Annelerin, evlatlarını eğitmeleri, onlara kişilik ve toplumsal davranışlar kazandırmaları konusundaki etkileri, hiç kuşkusuzdur ki babaların etkisinden daha fazladır. Kimi istisnalar bulunsa da çocukların ekserisi annelerinden daha fazla etkilenmektedirler. Çünkü anneler, aynı zamanda çocukları üzerinde birer öğretmen ve eğitmendirler. Bu durum, bütün anneler için aynıdır ve anneler çocuklarına, sahip oldukları değer yargılarını, ahlakî, kültürel ve inanç değerlerini verirler.
Babaların, daha çok çocuklarının rızıklarını temin etmeleri, Müslüman olanların ise İslâmi tebliğ görevlerini sürdürmeleri nedeniyle çocukları ile birliktelikleri gün içerisinde annelere oranla daha az olmakta, doğal olarak da çocukları ile anneler kadar ilgilenmemektedirler. Bu nedenle çocuklar, anneleriyle daha çok zaman geçirmekte ve onlardan daha fazla etkilenmekte, annelerini daha çok dinlemektedirler.
Kur’an’da, Hz. Nuh (as) ve Hz. İbrahim (as)’ın evlatları ve eşleri, Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as)’ın anneleri ile Hz. Meryem (as)’ın annesi, İmran’ın hanımı örnek verilir. Babaları Rasul olan iki evladın ve annesi tarafından yetiştirilen Hz. Musa (as), Hz. Harun (as) ve Hz. Meryem (as)’ın kıssaları, çocukların yetiştirilmesinde annelerin rolünü çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Hz. Nuh (as)’ın oğlunun durumu, Hz. İsmail (as), Hz. Musa (as), Hz. Harun (as) ve Hz. Meryem (as)’ın anneleri tarafından yetiştirilmeleri, günümüzde söylenen “Anası neyse evladı da odur” atasözü âdeta bunun sağlamasını yapmaktadır.
Hz. Nuh (as)’ın oğlu, babasının kendisini davet ettiği Tevhidi esaslara iman etmemiş, annesi gibi küfrü seçmiş, doğal olarak annesi gibi yüce Allah’ın azabını hak etmiştir. Babasının Tevhidi davetine icabet etmeyerek babasına isyan eden Hz. Nuh (as)’ın oğlu, bu davranışı ile yüce Allah’a da isyan etmiştir.
“…Nuh, oğluna seslendi ve o uzakta idi: ‘Ey yavrucuğum, bizimle bin ve kâfirlerle beraber olma!’ (Oğlu) dedi ki: ‘Bir dağa sığınacağım, sudan o beni korur' (Nuh) dedi ki: 'Merhamet ettiği kimse hariç, Allah'ın emrinden bugün koruyacak yoktur’ ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece boğu¬lanlardan oldu.” (Hud, 42-43)
Yüce Allah (cc), haram kıldığı şeylerin başında kendisine şirk koşulmasının hemen ardından anne babaya iyilik etmeyi emretmiştir.
“De ki: ‘Gelin, Rabb’inizin üzerinize haram kıldığı şeyleri okuyayım; kesinlikle hiçbir şeyi O’na şirk koşmayın, anneye babaya iyilik edin…” (En’am, 151)
“Rabb’in, Kendisinden başkasına kulluk yapmamanızı ve ebeveyne iyilik etmenizi kesinlikle emretti; şayet ikisinden birisi yahut her ikisi, senin yanında ihtiyarlığa ulaşırsa sakın ikisine ‘Öf’ deme, ikisini azarlama; ikisine güzel söz söyle, ikisine acımadan dolayı tevazu kanadını indir ve de ki: ‘Ey Rabb’im, beni küçükken yetiştirdikleri gibi sen de ikisine merhamet et.” (İsra, 23-24)
Müslüman babalarına isyan eden çocuklar, babalarının ailesinden değildirler
Yüce Allah (cc), bildirdiği esaslara uymayıp babasına isyan eden Hz. Nuh (as)’ın oğlunun babasının ailesinden olmadığını bildirmiştir. Bu da gösteriyor ki, Müslüman babalarına isyan eden çocuklar, babalarının ailesinden sayılmamaktadırlar. Böyle olan çocuklar, babalarına mirasçı da olamazlar.
