Gerçek İslâm’a karşı kurulan bir ihanet şebekesi: AKP
Her vesile ile Türk siyasetine yön veren, kimi zaman Türk generalleri çağırıp talimat vererek ihtilal yaptıran Amerikalılar, Türkiye’de, Tevhidi İslâm’ın gelişmekte olduğu endişesi ile 1998’den itibaren, sık sık Türkiye’ye gelip gelişmekte olan Tevhidi İslâm’a karşı bir partinin kurulması çalışmalarını yürütüyorlardı.
Amerikalılar, Türkiye’de, kimi İslâmcı yazar, gazete patronları ve siyasetçilerle toplantılar yaparak “Türkiye’de dindar zemini kuvvetli bir iktidar mümkün mü?” sorusuna cevaplar arıyordu. Erbakan başta olmak üzere, Muhsin Yazıcıoğlu’na bu projelerini uygulatmak istemişler, ancak onlar kabul etmemişler. Bunu kabul etmemelerinin bedelini Erbakan, partisinin parçalanması ile Yazıcıoğlu da hayatıyla ödemiştir.
Amerikalılar, kendilerine kuklalık yapacak başka birini bulma umuduyla toplantı üstüne toplantılar yapıyordu. Amerikalılarla toplantı yapanlardan Ali Bulaç, 22Aralık 2014 tarihli yazısında bu ihanetlerini itiraf ediyor ve bu ihanetin içerisinde Abdurrahman Dilipak adlı hain ile Merkez Parti Genel Başkanı Abdürrahim Karslı’nın da olduğunu itiraf ederek şunları yazıyordu.
“1998’lerden başlamak üzere Amerikalılar, sıklıkla bizlerle görüşmeye başladılar. Biri gidiyor, üçü geliyordu. Sordukları şuydu: “Türkiye’de dindar zemini kuvvetli bir iktidar mümkün mü?” Ben ana fikir olarak şunları söylüyordum: “Türkiye’de İslami-muhafazakâr aktörlerin belirleyici rol oynadığı bir döneme giriyoruz. Kronikleşmiş sorunlarımızı eski zihniyetle çözemeyiz; bölge gibi Türkiye de yeniden şekillenmek durumunda, Batı İslam’a, Müslümanların hayat tarzına ve kaynaklarına saygı göstermelidir. Batı ile savaşmak zorunda değiliz ama Batı’nın süren tahakküm ve hegemonyası altında Ortadoğu böyle devam edemez. İsrail sınırlanmalı, rejimler demokratikleşmeli, kaynaklar adil dağıtılmalı, İslam’ın cevaz verebileceği siyasetlere engel olunmamalı.”
Ancak ne aktivisttim ne siyasi bir hevesim vardı. Dilipak ise çok hareketli, aktif bir arkadaşımız. Tanıyanlar bilir, her konuda projesi var. Yeni dönemde Türkiye için mümkün bir siyasi proje hazırladı, bundan hayli saygın kişilere bahsetti. Ve onun ifadesine göre Ankara’da birilerine çalıştığı dosyayı verince, Amerikalıların görüşme trafiği değişti, bir süre sonra Dilipak, projesinin “bazı değişiklikler”le AK Parti olarak ortaya çıktığını gördü. Bundan sonrası hepimizin malumu!
Ali Bulaç, AKP’lilerin telaşla inkâr ettikleri Amerikalılarla buluşma toplantısına birçok kişinin katıldığını “Ben sadece 7-8 kişinin ağzı açık dinlediği söz konusu konuşmayı teyit ettim” diyerek cevaplamış, ayrıca Eski Devlet Bakanı Aydın Tümen de konuşulanları doğrulamıştır.
Bulaç’ın ifadesine göre, Tevhidi İslâm’a karşı ihanet projenin mimarı, Dilipak’tır. Dilipak, bugüne kadar Tevhidi İslâm’dan rahatsız olmuş, aşağılık duygusu ile aktivist bir kimlikle kendini tanıtmış, İslâmi hiçbir hareketin içerisinde bulunmamış, hayatı boyunca İslâmi değerleri istismar eden Erbakan ve Erdoğan’ın yanında Fir’avn’e akıl veren Haman görevini üstlenmiş birisidir.
İktidardan ve Erdoğan’dan nemalanan Akit yazarı Dilipak, gerçekler su yüzüne çıkınca, telaşla yapılanları inkâra yeltenmiş, ancak Abdürrahim Karslı, Dilipak’ın ikiyüzlülüğünü deşifre etmiştir.
“Merkez Partisi Genel Başkanı Abdürrahim Karslı, +1 TV’ye verdiği röportajda evindeki bir toplantıda Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak’ın “AKP’nin bir proje olarak ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğunu iddia ettiğini” söyledi ve Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç’ı şahit gösterdi.”
İslâm’a karşı ihanet projesi Erdoğan’a götürülür; o, bunun içine balıklama dalıyor. Yazıcıoğlu, Erdoğan’ı bu konuda uyarmasına rağmen o, gözünü hırs bürümüş bir halde kabul ediyor. M. Ali Bulut, 11 Ocak 2014’te Haber7’de bu konuda şöyle yazıyordu!
“O dönemde bu proje rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na da teklif edilmiş. Yazıcıoğlu, Erdoğan’a: “Kardeşim zaman ve hadiseler bana öğretti ki, Amerika’nın desteğindeki bir siyasete hizmet edilmiyor. Eğer millete dayanarak siyaset yapacaksan geleyim. Aksi takdirde Amerika hep kendine hizmet ettirir.” Tayyip Bey ona, “Bir müddet Amerika’nın dediklerini yaparız, sonra millete hizmet ederiz. Mani olurlarsa dirsek vurur, gideriz.” deyince rahmetli, “Amerika dirsek vurulacak bir güç değil. Fil ile gireceğin yataktan ezilerek çıkarsın.” demiş, teklifi nazikçe reddetmiş.”
Erdoğan, bu uşaklığı karşılığında ABD’ye vermedik taviz, yapmadık görev bırakmamıştır.
Ve İslâm’a karşı ihanet şebekesi AKP kuruluyor
Amerikalıların, kurulacak Gerçek İslâm karşıtı partiden taleplerini Abdürrahim Karslı, +1TV’de, Abdurrahman Dilipak’ın şöyle dediğini söylüyordu, “AK Parti’nin bir proje olarak ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğunu iddia ettiğini” kuruluşuna destek veren güçlerin, şu üç şeyi talep ettiğini söyledi.
1. Biz sizi iktidara taşıyalım.
2. Size iktidarda sorun çıkaracakları opere edelim.
3. Size gerekli finansal destekleri getirelim.”
AK Parti’den istenenler de şunlardı:
a. İsrail’in güvenliğini artıracaksınız, önündeki engelleri kaldıracaksınız.
b. Büyük Ortadoğu Projesi yani sınırların değişmesi.
c. İslam’ın yeniden yorumlanmasında bize yardımcı olacaksınız.”
Amerika, verdiği sözleri yerine getirdi; AKP’yi iktidara taşıdı, iktidarda sorun çıkaran yüzlerce üst düzey subayları, bir sürü düzmece kumpaslarla içeri tıktı ve yeni kurulan ihanet şebekesi AKP’nin yurt çapında birden bire yayılmasını sağlayacak finans desteğini esirgemedi.
Türkiye, demokratik(!) sisteme geçtiği günden bugüne, yeni kurulan hiçbir parti ve hele hele başka bir partiden ayrılmış kişilerin kurdukları(!) hiçbir parti, birdenbire yurt çapında örgütlenmemiş, ilk seçimde, ezici bir çoğunlukla iktidara gelmemiştir.
ABD güdümündeki AKP, daha kurulur kurulmaz yurt çapında örgütlenmiş ve birkaç ay içerisinde iktidar olmuştur. Bu kadar büyük bir teşkilatlanmayı, “Sırtımda bir ceketim var, başka bir şeyim yok” diyen Erdoğan’ın finanse etmesi mümkün değildir.
İhanet şebekesi AKP’de verdiği sözde durdu ve İsrail’in güvenliğini artırmakla kalmadı, ticaret hacmini kat kat artırdı, BOP projesine bütün gücü ile destek verdi ve Amerikalıların asıl gayesi olan İslâm’a, putperest bir din algısını yerleştirdi.
AKP, İslâm’a karşı kurulmuştur
Abdürrahim Karslı, Abdurrahman Dilipak’ın, AKP’nin İslâm’a karşı kurulmuş bir parti olduğu gerçeğini şu ifadeleri ile açıklıyordu.
