vererek açıklamaktadır. Bu nedenle mü’minler, örnekleri verilen durumlar gibi kâfir ve müşriklerle saflarını net bir şekilde ayırmalıdırlar.
İman ve küfür, beyaz ve siyah gibidir; imanda gri renkler yoktur; bu nedenle bir kimse, ya Müslümandır ya da Müslümanlar dışında kalan kâfir, müşrik, fasık, münafık, mürted ve zalimdir.
Hak ve batılı net çizgilerle ayıran sure, iman edenlerin, bu esasları gözönünde bulundurarak hareket etmelerini istemektedir. Gerçek bir imanın, ancak bilmekle mümkün olduğunu vurgulayan sure, bu konuda ilim sahiplerini örnek vermektedir.
Fatır suresi, yüce Allah’ın, en üstün ilah, en üstün otorite olduğunu bildirerek başlamakta ve hiçbir şeye sahip olmadıkları halde üstünlük taslayıp azgınlaşanların nasıl helak edildiklerinin örneklerini vererek bitmektedir.
Surenin Açıklaması
1- Hamd, Gökleri ve yeri yoktan var eden; melekleri, ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan. O, yaratmada (dilediği kadar) artırır, şüphesiz Allah, her şeyi yapabilendir.
Kâinat gibi muazzam bir eseri ve içindekilerini yaratan yüce Allah (cc), her konuda olduğu gibi yaratmada da eşi ve benzeri bulunmamaktadır. Bu ilk ayette, yüce Allah’ın üstünlüğüne dikkatler çekilmekte, akabinde O’nun her şeyi yapabileceği vurgulanmaktadır.
İnsanlar, yüce Allah’ı hakkı ile tanımamakta, bu nedenle de Rab’lerine gereği gibi hamd etmemektedirler. Hamd, yüce Allah’ın, yücelik ve büyüklüğünü takdir etmek, üstünlüğünü tasdik etmektir. Bu nedenle yüce Allah’a hamd, sözel bir ifade değil, bilinçli bir teslimiyet ve tasdiktir. Fatiha suresinin açıklamasında da ifade edildiği üzere hamd, bilerek ve farkında olunarak söylenmelidir.
Bilinçli ve farkında olunarak yapılan hamd, tasdik ve takdir duyguları ile beraber sevgi ve saygıyı da içinde barındırır. Bu nedenle yapılan hamd, neye, niçin yapıldığı bilinerek yapıldığı için aynı zamanda hamdeden kişi için bu bir ibadettir. Farkında olmadan ya da alışkanlık gereği yapılan hamdın, ibadet olmadığı için kişiye hiçbir şey kazandırmayacaktır.
Kur’an, yüce Allah’a bilinçli bir çekilde yapılan hamd ve övgülerden örnekler verir. Bu nedenle yüce Allah’a hamd edecek kimselerin, neye, niçin hamd ettiklerini bilmeleri ve ona göre hamd etmeleri gerekir. Hamd konusu, Fatiha suresinde açıklanmıştır.
Rab’lerini gereği gibi tanıyanlar, Rab’lerinin en üstün güç olduğunu, bütün kuvvet ve kudretin O’nun elinde bulunduğunu, kendilerinin var edilmelerinin ve bu varedişten sonra kendilerine karşılıksız verilen nimetlerin, Rab’lerinin izni, lütuf ve keremi ile olduğunu bilirler. Bu nedenle onlar, bilinçli bir şekilde hamd ederler.
2- Allah, insanlara bir rahmet açtı mı onu tutan olamaz, O'nun tuttuğunu da O'ndan sonra salacak yoktur; O, üstündür, hakimdir.
3- Ey insanlar, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; Allah'tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O'ndan başka ilah yoktur, nasıl oluyor da gerçekten çevriliyorsunuz?
İman edenler, kâinattaki her şeyin yaratıcısının, düzenleyicisinin yalnızca yüce Allah (cc) olduğunu bilirler ve bu iman ile Rab’lerine yönelir, O’na hamd ederler. Mü’minler, Rab’lerinin izni olmadan hiçbir şeyin olamayacağını bildikleri gibi Rab’leri dilemedikten sonra kendilerine hiçbir gücün ve hiç kimsenin fayda ve zarar veremeyeceğini de bilirler. Bu nedenle mü’minler, hiçbir güçten ve hiç kimseden korkup çekinmezler. Onlar, bu inançla iman ettikleri Tevhidi esaslar doğrultusunda hareket ederler, bu iman ve güvenle Rab’lerinin emirlerini insanlara duyururlar.
4- Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden önceki elçiler de yalanlanmıştır; bütün işler Allah'a döndürülecektir.
Tevhidi esasların insanlara duyurulması sırasında davetçiler, birçok sıkıntı ve zorluklarla karşılaşacaklardır. Bu durumla, Risalet tarihinde her elçi karşılaşmış, ancak onlar, hiçbir şekilde ne çekinip korkmuşlar, ne davetlerini yarı bırakıp terk etmişler, ne de tağuti sistemlerin ve diktatörlerin belirledikleri kurallara göre hareket etmişlerdi. Onlar, yalnızca Rab’lerine güvenerek ve O’na tevekkül ederek davetlerini ortaya koymuşlardı.
En zorba diktatörlere karşı Tevhidi esasların ortaya konulmasının en güzel örneği Hz. Musa (as)’dır. Hz. Musa (as), Rabb’ine olan iman ve güveniyle zorba bir diktatör olan Fir’avn’ın karşısına çıkmış, onu Rabb’ine iman etmeye davet etmişti. Onun, Rabb’ine olan imanı ve güveni o denli yüksek idi ki o, bu iman ve güvenle Fir’avn’ı ancak sıradan bir insan olarak görmüş, ondan korkup çekinmeden emrolunduğu ilahi gerçekleri duyurmuştur. Kur’an, Fir’avn’ın, Hz. Musa (as) karşısında basit bir isyancı olduğunu bildirmektedir.
“Nasıl ki Fir’avn’e da bir elçi göndermiştik Fir'avn, elçiye isyan etti, Biz de onu ağır bir yakalayışla yakaladık.” (Müzzemmil, 15-16)
Kendisini, Mısır’ın sahibi olarak görüp böbürlenen (42/54), kavmini küçümseyip onlara boyun eğdiren (28/38), halkı partilere bölüp bir kısmının erkek çocuklarını kesen (28/4), kendisini halkın ilahi olarak ilan edip (28/38) başka ilah edinilmesini yasaklayan ve başka ilah edinenleri cezalandıracağını söyleyen (26/29), en büyük rab olduğunu iddia edip (79/24) emirlerine aykırı hareket edenleri kazıklara geçirmekle tehdit eden (89/10) Fir'avn, ilahi mesajı ortaya koyup insanların yönetimine talip olan (20/47) ve yalnızca ayetlerle hareket eden (28/35) Hz. Musa (as) karşısında küçüldükçe küçülmüş, zelil olmuştur.
“Fir'avn, elçiye isyan etti” üstün olduğunu iddia eden Fir'avn, elçiye isyan eden bir zavallı durumuna düşmüştü. Yüce Allah’ın verdiği mal ve mülkü, kendilerinin zannederek azgınlaşanların tipik ve kötü bir örneği olan Fir'avn, elçiye, getirdiği ilahi mesaja ve doğal olarak elçinin görevlendirdiği yüce Allah’a karşı gelince alçalarak zillet içerisine girmiş, ne yapacağını bilmez bir hale düşmüştü. Bu konuda, daha geniş bir açıklama için Müzzemmil suresi, 15-16. ayetlere bakılabilir.
Fir’avn’ı, basit ve küçük gören ve kendilerine, Rab’leri dilemedikçe hiçbir şey yapamayacağını düşünen yalnızca Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as) değildi elbette. Daha birkaç dakika önce karşısında küçülüp ondan şeref bekleyen ve onun izzeti için Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as)’a karşı çıkan sihirbazlar da, Rab’lerini gereği gibi tanıyıp O’na iman ettikten sonra Fir'avn’ı bir hiç olarak görmüşler ve ona meydan okumuşlardır.
“Dediler ki: ‘Biz seni, bize gelen açık delillere ve bizi yaratana tercih edemeyiz, yapacağını yap, sen ancak bu dünya hayatında istediğini yapabilirsin. Biz Rabbimize iman ettik ki (O) bizim günahlarımızı ve senin bizi yapmaya zorladığın büyüyü bağışlasın. Allah daha hayırlı ve (O’nun ceza ve mükâfatı) daha süreklidir.” (Taha, 72-73)
Yüce Allah’a iman ve O’nu hakkıyla tanımak işte budur; hiçbir gücü, hiç kimseyi, O’nun dengi, benzeri ve eşi bilmemek, yalnızca yüce Allah’ı en üstün bilmek gerçek imandır. Mü’min olmak, yalnızca yüce Allah’a, O’nun sözünün hak ve gerçek olduğuna güvenip iman etmektir. Oysa Rab’lerine gereği gibi iman etmeyen kimseler, şeytana aldanarak dünya hayatına yönelirler.
5-6- Ey insanlar, Allah'ın vaadi gerçektir; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, o aldatıcı, sizi Allah ile aldatmasın; şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman tutun; O, partisini alevli ateşin halkından olmağa çağırır.
Mü’minler, şeytanın ve şeytani düzenlerin, yüce Allah’ın ve kendilerinin düşmanları olduklarını bilirler, onlar da, şeytanı ve onun yardımcıları olan tağuti sistemleri düşman edinirler. Onlar, şeytana ve onun yardımcıları beşeri tağuti sistemlere aldanmanın, onların belirlediği kurallara göre hareket etmenin küfür ve şirk olduğunu bilirler. Bu nedenle şeytani tağuti sistemlerin kendilerine sundukları her türlü aldatıcı şeyleri reddederler.
7- Kâfirler için çetin bir azap var; iman edip salih amel işleyenlere de mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
Kur’an, şeytan ve onun dostları tağuti sistemlerin belirledikleri kurallara uyarak dünya hayatına yönelen kâfirlerin ve yüce Allah’a gereği gibi iman eden mü’minlerin yaptıkları fiillerin karşılıklarının kendilerine verileceğini, kâfirler için çetin bir azabın, mü’minler için ise çok büyük bir mükâfatın olduğunu bildirdikten sonra kâfirleri, üzerinde bulundukları durumu düşünmeye davet etmektedir.
8- Kötü işi kendisine süslendirilip de onu güzel gören kimse mi (yoksa inanıp salih amel işleyenler mi doğru yoldadır)! Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğine hidayet verir; bundan dolayı canın, onlar için üzülmesin, Allah onların ne yaptıklarını biliyor.
Davetçiler, daveti ortaya koymalı, insanların Tevhidi esasları kabul etmeleri hususunda baskı yapmamalıdırlar. İnsanların, Tevhidi esasları reddetmeleri durumunda üzülmemeli ve insanların tepkilerinin sonucunu yüce Allah’a havale etmelidirler. Çünkü hidayeti veren yüce Allah’tır ve O, ancak layık olanlara hidayet verir.
9- Allah'tır ki, gönderdiği rüzgârlar bir bulut kaldırır, onu ölü bir ülkeye süreriz, ölmüş olan yeri onunla diriltiriz; işte diriltme de böyledir.
Yüce Allah (cc) inkârcılara, öldükten sonra nasıl diriltilecekleri ile ilgili onların yaşadıkları hayattan örnekler vermektedir. Ölü toprak, nasıl ki yüce Allah’ın lütuf ve keremi ile yeniden diriltiliyorsa, aynı şekilde insanlar da öldükten sonra Rab’lerinin izni ile yeniden diriltileceklerdir. Kıyamet suresinde de bildirildiği üzere insanlar, parmak uçlarına kadar her şeyleri ile yeniden diriltilecekler ve dünyada yaptıklarının hesabını vereceklerdir.
“İnsan kendisinin kemiklerini bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor; evet onun parmak uçlarını bile düzenlemeye kadiriz.” (Kıyamet, 3-4)
Şeref, bütünü ile Allah’ın yanındadır
Yüce Allah (cc), insanlara, yeniden diriltileceklerini haber verdikten sonra onları, dünya hayatlarında, tercihlerini iyi yapmaları için uyarmaktadır. Kendilerine bile fayda ve zarar verme gücüne sahip olmayan, aciz ve eksik olan tağutların, tağuti sistemlerin yanında izzet ve şeref arayanlar, uyur gezer olan kişiye benzerler; ne istediklerini, nereye gittiklerini bilmeden, önlerini görmeden hareket ederler, ancak hiçbir zaman bir şey elde edemezler. Oysa alemlerin Rabb’i yüce Allah’a yönelenler, hem yücelirler, hem de şeref kazanırlar.
10- Kim şeref istiyorsa (bilsin ki) şeref tamamen Allah'ındır; güzel söz O'na çıkar, iyi amel onu yükseltir, kötü şeyleri kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulacaktır.
