Birey ya da toplumları, sahip oldukları inanç ve kültürel değerlerine yabancılaştırmanın, bu değerlerinden uzaklaştırmanın, onları sürü haline getirip her istenileni yaptırmanın en etkili yolu, hiç kuşkusuzdur ki onların, sahip oldukları inanç ve kültürlerine ait kavramları değiştirmek, olduğundan farklı bir hale dönüştürmektir.
Bir düşünce ya da dine ve bağlılarına yapılacak en büyük kötülük, o düşünce ya da dinin ihtiva ettiği muhtevayı değiştirmektir. Muhtevayı değiştirmenin en kolay yolu ise, kavramların ifade ettiği manaya olduğundan başka anlam vermektir. Böylece insanlar, şeklen bazı değerlere sahip olacaklar, ancak içerik ve anlam olarak bu değerler onlara hiçbir şey ifade etmeyecektir.
Bir düşünceye ya da bir inanış biçimine ait kavramları değiştirmek, o inanç ve düşünceyi etkisiz kılmanın, yaşanır halden çıkarmanın, hatta olduğundan başka bir hale dönüştürmenin en etkin ve en kısa yoludur. Böylece hiçbir baskı ve şiddet kullanmadan bir toplum, istenildiği gibi yönlendirilecek, her istenilen şekle sokulacak, hiçbir hassasiyet taşımayan, ruhsuz bir hâle gelmiş olacaktır. Günümüzde kendilerini İslâm’a nispet eden birey ve toplumların içerisinde bulunduğu durum, ne acıdır ki böyledir.
İslâm düşmanı küfür, şirk, fısk ve nifak gibi sapık düşünceler, yüzyıllar boyunca güç yetirip hayattan kaldırmaya muvaffak olamadıkları İslâm nizamını, ona hayatiyet veren kavramların içini boşaltarak, anlamlarını değiştirerek amaçlarına ulaşmışlardır.
İslâm, sosyal hayatta bir yaşam, siyasal, sosyal, hukuksal, kültürel ve ticari bir sistemin adı iken, ona hayat veren temel kavramların anlamlarının değiştirilmesi ya da içlerinin boşaltılması sonucunda nüfus kâğıtlarına yazılan bir sıfat olmaktan başka bir anlam taşımaz duruma getirilmiştir.
Kur'an, insanın yaşamını biçimlendiren, yaşam süreci içerisinde neler yapacağını, nelerden kaçınacağını bildiren, insana yol gösteren kurallar bütünü, öğüt ve tavsiyeler kitabı iken günümüzde Kur'an, ölülere okunan, sevap kazanmak amacıyla ele alınan, anlamı bilinmeyen büyülü bir kitap durumuna düşürülmüştür.
İslami kavramlar üzerinde tahrifat yapanların iki temel amacı vardır:
1- İslâm'ı, bir hayat nizamı olmaktan çıkarıp hayattan kaldırmak,
2- İslami kavramların içlerini boşaltıp anlamlarını değiştirerek onunla çıkar sağlamak.
Birinci amaçta olanlar, İslâm’a düşman olan diğer din ve ideolojilerin mensupları, ikinci amaçta olanlar ise, daha çok Müslüman oldukları iddiasında bulunan kimselerdir. Her iki gruba mensup olanların ortak noktaları, İslâm’ın anlaşılır olmasını engellemek, toplumun gerçek İslâmi kavramlara, dolayısıyla İslâm’a yönelmesine mani olmaktır. Çünkü gerçek İslâm’ın ortaya çıkması durumunda bunların hesaplan bozulacak, gerçek yüzleri görülecektir ki bu, onların sonu anlamına gelecektir.
İslâmi kavramların gerçek anlamları, ancak Kur'an'da bulunmaktadır; bunun dışındaki tüm tanımlamalar, İslâmi kavramları ifade etmekten çok uzaktırlar. İnsanlar Kur'ani kavramların gerçek anlamlarını Kur’an’dan öğrenmeleri durumunda din istismarcılarına aldanmayacaklar, onlara sömürülmeyecekler ve yüce Allah'ın istediği şekilde dinlerini yaşayacaklardır. Böylece dinlerine daha sıkı sarılarak Rab'lerini razı edebileceklerdir.
