ALMA MAZLUMUN AHINI, ÇIKAR AHESTE AHESTE
ZULÜM İLE ÂBÂD OLUNMAZ
Kemalist zorbalığın Anadoluyu işgal ettiğin günden bugüne kadar, mazlum Anadolu halkı üzerine uyguladığı baskı ve zulüm, estirdiği şiddet ve terör son yıllarda dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Özellikle Müslümanlar üzerine estirilen laik, Kemalist terör, Müslümanlara adeta nefes aldırmıyordu. Bu zulüm, giderek öyle dozajını artırdı ki, Müslümanlar için neredeyse sokağa çıkmak bile suç addediliyor, “Allah” demek suç sayılıyor, Müslüman şahsiyetler ve bazı İslamcılar ile Kürt ileri gelenleri çoğu zaman hiçbir neden olmadan, tutuklanıp cezaevine atılıyorlardı.
Kemalist zorbalığı savunan Kemalistler, özellikle de Kemalist subaylar, oluşturdukları Batı Çalışma Grubu, Jitem ve benzeri kurumlarla Müslümanları, İslamcıları ve Kürtleri fişliyor, faili sistemin bizzat kendisi olan, fakat faili meçhul diye isimlendirilen suikast ve cinayetlerle aykırı gördükleri insanları öldürüyorlardı.
Her vesile ile küçük görüp inanç ve değerlerine hakaret ettikleri Anadolu halkının, asker olan evlatlarının silahları gölgesinde, aslan(!) kesilip kendilerini her şeyi yapmaya müktedir gören, işgal ettikleri ülkeyi kendi mülkleri sanan Kemalist subayların, astıkları astık, kestikleri kestikti. Jitem görevlileri ve diğer kiralık katilleri eliyle binlerce masum insanı katleden, özellikle Kürt toplumundan birçok insanı, gece evlerinden alıp infaz eden, cesetlerini dahi yok edip ailelerini kedere boğan Kemalist katiller, estirdikleri terör, uyguladıkları şiddet ve akıttıkları masum insanların kanları ile Anadolu’yu adeta kan gölüne çevirmişlerdi.
Kendilerini, kaf dağında gören zorba Kemalist generaller, halk tarafından yapılan en küçük bir organizasyona bile tahammül edemiyor, halkın parasıyla alınmış ve ülke dışından gelebilecek tehditler için kullanılması gereken tankları, hiçbir ahlaki değer taşımadan, gözleri dönmüş bir halde halka gözdağı vermek için Sincan’da da görüldüğü üzere sokaklara sürebiliyorlardı.
Her on yılda bir ihtilal yapmaya, masum insanların kanlarını akıtmaya, bu ihtilaller nedeniyle ceplerini doldurmaya alışmış Kemalist generaller, bu alışkanlıklarını sürdürmek ve kana susamış vampirler gibi kan ihtiyaçlarını gidermek için, plan üstüne planlar yapıyor, adına “Balyoz, Çarşaf, Sakal, Oraj, Suga” gibi isimler verdikleri planlarla, aslında hizmetinde olmaları gereken halka tuzaklar kuruyorlardı.
Gözlerini kan bürümüş Kemalist generallerin, halka kurdukları tuzaklara (yaptıkları planlara) verdikleri isimler oldukça ilginçtir. Halka kin ve düşmanlık besleyen Kemalist generaller, düşman oldukları Müslüman halkın erkeklerinin sakallarını, kadınlarının giydiği çarşaflarını kanlı planlarına isim olarak veriyorlardı. Bu bile, Kemalist generallerin, Müslüman gördükleri halka ne denli düşman olduklarını, yapacakları kanlı ihtilallerinin, sakallı ve çarşaflı insanları hedef aldığını açıkça ortaya koymaktadır.
Son soruşturmalarda açığa çıkartıldığı üzere, gözlerini kan bürümüş olan bu generaller, ekmeğini yedikleri halka, kin ve düşmanlıklarında o denli haddi aştılar ki, yaptıkları planlara göre halkı camilere toplayıp bombalamayı, sanki emperyalizmin askerleriymiş gibi halkı, esir kamplarına toplamayı ve hatta kendi uçaklarını düşürmeyi bile tasarlamışlar.