“Nuh Rabb’ine seslendi, sonra dedi ki: ‘Rabb’im, şüphesiz oğlum benim ailemdendir ve elbette senin sözün haktır ve sen hükmedenlerin hâkimisin!’ (Rabb’i) dedi ki: ‘Ey Nuh, şüphesiz o, senin ailenden değildir; gerçekten o, iyi olmayan bir iş yaptı, öyleyse hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme, doğrusu Ben seni, cahillerden olmaktan sakındırıyorum!” (Hud, 45-46)
Müslüman bir babanın, Kur’ani esaslara uymayan, kendisine itaat etmeyen çocukları üzerinde velayet hakkı sözkonusu değildir. bu nedenle bir babanın, çocuklarına veli olmaya kalkışması, onlar için yüce Allah’a dua etmesi ancak cehalettir.
Müslüman anne babasını üzen, onlara karşı çıkan, onlara “Öf” diyen ya da onlara “Öf” çektiren çocuklar, yüce Allah’ın bu konudaki ayetlerine sırt döndüklerinden hak ettikleri acıklı azaba gireceklerdir.
“O kimse ki anasına, babasına: ‘Öf’ size, benden önce nice nesiller gelip geçmişken siz ikiniz bana, muhakkak benim çıkarılacağımı mı vadediyorsunuz!’ dedi ve onlar, Allah'a yalvararak: ‘Yazık sana, iman et; muhakkak ki Allah'ın sözü gerçektir’ dediler. Nihayet o dedi ki: ‘Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir. İşte onlar, üzerlerine söz hak olmuş kimselerdir; muhakkak kendilerinden önce geçen cin ve insan toplulukları arasında bulunacaklardır, gerçekten onlar, şüphesiz hüsrana uğrayanlardır.” (Ahkâf, 17-18)
Babası başlarında bulunduğu halde babasına ve Rabb’ine asi olan Hz. Nuh (as)’ın oğlunun küfre saplanıp isyan etmesi elbette salt çevresel etkilerle açıklanamaz, bunda eşine iman etmeyen annenin payı da olduğu kuşkusuzdur.
Annelerin, şaheser eğitimlerinin eserleri, Allah’a teslim olan çocuklar
Hz. İsmail (as), Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as) ve Hz. Meryem (as)
Annesi ile birlikte babası tarafından ıssız bir vadiye bırakılan Hz. İsmail (as) ile babasız olan ve annesinin gözetimi altında yetişen Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as)’ın örneklikleri annelerin, çocukları üzerinde ne denli etkili olduğunu apaçık ortaya koymaktadır.
Sıkıntılarla yoğrulmuş bir hayatın içerisinde onurlu bir duruş gösteren Hz. Hacer (r.anha)
Safa ve Merve’nin hakkında şahitlik ettiği kutlu kadın Hz. Hacer (r.anha), iki tepe arasında oğlu küçük İsmail’e su bulmak ümidiyle bir o tepeciğe (Safa’ya), bir diğerine (Merve’ye) nefes nefese koşuştururken ne kendilerini bu ıssız vadiye bırakan Hz. İbrahim (as)’a kızıyordu ne de halinden şikâyet edip sızlanıyordu. O kutlu Kadın, ne bu sıkıntıları yaşarken ne de daha sonra kendilerini bu ıssız vadiye bırakıp giden kocası Hz. İbrahim (as) hakkında en ufak bir olumsuzluk düşünmüyor, oğlunu babasına karşı doldurmuyordu. Çünkü o, Rabb’ine iman etmiş bir Mü’min ve O’na teslim olmuş Müslümandı.
Yüce Allah (cc), Kendisini hep hatırlayıp zikreden bu kutlu Kadın’ı zikretmiş, onun koşturduğu Safa ve Merve’yi, Kendi işaretleri olarak kabul etmiş, Hz. Hacer’in hatırasına insanlara, Safa ve Merve’yi tavaf etmelerini bildirmiştir.
“Şüphesiz Safa ve Merve, Allah’ın işaretlerindendir; işte kim Beyt’i hacceder ya da Umre yaparsa, o ikisini tavaf etmesi elbette onun için günah değildir ve kim, isteyerek hayır yaparsa, o takdirde gerçekten Allah, şükredeni bilir.” (Bakara, 158)
Oğlu ile birlikte ıssız bir vadiye bırakılan Hz. İsmail (as)’ın annesi, ıssız bir yere terk edilişini kullanarak oğlunu, babasının aleyhine kışkırtmamış, onu babasına asi olacak şekilde yetiştirmemiş, tam aksine babasına muti bir evlat olarak yetiştirmiştir. Öyle ki, babası kendisini keseceğini söylediğinde bile Hz. İsmail (as), bu teslimiyetinden zerre kadar sapmamıştır.
