Kariâ Suresi

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

İnsanlar, dünya hayatının cazibesi, çekiciliği ve güzelliği karşısında, kimi zaman nefislerinin isteklerine karşı çıkmayarak, yaratılışlarının nedeni olan asıl görev ve sorumluluklarını unuturlar. Dünyanın kendilerine sunduğu fırsat ve imkânları değerlendirme gayesi ile zevk ve sefa içerisinde bir hayat sürmeye başlayan bazı kimseler, dünya hayatının geçici zevkleri peşinde koşarlarken Rablerinden kendilerine gönderilen ilahi mesajın hükümlerini önemsemez ve görmezden gelirler.

İnsanlar, dünya hayatına neden geldiklerini, burada neler yapmaları gerektiğini, bu hayatın sonunda kendilerini nasıl bir akıbetin beklediğini hiç düşünmez, kulluk görev ve sorumluluklarını Rab’lerinin kendilerinden istediği ölçüde yerine getirmezler. Zaten kendi hevalarını ilah edinip onun istekleri peşinde koşan kimselerin, yaşadıkları aldatıcı hayat içerisinde Rab’lerinin emir ve yasaklarını dinlemeleri mümkün değildir.

Asıl gayelerini kavramayan kimseler, iki şekilde dünya hayatı içerisine dalar ve buradan bir türlü çıkmak istemez ya da çıkamaz. Birincisi, dünya hayatı insanları öyle bir sarar ki, insanlar, kendilerini adeta rüyada zanneder ve bu rüyanın bitmesini istemezler. İçine daldıkları zevk ve sefanın, yanıltıcı ve aldatıcı hayatın bitmesini istemeyen kimseler, bunun için gece gündüz demeden çalışır, çabalar, ilişki ve dostluklarını hep bu aldatıcı hayatlarına göre belirlerler.

Zevk ve sefa içinde hayatlarını sürdüren kimseler, öleceklerini, ahiret hayatını, hesap verme gibi konuları hiç düşünmez, düşünmek istemezler. Bunlar, içine daldıkları yalancı hayatın ebedi olmasını, hiç bitmemesini arzu eder, ahireti unuturlar ve Rab’lerinden kendilerine gönderilen ilahi esasları görmek bile istemezler.

İkincisi, dünya hayatının kıskacına kapılan kimseler, içine daldıkları meşgaleler, uğraşılar, sıkıntı ve hırslar nedeni ile dünya hayatı tarafından adeta esir alınırlar. Bu kimseler, hayata başladıkları andan itibaren gecelerini gündüzlerine katarak çalışıp dururlar, didinip çabalarlar. Mal biriktirme, daha iyi bir gelecek elde etme, rahat bir hayat sürme, toplumda belli bir statü kazanma adına ya da geçim derdi, çocuklarının geleceğini düşünme endişesi ile yaratılış amacını unutarak gece gündüz demeden çalışır durur.

Gerek dünya hayatının zevk ve sefası, gerekse daha iyi şartları sağlama adına olsun dünya hayatını gaye edinip kulluk görev ve sorumluluklarını unutan kimseler, zaman içerisinde Rab’lerinin emirlerine karşı kör ve sağır kesilirler. Bu kimseler, kendilerine Rab’lerinin ayetleri hatırlatıldığında onu kabul etmezler. Kur’an, bu nankör ve doyumsuz kişilerin, gereğince iman etmedikleri halde, utanmadan Rab’lerinden daha fazla nasıl mal istediklerini bildirir.

“Bana bırak o tek başına tek başına yarattığım (kimseyi ki,) ona uzun boylu mal, göz önünde oğullar verdim ve kendisine bol bol verdim; hâlâ da artırmamı bekliyor. Kesinlikle o, bizim ayetlerimize karşı inat etti, onu dimdik yokuşa sardıracağım.” (Müddessir, 10-17)

“Ayetlerimizi inkâr edip: ‘Bana mal ve evlat verilecek’ diyen adamı gördün mü? Gaybe mi çıkıp baktı, yoksa Rahman’ın huzurunda bir söz mü aldı? Kesinlikle biz onun dediğini yazacağız ve onun için azabı uzattıkça uzatacağız.” (Meryem, 77-79)