Askerlikten başka bir şeye aklı ermeyen, onu bile doğru dürüst yapamayan Kemalist generaller, kendilerini ülkenin sahibi zannettikleri için, bir patron edasıyla her alana el atıyor, basını kontrol ediyor, yargı mensuplarına diz çöktürerek talimatlarla yargıyı istedikleri gibi yönlendiriyor, ekonomiye yön vermeye çalışıyorlardı.
Müslümanlara ve İslamcılara piyasada hayat hakkı tanımayan, Müslüman zannettikleri İslamcı holdingleri kapattırarak hem işsiz insanların çoğalmasına, hem de yeşil sermaye diye isimlendirdikleri bu İslamcı holdinglerin yatırımlarını yurt dışına kaçırmalarına sebep olarak ülke ekonomisinin çökmesine neden olan Kemalist generaller, ülkeyi yoksullaştırarak emperyalist efendilerinin sömürü düzeni IMF’ye muhtaç ettiler. Demirel’in acı bir şekilde itiraf ettiği gibi ülkeyi 70 cente muhtaç eden zorba Kemalist generaller, ülkenin, günden güne yoksullaşması ile kendi elleriyle kendi kuyularını kazmış oldular.
Kemalist zorba sistem, halka yaptığı her zulüm ve baskı ile kendi sonunu hazırlıyor, gün geçtikçe acı sona daha çok yaklaşıyordu. Özellikle 90’lı yılların sonlarına doğru yüz binlerce işyeri iflas edip kapanmaya başladı, halk açlık ve sefalet içinde kaldı, enflasyon üçlü rakamları gördü, borsa dibe vurdu, işsizlik %20’lere doğru hızla tırmanışa geçti.
Yoksulluk ve sefalet içerisinde kıvranan halk, siyasi parti mitinglerinde “açız açız” diye bağırarak içerisinde bulundukları içler acısı hali sistemin yöneticilerine duyurmaya çalıştı. Birçok insan, açlık ve sefalet nedeniyle içerisine girdiği bunalım sonucu intihar etti ya da intihara kalkıştı. O dönem gazetelerinde de yayınlandığı üzere, elektrik parasını veremeyen milyonlarca insanın elektriği kesildi.
Karayolları, Köy Hizmetleri, Devlet Su İşleri gibi önemli devlet kurumlarının birçok önemli şubesini kapatarak yıkımın sonuna gelen zorba sistem, ekonomik idaresini Dünya Bankası ile IMF'ye, siyasi idaresini ABD ile AB'ye teslim etti; Kemalist zorba generallerin baskısı altındaki devlet ve siyaset yönetiminin beceriksizliği, acziyeti ve devleti idare etme yeteneğinden mahrum oluşları Türkiye'yi dünya devletleri gözünde sıfıra indirdi. Bütün bunlar ve daha birçok sorun, dikta sisteminin artık tükendiğinin bir göstergesiydi.
Emperyalizmin yerli işbirlikçisi Kemalist sistemin, Anadolu’yu işgal ettiği günden bu güne kadar halka kan kusturan, halkı baskı ve zorbalıkla sindirmeye çalışan Kemalist zorbalarına karşı artık tahammül gücü kalmayan Anadolu esnafı, T.C. tarihinde ilk defa sokağa döküldü; Ankara’da sisteme karşı bir ayaklanma başlattı. Artık kendilerinin de, zorba sistemlerinin de sonunun geldiğini gören zorba generaller, sistemi ve kendilerini kurtarma telaşına kapıldılar.
“Denize düşen yılana sarılır” diye bir özdeyiş vardır; bu söz, Kemalist zorbaların durumunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Zorba sistemin, Anadolu’yu işgal ettiği günden bu yana, Anadolu halkının, inanç, gelenek, görenek ve kültürel değerlerine düşman olan, onlarla savaşan, kin besleyen Kemalist zorbalar, iman ettikleri sistemlerinin ve doğal olarak da sürdürdükleri saltanatlarının sonunun yaklaştığını hissedince kurtuluşu, İslamcılara sarılmakta gördüler.
