Şems Suresi

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

Giriş

Hayatta her şey insana gören anlam bulur, ona göre değişir; düzelir ya da kötüleşir. Dünya hayatı, adeta insan odaklı yaratılmıştır. Yüce Allah (cc), insanı yaratmış, onu yeryüzüne göndermiş, yeryüzündeki görev ve sorumluluklarını bildirmiş ve onu kendi iradesinde serbest bırakmış, iman etmesi de dâhil, hiçbir konuda ona baskı yapmamıştır.

İnsan, yeryüzünde dilediğini yapmakta serbesttir; dilerse kendisine bildirilen hükümler doğrultusunda hareket ederek Rabb’ine iman edip Müslüman olur, dilerse yaratanını inkâr ederek küfrü seçer. Aynı şekilde insan, isterse hem kendisini yaratan Rabb’ine iman eder, hem de şirk koşar ya da isterse inanmış gözükerek inkârına devam eder münafıklık yapar, isterse fıskı seçerek hiçbir şeyi umursamadan Fasık olarak yaşar.

Yüce Allah (cc), dünya hayatında insana, kendi iradesini kullanma özgürlüğünü verirken onu tamamen başıboş bırakmamış, bütün yaptıklarından sorumlu tutulacağını da kendisine bildirmiştir. İnsan, dilediğini yapmakta ve dilediği gibi yaşamakta özgür bırakılmış ve kendisi istemedikçe yüce Allah (cc) tarafından değiştirilmeyeceği kendisine bildirilmiştir.

“Bu böyledir, çünkü bir millet kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe Allâh onlara verdiği nimeti değiştirmez. Allâh işitendir, bilendir.” (Enfal, 53)

“O(insa)nın önünden ve arkasından izleyenler vardır, onu Allâh’ın emriyle korurlar. Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allâh onların durumlarını değiştirmez. Allâh da bir kavme kötülük istedi mi artık onu geri çevirecek yoktur. Zaten onların, O’ndan başka koruyucuları da yoktur.” (Rad, 11)

İnsan, kendi iradesi ile seçtiği hayatın sorumluluğuna iyi ya da kötü sonuçlarına da katlanmak durumundadır ve yaptıkları konusunda hiç kimseyi suçlama hakkına sahip değildir. Çünkü bütün yaptığı işler ve söylediği sözler kendisini gözetleyen melekler tarafından kaydedilmektedir ki, yaptığı ve söylediği her şeyin kendisine ait olduğu açık bir şekilde kendisi tarafından da bilinsin.

“Ve hepsi sıra sıra senin Rabbine sunulmuşlardır: "Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi bize geldiniz! Oysa siz, size (hesap sorulacak) bir zaman tayin etmeyeceğimizi sanmıştınız!

Kitap (ortaya) konulmuştur; suçluların onun içindekilerden korkarak: ‘Vah bize, bu kitaba da ne oluyor, ne küçük ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her şeyi sayıp döküyor!’ dediklerini görürsün. Yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabbin kimseye zulmetmez.” (Kehf, 48-49)

Yüce Allah (cc), rahmet sıfatı gereğince, insanların dünya ve ahiret hayatında sıkıntı, zorluk ve ağır cezalarla karşılaşmamaları için onları önceden uyarmış, kurtulmalarının kendi ellerinde olduğunu onlara bildirmiştir.

Şems suresi, her ne kadar insanı ele alıp onun, kendi iradesi ile kurtulmayı ya da alçalmayı yeğleyebileceğini anlatsa da asıl olarak, yüce Allah’ın Rububiyet’ini ortaya koymakta insanlara, O’nun en üstün ilah olduğunu bildirmekte ve mülkünde yapılan bozgunculukları cezalandıracağı konusunda onları uyarmaktadır.

Surenin başlangıcında yapılan yeminlerle yüce Allah (cc), kâinattaki düzenin işleyişini ortaya koymakta, hemen arkasından kâinatı yapan büyük güce, yani bizzat Kendi Zatına yemin ederek dikkatleri kendi yaratıcı gücüne çevirmektedir.

Kâinatı yaratan ve onun içindeki her şeyi yerli yerince düzenleyen yüce Allah (cc), kâinatta bir bozukluk, bir kargaşa istememekte, bu nedenle yalnızca kendi kurallarının geçerli olmasını istemektedir. Üzerine yemin edilen şeyler kâinattaki muazzam yapıyı gözler önüne sermekte ve bu muazzam yapının sahibinin kudretini göstermektedir.

Yüce Allah (cc), yarattığı kâinatta bozukluk, anarşi, kargaşa ve ölçüsüzlük istemediği için, bozgunculuk yapanlara sürekli olarak rasullerini ve onlarla beraber ilahi hükümlerini göndermiştir. Yüce Allah (cc), arzı da yaymış, onu en güzel bir şekilde düzenlemiş ve insanların emrine vermiştir. İnsanlar, geçici mesken edindikleri bu arzı, sahibinin koyduğu kurallara göre kullanmak durumundadırlar. Çünkü mülkün sahibi insanlardan bu konulan kurallara uygun hareket etmelerini istemektedir.

Yüce Allah (cc), bütün hükümranlığın kendisinde bulunduğunu, emir koyma hakkının da kendisine ait olduğunu bildiriyor. Çünkü ancak bu durumda yeryüzünde her türlü karışıklık, bozukluk, adaletsizlik, başıboşluk önlenir, huzur ve güven her tarafı kaplar. Unutulmasın ki, yeryüzü düzeninin sağlanması, yine insanların yararı içindir.

Yerde ve göklerde, Kendisinden başka hüküm koyucuların bulunması halinde, her ikisinin de bozulacağını bildiren yüce Allah (cc), insanların O’na yakıştırdıkları sıfatlardan uzak olduğunu açıklamaktadır.

“Eğer (yerin ve göğün) ikisinde Allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de bozulup gitmişti. Arş’ın sahibi Allâh, onların nitelendirmelerinden yücedir.” (Enbiya, 22)

Yüce Allah (cc) Şems suresinde, kâinatın yaratılışını anlatırken, aslında mülkün aidiyetinin kendisine ait olduğunu, bu nedenle de mülk üzerinde tek otoritenin yalnızca kendisi olduğunu bildirmektedir. Allah’ın mülkünde, O’nun kulları üzerinde zulüm ve despotlukla egemenlik kurmak isteyenler, O’na isyan etmekte ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar.

Kâinatta her şeyi bizzat yaratan, yaratmasında eşi, ortağı ve benzeri olmayan ve yarattıklarında bir eksiklik bulunmayan yüce Allah (cc), mülkünde bozgunculuk yapanlara fırsat vermeyeceğini bu surede açık ve net bir şekilde açıklamaktadır.

Mülk, bütünüyle yüce Allah’ındır ve O, mülkünde hiç kimseyi Kendisine ortak yapmamıştır. Bu nedenle yüce Allah’ın mülkünde hiç kimse hüküm koyamaz, O’nun koyduğu hükümlerini geçersiz kılamaz, bu hükümlere karşı irade beyan edemez, O’nun kulları üzerinde otorite olamaz.

Yüce Allah’ın koyduğu hükümlere karşı hüküm koymak, küfür, şirk ve isyandır ve ilahlık taslamadır. Allah’ın koyduğu kanunlar dışında kanun koyanlara itaat edenler de o kanun koyucuları ilah edinmişlerdir.

“De ki: "Allah’tan başka (ilah) sandığınız şeyleri çağırın, onlar ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye sahip değillerdir. Bu ikisinde bir ortaklıkları yoktur ve Allâh’ın onlardan bir yardımcısı da yoktur.” (Sebe, 22)

Şems suresi, insanın kendi iradesi ile yücelip alçalabileceğini ortaya koymaktadır. Sure, nefsini yüceltenin kurtulduğunu belirtirken, alçalanlara örnek olarak Semud kavmini vermektedir. Semud kavmi, kendilerine gönderilen Rasulü ve getirdiği ilahi mesajı, kendi iradeleri ile reddetmiş ve isyan etmişlerdi. Semud, yüce Allah’ın kendilerine verdiği iradeyi, kendilerini yüceltecek şekilde kullanmamış, aksine hareket ederek alçalmayı yeğlemişti.

Kendileri yaratılmış olan, zerre kadar bir şeye sahip olmayan aciz ve zavallı kimselerin, kendilerini yaratan Rab’lerinin hükümlerini tanımayıp O’nun kulları üzerine hüküm koymaları, yüce Allah’ın gazabına neden olmuş, bu nedenle yüce Allah (cc) onları, kendilerine tabi olanlarla beraber yerlebir etmiştir.

Şems suresi, kâinatı ve içinde bulunan her şeyi yüce Allah’ın yarattığını, insanın, yüce Allah’ın hükümlerine teslim olması halinde yüceleceğini, aksi halde alçalıp hüsrana uğrayacağını ortaya koymaktadır. Sure, öncelikle insanların üzerinde düşünecekleri konuları ortaya koymakta onları, iyilik ya da kötülük, yücelmek ya da alçalmak konusunda tercih yapmaları için uyarmakta, bu konuda Semud kavmini örnek vermektedir.

Surenin Açıklaması

1-5- Güneşe ve onun sabahına, onu izleyen aya, ortaya çıktığında gündüze ve onu örten geceye, göğe ve onu yapana andolsun.

Yüce Allah (cc), kâinattaki her şeyi, kütleleri, görevleri çok farklı olmasına rağmen belli bir denge ve düzen içerisinde yaratmıştır. Bu denge ve düzen içerisinde yer alan unsurların birçoğunda karşıtlıklar, zıtlıklar da bulunmaktadır. Ancak öyle bir denge sağlanmış ki, bu karşıtlıklar ve zıtlıklar, birbirleriyle bir çatışma ve sürtüşme içerisinde değil, birbirini tamamlayıp bütünlemekte ve tam bir uzlaşma içerisinde kaynaşıp hareket etmektedirler. İşte bu, yüce yaratıcının kudretini ve gücünü göstermektedir.

“Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.” (Enbiya, 33)

Kâinatta yaratılan her şey, hem kendi görevlerini yapmakta, hem de bir sanat şaheseri, muazzam ve muntazam bir güzellikler bütünü olarak bakanlara huzur, zevk ve güven vermektedir. Eksikliklerden münezzeh olan yüce Allah (cc), yarattıklarında da hiçbir eksiklik, aksaklık ve düzensizlik yapmamıştır. Bütün bunlar, yaratıcının yüceliğini, güçlülüğünü, her şeyi bildiğini ve yaratmada eşsiz oluşunu göstermektedir.

“Üstlerindeki göğe bakmadılar mı, onu nasıl yaptık, süsledik, hiçbir çatlağı yoktur?” (Kaf, 6)

“O, yedi göğü, birbiri üzerinde tabaka, tabaka yarattı, Rahman’ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözü(nü) döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun?” (Mülk, 3)

“Böylece onları, iki günde yedi gök yaptı ve her göğe emrini vahyetti. Biz, en yakın göğü lambalarla ve koruma ile donattık. İşte bu, o güçlü, bilen (Allâh)ın takdiridir.” (Fussilet, 12)

“Andolsun biz, gökte burçlar yaptık ve onu bakanlar için süsledik.” (Hicr, 16)

“Biz en yakın göğü bir ziynetle, yıldızlarla süsledik.” (Saffat, 6)

“Göğü, korunmuş bir tavan yaptık; onlarsa hâlâ göğün, (Allâh’ın) ayetlerinden yüz çevirmektedirler.” (Enbiya, 32)

Bu mükemmel ve muazzam düzenin, birbirleriyle çatışmamalarının, uyumlu çalışmalarının temel nedeni, tek yaratıcı eliyle yaratılmaları, tek bir otoritenin emrine tabii olmaları ve kendilerine verilen sorumluluklarını gereği gibi yerine getirmeleridir. Çünkü birden fazla otoritenin bulunması halinde hem kâinattaki düzen bozulacak, yerde ve göklerde bulunanlar arasında çatışma çıkacak ve doğal olarak da yaratılan bütün canlılar huzursuz olacaklardır.

Kâinattaki düzen ve denge, insanlara huzur vermektedir. Yüce Allah (cc) yerde ve göklerde bulunanları, insanların hizmetine vermiştir. İnsanlar, kendi hizmetlerine verilen bu şeylerden yararlandıkça Rab’leri yüce Allah’a şükretmeli, O’nun indirdiği ilahi hükümlere uyup kulluk görev ve sorumluluklarını yerine getirmelidirler.

“Güneşi ışık, ay’ı nur yapan; yılların sayısını ve (vakitlerin) hesabı(nı) bilmeniz için aya konaklar düzenleyen O’dur. Allâh, bunları gerçek ile yaratmıştır. Bilen bir kavim için ayetleri açıklamaktadır.” (Yunus, 5)

“Allah odur ki gökleri, görebileceğiniz bir direk olmadan yükseltti, sonra Arş üzerine istiva etti, güneşi ve ay’ı iradesine boyun eğdirdi; her biri, belli bir süre için akıp gitmektedir. (Yaratma) işi(ni) düzenler, ayetleri açıklar ki, Rabbinizle karşılaşacağınıza kesin olarak inanasınız.” (Rad, 2)

“Sürekli olarak görevlerini yapan güneşi ve ay’ı emrinize verdi, geceyi ve gündüzü de emrinize verdi.” (İbrahim, 33)

Yüce Allah (cc), insanların hizmetine yalnızca göklerde olanları değil, yeri de yaratmış ve onu da onların hizmetine vermiştir. O, yeryüzünü insanlar için donatmış, onlara lazım olacak her şeyi, tıpkı göklerde olduğu gibi muazzam ve düzenli bir şekilde yerli yerince ve eksiksiz yaratmıştır.

6- Yere ve onu yuvarlayıp döşeyene andolsun.

Yer ve gök arasında tam bir uyum, denge ve bütünlük vardır; yerde bulunanlarla gökte olanlar birbirini bütünlemekte, korumakta ve birbirlerine yardım etmektedirler. Yer ve gök, birbirleriyle alışveriş yapmakta, birbirlerini destekleyerek sürekliliklerini sağlamaktadırlar.

Gökyüzü, yağmur, kar ve dolu indirerek yeri beslemekte, bitki ve ağaçlarların yetişmesini sağlayarak yeşertip güzelleştirmekte, nehirleri ve denizleri sularla doldurup onu mükemmel bir şekle sokmaktadır. Aynı şekilde yeryüzü de bağrında topladığı suları, güneşle el ele vererek buharlaştırıp göğe göndermekte, bulutların oluşmasına yardımcı olmakta, havanın sıcaklık ve soğukluğunun dengelenmesini sağlamaktadır.

Yeryüzü, güneşin gönderdiği ısı ve enerji ile üzerindeki ağaçların ve yeşilliklerin yetişmesini sağlamakta, bunların salgıladıkları oksijenle canlılara hayat vermektedir. Yer ve gök arasındaki bu uyum, düzenlilik ve aralarındaki alışverişler, insanların daha rahat bir hayat sürmelerini, sağlıklı ve huzurlu olmalarını sağlamaktadır.

Yüce Allah (cc) yerde ve göklerde yarattığı şeyleri, adeta insan odaklı olarak yaratmış, bunlarla, insanların yeryüzündeki hayatlarını kolaylaştırıp güzelleştirmiştir. Yüce Allah (cc), yaratıp insanların hizmetine verdiği şeyler gibi, insanların yeryüzündeki hayatlarını düzene koyan hükümler de indirmiş ve bu hükümler doğrultusunda yaşamalarını onlardan istemiştir.

Yüce Allah’ın, kâinatta yarattığı şeylerde bir bozukluk, bir düzensizlik olmadığı gibi, yeryüzündeki hayatı düzenlemek için indirdiği hükümlerinde de hiçbir eksiklik ve çelişki sözkonusu değildir. Yüce Allah (cc) her şeyi bir düzen içerisinde yaratmış ve yarattıklarının fıtratına uygun hükümler koymuştur.

Rab’leri tarafından konulan hükümlerde, insanların fiziksel, ruhsal, psikolojik ve sosyolojik yapılarına aykırı hiçbir hüküm sözkonusu değildir. Yaratılan her şey, kendi yaratılış fıtratlarına uygun hareket ettikleri sürece kâinatta ve kâinat içerisindeki şeylerde bir karışıklık, kargaşa ve bozulma olmayacaktır.

Yüce Allah (cc), kâinat, hayat ve insanı yaratmış, insanın fıtratını eşyanın fıtratına uygun bir şekilde düzenlemiştir. Kâinat, hayat ve insan bir bütünlük sağlayarak hareket ettikleri surece insanlar, Rab’lerini razı etmiş olacaklar ve hem dünya hayatında, hem de ahiret hayatında huzurlu ve mutlu olacaklardır. Yüce Allah (cc) bu konuda iradeyi insanın kendisine bırakmıştır.

7-10- Nefse ve onu biçimlendirene, günahı ve korunmasını ilham edene andolsun ki, nefsini yücelten kazanmış, Onu alçaltan da ziyana uğramıştır.

Yüce Allah (cc), kâinatta yarattığı her şeye yapacakları görevlerini bildirmiş, onlara özelliklerini vermiş, ancak onlara irade vermemiştir. O, kâinatta yalnızca insanlara seçme hakkı ve irade vermiş, insanları özgür hareket etme yeteneğiyle donatmıştır. Bütün bunların sonucunda insanları yaptıklarından sorumlu tutmuştur.

İnsanlar, dilerlerse yüce Allah’ın kendilerine verdiği irade ile O’nun indirdiği esaslara tabi olarak yücelirler, dilerlerse kendi hevalarına ya da kendi cinslerinden insanların koydukları kanunlara tabi olarak Rabb’ine isyan ve tuğyan ederek aşağıların aşağısına düşerek alçalırlar. Bu tamamen insanların kendi seçimleri ile belirleyecekleri bir sonuçtur.

Yüce Allah (cc), insan nefsini fiziksel olarak en güzel şekilde biçimlendirirken aynı zamanda insana günah işleme ve nefsini yüceltme iradesini de ilham etmiş, ancak onu kendi başına bırakmamış, ona doğruyu ve yanlışı da göstermiştir. Böylece insan, kendi iradesini kullanarak gideceği yolu belirler.

İnsan, aklını kullanarak Rabb’inin bildirdiği doğruları şaşmaz ölçü alıp hayatına yön verir, davranışlarını konulan hükümlere göre belirlerse yücelecek, Rabb’ini razı etmiş bir halde, dünya ve ahirette huzura ve kurtuluşa erecektir.

“Ey huzura eren nefis! Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbine dön! Kullarım arasına gir! Cennetime gir!” (Fecr, 27-30)

Bu sonuca ulaşmak, tamamen insanın kendi elindedir. Ancak insan, hevasını ölçü kabul edip ona uyar, Rabb’inin kendisine bildirdiği esasları görmezden gelir önemsemez ya da tanımaz, hiçbir şeye malik olmayan kendi cinsinden insanların yaptıkları kanunlara uyarsa bu durumda, zelil ve aşağılık olarak alçalacak esfele safiline düşecektir.

“Allah’a göre canlıların en kötüsü, kâfirlerdir; artık onlar inanmazlar.” (Enfal, 55)

“De ki: ‘Allâh katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allâh kim(ler)e lanet ve gazap etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide, 60)

“Arzusunu tanrı edinen kimseyi gördün mü? Onun üstüne sen mi bekçi olacaksın?

Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini, düşündüklerini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar, yolca (hayvanlardan) daha sapıktır.” (Furkan, 43-44)

Kendi arzularına ya da kendi cinslerinden insanların çıkardıkları yasalara tabi olanlar, Kur’an’ın ifadesi ile aklını kullanmayıp düşünmeyen, canlıların en kötüsü olan, hevasını ilah edinen kimselerdir. Bunlar, dünya hayatında küfür ve şirk içerisinde sürekli bir huzursuzluk duygusu ile yaşayacaklar, ahirette ise alçaltılmış olarak ebedi bir azap ile cezalandırılacaklardır.

Yüce Allah (cc), insanları iman etmeye zorlamaz, cebir ve zorlama ile yapılan bir imanın sahibine fayda sağlamayacağını bildiğinden dolayı, hükümlerini bildirir ve seçimi kendilerine bırakır.

“Hepiniz oradan inin, dedik, Yalnız size benden bir hidayet geldiği zaman, kimler benim hidayetime uyarsa artık onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise ateş halkıdır, onlar orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara, 38-39)

“Bu bir öğüttür. Dileyen, Rabbine varan bir yol tutar.” (Müzzemmil, 19)

İnsanlardan kimi, doğruya tabi olarak yücelirken, kimileri, hevalarını ilah edinerek alçalma yolunu seçmişlerdir. Bunlar, Rab’lerinin kendilerine gönderdiği Rasulleri ve getirdikleri ilahi mesajı kabul etmeyip reddetmiş, şirk ve küfür içerisinde azgınlık yolunu seçmişlerdir. Bunun üzerine yüce Allah (cc), onları dünya hayatında zelil düşürerek helak etmiştir.

11-15- Semud (kavmi), azgınlığı yüzünden (Hakk’ı) yalanladı. En haydutları ayaklandığı zaman, Allâh’ın elçisi onlara: "Allâh’ın devesine ve onun su içme hakkına dokunmayın!" demişti. Onu yalanladılar, deveyi kestiler. Rableri de, günahları yüzünden azabı başlarına geçirip, orayı dümdüz etti. (O) Bu işin sonundan korkmaz.

Yüce Allah’ın arzında yaşadıklarını, O’nun verdiği rızıklarla beslendiklerini, O’nun tarafından yoktan varedilip yaratıldıklarını, yalnızca O’na kulluk yapmakla mükellef olduklarını unutup Rab’lerine karşı azgınlık ve tuğyan edip azgınlaşan zorbalar, tarihin her döneminde varoluştur.

Geçmişte Semud, Medyen, Tuba kavimleri, Fir’avn, ebu Cehil ve benzerleri, dün ateist Marksizm, Sosyalizm, Faşizm, günümüzde ise Kemalist zorba diktatörlük, emperyalist ABD, terörist İsrail, kan içici Rusya ve Çin gibi zorbalar Rab’leri yüce Allah’ın arzında Rab’lerine ve O’nun indirdiği Tevhidi esaslara karşı isyan ve tuğyanlarını sürdürmektedirler.

Semud kavmi, yüce Allah’a isyan eden, tuğyan ederek azgınlaşan toplumların ne ilkidir ne de sonuncusudur. Tarihin her döneminde, kendi acizliklerine, zavallılıklarına bakmadan kâinatın sahibi, koruyucu ve meliki, Rabb’i ve ilahı olan yüce Allah’a isyan eden, O’nun gönderdiği Tevhidi esasları, hidayeti ve rasullerini kabul etmeyip reddeden daha nice azgınlar var olmuş, var olacaktır da. Bu isyancı toplumlara karşı da her dönemde ilahi mesajı ortaya koyan Risalet önderi peygamberler ve onların yolunda giden Tevhid erleri var olmuş, insanları Tevhidi esaslara çağırmışlardır.

Elbette Hak batıl mücadelesi hiçbir dönemde bitmemiş, bugün de bitmeyecektir. Bütün zorluklara, zulüm ve baskılara, inkâr, küfür ve şirk unsurlarına rağmen Tevhidi esaslar açık ve net bir şekilde ortaya konulacak, insanlar, Tevhidi esaslara davet edilecektir. Yeter ki Tevhidi esasları kabul ettiğini söyleyen Tevhid erleri, iman ettikleri ilahi mesajın bilincinde hareket edip sorumluluklarını idrak ederek, geçmişte yapıldığı üzere, ilahi mesajı, Müslüman kişiliklerine uygun, mesajın şanına layık bir şekilde ortaya koyabilsinler, Risalet önderlerinin yaptığı gibi insanlara duyurabilsinler.

Bugün çağımız, hiçbir dönemde eşine rastlanmayacak bir şekilde en karanlık dönemini yaşamaktadır. Tevhidi esasları kabul ettiklerini söyleyen Tevhid erleri, sorumluluklarının bilincinde hareket ederek, Tevhidi esasları, Nebevi metoda uygun bir şekilde ortaya koymadıkları için zalim diktatör beşeri sistemler, şirk ve küfür içerisindeki putperest despot yöneticiler, küfür ve isyanlarını aleni bir şekilde ortaya koymakta, Rab’leri yüce Allah’a karşı tuğyan etmektedirler. Bunun sonucunda da tarihi süreçte görüldüğü üzere, bu zalimler helak edilmemekte, insanları Allah yolundan alıkoymaya devam etmektedirler.

Şu ilahi bir yasadır ki bir topluma, Tevhidi esasları duyuran bir elçi gitmedikçe ve o toplum ilahi mesajı açıkça reddedip inkâr etmedikçe ve azgınlıklarını açıkça ortaya koymadıkça yüce Allah (cc), şirk ve küfür içerisindeki o toplumu helak etmemektedir. Nitekim yüce Allah (cc), Sünnetullahta varolan bu yasayı haber vermektedir.

“Bu böyledir, çünkü Rabbin, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helâk edici değildir.” (En’am, 131)

“Rabbin, başkentlerde, onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe ülkeleri helâk edici değildir ve biz, halkı zalim olmadan ülkeleri helâk ediciler değiliz.” (Kasas, 59)

İlahi yasa ve adalet budur; ülkelerin başkentlerine, o toplumun ileri gelenlerine davetçiler gidecek, Tevhidi esaslara insanları ve o toplumun ileri gelenlerini davet edeceklerdir. Bunun sonucunda iman edenler ile inkâr edenler ayrılacak, saflar netleşecek, inkârcı zorbalar iman edenlere saldırarak zulmedecekler. İşte bundan sonra ilahi yasa devreye girecek, yüce Allah (cc) iman edenleri kurtarıp zalimleri helak edecektir.

Tevhid erleri mü’minler, tıpkı Risalet önderi peygamberler ve onların yolunda giden önceki Tevhid erleri gibi, hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmadan, yalnızca Rab’lerine tevekkül ederek ve O’na güvenip dayanarak Tevhidi esasları ortaya koymalı, insanları bu esasları kabule davet etmelidirler.

Tevhidi esaslara davet, mutlaka Kur’ani ölçüler içerisinde ve Nebevi metoda uygun bir şekilde yapılmalıdır ki, yüce Allah’ın yardımı tahakkuk edebilsin, kâfir zorbalar ve onların destekçileri acı bir azapla helak edilebilsin. Şayet Tevhid erleri, sorumluluklarını idrak edip Tevhidi esasları insanlara duyurmaz ve insanları, içerisinde bulundukları şirk ve küfre karşı uyarmazlar ise, bu durumda Müslümanların da içerisinde bulunduğu topyekûn bir azap gelecektir.

“Bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz (hepinize erişir). Bilin ki Allâh’ın azabı çetindir.” (Enfal, 25)

Çağımızda vahyi esasları bulandırmaya çalışan, tağuti zorbalıklara ve zalim despotlara destek veren belamlar bulunduğundan insanlar, tevhidi esasları net olarak kavrayamamaktadırlar. Bu nedenle insanlar, hem tavırlarını netleştirememekte, hem de vahyi esaslara uygun bir şekilde iman etmemektedirler. Bu nedenle günümüzde Tevhid-şirk mücadelesinde safları netleştirmemektedir. Saflar netleşmediği için de yüce Allah’ın mü’minlere olan yardımı ve zalimlere olan azabı tahakkuk etmemektedir.

Mü’minler, yüce Allah’ın yardımını, rahmet ve bağışlamasını gerçekten istiyorlarsa, bir an önce Kur’ani ölçüler içerisinde Tevhidi mücadeleyi ortaya koymalı, daveti, Nebevi bir metodla insanlara duyurmaya çalışmalıdırlar. Aksi halde küfür ve zorbalığa karşı susmuş dilsiz şeytan konumuna düşecek olan mü’minler, zalimlere gelecek olan azaptan paylarını alacaklardır. Çünkü Allah(cc) yaptığı ve yapacağı işin sonundan korkmaz ve hiç kimseye bu konuda hesap da vermez.

“Allah, (yaptığı) işin sonundan korkmaz.”

Mülkü elinde bulunduran, her şeyin üzerinde tek hakim olan yüce Allah’a hamdolsun.

 

Kurani Mücahede: 2011-12-03