Dünya hayatını gaye edinip günlerini gün etmeye çalışanlar, yüce Allah’ın hükümlerini önemsemeyip ikinci plana atanlar ve inkâr edenler, içine daldıkları inkârcı sefih hayatlarının bir gün ansızın biteceğini, dünyada kazandıkları ve sahip oldukları her şeyi bırakıp gideceklerini düşünmezler. Ancak o gün geldiğinde artık düşünmelerinin de kendilerine faydası dokunmayacak ve pişmanlık içerisinde yaptıklarına üzülecekler ancak bu onları acı azaptan kurtaramayacaktır.

“Suçlulardan (sorulur): ‘Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi?’ Dediler ki: ‘Biz namaz kılanlardan olmadık, yoksula da yedirmezdik, boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık; ceza gününü yalanlardık, işte böyle iken ölüm bize gelip çattı.” (Müddessir, 41-47)

İnsanlar, gerek çevrelerinde cereyan eden olayları görmelerine, en yakınlarından ölenlere şahit olmalarına ve birçoklarının evlerinde yüce Allah’ın Kitabı bulunmasına ve birçok gerçeğin farkında olmalarına rağmen bir türlü Rab’lerine yönelip tevbe etmez, gereği gibi iman etmezler.

Kendilerinin de bir gün ansızın ölüp gideceklerini, sahip olduklarından hiçbir şeyi beraberlerinde götürmeyeceklerini ve hepsini dünyada bırakacaklarını, dünya hayatında yaptıklarının ve sahip olduklarının hesabını tek tek vereceklerini bilmelerine rağmen inat ve kibirlerinden dolayı Rab’lerine isyan eder, şirk ve küfür içerisinde yaşantılarını sürdürmeye devam ederler.

Karia suresi, gaflet ve dalalet içerisinde dünya hayatını gaye edinerek rehavete dalan, hevalarını ilahlaştırarak Rab’lerine şirk koşup isyan eden insanlara, adeta bir şamar atmakta, onları daldıkları gaflet uykusundan uyandırmaktadır. Tıpkı oturduğu koltuğunda, uyku ile uyanıklık arasında bulunan birisinin, hiç ummadığı bir anda çok şiddetli bir yumruk yemesi gibi, dünya hayatında zevk ve sefa içerisinde kendilerinden geçen insanlar da, kıyamet sahnesinin başlaması ile korkunç bir sarsıntıyla sarsılacak ve neye uğradıklarını anlamayacaklardır.

Bu öyle bir sarsıntı ki, öyle bir çalkantı ki, insanın aklını başından almakta, insanı çılgına çevirmektedir. Uykuda olan birisinin, şiddetli bir deprem sarsıntısı ile ansızın evinin başına yıkılması gibi, dünya hayatının rehaveti içerisinde zevk ve sefa süren insanlar, hiç beklemedikleri bir anda kıyamet saatinin ve sahnesinin o korkunç gürültüsü ile karşılaşacaklardır. İnsanlar, dağların renkli yün misali atılacağı, güneşin dürülüp yıldızların döküleceği, denizlerin taşıp tusinamilerin olacağı o anı yaşayacaklar ve çılgına dönmüş, ne yapacaklarını bilmez bir halde sağa sola kaçışacaklar, ancak nafile o gün kaçacak herhangi bir yer yoktur.

“O gün insan: ‘Kaçacak yer neresi?’ der. Kesinlikle sığınacak yer yoktur.” (Kıyamet, 10-11)

“O korkunç gürültü koptuğu zaman insan, kaçar kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından; o gün, onlardan her kişinin, kendisine yeter derecede işi vardır.” (Abese, 33-37)

O gün, kaçacak yer olmadığı gibi sığınacak bir yer de ve kurtuluş da yoktur. Yüce Allah (cc), o günün şiddetine karşı kullarına rahmet ederek onları uyarmıştı, ancak gaflet ve dalalet içerisindeki insanlar, bu rahmet çağrısına karşı kulaklarını kapatmışlar, hevalarının sürüklediği boşluklarda uğraşıp durmuşlardı.