Kemalist zorbalar, yıllarca irticacı gördükleri, her vesile ile inanç değerlerine hakaret edip küfrettikleri, hiçbir gerekçe göstermeden işletmelerini kapatıp ekonomik hayattan mahrum bıraktıkları İslamcıları, yeniden ekonomik hayata kazandırmak ve böylece kendi tükenişlerini kısmen de olsa durdurabilmek ve geciktirebilmek için, hiç sevmedikleri halde İslamcılara muhtaç oldular.
Sonlarının kaçınılmaz olduğunu iyice anlayan dikta sisteminin generalleri, son bir gayret ve çırpınışla bir kurtarıcı, halkı aldatıp oyalayarak rejime karşı halkta biriken kin ve öfkeyi azaltacak bir can kurtaran simidi aradı ve buldu da; Recep Tayip Erdoğan ! Kullanılmaya açık, makam ve mevki ihtirası gözlerini bürümüş, bu nedenle de verilen her emri zevkle yapabilecek bir kişiliğe sahip Erdoğan! Kemalist generaller, Recep Tayip Erdoğan’ı ve ekibini, cankurtaran simidi olarak gördüler.
Bir mitingde okuduğu sıradan bir şiire bile tahammül edilmeyip dikta sistemi tarafından cezaevine atılan, Yargıtay Başsavcısı ile adeta kanlı bıçaklı olan, medyada aleyhinde en ağır ifadeler kullanılan; soyguncu, rüşvetçi olduğu, başkanlığını yaptığı İstanbul Büyükşehir Belediyesini soyup soğana çevirdiği söylenen, bu nedenle hakkında davalar açılan ve davaları devam eden, sistem düşmanı(!) diye empoze edilen Erdoğan, birdenbire dikta sisteminin umut bağladığı, kurtarıcı gördüğü bir kişi haline geldi.
İslâm'ın ‘İ' sine tahammül etmeyen; hanımları başörtülüdür, namaz kılıyorlar, içki içmiyorlar diye masum insanlara suçlu muamelesi yapıp onları ordudan, işyerlerinden, okullarından atan, İslâm'ı savunuyorlar, Müslümanca düşünüyorlar diye bir çok Müslüman yazarı, genci hatta kadınları cezaevine atan, “başörtülü” oldukları, gerekçesi ile asker olan evlatlarını ziyarete giden anneleri, nizamiye kapısından içeri sokmayıp onlara, yabani hayvanlara bile yapılamayacak muameleyi reva gören, akrabalarını ziyarete giden başörtülü kadınları askeri lojmanlara, Gülhane hastahanesine sokmayan, bu konuda talimatlar yayımlayan, bir toplantıda başörtülü bir kadını gördüklerinde, kırmızıya allerji duyan İspanyol öküzleri gibi burunlarından soluyup toplantıyı terk eden ya da o başörtülü kadınları toplantıdan çıkartan, dikta sisteminin generalleri, sonunda İslamcılara muhtaç duruma geldiler.
Siyasi yasaklı Erdoğan'ı can kurtaran simidi olarak gören Kemalist generaller ya da onların bağlı oldukları ABD ve Batı, Erdoğan'ın iktidara giden yolu üzerinde bulunan tüm engelleri tek tek kaldırıyorlardı. Nitekim önce, Erdoğan'la cana can dişe diş düşman olan Yargıtay başsavcısı Vural Savaş'ın Erdoğan'ı bir ömür boyu siyasi yasaklı yapacak davasını geri çekmesini ve davasından vazgeçmesini sağladılar. Erdoğan'ı iktidara hazırlayanlar, Vural Savaş'ın kulağını çekmiş ve davasından vazgeçirmişlerdi. Savaş, can düşmanı Erdoğan'ı bir ömür boyu siyasi yasaklı olmaktan kurtardı ve davasını alelacele geri çekti. Bu konuda, daha önce Erdoğan aleyhinde en ağır ifadeleri kullanan medya da sessiz kaldı, ağızları açıldığında İslâm’i değerlere küfreden ateist generaller susturuldu.
