Press ESC to close

Nankörlük (Küfürle Eş Anlamlı Kavram)

Nankörlük, örtmek, gizlemek, takdir etmemek, şükretmemek, haksızlık etmek anlamlarına gelen bir kelimedir. Nankörlük, K-F-R harflerinden türeyen bir kelimedir. Küfür ve inkâr da kökten türemiş kelimelerdir. Bu nedenle nankörlük, küfür ve inkârla eş anlamda değerlendirilmiştir.

Nankörlük, yapılan iyilik ve lütufları hakir görmek, kıymetini bilmemek, görmezlikten gelip inkâr etmek, “küfrânü'n-nimeti” güzellikleri çirkinleştirmeye çalışmak, fazilet ve erdem gibi değerleri yerlebir etmektir.

Yüce Allah (cc), insanı yaratmış, ona, yol göstermiş, neler yapıp nelerden kaçınacağı ile ilgili hükümlerini bildirmiştir.

“Şüphesiz Biz, ona yolu gösterdik; ya şükredici olur ya da nankör.” (İnsan, 3)

İnsanlardan bazıları, kendilerini yoktan var eden, en güzel bir biçimde kendilerini yaratan, bilgi ile donatıp çeşitli nimetlerle besleyen Rab’lerine karşı nankörlük yapmakta, O’na şükretmemekte ve O’nun tarafından indirilen ilahi mesaja ve Tevhidi esaslara gerçekten iman edip teslim olmamaktadırlar.

“Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve eşlerinizden size oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz şeylerle rızıklandırdı; böyle iken onlar, batıla inanıyorlar ve Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar!” (Nahl, 72)

Yüce Allah (cc), göklerde ve yerde bulunan her şeyi insanlara boyun eğdirerek onların hizmetine vermiştir. Öyle ki, dünyadaki birçok varlık, insanlardan güç, kuvvet ve boyut olarak çok üstün olmalarına rağmen yüce Allah (cc) onları, insanlara boyun eğdirmiş, insanların, onlardan faydalanmasını sağlamıştır. Ancak insanlardan birçoğu, kendilerine verilen bütün bu nimetlere karşılık Rab’lerine şükretmemiş, nankörlük yapmışlardır.

Şükrün esası, yüce Allah'ı hakkıyla tanıyıp O’na iman etmek, gönderdiği Tevhidi esasları kabul edip ilahi mesaj olan Kur’an’ı ahlak edinerek yaşamak, yüce Allah'ın belirlediği esaslar dâhilinde Tevhidi esasları insanlara ulaştırmak, O’na kulluk edip şükretmektir. Bunları yapmamak ise yüce Allah'a nankörlük yapmaktır.

Yüce Allah (cc), verdiği onca nimetlere rağmen, insanların nasıl nankörlük yaptıklarını, bu nedenle kendilerine zulmettiklerini bildirmektedir.

“Kendisinden istediğiniz her şeyden size verdi, eğer Allah´ın nimetini saysanız, onu hesaplayamazsınız; gerçekten insan çok zalimdir çok nankördür.” (İbrahim, 34)

Kur’an’da insanların, nankör oldukları belirtilir, en küçük bir olumsuzluk karşısında kendisine yapılan nimetleri unutup ümitsizliğe kapılarak hemen nankörlük yaptıkları bildirilir.

“Ve eğer Biz insana, bizden bir rahmet tattırsak da sonra onu ondan çekip alsak, şüphesiz o, umutsuz bir nankör olur.” (Hud, 9)

“Fakat insan, ne zaman Rabb’i, kendisini deneyip ona ikramda eder ve ona nimet verirse hemen: ‘Rabb’im bana ikram etti’ der, ancak ne zaman Rabb’i onu deneyip onun rızkını kıssa, hemen der ki: ‘Rabb’im beni alçalttı.” (Fecr, 15-16)

İnsan gerçekten nankördür; sıkıntıda iken Rabb’ine yönelip O’ndan yardım ister, ancak kendisine yardım edilip bir nimet verildiğinde de hemen Rabb’inin hükümlerine sırt dönüp nankörlük yapar, verilen nimette var olan yoksulun hakkını vermez.

“Elbette onlar, önceden (yağmurun) kendilerine indirilmesinden umutsuz idiler.

