بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
Yarattığı kullarını yeryüzünde başıboş bırakmayan yüce Allah (cc), onların hayatlarını düzenleyen kuralları kendilerine bildirmiş, bu kuralları Kendisi adına uygulama görevini de halife olarak seçtiği insanlara vermiş ve onları bundan sorumlu tutmuştur.
“Bir zamanlar Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yapacağım’ demişti. (Melekler): ‘Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi halife yapacaksın; oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz!’ dediler. (Rabbin): ‘Ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ dedi.” (Bakara, 30)
Yüce Allah (cc), insanların yeryüzündeki yaşamlarını düzenleyen kuralları, elçileri ile insanlara ulaştırmış, bu kuralların ilk uygulama görevini de yine elçilerine vermiştir. Elçiler, yüce Allah’ın gönderdiği dini insanlara ulaştırmaktan sorumlu oldukları kadar bu dinin uygulanmasından da sorumludurlar. Elçi gönderilmeyen dönemlerde Hilafet görev ve sorumluluğu mü’minlerin emiri olan kimseler tarafından yerine getirilmiştir. İşte bu sorumluluğun adı hilafet, sorumlu kişinin sıfatı da halifedir.
Yüce Allah’ın halifeleri oldukları bilincinde olan Allah rasulleri (as), insanları imana davet ettikten hemen sonra onlardan kendilerine itaat etmelerini istemişlerdir. Çünkü vahyin en güzel ve mükemmel uygulanması ancak cemaatleşmiş bir yapılanmanın ve bir emir sahibinin varlığı ile mümkündür.
“Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan korkun ve bana itaat edin.” (Şuara, 107-108)
Kur’an’da halife kelimesi, arkasından gelen, geride kalan, yerine geçen, sonradan gelen ve yönetici anlamlarında kullanılmaktadır. Bu anlamda İslâm’da halife, yüce Allah’ın hükümlerini insanlar üzerinde yeryüzünde uygulayan kimsenin sıfatıdır.
“Sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde, sizi denemek için, kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Doğrusu Rabbin, cezası çabuk olandır ve O, bağışlayandır, esirgeyendir.” (En’am, 165)
Hilafetin Tanımı
Ayette geçen “Yeryüzünün halifeleri” ifadesi, yeryüzünün hakimleri, yöneticileridir. Yöneticiler, yeryüzünde yüce Allah’ın hükümlerini uygulamakla mükelleftirler. Bu yöneticilik görevini, Rab’lerinin bildirdiği hükümler doğrultusunda yerine getirmeyenler, Rab’lerine nankörlük yapmış, küfre girmişlerdir.
“Sizi yeryüzünde halifeler (yöneticiler) yapan O'dur; artık kim nankörlük ederse nankörlüğü kendi zararınadır. Kafirlerin küfrü, Rableri yanında (onlara) gazabdan başka bir şey artırmaz; kafirlerin küfrü, (onlara) ziyandan başka bir şey artırmaz.” (Fatır, 39)
“… Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte kâfirler onlardır!” (Maide, 44)
İndirdiği hükümlerle hükmetmeyenlerin kâfir olduklarını bildiren yüce Allah (cc), bu konuda yeryüzünde kendisine halifelik verdiği Hz. Davud (as)’ı uyarmış, ona, kendi arzularıyla değil bildirdiği hükümlerle hükmetmesini emretmiştir.
"Ey Davud! Muhakkak ki seni, yeryüzünde halife (hükümran, iktidar sahibi) kıldık, öyleyse, insanlar arasında adaletle hükmet, hevâ ve hevese uyma, yoksa seni Allah yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır." (Sâd, 26)
Halife, yüce Allah’ın hükümleri ile yöneten, hükmeden kimsedir. Bu nedenle halife, hiçbir şekilde yüce Allah’ın hükümleri dışındaki bir kanunla insanlara hükmetmez. İslâm’da halife, yüce Allah’ın hükümleri ile hükmeden bir kimse olduğu gibi aynı zamanda Hz. Muhammed (as)’ın vekili, Müslümanların imamı ve yöneticisidir.
Hz. Muhammed (as)’ı Kur’an’la gönderen yüce Allah (cc), dinini tamamlamış, insanlar için bu dinden razı olduğunu bildirmiş ve ona yalnızca indirdiği hükümlerle hükmetmesini emretmiştir.