Kâfirlerin yanında şeref aranması ancak zillet ve acziyetin, aşağılık kompleksi içerisinde yaşamanın bir sonucudur. Yüce Allah’a gerçekten iman etmiş kimseler, onurdan mahrum olan zorba kâfirlerin, tağuti düzenlerin kurallarının arkasına sığınarak kâfirlere yaranmaya, onlara hoş görünmeye çalışmazlar. Çünkü böyle bir durum, eşyanın fıtratına aykırıdır. Bu nedenle üstün ve şerefli olan kimseler, daha aşağılık olan, Kur’ani ifade ile esfele safilin (aşağıların aşağısına düşen) kimselerin yanında kendilerini küçük düşürmezler.
Şeref ve üstünlük, tamamen alemlerin Rabb’i yüce Allah’ın yanındadır; kendilerinde şeref bulunmayan, kendileri Rab’lerine isyan ettiklerinden dolayı alçalmış, aşağıların aşağısına düşmüş kâfirlerin yanında itibar aramak ve onların yanında şeref kazanılacağını düşünmek, bir aptallık değilse bu, apaçık bir şeref yoksunluğudur. Çünkü kendileri şerefli olmayanların başkalarını şereflendirmeleri mümkün değildir.
Şeref sahibi olmak, ancak yüce Allah’ın indirdiği Tevhidi esaslara iman etmek ve hayatı bu esaslara göre düzenlemekle mümkündür. Onurlu ve izzetli bir hayat sürmek isteyen kimseler, yüce Allah’a isyan eden ve hiçbir şerefe sahip olmayan beşeri tağuti sistemlerden ve onların oluşturdukları kurumlardan yüzçevirmeli, Kur’an’a sarılmalı, onun belirlediği esaslara göre hareket etmelidirler.
“Andolsun, size, içinde şerefiniz bulunan bir Kitap indirdik; aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Enbiya, 10)
“Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl, çünkü sen doğru yoldasın; o (Kur'an) sana ve kavmine bir şereftir ve yakında (ondan) sorulacaksınız.” (Zuhruf, 43-44)
Yüce Allah (cc), kendisi yüce ve izzetli olduğu için kendisine iman edenleri de, yüceltmek ve şerefli kılmak istiyor. Bu nedenle insanları, kendisine kulluk etsinler diye en güzel bir şekilde yaratmıştır. Ancak O; Kendisine kulluk yapmaktan yüzçevirenleri, aşağıların aşağısına çevirerek alçaltmış, onursuz yaratıklar haline dönüştürmüştür. Kur’an, kâfirlerin yanında şeref arayanları ve aşağıların aşağısına düşen kişileri şu şekilde tarif etmektedir.
“De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kime lanet ve gazab etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tağuta itaat edenler yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide, 60)
Buradaki ifade çok net ve açıktır; yüce Allah’a kulluk yapmaktan yüzçeviren kimseler, alçaltılmışlar ve onursuzlaştırılmışlardır. Yüce Allah (cc), kâfirlerin, şereften mahrum olduklarını, onları dost tutanların, hiçbir şekilde şerefli olamayacaklarını, şerefli olmak isteyenlerin, ancak Kendisine iman eden kimselerle beraber bulunmaları halinde şerefli olabileceklerini bildirmiştir.
“Onlar mü'minleri bırakıp kâfirleri dost tutuyorlar; onların yanında şeref mi arıyorlar! Bütün şeref, tamamen Allaha aittir.” (Nisa, 139)
Şu bir gerçektir ki, taştan, tunçtan, ağaçtan yapılmış putlara tapanlarda, kendi sülfi hevalarını ölçü edinenlerde izzet ve şeref olmaz. Kendilerinde izzet ve şeref bulunmayan, kendileri düşük ve alçaltılmış olan putperest müşrik kâfirlerin belirledikleri hükümlere uyup onların yanında şeref arayanlar, aradıklarını hiçbir zaman bulamayacakları gibi, kendileri de şereften nasiplenmemiş ve alçaltılmış kimseler olacaklardır.
Yüce Allah (cc), dünya hayatlarında, Tevhidi esaslara iman edip o esaslar doğrultusunda yaşayan kullarını, kıyamet günü, şereflerine layık makamlara yerleştirecek ve orada onları şereflendirecetir. Oysa kafirler ve onlara itaat edenler, alçaltılmış olarak cehenneme sürüleceklerdir.
“Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.” (Nisa, 31)
Yaratılıştaki mükemmeliyet
Yüce Allah (cc), insanlara, neye uyacaklarını çok açık bir şekilde bildirdikten sonra, onlara yaratılışlarını hatırlatmakta, yaratılıştaki denge ve mükemmeliyete dikkatleri çekmekte ve her şeyin Kendisinin izni ve bilgisi ile meydana geldiğini bildirmektedir.
11- Allah sizi önce topraktan, sonra nutfe(sperm)den yarattı, sonra sizi çift, çift yaptı; bir dişinin gebe kalması ve doğurması hep O'nun bilgisiyledir, bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir Kitaptadır; elbette bu, Allah'a göre kolaydır.
Yaratmak, inşa edip ortaya çıkarmak, rububiyet sıfatının gereğidir; yüce Allah (cc), insanı, topraktan yarattıktan sonra, onun çoğalması için eşini var etmiş, ondan sonra insanları çift çift yaratarak çoğalmalarını sağlamıştır. Yarattıklarının yaşam surelerini de belirleyen yüce Allah (cc), onların, yaşadıkları süre içerisindeki rızıklarını da yaratmaktadır.
Yüce Allah’ın, kullarına verdiği nimetler, öyle mükemmel bir şekilde düzenlenmiştir ki, kullarının hiçbir şeylerini eksik bırakmamış, içecekleri tatlı suyu ve onların, yiyeceklerini taze tutacak ve lezzetli kılacak tuzlu suyu da yaratmıştır.
12- İki deniz bir olmaz; şu tatlıdır, susuzluğu keser, içimi (kolay) kayar; şu da tuzlu, acıdır; hepsinden de taze et yersiniz ve takındığınız (inci, sedef gibi) süs (eşyası) çıkarırsınız. (Allah'ın) lutfundan payınızı arayıp şükretmeniz için gemilerin denizi yarıp gittiğini görürsün.
Yüce Allah (cc), insanlara yalnızca yiyecek ve içecek gibi rızıklarını değil, onların hoşlarına gidecek ve hoş zaman geçirecekleri süs eşyalarını da yaratmıştır. Bu öyle mükemmel bir denge ve tasarımdır ki, insanların yaşamları için gereken her şey dengeli bir şekilde verilmiştir.
Yüce Allah (cc), insanların yaşamlarını sürdürecekleri temel rızıklar yanında onların, duygularını tatmin edecek ve eğlenebilecekleri, inci ve mercan gibi süs eşyalarını da onlara vermiştir.
“İki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar,aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?İkisinden de inci ve mercan çıkar; şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” (Rahman, 19-23)
Rab’lerinden kendilerine verilen bunca nimetlere karşı, inkâr ve nankörlükte direnenlere yüce Allah (cc), şu hatırlatmada bulunuyor.“Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”
Surenin bütünlüğüne uygun bir şekilde “İki deniz bir olmaz;” ifadesinde Hak ve batılın iki yönü anlatılıyor ki, birçok ilim ehli de bu şekilde açıklamışlardır. Hakkın temsilcileri, tatlı su gibi insanlara yararlıdır; oysa batıl, acı ve tuzlu su gibidir, insanlara sıkıntıdan başka bir şey vermez.
Yüce Allah’ın, insanlara verdiği nimetler, elbette da sınırlı değildir; O, kullarının, gece dinlenecekleri, gündüzün çalışıp kazanacakları zamanları da dengeli ve mükemmel bir şekilde yaratmış, kullarının istifadesine vermiş ve onlara Rab’lerinin işte bu olduğunu bildirmiştir.
13- (Allah) geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar; güneşi ve ayı buyruğu altına almıştır; her biri belirtilmiş bir süreye kadar akıp gider. İşte Rabbiniz Allah budur, mülk O'nundur, O'ndan başka yalvardığınız şeyler ise bir çekirdek zarına bile sahip değillerdir.
Yüce Allah (cc), insanlara verdiği nimetleri bildirdikten sonra, mülkün Kendisine ait olduğunu, bu nedenle mülkünde dilediği şekilde düzenleme yaptığını, bütün bunlara rağmen, şirk koşanların, düşünmeyen, hiçbir şeye malik olmayan, bir çekirdek bile yaratmayan aciz kişi ve varlıklara taptıklarını bildirmektedir.
Alemlerin Rabb’i yüce Allah (cc), muazzam olan Kâinatı yarattıktan sonra her şeyi yerli yerince düzenlemiş, kullarını da bu Kâinat içerisinde yaratarak her şeyi onların istifadesine vermiştir. Hiçbir şey yaratmayan, kendilerine bile fayda ve zarar verme gücüne sahip olmayan kimseler, başkalarına nasıl yardım edebilsin ve onların isteklerini nasıl yerine getirebilsinler.
14- Onları çağırsanız sizin çağırmanızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler; Kıyamet günü de sizin (Allah'a) ortak koşmanızı tanımazlar; hiç kimse sana, herşeyi Bilen gibi gerçekleri haber veremez.
Kendilerine bile malik olamayan, insanların isteklerini karşılama gücü bulunmayan kimseleri önder edinip ilahlaştırmak, hüsrandan başka bir şey değildir. Oysa alemlerin Rabb’i, kullarının isteklerine cevap veren, onları yaratıp rızıklandıran, onlara, yaşayacakları bir ömür veren tek İlah ve Rab’dır. Kur’an’da bütün gerçekler insanlara bildirilmiş, onların seçimlerini yapmaları istenmiştir.
15- Ey insanlar, siz Allah'a muhtaçsınız; Allah ise, işte zengin ve hamde layık olandır.
Yaratılışından ölecekleri güne kadar bütün insanlar, eksik ve aciz oldukları, Rab’lerine muhtaç bulundukları halde, kalblerindeki kibir ve gururdan dolayı, sanki yüce Allah onlara muhtaçmış gibi bir tavır içerisine girmekte, Rab’lerine gereği gibi kulluk yapmaktan kaçınmaktadırlar. Oysa muhtaç olan yüce Allah (cc) değil, kullardır.
“Allah Samed'dir.” (İhlas, 2)
Kâinatı yoktan varedip onda her şeyi mükemmel bir şekilde yaratan yüce Allah (cc), yarattıklarının hiçbirine muhtaç değildir. Çünkü O, Samed’dir, ihtiyaçtan münezzehdir. O, yalnızca kulları için yaratır, onları rızıklandırır. Ancak insanlardan bazıları, bu ilahi lütfu görmezlikten gelerek inkâr etmektedirler. Bunlara, namaz kılanların bir çoğuda dahildir.
Namaz kılan bazı kimseler, (hâşâ) sanki Allah’a sadaka verir gibi, namazlarında hiçbir derinlik ve huşu duymadan, bir an önce başlarından atmak istercesine, sanki Allah onların namazlarına muhtaçmış gibi alelacele kılıp bırakıyorlar. Bazı kimseler ise, Müslüman olmakla sanki yüce Allah’a (hâşâ) bir bağışta bulunmuşlar gibi tavırlar sergiliyor, böbürlenip kibirleniyorlar.
“İslâm olmalarını senin başına kakıyorlar; de ki: ‘Müslüman olmanızı benim başıma kakmayın, aksine, eğer gerçekten inanmışsanız, sizi imana ilettiği için Allah, sizin başınıza kaksa yeridir.” (Hucurat, 17)
Yüce Allah (cc), kullarının ne namazlarına ne de iman edip Müslüman olmalarına muhtaçtır; her konu ve durumda muhtaç olan yalnızca kullardır. Onlar, bu ihtiyaçlarının karşılanması konusunda Rab’lerine muhtaçtırlar.
“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah, size muhtaç değildir; fakat kulları için küfre razı olmaz ve eğer şükrederseniz sizin için ona razı olur. Hiçbir günahkâr, diğerinin günâhını çekmez, sonra dönüşünüz Rabbinizedir, (O), size yaptıklarınızı haber verir, çünkü O, göğüslerin özünü bilir.” (Zümer, 7)
Dünyadaki bütün insanlar, Rab’lerini inkâr edip şirk koşsalar, yüce Allah’a hiçbir zarar veremeyecekleri gibi bütün insanlar, Müslüman olsalar, yüce Allah’a hiçbir fayda veremezler. İnkâr da iman da, ancak kulun kendisine fayda ve zarar verir, yüce Allah (cc) güçlüdür, Sameddir, yarattıklarının üstündedir; bu nedenle dilediğini yapar.
16-17- Dilese sizi götürür ve yeni bir halk getirir;bu, Allah'a zor değildir.
İnsanların, inkâr edip Rab’lerine şirk koşmaları ve Rab’lerinin buyrukları gereğince hareket etmeyip nankörlük yapmaları durumunda yüce Allah (cc) dilerse, o inkârcı ve nankör kullarını helak eder ve onların yerine dilediğini getirir; bu, yüce Allah’a zor değildir.
“Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, yakında öyle bir toplum getirecek ki (O) onları sever, onlar da O'nu severler; (onlar), mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihâd ederler, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lutfudur, onu dilediğine verir. Allah'(ın lutfu) geniştir, (O), bilendir.” (Maide, 54)
İman edip hidayet bulan kimseler, bunun Rab’lerinden kendilerine bahşedilmiş bir lütuf olduğunu bilirler. Bu nedenle de Rab’lerinin emirlerine sarılırlar ve hayatlarını ona göre tanzim ederler. Çünkü onlar, günah işlemelerinin ve şirk koşmalarının ancak kendilerine zarar vereceğini ve yüce Allah’ın azabına düçar olacaklarını bilirler. Onlar, bu bilinç ile hareket ederler ve nefislerini Allah’tan satın almaya çalışırlar.
18- Hiçbir günahkâr başkasının günahını çekmez; eğer yükü ağır gelen kimse, onu taşımak için (başkasını çağırsa) onun yükünden hiçbir şey taşınmaz; akrabası dahi olsa. Sen ancak görmeden Rablerinden korkanları ve namazı kılanları uyarırsın; manen arınıp yücelen, kendi yararına arınmış olur; dönüş Allah'adır.
İman etmek de tıpkı günah işlemek gibi ferdidir ve yalnız günahı işleyen sorumludur. Hiç kimse, iman etmekle akrabalarını ve en yakınlarını kurtaramayacağı gibi yine hiç kimse, inkâr etmekle ve şirk koşmakla da işlediği günahla bir akrabasını sorumluluk altına sokamaz. Herkes, yaptığından sorumludur ve yine herkes, yaptıklarının karşılığını ancak kendisi görür. Necm suresinde, 38-41. ayetlerin açıklamasında bu konu çok geniş bir şekilde izah edilmiştir.
Hak ile batılın karşılaştırılması
Hakkı ve batılı, apaçık bir şekilde bildiren yüce Allah (cc), Hakka ve batıla uyacak kimselerin, seçimlerini ona göre yapmalarını istemiş, bilinçli bir şekilde seçimlerini yapanların, sağlam bir kulpa yapıştıklarını bildirmiştir.
“Dinde zorlama yoktur; Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur; kim tağutu reddedip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır; Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)
Hak ile batıl, yüce Allah (cc) tarafından, çok açık ve net bir şekilde tarif edilmiş, hiçbir şekilde birbirine benzer kılınmamıştır. Bu ayırım, ak ile karanın birbirinden farklı olduğu gibi, birbirinden ayrı ve farklıdırlar.Yüce Allah (cc), Hak ile batılın, birbirlerinden nasıl ayrı, birbirlerinin tamamen zıddı olduklarını, apaçık örneklerle bildirmiştir.
19-22- Körle gören bir olmaz, karanlıklarla aydınlık da bir olmaz, gölge ile sıcaklık da bir olmaz, dirilerle ölüler de bir olmaz; Allah dilediğine işittirir; yoksa sen kabirlerde bulunanlara işittirecek değilsin.
Hak ile batıl, tıpkı ayetlerde belirtilen durumlar gibi birbirinden farklı, birbirinin zıddıdır. Aynı şekilde Hak üzerinde bulunan ile batılı yol edinenler de hiçbir şekilde ortak bir noktada buluşamaz, aynı konu üzerinde anlaşamazlar. Hak ile batıl taraftarlarının, herhangi bir konu üzerinde anlaşmaları, eşyanın tabiatına aykırıdır. Ateş ile barut nasıl bir arada bulunamayacaklar ise, Hak üzere bulunanlar da, hiçbir nedenle batılı din edinenlerle fikri konuda anlaşamazlar.
Hak ve batılı apaçık bir şekilde bildiren Hakkın, batılla bulandırılmaması konusunda uyarıda bulunan yüce Allah (cc), Hakkı batıla bulayıp gizleyenleri lanetlemiştir.
“Bile bile gerçeği batılla bulayıp hakkı gizlemeyin.” (Bakara, 42)
“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyeti biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenlere, hem Allah lanet eder, hem bütün lanet edebilenler lanet eder.” (Bakara, 159)
Kur’ani gerçeklere, yüce Allah’ın bu konudaki uyarılarına rağmen, her dönemde batılı yol edinen belamlar, Hak ile batılı bir arada göstermeye gayret etmişler, Hak ile batılla bulayarak kendilerince bir yol, bir din oluşturmaya çalışmışlardır.
Hakkın temeli Tevhid, batılın temeli ise şirktir; bu nedenle Tevhid ve şirkin, ortak bir yol bularak bir arada bulunmaları, bir konuda anlaşmaları mümkün olmadığı gibi, birbirleri ile sorun yaşamamaları da hiç mümkün değildir.
Risalet tarihi boyunca Tevhid ve şirk sürekli bir çatışma halinde olmuş, Tevhidi esaslara iman eden Müslümanların, Hakkı net ve açık bir şekilde ortaya koymalarına karşılık batılı temsil edenler, her dönemde kendilerini gizlemişler, suret-i Haktan görünerek küfür ve şirklerini sürdürmüşlerdir.
Batıl ehli, tıpkı kabirlerdeki ölüler gibidirler, onlara ne anlatılırsa anlatılsın fayda vermez; çünkü batıl onların kalplerini kaplamış, akletmelerini gidermiş, gözlerini kör etmiştir. Bu nedenle onlar, kendilerine anlatılan Tevhidi esaslara iman etmezler, hidayeti bulamazlar.
Hidayet, yüce Allah (cc) tarafından, kişinin tavır ve davranışlarına, istekli oluşuna, samimiyet ve dürüstlüğüne, insani değerler açısından ahlaki durumuna göre verilir. Müslüman davetçiler, hidayet verici değil, insanların hidayete ulaşmaları için yol göstericidirler.
Müslüman davetçiler, ancak uyarıcıdırlar
Tevhidi esasların insanlara ulaştırılmasında Müslüman davetçilerin yapmaları gereken şey, Risalet tarihinde olduğu gibi Hakkı ortaya koymak ve apaçık bir şekilde Tevhidi esasları insanlara duyurmaktır.
23-24- Sen sadece bir uyarıcısın, Biz seni gerçek ile birlikte müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, her millet içinde mutlaka bir uyarıcı geçmiştir.
Müslüman davetçiler, insanları, yüce Allah’ın birliğine davet ederlerken, hareket noktaları kesinlikle Kur’an olmalıdır. Onlar, Kur’an’ın üzerinde ısrarla durduğu Tevhid ilkesini çok net ve açık bir şekilde insanlara duyurmalı, Hak ile batıl arasındaki farkı, insanların anlayacakları bir üslupla gözler önüne sermelidirler.
Müslüman davetçiler, Kur’an’ın insanlara bildirdiği dünyevi nimetleri ve güzellikleri anlatmalı, dünya hayatında, yüce Allah’ın indirdiği hükümler doğrultusunda hareket edenlerin, yüce Allah’ın lütfu ile nasıl huzurlu bir hayat süreceklerini söylemeli, iman edenlere, ahirette verilecek sonsuz nimetleri ve mükâfatları müjdelemelidirler.
Tarihsel süreçte, her millet içinde ilahi mesajı insanlara duyuran, onları uyaran davetçiler olduğu gibi günümüz toplumları içinde de insanları Kur’an ile uyaran davetçiler olmalıdır. Tevhid eri davetçiler, vahyin belirlediği ölçüler içerisinde hareket ederek tarihi görevlerini yerine getirmelidirler.
Günümüzde, Tevhidi esasların insanlara duyurulması, iman edenler üzerinde zorunlu bir görevdir.Davetin, insanlara duyurulması elbette kolay değildir; Risalet tarihinde nice Risalet önderi peygamber ve Tevhid eri Müslüman, toplumlarının inkârı ile karşılaşmış, yalanlanmışlardır. Ancak onlar, yalanlanmalarına aldırış etmeden, Tevhidi esasları insanlara duyurmaya devam etmişlerdir.
25- Eğer seni yalanlıyorlarsa, bunlardan öncekiler de yalanlamışlardı; elçileri onlara açık kanıtlar, sahifeler ve aydınlatıcı Kitap getirmişlerdi.
Toplumun, Tevhidi gerçekleri yalanlamasına aldırış etmeden davetçiler, emrolundukları gerçekleri apaçık bir şekilde duyurmaya devam etmeli, Kur’an’ın aydınlığına insanları davet etmelidirler.
Sünnetullahta cari olan ilahi yasanın, günümüzde de tahakkuk edebilmesi, ancak davetin belirlenen esaslara uygun bir şekilde ortaya konulması ve Tevhidi esaslara iman edenlerle, şirk ve küfrü kendilerine yol edinenlerin saflarının netleşmesi ile mümkün olabilir. İman ve küfür üzerinde bulunanların, saflarının belirlemesi sonucunda yüce Allah’ın hükmü cari olacak ve inkârcılar, helak edileceklerdir.
26- Sonra ben de o inkâr edenleri yakaladım; Benim (onları) inkârım nasıl oldu?
Şu bir gerçektir ki, iman ve küfür üzere olanların safları net bir şekilde ayrılmadan, Sünnetullahın tahakkuk etmesi mümkün değildir. Müslüman davetçiler, bu gerçeği gözönünde bulundurarak davet görevlerini ifa etmelidirler.
Allah’ın nimetle, saymakla bitmez
İnsan, nankör olduğu kadar cahildir de; yaratılışından başlayarak, öleceği son ana kadar, kendisini yaratıp rızıklandıran, çeşitli nimetleri kendisine bahşeden Rabb’ine kulluk etmekten çekinmekte, O’nu gereği gibi tanımak istememektedir.
İnsan, yüce Allah’ın kendisine verdiği, fiziksel, ruhsal ve dünyevi nimetleri saymaya kalkışsa saymakla bitiremeyeceğini bildiği halde nankörlük etmeye, Rabb’ine şirk koşup isyan etmeye devam eder. Müslüman davetçilere düşen görev, yüce Allah’ın verdiği nimetleri insanlara hatırlatmak ve onları, yüce Allah’ı birlemeye davet etmektir.
27-28- Görmedin mi Allah gökten su indirdi de onunla renkleri çeşit çeşit meyveler çıkardık; dağlardan beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar. İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var; kulları içinden ancak bilginler, Allah'tan (gereğince) korkar; elbette Allah üstündür, çok bağışlayandır.
Yüce Allah’tan ancak ilim sahipleri gereği gibi korkarlar. Çünkü onlar, neden, nasıl ve niçin yaratıldıklarını, yaratıldıktan sonra Rab’lerinin, kendilerine sayısız nimetler bahşettiğini, yüce Allah’a iman etmenin nasıl bir yücelik, isyan etmenin ise nasıl bir düşüklük olduğunu, Rab’lerine isyan etmenin insanı nasıl bir felakete ve azaba sürükleyeceğini çok iyi bilirler. Bu nedenle de onlar, insanlar içinde en çok Allah’tan korkan kimselerdir. Nitekim Rasulullah (as), “Benim bildiğimi bileydiniz, çok ağlar az gülerdiniz” buyurmuştur.
Bilen, ilim sahibi olan kimseler, taşıdıkları sorumluluğun kendilerinden ne istediğini çok iyi bilirler. Bu nedenle bu sorumluluklarını yerine getirmemeleri halinde karşılaşacakları durumun bilincinde hareket ederler ve Rab’lerine karşı görevlerini yerine getirmek için gece gündüz demeden çalışırlar. Oysa yaratılış gayelerini bilmeyen, Rab’lerinin nimetlerine nankörlük yapıp şükretmeyen kimseler, dünya hayatını gaye edinerek gaflet ve dalalet içerisinde günlerini gün etmeye çalışırlar.
Yüce Allah’ı hakkı ile tanıyıp O’na iman eden kimseler, yaratılış gayelerinin ne olduğunu, Rab’lerinin kendilerinden ne istediğini, dünya hayatındaki görev ve sorumluluklarının ne olduğunu, iman ettikleri Kur’an’ı okuyarak öğrenirler ve bunun gereğini, iman ettikleri Kitabın belirlediği ölçüler içerisinde yerine getirirler.
29-30- Allah'ın Kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için gizli ve açık infak edenler, asla batmayacak bir ticaret umarlar ki (Allah), onlara ücretlerini tam ödesin ve lutfundan onlara fazlasını da versin; çünkü O, çok bağışlayan, çok karşılık verendir.
Mü’minler, Rab’lerine karşı kulluk görevlerini yerine getirmekle hem dünya hayatında huzurlu ve mutlu olurlar, hem de ahiret hayatında da Rab’lerinin, kendilerine sonsuz nimetler ve mükâfatlar bahşedeceğini bilirler. Bu nedenle Kur’an’ın belirlediği şekilde hareket ederler.
31- Kitaptan sana vahyettiğimiz, kendinden öncekini doğrulayan gerçektir; Allah kulların(dan) haber alandır, görendir.