İşte bak, Allah’ın rahmetinin eserlerine, ölümünden sonra nasıl yeri diriltiyor! Şüphesiz O, işte böyle ölüleri de diriltecektir ve O her şeye kâdirdir.

Ve eğer Biz, bir rüzgâr göndersek de onu sararmış görseler, ondan sonra nankörlük ederler. (Rum, 49-51)

Muhtaç oldukları zamanlarda Rab’lerinin lütfunu talep edenler, kendilerine talep ettikleri verildiğinde o nimetin hakkını verip Rab’lerine şükredecek yerde, cimrilik ederek, maldan başkalarına vermeyerek nankörlük ederler.

Nankörler, Bencildir, Malı Çok Severler, İnfak Etmezler

İnsanın, nankör olmasının nedenlerinin başında bencil olması ve malı çok sevmesi gelmektedir. Bu nedenle Rabb’inden kendisine verilen nimetleri, O’nun belirlediği hükümlere göre hak sahiplerine haklarını vermeyerek gasp etmektedir.

“Şüphesiz insan, Rabb’ine karşı çok nankördür ve elbette kendisi buna şâhittir; doğrusu o, malı çok sever.” (Âdiyat, 6-8)

“Aksine, doğrusu siz, yetime ikram etmiyor, yoksula yedirmeğe teşvik etmiyorsunuz, mirası hırslı bir yiyişle yiyorsunuz, malı, sevdikçe seviyorsunuz.” (Fecr, 17-20)

Nankörlük yapan bir kimseler, bencildir, yalnızca kendilerini düşünürler. Bu nedenle insanlara yardım etmezler, etseler bile bunu kendi nefislerini yüceltmek, takdir edilmek için yaparlar. Böyle yapan kimselerin yaptıkları yardımlar, Allah indinde bir değer ifade etmez, boşa gider.

“Ey iman edenler, insanlara gösteriş için malını infak edip Allah’a ve ahiret gününe inanmayan adam gibi, başa kakmak ve eziyet ederek sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Öylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan kayaya benzer ki, bir yağmur isabet etti mi, onu sert bir taş halinde bırakır; onlar, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfir topluma hidayet vermez.” (Bakara, 264)

Nankörler, yalnız kendilerini düşünen bencil kimselerdir; bu nedenle Rab’lerinin kendilerine verdiği nimetleri kendilerinden bilir, hak sahiplerine vermezler. Kur’an’da, bu konuda Karun örnek verilmektedir.

“Muhakkak ki Karun, Musa’nın kavminden idi, onların üzerine azgınlık etti; Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, onun anahtarları güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Kavmi ona demişti ki: ‘Şımarma, muhakkak ki Allah, şımarıkları sevmez.

Allah’ın sana verdiğinden ahiret yurdunu iste, dünyadan da nasibini unutma, Allah’ın sana iyilik ettiği gibi iyilik et, yeryüzünde bozgunculuk isteme, zira Allah bozguncuları sevmez.’

Dedi ki; ‘Bu, elbette bende bulunan bir bilgi sayesinde bana verildi;’ bilmedi mi ki muhakkak ki Allah, ondan önceki kuşaklar arasında, cemaat ve kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü nicelerini helak etmiştir! Suçlulara günahlarından sorulmaz.” (Kasas, 76-78)

Sonsuz ve sayısız nimetleri veren yüce Allah’a kulluk yapmamak, şükretmemek, verdiği nimetleri hor görmek, verilen nimetlerden infak etmemek nankörlük, şirk ve küfürdür.

Nankörler, Allah’a Şükretmezler, Nimete Bile Bile Nankörlük Yaparlar

Yüce Allah (cc), insanı yoktan var etmiş, onu çeşitli nimetlerle donatmış, bunun karşılığında kendisine kulluk edilip şükredilmesini istemiştir. Şükür, bu nimetleri veren yüce Allah’a hamd edilmesi ve verilen nimetlerin, O’nun belirlediği esaslara uygun kullanılmasıdır. Yüce Allah (cc), kullarının şükretmelerini ve nankörlükten kaçınmalarını istemektedir.

“Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım; bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara, 152)

Ancak insan, kendisine verilen sayısız nimetlere, mazhar olduğu lütuflara karşılık Rabb’ine şükretmeyerek nankörlük yapmıştır.

