Vahyi esaslar, insan düşünce söz ve davranışlarının, hayat ve kâinat bütünlüğüne uygun olmasını ve bu bütünlük içinde yerini almasını sağlayan sistematik bildirimlerdir. Yüce Allah (cc), kâinatı, kendi içinde tutarlı ve uyumlu bir şekilde yaratmış, kâinattaki varlıkların birbirleriyle ilişki içine girmeleri için onlara hayatı bahşetmiş, bu hayat içinde ilişkilerini sürdüren varlıkların hareket ve stratejilerini belirlemiştir.
Kâinattaki tüm varlıklar, yaradılış gayelerine uygun hareket ederek hem kendi içlerinde, hem de diğer varlıklarla olan ilişkilerini kâinattaki bütünlük içerisinde düzenlemekte, var olan uyumu bozmadan kendilerini yaratan Rab’lerine kendi hal dilleriyle şükretmektedirler.
“Göklerde ve yerde kim varsa hep O’nundur, O’nun yanında bulunanlar, O’na kulluk etmekten büyüklenmez, yorulmazlar.” (Enbiya, 19)
“Göklerde ve yerde bulunanlar O’ndan isterler; O, her gün yeni bir iştedir.” (Rahman, 29)
İnsanı, kâinat bütünlüğü içinde sonradan yaratan yüce Allah (cc), ona, bu bütünlük içerisinde nasıl hareket edeceği ile ilgili esasları bildirmiş, bu esaslara uyması halinde dünya ve ahirette mutlu olacağını ve kurtuluşa ereceğini müjdelemiştir.
Hayat, kâinat ve insan da dâhil yaratılan tüm varlıklar üzerindeki tek ilah, tek melik ve rab yalnızca yüce Allah’tır. O’nun tek ilah, tek Rab ve Melik olduğuna iman etmek Tevhiddir.
Her şeyin bir ana dinamizm merkezi, can alıcı noktası bulunduğu gibi, İslâm’ın, iman etmenin temel noktası da Tevhiddir. İnsana hayat veren, onu yaşatan nasıl ki kalbidir ve kalbi çalışmadığı zaman ancak bir ceset ise, aynı şekilde Tevhidi olmayan bir iman ve İslâm da, ancak tahrif edilmiş bir inanış biçimi, hurafe ve batıl inançtır.
Tevhid, kâinatta var olan her şeyin tek güç tarafından idare edilmesi, tek rab tarafından rızıklandırılması, her şeye tek ilah tarafından düzen verilmesi ve varlıklar arasındaki ilişkilerin tek melik tarafından organize edilmesidir. Yani Tevhid, idarenin, rızkın, düzen ve organizenin tek ilah tarafından yapılmasıdır.
“Eğer(yer-göklerin) ikisinde, Allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de ifsat olurdu. Arşın Rabb’i Allah, onların nitelendirmelerinden yücedir.” (Enbiya, 22)
Ulûhiyet ve Rububiyetin tek elde olması, kâinatın hayatiyetini bir düzen içerisinde sürdürebilmesi için bir zorunluluktur. Aksi halde her şey birbirine girecek, düzen bozulacak ve kâinatı ifsat ve fitne kaplayacaktır. Diğer yandan aidiyet kime ait ise, mülk kimin ise, mülk üzerinde tasarruf hakkı, mülkün kurallarını belirleme ve düzenleme de ona aittir. Yer ve gökler ve içinde bulunanlar yüce Allah’a ait olduğuna göre Ulûhiyet ve Rububiyet de ancak ona aittir.
“Göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunan her şeyin Rabb’idir, doğuların da Rabb’idir.” (Saffat, 5)
“İki doğunun Rabb’idir ve iki batının Rabb’idir.” (Rahman, 17)
“Muhakkak ki Rabb’iniz Allah'tır; O ki, gökleri ve yeri altı gün içinde yarattı, sonra Arşa istiva etti, geceyi, durmadan onu takip eden gündüze sarar, güneşi, ayı ve yıldızları buyruğuna boyun eğdirdi. İyi bilin ki, yaratma ve emir O'nundur, âlemlerin Rabbi Allah, ne yücedir!” (A’raf, 54)
Mülk, göklerde ve yerde tamamen yüce Allah’a ait olunca, bu ikisinde tasarruf etmek hakkı da yalnızca O’na aittir. Zaten göklerde ve yerde bulunan her şey, mülkün Allah’ın elinde olduğunu biliyor, ona göre hareket ediyorlar. Göklerde ve yerde bulunan her şey, işte bu bilinçle yüce Allah’ı tespih ediyor, yalnızca O’na kulluk yapıyor, ubudiyeti O’na hasrediyorlar.