Kur’an, evrensel ve çağlarüstü olduğu gibi aynı zamanda geçmiş toplumların da haberlerini ve Sünnetullahın değişmezliğini, iman edenlere bildirerek onları, kendilerinden önceki ümmetlerin durumlarından haberdar etmektedir. Mü’minler, kendilerinden önce geçen toplumlardan, iman edenlerin ve inkâr edenlerin nasıl bir akıbetle karşılaştıklarını görüp ona göre hareket ederler. Onlar, geçmiş toplumların durumunun kendileri için de geçerli olduğunu bilirler.
“Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve onunla birlikte inananlar: ‘Allah'ın yardımı ne zaman?’ diyecek olmuşlardı. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır.” (Bakara, 214)
Bu evrensel ve değişmeklik yasası, yüce Allah’ın adil sıfatı gereği her dönemde geçerlidir. Bu evrensel yasaya uyanlar, Rab’lerinin rızasını kazanıp hoşnut olurlarken, bu değişmez evrensel yasaya uymayanlar, nefislerine zulmederek helak olmuşlardır.
Üç sınıf (Bu konu, Vakıa suresi, 7-10. ayetlerin tefsirinde açıklanmıştır.)
32- Sonra Kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik; onlardan kimi nefsine zulmedendir, kimi orta gidendir, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçendir; işte büyük lutuf budur.
Yüce Allah (cc), hidayet rehberi olarak indirdiği Kitab’a uyulmasını emretmiş, hangi nedenle olursa olsun, bu Kitab’ın dışında hareket edilmesini yasaklamıştır. Yüce Allah’ın indirdiği Kitab’ı kabul etmeyenler, küfre düşerlerken, bu Kitab’ın bir kısmını alıp bir kısmını terk edenler ya da kendi hevalarına göre değiştirenler, Rab’lerine şirk koşmuşlardır.
Her türlü aşırılığı kabul etmeyen yüce Allah (cc), kullarına gönderdiği Kitapla muhatap olan insanları, üç grubta zikretmiştir. Birinci grup, Rab’lerinin Kitabına sırt dönenlerdir ki bunlar, nefislerine zulmedenlerdir; ikinci gruptakiler, orta yolda gidenler; üçüncü grupta bulunanlar ise, Rab’lerinin izni ve yardımı ile ileri geçenlerdir.
Zalimler
Kur’an’da, zalimlerin kimler oldukları, zalim olmalarının nedeni apaçık bir şekilde ortaya konulmuştur. Zalim sıfatı Kur’an’da, tüm kâfirlere, müşrik ve münafıklara, fasık ve mürtedlere verilmiştir.
Kur’an, birçok ayetinde, nefislerine zulmedenlerden sözeder ve zalimleri, Rab’lerine karşı şirk koşup isyan edenler, insanlara ve kendi nefislerine zulmedenler olarak sınıflandırır. Tüm zalimler, cehennemliktirler, orada ebedi olarak kalacaklardır.
Zulüm, hak sahibine hakkını vermemek şeklinde özetlenebilir; yüce Allah’a ait olan sıfatları, bilerek ya da bilmeden başkalarına vermek, onların da yüce Allah (cc) gibi sıfatlara sahip olduklarını ya da olabileceklerini iddia etmek şirk ve zulümdür.
İnsanların, maddi ve manevi haklarını gasp ederek yüce Allah’a yönelmelerine, Tevhidi esasları gizleyerek insanların bu gerçeklerden haberdar olmalarına engel olmak, dini duygularını, maddi imkânlarını haksız yere almak zulümdür.
Yaradılışın temel gayesi kulluktur; Rab’lerine kulluk yapanlar, dünya hayatlarında huzur ve mutluluk içerisinde, zilletten uzak onurlu ve şerefli olurlar; ahirette de Rab’lerinin rızasını kazanmış kişiler olarak ebediyen nimet cennetlerinde mutlu bir hayat yaşarlar. Rab’lerine kulluğu terk edenler, dünya hayatlarında kula kulluk gibi bir zillet içerisinde, ahirette de ebedi olarak cehenneme gireceklerdir. işte bu kimseler, nefislerine zulmeden zalimlerdir.
Zulüm, insanlığı ifsad eden çok büyük bir kötülüktür. Bu nedenle yüce Allah (cc), mü’minlere olan rahmetinden dolayı, hemen her konu ve durumda zalimlere dikkat çekmekte, mü’minleri, zalim olmaktan sakındırmaktadır.
“Ey inananlar ne alışverişin ne dostluğun ve ne de şefaatin olmadığı gün gelmezden önce size verdiğimiz rızıktan infak edin; kâfirler, zalimlerin ta kendileridir.” (Bakara, 254)
“Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek, O'na yalvaranları kovma; onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara bir sorumluk yok ki, onları kovup da zâlimlerden olasın!” (En’am, 52)
“Ey inananlar, eğer imana karşı küfrü seviyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin; sizden kim onları dost tutarsa işte zalimler onlardır.” (Tevbe, 23)
Bu açık uyarılar, iman edenleri, her konu ve durumda dikkatli olmaya davet etmekte, onlardan, yaptıkları işlerde daha duyarlı olmalarını istenmekte, aksi halde zalimlerden olacakları bildirilmektedir. Çünkü zalimler, asla iflah olmazlar.
“Musa, ‘Rabbim, kimin kendisinin yanından hidâyet getirdiğini ve bu (dünya) evin(in) sonunun kime ait olacağını daha iyi biliyor, elbette ki zalimler iflah olmaz’ dedi.” (Kasas, 37)
Rab’lerine şirk koşarak kendilerine zulmedenler
İnsanların zalim olmalarının başında, hiç kuşkusuzdur ki, Rab’lerine şirk koşmaları gelmektedir. Çünkü şirk, büyük bir zulümdür ve müşrikler de zalimlerin ta kendileridirler.
“Lokman oğluna öğüt vererek demişti ki: ‘Yavrum, Allah'a ortak koşma, çünkü şirk, büyük bir zulümdür.” (Lokman, 13)
“Allah'ın, kendilerine hiçbir güç indirmediği şeyleri, Allah'a ortak koştuklarından dolayı inkâr edenlerin kalblerine korku salacağız; gidecekleri yer de cehennemdir! Zâlimlerin varacağı yer, ne kötüdür!” (Al-i İmran, 151)
“Şu kavmimiz O'ndan başka ilahlar edindiler, onların ilah olduğuna açık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?” (Kehf, 15)
Zalimlerin diğer bir vasfı, yüce Allah’ın yanında başkalarını, yüce Allah (cc) gibi hatta ondan fazla sevmeleridir. İşte bunlar, Rab’lerine şirk koşmuş, müşrik olmuşlardır.
“İnsanlardan kimi, Allah'tan başka eşler tutar, Allah'ı sever gibi onları severler; iman edenler ise en çok Allah'ı severler; zalimler, azabı gördükleride bütün kuvvetin Allah'a ait ve Allah'ın azabının çetin olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi!” (Bakara, 165)
Kendilerine bildirilen ilahi gerçekleri değiştirenler
Nefislerine zulmeden kimselerin, zalim olmaları farklı nedenlerle olmaktadır. Bunlar, ilahi gerçekleri bilmelerine rağmen bu gerçekleri, kendi arzularına göre değiştirenler, kendilerine indirilen Kitab’ı ve bildirilen hükümleri unutanlar, vahyin belirlediği ölçüler içerisinde vahdeti oluşturmayanlar, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler ve sorumlu oldukları davet görevlerini yerine getirmeyenlerdir.
Yüce Allah (cc), insanlara gönderdiği ilahi esasların aynen uygulanmasını ve onun hiçbir şekilde kişisel arzulara göre değiştirilmemesini ister. Ancak birçok kimse, Rab’lerinden gelen hükümleri, arzularına göre değiştirerek Rab’lerine isyan ve kendilerine zulmetmişlerdir.
“Derken o zalimler, onu kendilerine söylenenden başka bir sözle değiştirdiler; Biz de yaptıkları kötülüklerden dolayı o zalimlerin üzerine gökten bir azap indirdik.” (Bakara, 59)
Bu gruba giren kimseler, Rab’lerinin bildirdiği gerçekleri, kendi arzularına ya da tabi oldukları sistemlerin, ağabey ve hocaların isteklerine göre değiştirerek kendilerine zulmetmişlerdir.
Vahyin bildirdiği esasları hevalarına uymuyor diye gizleyenler, Hakkın belirlediği ölçü dışında hareket edenler de zalimlerdir. Kur’an, Samiri ve Belam ibn Baura’yı, bu nefislerine zulmedenlere örnek olarak vermektedir.
“İçlerinden zulmedenler, sözü, kendilerine söylenmeyen bir sözle değiştirdiler; Biz de haksızlık ettiklerinden dolayı üzerlerine gökten bir azap gönderdik.” (A’raf, 162)
Günümüzde,kendilerini tatmin etmek, kimi çıkarlar elde etmek, taraftar oldukları hizip ve grupları meşrulaştırmak, idaresi altında yaşadıkları tağuti sistemlere yaranmak, onların hoşnutluğunu kazanmak için Tevhidi esaslara değişik anlamlar yükleyerek gizleyen kimseler, Samiri ve Belam ibn Baura’nın günümüz temsilcileridirler. Bunlar, gerçekleri çok iyi bilmelerine rağmen Hakkı batılla bulayıp gerçekleri olduğundan başka şekillerde yorumlayarak insanlara sunmaktadırlar.
“Onlara şu adamın haberini de oku, kendisine ayetlerimizi verdik de onlardan sıyrıldı, çıktı, şeytan onu peşine taktı, böylece azgınlardan oldu; dileseydik elbette onu o ayetlerle yükseltirdik, fakat o yere saplandı ve hevesinin peşine düştü; onun durumu, tıpkı şu köpeğin durumuna benzer, üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayanların durumu budur; bu kıssayı anlat, belki düşünürler; ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine de zulmeden topluluğun durumu ne kötüdür!” (A’raf, 175-177)
Hakkı batılla bulayıp gerçekleri gizleyen zalimler, hiçbir şekilde hidayete ulaşamazlar. Onlar, kendilerinden öncekiler gibi yüce Allah’ın gazabına uğrayacaklar, öncekilere uygulanan ilahi yasa, bunlar için de uygulanacak ve onlar dünya hayatında helak edilecek, ahirette de en büyük azaba bunları sürükleneceklerdir.
Yüce Allah’ın koyduğu sınırları aşan zalimler
Yüce Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar, O’nun koyduğu hükümlerle hükmetmeyenler de zalimlerdir.
“..İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır, sakın bunları aşmayın; kim, Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.” (Bakara, 229)
İman edip Müslüman olduklarını ifade ettikten sonra iman ettikleri esaslara uygun hareket etmeyen, bulundukları durumdan tevbe etmeyenler ve inkâr edenler de zalimlerdir.
“İman ettikten, Rasul'ün hak olduğunu gördükten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkâr eden bir topluma Allah nasıl yol gösterir; Allah, zalim toplumu hidayete erdirmez.” (Al-i İmran, 86)
“Ey iman edenler, bir topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin; belki (onlar), kendilerinden iyidirler; kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler, belki onlar, kendilerinden iyidirler. Birbirinizde kusur aramayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın, inandıktan sonra fısk adı, ne kötü bir şeydir; kim tevbe etmezse, işte onlar, zalimdirler.” (Hucurat, 11)
Kur’an’dan yüzçeviren, kendilerine okunan ayetleri dinlemeyen, ayetler doğrultusunda hareket etmeyip yüzçeviren kimseler de zalimlerdir.
“Kendisine Rabbinin ayetleriyle öğüt verildikten sonra onlardan yüz çevirenlerden daha zalim kim olabilir! Muhakkak ki biz, suçlulardan öç alıcıyız.” (Secde, 22)
“Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldığı halde onlardan yüz çeviren ve ellerinin öne sürdüğü(günâhları)nı unutandan daha zâlim kim olabilir! Biz onların kalbleri üzerine, onu anlamalarına engel olan örtüler, kulaklarının içine de ağırlık koymuşuz; onları doğru yola çağırsan da bu halde asla doğru yola gelmezler.” (Kehf, 57)
Allah’ın indirdiği Kitab’ı ve içindekileri unutanlar
Bazı kimseler de, Rab’lerinin kendilerine bildirdiği Kur’ani esasları ve Tevhidi ilkeleri, gereği gibi öğrenmediklerinden iman ettiklerini iddia ettikleri Kitab’ı unutmuşlardır. Bunlar da Hakkı bırakıp saptıkları için kendilerine zulmederek sapıklığa düşmüşlerdir.
“Ne zaman ki onlar, kendilerine hatırlatılanı unuttular, biz de kötülükten men edenleri kurtardık; zulmedenleri de yoldan çıkmaları yüzünden çetin bir azap ile yakaladık.” (A’raf, 165)
Yüce Allah’ın bildirdiği hükümlere aykırı hareket edenler, kendilerine bildirilen ayetleri terk edenler ve helal haram demeden yiyenler de zalimlerdir.