“Canı çıkasıca insan, ne de nankördür! Onu hangi şeyden yarattı; nutfeden onu yarattı, ona düzenledi, sonra ona yolu kolaylaştırdı.” (Abese, 17-20)

“Sonra onu öldürdü, böylece kabre koydurdu, sonra dilediği zaman onu diriltir; kesinlikle o, O'nun emrettiğini yapmadı. O halde insan, o yiyeceğine baksın, şüphesiz Biz, suyu döktükçe döktük, sonra yeri yardıkça yardık, böylece orada bitirdik: dâneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar; sizin ve hayvanlarınızın geçimi için.” (Abese, 21-32)

Rab’leri, her konu ve durumda kendilerine yardım ettiği, nice sıkıntılardan kurtardığı halde insanlardan bazıları, bu sıkıntılarından kurtulur kurtulmaz, nankörlüklerine devam etmişlerdir.

“Rabb’iniz O'dur ki lütfundan aramanız sizin için gemileri denizde kolayca yürütür; gerçekten O, size çok merhametlidir. “Size denizde bir sıkıntı ettiğinde, O´ndan başka yalvardıklarınızı unutursunuz; fakat sizi karaya çıkarınca yüz çevirirsiniz; insan çok nankördür.” (İsra, 66-67)

“Görmedin mi, ayetlerinden size göstermesi için, gemilerin denizde Allah’ın nimetiyle gittiğini! Şüphesiz bunda sabreden, şükreden herkes için ibretler vardır.

Onları kara gölgeler gibi dalga sardığı zaman dini O´na halis kılarak Allah´a dua ederler. Fakat ne zaman onları karaya çıkarınca artık onlardan bir kısmı orta yolu tutar ve Bizim ayetlerimizi, her gaddar nankörden başkası bilerek inkâr etmez.” (Lokman, 31-32)

Nankörlük, İnsanlar Arasında Nefret Duygularını Uyandırır

Nankörlük, insanlar arasında nefret ve sevgisizliği, düşmanlık ve buğzu, bencillik ve cimriliği doğurur, insanları birbirinden uzaklaştırır. Şükür ise, insanlar arasında sevgi ve saygıyı, yakınlık ve dostluğu, kaynaşmayı ve muhabbeti doğurur, insanları birbirlerine yaklaştırarak birbirlerini sevmelerini sağlar.

Nankörler, ben merkezli, egoist oldukları gibi, kendilerine iyilik edene karşı da kin duyguları ile doludurlar. Kendilerine yapılan iyiliği inkâr etmenin verdiği aşağılık duygusu içerisinde küstahlaştıkça küstahlaşır ve saldırganlaşırlar.

Nankörlüğü bozuk bir karakter haline getirenlerde, vefa, sevgi ve saygı duyguları bulunmaz. Bu nedenle onlar, en yakınlarına karşı bile saygısız ve küstahça davranmaktan geri durmazlar, hatta anne babalarına karşı bile en seviyesiz şekilde hareket ederler.

Nankörler, Anne Babaya Karşı Gelirler

Nankörlük, tıpkı bir hastalığa benzer, tedavisi, yüce Allah’a gereğince iman edip O’nun gönderdiği ilahi hükümlere teslim olmaktır. Yeterince iman etmeyen kimseler, Rab’lerine nankörlük yaptıkları gibi kendilerine iyilikte bulunmuş tüm insanlara hatta anne babalarına bile nankörlük yaparlar.

İnsanlara karşı yapılan nankörlük, yüce Allah'a karşı yapılmış gibidir; Rasulullah (as), insanların yaptıkları iyiliğe karşı teşekkür edilmesi gerektiğini bildirmiş ve: “Kendisine iyilik yapan insanlara teşekkür etmeyen kimse, Allah'a şükretmiş olamaz” buyurmuştur. (Ebu Davud, edep, 11; Tirmizi, Birr, 35)

Nankörlük, âlemlerin Rabb’i yüce Allah'a karşı da yapıldığı gibi, insandan insana, evlattan ebeveyne karşı da yapılmaktadır.

Toplumsal şartlardan ve çevrenin bozuk kültüründen etkilenen, vahyi esaslara yeterince iman etmeyen çocuklar, anne babaları ile kısmen ya da tamamen ayrı kültür ve inanca sahip olmaktadırlar. Bu durumda olan çocuklar, anne babalarına ya da kendilerini yetiştiren dede ve büyük annelerine veyahut da diğer büyüklerine karşı gereken saygıyı göstermez, nankörlük yaparlar.