“Göklerde ve yerde bulunan gerek canlılardan, gerek meleklerden hepsi Allah’a secde ederler; onlar asla büyüklenmezler, üstlerindeki Rab’lerinden korkarlar ve emredildikleri şeyi yaparlar.” (Nahl, 49-50)
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tespih ederler; O’nu hamd ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur; ama siz onların tespihlerini anlayamazsınız. O, halimdir, gafurdur.” (İsra, 44)
Rasuller, Tevhid için gönderilmiştir
Risalet önderleri rasuller, insanlara Tevhidi esasları duyurmak, onların, bu esasları kabul etmelerini sağlamak ve şirkten kaçınmalarını bildirmek için gönderilmişlerdir.
“Allah buyurdu ki: ‘İki ilah edinmeyin, muhakkak ki O, tek ilahtır, yalnız benden korkun.” (Nahl, 51)
“İlahınız bir tek ilahtır, O’ndan başka ilah yoktur, O, Rahman’dır, Rahim’dir.” (Bakara, 163)
“Deki: ‘O Allah birdir; Allah Samed’dir, doğurmamış, doğrulmamıştır, hiçbir şey O’nun dengi olmamıştır.” (İhlas, 1-4)
Risalet tarihi, Tevhid-şirk mücadelesi tarihidir; ilk insan Hz. Adem (as)’dan, son Rasul Hz. Muhammed (as)’a kadar gelen tüm rasuller, onların takipçileri her dönemin Tevhid erleri, yalnızca Tevhidi gerçeği insanlara duyurmak için mücadele etmişlerdir.
Yüce Allah (cc), bütün elçilerini, kişinin düşünce söz ve davranışı üzerinde tek İlah, Rab ve hâkim olduğunu bildirmeleri için göndermiş, insanların, Kendisinden başka ilah, rab ve melik kabul etmemelerini, insanlar üzerinde hüküm süren tağutun reddedilmesini istemiştir.
“Andolsun biz, her millet içinde: ‘Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye bir elçi gönderdik; onlardan kimine Allah hidayet etti, onlardan kimine de sapıklık gerekli oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuş!” (Nahl, 36)
Tevhidi kabul etmenin ilk şartı, Allah’tan başka hüküm koyan tağutun reddedilmesidir; tağut reddedilmeden yüce Allah’a iman etmek, O’nu Bir olarak kabul etmek mümkün değildir.
İnsan için Tevhidi
Kâinatta her şey bir bütünlük içerisindedir ve her şey, kendilerini yaratan Rab’lerine kulluk etmekte, O’nu tespih edip yüceltmektedir. Yüce Allah (cc), insanı da yaratmış, ona vahyini göndererek şereflendirmiş, bu vahiyle onun hareket stratejisini belirlemiş, göklerde ve yerde bulunan her şeyi insanın emrine vermiştir ki insan, kâinat ve hayat bütünlüğüne uygun hareket etsin, Rabb’ini tespih edip yüceltsin, O’na, itaat ve kulluğunda sürekli olsun.
İnsan için Tevhid, insanın düşünce söz ve davranışları üzerinde yüce Allah’ın tek İlah, tek Rab ve tek Melik olmasıdır. Tevhid, düşünce, söz ve davranışta yüce Allah’ın Birlenmesidir ki bu, iman etmenin, Müslüman olmanın temelidir. Tevhid, düşünce, söz ve davranışın, uyum içerisinde Ulûhiyet, Rububiyet ve Ubudiyetin yüce Allah’a ait olduğuna iman edilmesidir. Bunların üçü bir arada kabul edilmediği, hayat buna göre düzenlenmediği sürece yüce Allah’a iman etmek mümkün değildir.
Tevhid, yalnızca sözel olarak “La ilahe illallah” kelime-i Tevhitten ibaret değil, hayatı kuşatan bir yaşam biçimidir. Bu da insan, düşünce, söz ve davranışlarını yüce Allah’ın indirdiği esaslara göre düzenlemesidir. Bu yapılmadığı sürece insan, Tevhid kabul etmiş sayılmaz.