“Dedik ki: ‘Ey Adem, sen ve eşin cennette oturun, ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz!” (Bakara, 35)
Kendilerine, Tevhidi esaslar ve Rab’lerinin Kitabı hatırlatıldığı halde sanki hiç duymamış ve kendilerine söylenmemiş gibi sırt dönüp Rab’lerinden gelen gerçekleri tamamen unutanlar, fısk içerisinde dünya hayatına dalanlar da kendilerine zulmeden kimselerdir.
“Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldığı halde onlardan yüzçeviren ve ellerinin öne sürdüğü(günahlarını)nı unutandan daha zâlim kim olabilir! Biz onların kalbleri üzerine onu anlamalarına engel olan örtüler, kulaklarının içine de ağırlık koymuşuz; onları, doğru yola çağırsan da bu halde asla doğru yola gelmezler.” (Kehf, 57)
İslâm’a girdikten, Müslüman olduklarını söyledikten sonra, insanların hevalarına ve beşeri sistemlere uyan kimseler, mürted olmuş, İslâm’dan çıkmış ve zalimlerden olmuşlardır.
“…Sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, o takdirde sen, mutlaka zâlimlerden olursun.” (Bakara, 145)
İslâmi kavramları karıştıran zalimler
İslâmi kavramları karıştıranlar, Hakkı batılla bulayıp gerçekleri gizleyenler, uydurdukları sıfatları yüce Allah’a mal edenler de zalimlerdendirler.
“İslâm’a çağırıldığı halde, Allah'ın üstüne yalan atandan daha zalim kim olabilir? Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.”(Saf, 7)
“Uydurduğu yalanı Allah'ın üzerine atan veya kendisine gelen gerçeği yalanlayandan daha zalim kimdir; kâfirlerin durağı cehennemde değil midir?” (Ankebut, 68)
“Yoksa siz, İbrâhim, İsmail, İshak, Yakub ve sıbtlerin, yahudi yahut hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz! De ki: ‘Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?’ Allah tarafından bildiği bir (gerçeğin) tanıklığını gizleyenden daha zalim kim olabilir! Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 140)
İnsanların, yüce Allah’a yönelmelerine, Rab’lerine ibadet etmelerine engel olanlar, yüce Allah’ın anıldığı mescidlerin harap olmasına sebebiyet verenler de zalimlerdir.
“Allah'ın mescidlerinde, Allah'ın adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır; bunların, oralara korka korka girmeleri gerekir. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.” (Bakara, 114)
“Onlar, sırf ‘Rabbimiz Allah'tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, bazı insanları diğer bazılarıyle savunması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah, kendi(dini)ne yardım edene elbette yardım eder; şüphesiz ki Allah, kuvvetlidir, galibdir.” (Hac, 40)
Vahdeti oluşturmayıp ihtilafa düşenler
Tevhidi esasların belirlediği ölçüler içerisinde vahdeti sağlayıp İslâmi bir yapılanma oluşturmak, iman edenler üzerine bir farziyettir. Bu farziyeti yerine getirmeyenler, yüce Allah’ın emrine isyan etmiş ve sapmış kimseler olarak kendilerine zulmetmişlerdir.
Yüce Allah (cc), kullarını, vahdeti oluşturup birlik olmaları konusunda sürekli bir şekilde uyardığı halde bazı kimseler, bu uyarıları görmezden gelip arzularını tatmin etmek adına bozgunculuk yaparak ihtilafa düşmektedirler. Bunlar da zalimlerdir ve hesap gününün azabı bunları kuşatacaktır.
“Aralarından çıkan hizipler, birbirleriyle ihtilafa düşmüşlerdir; acı bir günün azabından dolayı vay o zalimlerin haline!” (Zuhruf, 65)
Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler
Kur’an, insanların hayatlarını düzenlemek ve aralarındaki sorunları çözmek için yüce Allah (cc) tarafından indirilmiştir. Kur’an’a iman eden her mü’min, kendi hayatını iman ettiği esaslara göre düzenlemek zorunda olduğu gibi hükmetmek makamında ise, insanlar arasında, iman ettiği ilahi hükümlerle hükmetmekle mükelleftir.
Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmek, Müslüman olmanın gereğidir. Oysa iman iddiasında olan bazı kimseler, beşeri sistemlerde bir makama geldikleride mükellef oldukları bu ilahi emri, adeta hiç bilmiyorlarmış gibi kendilerini bir makama oturtan tağuti beşeri sistemlerin, beşer ürünü olan kanunlarla hükmetmekte, böylece kendilerine zulmetmiş kimseler olarak sapmaktadırlar.
“Onda onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısâs yazdık; kim bunu bağışlarsa o, kendisi için keffâret olur ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte zalimlerdir.” (Maide, 45)
Gerek kendi nefislerinde ortaya çıkan kimi sorunların giderilmesi, gerekse hükmetme makamında oldukları zaman insanlar arasındaki sorunların çözümü konusunda Allah’ın indirdiği Kitab’a göre hareket etmeyenler, zalimlerdir.
İman iddiasında olan bir kısım kimseler de, yaşadıkları hayatta karşılaştıkları kimi sorunları, Kur’an’a götürüp çözmek yerine, beşeri tağuti sistemleri hakem tayin edip onlara müracaat ederek çözme yolunu seçmişlerdir. İşte bunlar, gerçekte iman etmeyen kimselerdir.
“Hayır, Rabb’in hakkı için onlar aralarında çıkan sorunlarda, seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme, içlerinde bir sıkıntı duymadan tam anlamıyle teslim olmadıkça iman etmiş sayılmazlar.” (Nisa, 65)
Kur’an’a iman etmek, hayatın her alanında ona müracaat etmekle mümkündür; bunun dışındaki her hareket, insanı iman dairesinden çıkarır ki, böyle yapanlar, kendilerine açık bir şekilde zulmetmişlerdir.
Davet ve uyarı görevlerini yapmayanlar
Yüce Allah (cc), iman eden kimselerden, içerisinde bulundukları toplumları uyarmalarını, onları,Tevhidi esaslara davet ederek bozgunculuk yapmaktan men etmelerini istemektedir. Bu ilahi buyruk doğrultusunda hareket eden bütün Risalet önderleri ve Tevhid erleri, öncelikle yeryüzünden bozgunculuğun ve fitnenin kaldırılması için çalışmışlar, insanları, bozgunculuk yapmaktan men etmişlerdir.
“Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan men etmeleri gerekmez miydi! Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı; zalimer ise, kendilerine verilen refahın peşine düşüp şımardılar ve suç işleyenler olup çıktılar.” (Hud, 116)
Davet görevlerini yerine getirenlerin kurtulacaklarını bildiren yüce Allah (cc), bu görevi yapmayanların ise, dünya hayatında rahat yaşamak adına hevalarının peşine düşüp saptıklarını ve kendilerine zulmekttiklerini bildirmektedir.
“Hayır, zulmedenler, bilgisizce keyiflerine uydular, Allah'ın şaşırttığını kim yola getirebilir; onların hiçbir yardımcıları yoktur.” (Rum, 29)
Yüce Allah (cc), davet görevini değişik kaygılarla terk edenlerin, suçlu kimseler olduklarını, rahat bir hayatı seçtiklerini, bu nedenle de zalimler olduklarını bildirmektedir ki, zalimler için öngörülen ceza, içerisinde ebedi kalmak üzere cehennnemdir.
Allah’tan başka kanun koyan zalimler
Kur’an’a karşı başka sözler söyleyen, kanunlar çıkaran ve din adına yazdıkları kitapların, yüce Allah’a ulaştıran kitaplar olduğunu iddia eden, insanları Allah’ın Kitabı’na değil de kendi kitaplarına çağıran kimseler de zalimlerin ta kendileridir.
“Allah'a karşı yalan uydurandan ya da kendisine bir şey vahyedilmemiş iken ‘Bana vahyolundu’ ve ‘Ben de Allah'ın indirdiği gibi indireceğim’ diyenden daha zalim kim olabilir! O zalimler, ölüm dalgaları içinde melekler ellerini uzatmış: ‘Haydi canlarınızı çıkarın, Allah'a gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun ayetlerine karşı büyüklük taslamanızdan ötürü bugün alçaklık azabıyla cezâlandırılacaksınız!’ (derken) onların halini bir görsen!” (En’am, 93)
“Vay haline o kimselerin ki, kitabı elleriyle yazıp, az bir paraya satmak için, ‘Bu Allah katındandır’ derler; ellerinin yazdığından ötürü vay haline onların, kazandıklarından ötürü vay haline onların!” (Bakara, 79)
“Artık bundan sonra da kim Allah'a yalan uydurursa, işte onlar zalimlerdir.” (Al-i İmran, 94)
Kur’ani hiçbir bilgiye dayanmadan, yalan uydurarak insanları saptıranlar da zalimlerin ta kendileridirler.
“…Öyle bilmeden insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir? Allah o zalim topluluğu hidayete iletmez.” (En’am, 144)
“Onlar, çok kimseyi yoldan çıkardılar; Sen de o zâlimlere şaşkınlıktan başka bir şey artırma.” (Nuh, 24)
Müslümanlardan başkalarını kendilerine dost edinenler, dost edindiklerindendirler ve onlar, zalimlerdir.
“Ey iman edenler, yahudileri ve hrıstiyanları veliler edinmeyin; onlar, birbirlerinin velileridir; sizden kim onları kendine veli yaparsa o onlardandır. Elbette Allah, zalim toplumu hidayete iletmez.” (Maide, 51)
Dünya malıyla övünüp böbürlenen, kendisini insanlardan üstün görenler de zalimlerdendirler.
“O(adam)ın (başka) ürünü de vardı; arkadaşiyle konuşurken ona; ‘Ben malca senden zenginim, adamca da senden güçlüyüm.’ dedi (ve) kendisine yazık ederek bağına girdi: ‘Bunun yok olacağını hiç sanmam’ dedi.” (Kehf, 34-35)
“Derken (o kişinin) ürünü yok edildi, çardakları üzerine yıkılmış durumda olan(bağ)ın karşısında ona harcadıklarına acıyarak ellerini uğuşturmağa başladı: ‘Ah ne olaydı, ben Rabbime kimseyi ortak koşmamış olaydım!’ diyordu.” (Kehf, 42)
Allah’a ve Rasulüne itaat etmeyenler, Kur’an ve Sünnetten rahatsızlık duyanlar, işlerine gelen hükümleri alıp gelmeyenleri terk edenler de zalimlerdir.
“Rasulün, aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Rasulüne çağırıldıkları zaman hemen onlardan bir grup yüz çevirirler; eğer hüküm kendi lehlerine olursa itaat ederek gelirler. Kalblerinde bir hastalık mı var yoksa şühpe mi ettiler, yoksa Allah'ın ve Rasulünün kendilerine haksızlık yapacağından mı korkuyorlar; kesinlikle onlar, zalimlerdir.” (Nur, 48-50)
Tağuta boyun eğen zalimler
Yüce Allah’a iman etmenin en temel esası, tağutun reddedilmesi, onun zulmüne karşı çıkılmasıdır. Tağutun zulmüne karşı çıkmayıp zulme razı olanlar, Hakkı bırakıp batıla uyanlar, zillete razı olup Allah yolunda çalışmayanlar, kendi nefislerine zulmeden zalimlerdir.
“Kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler, zira onlar fasık bir kavim idiler.” (Zuhruf, 54)
“Nefislerine zulmederlerken meleklerin, canlarını aldığı kimseler; ‘Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk’ diye teslim olurlar; ‘Hayır, Allah sizin yaptıklarınızı biliyor.” (Nahl, 28)
“Nefislerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: ‘Ne işte idiniz?’ dediler, (onlar): ‘Biz yeryüzünde aciz düşürülmüştük’ diye cevap verdiler; melekler: ‘Allah'ın yeri geniş değil miydi ki onda hicret edeydiniz’ dediler. İşte onların durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası!” (Nisa, 97)
Yüce Allah (cc), tağuta boyun eğenlerin, zalim oldukları gibi aynı zamanda aşağılık kimseler de olduklarını bildirmektedir.
“De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kime lanet ve gazab etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tağuta itaat edenler yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.” (maide, 60)
Emanete ihanet etmek zulümdür
Emanete ihanet edenler, başkalarının namusuna göz dikenler, insanların mallarını haksız yere alanlar ve nankörlük yapanlar da zalimlerdir.
“Yûsuf'un, evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murâd almak istedi ve kapıları kilitleyip: ‘Haydi gelsene’ dedi (Yusuf): ‘Allah'a sığınırım, efendim bana güzel baktı, zalimler iflâh olmazlar! dedi.” (Yusuf, 23)
“Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını almaktan Allah'a sığınırız, yoksa biz zalimlerden oluruz’ dedi.” (Yusuf, 79)
İnsanlara zulmedenler de zalimlerdir
Yeryüzünü ifsad edip bozgunculuk yapanlar, Allah’ın kullarına zulmeden kimseler, zalimlerin ta kendileridirler.