“Abdürrahim Karslı: Yok yineleyeyim. Bir grup gazeteci arkadaş, bizim de kurucu arkadaşlarımız ile birlikte benim evimi ziyarete geldiler. Yemek yedik, sohbet ettik. Sohbet esnasında, bizim Medya Ve Tanıtımdan Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Şeyda Açıkkol, bir soru sordu. Dedi ki gazeteci ve hazırda olan arkadaşlara;
"1- Ak Parti ile ilgili düşünceniz nedir bu gelinen noktada?
2. Biz yeni bir parti kurduk Merkez Parti ile ilgili ne düşünüyorsunuz?" diye…
Orada muhtelif arkadaşlar vardı, demin yukarıda ismini söylediğim Ak Parti'ye çok hizmet eden, fikir babası, halen içinde olan, çok müdafaa eden gazeteci yazar, benimde eskiden beri tanıdığım, düşünce insanı olarak bildiğim Abdurrahman Dilipak da vardı. Hatta benden yaşça büyük olduğu için ben ona ağabey diye hitap ederim. O da orada vardı. Bu soruya mukabil işte insanlar fikrini söylerken o da fikrini söyledi.
“Dedi ki "Ak Parti bende bunu çokta yazdım” dedi, “saklamaya gerek yok her yerde de bu mevcut” dedi. “Ak Parti bir proje partisidir" dedi. “Ne projesi” dediler. "Bir tarihte, 90’lı yıllarının başından sonra küresel güçler, emperyalist güçler bunun içinde ABD İngiltere İsrail falan Türkiye'ye gidip gelmeye başladı. Bizlerle de görüşmeye başladı. ‘Niye gelip gidiyorlardı?’ dediler. Bundan sonra Türkiye'de siyasal İslamcılar ile birlikte çalışmak istiyoruz. Çünkü yükselen trend siyasal İslam. Çünkü Erbakan hoca ve ekibi gittikçe yükselen trendde puan almaya başlamış. Biz sizinle çalışmak istiyoruz biz anlaşma yapalım” yani kendi anlattı.”
Hem Ali Bulaç’ın, hem de Abdürrahim Karslı’nın ifadelerin örtüşen ortak nokta, Amerikalılarla her buluşmada hazır olan Dilipak’ın bulunduğu, İslâm’a ihanet projesinin mimarlarından biri, hatta ilk başta gelenin de o olduğu ve AKP’nin bir proje olduğudur.
ABD Erdoğan ilişkilerinin ilk başlangıcı
Sünnet yolu internet sitesinde Mehmet Tokoğlu, bir yazısında ABD Erdoğan ilişkilerini şu ifadeleri ile açıklıyor.
“ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz (aslen Yahudi olup Siyonizm’in Türkiye ve Ortadoğu stratejisti) Refah Partisi İstanbul Beyoğlu İlçe Başkanı Tayyip Erdoğan’ı keşfetmesinden sonra Erdoğan malum medya marifetiyle toplum gündemine taşınmış, İlçe Başkanlığından İl Başkanlığına, oradan belediye başkanlığına ve derken Parti kurulup başbakanlık adaylığına varan hızlı yükseliş tirendi başlatılmıştır.
Erdoğan’ın Abramowitz’le Kasımpaşa’daki özel bir vakıfta başlayan tanışıklıkları, belediye başkanı seçilme öncesi ve sonrası Belediyenin Florya tesislerindeki görüşmelerle devam etmiş, ardından Tayyip Erdoğan’ın Amerika ziyaretleri yoğunlaşmıştır.
İlk defa 17-21 Nisan 1995’te başlayan, daha sonra 17-22 Kasım 1996, 20-23 Aralık 1996, Cezaevine girmeden hemen önceye rastlayan 1 Mart 1998 ve yine 16 Temmuz 2000 tarihlerinde tekrarlanan ABD gezileri bunların bazılarıdır.
Tayyip Erdoğan’ı Belediye makamında 15 Ekim 1996 günü ziyaret eden Abramowitz’in “Siz İstanbul’u yönetip yıldızınızı parlatabildiğinize göre, Türkiye için de çok şey yapabilirsiniz!…” sözleri basında yer almış ve “Tayyib’in bazı şartları kabul etmesi halinde, ABD’nin kendisini başbakanlığa hazırlayabileceği mesajı” şeklinde yorumlanmıştır. Hatta o günlerde bazı gazeteler “Abramowitz Erbakan’ın yerine Tayyib’i hazırlıyor” manşetlerini atmıştır.
Abramowitz ise zaten bu gerçeği çok önceden ve Ertuğrul Özkök’ün köşesinden şöyle açıklamıştır: “Evet, kravatlı ve daha şehirli kılıklı görünen Erdoğan’ı Erbakan’a tercih ederiz”
“Abramowitz-Erdoğan görüşmelerini ayarlayan kişi ise gazeteci Ruşen Çakır’dır. Ruşen Çakır 1992’de Türkiye’ye gelen CIA Ortadoğu şefi ve Yahudi asıllı Graham Fullerle görüşüp, ılımlı Amerikancı İslamcılar hakkında bilgiler verip onların elebaşlarıyla buluşmalarını da sağlamıştı. Bunun arkasından Çakır, Graham Fullerin de yetkili olduğu Rand Corporotion’dan burs alarak Amerika’ya yollanmıştır. Daha sonra Milliyet Gazetesine “özel Muhabir” atanan Ruşen Çakır İsrail’e gidip birkaç ay kalmıştır. Ruşen Çakır şimdi de, Dönme İsmail Cem’in YTP’sine katılmıştır.
312-2’den aldığı cezanın onanmasından bir gün sonra 28 Eylül 1998’de, ABD’nin İstanbul başkonsolosu Bayan Caroline Hagins, Tayyip Erdoğan’ı Belediye makamında ziyaret edip, Washington’un talimatıyla, “bu tür gelişmeler, Türkiye demokrasisine olan güveni azaltır” açıklamasını yapmıştı.”
“Tayyip Erdoğan ve ekibinin, AKP’yi kurma aşamasında ABD Büyükelçiliğinde görevli üst düzey mason, müsteşar Lawrence ile sık sık görüştükleri ve yine Abdullah Gül’ün İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan’ı makamında ziyaret edip parti çalışmaları hakkında bilgilendirdiği basına sızdı. Ve zaten Londra Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Türkiye Uzmanı Dr. Andrew Mango, Abdullah Gül’ün sık sık ABD ve İngiltere’ye giderek görüşmeler yaptığını açıklamıştı.”
“Daha da düşündürücü olanı, Tayyip Erdoğan’ın Yenilikçi Hareketine meşhur Siyonist ve CIA ajanı Graham Fuller’in tam destek vermesiydi… Fuller, Türkiye’de artık Kemalizm’in modasının geçtiğini ve “ılımlı İslam”a öncülük etmesi gerektiğini ileri sürmekteydi.”
Erdoğan’ın ABD hizmetkârlığına hazırlandığı o günlerde, TRT Haber Dairesi Başkanı olan Nasuhi Güngör, ilk baskısını 2001 yılında Anka Yayınları’ndan yapan “Yenilikçi Hareket” adlı kitabında “AKP’nin bir proje olduğunu ve Tayyip Erdoğan’ın Siyonist kuruluşlarca yönlendirildiğini” yazmış ve şunları ifade etmiştir.
“Erdoğan, henüz Refah Partisi’nin İstanbul Beyoğlu ilçe başkanıyken dönemin ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz ile görüşmeye başlamış ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde de bu görüşmeler devam etmiştir. Abramowitz ise, belediye başkanı olduğu dönemde Erdoğan’ı geleceğin lideri olarak tanımlamıştı. Temmuz 2000’de ABD’ye giden Erdoğan burada başta Yahudi ağırlıklı kuruluşlar ve ABD’li Yeni Muhafazakârların (neocon) düşünce kuruluşu American Enterprise Institute olmak üzere önemli düşünce kuruluşlarıyla bir araya gelmiştir.”
Tayyip Erdoğan’ın 18 Temmuz 2001’de İsrail Büyükelçisi David Sultan’la bir görüşme yaptığı ve ona “Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği” yolunda garanti verdiğinin konuşulup yazıldığını ifade eden Güngör, “Bu David Sultan, uzun yıllar İsrail ordusunda görev yaptıktan sonra dışişleri kadrosuna alınan azılı bir İslam düşmanıydı” diyor.
Erdoğan F. Gülen görüşmeleri
ABD’nin hizmete özel iki kuklası F. Gülen ve Erdoğan, Anadolu halkının başına örülecek çirkin çorap için buluşuyorlar, buluşmayı sağlayanlara önemle dikkat edilimeli!
