Tin Suresi

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

ÖNSÖZ

Egemenlik, yalnızca insanları sevk ve idare değildir; asıl egemenlik, insan hayatını ilgilendiren yasaları, insanların hayatlarını kolaylaştıracak, insanları huzurlu ve mutlu kılacak şekilde vazetmek, insanların müreffeh yaşayabilecekleri ortamı hazırlamak, onlar arasında ayırım gözetmeden adalet ve eşitlik ilkelerini tesis etmektir.

İnsan ürünü olan sistem ve ideolojiler, insanların geleceğini, istek ve arzularını, beğeni ve reddiyelerini yeterince ya da hiç bilmedikleri için onların geleceğine yönelik koydukları hükümler, insanlara sıkıntı vermiş, onları mutlu ve huzurlu yapmamıştır. Bu nedenle beşeri yasalar, çıkarıldıktan hemen sonra geçerliliklerini yitirmiş, toplumda sıkıntı ve huzursuzluğa yol açmıştır. Bunu gören yasa koyucular, koydukları yasaları ya değiştirmişler ya uygulamadan kaldırmışlar ya da insanların tepkilerine aldırış edilmeden baskı ve zorbalıkla uygulanmaya devam etmişlerdir.

İnsanların fıtratını, gelecek beklentilerini, istek ve beğenilerini bilmeden onlar üzerine hüküm koymak, onların geleceklerini ipotek altına almak, onlara açıkça zulmetmektir. Bu nedenle bütün beşeri sistemler, zorba ve baskıcı sistemlerdir. Birçokları diktatörlüğe dönüşen bu sistemlerin bazıları da, kadife eldiven içerisine gizlenmiş demir yumruk misali derin devlet ve devletin çıkarları adı altında insanları kendilerine itaat ettirmişlerdir.

İnsanları yaratan yüce Allah (cc), onların neler isteyip neleri istemediklerini, gelecekte neler talep edeceklerini, kaldırabilecekleri yükün ve sorumluluğun ne olduğunu çok iyi bildiği için onlara ona göre hükümlerini göndermiştir.

“Biz, hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz; katımızda gerçeği söyleyen bir Kitap vardır, onlara asla haksızlık edilmez.” (Mü’minun, 62)

Yüce Allah’ın, insanların dünya hayatlarını düzenlemek için indirdiği hükümler, insan fıtratına uygun olduğu, her çağın sorunlarına çözüm getirdiği, insanlara huzur ve mutluluk verdiği bir gerçektir. Bu nedenle bu hükümler, tüm insanlara hitap edecek kadar evrensel ve her çağda uygulanacak yeterliliktedir.

“Ey insanlar, size Rabb’inizden bir öğüt, göğüslerde olana şifa ve mü’minlere bir yol gösterici ve rahmet gelmiştir.” (Yunus, 57)

Beşeri sistemlerin, insanların yalnızca dünya hayatları için hüküm koyup onları baskı ile idare etmelerine karşılık yüce Allah (cc), kullarına hem dünya hayatı ile ilgili hükümlerini indirmiş, hem onların rızıklarını vermiş, hem de ahiret hayatında salih kullarına, sonsuz mükâfatlar bahşetmiştir.

Beşeri sistemlerde yasa koyucu insanlardır; bu nedenle onlar, öncelikle kendilerinin ve yakınlarının çıkarlarını düşünerek yasa çıkarırlar. Bu ise, toplumu sınıflara ayırmakta, eşitlik ilkesinden yoksun bulunmakta, insanlar arasında adaleti tesis etmemektedir.

Ulûhiyet ve Rububiyet sahibi yüce Allah (cc), kulları ile aynı beşeri özelliklere sahip olmadığından indirdiği hükümlerden kendisi yararlanmadığından koyduğu hükümler, tüm insanlar için eşitlik ve adalet ilkelerini içinde barındırmaktadır.

Beşeri sistemlerin, yalnızca insanlar için çıkarılmasına karşılık ilahi hükümler, kâinat, hayat ve insan bütünlüğünü esas alarak inzal edilmiştir.

İnsanlar, hayat ve kâinat bütünlüğü içerisinde, yüce Allah’ın indirdiği esaslara uygun hareket ettikleri sürece, yaradılışlarındaki en güzel vasıflarını (Üsvet’ül Hasene) koruyarak onurlu ve huzurlu bir hayat süreceklerdir. Ancak kendi hevalarının, istek ve arzularının peşine düşer, beşeri sistemlere tabi olur ve hayatlarını bu sistemlerin koydukları hükümlere göre düzenlemeye çalışırlarsa, işte o durumda aşağıların aşağısına (Esfele Safiline) düşecekler ve sapkınlık içerisinde hayvanlardan daha aşağı bir hale geleceklerdir.

“Allah’a göre canlıların en kötüsü, kâfirlerdir; artık onlar inanmazlar.” (Enfal, 55)

“De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi! Allah, kime lanet ve gazap etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tağuta itaat edenler yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide, 60)

Tin suresi, insanın yaratılışını, ona rızık verilişini, hayatı düzenleyen hükümlerin inzal edilişini ve insanın Rabb’ine ve indirdiği hükümlere karşı tutumunu ortaya koymaktadır. İnsan, Rabb’inin indirdiği vahyi esaslara karşı takındığı tavra göre ya yaratılışındaki üstünlüğü ve güzelliği koruyacak ya da bu ilahi hükümlerin dışında hareket ederek sapıp aşağıların aşağısına düşecektir.

“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uysan, seni Allah yolundan saptırırlar, onlar sadece zannediyorlar ve onlar sadece saçmalıyorlar.” (En’am, 116)

Tin suresi, din ve hâkimiyet kavramlarını ortaya koymakta, insanın şahsında bu kavramları sorgulamaktadır. İnsan, hangi kurallara göre hareket ediyor, yaşamını hangi ideoloji ya da sisteme göre düzenliyorsa, o sistemi din, o sistemin koyucularını ilah edinmiştir.