Günümüzde, ebeveyn ve çocuklar arasında zaman zaman sorunlar çıkmakta, kimileri çok şiddetli, kimileri daha az olan tartışmalar olmaktadır. Özellikle beşeri sistemlerin egemen olduğu toplumlarda birçok evlat, anne babasına tahammül etmeyerek ya onları katletmekte ya da bakım evlerinin köşelerine atmaktadır.

Hayırsız ve nankör evlatlar, kendilerinin yetiştirilmelerine sebep olan, hiçbir rahatsızlık duymadan her türlü sıkıntılarına katlanan anne babalarına ya da büyüklerine karşı nankörlük yapmakta, kimi zaman onlara karşı her türlü terbiyesizliği yapmakta, yaşlandıklarına onlara bakmamaktadırlar.

Nankör evlatların, yaşlı bakım evlerine atıp orada yaşamaya mahkûm ettikleri birçok anne baba, içler acısı bir halde yaşamaya, daha doğrusu sürünmeye çalışmaktadırlar.

Beşeri sistemlerin egemen olduğu toplumlarda, anne baba konusu, bir kangren halini almış, birçok evlat, anne babasına olmadık hakaretler yapmakta, bazı çocuklar da anne babalarını, işkence ederek feci bir şekilde öldürmektedir. Bu durum, toplumun İslâmi değerlerden uzaklaşmasının ve uzaklaştırılmasının acı bir faturasıdır.

Anne babaya karşı nankörlük yapmak, onlara karşı sıkıntı duyup onları azarlayarak isyan etmek, gerçekten Mü’min olan kimselerin yapamayacakları bir şeydir. Mü’minler, müşrik, materyalist ve çıkarcı kimseler gibi, ayakları üzerine dikilip iş güç sahibi olduktan sonra anne babalarına karşı nankörlük yapmaz, onları, yaşlı bakımevlerinin köşelerine terk etmezler.

Hayırsız evlatlar, biraz büyüyüp geliştikten, iş güç sahibi olduktan sonra kendilerinin yetiştirilmesinde, ömürlerinin en güzel çağlarını tüketen anne babaya karşı nankörlük yapar, en küçük bir sorunda bağırıp çağırarak onları azarlarlar.

“O kimse ki anasına, babasına: ‘Öf’ size, benden önce nice nesiller gelip geçmişken siz ikiniz bana, muhakkak benim çıkarılacağımı mı vadediyorsunuz!’ dedi ve onlar, Allah'a yalvararak: ‘Yazık sana, iman et; muhakkak ki Allah'ın sözü gerçektir’ dediler. Nihayet o dedi ki: ‘Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir.’

İşte onlar, üzerlerine söz hak olmuş kimselerdir; muhakkak kendilerinden önce geçen cin ve insan toplulukları arasında bulunacaklardır, gerçekten onlar, şüphesiz ziyana uğrayanlardır.” (Ahkâf, 17-18)

Anne babaya itaat eden evlatları övüp salihlerden olduklarını bildiren, anne babaya teşekkürü Kendi Zatına şükür ile beraber anan, ebeveyne karşı nankörlüğü Zatına karşı nankörlük olarak bildiren yüce Allah (cc), ebeveynine isyan eden evlatları da Kendisine isyan etmiş gibi değerlendirmiş, onların, cezalandırılacaklarını bildirmiştir.

Yüce Allah (cc), özellikle anne babaya karşı yapılan nankörlüğü kendisine yapılmış gibi değerlendirerek kullarını bu konuda uyarmakta ve kendisi ile beraber anne ve babasına da şükretmelerini istemektedir.

“Biz insana, anne babasını tavsiye ettik; annesi onu zayıflık üstüne zayıflıkla (karnında) taşımıştır; onun sütten kesilmesi de iki yıl içindedir. Muhakkak Bana ve annene babana şükret, dönüş banadır.” (Lokman, 14)

Yüce Allah'ın, bütün uyarılarına rağmen insanlardan bazıları, iman mefhumundan uzaklaştıkça hem Rab’leri yüce Allah'a, hem de kendilerinin dünyaya gelmesine sebep olan, kendilerini yetiştiren anne babalarına nankörlük yapmaya devam etmişlerdir. Günümüzde de birçok örneği bulunan bu kimseler, anne babalarına karşı yaptıkları nankörlükle Rab’lerine isyan etmektedirler.