Erdoğan için açılan davalar ve AKP'nin kapatılması için anayasa mahkemesine Yargıtay başsavcısı tarafından açılan dava yine kemalist generaller ya da onların bağlı oldukları ABD ve Batı tarafından seçimden sonraya bıraktırılıyor. Böylece AKP ve Erdoğan'ın seçime katılması sağlanıyordu.
Aydın Doğan Medya Grubu ve benzeri İslâm düşmanı tüm basın, seçim öncesi adeta AKP'nin ve Erdoğan'ın yayın organları gibi çalışıyor, anketlerde AKP sürekli önde gösteriliyor, CHP dışında diğer partilere hiç yer verilmiyor, Doğan Medya grubu yazarları, il il dolaşıp adeta AKP ve Erdoğan'ın militanları gibi çalışıyor, AKP propagandası yapıyorlardı. Siyasi yasaklı Erdoğan AKP başkanı olarak il il dolaşıp siyasi konuşmalar yapıyor, yapmasına fırsat veriliyordu.
Erdoğan ve ekibi adım adım, kademe kademe devletin siyasi yönetimini ele almaya hazırlanıyorlar; ancak ne hikmetse hiç kimseden tek bir eleştiri, tek bir aleyhte söz çıkmıyor. İslâm düşmanı basın, sokağa dökülüp İslâm şeriatına salyalarını akıtarak küfreden dinsiz taifesi, en küçük bir konuda, basına bildiri üstüne bildiri veren Genel Kurmay'ın ve her törende İslâm'a İslâmi değerlere ve müslümanlara saldırmayı ilk görev bilen generaller dillerini yutmuş gibi suspus olmuşlar, dut yemiş kargaya dönmüşlerdi.
Dikta sistemi, halkın artık patlama noktasına geldiğini, esnafın sokağa dökülüp isyan ettiğini, halkın açlık ve sefalet içinde kıvrandığını, ekonomisinin çöktüğünü, siyasi iradenin yok olduğunu, kurumlarının teker teker kapatıldığını görüyordu. Anadolu halkı, zorba sisteme bugüne kadar hiç güvenmemişti; sistemi benimsemediği için de seçimlerde oy kullanmak istemiyordu. Sistem her konuda olduğu gibi bu konuda da halka baskı yapıyor, tehdit, şantaj ve para cezasıyla halkı oy kullanmaya zorluyor, ancak tüm bu baskılara rağmen, halktan büyük bir çoğunluk sandık başına gitmeyi de sistemi de reddederek oy kullanmıyordu.
Öyle ki halk, rejime karşı tepkisini artık açıktan açığa dile getirmeye başlamıştı. Zorba sistem, dünyadaki halk hareketlerinin ülkelerindeki diktatörleri nasıl yerle bir ettiğini görüyor, kendi sonunun da yaklaştığını anlıyordu. Bu nedenle Menderes ve Özal gibi halkı sistemle barıştıracak birilerini bulması gerekiyordu. İşte Erdoğan, bunun için en iyi, en uygun piyondu. Zorba sistem, Erdoğan'ı önceki benzerleri gibi kullanacak, biraz nefes aldıktan, halkı kısmen de olsa teskin ettikten sonra “miadı dolmuştur” diyerek işini bitirecekti. Daha önce Menderes ve Özal örneklerinde olduğu gibi, belki de Ziya'ül Hak ya da Gandi gibi bir sonla gidecekti.
Zorba sistem, Erdoğanı, miadı dolduktan sonra ortadan kaldırmak için Atabeyler ve Ergenekon çetelerini kurdu. Bu çetelerle bir başarı elde etmemesi durumunda B planı olarak Balyoz, Sakal, Çarşaf, Oraj, Suga gibi darbe planlarını hazırladı. Ancak zorbaların hesapları tutmayacak, tuzakları kendi başlarına geçecekti ve öyle de oldu. Aslında her şey, ilahi bir hükmün gereği olarak tecelli ediyordu.