Tin suresi, insan-din ilişkisine değinmekte, insanın tabi olduğu dine göre seviyesini belirtmekte, tabi olunan dinin kişiyi yücelttiğini ya da küçük düşürdüğünü açık bir şekilde belirtmektedir. İslâm dinine tabi olanlar, şereflenip yücelmekte, dünya ve ahirette kurtuluşa ermekte, Rab’leri tarafından mükâfatlandırılmaktadırlar.

Beşeri sistem ve ideolojilere tabi olanlar, hem dünya hayatlarında küçük düşüp ziyana uğramakta ve sonuçta helak olmakta, hem de ahiret hayatında alçalarak en acı azaba, içerisinde ebedi kalmak üzere girmektedirler.

Bu surede işlenen tema, çok mükemmel bir şekilde işlenmekte, yüce Allah’ın Rububiyet, Ulûhiyet ve Meliklik (Hâkimiyet) sıfatları ardı ardına sıralanmaktadır. Yüce Allah (cc), tine ve zeytine yemin ederek rızık verici olan Rububiyet sıfatını; vahyi indirdiği Sina Dağına yeminle Ulûhiyet sıfatını ve Emin Belde’ye yeminle din ve Hâkimiyet kavramlarını belirterek Meliklik sıfatını bildirmektedir.

SURENİN AÇIKLAMASI

1-3- Tin’e ve Zeytin’e, Sina Dağı’na ve bu güvenli Şehre andolsun.

Tin suresi, tıpkı birçok sure gibi bazı şeylere yeminle başlamaktadır; yemin edilen nesnelerle surede işlenen konu arasında bir bağlantı ve uyum sözkonusudur.

Yüce Allah (cc), Rububiyet sıfatının gereği olarak rızıkların simgesi olarak incir ve zeytine vurgu yaparak kullarını rızıklandırdığını bildirmektedir. Aynı şekilde Hz. Musa (as)’a vahyi indirdiği ve vahyin simgesi haline gelen Sina Dağı’na yemin ederek Ulûhiyet sıfatını yani ilahlığını belirtmektedir. Emin Belde’ye yemin eden yüce Allah (cc), kendi hükümlerinin uygulandığı beldelerin güvenilir olduklarını belirtmekte ve bu şekilde Kendi Meliklik sıfatını bildirmektedir.

Rububiyet sıfatı, yüce Allah’ın en önemli sıfatıdır ve Ulûhiyet sıfatının ayrılmaz bir parçasıdır. Öyle ki, biri olmadan diğerinin bir anlam ifade etmeyeceği iki önemli sıfat olan Rububiyet ve Ulûhiyet sıfatları, birbirlerini tamamlamakta ve yüce Allah’ın ilahlığını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Kur’an’da birçok ayette, ilahlık iddia edenlerin ilahlıkları sorgulanırken öncelikle onların rızık verici olmadıkları ve yeryüzündeki her şeyin rızıklarının yüce Allah (cc) tarafından verildiği belirtilmektedir.

“De ki: ‘Göklerin ve yerin Rabbi kimdir!’ De ki: ‘Allah!’ O halde de ki, ‘O’ndan başka kendilerine dahi bir fayda ve zarar veremeyen veliler mi edindiniz?’ De ki: ‘Körle gören yahut karanlıklarla aydınlık bir olur mu?’ Yoksa Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar mı buldular da, yaratma(sı) onlara, benzer mi göründü! De ki: ‘Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O, tektir, kahredendir.” (Rad, 16)

“De ki: ‘Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor, ya da o kulak(lar)ın ve gözlerin sahibi kimdir; ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor! Kim buyruğu(nu) yürütüyor’ ‘Allah’ diyecekler. ‘O halde, korunmuyor musunuz?’ de.” (Yunus, 31)

“Yahut Allah, rızkını tutacak olursa size rızık verecek kimdir! Doğrusu onlar, azgınlık ve nefret içinde direnmektedirler.” (Mülk, 21)

İnsanlar üzerine kanun koyarak ilahlık taslayanlar, insanları kendileri yaratmadıkları gibi onlara rızık da vermemektedirler. Onlar, hem insanlara rızık veremiyorlar, hem de zorbalık ve baskı ile Rab’leri tarafından insanlara verilen rızıkları gasp etmektedirler.

Rububiyet sıfatına sahip olmayanların ilahlık taslamaları hiçbir anlam ifade etmez. Rububiyet sıfatı, Rahman sıfatının bir ifadesi olduğundan, rububiyet sıfatına sahip olmayan sahte ilahlar, merhamet, sevgi ve şefkatten de yoksundurlar. Bu nedenle onlar, insanlara ancak zulüm ve baskı ile hükmedebilirler ki tarihi süreç, bunların örnekleri ile doludur.

İdareleri altında tuttukları insanlara rızık vermeyen/veremeyenlerin, onlar için hüküm koymaları, onlar üzerinde idareci olmaları hiçbir şekilde kabul edilemez. İnsanlar üzerine ancak onları yoktan varedip yaratan, rızıklandırıp besleyen, onlara merhamet edip şefkat gösteren, kıyamet günü onlara, yaptıklarına karşılık ceza ve mükâfat verecek olan yüce Allah (cc) hüküm koyabilir, Melik olabilir. Bu ise ancak âlemlerin Rabb’i yüce Allah’tır.

“Sina dağına ve bu güvenli Şehre andolsun” Sina Dağı, Hz. Musa (as)’a vahyin ilk inzal edildiği yerdir; bu nedenle vahyi simgeler. Emin belde, vahyin uygulandığı yerdir ve tarihi süreçte Mekke olarak bilinir; Mekke’de yüce Allah’ın evi olarak bilinen Beytullah vardır. Beytullah, tüm insanlık için emin yer olarak bilinir, oraya giren bir kimse güvendedir. Nitekim yüce Allah (cc) Beytullah’ın güven yeri olduğunu bildiriyor.