Ebeveyne itaati emreden yüce Allah (cc), onlara itaatsizlik ve isyanın Kendisine başkaldırma, zorbalık ve nankörlük olduğunu yukarıda ayetlerde açıkça bildirilmişti. Rasulullah (as) da, ebeveyne isyanın, haram ve büyük günahlardan sayıldığını söylemiştir.

Ebu Bekre (Nüfeyi) (r.anh) şöyle rivayet edilmiştir. Bir kere Nebi (as), Ashaba üç defa: “Büyük günahlardan en büyüğünü size haber vereyim mi?” buyurdu. Ashab: “Evet, bildir ya Rasulullah!” dediler. Rasulullah: “Allah’a şirktir, anaya babaya ezadır” buyurdu, sonra dayanmakta iken doğrulup durdu. “İyi dinleyin, bir de yalan yere şahadettir” buyurdu. (Sahihi Buhari, hadis,1148, c. 8, sh. 68)

Anne Babanın Hakkını Tam Ödemek Mümkün Değildir

Hiçbir evlat, anne babasının hakkını tam ödeyemez! Öyle ki, anne babaları yaşlandıklarında, onların kendilerine çocukluğunda yaptıkları gibi yıllarca altlarını temizleyip elleriyle onları yedirip içirseler, yürüyemedikleri zamanda sırtlarına alıp gezdirseler, elbiselerini giydirip çıkarsalar, bütün bunları onsekiz yirmi yıl yapsalar bile yine de haklarını ödeyemezler. Çünkü anne baba bunları yaparlarken, hiçbir sıkıntı duymadan sevgi ile yapmış, adeta kendilerinin bir uzvuna bakım yapıyorlarmışcasına yapmışlardı.

Ebu Hureyre (r.anh)’den Rasulullah (as), şöyle dediği rivayet edilmiştir.

“Hiçbir çocuk, babasının hakkını layıkıyla ödeyemez; meğerki baba, başkasının kölesi olup da onu satın alarak azat etmiş olsa bile!” (Riyazus Salihin, c. 1,s.317)

Evlatlarına karşı fedakârlıkta sınır tanımayan anne baba, her zaman saygı duyulmaya, sevilmeye, itibar görüp dinlenilmeye layık kimselerdir. Anne babaya karşı saygı ve sevgide kusur eden çocuklar, iyiliği inkâr eden nankör kimselerdir.

“Rabbin, Kendisinden başkasına kulluk yapmamanızı ve ebeveyne iyilik etmenizi kesinlikle emretti. Şayet ikisinden birisi yahut her ikisi, senin yanında ihtiyarlığa ulaşırsa sakın ikisine ‘Öf’ deme, ikisini azarlama; ikisine güzel söz söyle, ikisine acımadan dolayı, tevazu kanadını indir ve de ki: ‘Ey Rabb’im, beni küçükken yetiştirdikleri gibi sen de ikisine merhamet et.” (İsra, 23-24)

Anne baba, yaşlanıp yardıma muhtaç duruma düştüklerinde, onlara karşı daha dikkatli olunmasını bildiren yüce Allah (cc), hiçbir şekilde onların azarlanmamasını ve onlara “Öf” bile denilmemesini istemektedir.

Rasuller, Kavimlerini Nankörlük Yapmamaları Konusunda Uyarmışlardır

Yüce Allah (cc), verdiği nimetleri, gönderdiği rasulleri vasıtasıyla insanlara sürekli hatırlatmış, onların nankörlük yapmayıp şükretmelerini istemiştir. Ancak insanlardan kimileri, verilen nimetleri kendilerinden bilmişler, Rab’leri yüce Allah'a nankörlük etmişler, O’na şirk koşarak Rasulleri reddetmişlerdir. Bunun üzerine yüce Allah (cc), o nankörleri, mal ve servetleriyle beraber yerlebir etmiştir.

Nankörlük, verilen nimetin, yapılan iyilik ve lütfun inkârı olduğu için küfürle eş anlamlıdır. Bu nedenle gelen hemen tüm rasuller, Tevhidi esaslara davetle beraber insanlara Rab’lerinin kendilerine verdiği nimetleri de hatırlatmışlardır.