“Fir'avn, orada ululandı, halkını çeşitli gruplara böldü, onlardan bir zümreyi eziyor, oğullarını kesiyor, kadınlarını sağ bırakıyordu; çünkü o, bozgunculardan idi.” (Kasas, 4)
“Fir'avn ailesi de, onlardan öncekilerin gidişi gibi Rablerinin ayetlerini yalanlamışlardı; biz de onları günahlarıyle mahvetmiştik ve Fir'avn ailesini boğmuştuk; hepsi de zalimlerdi.” (Enfal, 54)
“Allah iman edenler hakkında da Fir'avn'ın karısını misal verdi; o şöyle demişti: ‘Rabbim, bana katında cennetin içinde bir ev yap, beni Fir'avn'dan ve onun (kötü) işinden kurtar ve beni şu zâlimler topluluğundan kurtar!" (tahrim, 11)
Zalimler, hem kendilerine hem de ailelerine zulmeden kimselerdir.
“Yine onları görürsün, aşağılıktan başlarını öne eğmiş vaziyette ateşe sunulurlarken göz ucuyla gizli gizli bakarlar; iman edenler de: ‘İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem âilelerini ziyan edenlerdir. Bakın, gerçekten zâlimler sürekli bir azap içindedirler’ demişlerdir.” (Şura, 45)
Zalimlerin dünyadaki cezaları
Zalimler için dünya ve ahiret hayatında şiddetli bir azap vardır. Yüce Allah (cc), yaptıkları zulüm ve haksızlıklardan dolayı tüm zalimleri, dünyada helak edecek, ahirette de en büyük azaba sokacaktır.
“Kâfirler, elçilerine dediler ki: ‘Ya sizi mutlaka yurdumuzdan çıkarırız ya da bizim dinimize dönersiniz’ Rableri de onlara şöyle vahyetti, ‘zâlimleri mutlaka helâk edeceğiz’ (İbrahim, 13)
“Elçilerimiz İbrâhim'e (oğlu olacağına dâir) müjdeyi getirdikleri zaman dediler ki: ‘Biz şu kentin halkını helak edeceğiz; çünkü oranın halkı zalim oldular." (Ankebut, 31)
“Nuh kavmi de, peygamberleri yalanladıkları vakit onları da boğduk ve onları insanlara bir ibret yaptık; zalimlere acı bir azap hazırladık.” (Furkan, 37)
Zalimlerin ahiret azabı
“De ki: ‘Bu gerçek Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin’ çünkü biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı onları kuşatmıştır, eğer feryad edip yardım isteseler erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile kendilerine yardım edilir; o ne kötü bir içecektir ve ne kötü bir dayanacakdır!” (Kehf, 29)
“Kıyamet günü, (elleri bağlı olduğu için) yüzüyle o en kötü azapdan korunmağa çalışan (cennette olan gibi olur) mu, zalimlere: ‘Kazandığınızı tadın’ denmiştir.” (Zümer, 24)
Kıyamet günü zalimler, pişman olurlar, iyi insanlardan olmak için yeniden süre isterler, ancak onlara o süre verilmeyecektir.
“Onlar orada: ‘Rabbimiz, bizi çıkar, (önce) yaptığımızdan başkasını yapalım’ diye feryat ederler; ‘Sizi, öğüt alacak olanın, öğüt alacağı kadar bir süre yaşatmadık mı, size uyarıcı da geldi, öyle ise (azabı) tadın artık zalimlerin yardımcısı yoktur." (Fatır, 37)
“Sonra zalimlere: ‘Sürekli azabı tadın, yalnız kazandığınız şeylerle cezalandırılmıyor musunuz?’denilecek.” (Yunus, 52)
“Zulmedenler, azabı gördükleri zaman artık azap onlardan ne hafifletilir, ne de onlara fırsat verilir.” (Nahl, 85)
“Solun adamları (amel defterleri sol tarafından verilenler), nedir o solcular? (Onlar) delikçiklere işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, kara dumandan bir gölge altında ki, ne serindir, ne faydalı. Zira onlar, bundan önce varlık içinde şımartılmışlardı, büyük günah işlemekte ısrar ediyorlardı ve diyorlardı ki: ‘Biz öldükten, toprak ve kemik yığını olduktan sonra biz mi bir daha diriltileceğiz, önceki atalarımız da mı?’ De ki: ‘Öncekiler de sonrakiler de." (Vakıa, 41-49)
Zalimlere meyledenler de cehennemdedirler
Yüce Allah (cc), nefislerine zulmedenleri belirttikten sonra, iman edenlere de, zulmedenlere meyletmemeleri, onları sevmemeleri konusunda uyarmakta, nefislerine zulmedenlere meyleden kimselerin de, tıpkı o zalimler gibi ateşe gireceklerini bildirmektedir.
“Sakın zulmedenlere meyletmetin, sonra size ateş dokunur; sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur, sonra size yardım edilmez.” (Hud, 113)
Allah’ın laneti, zalimlerin üzerinedir
“Cennet halkı, ateş halkına seslendi: ‘Rabbimizin bize vadettiğini biz gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu?’ (Onlar da): ‘Evet’ dediler ve aralarından bir ünleyici: ‘Allah'ın laneti zâlimlerin üzerine olsun’ diye ünledi.” (A’raf, 44)
Orta yolda gidenler ve öne geçenler
Adil olan, herkese, hak ettiğinin karşılığını veren yüce Allah (cc), zalimlere, hakettikleri cezalarını verdiği gibi iman edip Kur’ani esaslar doğrultusunda hareket edenleri ve Kendi yolunda mücadele edenleri de, yaptıklarına göre mükâfatlandıracaktır.
“İman edenlerden, özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz; Allah, mallarıyla canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Ancak Allah hepsine de güzellik vaadetmiştir ama mücahidleri oturanlardan çok daha büyük ecirle üstün kılmıştır.” (Nisa, 95)
“Hacılara su verme ve Mescid-i haram'ı şenlendirmeyi; Allah'a, ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad edenle bir mi tuttunuz! Bunlar, Allah katında bir olmazlar, Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.
İman eden, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanların, Allah katında dereceleri daha büyüktür; işte kurtuluşa erenler onlardır.” (Tevbe, 19-20)
Kur’an, her şeyi apaçık bir şekilde açıklayarak insanların, buna göre seçimlerini yapmalarını istemiştir. Kur’ani esaslar doğrultusunda hayatlarını düzenleyenler için elbette Rab’leri katında mükâfatlar vardır; hayatlarını, bu yüce Kitab’ın insanlara ulaştırılmasına adayan, Rab’lerinin kendilerine verdiği rızıktan, infak eden, yeryüzünden fitne unsuru olan beşeri şirk ve küfür düzenlerinin kaldırıp Allah’ın dinini hakim kılmak için çalışan kimselerin dereceleri ve mükâfatları, diğerleri ile kıyaslanamayacak derecede büyüktür. İşte bu, büyük bir başarıdır; çalışanlar bunun için çalışsınlar.
Akıllı bir kimse, elindeki sermaye ile küçük bir yatırım yaparsa, ancak hayatını idame edecek kadar bir kazanca sahip olabilir; oysa elindeki sermaye ile büyük bir yatırım yapan bir kimse, çok daha fazla bir kazanç elde eder ve hem daha rahat bir hayat sürer, hem de çevresinde gıpta edilecek bir kişiliğe ve konuma sahip olur.
Yüce Allah (cc), herkese eşit bir sermaye vermiş ve bunu değerlendirmeleri için onlara fırsat vermiş, yol göstermiştir. İnsanlardan kimi, Rab’lerinin kendilerine verdiği sermayeyi, Rab’lerinin gösterdiği şekilde değerlendirerek büyük yatırımlar yapmışlar ve sonuçta büyük kazanç elde etmişlerdir.
“Allah, mü'minlerden canlarını ve mallarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah'ın, Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da üstlendiği gerçek bir sözdür; kim Allah'tan daha çok sözünde durabilir! O halde O'nunla yaptığınız bu alışverişinizden ötürü sevinin, gerçekten bu, büyük başarıdır.” (Tevbe, 111)
Yüce Allah (cc), bildirdiği şekilde hareket edenleri övmekte, onlara elde ettikleri kazançlarını müjdelemektedir.
33- Adn cennetleri! Oraya girerler; orada altın bilezikler ve inci(ler) takınırlar; orada giysileri de ipektir.
34-35- Dediler ki: ‘Bizden tasayı gideren Allah'a hamdolsun, doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan, çok karşılık verendir.O ki, lutfuyla bizi durulacak yurda kondurdu; orada bize ne bir yorgunluk dokunur ve ne de orada bize bir usanç dokunur.
Yüce Allah (cc), kullarına karşı cömerttir ve onların, kendi rızası için yaptıkları en küçük bir amellerini, az da olsa verdikleri infaklarını, O’nun uğrunda harcadıkları zamanlarını en güzel şekilde değerlendirmekte, kat kat karşılığını vermektedir. Yüce Allah’ın, kullarına verdiği mükâfatlar, elbette rahmetinin bir gereğidir; kullar, O’nun rahmeti olmadan, kendi çabaları ile bu denli büyük mükâfatları elde edemezler.
“Bize verdiği sözü yerine getiren ve bizi dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna varis kılan Allah'a hamdolsun, çalışanların ücreti ne güzeldir’ dediler.” (Zümer, 74)
“İşte büyük kurtuluş budur; çalışanlar, bunun için çalışsınlar.” (Saffat, 60-61)
Akıl sahibi kimseler, kısacık dünya hayatında Rab’lerini razı ederek ebedi hayatlarını kazanmak için çalışan kimselerdir; akılsız kimseler de, kısacık dünya hayatını ahirete tercih ederek ebedi hayatlarını kaybeden kimselerdir.
Şirk ve küfür ehli, her iki dünyada da rezildir
Yüce Allah’a iman edip O’nun belirlediği ölçüler içerisinde hareket eden mü’minler, dünya hayatında, içlerinde huzur dolu bir gönülle yaşarlarken, ahiret hayatında da Rab’lerinin kendilerine bağışladığı cennetlerde mutluluk içerisindedirler. Oysa Rab’lerinin indirdiği esaslara dünya hayatlarında iman etmeyenler, sürekli bir huzursuzluk ve bunalım içerisinde yaşarlar, ahiret hayatında da sürekli bir acı azabın içerisinde olurlar.
36- Kâfirlere de cehennem ateşi vardır; (orada) onlara ne hükmedilir ki ölsünler ve ne de onlardan cehennem azabı biraz hafifletilir; işte biz her kâfiri böyle cezalandırırız.
Dünya hayatlarında, Rab’lerinin kendilerine verdiği nimetlerle zevk ve sefa sürüp kendilerine gönderilen ilahi hükümleri reddeden, bu hükümlerin bir kısmını alıp bir kısmını bırakan, Rab’lerine şirk koşup küfre düşerek isyan edenler, ahiret hayatlarında, sürekli ve çok acı bir azaba gireceklerdir. Onlar, o acı azap içerisinde ne ölüp kurtulacaklar, ne de onlardan azap hafifletilecektir.
Rab’lerinin emrettiği hükümler doğrultusunda yaşamayan kimseleri saran, cehennem ateşi öyle şiddetli olacak ki onlar, o ateş içerisinde, ölümle yaşam arasında sürekli bir gelgit yaşayacaklar; öyle ki orada ne ölücekler, ne de yaşayacaklar.
“(Rabb’ine karşı)şaki olan da ondan uzaklaşır; o, en büyük ateşe girecektir; sonra onun içinde ne ölür ne yaşar.” (A’la, 11-13)
“Onu Sekar'a sokacağım, sekar'ın ne olduğunu sen nereden bileceksin; koymaz, bırakmaz; durmadan deriler kavurur, üzerinde ondokuz vardır.” (Müddessir, 26-30)
“O ayetlerimizi inkâr edenleri yakında bir ateşe sokacağız, derileri piştikçe azabı tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz; elbette Allah üstündür, hakimdir.” (Nisa, 56)
“Yüzlerini ateş yalar; öyle ki (ateşin) içinde dişleri açıkta kalır.” (Mü’minun, 104)
Kısa bir dünya hayatı için ebedi olan ahiret hayatını zindana çevirmek, sürekli bir azap içerisinde bulunmak, akleden kimselerin yapamayacakları, isteyemeyecekleri bir durumdur.
Hayatı, yalnızca dünyadan ibaret bilenler, ahirette gerçeklerle yüzyüze geldiklerinde pişman olacaklar, ancak o pişmanlıkları kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. Oysa yüce Allah (cc) onlara, öğüt alıp tevbe edecek kadar zaman vermiş, ancak onlar, bu zamanı gaflet içerisinde geçirerek boşuna harcamışlardır.
37- Onlar orada: ‘Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başkasını yapalım’ diye feryad ederler. ‘Sizi, öğüt alacak olanın, öğüt alacağı kadar bir süre yaşatmadık mı? Size uyarıcı da geldi (yalanladınız), öyle ise (azabı) tadın artık zalimlerin yardımcısı yoktur.’