“Biz, Beyt’i (Kâbe’yi) insanlara sevap kazanılacak bir toplantı ve güven yeri yaptık, siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e: ‘Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Ev’imi temizleyin’ diye emretmiştik.” (Bakara, 125)

“Onda çok açık deliller, İbrahim’in Makamı vardır, ona giren, güvene erer; yoluna gücü yeten herkesin, o Ev’e gitmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse şüphesiz Allâh, bütün âlemlerden zengindir. “ (Al-i İmran, 97)

Surede “Emin Belde” olarak belirtilen yer Mekke’dir; Mekke’nin güvenli, Emin belde oluşu, yüce Allah’ın en büyük ayetlerinden biri olan Kâbe’nin orada bulunmasından dolayıdır.

“Andolsun, Allah, Rasulunün rüyasını doğru çıkardı; Allah dilerse, başlarınızı traş ederek ve(ya) saçlarınızı kısaltarak, korkmadan, güven içinde Mescidi Haram’a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bildi, bundan önce size yakın bir fetih verdi.” (Fetih, 27)

Mescidi Haram’ın ve civarının güvenli olması, yüce Allah’ın, kullarına bir lütfudur. Bu nedenle yüce Allah’ın indirdiği ilahi mesajın uygulandığı her belde emin belde hükmündedir. Yüce Allah’ın, adalet ve eşitlik ilkelerini esas alan, kulları arasında ayırım yapmayan, onları ezip sömürmeyen hükümlerinden oluşan din İslâm’dır. İslâm’ın egemen olduğu beldelerde insanların, gelecek endişesi, zulme uğrama korkusu, zelil olma düşüncesi yoktur. Bu nizamın uygulandığı beldelerde herkes güvendedir.

Surede, Sina Dağı ve Emin Belde’nin beraber zikredilmesi, vahyin uygulandığı beldelerin güvenli olduklarını gösterir. Yüce Allah (cc), insanların yeryüzündeki hayatlarını düzenleyen onlar arasındaki ilişkilerin nasıl olacağını belirten, baş gösterecek sorunlara çözümler sunan hükümlerini, elçileri vasıtası ile göndermiştir. İnsanlar, ilahi mesajın belirlediği esaslar doğrultusunda hareket ettikleri, sorunlarını vahyi esaslara göre çözüme kavuşturdukları sürece huzurlu ve güvende olacaklardır.

Vahiy, insanı yaratıp onu en iyi tanıyan yüce Allah (cc) tarafından gönderildiğinden, insan fıtratına en uygun hükümlerdir. Bu hükümler, insanın Rabb’i ile diğer insanlarla ve nefsi ile olan bütün ilişkilerini düzenlemek üzere insanlara lütfedilmiştir. Hayatın her alanı ile ilgili çözümler sunduğundan, bu hükümleri hayat prensibi olarak kabul edenler, doğal olarak sorunsuz, mutlu ve huzurlu bir hayat sürmekte, güven içerisinde yaşamaktadırlar.

“Allah sizden, iman edip salih amel işleyenlere vadetmiştir; onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar, ama kim bundan sonra da nankörlük ederse işte onlar, fasıklardır.” (Nur, 55)

Vahiy, insanlar için güven kaynağı olduğu gibi bu vahyin uygulandığı beldeler de, güven ve huzur yeridir. Aynı şekilde ilahi mesaja iman eden insanlar da, mü’min sıfatını taşıdıkları için diğer insanlar yanında emin ve güvenilirdirler. Nitekim Rasulullah (as), “Mü’min, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir” buyurmuştur.

Bir Mü’minin, insanlara güven vermesi, onun birey olarak kişiliğinden değil imanından, iman ettiği esaslara teslimiyetinden ve bu esasları, kendisinde bir kişilik haline getirerek, yaşamında ortaya koymasından dolayıdır. Bu nedenle Tevhidi esaslara iman edenlerin egemen olduğu ülkeler, insanlar için birer emniyet ve güven yurdudur.

Güven duygusu, kişi için çok önemli bir özelliktir. Kişi, iman ettiği esaslar nedeniyle söz ve davranışlarında, samimiyet ve sadakatinde, duygu ve düşüncelerinde insanlara güven vermelidir. İnsanlara güven veren bir kişiliğe sahip olan mü’minler, böylece iman ettikleri esasların, insanlar tarafından daha kolay benimsenmesini sağlayacaklardır.

İnsanı, kendisine halife olarak yaratan yüce Allah (cc), onu, fıtraten fiziksel ve ruhsal olarak en güzel şekilde düzenlemiş, ona ilahi sorumluluğu üstlenecek bir olgunluk, anlayış ve kavrayış nasip etmiştir.

4- Biz insanı en güzel biçimde yarattık.

İlahi mesajla muhatap olacak kimselerin, bu mesajı anlayacak kişisel, ruhsal ve ahlaki kapasitede olması gerekir. Çünkü yüce Allah (cc) insanı, her yönüyle indirdiği ilahi mesajı anlayacak kapasitede, yapıda ve karakterde yaratmıştır.

Sorumluluk ve görev verilecek kimselerin, o sorumluluğu yüklenecek yapıda ve karakterde olmaları gerekir. Kişilik ve ahlaki karakter bakımından yetersiz ya da bozuk olan kimselere sorumluluk ve görev verilmez. Aksi halde verilen görev ve sorumluluk istenilen şekilde ve düzeyde yerine getirilmez. Bu ise, görevin akamete uğramasına neden olur.

“Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur, en güzel isimler O’nundur.” (Taha, 8)

Cemil sıfatına sahip olan yüce Allah (cc), kendisi gibi O’nun sözü olan ve kulları için indirdiği vahiy de güzeldir. Yüce Allah (cc) kendisine halife olarak yarattığı, sorumluluk ve görev verdiği insanı da en güzel şekilde yaratmıştır ki, O’nun yarattığı her şey zaten güzeldir.