Nankörlük eden kişiler, tarihin her döneminde var olmuş, her dönemde de yüce Allah (cc), rasullerini göndererek bu nankörleri küfürlerinden vazgeçirmeye ve Tevhidi esasları kabul etmeye davet etmiştir. İşte tarihsel süreçte nankörlere yapılan uyarılar.

Hz. Nuh (as), insanları Tevhidi esaslara davet ettikten sonra onlara, yüce Allah'ın kendilerine bahşettiği nimetlerini anlatmış, onları nankörlüklerinden vazgeçirmeye çalışmıştır.

“Ne oldu size ki, Allah için vakarlı olmuyorsunuz? Gerçekten O, sizi merhalelerden geçirerek yarattı; görmediniz mi Allah, nasıl kat kat yarattı yedi göğü ve ayı onların içinde nur yaptı, güneşi de bir lamba yaptı.

Allah sizi yerden bir bitki olarak bitirdi, sonra sizi oraya döndürecek ve sizi bir çıkarışla çıkaracaktır. Allah, sizin için yeri yaydı, onda geniş yollar açtı.

Nuh dedi ki: ‘Rabb’im, elbette onlar bana isyan ettiler, malı ve çocuğu, ziyandan başka bir şeyi artırmayan adama tabi oldular.” (Nuh, 13-21)

Hz. Musa (as) da, nankörlüklerinde sınır tanımayan, kudret helvası gibi en güzel nimetleri bile soğan ve sarımsakla değiştirmek isteyen, İsrail oğullarına, kendilerini Fir’avn’ın zulmünden kurtaran Rab’lerinin onlara olan yardım ve nimetini hatırlatmış, onları nankörlük yapmamaya çağırmış, onlara sonlarının ne olacağını hatırlatmıştır.

“Hani Musa kavmine demişti ki, ‘Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın ki o zaman sizi, Fir'avn ailesinden kurtardı; onlar, sizi işkencenin en kötüsüne zorluyor, oğullarınızı kesiyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda Rabb’inizden sizin için büyük bir imtihan vardı.

Ve Rabb’iniz size bildirmişti ki: ‘Şayet şükrederseniz elbette size daha fazla veririm ve eğer nankörlük ederseniz elbette azabım çok şiddetlidir’

Ve Musa dedi ki: ‘Şüphesiz siz ve yeryüzünde bulunanlar, hepiniz nankörlük etseniz, muhakkak ki Allah zengindir, hamd edilendir.’

Sizden öncekilerin Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberi size gelmedi mi -ki onları, Allah'tan başka kimse bilmez.- Rasulleri onlara apaçık deliller getirdi. Ancak onlar, elleriyle ağızlarıyla beraber reddettiler ve ‘Elbette biz, sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz ve biz, çağırdığınız şeyden gerçekten kuşku içindeyiz!’ dediler. (İbrahim, 6-9)

Nankörler, inkârı yol edindikleri için sonları, dünya hayatlarında helak, ahirette de acı ve sürekli bir azaptır. Tarihi süreçte nice mal, mülk ve servet sahipleri, köşk ve saraylarda oturanlar, yüce Allah'a ve O’nun kullarına yaptıkları nankörlüklerine karşılık önce malları ellerinden alınmış, daha sonra tevbe etmedikleri için kendileri yerlebir edilerek helak edilmişlerdir.

Kur’an, nankörlükleri nedeniyle önce malları ellerinden alınan, daha sonra da kendileri helak edilen ve kıyamet günü acı bir azaba girecekleri bildirilen kişilerin örnekleri ile doludur. Kalem suresinde kıssaları anlatılan Bahçe sahipleri, Sebe suresindeki Sebe oğulları, Kehf suresinde bahçeleri ile şımaran adamın nankörlükleri, Karun ve benzerleri, Kur’an’ın ibret olarak verdiği nankörlerdir. Bunlar, Rab’leri yüce Allah'a karşı nankörlük yapmış, O’na şükretmemiş, mallarında hakları bulunan sahibi olan ihtiyaç sahiplerinin haklarını gasp ederek vermemiş, kendilerine verilenler üzerinde sahiplik iddiasına kalkarak azmışlar, Rab’lerine şirk koşup küfre girmişlerdir.