“Mayıs-2000 de gerçekleşen ABD ziyaretinde Tayyip Erdoğan, orada yaşayan Fethullah Gülen’le görüşmüş ve kuracakları partinin genel politika ve projelerini konuşmuşlardı. Bu arada Erdoğan-Gülen arasındaki köprü görevini eski radikal İslamcı yazar bilinen ve “Mekke Resullerin Yolu” gibi kitaplarını şimdi inkâr eden Ali Ünal yürütüyor, İstanbul Washington arasında mekik dokuyor.
Fethullah Gülen-Tayyip Erdoğan partisinin teorik temellerinin hazırlanmasına Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru katkıda bulunuyor… Ve yine Fethullah Gülen’in onursal başkanlığını yaptığı ve İshak Alaton, Üzeyir Garih gibi Musevi iş adamlarına ödül dağıttığı Gazeteciler Ve Yazarlar Vakfının düzenlediği meşhur Abant Toplantılarında bu yeni oluşumun siyasi zihniyet ve şahsiyetleri eğitilip yetiştiriliyordu.”
“Fethullah Gülen-Tayyip Erdoğan ortaklığındaki önemli bir aracı da “Müthiş Türk” diye isim yapan Ali Rıza Bozkurt’tur. Sivas’ın Kangal İlçesine bağlı, alevi Mamaş Köyünden, çiftçilik yapan Ali Rıza Bozkurt, şimdi Dünya Mason locasının en gözde simalarından… ABD’li Siyonist şirketlerin Orta Asya ve Orta Doğudaki en önemli simsarlarından… Körfez Savaşında bir ara Irak askerlerine esir düşen Ali Rıza Bozkurt, 24 saat içinde serbest bırakılmıştı.
Geçenlerde Amerika’dan dönen Mason Ali Rıza Bozkurt ayağının tozuyla AKP’ye katılmıştı. Orta Asya petrollerinin Akdeniz’e taşınması konusunda BOTAŞ’ın karşısında ABD şirketlerini savunan Meşhur Türk(!) Tayyip tarafından ayakta karşılanmıştı…
Gülen-Erdoğan arasındaki önemli ayaklardan birisi de Azizler Holding A.Ş.’nin başkanı ve BİM Marketler zincirinin ortağı mason Cüneyt Zapsu’dur. Aynı zamanda TÜSİAD üyesi olan ve F. Gülen’e yakınlığıyla tanınan Zapsu, Tayyip Erdoğan’ı TÜSİAD’çılara pazarlayan kişidir. Bülent Eczacıbaşı, Tuncay Özilhan, Can Peker, Kaya Turgut gibi Mason TÜSİAD’çılarla Tayyib’in buluşmasını sağlayan, Fethullah Gülen’in gözdeleri Cüneyt Zapsu ile Münci İnci’dir.”
Görülen o ki, bütün Siyonist ve ABD uşakları elele Tayip Erdoğan’ı iktidara hazırlıyorlar.
AKP, 28 Şubat ürünüdür
Müslümanlar ve İslâmcılar, 28 Şubat döneminde, sistemin baskı ve zulmü altında her türlü sıkıntı ve zorluğu çekerlerken Erdoğan, 28 Şubatçılarla kapalı kapılar arkasında dostluk toplantıları düzenliyorlardı. Mehmet Tokoğlu, bunu şu satırları ile ifade ediyor.
“Tayyip Erdoğan’ın uluslararası Yahudi Lobileriyle ilişkili bazı generallerle bağlantılarını kuran kişi ise, Çevik Bir’dir. Çevik Bir Siyonist kuruluş JİNSA’dan ödül alan birisidir.
JİNSA (Yahudi Milli Güvenlik Enstitüsü)
JEWİS COMMİTE (Amerikan Yahudi Komitesi)
USIP (Birleşik Devletler Barış Ve Strateji Enstitüsü) gibi Siyonistlerin kontrolündeki örgütlerin Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen ve Çevik Bir’le ortak ilişkileri dikkat çekmektedir.
USIP, CIA ve Pentagonla bağlantılı, başka ülkelerde ve özellikle Türkiye’de iktidara gelecek kişilerin İsrail ve ABD’ye sadık kalıp kalmayacaklarını araştıran ve garantiye alan bir üst kuruluş olarak bilinmektedir.
1998 yılında bu USIP’ın düzenlediği Londra’daki bir özel toplantıya Abdullah Gül ile MÜSİAD’ın eski başkanı Erol Yarar katıldı… Ve ne tesadüf aynı tarihler Tayyip Erdoğan da Londra’daydı. ABD’nin Yahudi kökenli iki Türkiye stratejisti Marc Grosman ile Morton Abramowitz ise bu toplantının mimarlarıydı…”
Çevik Bir Erdoğan ilişkileri
İslâm düşmanı ve 28 Şubat’ın mimarlarından Çevik Bir, Erdoğan ile birlikte İslâm’a karşı ihanet şebekesi AKP projesini oluşturuyorlar.
“Çevik Bir’in, Tayyip Erdoğan’la münasebetleri, belediye başkanlığı döneminde başladı. Ocak 1999 da cezaevinden çıktıktan sonra Çevik Bir’le İstanbul’da yine bir araya gelindi.
Bundan bir müddet önce de Çevik Bir ekibinden emekli Koramiral Atilla Kiyat’la Hidiv Kasrında yemek yenildi. Çevik Bir’le Atilla Kiyat’in Danışma Kurulu üyesi olduğu Cumhuriyet Gazetesinin yayın yönetmeni İlhan Selçuk, Tayyib’i “gerçekçi” ilan etti ve “değiştiğine inandığını” yazıverdi. Daha da enteresan İlhan Selçuk “Yeni oluşumcuların miladinin (AKP’nin doğum başlangıcının) 28 Şubat olduğunu” dile getirdi!”
“Tayyip hareketinin önemli finansörlerinden Asya Finansın yönetim kurulu başkanı ve Fethullah Gülen’in yakın adamı İhsan Kalkavan da Tayyip Erdoğan, Çevik Bir, Atilla Kıyat buluşmalarına önemli katkılar ve kolaylıklar sağlamaktaydı.”
ABD ve Siyonizm’in Türkiye kolu Aydın Doğan Devrede
T. Erdoğan’ın bugüne nasıl ve kimler tarafından hazırlandığı, neden kahraman(!) ilan edildiği, siyasi yasaklı olmasına rağmen kimlere hizmet etmesi için ona parti kurdurulduğu konuları yukarıda kaynakları ve şahitleri ile birlikte açıklandı.
İslâm’a ihanet şebekesi AKP’nin kurulmasında, Türkiye içerisinde, generallerden, F. Gülen’den başka Aydın doğan da hararetle yardımcı olmuştur. Aydın Doğan’ın, bu Erdoğan sevgisi nereden geliyordu; elindeki medya gücü ile İslâmi değerlere savaş açan, dikta rejiminin bir numaralı destekçisi olan Doğan, ABD efendilerinin talimatları yanında elde edeceği çıkarları da onun Erdoğan’la irtibatının en önemli nedenlerindendir.
ABD ve Türkiye’deki Kemalist sistem, Erdoğan'ı “Resmi hizmete mahsus” duruma getirmek için Türkiye'de önemli bir yeri bulunan ve siyasetçiler üzerinde söz sahibi olan medya patronu Aydın Doğan'ı görevlendirdi. Aydın doğan rejimin perde arkasındaki idarecilerinden, burjuvanın önemli isimlerinden ve çıkarı gereği rejimin savunucularından birisiydi ve bu işi, bu tür işleri çok iyi becerebilen bir kişiydi.
Doğan, daha önce de General Çevik Bir'i ve başbakan Mesut Yılmaz'ı da köşküne davet etmiş, Mesut Yılmaz'ı kapıda pijama ile karşılamış ve ona akıl verdikten sonra göndermişti. Şimdi sıra Erdoğan'daydı.
Aydın Doğan, TCK, 312. maddesinden mahkûm olan, siyasi hayatı biten Erdoğan'ı meşhur köşküne çağırdı ve rejimin kendisinden istediklerini ona iletti. Erdoğan için bu bulunmaz bir teklif ve fırsattı; bu nedenle emre amade olduğunu Aydın Doğan'a söyledi. Erdoğan bu ilk görüşmeden sonra Doğan'ın köşküne düzenli bir şekilde gitmeye devam etti; bu gidiş gelişler birçok defa basına da yansımış, İslâmcı basından bazıları, Erdoğan'ın bu gidiş gelişlerini eleştirerek karşı çıkmıştı.