Göklerde, yerde ve bunlar arasında bulunan her şey yüce Allah’ın ulûhiyet ve Rububiyeti konusunda Tevhidi sağlamış ve kendi hal dilleri ve yaradılış gayelerine uygun davranışları ile “La ilahe illallah” kelime-i Tevhidi kabul etmiştir. Ancak bunun tek istisnası insandır; insan, Tevhidi ifade etme noktasında yetersiz kalmış, hatta kimi zaman Tevhide aykırı düşünce söz ve davranışlar sergilemiştir. Risalet tarihi boyunca gönderilen Risalet önderleri, insanın, Tevhide aykırı düşünce, söz ve davranışlarını düzeltmek için çalışmışlardır.
Tevhidi esaslara iman eden bir kimse, hiçbir konuda, hiçbir şekilde iman ettiği esasların dışında düşünemez, konuşamaz, hareket edemez. Aksi halde Tevhid inancını zedeler ve şirke düşer. Tevhidi esaslara gereğince iman etmeyen bir kimsenin, yaptığı tüm ibadetleri boşa gider.
Tevhidin karşıtı şirktir; düşünce, söz ve davranış üzerinde başkalarına söz hakkı verilmesi Tevhidi bozar, şirk ortaya çıkar. Tevhidi bozan şirk, insan hayatında düşünce, söz ve davranışta, Tevhide aykırı bir durumun olması durumunda ortaya çıkar.
Tevhidi esaslara iman eden bir kimse, düşünce, söz ve davranışlarından, birini, ikisini ya da her üçünü, yüce Allah’ın dışında başka bir güce, şahsa ya da kendi isteklerine göre düzenlemesi durumunda apaçık bir şekilde şirke düşer.
Buna göre bir kimse, Tevhidi esaslar doğrultusunda mücadele etmeyi düşünmüyor ya da düşünce planında başka kişi ve ideolojiler yer veriyorsa düşünsel, vahyi önceleyip anlatmıyorsa sözel, hayatını İslâm’a göre yaşamıyorsa ameli şirktedir demektir.
Düşüncede Tevhid
İnsanın, kendi varlık nedeninin, yüce Allah’a kulluk olduğunu, bu kulluğun nasıl yapılacağı ile ilgili esasların Rabb’i tarafından kendisine bildirildiğini, bu nedenle bildirilen ilahi esasların dışına kesinlikle çıkmaması gerektiğini, aksi halde şirke ve küfre gireceğini bilmesi, onun, düşünce planında Tevhidi kavradığını gösterir.
Düşüncede Tevhid, insanın, yüce Allah’ın, dilediği zamanda öleceğini, O, dilemedikçe kendisine bir hayrın ya da bir şerrin isabet etmeyeceğini, rızkın yalnızca Rabb’i tarafından verildiğini, yalnızca O’ndan korkması gerektiğini, O’nun dışında hiçbir güçten korkmaması gerektiğini bilmesidir.
Öldükten sonra Rabb’ine döneceğini, kendisine bildirilen vahyi esaslardan hesaba çekileceğini, bu hesap sonucunda, mükâfata ulaşacağını ya da cezaya çarptırılacağını bilip düşünen kimse, düşüncede Tevhide ulaşmış demektir.
Düşüncede Tevhid insan için asıldır; düşünce, söz ve davranışın temeli, hareket merkezi, esas dinamik kaynağıdır. Bu temel kaynakta var olan bilgilerde bir sakatlığın, bir eksikliğin bulunması, söz ve davranışın bozuk, sakat ve Tevhide aykırı olmasına neden olur. Bu nedenle düşüncede Tevhid en önemli unsurdur.
Tarihi süreçte tüm Risalet önderleri ve onların takipçileri Tevhid erleri, öncelikle insanların düşüncesinde Tevhidi sağlamalarına çalışmışlardır. Yüce Allah’ın indirdiği esasların, insan için dünyevi bütün değerlerden ve isteklerden önemli olduğunun bilincine varılması, düşüncede Tevhidi esaslara iman edilmesidir.
Tevhid, yaratma kanununun temel unsurudur; yüce Allah (cc), kâinatı, hayatı ve insanı bu kanuna göre yaratmış, buna göre kâinata biçim ve düzen vermiştir. İnsan, yaratma kanununun bu temel unsurunu çok iyi bilmeli, söz ve davranışlarını buna göre düzenlemelidir.