“Allah” demeyi suç sayan, İslâmi değerlere ve Müslümanlara savaş açan, camileri ve kendi halkını bile bombalayacak kadar gözleri dönen zorba sistemin generalleri, ilahi hükmün tecellisi olarak, başka zalimler tarafından tuzağa düşürülecek ve saltanatlarına son verilecekti. Yüce Allah’ın buyruğu gerçekleşti ve bu inkârcı zalimlerin, başka zalimler tarafından saltanatları ellerinden alındı ve zulümleri ortadan kaldırıldı. İşte o ilahi hüküm:
“Onlar, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allâh'ın bazı insanları diğer bazılarıyla savunması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah, kendi(dini)ne yardım edene elbette yardım eder. Muhakkak ki Allah, kuvvetlidir, gâlibdir.” (Hac, 40)
İşte bu ilahi hüküm, artık işlemeye başlamış ve kendileri ile sistemlerini kurtarmak için çırpınan Kemalist generaller, kendi saltanatlarının sonunu getirecek Erdoğan ve ekibini, ABD ve Batının bastırması ile kendi elleri ile iktidara getirdiler.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak kuralı işlemeye başlamıştı bir kere; artık dönülmesi mümkün değildi, ya sistem ve Kemalist generallerin saltanatı acı bir şekilde sona erecek ya da daha önce irticacı deyip partilerini kapattıkları Erdoğan ve ekibine, istemeseler de, iktidarı teslim edeceklerdi.
Emperyalizmin yerli işbirlikçisi Kemalist sistemin çökmesi, başta ABD ve Batı’nın işine de gelmiyordu. Çünkü emperyalizm, bu ülkede, Kemalist sistem sayesinde rahatça cirit atıyor, bu sayede İsrail’e koruma kalkanı görevi yapıyordu. Bu nedenle ABD, işi sıkı tutuyor, sistemin çökmemesi için ne gerekirse yapıyordu.
ABD, Erdoğan'ın tekerine taş koyacağını düşündüğü herkesi uyarıyor; bu nedenle T.C. Genel Kurmay başkanını ABD'ye çağırıp Erdoğan'a sorun çıkarmamasını tavsiye(!) ediyor. İslâm'ın ‘i'sini duyduklarında beyinlerine kan sıçrayan Genel Kurmay ve bağlı generallerinden “tık” çıkmıyor. İslâm'dan, Müslümanlardan ve İslâmi değerlerden oldukça rahatsızlık duyan Kemalist generaller, ABD'nin kulaklarını çekmesi sonucunda Erdoğan ile ilgileniyor ve hem siyasi yasaklı olan, hem de partisi bile seçimlere katılmayan Erdoğanı, 30 Ağustos kutlamalarına davet ediyor, özel protokol sıralarında kendisini ağırlıyordu.
ABD, Irak'ın işini bitirip İsrail'in önünü açıncaya ve Ortadoğu'ya tam yerleşene kadar Erdoğan'a iltifat edecektir; ancak işi bitince, önceki uşaklarına yaptığını Erdoğan'a da yapacak ve T.C.'ye “gereği yapılmak üzere” havale edecektir. Zaten T.C.'nin de beklediği bu andır.
ABD, T.C.'nin Başbakanı'na bile aylar sonra görüşme randevusu verirken, Amerika'ya giden Ecevit de dahil, nice başbakanlara görüşme randevusu bile vermezken, Erdoğan'a yıldırım hızıyla randevu veriyor ve hemen görüşüyor. Bu hızlı görüşmenin nedeni açık bir şekilde ortadadır; Irak'a yapılacak saldırının o günlerde gerçekleşeceği ve işgalci ABD'ye, Türkiye hava üslerinin bir an önce açılması isteğidir.
Ve sonun başlangıcı
Anadolu halkı, işgalinden bu yana Kemalist zorba sistemi benimsememiş, ona karşı duyduğu içinden beslediği kin ve nefretini her seçim dönemlerinde en iyi şekilde göstermiş, bu zorba sistemden ve onun generallerinden memnun olmadığını her vesile ile belirtmiştir. İşte bu nedenle Anadolu halkı, 3 Kasım 2002 seçimlerinden başlayarak, zorba sisteme tepkisini bir kez daha ortaya koymuş, ilk seçimde AKP’ye %36, ikinci seçimde %46 ve üçüncü seçimde %51 oy vererek sisteme karşı tavrını açıkça ortaya koymuştur.