Erdoğan siyasi yasaklı olduğu gibi, hakkında açılmış ve devam eden birçok yolsuzluk davası da vardı. Ancak Aydın Doğan ve onun uzantısı perde arkasında bulunan diğer kişilerle görüşmesinden sonra hemen her gün gündemde tutuldu, siyasi ortamlarda konuşuldu, daha önce Erdoğan aleyhinde en ağır ifadeleri kullanan Doğan medya grubunda lehinde ifadeler yazıldı, çizildi görüntülendi. Artık dikta sistemin yeni şehzadesi bulunmuştu, bu Tayip Erdoğan’dı. Aslında bu şehzade General Çevik Bir olacaktı.
General Bir, önce Cumhurbaşkanlığı için öne sürüldü, ancak Anadolu halkının tarihi boyunca rejimi koruyan generalleri sevmediği ve General Bir'in dinsiz ve dengesiz bir kişi olduğu bilindiğinden dolayı geri çekildi ve halkın beğenisini kazanmış, aynı zamanda da sivil olan Erdoğan, şehzadeliğe uygun bulundu.
AKP Aydın Doğan çıkar anlaşması
Aydın Doğan, daha Ecevit Hükümetinde adeta bedava denilecek fiyatla PO’ni almış, yetmemiş, o günün parasıyla 16 (onaltı) trilyon krediye konmuş, Başbakanlığı döneminde Mesut Yılmaz’ı köşküne çağırıp pijama ile karşılamış birisiydi. Şimdi önüne yeni bir fırsat çıkmıştı; Tayip Erdoğan! Sıra Erdoğan’ı, çıkarları için kullanmaktaydı.
Ve seçimler
Türkiye'de yapılan seçimler, Kur’ani Mücahede Dergisi'nin 15. sayısında ‘İflas eden Rejimin taze kan arayışı (18 Nisan seçimleri)' başlığıyla yazdığımız yazıda da belirttiğimiz üzere, rejimin taze kan arayışıdır. Her seçim, dikta rejimine azıcık da olsa nefes aldırır ve rejimin kendisini toparlamasını sağlar, tıpkı rejimin zorla Başbakanlıkta tuttuğu Ecevit'e yutturulan ve onun aksak topal yürümesini sağlayan ilaçlar gibi.
Erdoğan’ açılan davalar ve AKP'nin kapatılması için anayasa mahkemesine Yargıtay başsavcısı tarafından açılan dava yine o meşhur gizli el(!) tarafından seçimden sonraya bıraktırılıyor, böylece AKP ve Erdoğan'ın seçime katılması sağlanıyordu.
Aydın Doğan Medya Grubu ve benzeri İslâm düşmanı tüm basın, seçim öncesi adeta AKP'nin ve Erdoğan'ın yayın organları gibi çalışıyor, anketlerde AKP sürekli önde gösteriliyor, CHP dışında diğer partilere hiç yer verilmiyor, Doğan Medya yazarları, il il dolaşıp Erdoğan'ın militanları gibi çalışıyor, AKP propagandası yapıyorlardı. Erdoğan, AKP başkanı olarak il il dolaşıp siyasi konuşmalar yapıyor, yapmasına fırsat veriliyordu.
Seçim sonucunda, AKP, onu seçime sokan gizli(!) ellerin beklentilerinin üstünde ezici bir çoğunluk sağlıyor, CHP dışındaki tüm partiler çöplüklere atılıyor, meydan tek başına AKP'ye kalıyordu.
AKP’den Doğan’a pompa jesti
Erdoğan ve ekibi, seçim öncesi ve sonrası yardımını esirgemeyen, kendisine minnet borçlu oldukları Aydın Doğan’a el altından yaptıkları kıyaklar yanında basına intikal eden kıyakları da olmuştur.
Aydın Doğan, Amerika ve İsrail’in şehzadeliğe aday gösterdiği Erdoğan’ı, elindeki medya gücü ile destekleyecek ve karşılığını da alacaktı. Nitekim çok geçmeden karşılığını da aldı da! İhalesiz bir şekilde Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ), Anadolu Bulvarı üzerinde bulunan, kira sözleşmesi dolan iki akaryakıt istasyonunun bayrak hakkını, Türk Petrol’ün (TP) 3 milyon dolar ve yüzde 25 kar payı teklifine rağmen 1 milyon 180 bin dolarlık mal ve hizmet karşılığı Aydın Doğan’a ait Petrol Ofisi Anonim Şirketi’ne (POAŞ) verildi.
Bu işlem, AOÇ Hukuk Müşaviri Asıl Peker Gürdal’ın “İhaleye çıkılmak suretiyle en yüksek bedelin tespit edilerek işlemlerin tesis edilmesi, AOÇ’nin yararına olacaktır” uyarısına rağmen ihalesiz olarak yapıldı. POAŞ, 11 yıllık bayrak hakkını ucuza kapattığı iki istasyonun işletmesini, kurucuları arasında AKP’li eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun’un da bulunduğu Yeşil Enerji Otomotiv ve Petrol Limited Şirketi’ne devretti.
Aydın Doğan’a yapılan bu kıyağa, Erdoğan’ın yaptığı her işe karşı çıkan muhalefet partilerinin ses çıkarmamaların oldukça ilginçtir. Doğan Medya grubunun kendileri aleyhinde propaganda yapacaklarını biliyorlardı, bu nedenle susmayı tercih ettiler.
Erdoğan, İsrail konusunda, göstermelik şovları ile aptal yerine koyduğu destekçilerini, aydın doğan konusunda da aynı şekilde aptal yerine koymuş, bir taraftan Doğan’la kavga ediyor görüntüsü verirken diğer yandan gizli olarak Aydın Doğan ile görüşmeler yapıyor, Doğan’lara ait açılışlara katılıp karşılıklı iltifatlarda bulunuyorlardı.
Erdoğan’ın ekibi hazırlanıyor
Erdoğan’ın ekibini hazırlama işini de ABD üstlendi; “ABD Büyükelçiliğinde görevli üst düzey mason, müsteşar Lawrence ile sık sık görüştükleri ve yine Abdullah Gül’ün İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan’ı makamında ziyaret edip parti çalışmaları hakkında bilgilendirdiği basına sızdı. Ve zaten Londra Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Türkiye Uzmanı Dr. Andrew Mango, Abdullah Gül’ün sık sık ABD ve İngiltere’ye giderek görüşmeler yaptığını açıklamıştı.
Dış güçlerin, T. Erdoğan’ın seçimlere sokulmayarak mağdur edilmesini ve bu durumun merhamet istismarıyla AKP’ye birkaç puan daha getirmesini ve böylece kendilerine daha yakın gördükleri ve güvendikleri Abdullah Gül’ün genel başkanlığa seçilmesini kurguladıkları da sezilmeye başlanmıştı.
Daha da düşündürücü olanı, Tayyip Erdoğan’ın Yenilikçi Hareketine meşhur Siyonist ve CIA ajanı Graham Fuller’in tam destek vermesiydi… Fuller, Türkiye’de artık Kemalizm’in modasının geçtiğini ve “ılımlı İslam”a öncülük etmesi gerektiğini ileri sürmekteydi. Bir röportajında “Fazilet Partisindeki gençlerin baskın çıkacağı ve Yenilikçi Hareketin ılımlı İslam’a liderlik yapacağı” kehanetini dile getirmekteydi!”
Yenilikçi ABD kuklalarının yeni bir parti için hazırlanmaları, elbette yeni bir olay değildi. “1998 yılında bu USIP’ın düzenlediği Londra’daki bir özel toplantıya Abdullah Gül ile MÜSİAD’ın eski başkanı Erol Yarar katıldı… Ve ne tesadüf aynı tarihler Tayyip Erdoğan da Londra’daydı. ABD’nin Yahudi kökenli iki Türkiye stratejisti Marc Grosman ile Morton Abramowitz ise bu toplantının mimarlarıydı…” (Mehmet Tokoğlu)
Erdoğan, şehzadelik için yetiştirilirken görev yapacağı taifesi de aynı zaman diliminde hazırlanıyordu. Bunlar Fazilet Partisi içinden hazırlandı. Amaç hem Fazilet Partisini parçalayıp bitirmek, hem de oradaki sivrileri rejime daha çok yamamaktı. Abdullah Gül ve arkadaşları ‘Resmi Hizmete Mahsus' kullanılmaya müsait kimselerdi, bu nedenle onlar, şehzade Erdoğan'a hizmet ekibi olarak seçildiler.