Kur'an’dan hareket ederek Kur'ani kavramlar öğrenildiğinde, bu kavramların ne denli asıllarından saptırıldığının korkunçluğu ortaya çıkacaktır. Öyle ki, bu saptırmalar sonucunda İslâm’dan ayrı başka bir dinin oluşturulduğu görülecektir. Bunun sorumluluğu, saptırıcıların olduğu kadar, Kur'an okudukları halde bu gerçekleri, kimi endişelerle ortaya koymayanların da üzerindedir. Kur'an okuyanlar, şayet hassasiyet göstererek bu saptırıcılara karşı çıkmış olsalardı, sapma bu denli korkunç boyutlara ulaşamayacaktı.
Kur'an okuyanların suskunluğu, saptırıcılara cesaret vermiş ve İslâm’ın, bozmadık ya da değiştirmedik kavramını ve konusunu bırakmamışlardır. Kur'an okuyanlar, en az saptırıcılar kadar cesaretli olsalardı, bugün durum çok daha farklı ve İslâm’ın lehinde olurdu.
Müslümanlar, vahyi esaslardan hareketi şiar edinerek tıpkı en güzel örnekler olarak aldıkları Risalet önderleri ve Tevhid erleri gibi insanlara Kur’ani gerçekleri açıklamalı, İslâmi kavramların gerçek anlamlarının ne olduğunu apaçık bir şekilde ortaya koymalıdırlar. Bunun sonucunda iman ya da inkâr edecek olanların, bu belirginlikten hareket ederek saflarını netleştirmeleri sağlanacak, herkes, yerinin ve konumunun neresi olduğunu bilecektir.
Günümüzde İslâmi kavramların ya asıl anlamları değiştirilmiş ya içleri boşaltılmış ya da tamamen kaldırılmıştır. Bunun sonucunda İslâm, isim olarak var olmasına, insanlar tarafından kabul edilmesine rağmen bir sistem ve nizam olarak maalesef hayatta yoktur. Bunun en büyük müsebbibi ise, Samiri soylu belamlardır.
Kur'ani gerçekler ortaya konulduğunda çıkarlarına halel gelenler, toplumun inanç değerlerini, yazdıkları kitap ve dergi satarak sömürenler, toplum üzerinde oluşturdukları yapay saltanatları yıkılacak endişesiyle çırpınmakta, çırpındıkça da batmaktadırlar.
Din tacirleri, toplumdan sakladıkları gerçeklerin su yüzüne çıkarmasından korktukları için vahyi esaslardan hareket edip Kur’ani gerçekleri insanlara anlatan Müslümanlara saldırmakta, onları karalamaktadırlar. Müslümanlar, toplumdan, bel’amlardan ya da zorba sistemden gelebilecek bütün tepki eleştiri, baskı ve saldırıları göze alarak Rab’lerine bir mazeret sunabilmek için vahyi gerçekleri ortaya koymalıdırlar.
Kur’ani kavramların, asıl anlamları dışında anlamlandırılmasının baş sorumluları, hiç şüphesizdir ki, topluma âlim diye tanıtılan bel’amlardır. Gerçek âlimin kim olduğunu bilmeyen toplum, kendilerine din adına bir şey anlatan herkesi âlim zannetmiş, ona inanmış ve peşinden gitmiştir. Bu durumu fırsata çeviren bel’amlar, toplumun dini değerlerini istismar etmiş, onları, maddi ve manevi olarak sömürmüşlerdir.
Kur’an, insanların iman ettikleri esaslar konusunda hassasiyet göstermeleri için her hususta olduğu gibi âlimin ve bel’amın kim olduğu konusunu da bütün açıklığı ile ortaya koymuştur. Gerçekten Rab’lerini razı etmek isteyenlerin, Kur’an’ı anlayarak okumaları, Kur’ani kavramları kaynağından öğrenmeleri gerekir.
Kur’an’da âlim ve bel’am sıfatları
Kur’an, âlim ve bel’amın kimler oldukları, neler yaptıkları konusunda çok açık bilgiler verir. Kur’an’a vakıf olmayanlar, dinlerini sokak kültürü ve bel’amların anlattıklarından ibaret bilenler, âlim bel’am farkını bilmedikleri için kendilerine dinden söz eden, birkaç ayet ya da hadis okuyan kişilerin bel’am olduklarını bilmediklerinden onları âlim zannetmektedirler.
