Nâs Sûresi

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

Giriş

Felak suresinde şer oldukları bildirilip vasıfları sayılan beşeri sistemlerin ve bu sistemlerin yöneticilerinin karanlık emellerinden, baskı ve zulümlerinden kurtularak, sığınılacak gücün ve otoritenin hangi vasıflara sahip olduğu Nas suresinde açıklanmıştır.

Nas suresi, rububiyetin, meliklik ve ilahlığın tek bir otoritede olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu üç sıfat, bölünme parçalanma ve ayrı güçlerde olmasını kabul etmez. Rububiyet vasfına haiz olan güç, aynı zamanda Meliktir. Rububiyet ve Meliklik sıfatları hangi güçte ise, ulûhiyet sıfatı da o güçtedir. Ulûhiyet sıfatına sahip olma, hesap sormayı, yapılanları denetlemeyi gerekli kılar. Bütün bu üç sıfat da ancak âlemlerin Rabb’i yüce Allah’tadır.

Rububiyet sıfatı gereği olarak yaratıp rızıklandıran, düzene koyup neler yapılacağını belirleyen yüce Allah (cc), yaratıp rızıklandırdığı kulları üzerinde tek hüküm koyucu ve yönetici, tek Meliktir. Bu nedenle kullarının, emrettiği hususları yapıp yapmadıklarının hesabını O sorar ve onlara yaptıklarının karşılığını da ancak O verir. Bir başka gücün, kişi ya da beşeri ideolojilerin, yüce Allah’ın bu üç sıfatından birini gasbetmesi mümkün değildir. Böyle bir iddiaya kalkışanlar ve bunları destekleyenler, Rab’leri yüce Allah’a açıkça isyan etmiş, şirk koşmuşlardır.

Nas suresi, aydınlığın Rabb’i olan yüce Allah’ın Rab, Melik ve İlah olduğunu belirtmekte, insanlara dünya hayatlarında hangi güce tabi olacakları konusunda yol göstermektedir. Bu sıfatlar, ilahi nizamın rızık vericisinin, hüküm koyucu ve idarecisinin yalnızca yüce Allah (cc) olduğunu ortaya koymaktadır.

Nas suresi, Rab, Melik ve İlah olan aydınlığın Rabb’ine sığınılması halinde şer güçlerinden kurtuluşun mümkün olacağını belirtmektedir. Hacetçi, göz boyamacı ins ve cinden oluşan şer güçleri, Rab, Melik ve İlah olan aydınlığın Rabb’ine sığınmayı engellemek için insanları çeşitli şekillerde büyüleyerek, haset yaparak her yolu denemektedirler. Beşeri şer güçlerin, insanların Tevhidi esaslara, ilahi nizama yönelmelerini engelledikleri yöntemler, Felak ve Nas surelerinde belirtilmiştir. Bunlar, insanları büyülemek, haset yapmak ve insanların göğüslerine fısıldamak şeklinde verilmiştir.

Yüce Allah (cc), kendisine yönelmeyi engelleyen şer güçlerinin, hangi yollara başvurduklarını ve hangi propaganda araçlarını kullarını Felak suresinde belirtmiştir. Nas suresinde de bunların kimler olabileceklerini belirtmiş ve bunlardan kurtuluşun yolunu göstermiştir.

Surenin Tefsiri

1-‘De ki: ‘Sığınırım insanların Rabb’ine’

Toplum üzerinde rablık taslayan şer güçlerinin baskıcı zulümlerinden ibaret olan sistemlerinden ve onların karanlık emellerinden, âlemlerin Rabb’i yüce Allah’a, O’nun indirdiği Tevhidi esaslara sığınmakla insanlar huzura ve kurtuluşa ererler. Felak ve Nas surelerinin hemen girişinde, Rab kavramının öne çıkartılıp “aydınlığı Rabb’ine ve insanların Rabb’ine sığınılmasının” emredilmesi çok önemli bir vurgudur. Bu nedenle surenin daha iyi anlaşılması için öncelikle Rab kavramının bilinmesi gerekir.