Karia suresi, ahiret hayatında görülecek hesabın nasıl olacağını ve sonuçlarını bildirerek insanların, buna göre hesaplarını dünyada iken yapmaları gerektiğini haber vermektedir. O gün, insanların tartılarındaki durumlarına göre gidecekleri adresleri belli olacak, alacakları cezalar belirlenecektir.

Yüce Allah’ın rızasını ve buna bağlı olarak cenneti isteyen kimselerin, tartılarının ağır gelmesini sağlayacak şekilde iman etmeleri ve salih amel işlemeleri gerekir. Tartılarını ağır yapacak şekilde iman etmeyenler ve salih amellerde bulunmayan kimseler, kendi elleri ve istekleri ile cehennemin adresini amel defterlerine yazmakta ve kendi ayakları ile cehennemin kızgın ateşinin kollarına atılarak alevlerin arasına dalmaktadırlar.

Yüce Allah (cc), kullarına merhamet ederek onları o günün şiddetine karşı uyarmakta ve o gün gelmeden tevbe ederek içerisinde bulundukları gaflet ve dalaletten uyanmaya davet etmekte ve Kur’an’a sarılmaları halinde bütün günahlarını bağışlayacağını bildirmektedir.

“(Tarafımdan onlara) de ki: ‘Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allâh’ın rahmetinden umut kesmeyin. Allâh bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Size azap gelip çatmadan Rabbinize dönün, O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada, size azap gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun. (O gün) nefsin şöyle demesinden sakının: ‘Allâh’ın yanında (O’na kullukta) kusur edişimden dolayı vah (bana), gerçekten ben alay edenlerdendim.” (Zümer, 53-56)

Rahmeti kâinatı kaplayan yüce Allah (cc), kullarına merhamet ederek o korkutucu gün gelmezden önce, Kur’an’a yönelip tevbe etmeleri halinde onların, bütün günahlarını affedeceğini bildirmektedir. Aksi halde sonraki pişmanlıklar kişilere hiçbir fayda sağlamayacak ve onlar, ebedi azaptan kurtulamayacaklar.

Surenin Açıklaması

1-3- Çarpan olay! Nedir o çarpan olay? O çarpan olayın ne olduğunu sen nereden bileceksin?

İnsan, yaşamadığı tanık olamadığı şeyi elbette bilemez; bu, peygamber de olsa aynıdır. İşte hiç kimsenin bilmediği ve yalnızca yüce Allah’ın bildiği o çarpan olay, dünya hayatını sonlandıracak olan kıyamet saatidir. Kıyamet saatinin de ne zaman vuku bulacağını, yüce Allah’tan başka hiç kimse bilemez ve O, bu konuda hiç kimseye bir bilgi vermemiştir.

“Sana saatten soruyorlar; demir atması ne zaman diye. Sen nerede, onun vaktini söylemek nerede? Onun bilgisi Rabb’ine aittir. Sen ancak, ondan korkacak olanları uyarıcısın. Onlar onu gördükleri zaman sanki (dünyada) bir akşam veya onun kuşluk vaktinden fazla kalmamış gibi olurlar.” (Naziyat, 42-46)

“Sana (kıyamet) saat(in)den soruyorlar; ne zaman olacak diye. De ki: ‘Onun bilgisi, ancak Rabb’imin yanındadır. Onu tam zamanında açığa çıkaracak olan, yalnız O’dur. O, göklere de yere de ağır gelmiştir; o size ansızın gelecektir.’ Sanki sen, onu biliyormuşsun gibi, sana soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi, Allâh’ın yanındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (A’raf, 187)

Evet, kıyamet saati ansızın gelecek ve geldiğinde de iş bitirilmiş olacak. Ancak kıyamet saatinin gelişi, herhangi bir doğa olayının gelişi gibi olmayacaktır. Kur’an’ın, kıyametin kopuşu ile ilgili verdiği ayetlere bakıldığında bile, yaşamadığı halde o anın dehşetinden insanın tüyleri diken diken oluyor, bedeni sarsılarak onu hissediyor.