“… Bugün sizin için dininizi olgunlaştırdım, size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'a razı oldum…” (Maide, 3)
“Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların, Allah'ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın! Eğer dönerlerse bil ki Allah, bazı günâhları yüzünden onları felâkete uğratmak istiyordur; zaten insanlardan çoğu fasıktır.” (Maide, 49)
Yüce Allah (cc), Kur’an’da bildirdiği hükümlerin bir bütün olarak uygulandığı dine İslâm adını vermiştir. İslâm dininden bir bütün olarak sözedilebilmesi, ancak Kur’an’daki hükümlerin tam olarak uygulanması ile mümkündür. Bu nedenle İslâm dinine iman eden bir kimse, bireysel ibadetlerinin yanında İslâm’ın toplum hayatını düzenleyen kurallarının da uygulanması için çalışmak zorundadır.
Müslümanların, iman ettikten hemen sonra ilk görevleri, İslâm’ın bir bütün olarak uygulanması konusunda gayret sarfetmeleridir. Bu ise, Müslümanların evvel emirde birleşerek aralarında bir halife seçmeleri ve onun etrafında bütünleşmeleri ile mümkündür.
İslâmi hükümlerin, tam ve mütekâmil bir şekilde uygulanması sorumluluğu tamamen halifeye aittir. Hilafet olmadan İslâm’ın bütününden, tam olarak uygulanmasından sözetmek mümkün değildir. Böyle bir durumdan da Müslümanlar sorumludurlar. Bu nedenle Rasulullah (as), Müslümanları uyarmış ve mutlaka bir halifeye biat etmelerini, aksi halde cahiliye (yani hiç iman etmeyen kimsenin) ölümü ile öleceklerini haber vermiştir.
"Her kim bir eli taattan çıkarırsa, kıyamet günü (kendini savunacak) hiç bir hücceti/delili olmadığı halde Allah'ın huzuruna çıkar ve her kim boynunda bir biat olmadığı halde (bir halifeye biat etmeden) ölürse, câhiliyye ölümü ile ölür” (Müslim, İmare, 58)
Hilafet Müslümanlar İçin Olmazsa Olmaz Bir Gereksinimdir
Günümüzde, İslâm ümmetinin içerisinde bulunduğu parçalanmışlık, emperyalizme karşısında içine düştüğü zillet ve aşağılanma, bir avuç İsrail’in, bu ümmetin çocuklarına karşı sürdürdüğü katliam ve soykırım, İslâm toprakları üzerinde emperyalizmin yerli işbirlikçi diktatör ve yöneticilerin kendi halklarına karşı sürdürdükleri inkâr, baskı ve zulümlerin en önemli nedeni, ümmeti bir araya toplayacak bir halifenin bulunmamasıdır.
İslâm topraklarının, yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin, bu topraklara ait bütün değerlerin emperyalistlere peşkeş çekilmesinin, her karış toprağında emperyalizmin askeri üslerinin bulunmasının, sömürü düzenlerinin bu topraklar üzerinde at koşturmalarının, Müslümanların izzet ve haysiyetlerine yapılan saldırılara karşı suskun duruşun, küfre ve şirke, zulüm ve baskıya karşı onurlu bir başkaldırışın, haysiyetli bir kıyamın ortaya konulmamasının en temel nedeni, ümmete sahip çıkacak bir halifenin olmamasıdır.
Ümmetin, çeşitli mezhebi taassuplara, farklı farklı gruplara ayrılması, her grubun kendisini doğru yolda zannedip diğerlerini tekfir etmesi, birbirlerine düşmanlık yapıp saldırmaları, İslâm toprakları üzerinde aynı dine, birçoğu da aynı ırka mensup olan insanların, paramparça bir şekilde küçük devletçiklere bölünerek emperyalizm karşısında aşağılık bir durumda bulunması, ümmeti kucaklayacak bir halifenin olmayışındandır.
İslâm topraklarının bir bölümünde insanlar açlık ve sefalet içerisinde kıvranırken, çocuklar açlıktan ölürken, İslâm topraklarının diğer bölgelerinde israf bataklığı diz boyu hale gelmiştir. Ümmetin evlatlarından bazıları, bir damla yiyecek bulamazlarken bazıları, ümmetin hakkı olan paralarla her türlü rezilliği yapmakta, petro dolarları, turist olarak gittikleri Batılı emperyalistlere aktarmaktadırlar. Ne acı!