Dünya hayatlarında, Allah’ın hükümlerini bırakıp O’ndan başkasının buyrukları doğrultusunda yaşayanlar, kendilerine zulmeden kimselerdir. Onların, kıyamet günü hiçbir yardımcıları bulunmayacağı gibi geri dönüp tevbe etmelerine de izin verilmeyecektir.
Rabb’inin kendisine verdiği onca sayısız nimete karşı insanın nankörlüğü, şirk ve küfrü ancak kendi aleyhinedir. Kişi, azgınlığında ne denli ileri giderse gitsin, ancak kendisine zarar verir.
Kur’an’ın, apaçık ve net buyruklarına rağmen, Allah’tan başkalarını kendilerine rehber alanlar, aslında bile bile kendilerine zulmetmişler, kendi elleriyle acı azabı kabul etmişlerdir. Oysa Rab’lerine gereği gibi kulluk edip yalnızca O’nu ilah edinmiş olsalar Rab’leri, onlara her iki dünyada da çok rahat bir şekilde yaşamalarına yardım edecektir. Çünkü O, her şeyi Bilen ve her istediğini yapabilendir.
Allah (cc), Gaybı bilendir
(Gayb konusu için ayrıca, A’raf, 187-188. Ayetlerine bakınız)
38-39- Allah göklerin ve yerin gaybını bilendir, O, göğüslerin özünü bilir; sizi yeryüzünde halifeler yapan O'dur. Artık kim inkâr ederse küfrü kendi zararınadır, kâfirlerin küfrü, Rableri yanında (onlara) gazapdan başka bir şey artırmaz; kâfirlerin küfrü, (onlara) ziyandan başka bir şey artırmaz.
Yüce Allah (cc), yarattığı kulların her hallerini bilendir; bu nedenle hiçbir şey O’na gizli değildir; ne gizli ne de aşikâr, hiçbir şey yoktur ki Allah yanında bilinmesin. O, göklerin ve yerin gayblarını bildiği gibi insanların göğüslerinde olanı da Bilen’dir. fiiliyata konulsun ya da konulmasın, kişinin ne yapmak istediği, ne düşündüğü, O’nun tarafından bilinmektedir.
“Göklerdekilerin ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır; içlerinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker; dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, her şeye kâdirdir.” (Bakara, 284)
İnsanlar, ister gizlesinler, isterse açığa vursunlar, yüce Allah (cc), onların her halini bilir ve yaptıklarından onları hesaba çekilecektir. Bu gerçek apaçık bir şekilde Kur’an’da bildirildiği halde günümüzde kimi belamlar, yüce Allah’ın (hâşâ) gaybı bilmediğini iddia edeerek küfür ve azgınlıklarında haddi aşıp azgınlaşmaktadırlar. Bunlar, cahil ve Kur’an gerçeğinden uzak kimselerdir.
“Sözünüzü ister gizleyin, ister onu açığa vurun (farketmez) çünkü O, göğüslerin özünü bilir; Yaratan bilmez mi? O latiftir (herşeyi) haber alandır.” (Mülk, 13-14)
Yüce Allah’ın, bu apaçık hükümlerine rağmen, hiçbir dönemde benzeri bulunmayan bir küfür ve azgınlıkla belamlar, anlamadıkları bazı ayetlerden yola çıkarak, fiil oluşmadan, yüce Allah’ın bir konuyu bilemeyeceğini söyleme dalaletine düşmekte, küfür ve azgınlıklarında nasıl bir derekeye düştüklerini göstermektedirler.
Göğüslerin özünü bilen yüce Allah (cc), elbette o göğsü taşıyan insanların, ne yapacaklarını ve ne söyleyeceklerini de çok iyi bilir. Belamlar, tıpkı geçmiş müşriklerin dediklerine benzer ifadelerle, hâşâ yüce Allah’ı eksik ve güçsüz zannetmektedirler.
“Dediler ki: ‘Biz kemikler haline geldikten, ufalanıp toprak olduktan sonra mı sahiden biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?” (İsra, 49)
Yüce Allah (cc), Kendisinin, insanları yeniden dirilteceğine iman etmeyen müşriklere, cevap vermekte, buna gücü yettiğini bildirmektedir.
“İlk yaratmadan aciz mi kaldık ki (yeniden yaratamayalım); doğrusu onlar yeni bir yaratmadan kuşku içindedirler.” (Kaf, 15)
“İnsan kendisinin kemiklerini bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor; evet toplarız, onun parmak uçlarnı düzenlemeğe gücümüz yeter.” (Kıyamet, 3-4)
Günümüzdeki belamlar da, yüce Allah’ın gaybı bilmediğini, fiili oluşmadan insanların ne yapacaklarını bilemeyeceğini iddia ederek kendilerinden önce geçen seleflerinden daha şedid bir şekilde küfre girmişlerdir. Onlar, yüce Allah’ı, hâşâ, noksan sıfatlarla sıfatlandırarak isyan ve şirklerinde sınır tanımayarak azgınlıklarında haddi aşmışlardır. Yüce Allah (cc), geçmiş inkârcılara cevap verdiği gibi günümüz belamlarına da, gaybı bildiğini bildirmektedir.
“Gayb'ın anahtarları O'nun yanındadır, onları O'ndan başkası bilmez; (O) karada ve denizde olan herşeyi bilir; düşen bir yaprak, ki mutlaka onu bilir, yerin karanlıkları içinde gömülen dâne, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitapta olmasın.” (En’am, 59)
“Allah göklerin ve yerin gaybını bilendir; O, göğüslerin özünü bilir.” (Fatır, 38)
Yüce Allah (cc), bu cevabı verdikten sonra Kendisinin gaybı bilmediğini iddia eden belamlara, Kendisinin gaybı bilip bilmediğini, belamların nereden bildiklerini soruyor.
“Gaybe mi çıktı, yoksa Rahman'ın huzurunda bir söz mü aldı? (Meryem, 78)
“Yoksa gayb kendilerinin yanındadır da kendileri mi yazıyorlar?” (Tur, 41)
Yüce Allah (cc), elbette bütün gaybleri bilir ve O’nun üzerine iftira atanlar da yalancı kimselerdir. O’na, hâşâ eksiklik izafe etmek, O’nu gereği gibi tanımamaktan kaynaklanan bir cehaletten başka bir şey değildir.
“Allah'ı hakkıyla tanıyamadılar; Allah kuvvetlidir, üstündür.” (Hac, 74)
“Tuttular O'na kullarından bir parça tasarladılar, gerçekten insan apaçık bir nankördür.” (Zuhruf, 15)
Şirk, yüce Allah’ı gereği gibi tanımamaktan kaynaklanan bir cehalettir. Müşrikler, yüce Allah’ı hakkıyla tanımadıkları için kimi insanları O’na benzer kıldılar ve ilah edindiler. Oysa Allah’tan başka ilah edinilenler, ancak eksikliklerle donanmış, hiçbir şeye güçleri yetmeyen, aciz birer beşerdirler.
Kendisinden başkasını ilah edinenlere yüce Allah (cc), ilahlarının, hiçbir şeye güçleri yetmeyen ve birer hiç olduklarını, o müşriklerin ancak kendilerini aldattıklarını bildiriyor.
40- De ki: ‘Siz, Allah'tan başka yalvardığınız şu ilahlarınızı gördünüz mü? Bana gösterin, onlar yerden hangi şeyi yarattılar? Yoksa onların, göklerde (Allah'a) ortaklıkları mı var? Yoksa biz onlara bir Kitap vermişiz de onlar o Kitaptan bir delil üzerinde mi bulunuyorlar? Hayır, o zalimler birbirlerine aldatmadan başka bir şey vadetmiyorlar.
Allah’an başka edinilen ilahlar, hiçbir şeye malik olmadıkları gibi, onların yüce Allah (cc) yanında da hiçbir değerleri yoktur. Onların, kendilerine tabi olanları, yüce Allah’a yaklaştırdıkları da yalandan başka birşey değildir. “O zalimler birbirlerine, aldatmadan başka bir şey vadetmiyorlar.”
Yüce Allah (cc), bazı insanların, Kendisinden başka edindikleri ilahlara, hiçbir yetki, hiçbir kitap vermemiş ve onlar, bir delil üzerinde de bulunmuyorlar. Yüce Allah’ın yetki ve Kitap verdiği, yalnızca Kendisinin gönderdiği rasullerdir, işte doğru yol üzerinde bulunanlar da yalnızca o rasuller ve onların getirdikleri kitaplara uyan mü’minlerdir.
Mü’minlerin, iman ettikleri yüce Allah (cc), kullarına uyacakları doğruları bildirmiş, onlara gerçek kurtuluş yolunu göstermiş ve bu yola uyanlara büyük mükâfatlar vadetmiştir. O, her şeye gücü yeten, kullarına karşı şefkâtli olan gerçek İlah’tır; O’ndan başkaları ise, ilah değil eksikliklerle donanmış ancak birer beşerdirler.
41- Allah yıkılmamaları için gökleri ve yeri tutmaktadır; andolsun, gökler ve yer yıkılsa onları, Kendisinden başka hiç kimse tutamaz; şüphesiz O, halimdir, bağışlayandır.
Hiçbir şeye gücü yetmeyen, kendilerine bile fayfa ve zarar verme gücüne sahip olmayan, kendileri yaratılmış ve yardıma muhtaç olan, birçok benzerleri bulunan, Rab’lerine, acziyet içerisinde hesap verecek olan kimseler, her şeye gücü yeten, yaratılmayan ve ölmeyen, yarattıklarının üzerinde bulunan, ezeli ve ebedi olan, hiçbir konuda eşi ve benzeri bulunmayan alemlerin Rabb’i yüce Allah (cc) gibi olur mu? Elbette olamaz! O halde aciz, ölümlü olan ve eksikliklerle donanmış olanı, yüce Allah’a eş koşmak, düşüncesizliğin, cehalet ve inkârın ta kendisidir.
42- Andolsun eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, her milletten daha çok doğru yolda olacaklar diye yeminlerinin bütün gücüyle Allah'a yemin ettiler; fakat kendilerine uyarıcı gelince, onlara Hak'tan uzaklaşmaktan başka bir katkı sağlamadı.
Doğru yol üzerinde bulunmak, ancak Tevhidi esaslara iman etmek ve bu esasların belirlediği ölçüler içerisinde hareket etmekle mümkündür. Tevhidi esasları, hayat prensibi olarak almayan, Kur’an’a göre hayatını düzenlemeyen kimseler, her ne yaparlarsa yapsınlar, doğruyu bulamaz ve sapıklıktan kurtulamazlar. Kaynağını, yüce Allah’ın indirdiği ilahi Kitaptan almayan her düşünce, söz ve davranış, sahibini sapıklık ve dalalete sürükler.
Vahiy, insanı düşünce, söz ve davranışlarından başlayarak eğitir, terbiye eder ve onu en mükemmel bir hale getirerek insanı kâmil yapar. Vahye iman edip onu içseleştiren kimselerde kibir, gurur, heva ve hevesin istek ve talepleri öne çıkmaz; çünkü onlar, büyüklük taslamanın yüce Allah’a nankörlük ve isyan olduğunu bilirler.
Yeryüzünde büyüklük taslayıp böbürlenenler, yüce Allah’a, O’nun elçilerine ve kendilerine gönderilen kitapları inkâr edenlerdir. Onlar, kendilerine gönderilen elçilere iman etmemişler, onlara saldırmışlar, tuzaklar kurarak elçileri öldürmeye çalışmışlardır.
43- Yeryüzünde büyüklük taslama(ları) ve kötü tuzak kurma(k isteyenler), kötü tuzak, ancak sahibine dolanır. Onlar öncekilerin yasasından başkasını mı bekliyorlar! Allah'ın yasasında bir değişme bulamazsın; Allah'ın yasasında bir sapma bulamazsın.
Yüce Allah (cc), elbette elçilerini koruyucudur; elçilere tuzak kuranlar, kurdukları tuzaklara kendileri düşeceklerdir. Tarihi süreçte bu tuzakları kuranların ve tuzaklarının birçok örnekleri görülmüştür. Ancak onlar, kurdukları tuzaklarla beraber yok olup gitmişlerdir. Bu, Allah’ın öteden beri süren yasasıdır ki “Allah'ın yasasında bir değişme bulunmaz” ve bu yasa, kıyamete kadar devam edecektir.
Günümüzde de yüce Allah’a, O’nun elçilerine ve gönderdiği Kitab’a düşman olanlar, mü’minlere tuzak kuranlar, kurdukları tuzaklara düşmüşler ve birçokları yok olup giderlerken, birçoğu da yok olmak üzeredir. Buna örnek, Arap toplumlarındaki günümüz diktatörleri ve Türkiye’deki Kemalist zorbalıktır. Arap diktatörlerin çoğu, baskı altına aldıkları ve haklarını yiyip yoksul bıraktıkları insanlar tarafından yok edilmişler, birçoğu da sırada beklemektedir.