Rab kavramı ve bu kavramın içerdiği hususlar çok iyi bilinmeli ki, bu vasıflara sahip olan bir rab, insanların sığınacakları, sığındıklarında huzur bulacakları ve güven duyacakları bir sığınak olabilsin. Bu nedenle Rab nedir, hangi vasıflara sahiptir?

Rab: Yaratan, düzene koyan, yetiştiren, terbiye eden, ihtiyaçları karşılayan, kefil olan, gözetleyen, koruyan, etrafında toplanılan, sorumluluk sahibi, kendisine itaat edilen, sözü dinlenen, tasarruf, hüküm, yetki sahibi, melik ve efendi anlamlarına gelmektedir.

Tanımdaki bütün bu vasıfları üzerinde bulunduranla rab, gerçek Rab’dir ki, o da yalnızca yüce Allah(cc)’ın ta kendisidir. Sayılan bu vasıflara sahip olamayanlar rab olamazlar. Yaratan, rızıklandıran, hayat veren yüce Allah (cc) olduğuna göre, kanunlar koyarak insanları eğitip terbiye etmek de yalnızca O’na aittir. Hüküm koyma hakkını beşere ve onların koydukları sistemlere vermek, Rububiyet konusunda yüce Allah’a şirk koşmaktır. Kur’an’ı Kerim’de rab kavramının bütün vasıfları ortaya konulmuştur.

“Rabb’inin yüce adını tespih et. O ki yarattı, düzene koydu, belirleyip hedefini gösterdi.” (A’la, 1-3)

İnsanların Rabb’i olan yüce Allah (cc), insanı ve insanların yararlanacağı her şeyi yaratmış ve onların ne yapacaklarını düzene koymuştur. Yarattığı canlı cansız her şeyin görevlerini belirleyen yüce Allah (cc), onların neler yapıp neler yapmayacaklarını da kendilerine bildirmiştir.

Yüce Allah (cc), insanlara da yeryüzündeki görevlerinin ne olduğunu bildirmiş, onların, neler yapacaklarını, nelerden kaçınacaklarını belirtmiş, yeryüzündeki gaye ve hedeflerini kendilerine, elçileri vasıtasıyla göstermiştir.

İnsanlara hedeflerini gösteren yüce Allah (cc), bu hedeflerine ulaşmak için onların yaşamlarında kendilerine gerekecek her şeyi ikram etmiştir. Daha sonra da insanları bilgi ile donatarak eşyayı tanımalarını sağlamıştır.

“Oku, Rabbin en büyük kerem sâhibidir. O ki kalemle (yazmayı) öğretti, insana bilmediğini öğretti.” (Alak, 3-5)

“Âdem’e isimlerin tümünü öğretti, sonra onları meleklere sunup: "Haydi, doğru iseniz onların isimlerini bana söyleyin," dedi.” (Bakara, 31)

İnsanlar, Allah’ın hükümlerini kendi hayatları üzerinde uygulayacaklarından dolayı her konuda bilgi sahibi olmaları gerekir. Aksi halde sorunlar ortaya çıkacak ve insanlar, hem bireysel yaşamlarında hem de diğer insanlarla ilişkilerinde huzursuz olacaklardır.

İnsanların, Rab’lerinin kendilerine gönderdiği Tevhidi esasların belirlediği ölçüler içerisinde yaşamamaları sonucunda dünya hayatında huzursuz oldukları gibi ahiret hayatında da sorumlu olacaklar ve isyan etmiş kişiler olarak yargılanacaklardır. İnsanlar, yeryüzünde yaptıklarının hesabını ancak Rabbi’ne vereceklerdir.