Yenilikçi hareketi (ne menem şey ise bu yenilikçiler) adı verilen bir hareketle Fazilet Partisi ikiye bölündü. Yenilikçiler kendilerini kullananların isteği doğrultusunda, daha önce biat edip her vesile ile elini öptükleri, önünde başlarını eğip el pençe durdukları Erbakan'a karşı kazan kaldırdılar ve aleyhinde en ağır ve seviyesiz ifadeleri kullandılar. Amaç yeni efendilerinin ve kullanıcılarının beğenisini kazanmaktı ve başardılar da!
Çok ilginçtir, bu yenilikçilerin(!) başı, okula eşinin kaydını “başörtülüdür” gerekçesiyle yaptıramayan ve medyanın önünde “Rusya'da olsaydım, eşimin okula kaydını yaptırırdım” diyen ve T.C. zorbalığının Rus zorbalığından daha kötü, Rusya'dan daha dinsiz, dikta ve zorba olduğunu ifade eden Abdullah Gül idi.
İşte o Abdullah Gül, yeni efendilerine kendisini beğendirmek için daha önce biatlı olduğu Erbakan’a, en ağır hakaretleri yapmış, yaşlı ve modasının geçtiğini söylemiş, sonra da Rusya'dan daha dinsiz, dikta ve zorba gördüğü Kemalist sistemin başbakanı sonra cumhurbaşkanı olmuştur.
Yenilikçiler ve onları resmi hizmete hazırlayanlar, önce Erbakan güdümlü Fazilet Partisi'nin kapatılmasını sağladılar, böylece halk tarafından kınanmaktan kurtuldular. Çünkü Fazilet Partisi kapatılmadan ayrılmaları durumda halktın tepkisini alabilirlerdi; bu nedenle efendileriyle elele verip önce bu sorunu hallettiler, ardından imamları Erbakan ve eski arkadaşlarından ayrılıp AKP'yi kurdular.
Ambleminden de anlaşılacağı üzere AKP'nin ampulü, çökmüş karanlıklar içinde kalmış dikta rejimi için bir umut ışığıydı. Ancak her ampul gibi bu voltajı düşük ampul de, miadı dolduğunda ya da işinin bittiği anlaşıldığında patlayıp sönecek ve rejim yeniden karanlık içinde kalacaktır.
Erdoğan ve ekibi adım adım devletin siyasi yönetimini ele almaya hazırlanıyorlar; ancak ne hikmetse hiç kimseden tek bir eleştiri, tek bir aleyhte söz çıkmıyordu. İslâm düşmanı basın, sokağa dökülüp İslâm şeriatına salyalarını akıtarak küfreden dinsiz taifesi, en küçük bir konuda basına bildiri üstüne bildiri veren Genelkurmay ve her törende İslâm'a, İslâmi değerlere ve Müslümanlara saldırmayı ilk görev bilen generaller dillerini yutmuş gibi suspus olmuşlardı. Malum, ADB ve İsrail efendileri böyle buyurmuştu!
AKP için generaller de devrede
Dikta rejimi, halkın artık patlama noktasına geldiğini, esnafın sokağa dökülüp isyan ettiğini, halkın açlık ve sefalet içinde kıvrandığını, ekonomisinin çöktüğünü, siyasi iradenin yok olduğunu, kurumlarının teker teker kapatıldığını görüyordu. Halk rejime bugüne kadar hiç güvenmemişti; sistemi benimsemediği için de seçimlerde oy kullanmak istemiyordu.
Sistem, her konuda olduğu gibi seçimde de halka baskı yapıyor, tehdit, şantaj ve para cezasıyla halkı oy kullanmaya zorluyor, ancak halk tüm bu baskılara rağmen, son seçimde olduğu gibi (%22 civarında) büyük bir çoğunluk sandık başına gitmeyi de rejimi de reddederek oy kullanmıyordu. Öyle ki halk, rejime karşı tepkisini artık açıktan açığa dile getirmeye başlamıştı.
Rejim, dünyadaki halk hareketlerinin ülkelerindeki diktatörleri nasıl yerle bir ettiğini görüyor, kendi sonunun da yaklaştığını anlıyordu. Bu nedenle Menderes ve Özal benzeri birilerini bulması gerekiyordu. Bunun için ise en iyi ve en uygun kişi ABD ve İsrail’in hazırladığı R.T. Erdoğan'dı.
Rejim, Erdoğan'ı önceki benzerleri gibi kullanacak, biraz nefes aldıktan, halkı da kısmen de olsa teskin ettikten sonra “miadı dolmuştur” diyerek işini bitirecekti. Görünen o ki, Erdoğan'ın sonu Menderes ve Özal'ınkinden daha kötü olacak; belki de Ziya'ül Hak ya da Gandi gibi bir sonla gidecektir.
Bir başka ilginçlik de dikta rejimin düştüğü durumdur; Kemalist diktatörlük, kendisine hakaret eden Abdullah Gül ile camileri kışla, minareleri süngü, miting alanındaki halkı mücahit(!) gören siyasi yasaklı ve rejime göre şeriatçı(!) olan Erdoğan'a muhtaç duruma gelmişti. Eh, denize düşen yılana sarılır. Üstelik Erdoğan, Gül ve ekibinin hanımlarının başlarında, rejimin çok korktuğu ve İspanyol boğalarının kırmızıya saldırdığı gibi düşmanca saldırdığı başörtüsü vardır. Bu da rejimin düştüğü durumun ne derece vahim olduğunu gösteriyordu.
Rejim, iyice yok olup gitmek yerine daha önce kendisi için düşman gördüğü kişilere sarılıp biraz daha yaşamak istiyordu. Ancak ne Erdoğan ve Gül, ne de bu son çırpınışlar, acı sonu durdurmayacak, rejimi batmaktan kurtaramayacaklardır.
Siyasi yasaklı Erdoğan'ı cankurtaran simidi gören rejim, Erdoğan'ın şehzadeliğe giden yolu üzerinde bulunan tüm engelleri tek tek kaldırıyordu. Nitekim Erdoğan'la cana can dişe diş düşman olan eski Yargıtay başsavcısı Vural Savaş'ın, Erdoğan'ı ebedi siyasi yasaklı yapacak davasını geri çekmesini ve davasından vazgeçmesini sağladılar.
Erdoğan'ı şehzadeliğe hazırlayanlar, Vural Savaş'ın kulağını çekmiş ve davasından vazgeçirmişti. Savaş, can düşmanı Erdoğan'ı ebediyen siyasi yasaklı olmaktan kurtardı ve davasını alelacele geri çekti. Bu konuda, daha önce Erdoğan aleyhinde en ağır ifadeleri kullanan medya da sessiz kaldı; anlaşılan, o gizli(!) el, basının da kulağını çekmişti.
Erdoğan, Ağustos kutlamalarında protokol koltuğunda
Türkiye'deki generallerin ve özellikle de Genelkurmay'ın İslâm'a İslâmi değerlere, Müslümanlara ya da Müslüman zannettikleri İslâmcılara bakışları bellidir ve bu onlarda kronikleşmiş derecededir. Genelkurmay, hanımları başörtülü olduğu, namaz kıldıkları ve içki içmedikleri gerekçesiyle binlerce masum insanı ordudan ihraç etmiş, İslâmcı basını, hiçbir toplantısına çağırmamış, onlara hiçbir haberini vermemiş bir kurumdur.
İşte bu Genelkurmay, ne hikmetse daha kuruluş aşamasında olan, geleceği ve seçimlere katılıp katılmayacağı belli olmayan AKP'nin, milletvekili bile olmayacak, siyasi hiçbir kimliği bulunmayan, Genelkurmay'ın iman edip tabi olduğu anayasa tarafından parti kurucu üyeliği ve parti başkanlığı iptal edilen Erdoğan'ı, askeri törenlere davet ediyor, protokolde ona yer ayırıyor, onu sıcak bir ilgi ile karşılıyordu.
“Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü?” diyen kimsenin durumunda olduğu gibi, rejim aynı dikta rejimi, Genelkurmay aynı Genelkurmay, Erdoğan da aynı Erdoğan(!) olduğu halde bu sıcak ilginin, bu yakınlığın nedeni neydi!
Aslında bu ilgi ve yakınlığın nedeni apaçık ortadadır; dikta rejimi, acı sona hızla yaklaşıyordu, rejimin tüm kurum ve kuruluşları, basın ve sivil örgütleri bu çöküşün farkındaydılar. Bu nedenle, hem efendileri ABD ve İsrail’in talimatlarını yerine getirmek, hem de bu hızlı çöküşü durdurmak ya da geciktirmek istiyorlardı. Bu nedenle düştükleri bunalım denizinde, Erdoğan yılanına sarılıyorlardı.