“Ne zaman ki yetişkin olup onunla beraber yürüyünce (İbrahim) dedi ki: ‘Ey yavrucuğum, doğrusu ben, uykuda senin boğazını kesiyorum, şimdi düşün, düşüncen nedir? (Çocuk) dedi ki: ‘Ey babacığım, sana emredileni yap, inşaAllah beni sabredenlerden bulacaksın! Ne zaman ki ikisi teslim oldu, alnı üzerine onu yatırdı.” (Saffat, 102-103)
Hz. İsmail (as)’ın, babasının isteğine karşılık bu muazzam teslimiyeti göstermesinde onu yetiştiren annesinin katkısı oldukça büyüktür. İşte bu teslimiyeti onu Rabb’inin rızasına ulaştırmış ve Rabb’i tarafından övülmesine ve kendisinden razı olunmasına neden olmuştur.
“Kitap’ta İsmail’i de an, doğrusu o, sözünde sadık idi ve o, nebi bir Rasul idi; ehline, namazı ve zekâtı emrederdi ve Rabb’i yanında razı olunmuş idi.” (Meryem, 54-55)
Hz. Hacer (r.anha)’ın yerinde günümüz kadınlarından biri olmuş olsaydı, günümüzde birçok örneği görüldüğü üzere, çocuğunu babasına karşı dolduracak, babasına asi bir evlat olmasına çalışacaktı. Ancak soylu ve Mü’mine bir kadın olan Hz. Hacer (r.anha), çektiği onca sıkıntı, açlık ve susuzluğa rağmen Hz. İsmail (as)’ı, babasına muti bir evlat olarak yetiştirmiştir. Selam olsun bu kutlu Anneye ve yetiştirdiği evladı Hz. İsmail (as)’a!
Anne babaya itaat ve teşekkür, yüce Allah’a kulluk ve şükürdür
Çocuklar, annelerinin terbiyesi altında ya Rab’lerine iman eden salih bir kul ya da asi, isyankâr biri olurlar. Yüce Allah’a iman edip salih bir kul olmak da ancak yüce Allah’ın ayetleri doğrultusunda hareket edip ebeveyne muti bir evlat olmakla mümkündür.
Hz. Nuh (as)’ın oğlunun örnekliğinde görüldüğü üzere babaya isyan, yüce Allah’a isyan olduğu gibi Hz. İsmail (as)’ın örnekliğinde de görüldüğü üzere babaya itaat yüce Allah’a itaattir. Bu nedenle yüce Allah (cc), evladın anne babasına itaatini emretmiş, anne babaya teşekkür edilmesini Kendisine şükretmekle beraber zikretmiştir.
“İnsana, anne babasını tavsiye ettik; annesi onu zayıflık üstüne zayıf düşerek taşımıştır ve onun sütten kesilmesi de iki yıl içindedir. Muhakkak Bana ve annene babana şükret, dönüş banadır ve eğer senin, hakkında bilgin olmayan bir şeyi, gerçekten Bana şirk koşman için seninle uğraşırlarsa, o halde o ikisine itaat etme ve ikisine, dünyada iyilikle sahiplen ve bana yönelen kimsenin yoluna tabi ol, sonra dönüşünüz banadır; bu sebeple yapmış olduğunuz şeyleri size haber vereceğim.” (Lokman, 14-15)
Anne babalarına karşı iyi davranmayan, onları üzen, onlara saygı ve sevgide kusur eden çocuklar, Hz. Nuh (as)’ın oğlu gibi isyankâr bir kâfir iken, ebeveynlerine karşı saygıda kusur etmeyen, onları üzmeyen, onlara dua edip iyilik yapan çocuklar, Müslüman kimselerdir. İşte o çocuklar, Rab’lerini razı etmiş kimseler olarak kurtuluşa ermişlerdir.