“Dönüş ancak Rabb’inedir. (Alak, 8)

Yüce Allah’ın indirdiği Tevhidi esaslar doğrultusunda hayatını düzene sokarak Rab’lerinin rububiyetine iman edenler, aynı zamanda Rab’lerinin Meliklik sıfatını da tasdik etmişlerdir. İşte bu durumda insanlar, hesap görücü, ceza ve mükâfat verici olan ve ulûhiyetinde eşi ve ortağı bulunmayan yüce Allah’a huzur içerisinde hesap vereceklerdir. Bütün bu nedenlerle insanlar, kime sığınacaklarını çok iyi hesaplamalıdır.

2- İnsanların Melikine.

Rab’lık kimde ise, Meliklik de onda olmalıdır. Rablığın ve Melikliğin ayrı ellerde olması kaos olur. Yani insanı yaratıp düzene koyan, ona her türlü nimeti sunan rabbi kimse, onu idare etmek de onun hakkıdır. O hükmetmeli, idare onun elinde olmalı, gerçek hükümdar o olmalıdır.

“Rabbiniz o Allah’tır ki; gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arşa istivâ etti. Geceyi, durmadan onu kovalayan gündüzün üzerine bürüyüp örter; güneşi, ayı ve yıldızları buyruğuna boyun eğmiş vaziyette (yaratan O’dur). İyi bilin ki, yaratma ve emir O’nundur. Âlemlerin Rabbi Allâh, ne uludur!” (A’raf, 54)

Gerçek hükümdar, Rab’lık ve Meliklik vasıflarını kendisinde bulunduran ancak yüce Allah’tır. Çünkü kâinatı, hayatı ve insanı yaratıp düzene koyan O’dur. O’nun mülkünde, hiçbir şeye sahip olmayan ve eksikliklerle donanmış beşerin rablık ve meliklik taslayarak hüküm koyması küfür ve şirktir.

“İnsanların Melikine” İnsanların yöneticisi, kendi mülkünde, yarattığı kulları üzerinde hüküm koyan yalnızca yüce Allah’tır. Beşeri sistemler, yüce Allah’ın mülkünde ve O’nun yarattığı kullar üzerinde ve O’nun mülkünde kendileri hüküm koyarak meliklik iddiasına kalkışmakta ve meliklik konusunda yüce Allah’a eş koşmaktadırlar.

Beşeri sistemler tarafından konulan yasaları kabul edip onaylamak, bu beşeri sistemleri ve yöneticilerini ilah, rab ve melik edinmektir ki bu, yüce Allah’ın hüküm koyma hakkının gasp edilmesidir ki, bu, şirk, küfür ve zulümdür. Eksikliklerle mücehhez olan ve kendilerine bile fayda ve zarar verme gücüne sahip olamayan insanlar, diğer insanlar üzerinde hükümran olamaz, hüküm koyamaz, hükmedemezler.

“Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir…” (Taha, 114)

Gerçek hükümdar yüce Allah (cc) olduğuna göre, Allah’ın kullarının, yalnız O’nun hükümlerine teslim olmaları gerekir. Çünkü o, öyle bir hükümdar ki egemenliği, yalnız yeryüzünde değil göklerde de geçerli olan bir hükümdardır ve O, kendi egemenliği altında olanların yardımcısı ve koruyucusudur.

“Bilmedin mi ki, göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı, yönetimi, mülkiyeti) yalnız Allâh’ındır. Sizin için Allah’tan başka bir koruyucunuz ve bir yardımcı yoktur.” (Bakara, 107)

Yüce Allah (cc), egemenliği altında olanları, beşeri sistemlerin idarecileri gibi, sömürmez, dünyalarını zindana çevirmez. O yüce hükümdar, her şeyi yapmaya kadir olduğu ve hiç kimseye hesap vermek zorunda olmadığı halde hiçbir zaman kullarına zulmetmez. O, merhametlilerin en merhametlisi olan yüce bir Meliktir. Oysa meliklik iddiasında bulunan beşeri sistemlerin yöneticileri, idare ettikleri insanları korumadıkları gibi bir de üstüne üstlük onlara zulmediyor ve onları her vesile ile sömürüyorlar.

“Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; yaşatır, öldürür, O her şeyi yapabilir. O, ilktir sondur, zâhirdir, bâtındır. O, her şeyi bilendir.

O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş’a oturdu. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir, Allâh yaptıklarınızı görmektedir. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Bütün işler Allâh’a döndürülecektir.” (Hadid, 2-5)

Dünya hayatında devam eden mücadele, yüce Allah’ı Melik edinenler ile beşeri sistemlerin yöneticilerini melik edinenler arasındadır. Beşeri sistemlerin yöneticilerini melik edinenler, zaman içerisinde rızıklarının da bu melik edindiklerinin ellerinde olduğunu düşünerek onları rab edinmektedirler.

Meliklik ve rablığı beşeri sistemlerin yöneticilerine verenler, bu melik edindiklerinden rızık endişesi ve bir zarar görme düşüncesi ile onlardan korkmaya başlıyorlar. Bu nedenle onlara saygı ve sevgi göstermeye başlayarak onlara yakın olmaya çalışıyorlar. Böylece onları ilah edinerek rububiyet, meliklik ve ulûhiyet konusunda yüce Allah’a ortak koşuyorlar. Beşeri sistemlerin yöneticilerini ilahlaştıranlar, gerçek Rab’leri yüce Allah’a döneceklerini unutarak dünya hayatlarında dalalet içerisinde yaşıyorlar.

“… Dönüş de Allah’adır.” (Nur, 42)

En üstün vasıflara sahip olan yüce Allah (cc) gerçek hükümdardır. Ancak O’nun egemenliği altında yaşamak insana güven verir ve insan ancak bu halde gerçekten özgür olur. Kendileri kul olan kimseleri hükümdar kabul edip onların koydukları hükümlere göre yaşayanların hayatları zindan olmakta ve kölelik zilletine düşmektedirler. Beşer olan bir kimse, gerçek hükümdar olamayacağı için yüce Allah’ın vereceği ceza ve mükâfatı da veremez. En ağır cezaları ve en büyük mükâfatları vermek ulûhiyeti elinde bulunduran Allah’a aittir.

3- İnsanların ilahına.

Rablık ve meliklik bir elde olunca ister istemez ilahlığın da aynı elde olmasını gerektirir. Yaratan, düzene koyan, belirleyip hedefini gösteren, rızık verip yaşatan, mülkü elinde bulundurup idare eden güç kim ise, ulûhiyet sahibi de o olmalıdır. Aksi halde çelişki olacak, kargaşa ve bozukluk meydana gelecektir.

“Yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın sahibi Allah onların nitelemelerinden yücedir.” (Enbiya, 22)

Yerde ve gökte otorite tek elde olursa, o durumda yerde ve gökte bozulma, huzursuzluk olmaz. Arşın sahibi yüce Allah (cc) olduğuna göre, mülkünde hükümran olmak yalnızca O’nun hakkıdır. Yeryüzünde hükmetme hakkını Allah’tan başkasına vermek, İslâm nizamından başka bir nizama uymak, başka bir dine tabi olmaktır. Cahiliyenin, hâkimiyetin millette olduğu iddiası, Allah’tan başka ilah edinmektir.

“Allâh: ‘İki edinmeyin. O, ancak tek İlahtır. Yalnız benden korkun!’ dedi. Göklerde ve yerdekiler O’nundur, din (nizam) da daima O’nundur. Siz, Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?” (Nahl, 51-52)

Allah’tan başkasını ilah edinenler, kendi kendilerine zulmetmiyorlar. Çünkü o ilah edinilenler, ilah edinenlerin hayatını zindana çevirdikleri gibi, ahiretlerini de ziyan ediyorlar. Kendilerine merhamet etmeyen şeytani düzenlerin idarecileri, insanlara hiç mi hiç merhamet etmezler. Oysa tek ilah olan yüce Allah (cc), kendi dinine uyan kullarına karşı merhametli ve şefkatlidir.