“Sen yüzünü, Tevhid dinine döndür; Allah’ın yaratma kanununa ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez, işte doğru din budur, ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum, 30)
“Şirk koşmadan halis olarak Allah’ı birleyin; kim Allah’a şirk koşarsa o, sanki gökten düşüyor da kendisini kuş kapıyor ya da rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir.” (Hac, 31)
Yaradılış gayesini düşünen, bu gayeyi idrak eden insan, buna gönülden iman etmeli, düşünce planında yaradılış gayesinin kendisine yüklediği mükellefiyete hazır olmalıdır. Düşünce planında Tevhid mükemmel bir şekilde oluştuktan sonra bu, söz ve davranışa yansır, söz ve davranışı şekillendirir.
Sözde Tevhid
Sözde Tevhidin ilk ifadesi, La ilahe illallah kelime-i Tevhidinin söylenmesidir. Bu söylem, düşüncede var olan Tevhidin açıklanması, söze dönüştürülmesi ve duyurulmasıdır. Bu söylem, insanın kuşandığı kimliğin adı, beyanı ve sıfatıdır.
La ilahe illallah’ı söyleyen bir kimse, kendisi üzerinde etkili olan, söz sahibi bulunan tüm güçleri, yalancı ilahları, sahte otoriteleri reddetmiş, inkâr etmiş, benliğinden dışlamış, yalnızca yüce Allah’ı kabul etmiş, davranışları ve yaşamı üzerinde O’nu tek söz sahibi, tek otorite ve tek ilah kabul ettiğini ilan etmiştir.
Sözle Tevhidin ifadesi, yapılacak her eylemin, her fiilin, söylenecek her sözün yüce Allah’ın rızasına, indirdiği vahyi esaslara mutlaka uygun olacağının ilan edilmesi, bu konuda yüce Allah’a söz verilmesidir. Bu ifadenin beyan edilmesinden yani La ilahe illallah denilmesinden sonra kişi için artık ikinci bir seçenek, ikinci bir yol yoktur.
Tarih boyunca sürdürülen Tevhid-şirk mücadelesinin ilk ateşi, bu kutlu ifade ile yakılmıştır ki, bu, şirk içinde bocalayan beşeriyete tek ilah olarak yüce Allah’ın kabul edilmesi çağrısıdır. İşte bu Tevhid çağrısı, şirk cephesinin tepkisine neden olmuş, Tevhid-şirk mücadelesini başlatmıştır.
Tevhidin, sözle ifade edilmesinin en güzel örneklerinden biri, hiç kuşkusuzdur ki, Hz. İbrahim (as)’ın, kavmine karşı yüce Allah’ın, tek ilah, tek otorite, tek Rab olduğunu açıkça beyan etmesidir.
“Elbette İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır; o zaman kavimlerine ‘Muhakkak ki biz, sizden ve Allah’tan başka itaat ettiklerinizden uzağız, sizi reddediyoruz. Siz, bir tek Allah’a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi…” (Mümtehine, 4)
“De ki: ‘Ey kitap ehli, bizim aramızda ve sizin aranızda eşit olana bir kelimeye gelin, ancak Allah’a kulluk edelim, O’na hiçbir şeyi şirk koşmayalım; birbirimizi Allah’ın yanında rabler edinmeyelim’ Eğer yüz çevirirlerse: ‘Şahit olun, biz Müslümanlarız’ deyin.” (Al-i İmran, 64)
Söz ile Tevhidin söylenmesi, safların netleşmesinin ilanı, şirke ve küfre karşı tavır alışın beyanıdır. İman eden bir kimse için bu beyandan sonra artık küfür ve şirk unsurlarından uzaklaşmak bir zorunluluk haline gelir. Tevhidi ilan ettiği halde, şirk ve küfürden, müşrik ve kâfirlerin yaptıklarından ayrılıp uzaklaşmayan kimse, Tevhidi esaslara iman etmemiş, La ilahe illallah kelime-i Tevhidini söylememiş demektir. Çünkü asıl olan kelime-i Tevhidin sözle ifade edilmesi değil, onunla birlikte o ifadenin işaret ettiği eylemin gerçekleştirilmesi, iman-amel bütünlüğünün sağlanmasıdır.