Kur’an’dan hareketle âlim ve bel’am konusuna bakıldığında, bel’amların, âlim olmadıkları, tam aksine İslâm düşmanı birer saptırıcı oldukları açığa çıkacaktır.
Âlimler
Âlimler, Allah’tan gereğince korkarlar, her söz ve fiillerinde yalnızca Rab’lerini razı etmeye çalışırlar.
“…Şüphesiz O’nun kullarından âlimler, Allah’tan gereğince korkarlar. Gerçekten Allah Azizdir, ğafurdur.” (Fatır, 28)
Âlimler, hiçbir zaman egemen zorba güçlerden, beşeri sistemlerden makam mevki için ya da onlardan korktuklarından dolayı fetva vermez, her söz ve davranışlarında ancak Rab’lerinden korkar, O’nun rızasını gözetirler. Bu nedenle sadece Kur’an’dan ve en güzel örnek Rasulullah (as)’ın sünnetinden hareket ederler.
Bel’amlar
Bel’amlar, Allah’tan başkalarından, egemen güçlerden ve Tağuttan korkarlar, yaptıkları her işi onları razı etmek, onların gözüne girmek, kimi çıkarlar elde etmek için yaparlar.
“Sihirbazlar Fir’avn’e geldiler, dediler ki: ‘Üstün gelenler biz olursak elbette bize bir ücret var!” (A’raf, 113)
“Bunun üzerine iplerini ve asalarını attılar ve dediler ki: ‘Fir'avn'ın izzeti ile elbette biz galip geleceğiz' dediler.” (Şuara, 44)
Fir’avn’dan korkan, ondan bir ücret alabilmek için çalışan bel’amlar, Hakka karşı çıkar, gerçeklere karşı batıl şeyleri ileri sürerler. Günümüzde durum aynıdır; sihirbazların, iman etmeden önce Fir’avn’ın izni ile toplanıp Hz. Musa (as)’ın getirdiği gerçeklere karşı çıktıkları gibi, Samiri soylu bel’amlar da, tağuti sistemin izni olmadan hareket etmezler.
Âlimler
Âlimler, Allah’ın Kitabı’nı korumakla görevli olduklarından onu korurlar, Hakkı batılla bulayarak gerçekleri gizlemezler ve az bir ücret karşılığında Allah’ın ayetlerini satmazlar.
“Gerçekten Tevrat’ı biz indirdik, onda hidayet ve nur vardır. İslâm olan nebiler, onunla Yahudilere hüküm verirlerdi, fakihler ve âlimler, Allah’ın Kitabını korumakla görevlendirilmeleri sebebiyle onun şahit idiler. Öyleyse insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere satmayın ve kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirdirler!” (Maide, 44)
Bel’amlar
Samiri soylu bel’amlar, izin alarak kurdukları ya da tağut tarafından bir mükâfat olarak yerleştirildikleri vakıf dernek gibi şirk ve küfür yuvalarında, Hakkı batılla bulayarak gerçekleri gizlerler, tağuti sistemin hoşuna gidecek fetvaları verirler. Yüce Allah (cc) onları, Hakkı batılla bulaştırmamaları konusunda uyarmakta, ancak onlar bildiklerini yapmaktadırlar.
“Hakkı bâtılla karıştırmayın ve siz Hakkı bildiğiniz halde gizlemeyin.” (Bakara, 42)
Yüce Allah’ın bu uyarısına rağmen bel’amlar, bu ayetleri okuyup dururlarken Allah’ın ayetlerine aykırı hareketlerini sürdürmektedirler.
Âlimler
Âlimler, Rab’lerinden indirilen Kitab’ın bütününe iman ederler, ayetler arasında bir ayırım yapmazlar.
