İslâm, yüce Allah’ın en güzel surette yaratttığı insana, insanın şeref ve haysiyetine oldukça çok önem verir. Bu nedenle Kur’an, insanların, zillete düşmelerine, zalimler tarafından ezilmelerine izin vermez; zalimlere ve onların zulümlerine karşı mücadele edilmesini emreder.
Risalet tarihi boyunca hiçbir Risalet önderi peygamber ve onların yolunda giden hiçbir Tevhid eri Müslüman, karşılaştıkları onca zulüm ve baskıya, uğradıkları dayanılmaz zulüm ve şiddete rağmen kâfirlere boyun bükmemişler, onlara yaranmaya çalışmamışlar, onların yanında zillet içerisine girmemişlerdir. Çünkü iman edip teslim oldukları vahiy, onları, zorba kâfirlere itaat etmekten men ediyordu.
“Ey peygamber, Allah'tan kork; kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allâh bilendir, hakimdir.” (Ahzab, 1)
Kâfirlere değil itaat etmek, Tevhidi konularda onlara, yumuşak davranmak bile, Tevhidi esasları, safların belirginliğini (doğruluk ve sapıklığı) bulanıklaştırmak ve karıştırmak olur ki bu, yüce Allah (cc) tarafından kesinlikle yasaklanmıştır. Kâfirlere yumuşak davranmak iman eden kimsenin helak olmasına neden olur.
“Öyleyse yalanlayanlara itaat etme istediler ki, sen yağcılık yapasın da (taviz veresin de) onlar da yağcılık yapsınlar (sana taviz versinler).” (Kalem, 8-9)
Küfrün temsilcilerine, Tevhidi esaslara zıt olan konularda itaat etmek, Haktan yüzçevirmek, şirke düşmektir. Yüce Allah (cc) kullarını bu durumdan sakındırmaktadır. Zorba tağuti sistemlere yaranmaya çalışanlar, onların kanun ve kurallarının arkasına sığınarak parti, dernek ve vakıf gibi şirk ve küfür yuvalarına gidenler, Haktan sapmış, imanlarından sonra küfre dönmüşlerdir.
“Ey iman edenler, eğer inkâr edenlere itaat ederseniz, sizi arkanıza (küfre) çevirirler, o zaman büsbütün kaybedersiniz.” (Al-i İmran, 149)
Kur’an, zalimlere ve kâfirlere karşı çıkılmasının ve onlara sert davranılmasının, mü’minlerin özelliklerinden olduğunu belirtirken, mazlumlara sahip çıkılmasını, onlara yumuşak davranılmasını, onların korunmasını da istemektedir. Kur’an, ezilen kimseler, cahil de olsalar, mü’minlere karşı da çıksalar bile, onlara sert davranılmamasını emretmekte ve onlara “Selam” denilip geçilmesini istemektedir. Bu, yüce Allah’ın mazlumlara karşı, dünyada gösterdiği merhametin bir gereğidir.
Kur’an, insanların onurları ile zulme karşı çıkmalarını ve Müslümanlardan da mazlumları korumalarını emreder. Zulme boyun bükülmesini istemeyen, bu nedenle gerekirse ezilen kimselerin hicret etmelerini isteyen yüce Allah (cc), zulme karşı, zillet içerisinde boyun büküp sessiz kalanların varacakları yerin cehennem olduğunu bildirir.
“Nefislerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: ‘Ne yapıyordunuz?’ dediler. (Onlar): ‘Biz yer yüzünde aciz düşürülmüştük’ diye cevap verdiler. Melekler dediler ki: ‘Allah'ın yeri geniş değil miydi ki onda hicret etseydiniz?’ İşte onların durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası!” (Nisa, 97)
Zalimlere ve onların zulümlerine boyun eğilmesinin fısk olduğunu, boyun bükenlerin de onurlarını kaybetmiş, alçaltılmış kimseler olduklarını bildiren yüce Allah (cc), bu konuda Fir’avn’e, zillet içerisinde boyun büküp onun zulmüne karşı çıkmayan İsrail oğullarını örnek olarak vermektedir.
“Kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim idiler.” (Zuhruf, 54)
“Andolsun biz, İsrâil oğullarını o küçültücü azapdan kurtardık.” (Duhan, 30)
Yüce Allah (cc), küfrü din edinen zorba kâfirlere, boyun bükülmesini sevmediği gibi, kâfirlerin yanında onursuzca şeref aranmasını da istememektedir. O, şerefli yaşamak isteyen kimselerin, Zatına iman etmelerini istemekte ve bütün şerefin Kendi yanında olduğunu bildirmektedir.