“Biz insana, ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik; annesi onu güçlükle taşıdı ve güçlükle doğurdu. Onun taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürdü. Nihâyet güçlü çağına erip kırk yaşına varınca dedi ki: ‘Rabb’im beni, bana ve anneme, babama verdiğin nimete şükretmeğe, razı olacağın salih amel yapmağa muvaffak eyle; zürriyetimi de benim için ıslah eyle. Şüphesiz ben sana yöneldim ve ben gerçekten Müslümanlardanım.
Onlar, o kimselerdir ki, yaptıkları şeylerin en iyisini onlardan kabul ederiz ve onların kötülüklerinden geçeriz; cennet halkı içindedirler, o ki, onlara vadedilmiş doğru bir vaattir.” (Ahkâf, 15-16)
Hayırlı olan bir evlat, anne babasına iyilik yaptığı gibi onlar için Rabb’ine dua da eder.
“Rabb’imiz, hesaba durulacağı gün beni, anamı-babamı ve Mü’minleri bağışla!” (İbrahim, 41)
İki Rasul’ü yetiştiren mükemmel kadın, Hz. Musa (as)’ın annesi (r.anha)
Her kadın, yaratılış fıtratına uygun hareket ettiği, Rabb’i tarafından kendisine verilen onurlu insan sıfatını, gurur duyacağı annelik özelliğini, Rabb’ine iman ve teslimiyetinin nişanesi olan Mü’min ve Müslüman vasfını koruduğu sürece nice değerli ilim ehlini, dava adamını, Tevhidi esasları ortaya koyacak mücahit ve mücahideleri yetiştirir.
Kadınlar, yaratılış fıtratlarına uygun hareket ettikleri sürece insanlar yanında saygınlıklarını koruyacaklar, Rab’lerini razı edebilecekler ve O’nun yanında yüceleceklerdir. İşte böyle olan kadınlardan bazıları rasullere, Tevhid erlerine annelik yapmış, nice ilim ehlini yetiştirmiş, Rab’lerini razı etmek için en zorlu aşamalardan geçmiş, gece gündüz demeden çalışmış, birçoğu, hayatlarını vermekten çekinmemişlerdir. Bu değerli ve saygın kadınlardan biri de hiç kuşkusuzdur ki Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as)’ın muhterem anneleridir.
Bu soylu, cesur ve kutlu Kadın, Fir’avn’ın, İsrailoğullarına karşı zulüm ve baskısında sınır tanımadığı bir dönemde yüce Allah’ın emrine teslim olmuş, oğlu Hz. Musa (as)’ı sandığa koyup denize bıraktığı zaman onunla beraber adeta ciğerini de söküp oğlunun yanına koymuştu.
“Andolsun biz sana bir defa daha lütfetmiştik; o zaman annene ilham edilecek olan şeyi ilham etmiştik: ‘Gerçekten onu sandığın içine koy denize bırak; deniz onu sahile bıraksın; onu, benim düşmanım ve onun düşmanı olan alacaktır; üzerine benden bir sevgi koydum ki, gözümün önünde yetiştirilmen için. O zaman Kızkardeşin giderek ‘Ona bakacak birini size göstereyim mi? diyordu; böylece seni annene geri döndürdük ki gözü aydın olsun ve üzülmesin…” (Taha, 37-40)
Ve takdir edilen edilmiş, bir diktatörün sarayında Hz. Musa (as), annesinin terbiyesinde yetiştirilmiştir. Evladı için hayatını hiçe saymış bu kutlu, korkusuz kadın, yalnızca Hz. Musa (as)’ı değil, aynı zamanda diğer oğlu Hz. Harun (as)’ı da yetiştirmiş, yetiştirdiği her iki evladı da Rasul olmuş, Rab’lerinden başka hiç kimseden korkmadan Rab’lerinin mesajını, başta Fir’avn olmak üzere insanlara ulaştırmışlardır.
Ve kadınların en hayırlısı Hz. Meryem’in annesi, İmran’ın Hanımı (r.anha)
Rabb’ini her an hatırlamasına ve O’na sürekli dönmesine karşılık Rabb’i tarafından evrensel ve çağlarüstü Kur’an’da, her çağda hatırlanacak şekilde zikredilen İmran’ın Hanımı o kutlu Kadın, karnındaki çocuğunu Rabb’ine adamış, doğurduğunda da onu Rabb’ine takdim etmiştir. Bu, elbette her annenin kolay kolay gösteremeyeceği yüce Allah’a bir teslimiyetin nişanesidir. İşte bu kutlu çocuk, âlemlerin kadınlarına üstün kılınan Hz. Meryem (as) idi.
“Bir zaman İmran’ın hanımı demişti ki: ‘Rabb’im, doğrusu ben, karnımda olanı azat edilmiş olarak adadım, böylece benden kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.’ Ne zaman ki onu doğurunca dedi ki: ‘Rabb’im, doğrusu ben onu kız doğurdum, -Allah onun ne doğurduğunu biliyordu- erkek kız gibi değildir; ona Meryem adını verdim ve gerçekten ben onu ve zürriyetini, kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum.” (Al-i İmran, 35-36)
“Bir zaman melekler, demişti ki: ‘Ey Meryem, doğrusu Allah seni seçti, temizledi ve seni âlemlerin kadınlarına üstün kıldı! Ey Meryem, Rabb’ine kulluk et ve secde edip rükû edenlerle beraber rükû et.” (Al-i İmran, 42-43)
Kutlu bir annenin doğurup Rabb’ine adadığı o kutlu Hz. Meryem (as), Rabb’i tarafından onurlandırılmış, Hz. İsa (as)’a anne olma şerefiyle yüceltilmiş ve âlemlerin kadınlarına üstün kılınarak ödüllendirilmiştir.
Yüce Allah (cc) adildir
Tarihsel süreçte Hz. Hacer (r.anha), Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as)’ın anneleri (r.anha), İmran’ın Hanımı (r.anha) ve Hz. Meryem (r.anha) gibi kutlu kadınlar oldukça fazladır. Bu konuda en fakir dönemin, içerisinde yaşadığımız bu dönem olduğu görülmektedir.
Günümüz kadınları, Rab’lerini razı etmek yerine O’nun dinini kullanarak tesettürden yoksun örtülerini, adeta bir moda havası içerisinde giyinmekte, podyum maymunları gibi renga renk pardösü giyip eşarplar bağlayarak kendi hevalarını razı etmektedirler. Bunlar, kendileri şeytanın oyuncağı olmuş bir halde Tevhidi bilinçten yoksun oldukları gibi evlatlarını da Tevhidi bilinçten yoksun ve kendileri gibi hevalarını razı edecek bir şekilde yetiştirmektedirler.
Yüce Allah (cc), adil sıfatı gereği, tarihi süreçte anne olma vasfını onurlu bir şekilde taşıyan, salih evlatlar yetiştiren anneler ile günümüzde şeytanın yandaşı olmuş bir halde bulunan, dişi olmaktan başka bir özellikleri olmayan, hevalarını razı etmekten başka bir gayeleri bulunmayan, Tevhidi bilinçten yoksun çocuklar yetiştiren anneleri bir tutmayacak, herkese hak ettiği karşılığı verecektir.
“O halde güzel bir söz vadettiğimiz, nihayet ona muhakkak kavuşan kimse, dünya hayatının metaı ile nimetlendirdiğimiz sonra o, kıyamet günü hazır bulundurulan kimse gibi mi olur!” (Kasas, 61)
“Yoksa kötülükleri işleyen kimseler kendilerini, iman edip salih amel işleyen kimseler gibi yapacağımızı mı sandılar, yaşamaları ve ölümleri onlarla bir mi olacak; ne kötü hüküm veriyorlar!” (Casiye, 21)
“Elbette insan için çalışmasından başka bir şey yoktur. Şüphesiz onun çalışması yakında görülecektir, sonra ona karşılığı tam olarak verilecektir.” (Necm, 39-41)
Yüce Allah’a iman etmeyi bir onur vesilesi olarak taşıyan annelerle yüce Allah’a iman etmekten fersah fersah kaçıp kendileri gibi hayırsız evlatlar yetiştiren, yüce Allah’a kul olma yerine kendi nefislerine kul olan evlatlar yetiştiren annelerin durumu elbette ki bir olmayacaktır bu yüce Allah’ın vaadidir.
Yüce Allah (cc) onurlu, Mü’min kadınlara rahmet ve mağfiret eylesin, günümüzde de varsa onların örnekleri onlara da rahmet ve mağfiret eylesin, diğerlerini de yüce Allah (cc) ıslah eylesin, ıslahları mümkün değilse hak ettikleri karşılığı onlara nasip etsin, amin!
Ramazan Yılmaz: 2018.03.08
Bir yanıt yazın