“O, sana Kitabı indirdi; onun bazı ayetleri muhkemdir, onlar Kitabın anasıdır, diğerleri de müteşabihdir. Ancak kalplerinde sapma olanlar, fitne çıkarmak ve kendilerince yorumlamak için onun Müteşabih olanlarına tabi olurlar, oysa onun tevilini Allah’tan başka kimse bilmez. İlimde derinleşenler: ‘Ona iman ettik, hepsi Rabb’imiz katındandır’ derler, akıl sahiplerinden başkası düşünüp öğüt almaz.” (Al-i İmran, 7)
Bel’amlar
Bel’amlar, Kitabın bütününe iman etmezler, bu yüzden Kitabin bir kısmını alır bir kısmını terk ederler, anlamadıkları konularda fikir yürütürler, kendilerine göre tevil ederler.
“Biz, cehennemin muhafızlarını meleklerden başka yapmadık ve onların sayısını da kâfirler için intihandan başka bir şey yapmadık ki, Kitap verilmiş olanlar iyice inansın, iman edenlerin de imanı artsın. Kitap verilmiş olanlar ve Mü’minler kuşkulanmasınlar. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler de: ‘Allah, bu misalle ne demek istedi?’ desinler. İşte böyle Allah, dilediğini şaşırtır, dilediğini hidayete erdirir. Rabb’inin ordularını kendisinden başkası bilmez. O, insanlara bir uyarıdan başka bir şey değildir.” (Müddessir, 31)
Bel’amlar, Kur’an’dan sürekli bir kuşku içerisindedirler, yüce Allah’ın bildirdiklerini ya anlamazlıktan gelirler ya da gerçekten anlamazlar. Çünkü onların kalplerinde hastalık vardır, bu yüzden iman ile küfür arasında yalpalayıp dururlar.
“Bu arada yalpalayıp dururlar, ne bunlara, ne de onlara; Allah’ın saptırttığı kimseye artık ona bir yol bulamazsın!” (Nisa, 143)
Âlimler
Âlimler, söyledikleri doğrultusunda hareket ederek iman ettikleri Tevhidi esasları hayatlarında yaşarlar, o uğurda mücadele eder, savaşırlar ve hiçbir zaman bu mücadelelerinde ve Allah yolunda başlarına gelenden sıkıntı duymazlar.
“Nice nebilerle beraber birçok dinde rüsuh sahibi fakihler (Rabbaniler) çarpıştılar; Allah yolunda kendilerine isabet eden şeylerden yılmadılar, zayıflık göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.
Sözleri, ‘Rabb’imiz, bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler kavmine karşı bize yardım et’ demelerinden başka olmadı. Allah onlara, dünya karşılığını ve ahiret karşılığının en güzelini verdi, Allah, güzel davrananları sever.” (Al-i İmran, 146-148)
Bel’amlar
İnsanlara nasihat ederler, insanlara ‘Kur’an okuyun, dininizi Kur’an’dan öğrenin’ derler ancak kendileri, söyledikleri doğrultuda hareket etmez, kendilerini unuturlar. Yüce Allah (cc), onlara, akıllarını kullanmalarını bildiriyor.
“Siz, insanlara imanı emredip kendinizi unutuyor musunuz, Kitabı okuduğunuz halde hâlâ akletmiyor musunuz?” (Bakara, 44)
Yüce Allah (cc), insanlara iyiliği emredip söyledikleri doğrultusunda yaşamayanları kitaplar yüklü merkeplere benzetmekte, onların, ayetleri inkâr ettiklerini bildirmektedir.
“Kendilerine Tevrat yükletilen sonra onu taşımayanların misali, kitaplar taşıyan eşeğin misali gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin misali ne kötüdür; Allah, zalim kavmi hidayete iletmez.” (Cuma, 5)
Âlimler
Âlimler, hüküm ve fetvalarını, Allah’ın Kitabından verirler, hiçbir zaman nefsani hareket etmezler, bilgi üzere hareket eder ve davetlerini bilgi üzere yaparlar.
“De ki: ‘İşte benim yolum budur, Allah’a basiretle davet ederim, ben ve bana uyanlar da, Allah’ın şanı yücedir, ben müşriklerden değilim.” (Yusuf, 108)
Âlimler, hiçbir şekilde Kitap dışında hareket etmez, şirke düşeceklerini bildiklerinden vahin dışına çıkmazlar, hoşlarına giden şeyleri yapmazlar.
Bel’amlar
Bel’amlar, her şeyi nefislerinin hoşuna gittiği için yaparlar; vahye bir bütün olarak teslim olmaz, Rasulün örnekliğini almazlar, nefislerinin hoşuna giden şeyleri alır, diğer örneklikleri bırakırlar, çünkü onlar, nefislerini ilah edinmişlerdir.