Tarihi süreçte İslâm düşmanları, kelime-i Tevhidin sözel ifadesinin ne anlama geldiğini, Müslümanların, bunu söyledikten sonra saflarını netleştireceklerini çok iyi bildikleri için, onlara saldırdılar, en korkunç işkenceleri yaptılar. Ancak kelime-i Tevhide iman eden Müslümanlar, canları pahasına bu sözden dönmediler; kimileri şehadet mertebesine ulaşırken, kimileri tüm zorluklara en ağır zulüm ve işkencelere rağmen imanlarında sebat ettiler.
İşkence, zulüm ve baskının, Müslümanları La ilahe illallah kelime-i Tevhidinden ayıramayacağını anlayan küfür ve şirk cephesi, Müslümanların öncüsü, Hz. Muhammed(as)’a bir sürü tekliflerle geldiler. Rasulullah (as), müşriklerin tüm tekliflerini reddettikten sonra, amcası Ebu Talib’e hitaben: “Ey amca, ben La ilahe illallah’tan başka bir şey mi söylüyorum” demişti. Ancak Rasulullah (as) da, amcası da, müşrikler de Kelime-i Tevhid ifadesi La ilahe illallah’ın ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlardı.
Tarih boyunca Tevhid-şirk mücadelesinde Müslümanlara, insanlık dışı zulüm ve işkenceler yapılmış, ancak bunda bir başarı elde edilmemiş, Müslümanlar, inançlarından dönmemişlerdir. Küfür ve şirkin temsilcileri, baskı ve zorbalıkla bir şey elde edilmeyeceğini anlayınca taktik değiştirip Kur’ani kavramların asıl manalarını değiştirdiler. Bu konuda ya hadis uydurdular ya da hadisleri yanlış anlamlandırdılar. Örneğin, Rasulullah (as)’ın “La ilahe illallah diyen cennete girer” dediğini iddia edip yalnızca bu cümleyi söylemenin cennete girmeye vesile olacağını savundular.
Rasulullah (as) ve beraberindeki Müslümanlar, La ilahe illallah sözünü söylerlerken aynı anda davranışlarıyla küfrün ve şirkin her şeyini reddediyor, yüce Allah’ın indirdiği Kur’ani esasların toplum hayatına egemen olması için çalışıyor, bu uğurda her şeylerini feda ediyor, işkence görüyor, zulme maruz kalıyorlardı.
Rasulullah (as) ve beraberindekiler, La ilahe illallah kelime-i Tevhidi uğruna bedel ödüyorlardı. Rasulullah (as), kendisi bedel öderken, başkasına yalnızca sözel olarak La ilahe illallah demekle cennete girileceğini nasıl söyleyebilir! Özellikle bu ifadeye daha sonra eklenen “denizköpüğü kadar günahı olsa, kişi La ilahe illallah derse yine cennete girer” sözü kelime-i Tevhid gerçeğinin, asıl manasından ne kadar saptırıldığının apaçık bir göstergesidir.
Pratiği olmayan bir sözün hiçbir anlamı, sahibine de faydası yoktur. Bu nedenle sözel olarak la ilahe illallah demek iman etmek olmadığı gibi, söyleyene de hiçbir yararı yoktur. Rasulullah (as)’ın yukarıdaki sözü söylediğine inanmak hem Rasul’e iftiradır, hem de Tevhid-şirk tarihindeki mücadeleyi inkâr etmektir ki bu, küfrü gerektiren bir durumdur.
Rasulullah (as), yanındaki Müslümanlar ve önceki Risalet önderleri ve beraberindeki Mü’minler, La ilahe illallah Kelime-i Tevhid uğruna müşrik ve kâfirlerin zulmüne, saldırısına, baskı ve şiddetlerine maruz kalmışlar, işkence görmüşler, birçoğu şehit edilmiş, birçoğu ise yurtlarını, evlerini, barklarını terk edip hicret etmişlerdi. İşte bu nedenle, Kelime-i Tevhidin anlamını değiştirmek, saptırmak, Tevhidi mücadeleyi inkâr, yüce Allah’ın sözünü olduğundan başka bir anlamla anlamlandırmaktan dolayı sapıklık ve küfürdür.