“Kulakları sağır eden o gürültü geldiği zaman,” (Abese, 33)

Depremi yaşayan insanlar, onun insanın içini dışına çıkaran uğultusu çok iyi bilirler. Kıyametin gürültüsü, depremlerdeki gürültülerle kıyaslanamayacak kadar büyük ve korkunç olacaktır. Çünkü deprem dünyada yalnızca bir alanda ve bölgede meydana geliyor, oysa kıyamet günü kâinatın depremi oluyor ve göklerde ve yerde varolan her şey bundan etkileniyor ve yer yerinden oynuyor, yerin altı üstüne, göktekiler de yerin üstüne doğru korkunç gürültülerle geliyorlar.

Ayetlerden hareketle kıyamet sahnesine bakılacak olursa ortaya çıkan manzara düşünce planında bile ürkütücü ve korkunçtur. Korku ve dehşetten çocuklar bile o günün dehşetinden ak saçlı ihtiyarlar gibi saçları beyazlaşacaktır (73/17).

“Güneş dürüldüğü zaman” (81/1), güneş sisteminin yok olması ile dünyayı zifiri karanlık basacak, göz gözü görmeyecek, sıcaklık yerini dondurucu bir havaya bırakacak, insanlar iliklerine kadar adeta buz kesilecekler, ancak yaşadıkları dehşetten dolayı sürekli bir hareket içerisinde sağa sola kaçışacakları için donmayacaklar,

“Yıldızlar kararıp döküldüğü zaman” (81/2), Karanlık ortamda sağa sola kaçışan insanlar, yıldızların büyük kütleler halinde yeryüzüne düşmesi ile her an bir yıldızın altında kalma duygusu yaşayacaklar, yıldızların yeryüzüne korkunç bir şekilde düşmeleri neticesinde dünyanın dengesi bozulup alt üst olacaktır.

“Dağlar yürütüldüğü zaman” (81/3), Yeryüzünün dengesini sağlamak için birer kazık olarak çakılan dağlar (78/7), yıldızların gökten üzerlerine dökülmesiyle dengeleri bozulacak, kazıkları sökülecek ve o durgun, heybetli dağlar yürüyecek (27/88, 52/10), yürüdükçe üzerlerine düşen her yıldız kütlesiyle sarsılarak bölünüp parçalanacaktır (56/5-6).

“Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman,” (69/ 14) Dağların her parçası, yeryüzüyle çarpışıp darmadağın olacak (65/14), dağılıp parçalandıkça patlamalar olacaktır. Patlamalar oldukça üzerlerindeki renkli ağaçlar, değişik renk ve boydaki kayalar havalanarak renkli yünler gibi havada savrulacaktır (70/9, 102/5). Savruldukça dağılan kum yığınları haline gelecek (73/14) ve giderek kül gibi savrularak yeryüzünde dümdüz bir alana dağılacaktır. (20/105-106)

“Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman” (Hakka, 14)

“Sana dağlardan soruyorlar. De ki: ‘Rabbim onları ufalayıp savuracak!” (Taha, 105)

Yüce, azametli, o koca heybetli dağların, parçalanıp savrulmaları, üzerindeki kaya kütlelerinin havada uçuşmaları ve dağlardan kopan, hangi taraftan geleceği belli olmayan koca kayaların altında kalma korkusu içerisinde insanlar, karanlıklar içinde, çılgına dönmüş bir halde kaçışacaklardır.

“Denizler kaynatıldığı zaman” (81/3), Yıldız kütlelerinin düşmesi, dağların yok olmaları ile oluşacak deniz akıntısı, yeraltında bir depremin olması ile oluşan tusinamilerden binlerce kat daha şiddetli bir akıntı meydana getirecektir. Bu öyle şiddetli bir tusinami ki, ne önünde onu engelleyecek bir dağ, ne de sığınılacak bir yükseklik bulunacaktır.

“Gök yarıldığı, yıldızlar saçıldığı ve denizler fışkırtıldığı zaman.” (İnfitar, 1-3)

Denizlerin fışkırtılması ile oluşacak hortum ve tusinami önüne geleni sürükleyecek, havada uçuşan kaya parçaları insanlara çarparak, onları paramparça edecektir. Meydana gelen hortum ve tusinamiden kaçmak için ne tutunacak bir dal, ne de sığınacak bir yer olacaktır.