Nankörlüğü yaşam tarzı olarak alan kimseler, her dönemde var olageldiği gibi günümüzde de birçok kimse, birbirlerine, anne babalarına ve yüce Allah'a karşı nankörlük yapmakta, isyan ve küfürlerinde sınır tanımamaktadırlar.

Nankörlük yapanlara karşı günümüz Tevhid erleri, geçmişte yapıldığı gibi nankörleri yüce Allah'a imana ve nankörlükten vazgeçirmeye davet etmelidirler.

Hz. Muhammed (as)’ın, Kureyş’i, Rabb’inin Nimetleriyle Uyarması

Yüce Allah (cc), tarihsel süreçteki nankörlerin akıbetlerini ve durumlarını örnek vererek Kureyş kavmine ve daha sonra gelenlere ibret olarak anlatmış, onların aynı duruma düşmemelerini istemiştir.

Kur’an, Kureyş kavmine yüce Allah'ın, lütuflarını, onlara olan yardımlarını anlatmış, kendilerine yapılan lütuf ve yardımları hatırlatmış onların, Rab’lerine iman etmelerini ve kulluk yapmalarını istemiştir.

Kur’an, Risalet önderlerinin, kendi toplumlarına yaklaşımlarındaki metodu göstermekte ve davette, bu yöntemi davetçilere bildirmekte, nankörlük yapanlara nasıl yaklaşılacağını örnek olarak vermektedir. Kur'an, Risalet önderlerinin, Tevhidi gerçekleri ortaya koyarlarken kendi toplumlarına bu yöntemle yaklaştıklarını ortaya koymaktadır.

Tevhid eri Müslümanlar, Tevhidi gerçekleri ortaya koyarlarken aynı zamanda insanlara Rab’lerinin nimetlerini hatırlatmalıdır. Davette, insanlara yüce Allah'ın nimetlerini hatırlatmak, onları düşünmeye sevk edecek, böylece davete daha yumuşak bir girişle başlanmış olunacaktır.

Davette nimetlerin hatırlatılması insanları, bu nimetleri veren Rab’leri ile yüzyüze getirmelerini sağlayacaktır. Böylece insanlar, kabul ya da inkârlarında Rab’leri ile muhatap olduklarını bileceklerdir. Yapılan bütün hatırlatmalara rağmen Rab’lerine gereği gibi iman etmeyenler ve kulluğu yalnızca O’na hasretmeyenler, Kur’an’da ortaya konulan kıyamet sahneleri ve ahiret günündeki hesabın bildirilmesi ile uyarılmaktadırlar.

Birçok surede, değişik yönleri ortaya konulan davet metodunun başka bir boyutu Kureyş suresinde açıklanmaktadır. Davetçiler, bu yöntemi de davetlerinde takip etmeli ve insanlara, yüce Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlatmalıdırlar.

“O ki, onları açlıktan yedirdi ve korkudan güvene kavuşturdu.” (Kureyş, 4)

Yüce Allah (cc), Kureyş kavmini açlıktan kurtarıp zenginleştirmiş, insan kanına susamış cahili Arap toplumları içerisinde onları güvene kavuşturmuştur. İnsanın, insan canavarı haline geldiği bir dönemde, Kureyş kavmi, Kâbe'nin anahtarını elinde bulundurması, her toplumun ticaret ve başka nedenlerle Mekke'ye gelip gitmeleri nedeniyle kimse Kureyş kavmine silah çekmemiş, yüce Allah'ın lütfu ile onlar, adeta bir güvenlik çemberine alınmıştı.

“Görmediler mi, insanlar çevrelerinde sürekli yakalanırlarken, biz (Mekke'yi), güvenli, dokunulmaz yaptık, hâlâ batıla inanıyorlar da Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar.” (Ankebut, 67)

Rasulullah (as) dönemindeki müşrikler, isyan, şirk, küfür ve nankörlüklerinde sınır tanımadıkları gibi günümüzde Mekke’de yaşayan müşrikler de atalarını aratmayacak şekilde ve atalarından bir adım önde şirk, küfür ve nankörlüklerine devam etmektedirler.

Kureyş kavminin yerini alan bugünkü Suudiler, yüce Allah'ın kendilerine verdiği yer altı ve yerüstü zenginliklerini gördükleri, her yıl milyonlarca insan, yüce Allah'ın davetine icabetle Hac ve Umre için gelip milyarlarca doları ülkelerinde bıraktıkları halde Rab’lerine şükretmemekte, Beyt'in Rabb’ine kulluk yapmamaktadırlar.