Günümüzde, Kelime-i Tevhid sözel olarak tekrarlandığı halde pratikte bu kelimenin ifade ettiği anlamda bir eylemde bulunulmamakta, hatta kelime-i Tevhidin gerçek anlamı ile taban tabana zıt olan eylemlerde bulunulmaktadır. Buna rağmen sözel olarak Kelime-i Tevhidi ifade edenler, yüce Allah’ın rızasını kazanacaklarına ve cennete gireceklerine inanıyorlar, daha doğrusu zavallı insanlar böyle inandırılıyorlar ki, böyle bir iddianın İslâm ile Kur’ani esaslar ile en önemlisi de Kelime-i Tevhidin içeriği ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.
La ilahe illallah Kelime-i Tevhidinin anlamında, Allah’tan başka tüm güç sahiplerinin, diktatörlerin, insanlar üzerinde egemenlik kuran tüm yöneticilerin, kanun koyucuların, insanları etkisi altına alıp onları kendi hevalarına göre kullanan, Kur’an dışı yöntemleri vahyi esasların önüne alan kişi ve düzenlerin reddedilmesi, inkâr edilmesi ve onlara itibar edilmemesi vardır.
La ilahe illallah’ı, sözel olarak sürekli tekrarladıkları halde bu kelimenin gerçek anlamını bilmeyen, bu kelimenin bir anlamının olduğundan dahi haberdar olmayan milyonlarca kişi, bu Tevhid kelimesinin ihtiva ettiği anlamın tam zıddı tavırlar içerisine girmektedirler. Onlar, reddetmekle emredildikleri halde tağuti düzenlere oy vermekte, yüce Allah’a isyan edip insanlar üzerinde ilahlık iddia eden zorba sistemlere ve bu sistemlerin temsilcilerine destek olmaktadırlar. Dolayısıyla sözel olarak tekrarladıkları La ilahe illallah Kelime-i Tevhidi kendi nefislerinde boşa çıkardıkları, kâfirlere destek oldukları ve yüce Allah’tan başka ilahlar edindikleri için küfre ve şirke girmektedirler.
Davranışta Tevhid
Mü’min birey, düşüncesinde var olan Tevhidi esasları, kalbiyle iman ve tasdik, sözüyle beyan ettikten sonra fiiliyata dönüştürse gerçek anlamda Tevhidi esaslara iman etmiş, yüce Allah’ı birlemiş, imanına şirk bulaştırmamış ve bir bütün olarak La ilahe illallah’ı kabul etmiş etmiştir.
Mü’minin, hayatını tanzim ederken, kendi nefsine karşı sorumluluğunun yerine getirirken, diğer nefislerle ilişkilerini sürdürürken ve Rabb’ine karşı kulluk görevlerini yaparken, vahyi esaslardan hareket etmesinin imani bir zorunluluk ve mükellefiyet olduğunu bilmesi, yapacağı tüm fiilleri, Kur’ani ölçüler içerisinde Peygamberi örnekliğe uygun yapması onun, Tevhidi esaslara iman etmesidir.
Kelime-i Tevhide iman eden Mü’min birey, davranışlarını tümüyle Tevhidi esasların belirlediği ölçülere uygun yapmak, bu esasların yasakladığı şeylerden ve durumlardan kaçınmak zorundadır. Tevhidi esasların ‘yapın’ buyruğunu yapmak ibadet ve kulluk olduğu gibi, yasaklardan kaçınmak da ibadet ve kulluktur.
Hangi gerekçe ile olursa olsun, yüce Allah’ın koyduğu esaslara aykırı bir fiil işleyen kimse, o konuda, Tevhidi esaslara karşı tavır almış, kendi nefsinde Tevhidi, inkâr etmiştir. Bu ise şirktir. Böyle bir fiili işleyen kimse, ağzıyla sürekli şekilde La ilahe illallah dese bile müşrik olur. Örneğin, namaz kılan, Hacca giden, zekât verip oruç tutan ve sürekli olarak Kelime-i Tevhidi tekrarlayan bir kimsenin, tağuti bir düzene, İslâmi olmayan bir yönetim biçimine oy vermesi, böyle bir sistemi ve sistemin bir partisini desteklemesi durumunda, inandığını iddia ettiği esaslara aykırı hareket ettiğinden müşrik olmuştur.
Tevhidi esaslara gerçekten iman etmek, bu esas üzerinde sürekli kalmak ancak düşünce, söz ve davranışın bir bütün olarak Tevhide uygun olması ile mümkündür. Kişi, ancak bu durumda yüce Allah’ı tek ilah edinmiş olur.
Tevhid tarihinde Mü’minler, Tevhidi esasları, nefislerinde bir bütün olarak sağladıkları için yüce Allah’ın yardımına, rahmet ve rızasına mazhar olmuşlar, hem dünyada, hem de ahirette kurtuluşa ve mağfirete ulaşmışlardır.
Bugün ve yakın tarihte, düşünce ya da sözde var olduğu iddia edilen Tevhidin, davranışta ortaya konulmaması ve Tevhide aykırı fiillerde bulunulması sonucunda kişiler, şirke ve küfre düşmüşlerdir. Ancak onlar, Tevhide aykırı söz ve hareketleri ile şirke düştükleri halde kendilerinin Müslüman olduklarını zannederler. Bu nedenle müşrikler, her dönemde zillet ve meskenet içinde kalmışlardır. Onlar, dünyada rezil oldukları gibi ahirette de alçalacaklar, yüce Allah’ın azabına müstahak olacaklardır.
Tevhidi olmayanın, ibadetleri boştur
Yüce Allah’ı, gereği gibi Birlemeyen, hayatını, Rabb’inin indirdiği esaslara göre düzenlemeyen, tağuti sistemi ve bu sistemin izin verdiği parti, dernek ve vakıf gibi şirk ve küfür yuvalarını reddetmeyen, bunları benimseyip kabul eden kimselerin namaz, hac, oruç, gibi ibadetleri boşa gider. Çünkü yüce Allah (cc), müşriklerin yaptıkları salih amellerin boşa gideceğini bildirmektedir.
“Ey iman edenler, şüphesiz müşrikler pisliktir, artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar; eğer yoksulluğa düşmekten korkarsanız; Allah dilerse yakında sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah, bilendir, hâkimdir.” (Tevbe, 28)
“Müşrikler, nefislerinin küfrüne şahit oldukları halde, Allah’ın mescitlerini imar etmeleri mümkün değil, onların yaptıkları işler boşa çıkmıştır ve onlar, ateşte sürekli kalacaklardır.” (Tevbe, 17)
“İşte onlar öyle kimselerdir ki, ahirette onlar için ateşten başka bir şey yoktur ve yaptıkları işler orada boşa gitmiş, amelleri hep batıl olmuştur!” (Hud, 16)
Bütün bu Kur’ani gerçekler de gösteriyor ki, yüce Allah’a gereği gibi iman etmeyenlerin yaptıkları tüm amelleri boşa gidecek ve onlar için ancak cehennem ateşi olacaktır.
Aracılar koyanlar
Hangi gerekçe ile olursa olsun, iman, davet ve infak konularında, tağuti sistemin izin verdiği vakıf, dernek ve partileri benimseyip desteklemek, Kur’ani hükümleri bilmeden hoca ve şeyh gibi kişileri takip edip dini onların dedikleri şekilde anlayıp yaşamak, yüce Allah ile araya aracı koymak olduğundan Tevhidi boşar, kişiyi şirke sokar.
Yüce Allah’a gerçekten iman ettiğini iddia eden bir kimse, tağutun kabulü anlamına gelen vakıf, dernek ve partilerden, tasavvuf ve İslâm adına ortaya çıkış ya da tağuti sistem tarafından çıkartılmış gruplardan kesinlikle uzak durmalıdır. Çünkü bunlar, Tevhidi esasların düşmanlarıdırlar.
Vakıf, dernek ve partiler, bildirilen ilahi esaslara aykırı olarak tağutu tanımış, tağuti sistemin belirlediği metoda göre hareket etmektedir. Bu ise ilahi metodu terk etmek ve küfürdür. Tevhidi esaslara aykırı olarak kurulan bu tağuttan icazetli kurumlar tümüyle şirk ve küfür yuvalarıdır.
Sonuç olarak
Tevhidi esaslara iman, sözel bir ifade olmayıp bir yaşam tarzı, bir mücadele metodu, onurlu bir kimlik kuşanmadır. Tevhid inancına sahip olan bir kimse, hiçbir konuda ve hiçbir şekilde iman ettiği esasların dışında düşünmez, konuşmaz, hareket edemez; aksi halde Tevhid inancı zedelenir, kişi şirke düşer.
Müslüman bir şahsiyet, konuşmasından duruşuna, yürümesinden oturup kalkmasına, kendi nefsine karşı sorumluluğundan aile bireylerine ve topluma karşı sorumluluğuna, dostluk ve düşmanlık ilişkisinden adabı muaşeret kurallarına, sosyal, siyasal davranışlarından, ticari ve hukuki ilişkilerine kadar her şeyini iman ettiği Tevhidi esaslara göre düzenlemek zorundadır.