“O gün gök, erimiş maden gibi olur, dağlar, renkli yün gibi olur.” (Mearic, 8-9)

Bütün bunların üzerine göğün erimiş maden gibi insanların üzerine doğru akması, insanların yaşadıkları dehşeti dayanılmaz boyutlara getirecektir. İşte o gün, insanların tahammül sınırları çoktan yok olmuş, düşünce ve akıl iflas etmiştir. Yüce Allah’ın emri olmuş, saat vuku bulmuştur.

“Çarpan Olay!” vuku bulmuştur; dağlar yerlerinden kaldırılıp savrulmuş, üzerindeki kaya ve ağaçlar paramparça olmuş, yıldızlar saçılıp dökülmüş, gök erimiş, oluşan tusinami ve hortumdan dolayı herşey birbirine karışmış ve “Kulakları sağır eden o gürültü geldiği zaman,” (80/ 33) artık her şey bitmiştir.



4- O gün insanlar, yayılmış pervaneler gibi olur.

İnsanlar, çıldırmış bir şekilde, gözleri yuvalarından fırlamış bir halde nereye kaçacaklarını bilmeden çılgınca sağa sola koşuşturacak, kendi etraflarında dolanıp duracaklardır. Çünkü kaçacak bir yerleri yoktur, ne tarafa gitseler oradan kendilerine doğru kopup gelen kayaları, ağaçları ve su dalgalarını görürler. Kimse kimsenin haline bakamaz, herkes kendi canının derdine düşecek, ne evladın çığlığı duyulacak ne de anne babanın yalvarması fayda verecektir.

“İşte o gün, şiddetli gürültü koptuğu zaman, kişi kaçar kardeşinden, babasından, eşinden ve oğullarından. O gün onlardan her kişinin kendisine yeter derecede işi vardır.” (Abese, 33-37)

Kişi, o gün can derdine düşmüştür, gözü ne mal görecek ne eş ve ne de evlat. O gün kişi, daha önce çok sevdiği uğrunda kendisini tehlikelere attığı eş ve çocuklarını ve gece gündüz demeden kazanıp biriktirdiği en değerli varlıklarını terk edecektir. İnsan, bugün biriktirdiği değerli eşyalarını, paralarını, altın ve mücevheratını o gün sormayacak, alacaklarını tahsil edemeyecek, bankalardan, finans kurumlarından, borsadan parasını çekmeyecek, çekemeyecektir.

İnsan, kıyametin o dehşetli anında sığınacağı bir dağ da bulamayacaktır, çünkü dağlar savrulmuş, yok olmuştur; ortada dağlardan eser kalmayacaktır o gün.

5- Dağlar atılmış renkli yün gibi olur.

“O gün dağları yürütürüz; yeri al açık görürsün onları toplamışız, hiçbirini bırakmamışızdır.” (Kehf, 47)

Hesap Zamanı

Saat bitmiş, yeryüzü dümdüz olmuş ve insanlar, dünyada yaptıkları konusunda hesap vermek üzere mahşer alanına toplanmışlardır. Artık hesap zamanı ve herkes, düşünüp söylediklerinden ve yaptıklarından hesaba çekileceklerdir. Bu öyle bir hesaptır ki, ne geri dönüşü vardır, ne pişmanlık fayda verir ve ne de başkasından yardım görülür. Herkes kendi hesabının derdine düşecek, kimse kimseye yardım edemeyecektir. Dünya hayatında can dostu olanlar o gün birbirlerinden kaçacak, birbirlerini sormayacaktır.

“Dost dostun halini sormaz.”(Mearic, 10)

“Bugün burada onun için candan bir dost yoktur.” (Hakka, 35)

“(İbrahim kavmine) dedi ki: ‘Siz dünya hayatında birbirinizi sevmek için Allâh’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz; daha sonra kıyamet gününde birbirinizi inkâr eder ve birbirinizi lanetlersiniz, varacağınız yer de ateştir ve hiçbir yardımcınız da yoktur.” (Ankebut, 25)

Dünya hayatında birbirlerine dost olanlar, kıyamet günü karşılaştıkları manzara ve verecekleri hesabın ağırlığı altında birbirlerini suçlayacak ve lanetleyeceklerdir. O gün yalnız dostlar değil, aile bağı da kopacak ebeveyn evladını, evlat ebeveynini sormayacak, herkes birbirinden kaçacaktır.