Kim şeref istiyorsa şeref tamamen Allah'ındır. Güzel söz O'na çıkar, iyi amel onu yükseltir, kötü şeyleri kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulacaktır.” (Fatır, 10)
Şeref ve üstünlük, tamamen alemlerin Rabb’i yüce Allah’ın yanındadır. Kendilerinde şeref bulunmayan, kendileri Rab’lerine isyan ettiklerinden dolayı alçalmış, aşağıların aşağısına düşmüş kâfirlerin yanında itibar aramak ve onların yanında şeref kazanılacağını düşünmek, bir aptallık değilse bu, apaçık bir şeref yoksunluğudur. Çünkü kendileri şerefli olmayanların başkalarını şereflendirmeleri mümkün değildir.
Kâfirlerin yanında şeref aranması ancak zillet ve acziyetin, aşağılık kompleksi içerisinde yaşamanın bir sonucudur. Yüce Allah’a gerçekten iman etmiş kimseler, onurdan mahrum olan zorba kâfirlerin, tağuti düzenlerin kurallarının arkasına sığınarak kâfirlere yaranmaya, onlara hoş görünmeye çalışmazlar. Çünkü böyle bir durum, eşyanın fıtratına aykırıdır. Bu nedenle üstün ve şerefli olan kimseler, daha aşağılık olan, Kur’ani ifade ile esfele safilin (aşağıların aşağısına düşen) kimselerin yanında kendilerini küçük düşürmezler.
Şeref sahibi olmak, ancak yüce Allah’ın indirdiği Tevhidi esaslara iman etmek ve hayatı bu esaslara göre düzenlemekle mümkündür. Gerçekten onurlu ve izzetli bir hayat sürmek isteyen kimseler, yüce Allah’a isyan eden ve hiçbir şerefe sahip olmayan beşeri tağuti sistemlerden ve onların oluşturdukları kurumlardan yüzçevirmeli, Kur’an’a sarılmalı, onun belirlediği esaslara göre hareket etmelidirler.
“Andolsun, size, içinde şerefiniz bulunan (sizi yüceltecek) bir Kitap indirdik. Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Enbiya, 10)
“Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl, çünkü sen doğru yoldasın. O (Kur'an) sana ve kavmine bir şereftir ve yakında (ondan) sorulacaksınız.” (Zuhruf, 43-44)
Yüce Allah (cc), kendisi yüce ve izzetli olduğu için, kendisine iman edenleri de yüceltmek ve şerefli kılmak istiyor. Bu nedenle insanları, kendisine kulluk etsinler diye en güzel bir şekilde yaratmıştır. Ancak yüce Allah (cc), kulluk yapmaktan yüzçevirenleri, aşağıların aşağısına çevirerek alçaltmış, onursuz yaratıklar haline dönüştürmüştür. Kur’an, kâfirlerin yanında şeref arayanları ve aşağıların aşağısına düşen kişileri şu şekilde tarif etmektedir.
“De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kime lanet ve gazab etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tağuta itaat edenler yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide, 60)
Buradaki ifade çok net ve açıktır; yüce Allah’a kulluk yapmaktan yüzçeviren kimseler, alçaltılmışlar ve onursuzlaştırılmışlardır. Yüce Allah (cc), kâfirlerin, şereften mahrum olduklarını, onları dost tutanların, hiçbir şekilde şerefli olamayacaklarını, şerefli olmak isteyenlerin, ancak Kendisine iman eden kimselerle beraber bulunmaları halinde şerefli olabileceklerini bildirmiştir.
“Onlar mü'minleri bırakıp kâfirleri dost tutuyorlar. Onların yanında şeref mi arıyorlar? Bütün şeref, tamamen Allah’a aittir.” (Nisa, 39)
Şu bir gerçektir ki, taştan, tunçtan, ağaçtan yapılmış putlara tapanlar, kendi sülfi hevalarını ölçü edinenlerde izzet ve şeref olmaz. Kendilerinde izzet ve şeref bulunmayan, kendileri düşük ve alçaltılmış olan putperest müşrik kâfirlerin belirledikleri hükümlere uyup onların yanında şeref arayanlar, aradıklarını hiçbir zaman bulamayacakları gibi, kendileri de şereften nasiplenmemiş ve alçaltılmış kimseler olacaklardır.