Bu acı durum, İslâm toplumunun birbirinden kopuk, birbirlerine bu denli zıt oluşu, Müslümanların bir halifeden yoksun bulunmalarındandır.
İnsanları Allah yolundan saptıran belamların ortaya çıkmaları ve insanları tağuti sistemlere uymaya, bu sistemleri benimseyip desteklemeye çalışmaları, Tevhidi esasları gizleyip insanların şirk ve küfre düşmeleri, Allah’ın dini adına bid’at ve hurafelerin ortalığı kaplaması, ümmeti Tevhidi ilkeler etrafında toplayacak, vahyi esasları insanlara ulaştıracak bir halifenin bulunmayışındandır. Bu nedenle hilafetin en hızlı bir şekilde tesis edilesi gerekir ki, bölgeler arasındaki farklılık ortadan kalksın, ümmet, eşit şartlarda yaşasın ve bu şekilde ayrı dünyalara sahip olmasın.
Hilafet Neden Gereklidir
Bugün ümmet, kendisini ayağa kaldırıp onurlu bir şekilde yaşatacak, Allah’ın indirdiği Tevhidi esasları uygulayıp insanları, tağuti sistemlerin ve zorba diktatörlerin kul ve köleliğinden kurtaracak, kardeşlik duygusunu yeşertip ümmeti kaynaştıracak bir halifeye çölde kalan insanın, suya duyduğu hasret gibi muhtaçtır.
İslâm topraklarının her metrekaresini işgal eden, üslerini yerleştiren, yöneticilerini kendisine uşak kılan emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin bu topraklardan sürülmeleri, İslâm topraklarının özgürlüğüne kavuşturularak yeniden ümmetin olabilmesi, İslâm topraklarındaki zenginlikleri, emperyalistlerin hortumlanmasından kurtarıp ümmetin hizmetine sunulması bir halifenin varlığını zaruret haline getirmektedir.
Kur’an’ın, bir bütün olarak uygulanması, Müslümanların, Rab’lerini gereği gibi razı edebilmeleri, dünya toplumları nezdinde onurlu bir konuma yükseltilmeleri, huzurlu ve barış içerisinde bir hayat sürdürebilmeleri, ahiret hayatında kurtuluşa ulaşabilmeleri ancak Hilafet bayrağı altında bütünleşmeleri ile mümkündür.
Yüce Allah (cc), Müslümanları bölünmemeleri, dağılıp parçalanmamaları konusunda uyarmakta, aksi halde güçlerini kaybederek zayıflayıp korkuya kapılacaklarını bildirmektedir. Bugün bu gerçek apaçık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
“Allah'a ve Rasulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, yoksa korkuya kapılırsınız, gücünüz/devletiniz gider; sabredin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)
Müslümanların, dağılıp parçalanmaları neticesinde kâfirler, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti şeklinde devletler halinde; Nato, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, IMF, Şangay İşbirliği Örgütü gibi mali ve askeri birliktelikler halinde örgütlenmişlerdir. Yüce Allah (cc), Kur’an’da bu durumu ondört asır önce bildirmiştir.
“Kâfirler, birbirlerinin velisidirler; eğer bunu yapmazsanız (aranızda velayet kurmazsanız), yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşa olur.” (Enfal, 73)
Bugün, yeryüzünü kaplayan zulüm ve fitnenin, sömürü ve soygunun temel nedeni, kâfirlerin birbirleri ile paktlar kurmaları, Müslümanların ise, velayet hukukundan kopuk paramparça olmalarıdır.
İslam toprakları üzerinde yaşayan ve halkında Müslüman olan hiçbir devlet İslâmi bir birliktelik oluşturmamıştır. Çünkü bu devletlerin yönetim kadrosu emperyalistlerin uşakları ve yerli işbirlikçileridirler. İşte bu nedenle Müslümanlar, her zamankinden çok daha fazla bir Halifeye muhtaçtırlar.
Hilafete Karşı Çıkanlar Kimlerdir
Emperyalistler ve Yerli İşbirlikçileri Hilafete Karşıdırlar
Müslümanların, bir Halifeye sahip olmalarını, Hilafeti oluşturmalarını istemeyenlerin başında, hiç kuşkusuzdur ki, İslâm topraklarındaki yeraltı ve yerüstü zenginlikleri sömüren emperyalist ABD, Batılı ülkeler ve ümmetin evlatlarını katleden İsrail gelmektedir. Çünkü bir Halifelik makamının oluşması ve Müslümanların Tevhid bayrağı altında birleşmeleri durumunda bunların İslâm topraklarındaki üsleri sökülüp atılacak, sömürülerine son verilecek ve ümmetin evlatları bir avuç katiller tarafından artık katledilmeyecektir. Bu ise, kâfirlerin hiç istemedikleri ve istemeyecekleri bir durumdur.