“O’dur ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı ve insanı yaratmağa çamurdan başladı.” (Secde, 7)

“Yere bakmadılar mı, orada her çeşit güzel çifti bitirmişiz.” (Şuara, 7)

Kâinatta yaratılan her şey güzeldir; kâinat içerisinde yaratılan insanın da güzel olması kâinat bütünlüğüne uygundur. Elbette bunca güzellikler içerisinde insan çirkin yaratılamazdı ki, yüce Allah (cc) çirkin bir şey yaratmaz; hele de en güzel söz olan vahiy ile görevlendirilen insanın elbette bu güzelliği taşıyacak yeterlilikte olması gerekirdi ve öyle de oldu.

“Biçimlendirdik; ne güzel biçim vereniz Biz.” (Mürselat,23)

“Gökleri ve yeri hak ile yarattı, sizi biçimlendirdi, biçimlerinizi güzel yaptı, dönüş O’nadır.” (Teğabun, 3)

En güzel şekilde yaratılan insana, en güzel söz olan vahyi esaslar gönderildi ve bu esasları tebliğ etme görevi verildi ve bu ilahi mesaj doğrultusunda yaşama sorumluğu yüklendi. Bu sorumluluk yüce Allah’a kulluk, O’nun koyduğu hükümlere göre yaşamadır.

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56)

“Sen yüzünü, Allah’ı birleyici olarak doğruca dine çevir: Allah’ın yaratma yasasına ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez, işte doğru din odur, fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum, 30)

İnsanları, kendisine kulluk yapmaları için en güzel biçimde, Tevhid dinini kabul edecekleri bir fıtratla yaratan yüce Allah (cc) onların, yüzlerini Tevhid dine çevirmelerini emretmiş, onların yaşayacakları yeryüzünü de güzel bir şekilde düzenlemiş, onları yine güzel rızıklarla beslemiştir.

“Allah O’dur ki arzı size durulacak yer, göğü de bina yaptı; sizi şekillendirdi, şekillerinizi de güzel yaptı ve sizi güzel rızıklarla besledi. İşte Rabb’iniz Allah budur; bütün âlemleri yaratan Allah, ne yücedir!” (Mü’min, 64)

“Arzı nasıl yaydık, ona sağlam dağlar attık, onda her güzel çifti bitirdik! (Kaf, 7)

İnsanlar, kendilerindeki güzellikleri muhafaza ettikleri sürece hayat ve kâinat içinde huzurlu bir şekilde yaşayacak, mutlu bir hayat sürecektir. İnsanların, kendilerinde varolan güzellikleri muhafaza etmeleri ancak Rab’lerinden kendilerine gönderilen ilahi mesajı, hayat prensibi etmeleri ve en güzel şekilde yaşamaları ile mümkündür.

“Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer, ikişerli bir Kitap halinde indirdi; Rablerinden korkanların, ondan derileri ürperir, sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar. İşte bu (Kitap) Allah’ın rehberidir; dilediğini bununla doğru yola iletir, ama Allah kimi sapıklığında bırakırsa artık ona yol gösteren olmaz.” (Zümer, 23)

Sözün en güzeline iman edenler, bu en güzel sözü insanlara ulaştırmak için çalışacaklar, böylece hayatlarını güzelleştirerek en güzel insan ve Müslüman olacaklardır. Şu bir gerçektir ki, Müslüman olmadan güzel olunmaz, güzel olmadan da yüce Allah’a kul olunmaz. Ancak gereği gibi yüce Allah’a kulluk edenler güzeldirler.

“Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir!” (Fussilet, 33)

“Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar; işte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar sağduyu sahipleridir.” (Zümer, 18)

Müslüman şahsiyetler, üstlendikleri davet görevlerini en güzel şekilde ortaya koymalı, insanları bu güzel Tevhidi esasları kabule çağırmalıdırlar. Güzel olan bir şey güzel bir şekilde ortaya konulmalıdır. Davetin muhatapları ile yapılan konuşmalar, tartışmalar yine davetin güzelliğine uygun bir şekilde sürdürülmelidir.

“Hikmetle ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır ve onlarla en güzel biçimde mücadele et; kuşkusuz Rabb’in, işte yolundan sapanları en iyi bilen O’dur ve O, yola gelenleri de en iyi bilendir.” (Nahl, 125)

“Kullarıma söyle, en güzel sözü söylesinler, çünkü şeytan aralarına girer; doğrusu şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (İsra, 53)

“Kitap ehliyle, -zulmedenleri dışında- en güzel tarzda tartışın ve deyin ki: ‘Bize indirilene de size indirilene de inandık, İlahımız ve ilahınız birdir, biz de O’na teslim olanlarız.” (Ankebut, 46)

“Onların dediklerine sabret ve güzelce onlardan ayrıl.” (Müzzemmil, 10)

İslâm güzel olunca ona ait her şey güzeldir, kabul edilen din de, onu kabul edenler de, onu anlatan davetçiler de, onun hakkında konuşmak da güzeldir. Çünkü ana kaynak olan Kur’an güzeldir. Bu nedenle Kur’ani olan her şey ve bu güzelliği alan, Kur’an’a yönelen herkes, doğal olarak güzelleşmekte, yüce Allah’ın rızasını kazanmaktadırlar.

“Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada size azap gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun.” (Zümer, 55)

Bütün bu güzellikler sonucunda ahirete intikal edenlere yüce Allah (cc), güzel bir mükâfatla vermekte, onları, güzelliklerine yaraşan güzel bir meskene yerleştirmektedir.

“Sen ancak Zikre uyan ve görmeden Rahman’dan korkan kimseyi uyarabilirsin, işte öylesini bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.” (Yasin, 11)

“Erkek veya kadından her kim iman ederek güzel işler yaparsa, işte öyle kimseler, cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisa, 124)

Yüce Allah’ın vereceği güzelliklere ancak yaratılışlarındaki insani güzellikleri muhafaza edenler, Rab’lerinden kendilerine gönderilen Kur’an’la daha da güzelleşenler ulaşabilirler. Bu güzelliklerden ancak yaratılışın ve hayatın gayesini anlamayan, yaradılış fıtratına aykırı hareket eden, hevalarını ölçü edinip ilahlaştıran kimseler mahrum kalırlar.