“Birbirlerine gösterilirler, suçlu ister ki o günün azabından (kurtulmak için) fidye versin oğullarını, eşini ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini (versin) de tek kendisini kurtarsın.” (Mearic, 11-14)

Bu hesapta kişinin ancak kendi yaptıkları ortaya konulacak ve kişi, kendi el ve emeğinin karşılığını görecektir. Bunun böyle olacağını yüce Allah (cc) kullarına haber vermiş, herkes dünya hayatında iken kendi hesabını ona göre yapmasını bildirmişti.

“Ey insanlar, Rabbinizden korkun ve babanın, çocuğunun cezasını çekmeyeceği, çocuğun da babasının cezasını çekmeyeceği günden çekinin. Allâh’ın vaadi gerçektir. Dünya hayatı sizi aldatmasın, o aldatıcı (şeytan), sizi Allâh hakkında aldatmasın.” (Lokman, 33)

Kıyamet günü, günah ve sevap mübadelesi ve transferi olmayacağından dolayı herkes, kendisine ait sevap ve günahları ile hesaba çekilecektir. Kişiye ait sevap ve günah çizelgeleri, kişinin bütün yaptıklarını apaçık bir şekilde gösterecek şekilde hazırlanacak ve kişiye verilecektir. Herkes, kendisine verilen tutanakta neler olduğunu çok açık bir şekilde görecektir.

“Her insanın amelini boynuna bağladık, kıyamet günü onun için, açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız, kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter! (deriz).” (İsra, 13-14)

“Kitap (ortaya) konulmuş, suçluların onun içindekilerden korkarak: ‘Vah bize, bu Kitaba da ne oluyor, ne küçük ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her (yaptığımız) şeyi sayıp döküyor!’ dediklerini görürsün. Yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabbin kimseye zulmetmez.” (Kehf, 49)

İnsanın dünya hayatına gönderilişinden kıyametin kopuşuna kadar yaratılan tüm insanlar, o gün mahşere toplanacaklar ve dünya hayatındaki tüm düşünce, söz ve davranışlarından hesaba çekileceklerdir. O gün, adalet günüdür; hiç kimseye zerre miktarı zulmedilmeyecek, herkes yaptıklarının karşılığını alacaktır.

“Kıyamet günü için adalet terazileri kurarız; hiç kimseye bir haksızlık edilmez, bir hardal danesi ağırlığınca da olsa onu getiririz. Hesap gören olarak biz yeteriz.” (Enbiya, 47)

“Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür.” (Zelzele, 6-7)

Kıyamet gününde müşrikler için terazi kurulmayacaktır. Çünkü müşriklerin yaptıkları bütün hayırlar boşa gittiğinden, onların günah ve sevapları için terazi kurulmayacak ve onlar, direkt cehenneme gönderileceklerdir.

“İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden eylemleri boşa çıkan kimselerdir; kıyamet günü onlar için bir terazi kurmayız.” (Kehf, 105)

Şirk pisliktir ve müşrikler necistirler. Bu nedenle müşriklerin yaptıkları iyi ameller de şirk pisliğiyle kirlendikleri için boşa çıkmıştır. Temiz olan bir şeye nasıl ki pis bir şey bulaştığında o temiz şey kullanılmaz hale gelip atılıyorsa, aynı şekilde şirk pisliği ile lekelenen salih ameller de atıldığından boşa gitmiştir. Boşa giden bir şey için de elbette bir değer biçilmez ve boşa gider.

O gün kâfirler için çok şiddetli bir gündür, kâfirler için çok zordur. Yaptıkları her şey boşa çıkmış, cehenneme doğru sürüklenmektedirler. Ne özür dilemeleri, ne yalvarmaları ve ne de şefaatçileri kendilerine hiçbir fayda sağlamamıştır.