Yüce Allah (cc), dünya hayatlarında, Tevhidi esaslara iman edip o esaslar doğrultusunda yaşayan kullarını, kıyamet günü, o şereflerine layık makamlara yerleştirecek ve onları orada da şereflendirecetir. Oysa kâfirler ve onlara itaat edenler, alçaltılmış olarak cehenneme sürüleceklerdir.
Yüce Allah (cc), iman edenlerin, kâfirlere karşı, her türlü zorluk ve sıkıntı zamanlarında birbirlerine kenetlenmelerini istemekte, böyle davrananları seveceğini bildirmektedir. Müslümanlar, Rab’lerinin emirleri doğrultusunda, küfre ve zulme karşı kenetlenecekler, Allah’tan başka hiç kimseden ve hiçbir şeyden korkmadan mücadele edecekler ve yalnızca Rab’lerinden yardım isteyeceklerdir.
“Ey iman edenler, sabredin, direnin, birbirinize bağlanıp kenetlenin ve Allah’tan korkun ki, başarıya eresiniz.” (Al-i İmran, 200)
“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş binalar gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saf, 4)
Allah yolunda mücadele etmek, Tevhidi esasları, şirk ve küfür içerisinde bocalayan insanlara ulaştırmak, zalim despotların baskı ve zulümlerine karşı durmak elbette kolay bir iş değildir. Yüce Allah (cc), Müslümanlardan, tüm zorluk ve sıkıntılara karşı yılgınlık ve zayıflık gösterilmemesini, zorba kâfirlere boyun eğilmemesini istemekte ve ancak böyle yapanları seveceğini ve mükâfatlandıracağını bildirmektedir.
“Nice peygamber var ki, kendileriyle beraber Rabb’ine teslim olanlarla çarpıştılar; Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zayıflık göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever, sadece şöyle diyorlardı: ‘Rabb’imiz, günahlarımızı ve işimizde taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı (yolunda) sabit tut ve kâfir topluma karşı bize yardım et.’ Allah da onlara hem dünya karşılığının hem de ahiret karşılığının en güzelini verdi. Çünkü Allah, güzel davrananları sever.” (Al-i İmran, 146-148)
Yüce Allah (cc), ancak birbirlerine kenetlenen, Tevhidi esaslar doğrultusunda hareket eden, sabırlı ve kararlı bir şekilde mücadele eden ve Kendisinden başka hiç kimseden korkmayan Müslümanları, zalimlere üstün kılacak ve onların mülküne Müslümanları mirasçı kılacaktır.
“Biz de istiyorduk ki o yerde ezilenlere lutfedelim, onları önderler yapalım, onları (yeryüzünde zulmedenlerin mülküne) mirasçı kılalım.” (Kasas, 5)
“Gevşemeyin, üzülmeyin, gerçekten iman ediyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz.” (Al-i İmran, 139)
Dünya hayatında şerefli ve izzetli bir şekilde yaşamak isteyen, Rab’lerini razı ederek O’nun vereceği mükâfatları uman ve yeryüzünde Tevhidi esasları hakim kılmak isteyen kimseler, hiçbir şekilde zalimlere, kâfir ve münafıklara boyun eğemezler, onların belirlediği ölçülere göre hareket edemezler.
Bireysel olarak zulme karşı tavır almak, elbette çok önemli bir harekettir; ancak bu zalimlere karşı bir başarının elde edilmesini sağlamaz. Bu nedenle mü’minler, ayetlerde sürekli bir şekilde belirtilerek emredildiği üzere, mutlaka cemaatleşmeleri ve aralarında bir yapı oluşturmaları gerekir. Aksi halde zulme karşı gösterdikleri tavır, zaman içerisinde zayıflayacak ve giderek yok olup gidecektir. Yüce Allah (cc), bu duruma işaret ederek mü’minleri uyarmaktadır.
“Allah'a ve Elçisine itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, yoksa korkuya kapılırsınız, devletiniz gider, sabredin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)
Zulme karşı çıkmak için cemaatleşmenin önemini bilen Risalet önderleri, insanları yüce Allah’a iman etmeye davet ettikten hemen sonra birliktelik oluşturmak için onları kendilerine itaat etmeye de davet etmişlerdir.
“Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan korkun ve bana itaat edin.” (Şuara, 107-108)
Allah yolunda, Tevhidi esaslar doğrultusunda organize olup cemaatleşenler, elbette küfre karşı üstün gelecekler ve fitne olan beşeri tağuti sistemlerin zulümlerine son vereceklerdir.
Ramazan Yılmaz: 2013.04.16
Bir yanıt yazın