Peki, Kemalist generallerin, bu Erdoğan aşkı nereden geldiği konusuna gelince, bu aşkın nedeni, yine Kemalist bir general olan Çevik Bir idi. “Tayyip Erdoğan’ın uluslararası Yahudi Lobileriyle ilişkili bazı generallerle bağlantılarını kuran kişi ise, Çevik Bir’dir. Çevik Bir Siyonist kuruluş JİNSA’dan ödül alan birisidir.”
Erdoğan, makam mevki uğruna, zaten pek fazla ilgili olmadığı dinini inkâr ettiği, biatlı olduğu Erbakan’ı sattığı, içerisinde yetiştiği Milli Görüşü terk ettiği gibi kendisini iktidara getiren 28 Şubat generallerini de harcadı.
Sistemin, umut bağladığı Erdoğan, F. Gülen grubu ile elele vererek ilk iş olarak generalleri, bir sürü kumpaslar kurarak, cezaevine doldurdu. Birçoğu masum olan yüksek rütbeli subaylar, bir bir toplanıp cezaevlerine tıkıldı. Bu öyle bir olaydı ki, bir diktatörün, ihtilal yapıp eski rejim yanlılarını tutuklaması gibiydi.
CHP de Erdoğan için devrede
Amerika talimat verince, Türkiye’deki tüm kuklaları, Erdoğan için yardım kuyruğuna girdiler. İslâmcı yazarlar başta olmak üzere, aydın Doğan, generaller ve CHP başkanı Deniz Baykal, Erdoğan’ı iktidar yapmak için ellerinden geleni ardına koymadılar.
Seçimden ikinci parti olarak çıkan ve umduğunu bulamayan CHP'nin başkanı Deniz Baykal, alelacele gidip Erdoğan'ı ve partisinin başarısını kutluyor, CHP çizgisinde ve ideolojisindeki Cumhurbaşkanı, Erdoğan'ı adeta bağrına basıyordu. Deniz Baykal, Erdoğan'ın milletvekili seçilebilmesi için çırpınıyor, basına demeçler veriyor, anayasanın 76. maddesinin değiştirilmesi için gayret ediyor, Erdoğan'ın başbakan olmasını istiyordu.
Anayasanın 76. maddesi, Erdoğan'ın seçilmesine mani olan bir madde olduğu için değiştirildi ve Erdoğan’ın önü açıldı. Bu, bizim daha önce, Kur’ani Mücahede Dergisinin 19. sayısında “Tek Adam Diktatörlüğü” başlığıyla yazdığımız yazıda belirttiğimiz gibi, dikta rejimi istediği zaman kanunlarını tek bir adam için değiştirebiliyordu.
İlhan Selçuk da Erdoğan’ı destekleyenlerden
Sözkonusu ABD ve İsrail olunca, ABD ve İsrail bağlantılı olan herkes, Tayip için devrede; bunlardan birisi de, İslâm’a düşmanlığı ile adeta zirve yapan Cumhuriyet Gazetesi yazarı İlhan Selçuk’tu. İslâm düşmanı Selçuk, Erdoğan’dan övgü ile sözediyordu.
“Bundan bir müddet önce de Çevik Bir ekibinden emekli Koramiral Atilla Kiyat’la Hidiv Kasrında yemek yenildi. Çevik Bir’le Atilla Kiyat’in Danışma Kurulu üyesi olduğu Cumhuriyet Gazetesinin yayın yönetmeni İlhan Selçuk, Tayyib’i “gerçekçi” ilan etti ve “değiştiğine inandığını” yazıverdi. Daha da enteresan İlhan Selçuk “Yeni oluşumcuların miladinin (AKP’nin doğum başlangıcının) 28 Şubat olduğunu” dile getirdi!”
AKP, İsrail’in güvenliği koruyacağına söz veriyor
AKP’nin kurulmasının ilk şartı olan “İsrail'in güvenliğini arttıracaksınız önündeki engelleri kaldıracaksınız” isteği doğrultusunda, Amerika ve İsrail’e taahhüt üzerine taahhütler veriyordu.
“Cengiz Çandar’ın İsrail’den yazdığı yazı ibret ve dikkatle okumaya değerdir. “Hele hele AKP’li Murat Mercan’ın Ariel Şaron’a yakın The Jerusalem Post gazetesine verdiği ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin asla zarar görmeyeceğini dile getirdiği demeci, bende “ama yeter artık!” gibisinden bir duyguya yer açtı.”
Erdoğan ve ekibi, kendisini destekleyen masonik çevrelere yaranmak için “Dünya Mason locasının en gözde simalarından, ABD’li Siyonist şirketlerin Orta Asya ve Orta Doğudaki en önemli simsarlarından “müthiş Türk” diye isim yapan Ali Rıza Bozkurt’u, AKP’ye katmıştı. Orta Asya petrollerinin Akdeniz’e taşınması konusunda BOTAŞ’ın karşısında ABD şirketlerini savunan Meşhur Türk(!) Ali Rıza Bozkurt Tayyip tarafından ayakta karşılanmıştı.”
Erdoğan, Müslümanların ve Filistin halkının kanını emen İsrail'i de, AKP’nin kuruluşunun ilk maddesinin gereğini yaparak rahatlatıyor ve İsrail'le ilişkilerinin devam edeceğini söylüyordu. Ayrıca AB, mesaj üstüne mesaj göndererek Erdoğan ve AKP iktidarını kutluyordu.
Erdoğan, iktidar olduktan sonra, halkı kandırmaya ve kendisine puan kazandırmaya yönelik İsrail karşıtı sözlü kimi göstermelik ifadeleri dışında İsrail ile her konuda ilişkilerini geliştirmiş, askeri, ticari her konuda Türkiye’yi, İsrail’in en büyük ihracat kapısı yapmıştır.
One Minute, Mavi Marmara ve Filistin ile ilgili çıkışlar(!) ile kendisine oy verenleri kandırıp ahmak yerine koyan Erdoğan, kapalı kapılar arkasında, birçok defa basında da yer aldığı gibi İsrail ile ilişkilerini sürdürmüştür.
İsrail ile ilişkileri devam ettiren, İsrail lehine ticari kapasitesini kat kat artıran AKP, bununla da yetinmeyerek parasal olarak da İsrail’e yardımda bulunduğu konusunda belgeler basına sızmıştır.
“Özellikle Filistin'e karşı uygulanan İsrail zulmüne karşı ekran önünde tepki gösteren Erdoğan'ın kapalı kapılar ardında İsrail ve Yahudi yanlısı bir hükümet olduğunu göstermek için ABD'deki lobi şirketlerine tam 65 milyon dolar (150 milyon lira) ödemesi Türk halkının bugüne kadar nasıl yanıltıldığını da gözler önüne seriyor.”
AKP, Yahudi lobilerine yaptığı bu 150 milyon (65 milyon dolar) yardımdan başka
“Sözkonusu belgelerde İsrail lobilerinin AKP'nin "İsrail ve Batı yanlısı" olduğuna ikna edilmesi için lobi faaliyeti yürütülmek üzere şirketlerle imzalanmış kontratlar ve bu kontratların dökümü yer alıyor. Sözgelimi 1 Haziran 2009 ile 31 Ağustos 2009 tarihleri arasında imzalanan kontratta her ay 15 bin dolarlık ödemenin Türk Büyükelçiliği adına Fleishman Hillard şirketi tarafından Vendor şirketine ödenmesi öngörülüyor.” (15.02.2015 RotaHaber)
İlk taksiti 30 Ekim 2009 tarihinde ödendiği ile ilgili belgesi ortaya çıkan anlaşmaya göre İsrail’e bu ödemeler her ay düzenli bir şekilde devam edecek, İsrail de bu paralarla daha çok füzeleri Filistinlilerin üzerine atacaktır.
Erdoğan, kendisini iktidara getiren ABD ve İsrail’e diyetini ödüyor
Türkiye'deki dikta rejimin ilah edindiği, emrine tabi olduğu, hiçbir şekilde direktifleri dışına çıkmadığı, Batı'nın ve özellikle de ABD'nin izni olmadan hiçbir şey yapmadığı dünya âlem tarafından bilinen bir gerçektir. ABD izin vermeden T.C. hiçbir kimseyi öne çıkarıp kahraman yapmaz, yapamaz. Menderes ve Özal'ın, ABD'nin izni ile başa getirildiği bilinen bir gerçektir, şimdi bu durum Erdoğan için vuku bulmuştur.