“Yalanlayanların vay haline o gün! Bu, konuşamayacakları gündür. Kendilerine izin de verilmez ki özür dilesinler. Yalanlayanların vay haline o gün! İşte bu, hüküm günüdür; sizi ve öncekileri bir araya topladık.” (Mürselat, 34-37)

Kâfirler için çok zor olan o dehşetli gün, Müslümanlar için mutluluk ve sevinç günüdür. Onlar, dünyada yaptıklarına karşılık Rab’leri tarafından ödüllendirilmişler ve kurtuluşa ulaşmışlardır.

“Korunanlar ise gölgeler altında, çeşme başındadırlar.” (Mürselat, 41)

Kıyamet günü, adalet tecelli edecek herkes, dünya hayatında Tevhidi esasları kabul edip hayatını bu esaslara göre düzenleyen, vahyin belirlediği ölçü içerisinde hareket edip Rabb’ini razı etmek için çalışan kimseleri, Rab’lerinin kendilerine bahşettiği mutlu bir hayat beklemektedir. Onların, adalet terazisinde tartıları ağır gelmiş ve hak ettikleri mutlu hayatı, Rab’lerinin lütfu ile kazanmışlardır.

6-7- Kimin tartıları ağır gelirse o, memnun edici bir hayat içindedir.

Yüce Allah (cc) adalet sahibidir ve herkese hak ettiği karşılığını verecektir. Bu O’nun adil sıfatının bir gereğidir. Dünya hayatında, O’nun rızasını kazanmak uğruna hayatını ortaya koyarak Tevhidi ilkeleri insanlara ulaştırmaya çalışan, bu uğurda her türlü zorluk ve sıkıntılara göğüs geren, imanına şirk bulaştırmadan, ilahi mesajın belirlediği esaslar doğrultusunda hayatını düzenleyen kimselerin tartıları ağır gelecek ve onlar, lütfettiği mükâfatlara ulaşacaklardır.

“O gün tartı tam doğrudur. Kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtulanlardır.” (A’raf, 8)

Tartıları ağır gelenler, o gün sevinç ve mutluluk içerisindedirler. Rab’lerinin kendilerine vaat ettiklerine ulaşmışlar, huzur dolu bir kalple Rab’lerini razı etmenin karşılığından Rab’leri de onları razı etmiştir.

“Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar, Rabb’ine bakar.” (Kıyamet, 22-23)

“Yüzler var ki o gün parıl parıl, güleç, sevinçli.” (Abese, 38-39)

“Ey huzura eren nefis! Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabb’ine dön! (İyi) Kullarım arasına gir! Cennetime gir!” (Fecr, 26-30)

İşte kısa dünya hayatının kârlı sonucu budur, çalışanlar bunun için çalışsınlar. Müslümanların kurtuluşa erdikleri o günde mutsuz olanlar da vardır. Bunlar, kendilerini doğru yolda zanneden, ancak Tevhidi esaslar doğrultusunda hareket etmeyen ve bu nedenle yaptıkları boşa gitmiş olan kimselerdir. Bu kimselerin, dünya hayatında düşünüp söyledikleri ve yaptıkları her şeyleri toplanmış teraziye konmuştur. Ancak yaptıkları şeyler Rab’lerinin kendilerinden istediği ölçülere uygun olmadığı için tartıda kaybetmişlerdir.

8-11- Kimin tartıları hafif gelirse, onun anası haviyedir. Onun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Kızgın bir ateştir!

Yüce Allah (cc), adil ve sözüne sadıktır; Kur’an’da kullarına ne söz vermişse kıyamet günü o sözünü yerine getirecektir. Adalet sıfatı gereği, insanların yaptıkları iyi ve kötü amelleri ortaya getirecek, teraziye koyacak ve sözüne sadık oluşu nedeniyle herkese yaptıklarının karşılığını verecektir.

Tartıları ağır gelenlerin işledikleri “küçük günahlarını bağışlayacağını” bildiren yüce Allah (cc), onlar için: “memnun edici bir hayat içindedir”, “işte kurtulanlar onlardır” buyurmaktadır. Tartıları hafif gelenlerin bağışlanmayacaklarını bildiren yüce Allah (cc), “onlar da ayetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü” “cehennemde sürekli kalanlardır” buyurmaktadır.