“İlahınız bir tek İlah’tır, O’ndan başka ilah yoktur, O Rahmân’dır, Rahim’dir.” (Bakara, 163)

Kullarına karşı çok merhametli olan yüce Allah (cc), kendisine iman edip sığınanları, her zaman kötülüklerden, şeytanın ve şeytanın taraftarı beşeri düzenlerin karanlık emellerinden ve şerlerinden korumaktadır.

“Allâh ki, O’ndan başka ilah yoktur, dâimâ diri ve yaratıklarını koruyup yöneticidir. Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şefâat edebilir? Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. O’nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun Kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamıştır. Onları korumak, kendisine ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.” (Bakara, 255)

Yüce Allah (cc), kullarına rahmet edip onları korurken, şeytani beşeri düzenlerin kanun koyucu ve koruyucuları, yalnızca kendilerini düşünürler. Onlar, yalnızca insanları sömürürler, geleceğin ne olacağını bilmezler, başlarına bir musibet geldiğinde acziyet içinde kalırlar, zillete düşerler.

Kendileri aciz olana itaat etmek, kişiye zillet ve rüsvalıktan başka bir şey kazandırmaz. Kanun koyma iddiasında olan beşeri düzenler, öncelikle yüce Allah’ın arzını bırakıp kendi düzenlerini sürdürecekleri bir arz, kanunlarına uyacak fertler yaratmalı ya da üretmelidirler. Ancak onlar, bunu yapmaktan acizdirler. O halde Allah’ın arzı ve kulları üzerinde hükmetme yalnızca bu arzı yaratan yüce Allah’ın hakkıdır.

Kendi acizliklerinin farkında olan beşeri şer güçleri, bu acizliklerini örtbas edebilmek için, durup dinlenmeden İslami esasları kötülemeye çalışır. Beşeri sistemler, kendilerine itaat edenlere sürekli vesvese verir, onları kontrol altında tutmak için, her yola başvurur ve bunun için basın-yayın araçlarını kullanır, propaganda yaparak Allah’ın kullarını saptırırlar.

4- O sinsi vesvesecinin şerrinden.

Allah’ın indirdiği aydınlık nizamına açıkça cephe alamayan tağuti sistemin idareci ve taraftarları, değişik yöntemler kullanarak, İslâm’a, İslami değerlere ve Müslümanlara saldırmaktadırlar. İslâmi değerlere yapılan saldırıların bir kısmı açıktan açığa yapılırken önemli bir kısmı da planlı bir şekilde sinsice ve ajanlar kullanılarak yapılmaktadır. Sinsice yapılan saldırılar, açık yapılan saldırıdan daha tehlikelidir.

Yüce Allah (cc), sinsice yapılan saldırıların daha yıkıcı ve daha etkili olduğunu bildiğinden dolayı, kullarını uyarmaktadır. İslâm’a ve İslami değerlere, beşeri sistemler tarafından yapılan sinsice saldırıları yüce Allah (cc), Hannas olarak vasıflandırmakta ve o sinsi vesvesecinin (hannasın) şerrine karşı kullarının uyanık olmalarını istemektedir.

Hannas Nedir, Kimdir?

Hannas: geri çekilerek, büzülüp sinerek, pusuda yatarak ya da saptıracağı kişilerden görünerek hareket eden, fırsat buldukça kendi küfrüne dönen sinsi demektir. İçten içe kuruntu veren, gizlice vesveseler aşılayan, iğdiş eden, saptıran. Allah’ın adı anıldığı zaman sıkıntıya düşen, insan kalbine ve ruhuna karşı gizli ve sinsi saldırılar düzenleyen hannas, bütün bu özellikleri, tamamen beşeri düzenlerin değişik sinsi planlar çerçevesinde yürüttükleri faaliyetlerle birebir örtüşmektedir.