“Dedi ki: ‘Ben, onların görmedikleri şeyleri gördüm; Rasulün eserinden bir avuç aldım peşinden ona attım; buna, nefsim beni teşvik etti.” (Taha, 96)
Samiri’nin mazereti, günümüz bel’amlarının yaptıkları ile adeta özdeşlik arz ediyor. Günümüz bel’amları da, Allah’ın ayetlerini nefislerinin isteği doğrultusunda istismar etmekte ve kendi azgınlıkları için kullanmaktadırlar.
Samiri’nin söyledikleri aslında çok açık; cahil olan basiretsiz halkın cehaletinden yararlanarak, kurnazlığını kullanıp insanları kandırmış, onların manevi duyguları yanında maddi değerlerini almış ve insanları buzağı şeklindeki puta taptırmıştır. Samiri, bunu yapma nedeni olarak da nefsinin, bu yaptıklarını kendisine hoş göstermesiymiş.
Günümüz bel’amları, tıpkı Samiri gibi, hevalarını ilah edinerek Rasulün metodunu bırakmış, Hakkı batılla bulayarak ayetleri gizlemiş, onlardan sıyrılarak yere saplanmışlardır. Böylece Ahzab, 36. ayette belirtildiği üzere Allah ve Rasulü’nün hükmünü terk ederek Rasule karşı gelmiş, Mü’minlerin yolundan başka bir yola uymuşlardır ki bu yolun sonu cehennemdir.
“Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, Mü’min erkek ve kadın için o işi kendilerine göre seçme hakkı yoktur, kim Allah'a ve Rasulü’ne karşı gelirse, muhakkak apaçık bir sapıklığa düşer.” (Ahzab, 36)
Samiri, nasıl ki, ilah kavramını çarpıtarak, Hakkı batılla bulayarak insanları kandırıp saptırmış, onları Rab’leri yüce Allah’a isyan ettirmiş ise, günümüz Samiri soylu bel’amları da, Tevhidi kavramları çarpıtarak, Hakkı gizleyerek insanları Tevhidi esaslardan ve Allah yolundan saptırmakta, tağuti sisteme itaat ettirmektedirler.
“Ey Rasul, küfürde yarış edenler seni üzmesin; onlar ki, kalpleri iman etmemiş, iken ağızlarıyla ‘iman ettik’ derler. Yahudiler arasında da yalana kulak verenler, sana gelmemiş olan bir kavme kulak verenler vardır. Onlar, kelimeleri yerlerinden kaydırırlar; derler ki, ‘Eğer size bu verilirse alın, bu verilmezse sakının!’ Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun için Allah’a karşı bir şey yapamazsın. İşte onlar, o kimselerdir ki Allah, kalplerini temizlemek istememiştir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette de büyük bir azap vardır.” (Maide, 13)
Bel’amlar, tağuti sistemin kurallarına uygun konuşur, onların sözlerine kulak verirler, çıkarlarına uymayan Kur’ani kavramları değiştirerek, kelimeleri yerlerinden kaydırarak, iman ettikleri iddialarına aykırı hareket ederler. Kitap’ta olmayan şeyleri Kitap’tan, İslâm’danmış gibi insanlara anlatarak onları aldatırlar.
“Şüphesiz onlardan bir grup var ki, dillerini Kitapla eğip bükerler, siz Kitap’tan sanasınız diye, oysa o Kitaptan değildir ve derler ki: ‘O, Allah katındandır’ oysa o, Allah katından değildir. Allah’a karşı onlar, bilerek yalan söylerler.” (3/79)
Bel’amların bunca küfür, şirk ve saptırmaları üzerine yüce Allah (cc), onları lanetlemiş, kalplerini katılaştırmıştır, böylece onlar, artık iman etmezler.
“Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini katı yaptık; kelimeleri yerlerinden değiştirdiler, kendilerine öğütlenen şeyi muhafaza etmediler ve unuttular…” (Maide, 13)
Âlimler
Âlimler, insanları kötü söz ve hareketlerden sakındırır, onların, haramlara bulaşmamaları konusunda uyarırlar ve hiçbir zaman insanları kendilerine çağırmazlar.
“Yarattıklarımızdan bir ümmet de, hidayete iletir, Hak ile adalet yapar.” (A’raf, 181)
“Biz, onların kalplerine cesaret vermiştik; kıyam ettiler, peşinden dediler ki: ‘Rabb’imiz, göklerin ve yerin Rabb’idir, biz O’ndan başka ilaha davet etmeyiz, çünkü o zaman saçmalamış oluruz.” (Kehf, 14(
Bel’amlar
Bel’amlar, insanları kötülüklerden alıkoymadıkları gibi bir de her türlü kötülüğü bizzat üreten, teşvik eden, her türlü ahlaksızlıkların işlenmesi için ruhsat veren, kötülüğün gerçek kaynağı olan ve Allah düşmanı olan tağuti sistemleri desteklemelerini isterler.
“Dinde rüsuh sahibi fakihler (Rabbaniler) ve âlimleri, onları, günah söylemelerinden ve haram yemekten men etselerdi ya; gerçekten yapmakta oldukları şey ne kötüdür.” (Maide, 63)
Yüce Allah (cc), kötülüğün, şirk ve küfrün kaynağı olan, tuğyan ve azgınlığında sınır tanılayan, Yüce Allah’ın hükümlerini hiçe sayıp kendisi, Allah’ın kulları üzerine yasa çıkaran, insanları Allah’a yönelmekten alıkoyan tağutun reddedilmesini emreder, bunun için rasullerini gönderdiğini bildirir. Ancak bel’amlar, yüce Allah’ın bu hükmünü hiçe sayarak tağuti sistemlere destek olurlar, peşlerinden sürükledikleri yığınların da destek olmasını ister, onların küfür ve şirke düşmelerine neden olurlar.
“Andolsun biz, her millet içinde: ‘Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye bir rasul gönderdik; Allah, onlardan kimine hidayet etti, onlardan kimi üzerine de sapıklık hak oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuş!” (Nahl, 36)
“Dinde zorlama yoktur, doğruluk, sapıklıktan elbette seçilip belli olmuştur; kim tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)
Tağutun reddedilmesi, yüce Allah’a iman etmenin ilk şartı iken bel’amlar, tağuta destek olmayı, vatandaşlık görevi olduğunu söyleyerek insanları, Rab’lerine iman etmekten, O’na yönelmekten alıkoyarlar.
Tağutu reddetmeleri gerekirken onlarla içli dışlı olan bel’amlar, zilleti izzet sanarak onu putperest kâfirlerin yanında arıyorlar. Oysa yüce Allah (cc), kâfirlerle hiçbir şekilde dostluk kurulmamasını bildirmektedir.
“Onlar Mü’minleri bırakıp kâfirleri dostlar ediniyorlar, izzeti onların yanında mı arıyorlar! Şüphesiz bütün izzet Allah’ındır.” (Nisa, 139)
Kimi TV programlarında belamların, sorulan sorular, yapılan röportajlar karşısında nasıl renkten renge, şekilden şekle girdikleri, gerçekleri, dillerini eğip bükerek değiştirdikleri herkes tarafından görülmektedir. Bunlar, Hakkı ortaya koyup gerçekleri anlatmaları gerekirken, zillet içerisinde gerçekleri tahrif ediyor, tahrif edenlere karşı çıkmıyor, aynı suça ortak oluyorlar. Oysa ya onlara onurlu bir tavırla cevap vermeleri ya da orada bulunmamaları gerekir.
Yüce Allah (cc), Allah’ın ayetleri ile alay edilen yerlerde durulmamasını, ya da konuyu değiştirmelerini bel’amlardan isterken onlar, her türlü çirkefliğin yapıldığı televizyon kanallarına çıkarak yüce Allah’ın bu hükmüne aykırı hareket etmektedirler.
Muhakkak ki O, size Kitap’ta indirmişti ki, eğer Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar, başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber durmayın; o zaman siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah, bütün münafık ve kâfirleri cehennemde toplayacaktır.” (Nisa, 140)
Âlimler, Risalet önderlerinin yolunu takip ederlerken bel’amlar, Risalet önderlerinin ve Müslümanların yolundan ayrılmış, onlara ihanet etmişlerdir. Bu durumları ile belamlar, Hak yolu terk etmiş, şeytana tabi olmuş batıla saplanmışlardır. Onlar, bu sapıklıkları içerisinde, içerisinde ebedi olarak kalmak üzere cehenneme sürüleceklerdir.