ABD, Pakistan'da Pervez Müşerref'i nasıl bir darbe ile başa getirip Afganistan'a yapacağı saldırı için zemin hazırladıysa, şimdi de Erdoğan'ı iktidara getirterek Irak'a yapacağı saldırı için zemin hazırlamıştır. Nitekim seçimden hemen sonra ABD'nin Ankara büyükelçisi Robert Pearson, acele Erdoğan'ın yanına gelip onu kutluyordu.
“ABD'nin Ankara Büyükelçisi Pearson, AKP Genel Merkezi'ne giderek Erdoğan'ı kutladı. Erdoğan, ‘‘Bush'un tebriklerini ilettim'' diyen Pearson'a, ‘‘ABD'deki seçimlerden dolayı biz de sayın Bush'u tebrik ediyoruz'' karşılığını verdi.” (8 Kasım 2002 Hürriyet)
Erdoğan da, minnet borcunu ödemek istercesine “dinci olmadığımızı en iyi ABD bilir” diyor ve ABD başkanı Bush'un seçim zaferini geç de olsa kutluyordu. ABD elçisi de Erdoğan'a, Başkan Bush'un Türkiye'deki seçimlerin sonucuna ne kadar çok sevindiğini iletiyordu. ABD bununla da kalmıyor AKP iktidarına yüksek oranda yardım yapacağını açıklıyordu.
Daha çok değil, 3 Kasım 2002 seçimlerinden yaklaşık bir yıl öncesine kadar dut yemiş bülbül gibi susup sesi soluğu çıkmayan, dikta rejimin korkusundan nefes almaktan bile korkan Erdoğan, siyasi yasaklı bulunmasına rağmen, adeta bir devlet başkanı edasıyla hareket ediyordu. Erdoğan’ın bu pervasız tavrının nedeni, T.C.'nin ilahı ABD'nin ve büyük(!) patron Bush'un desteğini almasıydı.
ABD ve İsrail’in desteğini alan Erdoğan, hiçbir siyasi kimliği bulunmamasına rağmen, T.C.'nin Cumhurbaşkanı'nı, Başbakanı'nı, Genelkurmay Başkanı'nı hiçe sayarak ve bunların üzerinde imiş gibi bir tavırla Avrupa ülkelerini ziyaret ediyor, görüşmeler yapıyor, Türkiye adına görüşmeler yapıyordu.
Erdoğan'ın bu pervasızlığının nedenini anlamamış görüntüsü veren Deniz Baykal, ona bu seyahatlerini ve T.C. adına görüşmelerini hangi sıfatla yaptığını soruyordu; aldığı cevap oldukça manidardı. Erdoğan: “hangi sıfatla karşılandıysam o sıfatla görüşmeleri yapıyorum” diye cevap veriyordu. Buna göre, Avrupalı Cumhurbaşkanları Erdoğan'ı bir Cumhurbaşkanı, başbakanları onu bir başbakan olarak karşılıyor, tabii ki büyük ağabeyi W. Bush da onu T.C.'nin Başkan'ı(!) (aslında ise sadık bir adamı) olarak karşılıyordu.
O günkü Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, gölgede bırakılmasının verdiği rahatsızlık nedeniyle bir iki seyahat yapmayı deniyor, ancak Erdoğan'a gösterilen ilgi, Avrupalı liderlerce kendisine gösterilmeyince hem seyahatlerine son veriyor, hem de devlet başkanlarının toplantısının yapıldığı Kopenhag'a gitmekten vazgeçiyordu.
ABD, Erdoğan'ın tekerine taş koyacağını düşündüğü herkesi uyarıyor; bu nedenle Türk Genelkurmay başkanını ABD'ye çağırıp Erdoğan'a sorun çıkarmamasını tavsiye(!) ediyordu. İslâm'ın ‘i’sini duyduklarında beyinlerine kan sıçrayan Genelkurmay ve bağlı generallerinden “tık” çıkmıyordu.
İslâm'dan, Müslümanlardan ve İslâmi değerlerden oldukça rahatsızlık duyan Genelkurmay, ABD'nin kulaklarını çekmesi nedeniyle açıkça ifade edemediği rahatsızlığını, Başbakan Abdullah Gül'e verdiği brifingde üstü kapalı bir biçimde anlatmaya çalışıyor ve devlet kadrolarında on üç bin irticacı(!) (yani İslâmcı) bulunduğunu söylüyordu. Genelkurmay, brifing verdiği Başbakan'ın da bir irticacı(!) olduğunu ve bu gerekçe ile dört partisinin kapatıldığını unutuyor! Kadıya kadıyı şikâyet etme mantığı gibi.
ABD Irak'ın işini bitirip İsrail'in önünü açıncaya ve Ortadoğu'ya tam yerleşene kadar Erdoğan'a iltifat edecek, işi bitince de, önceki uşaklarına yaptığını Erdoğan'a da yapacak ve T.C.‘ye “gereği yapılmak üzere” havale edecektir ki, T.C.'nin de beklediği zaten o andır.
ABD başkanı, Türkiye eski Başbakanı'na bile aylar sonra görüşme randevusu verirken, Amerika'ya giden Ecevit de dâhil, nice başbakanlara görüşme randevusu bile vermezken, Erdoğan'a yıldırım hızıyla randevu veriyor ve hemen görüşüyordu. Bunun nedeni açık bir şekilde ortadadır; Irak'a yapılacak saldırının bu günlerde gerçekleşeceği ve işgalci ABD'ye Türkiye hava üslerinin bir an önce açılması isteği nedeniyledir bu hızlı görüşme.
Bu görüşmede Bush Erdoğan’a, AKP’nin kuruluşundaki maddeleri hatırlatıyordu. Nitekim bu görüşmeden sonra, Ecevit’in izin vermediği, bu nedenle koltuğundan olduğu Amerikan’ın İskenderun’a yanaşan lojistik gemileri, tırlarla Irak’a taşınıyordu.
Gerçek İslâm’a karşı Amerikancı ılımlı İslâm
İhanet Şebekesi AKP ve onun başı Erdoğan, İslam’ı, efendilerinin isteği ile yeniden yorumlama gayretiyle kendisini kutlamaya gelen ABD'nin Ankara Büyükelçisi Pearson’a tekmil verircesine “AKP'nin ‘‘din eksenli parti'' olmadığını ve bunu en iyi ABD'nin bildiğini söyledi.” (8 Kasım 2002 Hürriyet)
Erdoğan ve ekibi, ABD, İsrail ve Batı’nın rahatsız olduğu Tevhidi İslâmi bilincin gelişmesini engellemek için, kuruluşunda kendisine dikte edilen “İslam’ın yeniden yorumlanmasında bize yardımcı olacaksınız.” talimatın gereği, Tevhidi İslâmi bilincin yok edilmesi için kolları sıvamış, bu nedenle ilk iş olarak İslâmcı belamları görevlendirmiştir.
Belamlar, kendilerine Erdoğan tarafından sağlanan çıkarları uğruna, tarihte eşi benzeri görülmeyen bir dejerasyona girişerek Tevhidi esasları gizlemişler, İslâm’ı, şirk ve küfür ile bulayarak bambaşka bir din algısı oluşturmuşlardır.
Belamlar, tağuti sisteme diyetlerini ödemek adına, hem şeytanın, hem de tağuti sistemin kendilerine verdikleri görevleri yerine getirerek insanları Allah yolundan alıkoymuşlar, AKP’yi desteklemelerini istemişler, böylece onları yüce Allah (cc) huzurda domuzlar ve maymunlar durumuna düşürmüşlerdir.
“De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kim(ler)e lanet ve gazap etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tağuta itaat edenler yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide, 60)
Risalet tarihinde tüm peygamberlerin, mücadelesini verdikleri Tevhidi esasları gizleyip insanlara tali konuları anlatan belamlar, bu işledikleri küfür ve şirk yetmiyormuş gibi, gündem oluşturma adına, yüce Allah’ı sorgulamaya başlamışlar, ayetleri inkâr eder bir tavırla ayetlere aykırı konuları işlemişlerdir.
Yüce Allah’ın Kur’an’da, apaçık bir şekilde var dediği konulara yok, yok dediği konuların var olduğunu iddia eden belamlar, böylece Amerika’nın istediği doğrultuda İslam’ı yeniden yorumlayarak AKP ile birlikte Amerikan çıkarlarına hizmet etmişlerdir. Yüce Allah (cc), bu belamlara lanet etmekte ve bütün lanet edebilenlerin de lanet etmelerini istemektedir.