Yaradılışın gayesini kavramayan, kâinat ve hayat içerisinde uyumlu bir yaşantı ortaya koymayan, Rab’lerinin gönderdiği Tevhidi esasları kabul edip hayatlarını bu esaslara göre düzenlemeyen kimseler, üzerine yaratıldıkları en güzel fıtratı kaybederek alçalmışlardır.

Yüce Allah (cc), insanlar için iki yol ortaya koymuş, hangi yolu seçeceklerini kendilerine bırakmıştır. İnsanlar, ya yaradılış fıtratlarına göre hareket ederek yücelecekler ya da fıtratlarına aykırı hareket ederek alçalacak, zelil duruma düşecek ve aşağıların aşağısına yuvarlanacaklardır.

5- Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik.

İnsanlar, dünya hayatlarını düzenleme konusunda ve geleceklerini ilgilendiren hususlarda kendileri karar verecekleri gibi, kendilerini yaratan Rab’leri tarafından gönderilen ilahi esasları kabul ederek de hayatlarını düzenleyebilirler. Burada tercih tamamen insanların kendilerine aittir, ancak bu seçimleri sonucunda onlar hakkında Rab’leri karar verecek ve neye göre hayatlarını düzenlemişlerse onlara, o seçimlerinin sonucunu verecektir.

Rab’lerinin bildirdiği esasları hayat prensibi olarak seçenler, yücelecek ve kurtuluşa erecekler, kendi hevalarını ya da beşeri yasa ve düşünceleri ölçü edinenler, Rab’lerine isyan eden ve imanlarına şirk bulaştıran kimseler olarak aşağıların aşağısına düşmüş olacaklardır.

Yüce Allah (cc), adil sıfatı gereğince, kullarının kendi iradeleri ile seçtikleri yolu onlara kolaylaştıracaktır. O, kendi yoluna girenlere o yolu kolaylaştırdığı gibi, Kendisine isyan edenlerin gidecekleri yolu da onlara kolaylaştıracaktır.

“Sizin işiniz çeşit çeşittir; kim verir, korunursa ve en güzeli doğrularsa, ona en kolayı kolaylaştırırız; kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse ve en güzeli de yalanlarsa, ona da en zoru kolaylaştırırız.” (Leyl, 4-10)

İnsanın, yaratılışını unutarak kendisini yeterli görüp böbürlenmesi, kendi hevasını ilah edinip ilahi mesajı reddederek azması onu büyütmez, tam aksine küçük düşürür, alçaltır. İnsan, kendisini yaratan Rabb’ine kulluk etmekten kaçınırsa Rabb’ine açıkça isyan etmiştir. Yüce Allah (cc), kendisine kulluk etmeyip böbürlenen, imanlarına şirk bulaştırıp isyan eden kimseleri dünya ve ahirette alçaltarak zelil eder, acı azaba sokar.

“Rabbiniz buyurdu ki: ‘Bana dua edin, duanızı kabul edeyim, Bana kulluk etmeğe tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min, 60)

Aşağılık olarak cehenneme girecek kimseler, dünya hayatlarında esfele safiline düşenlerdir. Esfele safilin öyle bir dereke, öyle bir çukurdur ki, yaratılanlar içerisinde hiçbir canlı o seviyede değildir. Bu öyle bir seviyedir ki, kâinatta hiçbir yaratığın düşmeyeceği, düşmek istemeyeceği, buraya düşenlerin Rab’leri tarafından lanetlendikleri bir seviyedir.

“De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi! Allah kime lanet ve gazap etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tağuta itaat edenler yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide, 60)

“Allah’a göre canlıların en kötüsü, kâfirlerdir; artık onlar inanmazlar.” (Enfal, 55)

“Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini, düşündüklerini mi sanıyorsun! Kesinlikle onlar, hayvanlar gibidir, hatta yolca daha sapıktır(lar).” (Furkan, 44)

Yüce Allah’a iman etmeyenler, O’nun indirdiği Tevhidi esasları bırakıp hevalarını ilah edinenler, tağuti sistemlere itaat edenler, içerisinde bulundukları küfür ve şirk nedeniyle maymunlar, domuzlar ve hayvanların hepsinden daha aşağılıktırlar.

“Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen, sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal, 22)

İnsanlar, en güzel bir şekilde yaratıldıkları, vahiyle müşerref olup şerefli bir şekilde yüceldikleri, âlemler içerisinde üstün bir makama çıkarıldıkları halde neden esfele safilin derekesine düşüp hayvanlardan daha aşağı bir duruma gelebiliyorlar! Kur’an, bu sorunun cevabını çok net bir şekilde veriyor ve bu düşüşe deniz kenarındaki insanları örnek gösteriyor.

“Onlara, deniz kıyısında bulunan kentin durumunu sor, hani onlar, Cumartesine saygısızlık edip haddi aşıyorlardı. Çünkü Cumartesi (tatil) yaptıkları gün, balıkları onlara akın akın gelirdi, Cumartesi (tatil) yapmadıkları gün balıkları gelmezlerdi. Biz onları yoldan çıkmalarından ötürü böyle sınıyorduk.

İçlerinden bir topluluk: ‘Allâh’ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme artık ne diye öğüt veriyorsunuz?’ dedi; dediler ki: ‘Rabbinize mazeret (beyan edebilmek) için bir de belki korunurlar diye (öğüt veriyoruz).