“Allah, nasıl hidayet verir; iman ettikten, Rasul'ün hak olduğunu gördükten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkâr eden bir topluma Allah, zalim topluma hidayet vermez.” (Al-i İmran, 86)
“Kim, kendisine hidayet açıklandıktan olduktan sonra Rasul’e karşı gelir ve Mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu döndüğü yola yöneltiriz ve cehenneme sokarız; ne kötü bir dönüştür!” (Nisa, 115)
Bel’amların durumu
Bel’amlar, küfür ve şirke karşı Tevhidi esasları anlatmamış, tam aksine bu kavramları gizlemiş, kimi çıkar ve endişeleri nedeniyle zillet içerisinde tağuta yaranmaya çalışmış, Tevhid ve şirk, iman ile küfür ayetlerinin hemen tümünü görmezden gelmiş, bile bile Allah’ın ayetlerine aykırı hareket etmişlerdir.
Yüce Allah (cc), ayetleri bildikleri halde o ayetler doğrultusunda hareket etmeyenlerin, bu ayetleri insanlara açıklamayanların durumunu, salyalarını akıtan köpeklere benzetmektedir
“Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz fakat onlardan çıkıp ayrılan, bu yüzden şeytana tabi olan, böylece azgınlardan olan kişinin haberini oku!
Eğer dileseydik elbette onu, onlarla yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü, onun durumu, tıpkı şu köpeğin durumuna benzer ki, üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan toplumun durumu budur. Bu kıssayı anlat, belki düşünürler.” (A’raf, 175-176)
Belam İbn Bahura, Tevhidi esasları, Kur’ani gerçekleri bilmesine rağmen kimi çıkar, endişe ve korkuları nedeniyle bunları gizleyip açıklamamış, bildiklerinin aksine hareket ederek döneminin tağutuna itaat etmiştir. Yüce Allah (cc), onun durumunu şöyle açıklamış, onun gibi olanların durumuna dikkatleri çekmiş, bu kıssayı düşünmelerini istemiştir.
Şu bir gerçektir ki, yüce Allah’a iman ettiklerini iddia ettikleri halde Allah’ın hükümleri doğrultusunda yaşamayanlar, tıpkı yüce Allah’ı inkâr eden ateistler gibi aslında o ayetleri inkâr etmişlerdir. Bu nedenle ateistlerle ayetleri kabul ettikleri halde onlar doğrultusunda hayatlarını düzenlemeyenlerin akıbetleri aynıdır.
Bel’amların cezası
Hakkı batılla bulayıp gerçekleri gizleyen, kitap ve dergiler çıkarıp satarak az bir ücret karşılığında Allah’ın ayetlerini satan, tağutu reddetmeyip kendileri ile beraber insanları da tağuta kulluk etmeye çağıran, Risalet önderlerine ve Tevhid erlerine ihanet eden bel’amlara yüce Allah (cc), lanet etmekte, acıklı bir azabı müjdelemektedir.
“Muhakkak ki, açık delillerden indirdiğimiz hidayeti, biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler, işte Allah onlara lanet eder ve bütün lanet edebilenler onlara lanet eder.” (Bakara, 159)
“Şüphesiz, Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir şey gizleyen ve onu az bir değere satanlar, işte onlar, karınlarına ateşten başka bir şey koymuyorlar. Allah Kıyamet günü onlarla konuşmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acıklı bir azap vardır. İşte onlar, hidayet karşılığında sapıklığı, mağfiret karşılığında azabı satın alan kimselerdir; ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)” (Bakara, 174-175)
Âlimlerin, yüce Allah’ın rızasını gözetip her söz ve fiillerini ona göre yapmalarına karşılık bel’amlar, kendilerini ve çıkarlarını düşünerek her söz ve davranışlarını, tağuti sistemi idare edenlerin rızasına göre yaparlar, onları överler, onlarla beraber bulunmaya çalışırlar.
Ramazan Yılmaz: 2016.07.01
Bir yanıt yazın