Halkında Müslüman olan ülkelerdeki sistemlerin yöneticilerine bakıldığında bunların, hannasın bütün özelliklerini taşıdıkları görülmektedir. Bu şirk düzenlerinin, idare biçimi ne olursa olsun, tümünün, Allah’ın dinine karşı bakış açıları, tavır ve davranışları, kin ve düşmanlıkları hep aynıdır. Bu nedenle her vesile ile iman edenleri uyaran yüce Allah (cc), Kalem suresinde de sinsi vesveseci kâfirlerin özelliklerini saymış ve bunlara itaat edilmemesini emretmiştir.

“Şunların hiçbirine itâat etme; yemin edip duran aşağılık, kötüleyip duran, söz götürüp getiren, hayra engel olan, saldırgan, günâhkâr, kaba, sonra da kötülükle damgalı, mal ve oğullar sâhibi olmuş diye.” (Kalem, 10-14)

Sayılan bütün bu özellikleri üzerlerinde bulunduran tüm müşrik ülkeler, bir taraftan Müslüman olduklarını tekrarlayıp dururlarken, diğer taraftan Kur’ani esaslara aykırı ve zıt kanunlar çıkarıp insanların bu küfür ve şirk yasalarını kabul etmelerini istemektedirler. Hannasın tüm özelliklerini üzerinde taşıyan beşeri sistemler, bu şeytani vasıflarını her zaman ve mekânda ortaya koymaktadırlar.

Halkında Müslümanların bulunduğu bazı ülkeler, batı hukukuyla idare edildikleri halde (Türkiye benzerinde görüldüğü gibi) sembolik olarak bir din işleri teşkilatı ve benzer bazı müesseseleri teşekkül ettirerek, insanların dini hassasiyetlerini istismar etmekte, insanları kandırmaya çalışmaktadırlar. Beşeri sistemlerin İslâm’a karşı kurdukları diyanet Şebekesi benzeri kurumlar, bütün güçleri ile İslâmi esasları çarpıtmakta, Tevhidi esasları gizlemektedirler.

Beşeri sistemlerdeki teşkilatların görevi, Allah’ın dinini gerçek kimliğinden kopartıp vicdanlara hapsetmek, insanları, hurafelerle ve din dışı kavramlarla oyalayıp gerçek Tevhid dininden koparmaktır.

Beşeri sistemlerdeki yöneticiler, şirk ve küfür içerisinde bulundukları, emperyalizmin sözcülüğünü yaptıkları, demokrasiden ve laiklikten taviz vermedikleri halde, insanları kandırmak adına İslâmi bazı ibadetleri yapmakta ve “inşallah, maşallah” sözleriyle Müslüman görünerek insanları aldatmaktadırlar.

Hannas görevini üstlenen beşeri sistemlerde kavramlar, bilinçli bir şekilde karıştırılır. Şirk ve küfür sistemlerinin yöneticileri bazen öyle ileri giderler ki, sözleriyle, Allah’ın adını kullanarak şirk sistemlerini şirin göstermeye çalışırlar. Örneğin, “Allah’ın izniyle (dinsizlik olan) laiklikten taviz vermeyeceklerini, tek kurtuluşun demokraside olduğunu” tekrarlayıp dururlar. Şeytanın insan cinsinden temsilcileri olan bu yöneticiler, dinsizlik olan laiklik ve demokrasiyi Allah’ın emri imiş gibi, İslâm’dan habersiz zavallı insanlara fısıldayarak vesvese verip durular.

Hannas olan beşeri sistemler, TV. kanallarını ve yazılı basını, İslâmi kavramları karıştırdıkları, fuhşiyatı körükleyerek kadın pazarlayıp beyaz kadın ticareti yaptıkları için onlara ruhsat vermekte ve para yardımı yapmaktadır. Aynı beşeri sistemler, hannaslıklarını her alanda ortaya koyarak bir taraftan kumar, içki, faiz gibi Allah’ın haram ettiği ve Kur’an’da şeytanın pisliği olarak ifade edilen fiilleri, rejimin vazgeçilmez esası olarak görüp teşvik ederlerken, diğer taraftan, özellikle Ramazan aylarında, dini programlar ve neşriyat yaparak insanları kandırmaya çalışırlar.