Anadolu halkı, Kemalist generallerin en ufak bir kıpırtısında şapkasını alıp gitmeyen, tam aksine, 27 Nisan 2007’de sanal bir muhtıraya karşı diklenen Erdoğan’ı, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde %46 oy vererek mükâfatlandırmıştır. Yani halk bu tavrı ile Kemalist generalleri sevmediğini bir kez daha çok açık bir şekilde göstermiştir.
28 Şubat 1997 süreciyle halka yeni bir gözdağı vermeye çalışan dikta rejiminin koruyucuları, yüzleri kızarıp utanmadan bu sürecin sürekli olacağını söylüyorlardı. Nitekim Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, 18 Nisan seçimlerinin ertesinde şöyle diyordu. "28 Şubat muhtırası 100 yıl, gerekirse 1000 yıl sürecek…" ancak Anadolu halkı, artık bu Donkişotçu numaralara aldırış etmiyor, zorba sisteme ve sistemin koruyucularının kirli ve kanlı suratlarına her vesile ile şamar atıyordu.
Anadolu halkı, kendisini, sürekli olarak horlayan, darbelerle, muhtıralarla sindirmeye çalışan zorba sistemin koruyucuları generallere bu sefer kendileri muhtıra vermiş ve her seçimde bu muhtırasını daha güçlü ve sert bir şekilde ortaya koymuştur. Gerek Arap alemindeki ayaklanmalar, gerekse Anadolu halkının, artık eskisi gibi güdülen koyun olamayacağı gerçeği ve zorba sisteme tepkilerini her vesile ile daha güçlü bir şekilde dile getirmeleri, Kemalist generalleri çaresiz bırakmış, ne yapacaklarını bilmez bir hale düşürmüştü.
O halkın tepkisi ki, 90 yıldan fazla bir süredir Kemalist dikta rejimine karşı kin ve düşmanlıkla dopdolu bir tepki! Bu öyle bir tepki ki, CHP’nin yanında yer alan DP’yi ve onun başındaki Mehmet Ağar’ı un ufak etmiş, siyaset meydanından silip atmıştır. Anadolu halkı, dikta rejimine ya da yandaşlarına yakınlık gösteren herkese dersini vermiştir bugüne kadar. Tıpkı önceki 3 Kasım seçimlerinde Ecevit ile koalisyon yapan ANAP ve MHP’yi sandığa gömerek derslerini verdiği gibi.
Halkın tepkisinin farkında olan ve bundan korkan Genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt, Kara Kuvvetlerinde verdiği bir resepsiyonda bu korkusunu; “Halkı kızdırmayalım” diyerek dile getiriyordu. İşte bu nedenle de Kemalist generaller, artık halka silahın ucunu gösterip darbe yapmaya cesaret edemiyorlardı. Bu gerçeği gören Erdoğan da, kendisine karşı olanları, Amerika karşıtı göstererek, ABD’nin destek ve yardımı ile Kemalist generalleri, çeşitli bahanelerle suçlayarak teker teker toplamaya başladı.
Kendilerini ülkenin sahibi zanneden, bir dedikleri iki yapılmayan, şahsiyetsiz politikacıların göklere çıkardıkları Kemalist generaller, süt dökmüş kediye dönmüş bir halde, zillet içerisinde, dün emir verdikleri askerler ve polisler tarafından adeta yaka paça toplanarak cezaevine atıldılar.
Durumları, içler acısıydı, kimi hastahanelere koşup yatıyor, kimileri hafızasını kaybetmiş raporları alıyor, kimileri yurtdışına kaçıyor. Halk üzerinde, halkın çocuklarının silahları gölgesinde aslan kesilen Kemalist generaller, çil yavrusu gibi kaçacak delik aradılar, ancak nafile! Bütün yolları kapanmıştı, açık kalan tek yol cezaevi yoluydu.
Halkla alay edercesine, havan mermisi atan silahları boru, halka uygulayacakları zulüm planlarının yazıldığı tutanakları kâğıt parçası diye basın toplantıları düzenleyerek anlatan Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ da, cezaevini boylayınca artık Kemalist generallerin tutunacak hiçbir dalları kalmamıştı.