“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler (var ya), işte onlara hem Allah lanet eder, hem bütün lanet edebilenler lanet eder.” (Bakara, 159)
Belamların, çıkarları gereği Tevhidi esasları gizlemeleri, insanları tağuti sistemi tasdik etmeye yönlendirmeleri sonucunda insanlar, daha önce karşı oldukları tağuti sistemi benimsemeye, desteklemeye, hatta savunmaya başladılar. Böylece ABD ve Batılı emperyalistlerin istedikleri olmuş, İslâm, ne menem şey olduğu belli olmayan ılımlı İslâm oluvermişti.
Samiri soylu belamlar, iktidara yaranma adına Kur’ani kavramların için boşaltmışlar, yüce Allah’ın ak dediğine kara, kara dediğine ak deme cüretini göstermişlerdir.
Yüce Allah (cc), Müslümanın, kâfirin, müşrik, münafık, fasık ve putperestlerin kim olduğunu apaçık bir şekilde Kur’an’da belirttiği halde iktidardan nemalanan Samiri soylu belamlar, putperest müşriklerin Müslüman olduklarını iddia etmiş, Erdoğan’ın ve AKP hırsızlarının yolsuzluklarını meşrulaştırmaya çalışmışlardır.
Samiri soylu belamlar, Hakkı batılla karıştırmakta o denli ileri gittiler ki, puthanenin Kâbe’ye, putperestlerin yaptıkları tazimleri de Rasulullah (as)’ın, Kâbe’de yaptığı ibadete benzetmişler, beşeri kanunlarla idare edilen tağuti sistemin İslâm devleti olduğunu iddia edebilmişlerdir.
İktidardan nemalanmak, ona karşı insanların tepkilerini azaltmak için, Rasulullah (as)’ı inkâr eden, Kur’an’a iftira atan belamlar, İslâm’ın bir devlet yapısının olmadığını, tağutu desteklemeyenlerin Kur’an’a karşı geldiklerini söyleme alçaklığına düşmüşlerdir.
Bu Samiri soylu belamlar, önlerine AKP tarafından atılan kemikleri yalama adına, Kur’an’ın ifadesi ile dillerini sarkıtıp soluyan köpekler durumuna düşmüşlerdir.
“Onlara şu adamın haberini de oku; kendisine ayetlerimizi verdik de onlardan sıyrıldı, çıktı, şeytan onu peşine taktı, böylece azgınlardan oldu; dileseydik elbette onu o ayetlerle yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu, tıpkı şu köpeğin durumuna benzer, ,üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu kıssayı anlat, belki düşünürler.” (A’raf, 175-176)
AKP’yi dolayısıyla sistemi desteklemek, yüce Allah’a savaş açmaktır
İslâm dinine karşı ABD ve İsrail’in kurdukları AKP ihanet şebekesi, ona destek veren Samiri soylu belamlar, yandaş basın ve nihayet halktan onlara destek verenler, açık bir şekilde İslâm’ın tahrif edilmesinde elele vermişlerdir. Bunlar, bir taraftan Amerikan çıkarlarına hizmet eden, diğer taraftan İslâm dinine savaş açan Allah düşmanlarıdırlar.
Samiri soylu belamlar, AKP’ye destek vermekle hem kendileri yüce Allah’a karşı başlatılan savaşta tağuti sistemin safında yer almışlar, hem de kendilerine tabi olanları, yüce Allah’a karşı savaşmaya zorlamışlardır.
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler de tağut yolunda savaşırlar; o halde şeytanın dostlarıyla savaşın, çünkü şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa, 76)
Yüce Allah (cc), Müslümanların, tağuti sisteme, onun mezhepleri durumundaki partilere ve Samiri soylu belamlara karşı nasıl davranılması gerektiğini açıkça ortaya koymuş, buna uyulmasını iman etmenin temeli kabul etmiştir. Buna uymayanlar, yüce Allah’a açıkça isyan etmiş, şirk koşmuş, küfre girmişlerdir.
“Dinde zorlama yoktur, Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur; kim tağutu reddedip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 257)
Bu ayetin hükmüne rağmen tağutu reddetmeyip İslâm düşmanı AKP’ye oy verenler, yüce Allah’a iman etmemiş, iman ettiklerini iddia ediyorlarsa, şirke ve fıska düşmüş sapıtmışlardır.
Oy verenlerin cenaze namazları kılınmaz
AKP ihanet çetesine ve onun bağlı olduğu demokratik dine oy verenler, şirke düşüp fasık oldukları için yaptıkları tüm salih amelleri yani kıldıkları namazları, gittikleri hacları ve yaptıkları her türlü amelleri boşa gitmiştir. Bu nedenle bunlar, küfür ve şirk üzerinde ölmüş kimseler olduklarından bunların cenaze namazları kılınmaz, kabirleri başında durulmaz.
“Ve onlardan ölen birinin üzerine asla namaz kılma, onun kabri başında durma, çünkü onlar Allah’ı ve Rasulünü tanımadılar ve fasık olarak öldüler.” (Tevbe, 84)
Bütün bunları göze alanlar, bunun sonucunda ebedi olarak cehennemde yanmaya razı olanlar, buyursun din adına din düşmanı AKP ve onun iman ettiği demokratik dini desteklesin, AKP ihanet şebekesine oy versin, onları her türlü küfür, şirk ve hırsızlıklarının günahına ortak olsun.
AKP, bir çıkar çetesidir
AKP (Amerikan Kuklaları Partisi), bir düşünce ya da bir inanç birliği değil, bir çıkar birlikteliğidir; Erdoğan da bu çıkar çetesinin reisidir. AKP, kurulduğu günden bu yana Erdoğan, kendisi ile beraber ABD efendilerine hizmette kusur etmeyen yol arkadaşlarını tek tek harcamış, harcamaya da devam etmektedir.
Erdoğan, önce partisinin kurucularından olan Sivas milletvekili Abdüllatif Şener’i harcamış, ardından yol arkadaşlarını tek tek devre dışı bırakmıştır. Erdoğan, daha sonra kardeşim dediği Abdullah Gül ile içlerindeki rekabet su yüzüne çıkınca düşman kardeşler oluverdiler. Sırada Bülent Arınç var!
Arınç, bozuk para gibi harcandığını ve artık AKP’de çıkarı kalmadığını hissetmeye başladığı andan itibaren ağız değiştirmiş, halkın %50’sinin AKP ve kendilerinden nefret ettiğini dile getirmeye başlamıştır.
Numan Kurtulmuş AKP'ye girmeden kısa bir süre önce, AKP'ye ve Erdoğan'a ağza alınmayacak ağır ifadeler kullanmış, daha sonra Erdoğan ona vaatlerde bulunarak satın almıştır. Kurtulmuş, şimdi Erdoğan’ın pisliklerini temize çıkarma telaşındadır. Aynı şekilde Süleyman Soylu adlı şahıs da, Erdoğan’a birçok hakaretler sıralamış, AKP ve Erdoğan hakkında olmadık şeyler söyleyince Erdoğan onu da satın alarak susturmuştur.
Erdoğan, F. Gülen ile de çıkar birliği yapmış, birbirlerine övgüler sıralamışlardı, ancak onlar da, düşman kardeşler haline gelmişler ve birbirlerine ağza alınmayacak hakaretler yapmışlar, yapmaktadırlar. Yarın bunlara elbette yenileri katılacak, Erdoğan, hepsini tek tek bitirerek tek adam olma hayalini gerçekleştirecektir.
AKP, bir çıkar çetesidir; bu nedenle çıkarları bitenler ya da payları kısmen azalanlar hemen birbiri aleyhine dönüyorlar, birden bire düşman oluyorlar.
Bunlar, kendilerine yapılan teklifler nedeniyle biat ettikleri Erbakan’ı da, (ateşi bol olsun) yüzüstü bırakıp kendilerine uzatılan çıkar çubuğunu kapmak için ayrıldılar. Aynı şekilde çıkarları için İslâm’ı da bozmaya ve Amerika’nın istediği hale koymaya çalışıyorlar.
İşte AKP böyledir ve tek kelime ile İslâm düşmanı bir çıkar çetesidir. Onların, din, iman masalları, kendilerine oy veren halkı uyutmaya yönelik taktiklerdir. Onlar, yüce Allah’ı değil, hizmet ettikleri Amerika’yı razı etme peşindedirler.
Ramazan Yılmaz: 2015.02.26
Bir yanıt yazın