Ne zaman ki onlar, kendilerine hatırlatılanı unuttular, biz de kötülükten men edenleri kurtardık; zulmedenleri de, yoldan çıkmaları yüzünden çetin bir azap ile yakaladık, kibirlerinden dolayı kendilerine yasak kılınan şeylerden vazgeçmeyince onlara: ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dedik.” (A’raf, 163-166)

Hevalarını ölçü edinerek kendilerine gönderilen ilahi hükümleri, bir sürü cambazlık, hile ve oyunlarla devre dışı bırakan Deniz kıyısındaki insanlardan bazıları, Müslüman davetçilerin kendilerine hatırlattıkları Rab’lerinin buyruklarını, duymazlıktan gelmişlerdi. İşin daha üzücü yanı ise, kendilerini Müslüman zanneden bazı nemelazımcıların, davetçilerin yaptıkları uyarıya destek olmamaları ve yapılan uyarıları hoş görmemeleriydi. İşte bunun üzerine haddi aşanlar da, nemelazımcılar da aşağılık maymunlar olarak cezalandırılmışlardı.

Deniz kenarındaki haddi aşan insanlara verilen bu ceza, elbette her dönemde hevalarını ölçü edinen, Tevhidi esaslardan yüz çeviren herkese verilecektir.

“Ey Kitap verilenler, biz bazı yüzleri, silip arkalarına döndürmeden ya da Cumartesi adamlarını lanetlediğimiz gibi onları da lanetlemeden önce, yanınızdakini doğrulayıcı olarak indirdiğimiz(Kur’an)a inanın, Allah’ın buyruğu yapılır.” (Nisa, 47)

Günümüzde de, Kur’an’dan yüzçeviren, Tevhidi esaslara iman etmeyen, türlü cambazlıklar yaparak Hakkı batıla bulayıp gerçekleri gizleyen, Samiri’nin günümüz temsilcileri olan, Tevhidi esasları tebliğ eden Müslümanlara destek vermeyen kimseler de, tıpkı Deniz kenarındaki insanlar gibi lanetlenerek aşağıların aşağısına düşeceklerdir.

İnsanın kendisine yaptığı kötülüğü hiç kimse ona yapamaz; insan, kendi eliyle kendisine yaptığı kötülük nedeniyle hem dünyasını hem ahiretini mahvediyor. Yaratılış fıtratına aykırı hareket edip Tevhidi esaslardan yüz çeviren, dünya hayatında aşağılık bir seviyeye düşen insan, ahiret hayatında da aşağılanmış bir şekilde ebedi azaba sürüklenecektir. Ancak kendilerine ulaşan Tevhidi esaslara iman edip bu esaslar doğrultusunda hayatlarını düzene koyan kimseler kurtulacaklardır.

6- Ancak iman edip salih amel işleyenler başka, onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır.

İman etmek, insanın, Rabb’i tarafından gönderilen Tevhidi esaslara samimiyetle inanması, salih amel işlemesi, iman edilen esaslar doğrultusunda hayatını düzenlemesi, yaratılışta verilen güzel hasletlerin korunarak daha da geliştirilmesidir. İşte bunlar için Rab’leri katında kesintisiz mükâfatlar vardır.

İman etmek, yalnızca söz ile ifade değil, hayatın her alanında davranışlarda ortaya konulup gösterilen bir eylem ve harekettir. Yüce Allah (cc), ancak iman edip iman ettikleri esaslar doğrultusunda yaşayan, hayatlarını, ahlaki ve insani özelliklerini iman ettikleri esaslara göre düzenleyen kimselere mükâfatlar bahşedecektir.

“Senin için kesintisiz bir mükâfat vardır ve sen, büyük bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem, 3-4)

Yüce Allah (cc), elbette hak edenlere mükâfatlarını verecektir ki bunlar, dünya hayatlarında yaratıldıkları en güzel sıfatlarını, Rab’lerine iman ederek koruyan, salih ameller işleyerek daha da güzelleştiren kimselerdir. Rab’lerine şirk koşup isyan edenlere ise, ancak içerisinde ebedi kalmak üzere cehennem azabı mükâfat olarak verilecektir.

“(Tarafımdan) De ki: ‘Ey iman eden kullarım, Rabbinizden korkun, bu dünya hayatında güzel davrananlara güzellik vardır, Allah’ın yeri geniştir, ancak sabredenlere, ödülleri hesapsız ödenecektir.” (Zümer, 10)

Yüce Allah (cc),, kullarından ne istediğini, iman edenlerin ya da şirk koşanların, münafık, fasık, mürtet ve kâfirlerin kimler olduklarını, onlara, nasıl bir mükâfat ya da ceza vereceğini açıkça bildirmiştir. Bütün bu bildirilen hükümlere rağmen insanlardan birçoğu hâlâ yüce Allah’ın indirdiği hükümleri ya reddetmekte ya da Hakkı batıla bulayıp gerçekleri gizleyerek isyanlarına devam etmekte, aşağılanmayı tercih etmektedirler.

İnsanlardan kimileri, İslâm’ı kabul ederek hayatlarını buna göre düzenleyip onurlu bir yaşam sürme yerine, kendi hevalarını ya da diğer insanların hevalarından oluşmuş beşeri sistemleri tercih ederek onursuzluğu, zilleti ve aşağılanmayı kabul ediyorlar. Hak ve batıl, doğru ve yanlış, bunların karşılığında yüce Allah’ın rızası ve gazabı, cennet ve cehennem apaçık bir şekilde açıklanmış iken insanlar, hangi gerekçe ile Rab’lerine isyanı, cehennemi ve aşağılanıp azabı seçiyorlar.

7- O halde sana dini yalanlatan nedir!

Din nedir ve insanların yalanladıkları din hangisidir? Öncelikle bu soruların cevaplanması gerekir?

Din: Arapça DYN kelimelerinden teşekkül eden dinin, lügat manası, itaat, ibadet, saltanat, idare, hüküm, şeriat, İslâm, iman, ibadet, tedbir, hüküm, hesap, adet, durum tavır ve davranıştır.