İslâm toprakları, emperyalistler tarafından parçalanıp bölünmüş ve her parçanın başına bir kukla oturtulmuştur. Hilafet makamı tesis edilince bu parçalanmışlık bitecek, tek İslâm vatanı olacaktır. Bu ise, bu toprakları bölüp parçalayarak yutan emperyalizmin işine gelmemektedir. Emperyalizm, İslâm topraklarındaki sömürüsünü, İslâm coğrafyasının parçalanmışlığından yararlanarak yapmaktadır.
Hilafetin kurulması sonucunda kuklalarının yok olmasını istemeyen emperyalizm, bütün gücü ile bunu engellemeye çalışacaktır ki, zaten şimdiden ABD, Batı, Rusya ve İsrail, bir taraftan beyanet üstüne beyanat vererek hilafete karşı çıkarlarken diğer taraftan askeri yardımlarını kuklalarını desteklemek için göndermektedir.
Emperyalizmin ve Batının, Hilafeti istemesi elbette mümkün değildir. Onlar, parçalayıp böldükleri İslâm topraklarındaki kuklalarına ve halklarına daha rahat saldırmakta, hatta bir İslâm toprağındaki kuklasının bulunduğu ülkede askeri gücünü konuşlandırıp diğer islâm toprağındaki halkalara saldırmaktadır. Halifeliğin olması durumunda emperyalizm, eski kuklalarını kullanarak İslâm topraklarındaki diğer halklara saldırmayacaktır.
Sapıklığı Din Edinenler Hilafete Karşıdırlar
Hilafete karşı çıkan bir başka ülke, hiç kuşkusuzdur ki İran’dır. İran, Hz. Ömer (r.anh) döneminde İslâm orduları tarafından fethedildiği günden bugüne gerçek İslâm ile hiçbir zaman tanışmamıştır. Sasani Pers imparatorluğunun yıkılışını sağlayan Hz. Ömer (r.anh)’a ve onun şahsında diğer sahabelere kin ve düşmanlıkla sürekli hakaret edip saldıran Şii sapıklığı, mü’minlerin annesi Hz. Aişe (r.anha)’ya da en ağır hakaretleri yapmaktan geri kalmamıştır.
İran’da, İslâm’ın yayılması sırasında ortaya çıkan Safevi tarikatı, tıpkı Sünni tarikatlar gibi İslâmi gerçekleri tahrif ederek insanları saptırmaya çalışmıştır. Safevi Devletinin, Safevi Hanedanı tarafından kurulmasından sonra Şii Onikiciliği resmi mezhep olarak kabul etmiş, bu mezhebi kullanarak Müslümanlar içinde tefrikayı yaymıştır. Şia’nın, günümüzde içerisinde bulunduğu bütün sapıklıkların, gayri İslâmi söylem ve hareketlerin kaynağı işte bu Safevi sapıklıktır.
İran’ın, bugün Müslümanlardan çok büyük şeytan dediği Amerika ve diğer küçük şeytanlar olan Batı, Rusya ve Çin ile bu denli sarmaş dolaş olması, onlarla paktlar kurması, bu sapık Safevi anlayışın bir sonucudur. Şimdi bu denli bir sapıklık üzerine bina edilmiş bir mezhebe sahip olan İran’ın, İslâmi bir kurum olan halifeliği kabul etmesi elbette mümkün değildir.
Iraklı dini lider Seyyid Sarhi Haseni’nin, Maliki ve diğer Şii lider Sistani’ye hitaben “Siz de onu yaptınız Saddam’dan kurtulmak için Amerika’yla işbirliği yapmadınız mı? Saddam’ı bitirmek için iblisle bile işbirliği yaparız diye açıklamalar duyduk o dönemde. Siz de onu yaptınız.” Diyor. Bu eleştirisi ve itiraf, aslında bugün İran’ın, halifeliğe karşı büyük şeytan Amerika ile yaptığı işbirliğinin de bir özetidir.