Tevhidi esaslara iman etmiş bir Müslüman, hiçbir konuda ve hiçbir durumda, bu esaslara aykırı hareket edemez, duygusal davranamaz. Aksi halde, Tevhidi esaslara aykırı hareket ettiği konuda şirke düşer.
Düşünce, söz ve davranış üzerinde başkalarına söz hakkı vermek apaçık şirktir. Buna göre kişi, hayatını İslam’a göre yaşamıyorsa ameli şirktedir, vahyi önceleyip anlatmıyorsa sözel şirktedir, Tevhidi esaslar doğrultusunda mücadele etmeyi düşünmüyor ya da düşünce planında başka kişi ve ideolojilere yer veriyorsa düşünsel şirktedir demektir. Bu durumda kişi, ulûhiyette yüce Allah’a şirk koşmuştur.
Yüce Allah (cc), insanların, Tevhidi esaslara nasıl iman edip bu imanlarını nasıl muhafaza edecekleri konusunda vahyini indirmiş, rasullerini, Tevhidi esasları hayatlarında yaşayan en güzel örnekler olarak göndermiş ve iman edenlerin de elçileri en güzel örnek alarak Tevhidi esasları yaşamalarını istemiştir.
“Andolsun, sizin için Allah’ın Rasulü’nde, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok anan kimseler için, en güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)
Tevhidi esasların, insanlara ulaştırılması konusunda, bütün değerlerini ortaya koyan Hz. Muhammed (as)’ın en güzel örnek olarak alınmasını emreden yüce Allah (cc), beşeri tüm sistemlere karşı nasıl tavır konulacağı hususunda da Hz. İbrahim (as)’ı en güzel örnek olarak vermiştir.
“İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır; onlar kavimlerine ‘Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız, sizi tanımıyoruz, siz, bir tek Allah'a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir’ demişlerdi…” (Mümtehine, 4)
Yüce Allah (cc) dinini tamamlamış, onda bir eksiklik yapmamış, dini tebliğ için rasullerini göndermiş ve onların mücadelelerinin en güzel örnek olarak alınmasını, ancak böyle bir durumdan razı olacağını bildirmiştir.
Yüce Allah (cc), Sünnetullahta değişiklik olamayacağını bildirmiş ve iman edenlerden tağutu reddetmelerini, ancak bu durumda kendisine iman edileceğini de bildirmiştir.
Tevhid, ancak belirlenen esaslara göre bir mücadele ve hayat ortaya konulduğu zaman bir anlam ifade eder, yüce Allah (cc), müşriklerin, nefislerinin küfrünü göre göre Allah'ın mescitlerini şenlendirme haklarının bulunmadığını bildirmiştir. Bu nedenle Tevhidi esasların düşmanları tağuti sistemlerden izinli vakıf, dernek ve partiler yoluyla İslâm’a hizmet edilemez.
Temiz bir davaya, pislik olan şirki vasıtalarla hizmet edilmez; nasıl ki, genelevinde bulunan bir kadının, namustan söz etmesi ne kadar inandırıcı değilse ya da meyhanede kafa çeken kişinin, içkinin şeytanın pisliği olduğunu söylemesi de ancak kendisini kandırıyor.
Tevhidi esasların düşmanı olan tağuti sistemin, şirk ve küfür tabelası altında bulunan vakıf ve dernekçilerin de Tevhid, Kur’an ve İslâm ile ilgili sözleri, gerçekçi olmayan ifadelerdir. Tağutu kabullenmiş, ayetlere aykırı hareket eden bir kimsenin, Tevhitten söz etmesi inandırıcı ve gerçek değildir. Bunlar, Sünnetullah’a aykırı hareket etmişler, Risalet önderlerine ve Tevhid ihanet etmişler, Tevhidi esasları ve yüce Allah’ gereği gibi tanımamışlardır.
İşte tüm bu nedenlerle Tevhidi esaslara iman edenler, şirk ve küfür yuvalarından ve onların başlarındaki Samiri soylu belamlardan uzak durmalıdırlar. Kurtuluş bundadır!
Ramazan Yılmaz: 2015.07.09
Bir yanıt yazın