Istılah olarak din, gerek yüce Allah (cc), gerekse insanlar tarafından konulsun, insan hayatını kuşatan kanun ve kuralların, idare ve hükümlerin bütünüdür.

Din kelimesi, yukarıdaki lügat ve ıstılah manalarının tümünü kapsamaktadır. Bu anlamda din, şeriat, kanun, adet, yol, mezhep, taklit, millet, itaat, boyun eğme, kulluk, kölelik, zilleti kabullenmek, teslim ve tabi olmak, üstünlük kurmak, hüküm, emir, boyunduruk altına almak, ceza, mükâfat, muhakeme ve hesap anlamlarının tümünü içermektedir.

Lügat manada olsun, ıstılah manada olsun din kavramında ön plana çıkan en önemli husus, hiç kuşkusuzdur ki, idare ve hüküm konusudur. Bu anlamda, insanların yeryüzündeki yaşamını düzenleyen, insan ilişkilerine çözümler sunan kanun ve kurallar ile insan yaşamını ilgilendiren meselelere getirilen çözüm ve önerilerin tümüne birden din adı verilmektedir.

İlahi din, tektir; yüce Allah (cc) tarafından konulan hükümlerden ve Hz. Peygamber tarafından uygulanan metoddan ibarettir ve insan yaşamının her alanına çözümler sunmaktadır. İnsanları yaratıp dünya hayatına gönderen yüce Allah (cc), onların, dünya hayatında ne yapacaklarını da bildirmiştir.

Yüce Allah’ın, insanın dünya hayatını düzenlemek için koyduğu hükümler herkes için eşit ve aynı ağırlıktadır. Kimsenin hakkını kimseye çiğnetmeyen, tek yönlülükten uzak, adalet ve hakkaniyete dayanan bu hükümler, insan yaşantısını aileden sosyal ilişkilere, ferdi ve toplumsal hareketlere ticaretten ekonomiye, beşeri ilişkilerden manevi duygulara, siyasetten uluslararası ilişkilere kadar tüm ilişkileri en ince ayrıntılarına kadar tek tek ele almıştır.

İslâmi hükümler doğrultusunda hareket eden beşer, dünya ve ahirette yücelir, ahseni takvime ulaşır, kula kulluktan kurtulup yalnızca Al1ah’a kul olur. Gerçek huzur güven ortamı, birlik ve beraberlik, kardeşlik ilişkileri İslâmi hükümler içinde gelişir.

İnançsızların yalanladıkları İslâm, insanların dünya hayatını düzenleyen hükümler bütünüdür. İslâm, insanların siyasi, ticari, iktisadi, sosyal, içtimai, hukuki tüm ilişkilerini en iyi şekilde düzenleyen tek dindir. Bu öyle bir dindir ki, evrensel ve çağlarüstü bir özelliğe ve tüm sorunları en iyi şekilde düzenleyen yeterliliğe sahiptir. Oysa beşeri sistemler, hem evrensel değil, hem de değil çağlarüstü bir özellikten yoksun, yıllarla bile ifade edilemeyecek kadar kısa bir özelliğe sahip, evrensel olmayan sistemlerdir.

Beşeri ve Şirk Dinler

Beşeri ve şirk dinler, çok değişik isimler altında varlık gösterirler, uygulamalarına göre çok çeşitlidirler. Bu dinler, koyucuları ve tahrif edicilerine göre isimler alırlar.

Beşeri dinler, yapılarının ve kurucularının farklı oluşu nedeniyle birbirine zıt ve değişkendirler. Başlıcaları Kemalizm, Komünizm, Sosyalizm, Faşizm, Demokrasi, diktatörlük ve benzerleridir. Bu dinlerde kanun koyucu, ekonomik ve güç bakımından toplum üzerinde etkili olanlardır.

Güçlülerin hâkim olduğu toplumlarda kanunlar, güçlülerin kontrolünde bulunan, onların yönlendirdiği kişilerin bulunduğu meclislerden çıkarılır. Bu nedenle çıkarılan kanunlar hep güçlü sınıfın çıkarlarına göre düzenlenir. Güçlü olanların söz sahibi olduğu, idareyi ele aldığı beşeri dinlerde, konulan bütün hükümler hep güçlüler ve yandaşları lehinde olacaktır. Bu nedenle beşeri dinlerde adalet ve hak ölçüleri bulunmaz.

Beşeri düzenlerde iki sınıf, iki tabaka vardır, ezen ve ezilen sınıf: Bu nedenle beşeri dinlerde adaletsizlik ve eşitsizlik had safhadadır; egemen sınıfın çıkarlarını gözeten yasalar karşısında halk tabakası sürekli ezilir. Bu sistemlerde, hak ve adalet ölçülerinin bulunmaması nedeniyle sürekli bir çatışma ve kargaşa ortamı mevcuttur; ezilen sınıfın haklarını aramalarına karşılık müstekbirler, idareyi elden bırakmamak için baskı yapar, tehdit ederler.

İnsanın kendi hevasından, insanları idare etmek için koyduğu kurallar tek taraflı ve her zaman kuralı koyanın lehine işlemiştir tarih boyunca. Onlar, hiçbir zaman bütün toplumu eşit tutacak hüküm koymazlar/koyamazlar.

Şirk Dinleri

Temel itibarıyla ilahi dinin kurallarının tahrif edilmesi ile ortaya çıkan şirk dinleri, zaman içerisinde ilahi dinden taşıdığı kuralları terk ederek bambaşka bir hüviyete bürünmüşlerdir. İlk liderlerinin ismini alan şirk dinleri, sayısal olarak oldukça fazladırlar.

Şirk dinlerinin başlıcaları Hrıstiyanlık, Yahudilik, Tasavvuf, Budizm, Taoizm, Sıkh, Şintoizm, Konfüçyanizm, Hinduizm ve Putperestliktir. Şirk dinlerinde kuralları, bu dinlerin liderleri koyar ve bu kurallar o dine tabi olanlar için şaşmaz birer ölçüdürler.