Hilafet makamının oluşmasını istemeyen bir başka grup ise, İslâm topraklarındaki zenginlikleri emperyalizme peşkeş çeken emperyalizmin yerli işbirlikçi kuklalarıdır. Halifelik makamının oluşması halinde, bunların Müslümanlar üzerine oluşturdukları kukla saltanatları bitecek, çaldıkları ümmetin malları ellerinden alınacak ve yaptıkları hırsızlıkların, soygunların hesabı sorulacaktır. Bu hesap elbette İslâm hukukunun ön gördüğü ceza olacaktır. Kuklalar, dünya hayatında bu acı sonla karşılaşmamak için halifeliği istemeyecek ve karşı çıkacaklardır. Bu kukla diktatörler, şimdiden belamlarını görevledirmiş bulunmakta, Halifelik hakkında insanları saptırmakta ve halkı Hilafete karşı tavır almaya yönlendirmektedirler.
Belamlar, Hilafete Karşıdırlar
Müslümanların başında, onları bir araya getirecek, İslâmi meselelere Kur’an perspektifinden bakıp hüküm verecek bir Halifenin ve Şura’nın bulunmaması nedeni ile İslâm topraklarının her karışında adeta zehirli mantar gibi belamlar bitmeye başlamıştır. Kur’an’a aykırı verdikleri fetvalarla insanları saptıran bu belamlar, Tıpkı Samiri gibi, insanların maddi ve manevi değerlerini sömürmüşlerdir.
Küçük bir çıkar ve biraz daha konforlu yaşamak adına tağuti sistemlere ve diktatörlere kendilerini satan belamlar, bugüne kadar emrinde oldukları tağuti sistemlerin ve diktatörlerin verdikleri izin oranında ve onları rahatsız etmeyecek konular üzerinde konuşmuşlardır. Hakkı batılla bulayıp İslami gerçekleri ve Tevhidi ilkeleri gizleyen belamlar, çarpıttıkları gerçeklerin hesabının sorulacağı ve yaşadıkları konforlu hayatın biteceği endişesi ile hiçbir şekilde Hilafeti istemezler.
Belamların durumu apaçık bir şekilde ortada olduğu halde Hilafet karşıtı bazı kimseler, Hilafetin ilan edilmesi için ilim ehlinin görüşünün alınması gerektiğini ileri sürerek "Onların onayı olmadan Hilafet ilan edilmez" diyorlar.
Peki kim bu ilim ehli kimseler? Neden İslâm beldelerindeki yeraltı ve yerüstü zenginlikleri emperyalizm tarafından sömürü ve talan ile yok edilirken, mazlum ümmet evlatları, emperyalizmin işbirlikçileri tarafından baskı ve zulme uğrarken, Filistin’de, Arakan’da, Doğu Türkistan’da, Afganistan’na, Suriye’de, Mısır’da, Irak’ta Müslüman olarak bilinen halklar katledilirken, Türkiye’de yüce Allah’a, İslâmi değerlere savaş açılırken, putperestlik adeta dindenmiş gibi kabul edilirken, ülkenin yöneticileri putların önünde tapınma merasimleri düzenlerken bir türlü ortaya çıkıp ümmetin içerisinde bulunduğu bu acı duruma çözüm getirmiyorlar.
Bugün ilim ehli olduğu iddia edilen kişiler, emrinde oldukları tağuti sistemlerin ve diktatörlerin kemik yalayıcılığını yapan, Hakkı batılla bulayıp Tevhidi esasları gizleyen, her biri, tağutun verdiği izinle kurulan vakıflarda halkın maddi ve manevi değerlerini ataları Samiri gibi istismar edip sömüren belamlardan başkaları değildir. Zaten ümmetin bugün içerisine düşürüldüğü bu acı manzara bu belamlar yüzünden değil mi?
Belamların durumu apaçık bir şekilde ortada ve bunlar, fersah fersah İslâm’dan uzak küfür ve şirk içerisinde yüzüyorlarken birileri hâlâ bu belamların, İslâm’ın en önemli kurumu olan halifelik hakkında fikir beyan etmelerini istiyor. Bu belamlar, zaten kendileri kölelik zinciri ile efendi edindikleri tağuti sistemlere ve diktatörlere bağlıdırlar. Bu nedenle efendileri halifeliği istemediği sürece bu belamlar halifelik makamının oluşmasını istemezler.
Belamlardan bazıları, halifelik ilan edilirse Müslümanlar arasında savaş çıkar diyerek ne kadar dünya gerçeklerinden ve Müslümanların durumlarından uzak olduklarını açığa vuruyorlar. Sanki Müslümanlar, bir tek millet şeklinde kaynaşmış da halifelik makamı kurulunca birbirlerine girecekler. Bu ilkel varlıklar, islâm topraklarında oluk gibi akan kanları kimlerin kanı olduklarını sanıyorlar acaba!
Türkiye ve benzeri ülkelerde kendi hevalarını ilah edinmiş, etraflarına topladıkları kişilerin maddi ve manevi değerlerini sömüren belamlar, daha kendi aralarında bir birliktelik oluşturmamış ve kendilerini ben merkezli görüyorlar iken bunların, İslâm halifesine biat etmeleri elbette beklenemez. Belamlar, daha şimdiden kendilerini besleyen efendilerinin istekleri üzerine hilafete karşı olumsuz şeytani fikirlerini ileri sürmeye başladılar bile.
Tevhidi esasları gizleyen, vahdet oluşturmaktan uzak olan belamlar, küfür sisteminin izin verdiği vakıf ve dernek gibi şirk ve küfür yuvalarında, bir taraftan kendilerini besleyen tağuti sistemlerin desteklenmesini etraflarına topladıkları cahil kimselerden isterlerken, diğer taraftan bu cahil kesimi hilafete karşı tavır alma konusunda saptırmaktadırlar.
Demokratik Sisteme İman Edenler Hilafete Karşıdırlar
Hilafete karşı çıkan diğer bir grup da, demokrasiyi din edinmiş, onu desteklemeyi ibadet kabul etmiş, İslâm’ı, yalnızca ferdi ibadetlerden ibaret bilmiş cahil halk yığınlarıdır. Halk, günlük yaşar, bu nedenle kendilerine bir torba kömür, bir koli yiyecek verenleri kutsar ve destekler. Bu nedenle kendilerini yönetenler ve onların belamları ne derlerse onu doğru kabul ederler. Fir’avnlaşmış yöneticiler ve onların belamları hilafete karşı oldukları sürece, halk yığınları da karşı olacaktır.
Fir’avn’e zillet içerisinde boyun eğen İsrail oğulları gibi tağuti sistemlere itaat edenler, gaflet ve dalalet içerisinde bulunanlar, İslâm diye bir endişeleri bulunmayanlar, yaptıklarının hesabını ahirette veremeyeceklerini zannedenler, hayatlarını kendi arzuları doğrultusunda yaşayanlar, kısacası cümle zalim, cahil, kâfir, müşrik, münafık, fasık ve mürtedler, Hilafeti istemezler. Onlar, zaten yüce Allah’a gereği gibi iman etmeyen kimselerdir.
Hilafeti İstememek Küfürdür
Hilafeti istememek, yüce Allah’ın Kur’an’da, birçok ayette bildirdiği cemaatleşmeyi, topluca Allah’ın ipine sarılmayı, kardeşlik, velayet ve sırdaşlık hukukunu oluşturmayı, birleşmeyi, had cezalarının uygulanmasını bildiren hükümleri, İslâm Devletini, miras ve diğer hukuki hükümleri, emir sahiplerine itaat etmeyi, İslâmi kurallara göre muhakeme olmayı, kısası, ticaret hukukunu, evlenme ve boşanma ile ilgili tüm Kur’ani bildirimleri açıkça reddetmek, inkâr etmek ve yüce Allah’a ve Rasulüne savaş açmaktır. Bu nedenle Müslüman olduklarını iddia eden hiçbir Allah’ın kulu, hilafeti rededemez.
Yüce Allah (cc), Mü’minlerin üstün olduklarını bildiriyor; oysa bugün Müslüman olarak bilinen toplumların hemen tümü, zillet ve meskenet içerisinde bulunmakta, emperyalistler karşısında adeta küçülmüş bir konumda bulunmaktadır. Ayette belirtilen üstünlüğün sağlanması ve yüce Allah’ın şu ilahi vaadinin gerçekleşmesi ancak Müslümanların bir Hilafet bayrağı altında birleşmeleri ile mümkündür.
“Allah sizden, inanıp iyi işler yapanlara vadetmiştir; onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar, ama kim(ler) bundan sonra da nankörlük ederse işte onlar, yoldan çıkanlardır.” (Nur, 55)
Yeryüzünde hükümran olmak, birey olarak yapılabilecek bir durum olmadığı gibi, paramparça olmuş İslâm topraklarında emperyalizmin yerli işbirlikçi piyonlarının başlarında bulunduğu İslâm’dan fersah fersah uzak halihazır durumdaki ülkeler eliyle de mümkün olmayacaktır. Bu ancak kuklalardan temizlenmiş bir İslâm toplumunda, insanların hilafet bayrağı altında birleşmesi ile mümkün olacaktır.
Hilafeti Oluşturan Fiziki Şartlar
Hilafet konusu, iman edenler için elbette imani bir hassasiyet ve zaruri bir ihtiyaçtır. Hilafetin, Müslümanlar için zorunlu olduğunu bilen kimi tarikat şeyhleri, cemaat, grup, parti, dernek ve vakıf liderleri, insanların bu duygularını istismar etmişler, layık olmadıkları halde, insanları kendilerine biat ettirerek Hilafet gerçeğini saptırmışlardır. Bunlar, Hakkı batılla bulayarak gerçekleri gizleyen kimselerdir.
Hilafet makamının oluşabilmesi için öncelikli olarak bir toprak parçasının/vatanın, bu vatanı koruyacak askeri bir gücün ve ülkede hadleri uygulayacak, emniyeti sağlayacak güvenlik teşkilatının olma zorunluluğu vardır. Bunlardan birinin eksik olması durumunda Hilafet makamı oluşmaz.
Fiziki şartlar oluşmadan Halife olduklarını iddia edenler, gerçeklerden habersiz, cahil ve zavallı kimselerdir. Kendileri, beşeri sistemler içerisinde bir fert oldukları, en küçük bir sorunda beşeri sistemlerin güvenlik güçleri tarafından sorgulandıkları, kimi hallerde cezaevlerine atıldıkları halde etraflarına topladıkları üçbeş cahili kandırarak Halife olduklarını iddia edenler, en hafif benzetme ile evlilik çağına gelmemiş çocukların, birbirleri ile sokak aralarında evcilik oynamalarına benzer.
Evcilik oynayan çocuklar, nasıl ki anne babaları geldiğinde evcilik oyunları bitiyorsa, fiziki şartları oluşmadan kendilerini Halife ilan edenlerin de Halifelikleri, beşeri sistemler kulaklarını çektiğinde bitiveriyor. Geçtiğimiz dönemlerde bunların örnekleri yaşanmıştır.
Hilafet makamı, fiziki şartlar bakımından oldukça güçlü olmalı ve yüce Allah’tan başka hiçbir devlete hesap vermemelidir. Hele hele beşeri tağuti sistemlere asla! Bu nedenle Hilafet makamı, gerekli olan fiziki şartlara mutlaka sahip bulunmalıdır.
Halifenin, Görev ve Sorumluluğu
İslâm Halifesi, bir grubun, bir mezhebin, bir kavim ya da toplumun değil, tüm ümmetin Halifesidir. Bu nedenle ümmeti kaynaştırıcı bir rol üstlenmek durumundadır. Yaşadığımız dünya konjöktüründe açık bir şekilde görüldüğü üzere, İslâm ümmeti içerisinde farklı mezhep ve meşrepten insanlar bulunmaktadır.
Hilafet makamı, ümmetin bugün içerisinde bulunduğu farklı mezhep ve meşrep gerçeğini gözönünde bulundurarak hareket etmeli ve hiçbir şekilde farklı mezheplere karşı düşmanca bir tutum takınmamalı, en iyi bir şekilde ümmeti kaynaştırmak, ihtilafları en aza indirmek, hatta kaldırmak için çapa sarfetmelidir. Halife, adil olmalı, mezhepler ve kişiler arasında hiçbir ayırım yapmamalıdır; ancak bu durumda ümmet içerisinde barış sağlanacaktır.
Halife, Yüksek İslâm Şurasına ve halka hesap verici olmalı, hiçbir şekilde halk üzerinde kendisini üstün görücü bir tutum takınmamalıdır. Unutulmamalıdır ki yüce Allah (cc), kendini beğenip böbürlenenleri sevmemektedir. İşte bu konudaki ilahi uyarı!
“Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın; ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlar iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisa, 36)
“Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır, çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” (Hadid, 23)
Kibirlenip böbürlenen kimseleri, kim olurlarsa olsunlar, yüce Allah (cc) onları ayetlerinden uzaklaştıracaktır.
“Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım, onlar her ayeti görseler de iman etmezler, doğru yolu görseler onu yol edinmezler, fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir.” (A’raf, 146)
Halife, Kur’ani hükümleri iyi bilen, Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliğine tabi olan kimse olmalı, hiçbir şekilde ve şartta bu esası dışına çıkmamalıdır. Çünkü aksine hareketi onu, İslâm dairesi dışına çıkaracak ve o fasıklardan olacaktır.
Hilafete Karşı Müslümanların Sorumluluğu
Allah ve Rasulünün belirledikleri şartlara uyan bir Halife, tüm Müslümanların Emir-el Mü’minin’i olacaktır. İşte bu durumda Müslümanlar, Müslüman olduklarını iddia edenler, Kur’an’dan başka kaynak kabul etmediklerini söyleyenler, Sünniler, Şialar, imani bir sorumluluk olarak Halifeye biat etmek zorundadırlar. Bu nedenle tüm Müslümanlar, hilafet konusunda seçimlerini yapmalı ve bir an önce bir halifeye biat etmek için gayret etmelidirler. Aksi halde bir halifeye biat etmeden ölünmesi durumunda iman etmemiş cahillerin ölümü ile ölünecektir ki o zaman artık iflah olunmayacaktır.
Müslümanlar, Kur’an’ın buyruklarına uygun bir şekilde Emir-el Mü’minin olan bir Halifeye biat etmekle mükelleftirler. Mü’minlerin, yeryüzünde izzetli bir hayat sürmeleri, küfür ve şirk unsurlarının zulüm ve baskılarına, sömürü ve talanlarına karşı onurlu bir dik duruş sergilemeleri için mutlaka Hilafet bayrağı altında bütünleşmek, kardeşlik, velayet ve sırdaşlık hukukunu oluşturmak durumundadırlar.
Hilafet bayrağı altına, Tevhidi kavramış, Rabb’ini razı etme konusunda hassasiyet taşıyan, Allah yolunda mücadeleyi, canları da dahil, dünyevi tüm değerlerinden daha hayırlı gören, gerçekten yüce Allah’a iman eden her Müslüman seve seve girmelidirler.
Bugün her zamankinden çok daha bir Tevhid şirk, Hak-batıl, iman-küfür mücadelesi vardır. Müslüman oldukları söyleyen, kalplerinde zerre kadar iman bulunduğunu iddia eden kimseler, Hilafet bayrağı altına girerek Tevhidi mücadelede ve yeryüzünden fitnenin kaldırılıp Allah’ın dinini hakim kılma mücadelesinde yerlerini almalıdırlar. İşte bu konudaki ilahi buyruk.
“Onlarla savaşın ki, fitne (zulüm) ortadan kalksın, din yalnız Allah'ın dini olsun; eğer (zulümlerine) son verirlerse artık zalimlerden başkasına düşmanlık olmaz.” (Bakara, 193)
Bu kutsal görevde yerlerini almayanlar, Allah ve Rasulüne karşı gelmiş, mü’minlerin yolundan sapmış olacaklardır ki, bu sapmanın sonucu cehennemden başka bir yer değildir.
“Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Rasul’e karşı gelir ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yola yöneltiriz ve cehenneme sokarız; ne kötü bir gidiş yeridir orası!” (Nisa, 115)
Hilafet bayrağı altında birleşme sorumluluğunu yerine getirmeyenler, hem dünya hayatlarında zillet ve aşağılanmış bir şekilde yaşayacaklar, hem de cehennemi hak etmiş sapıklar olarak yüce Allah’ın azabına çarpılacaklardır.
“Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur; kim Allah'a ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab, 36)
Hilafet bayrağı altına girmeyenler, zilleti peşinen kabul etmişler, kendilerine yazık etmişlerdir. Bu zilletten kurtulmanın tek yolu, Hilafet bayrağı altına girmektir.
“Nefislerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: ‘Ne işte idiniz?’ dediler. (Onlar): ‘Biz yer yüzünde aciz düşürülmüştük’ diye cevap verdiler; melekler: ‘Allah'ın yeri geniş değil miydi ki onda hicret edeydiniz?’ İşte onların durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası!” (Nisa, 97)
Kurani Mücahede: 2014-06-07
Bir yanıt yazın