Beşeri hannas sistemler, İslami değerleri kötülemek ve olduğundan başka göstermek için Samiri soylu belamları, TV. kanallarında konuştururlar, her türlü yayın yoluyla İslâm aleyhine sürekli propaganda yaparlar.

5-6 Cin ve insanlardan olan o (hannas) ki, insanların göğüslerine fısıldar.

Hannas, hem cinlerden hem de insanlardandır. İnsanları Allah yolundan çeviren her kişi, şeytani özelliklerle donanmış hannaslardır. Nitekim yüce Allah (cc), şeytan (aleyhillanen)in insanlardan da yardımcıları olduğunu bildirmiştir.

“Onlardan gücünün yettiğini sesinle yerinden oynat; atlıların ve yayalarınla onların üzerine yaygarayı bas; mallarda ve evlatlarda onlara ortak ol; onlara (çeşitli) vaatler yap; şeytân, onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.” (İsra, 64)

Ayette geçen “atlılarınla ve yayalarınla” ifadesi, tamamen insan cinsinden şeytanları ifade etmektedir. Nitekim İslâm’a karşı yapılan seferlerde düşmanlar yaya ve atlılar olarak, günümüzde de son teknolojik araç ve silahlarla Müslümanlara saldırmışlar, saldırmaktadırlar.

Beşeri sistemler, insanların kalplerini (göğüslerini) etkilemek için durmadan dinlenmeden, gece gündüz propaganda yaparlar. Onlar, bu propagandalarla göğüslerde bulunan kalpleri etkilemeye ya da korkutmaya çalışırlar, kimi zaman da zorbalık yaparak, çeşitli şekillerde tehditlerde bulunur, insanları sindirirler.

İşte bu yüzden yüce Allah (cc), Müslümanlardan, o sinsi vesvesecinin propagandalarına aldanmamalarını ve insanların Rabbi, Meliki ve İlahı olan yüce Allah’ın nizamına teslim olmalarını istemektedir. Müslümanlar, İslâmi esasları topluma ulaştırdıkları sürece insanlar İslâm’a yönelecek ve böylece beşeri sistemlerin şirk ve küfür sistemlerine ve onların egemenliğine son vereceklerdir.

Yüce Allah (cc), Felak ve Nas surelerinde insanlardan, “Aydınlığı Rabb’ine ve insanların Rabb’ine” sığınmalarını tavsiye etmekte ve insanların, aydınlık olan İslâm nizamının şemsiyesi altına girmesini istemektedir. Bunun için yüce Allah (cc), Kur’an’ı indirmiş, kullarının Kur’an doğrultusunda hareket etmeleri halinde, beşeri şirk düzenlerinin şeytani vesvese ve propagandalarından korunacaklarını söylemiştir.

“Allah’tan korkanlar, kendilerine şeytândan gelen bir vesvese dokunduğu zaman düşünür, (gerçeği) görürler.” (A’raf, 201)

Kur’ani esaslar doğrultusunda hareket eden, Tevhidi esaslara teslim olan mü’minler üzerinde şeytani düzenlerin hiçbir etkisi olamaz. Onların vesveseleri ancak kendini dost edinenleri etkiler. Yüce Allah’a iman eden ve Tevhidi esaslar doğrultusunda yaşayan Müslümanlara, insan ve cin şeytan vesvesecilerin hiçbir zararı dokunamaz. Çünkü herhangi bir vesvese durumunda Müslümanların başvuracakları, içinde doğruları taşıyan, onlara doğruları bildiren kaynakları vardır. O da yüce Allah’ın kulları için gönderdiği Kur’an’dır.

 

Kurani Mücahede: 2011-09-24