“Kimin tartıları hafif gelirse, işte onlar da ayetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini ziyana sokanlardır.” (A’raf, 9)

“Kimlerin tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde sürekli kalanlardır.” (Mü’minun, 103)

Kur’an’ın bu açık bildirimleri, yüce Allah (cc) adına yalan uydurarak; “kişi günahı kadar cehennemde yandıktan sonra cennete girecektir” diyenlerin yalancı olduklarını göstermektedir. Ayette de bildirildiği üzere, dünya hayatlarında yüce Allah’ın rızasına uygun hareket etmeyenlerin, adalet terazisinde salih amelleri az gelecek ve onlar, “kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde sürekli kalanlardır.” Bu nedenle cehennemin geçici olduğu iddiasında bulunanların, Kur’ani hiçbir delilleri yoktur.

Ne acıdır ki bazı kimseler, yüce Allah’ın indirdiği Tevhidi esasları terk edip kendilerini doğru yolda sanarak kendilerince ve şeytanın saptırmasıyla bir din üretmişler ve bu yolla Rab’lerini razı edeceklerini zannetmektedirler ki, en büyük hüsran da budur.

“Allâh onların hepsini tekrar dirilttiği gün, dünyada size yemin ettikleri gibi O’na da yemin edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını, (doğru yolda olduklarını) sanacaklardır. İyi bilin ki onlar yalancılardır.” (Mücadele, 18)

“O(şeyta)nlar onları yoldan çıkardıkları halde bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 37)

Kur’ani esaslara bakmadan, Tevhidi ilkeler doğrultusunda hareket etmeden kendilerini doğru yolda sanmak ve o yanlış din anlayışları ile yüce Allah’ı razı edeceklerini düşünmek ne kadar büyük bir gaflet ve dalalettir. Bütün bunların üstüne adaletin tecelli ettiği o günde gerçeklerle yüzyüze gelip yaptıklarının aslında bir hiç olduğunu görmek en büyük hüsrandır.

“Onun anası haviyedir. Onun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Kızgın bir ateştir!” Burada kızgın ateş, ana benzetmesi ile verilmektedir. Bunun nedeni, içine aldığı kişileri, sıkı sıkıya tutması ve bırakmamasıdır. Bu benzetme, ateşe girenlerin dünya hayatını çok sevmeleri neticesinde dünyaya sarılıp bırakmamaları ve dünya hayatı dışında başka bir şey düşünmemeleri nedeniyle yapılmaktadır. Onlar, nasıl ki dünya hayatını kucaklayıp bırakmadılarsa ateş de onları öyle kucaklayıp bırakmayacaktır.

“Kızgın bir ateştir.” Hırs ile dünya hayatına sarılmanın karşılığında ateş de aynı hırsla içine düşenleri kucaklamakta, onları sarıp sarmalamakta ve onların dünya zevk ve sefasını bırakmadıkları gibi ebediyen bırakmamaktadır. Dünyada sürdürülen zevk ve sefanın yerini cehennemde acı ve ıstırap almaktadır.

Kur’an’daki ifadeler, dünya ve ahiret hayatını bütünleştirecek şekilde anlamlandırılmıştır. Dünya hayatında gölgelikler altında zevk ve sefa içerisinde yaşayıp dünya hayatını bırakmayanlar, ahirette cehennemde benzeri gölgelikler tanımlamasıyla ifade edilmektedir.

“Haydi, yalanladığınız üç dallı bir gölgeye gidin ki, ne gölgelendirir, ne de alevden korur. O, kütük gibi kıvılcım(lar) saçar, kıvılcım, sanki sarı bir halattır. Yalanlayanların vay haline o gün!” (Mürselat, 29-34)

Üç dallı gölgede kızgın ateşin sarı renge büründürdüğü halat biçimindeki kıvılcımlar, içine girenleri, kolları ile saracak ve bir daha bırakmayacaktır. İşte yalanlayanların kazandıkları bundan ibarettir.

Yüce Allah (cc), böyle bir gaflet, dalalet ve hüsrandan Müslümanları muhafaza etsin, Kur’ani esaslara ve Tevhidi ilkelere göre yaşamayı nasip etsin. (Amin)

 

Kurani Mücahede: 2012-02-11