Bir zamanlar, sıradan bir subay ya da astsubay bile, mahkemeye ya da mecliste oluşturulan kimi soruşturma komisyonlarına çağırıldıklarında gitmiyor, mahkemeyi, meclisi tanımıyorlardı. Oysa şimdi Genelkurmay başkanları bile kuzu kuzu mahkemeye gidiyor, tutuklanıp cezaevine atıldıklarında çıtları bile çıkmıyordu. Eh, etme bulma dünyası.
Şemdinli’de 9 Kasım 2005’te Umut kitabevini bombalayan astsubaylar Ali Kaya ile Özcan İldeniz’e, sahip çıkıp sanıklardan Kaya için "Tanırım, iyi çocuktur" diyen orgeneral Yaşar Büyükanıt, bu terörist astsubaylara, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde "Cinayet, çete kurmak ve cinayete teşebbüs" suçlarından 39 yıl 10 ay 27'şer gün hapis cezası verilmesine rağmen dosyalarının gittiği Askeri Mahkeme'de ilk duruşmada tahliye edilmelerini sağladı. Oysa şimdi Büyükanıt kendisi sanık sandalyesinde bir suçlu olarak oturmak zorunda kaldı.
Kendisini her şeyi yapmaya kudretli gören, basını, talimatlarla idare eden, Sincan’da tankların yürütülmesini, “Demokrasiye balans ayarı yaptık” diyerek halkla alay eden, şahsiyetsiz politikacıları hizaya sokan, adı kudretli paşa olarak anılan Çevik Bir’in bir hiç olduğu, kudretini, inançlarına hakaret ettiği Anadolu halkının evlatlarının silahlarının gölgesinden aldığı, tutuklandığı gün anlaşıldı. Şimdi halkın gücü, Çevik Bir ve benzeri zorba generallere balans ayarı yapıyor, ne kadar aciz ve zavallı olduklarını kendilerine gösteriyor.
Yeni Genelkurmay başkanı Necdet Özel, Erdoğan’ın adeta emireri gibi, her söyleneni kuzu kuzu yapıyor, hükümetin her dediğini, asker mantığı ile emir telakki edip hemen yerine getiriyor. CHP’li bir milletvekilinin de ifade ettiği üzere, aslan görüntülü generaller, meğerse kartondan birer kaplanmışlar.
Kartondan yapılı Kemalist generaller, meşhur 28 Şubat 1997 dizayninde, önlerine diz çöktürdükleri yargı mensupları savcı ve hakimler karşısında, şimdi uslu bir ilkokul öğrencisi gibi elpence bir şekilde duruyor, diz çöktürdükleri yargı mensuplarından merhamet diler duruma düşmüşlerdir.
Eh, düşmez kalkmaz bir Allahtır. Zulüm bir kere daha âbâd olmamış ve zalimler, zulümleri ile beraber, tarihteki benzerleri gibi yerlebir olmuşlardı. Zalimler, zulmettikleri mazlumların “Ah”ları ile yerle yeksan olmuşlar ve “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” sözünün gerçekleşmesini bir kere daha göstermişlerdir.
Kemalist generaller, kendi saltanatlarını ve iman ettikleri zorba sistemi kurtaracak düşüncesi ile partisinden ayırdıkları, tüm siyasi yasaklılığını düşürüp çeşitli dalaverelerle siyasete soktukları Erdoğan tarafından yıkılmışlar, onun tarafından saltanatlarına son verilmiştir. Bütün bu olan olaylar, Kur’an’ın ifade ettiği şekliyle vukubulmuş, zalimlerin bir kısmı, diğer bir kısmı ile yok edilmişlerdir.
“İşte kazandıkları(günahları)ndan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine böyle takarız.” (En’am, 129)
Kemalist generaller, Erdoğan ve ekibi için kazdıkları kuyulara kendileri düşmüş, Atabeyler, Ergenekon çeteleriyle kurdukları tuzaklara kendileri yakalanmışlardır. Onları, ne daha önce hizmet ettikleri ABD, ne de demokratik dinlerini taklit ettikleri Batı kurtarabildi. Halka uyguladıkları zulüm, ayaklarına dolandı, hak ettikleri sonucu buldular.
Ramazan Yılmaz: 2013.10.10
Bir yanıt yazın