Anadolu’yu işgal ettiği günden bugüne kadar, işgal felsefesini, yüce Allah’a, O’nun elçilerine ve Kitab’ına, yüce Allah’a iman edenlere düşmanlık üzerine oturtan, İslâm’a düşmanlığında azgınlığının doruğuna çıkan Kemalist diktatörlüğün kurucu ve koruyucuları, yıllarca İslâm’a, İslâmi değerlere ve Müslümanlara düşmanlık yapıp zulmetmişler, birçok Müslüman alimi asmış, Kur’an dersi veren hocaları, zindanlara atmış, Kur’an’ı Kerimleri toplayıp yakmış, camileri kışlaya ve ahıra çevirmişlerdir.
Kemalist dikta sistemi, yıllarca inançlarına saldırdıkları Müslümanlara, gece gündüz demeden tuzaklar kurmak için çalışmış, oyun üstüne oyunlar yapmıştır. Ancak kâfirlerin bir hesabı varsa yüce Allah’ın da bir hesabı var ve O, hesabında hiçbir zaman yanılmaz. Yüce Allah (cc), zorba sistemin kurucu ve kollayıcılarının, Müslümanlara kurdukları tuzakları tersine çevirerek kendilerini o tuzaklara düşürmüştür.
İslâmcı sermayeye kin ve düşmanlık besleyerek, onlara hayat hakkı tanımayıp dışlayan Kemalist dikta sistemi, ekonomik çöküntü içerisine girmiş, bu çöküntüden kurtulmak, ekonomisini düzeltmek ve “Yeşil Sermaye” dedikleri İslâmcı sermayeyi, yeniden ekonomiye kazandırmak için kimi İslâmcıları, çeşitli vaadlerle iktidara getirtmiştir.
Kemalist dikta sistemin koruyucularının, Müslümanlar aleyhinde, kapalı kapılar arkasında yaptıkları hesapları, halkın siyasetteki hesaplarına uymamış, dikta sistemi, koruyup kolladığı ve iş başına getirdiği kişiler tarafından adeta yok edilerek saltanatlarına son verilmiştir. Daha kısa bir süre önce kendilerini halk üzerinde adeta ilah olarak gören, halka ve onların inançlarına tepeden bakan, küçümseyip hakaret eden Kemalist dikta sisteminin koruyucuları, bugün aşağılanmış ve alçaltılmış bir halde zindanlara atılmışlardır.
Kemalist dikta sistemin koruyucular, şayet tarihte yüce Allah’a, O’nun elçilerine ve iman edenlere düşmanlık yapan Allah düşmanı atalarının akıbetlerinden ders almış olsalardı ve yüce Allah’ın, o diktatörleri nasıl helak ettiğini bilselerdi, Allah’a, O’nun dinine ve iman edenlere bu denli kin ve düşmanlık beslemez ve yüce Allah (cc) da onları böyle rezil etmezdi.
44- Yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler? Onlar, (kendilerinden) daha güçlü idiler; ne göklerde ne de yerde Allah'ı engelleyecek bir şey var; O,bilendir, güçlüdür.
Allah düşmanı zorba diktatörler, kendilerinden önce geçen zorbaların akıbetlerinden ders alıp aynı hatayı tekrarlamamak yerine, en ilkel toplumları bile geride bırakacak şekilde taştan, tunçtan ve betontan yapılmış cansız putları ilah edinerek onların önünde ibadet ederek, Rab’leri yüce Allah’a isyan etmişlerdir.
Tarihi süreçteki diktatörler, günümüz diktatörlerinden daha güçlü olmalarına rağmen yüce Allah’ın azabından kurtulamamış, tüm eserleri ile beraber yerlebir olup helak olmuşlardır. Yüce Allah (cc), evrensel ve çağlarüstü Kitabında, geçmiş zorbaları nasıl helak ettiğini bildirerek, günümüz zorbalarının ibret almalarını istemektedir.
“(Onlar) yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden önce gelenlerin sonunun nasıl olduğunu görsünler. Onlar, kuvvet ve yeryüzündeki eserleri bakımından kendilerinden daha üstün idiler; fakat Allah, onları günahları yüzünden yakaladı, onları Allah'a karşı koruyan olmadı; çünkü elçileri onlara, açık kanıtlar getirirdi, ama kabul etmezlerdi. Bu yüzden Allah onları yakaladı; zira O, güçlüdür, cezası çetin olandır.” (Mü’min, 21-22)
Hiçbir toplum ve zorba diktatör yoktur ki yaptıkları zulüm içinde boğulup gitmesinler. Bu ilahi bir yasadır ve bu yasa, zalimlerin yaptıkları küfür, isyan ve zulüm oranında şiddetli bir şekilde tahakkuk eder. Kendilerini güçlü zanneden nice zorba toplum ve kişiler, yüce Allah’ın azabından kurtulmamış, yerlebir olup helak edilmişlerdir.
“Şimdi sizin kâfirleriniz, ötekilerinizden güçlü mü, yoksa Kitaplarda sizin için bir beraat mı var?” (Kamer, 43)
Sünnetullahta, zalimlerin helak edilişlerinin gecikme nedenleri
Yüce Allah’ın kullarına karşı rahmeti o denli büyük, o denli geniştir ki, kendisini inkâr edenleri, şirk koşanları, indirdiği ilahi hükümleri reddedenleri ve elçilerine karşı çıkanları bile bağışlayacak derecede büyüktür. O, rahmeti gereği kullarına, hatalarından dönmeleri için fırsat vermektedir.
“Eğer Allah insanları, yaptıkları (her) haksızlıkla cezalandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı, fakat onları takdir edilen bir süreye kadar erteler, süreleri geldiği zaman da bir saat dahi ne geri kalırlar, ne de ileri geçerler.” (Nahl, 61)
“Dilesek onları (suda) boğarız, ne kendilerine yardın eden olur, ne de kurtarılırlar; ancak bizden bir rahmet ve bir süreye kadar yaşatma vardır.” (Yasin, 43-44)
Beşer olan bir kral, bir hükümdar ya da bir diktatör, kendilerine karşı çıkanları, emirlerini dinlemeyenleri, sorgusuz sualsiz öldürmekten çekinmezlerken, alemlerin Rabb’i her şeye gücü yeten yüce Allah (cc), kendisine karşı onca günah işleyen, şirk koşup isyan eden, gönderdiği hükümlerini tanımayıp küfre sapanları bile ansızın helak etmemekte, onlara fırsat vererek tevbe etmelerini istemekte ve kullarının işledikleri bütün günahlara rağmen onları bağışlayacağını, hatta işledikleri kötülüklerini bile hayır olarak yazacağını bildirmektedir.
“Onlar, Allah ile beraber başka ilaha yalvarmazlar; Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina yapmazlar. Kim bunları yaparsa cezasını bulur; Kıyamet günü onun için azap kat kat yapılır ve o azabın içinde hor ve hakir olarak kalır. Ancak tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenler, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere değiştirecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Furkan, 68-70)
“(Kullarıma) de ki: ‘Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin; Allah bütün günâhları bağışlar, çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (Ancak)size azap gelip çatmadan Rabbinize dönün, O'na teslim olun; sonra size yardım edilmez. Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada size azap gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun.” (zümer, 53-55)
Şirk ve küfür içerisinde bulunan, gönderilen hükümleri tanımayıp Rab’lerine isyan eden zalim despotların hemen helak edilmemesinin birçok nedeni bulunmaktadır. Bu nedenler Kur’an’da açıkça belirtilmektedir.
İsyancı günahkâr kulları, müşrik ve kâfirleri ve zorba diktatörleri helak eden ilahi yasa, şayet bugün hemen tahakkuk etmiyorsa bu, öncelikle yüce Allah’ın rahmetinin gereğidir. O, Rahmeti gereği zalimlere fırsat vermekte, onların tevbe etmelerini istemektedir.
45- Eğer Allah insanları, yaptıkları işler yüzünden (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı; fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor; süreleri geldiğinde, kuşkusuz Allah kullarını görmektedir.
Zalimlerin hemen helak edilmemelerinde Sünnetullahın, hemen cari olmamasının ikinci nedeni ise, küfür ve iman üzere bulunanların saflarının yeterince netleşmemesi ve bu toplumlar içerisinde iman edecek daha birçok kimsenin bulunabilmesidir. Bu nedenle yüce Allah (cc), Tevhid eri Müslümanlardan, daveti insanlara duyurmalarını istemektedir.
“Oysa sen onların içinde bulundukça Allah, onlara azap edecek değildi ve onlar istiğfar ederlerken de Allah, onlara azap edecek değildi.” (Enfal, 33)
“Onlar öyle kimselerdir ki inkâr ettiler, sizin Mescid-i Harâm'ı ziyaret etmenize ve bekletilen kurbanların yerlerine varmasına engel oldular; eğer orada kendilerini bilmediğiniz için tepeleyeceğiniz ve bilmeyerek tepelemenizden ötürü, kınanacağınız mü’min erkekler ve mü’min kadınlar olmasaydı, şayet (iman edenler ve inanmayanlar) birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr edenleri, acı bir azaba çarptırırdık.” (Fetih, 25)
Tarihi süreçte, helak edilen bütün toplumlarda, Tevhidi esasların duyurulmasından sonra saflar netleşmiş ve herkes, bulunduğu safı bilinçli olarak seçmiştir. İşte ancak bundan sonra yüce Allah (cc), o zalim inkârcı toplumları helak etmiştir. Safların netleşmesinde sorumluluk, Tevhid erlerine düşmekte, Tevhidi esasları, hiçbir kapalılığa ve muğlaklığa yer vermeden apaçık bir şekilde insanlara duyurmaları gerekmektedir. Aksi halde gelecek bela, görevini yapmayan, sorumluluğunu idrak etmeyen Tevhid erlerini de içine alacaktır.
“(Öyle) bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz, (hepinize erişir). Bilinki Allah'ın azabı çetindir.” (Enfal, 25)
Zalimlerin, hemen helak edilmemelerinin üçüncü nedeni ise onların, azabı hak edecek derecede zulüm ve isyanlarını artırmamamalarıdır. Çünkü inkârcı zalim despotlar, zulüm ve azgınlıklarında sınır tanımayacak dereceye ulaştıkların zaman helakı hak ediyorlar.
“Bu sözü yalanlayanı bana bırak; onları bilmedikleri yerden derece derece (azaba) yaklaştıracağız.” (Kalem, 44)
“Onların ne malları, ne de evladları seni imrendirmesin. Allah bunlarla onlara dünya hayatında azabetmeyi ve kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.” (Tevbe, 55)
İlahi mesajdan habersiz olmaları da, onların hemen helak edilmemelerinin bir başka nedenidir.
“Rabbin, başkentlerde onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe ülkeleri helak edici değildir ve biz, halkı zalim olmadan ülkeleri helak ediciler değiliz.” (Kasas, 59)
“Bu böyledir, çünkü Rabbin, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helak edici değildir.” (En’am, 131)
Zalimlerin, hemen helak edilmeyişlerinin bir başka nedeni de onların, geçmiş kavimlerin akıbetlerini düşünerek tevbe ederek Rab’lerine yönelmeleridir.
“Bugün yurtlarında dolaştıkları nice kuşakları daha önce helâk etmiş olmamız, hâlâ onları yola getirmedi mi? Şüphesiz bunda ibretler vardır; işitmiyorlar mı?” (Secde, 26)
“Andolsun biz sizin benzerlerinizi hep helâk ettik, öğüt alan yok mudur?” (Kamer, 51)
Yüce Allah (cc), dünyada helak etmediği bazı kavimlerin cezalarını da kıyamet gününe erteliyor.
“Zalimlerin yaptığından Allah'ı gâfil sanma, O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı bir güne ertelemektedir.” (İbrahim, 42)
“Eğer Rabbin tarafından söylenmiş bir söz ve belirtilmiş bir süre olmasaydı. (onların helâk edilmeleri hemen) gerekli olurdu.” (Taha, 129)
Sayılan tüm bu nedenlerden dolayı, inkâr ve azgınlıkları içerisinde bocalayan müşrik, kâfir ve zalimler, derhal helak edilmemekte, azgınlıklarında daha da ileri gitmeleri durumunda onlar, hem dünya hayatlarında helak edilecekler, hem de ahiret hayatında en büyük azaba gireceklerdir.
Surenin başında, yüce Allah’ın üstünlüğünden ve büyüklüğünden, güç ve kurdet yönünden de eşi ve benzeri bulunmadığından söz ediliyordu; surenin sonunda da yine yüce Allah’ın, günahkâr kullarını, hemen helak etmeyişinin, rahmetinin büyüklüğünden dolayı olduğu ortaya konulmakta, aynı zamanda gerektiğinde, kendilerini güçlü gören inkârcı kâfirleri helak ederek en güçlünün yalnızca yüce Allah (cc) olduğu vurgulanmaktadır.
Fatır Suresi sonu
Kurani Mücahede: 2014-07-16
Bir yanıt yazın