Beşeri ve şirk sistemlerin, din olduklarını yüce Allah (cc) bildiriyor ve bunların geçersiz ve basit dinler olduklarını, Hak dinin en üstün din olduğunu belirtiyor.

“O, Rasulünü hidayetle ve hak dinle gönderdi ki müşrikler hoşlanmasa da o (hak di)ni, bütün din(ler)in üstüne çıkarsın. (Tevbe, 33)

“O, Rasulünü hidayet ve hak dinle gönderdi ki, o(hak di)ni, bütün dinlere üstün kılsın. Şâhid olarak Alah yeter.” (Fetih, 28)

İslâm, insanların dünya hayatında huzurlu ve mutlu olmalarını, ahirette ise Rab’lerinin rızasına ve O’nun verdiği mükâfatlara ulaşmalarını sağlamaktadır. Bu gerçeklere rağmen insanlar, kendilerine onur verip yücelten İslâm’dan yüzçeviriyorlar.

Yüce Allah (cc) insanlara, yüzlerini Tevhid dini olan İslâm’a çevirmelerini emretmektedir. Çünkü insanlar bu dinine göre yaratılmıştır. Yüce Allah (cc), Tevhid dinini kabul etmeyenlerin müşrikler olduklarını bildirmektedir.

“Ve yüzünü Hanif olarak dine çevir; sakın müşriklerden olma!" (Yunus, 105)

“Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben müşriklerden değilim!” (En’am, 79)

Tevhid dini olan İslâm’ın dışında bir dini ya da beşeri sistemleri kabul etmek, benimsemek ve desteklemek insanı açıkça şirke ve küfre sokar. Bütün bu gerçeklere rağmen, yüce Allah (cc) insanlara “O halde sana dini yalanlatan nedir!” diye soruyor.

Beşeri şirk sistemler, adaletsiz, eşitliksiz, baskıcı ve zorba iken, insanlara zulüm ve acıdan, gözyaşı ve üzüntüden başka bir şey vermezken, insanları birbirinin düşmanı yapıp kardeşi kardeşe boğazlatırken, insanı zelil edip aşağılarken insanlar, şuursuzca bu zulüm düzenlerini seçiyorlar. Oysa Allah katında beşeri şirk sistemleri ve dinleri kabul edilmeyecek, o dinlere mensup olanlar ziyana uğrayacaklardır.

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki, (o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Al-i İmran, 85)

“Allah katında din, İslâm’dır; Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah, hesabı çabuk görendir.” (Al-i İmran, 19)

Kendilerinin bile yarın ne olacaklarını bilmeyen kimselerin, insanların hayatlarını ipotek altına almaları ve bu yasaların, hayatları ipotek altına alınan kişiler tarafından kabul edilmesi anlaşılacak gibi değildir. Yüce Allah bu kanun koyuculara ve onların kanunlarını kabul edenlere soruyor.

8- Allah, hüküm verenlerin en iyi hâkimi değil midir?

Elbette yüce Allah (cc), Hüküm verenlerin en iyisidir; çünkü kullarını yaratan, onların fıtratlarını, geleceklerini, eğilimlerini, meyillerini ve isteklerini en iyi bilendir. Bu nedenle yüce Allah (cc), kulları için en iyi hükmü koyar ve onların, hem dünya hayatında mutlu ve huzurlu olmalarını, hem de ahiret hayatında kurtuluşa ermelerini sağlar.

“Görünmeyeni ve görüneni bilendir; Azizdir, hâkimdir.” (Teğabun, 18)

“Göklerde ve yerde ululuk, yalnız O’na aittir; O, azizdir hâkimdir.” (Casiye, 37)

Yüce Allah (cc), yalnızca yeryüzünde bulunan insanlar için değil, yerde ve gökte bulunan, kâinat içinde varolan her şey üzerine hüküm koyandır. Bu nedenle insanlar, ancak bu hükümlere iman edip teslim oldukları zaman kâinat içerisinde Rab’lerinin kendilerine lütfettiği hayatı huzurla sürdürebilir, Rab’lerinin verdiği rızıkları kullanabilirler.

“O, kullarının üstünde tam hâkimdir, O her şeyi yerli yerince yapan, (her şeyi) haber alandır.” (En’am, 18)

“Siz, o’nu bırakıp ancak sizin ve atalarınızın taktığı birtakım (boş) isimlere itaat ediyorsunuz; Allâh onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm, yalnız Allah’ındır; O, yalnız kendisine tapmanızı buyurmuştur. İşte doğru din budur, ama insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 40)

Bildirilen tüm bu gerçeklere, ilahi bildirimlere, dünya hayatında karşılaşılan sorunlara, insanların yaptıkları beşeri sistemlerin adaletsizliklerine, zulüm, baskı ve sömürülerine rağmen insanlar, hâlâ zanna dayanan ve yüce Allah (cc) yanında hiçbir değerleri olmayan sistem ve dinleri benimsiyorlar.

Yoksa cahiliye hükmünü mü arıyorlar; iyi bilen bir toplum için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir! (Maide, 50)

İyi bilen bir toplum için elbette yüce Allah’tan daha iyi hüküm koyan hiç kimse yoktur, çünkü “Allah, hüküm verenlerin en iyi hâkimidir” ve “İşte doğru din budur, ama insanların çoğu bilmezler.” Ancak iman gerçeğini kavramamış, insani özelliklerini bozmuş, yaratılış fıtratlarını kaybetmiş kimseler cahiliye hükmü olan beşeri sistemleri tercih ederler.

“Allah ile beraber başka bir ilaha çağırma, O’ndan başka ilah yoktur, O’nun yüzünden başka her şey helâk olacaktır; hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 88)

Sadakallahul Azim.

Not: Din kavramı ile ilgili daha geniş açıklaması, Kur’ani Kavramlar 3 kitabımızın din başlıklı bölümde bulunmaktadır.

 

Kurani Mücahede: 2012-01-07