Dünya ülkeleri, değişik alanlardaki kimi olimpiyatları bir defaya mahsus olmak üzere, kendi ülkelerine almak, bu olimpiyatlar nedeniyle birkaç bin kişinin ülkelerine gelmesini sağlamak için çok büyük uğraşılar vermekte, çok büyük masraflar yapmaktadırlar. Bunun için ülkelerinde, devlet bütçesinden milyarlara varan harcamalarla yatırımlar yapmaktadırlar. Oysa her yıl Hac ve Umre için milyonlarca insan, Suudi Arabistan’a akın etmekte, milyarlarca doları bu ülkede bırakıp gitmektedirler.

Suudi yöneticiler, yüce Allah’ın kendilerine lütfettiği bu nimetin şükrünü yerine getirmemekte, oraya giden insanlara gereken saygıyı göstermemekte ve ataları Kureyş müşrikleri gibi yüce Allah’a karşı nankörlük yapmaktadırlar.

“Kureyş’e ülfet ettiği, onları kış ve yaz yolculuğunu sevdirdiği için, bu Ev(Kâbe’n)in Rabb’ine kulluk etsinler; O ki onları, açlıktan yedirdi ve korkudan güvene kavuşturdu.” (Kureyş, 1-4)

Yüce Allah (cc), Suudi yöneticilerine de lütufta bulunmuştur; onlar, hiçbir masraf yapmadan, hiçbir uğraşı vermeden Hac ve Umre için gelen milyonlarca insanın bıraktıkları milyar dolarları almaktadırlar. Ancak onlar, bunca milyar doları almalarına rağmen ne bu insanlara yeterli bir hizmet sunmaktadırlar, ne de milyonlarca insanın her yıl ziyaret ettiği kutsal mekânlara gereği gibi hizmet vermektedirler.

İnsan bir kere nankör olmayagörsün, artık ondan sonra her şeyi kendisinden bilir ve Rabb’ine karşı şirk ve küfrünü sürdürür. İnsanlar, kendilerine her türlü imkânı sağlayan, sayısız nimetleri karşılıksız veren Rab’leri tarafından bir gönderilen Kitabı, kabul edip baş tacı yapacak, hayatlarını bu Kitab’a göre düzenleyip Rab’lerine kulluk yapacak yerde, Rab’lerine şirk koşup isyan etmişler, en seviyesiz şekilde küfür ve azgınlığı yol edinmişlerdir.

Nankörler İçin Dünya ve Ahirette Acı Bir Azap Vardır

Nankörlük, şükrün zıddıdır; şükür, yapılan iyilik ve güzellikleri takdir edip iyiliği yapana teşekkür etmek, onun değerini bilip saygı göstermektir. Bu nedenle şükrün karşılığında takdir ve mükâfat, nankörlüğün karşılığında kınama ve azap vardır.

“Ve Rabb’iniz size bildirmişti ki: ‘Şayet şükrederseniz elbette size daha fazla veririm ve eğer nankörlük ederseniz elbette azabım çok şiddetlidir” (İbrahim, 7)

Şükür, yüce Allah (cc) tarafından gönderilen elçilere iman edilmesi, onların getirdikleri ilahi mesajı kabul edip uyulması, verilen nimetlerin, belirlenen ilahi hükümlere göre kullanılmasıdır. Rab’lerine şükretmeyenler, O’na karşı nankörlük yapmış, acı bir azabı hak etmişlerdir.

“Allah bir kenti misal verdi; güven, sükûnet içinde idi; kendisine rızkı, her yerden bol bol geliyordu, fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük etti, bu yüzden Allah da, yapmakta olduklarından dolayı açlık ve korku elbisesini hissettirdi.

Andolsun, onlara, kendi içlerinden bir elçi geldi, onu yalanladılar, bu yüzden onlar, zulmederken azap onları yakalayıverdi.” (Nahl, 112-113)

“Onlara verdiklerimize nankörlük ettikleri için; o halde refah içinde yaşayın, artık yakında bileceksiniz.” (Rum, 34)

“Bunu, nankörlük etmelerinden dolayı onları cezalandırdık ve Biz, nankörden başkasını mı cezalandırır!” (Sebe, 17)

 

Kurani Mücahede: 2015-11-03

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir