Kâf Sûresi

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

Değer yargıları, kabul edilen din, ideoloji ve sistemlere göre kişiden kişiye farklıdır. Kişiler, değer yargılarını kabul edip tabi oldukları din, ideoloji ve sistemlere göre ifade ederler ve yaşantılarını o değer yargıları doğrultusunda düzenlerler, değer yargılarını oluşturdukları din ve ideolojileri savunurlar.

İnsanlar, inanıp kabul ettikleri din ve ideolojileri en üstün olarak görürler ve onun mücadelesini verirler. Bu nedenle başka inanç ve ideolojileri kabul etmez reddederler, üstünlüğü, izzet ve onuru inandıkları din ve ideolojide ararlar. Bazı kimseler, mensup olduğu din ya da ideolojiyi yeterince bilmedikleri halde, hiçbir araştırma yapmadan inanır ve o din ve ideolojilerin önde gelenlerine körü körüne bağlanırlar.

Düşüncesizlik ve sabit fikirlilik, araştırmayı, incelemeyi, olay ve olguları sağlıklı değerlendirmeyi engeller. Bağnaz ve sabit fikirli kimseler, akletmedikleri gibi, varoluş nedenlerini, sorumluluk ve görevlerini, öldükten sonra ne olacaklarını yeterince ya da hiç düşünmezler. Böyle kimseler, olay ve olgulara, çevre ve eşyaya, diğer din ve ideolojilere at gözlüğü ile ve dar bir pencereden bakarlar.

Kaf suresi, dünya hayatını gaye edinen ve değer yargılarını materyalist felsefe üzerine bina eden kişilerin, eşyaya ve çevreye bakış açılarını ortaya koymaktadır. Materyalist düşünce, insanların sağlıklı düşünmelerini engeller ve dünya hayatından başka bir hayatın doğal olarak ahiretin varlığını inkâr eder. Bu nedenle materyalistler, her şeyi madde ile ölçerler ve anlık düşünürler. Bu durum materyalistlerin dar düşündüklerini ortaya koymaktadır.

Materyalistlerin, dar ve kısa düşünmeleri, olay ve olguların hep madde yönünü almalarına karşılık İslâmi esasları kabul eden kimseler, hayatı, eşyayı, fizikötesini ve ahiret hayatını hep birlikte değerlendirirler. İslâm’ı hayat nizamı olarak kabul eden Müslümanlar, hayatın temel gayesini, kâinatın yaratılışını, kendi görev ve sorumluluklarını, gelecekte ne olacaklarını ve ahiret hayatını düşünürler. Bu nedenle Müslümanlar, olay ve olguların arka planını düşünen feraset sahibi kimselerdir.

Eşyayı kullanıp onun yaratılış gayesini, kâinatta yaşayıp varlık sebebini, hayatın içerisinde yer alıp temel gayesini, kâinatta varolan sayısız olay ve olguları görüp nedenlerini ve hikmetini düşünmemek, basiretsizlik ve körü körüne inkârcılıktan başka bir şey değildir. Kısır bir döngü içinde bocalayan materyalistler, maddeden başka bir şeye tapmadıkları için alemlerin Rabb’inden gelen ilahi mesajı her dönemde reddetmişlerdir.

Kaf suresi, tarihsel küfrün özelliklerinden bazılarını ortaya koymakta ve her dönem kâfirlerinin, birbirlerinin benzeri olduklarını bildirmektedir. Kafirler ve doğal olarak müşrikler, mali, fiziki ve askeri bakımdan güçlü olmalarına rağmen, kendilerine verilen nimetlerin nereden geldiğini ve neden kendilerine verildiğini düşünmemişler, bunları düşünmeleri için Rab’lerinden kendilerine gelen ilahi mesajı ve gönderilen rasulleri yalanlamışlar, Rab’lerine isyan etmişlerdir.

Kendilerine gönderilen vahyi esasları ve rasulleri inkâr eden kâfirler, hiçbir dönemde huzur bulmamış, sürekli bir şekilde kaos ve çalkantı içerisinde yaşamışlardır. Materyalistler, ilah edindikleri maddeyi daha fazla biriktirmek adına başka insanların haklarını gasbetmişler, her tülü gayri meşru yollarla kazançlarını artırmaya çalışmışlardır. Bu durum ise hem insanların kin ve nefretlerini kazanmalarına neden olmuş hem de içlerinde sürekli bir huzursuzluk taşıyarak yaşamışlardır.

“Âhirete inanmayanların işlerini kendilerine süslemişizdir, onlar körü körüne bocalarlar.” (Neml, 4)

Tarihsel küfrün ortak noktalarından biri de kendilerin hep üstün ve şerefli görmeleri, insanları ve iman eden Müslümanları hor görüp küçümsemeleri, onları ikinci sınıf insann görmeleridir. Materyalistlerin bu tutum ve anlayışları, halktan bazı kimselerin de onları üstün görmelerine neden olmuş ve onların yanında bulunmayı kendileri için ayrıcalık ve şeref olarak görmüşlerdir.

Yüce Allah (cc), insanların birbirlerini üstün görme anlayışının yanlışlığına dikkat çekmiş ve şerefin tümü ile Kendisine ait olduğunu, ancak Kendisine iman edenlerin şerefli kimseler olduklarını bildirmiştir.

“Kim şeref istiyorsa (bilsin ki) şeref tamamen Allâh’ındır, Güzel söz O’na çıkar, iyi amel onu yükseltir. Kötü şeyleri kuranlara gelince, onlar için çetin bir azâb vardır. Ve onların tuzağı bozulacaktır.” (Fatır, 10)

“Onlar mü’minleri bırakıp kâfirleri dost tutuyorlar. Onların yanında şeref mi arıyorlar? Bütün şeref, tamamen Allaha aittir.” (Nisa, 139)

Yüce Allah (cc), yüceler yücesi ve en üstündür; bütün üstünlükler, izzet ve şeref tamamen O’na aittir. Kendisi üstün, kuvvet ve kudreti sonsuz olan yüce Allah (cc), kendisine ait her şeyi de üstün kılmıştır. Kur’an da yüce Allah (cc) tarafından gönderildiği için üstün ve yücedir. Bu nedenle Kur’an’a iman edip tabi olan kimseler de, iman ve tabiiyetleri oranında o şereften pay alırlar, Kur’an’dan uzak oldukları oranda da o şereften mahrum ve uzak olurlar.

Yüce Allah (cc), yarattığı her şeyi, şanına layık bir şekilde yaratıp üstün kılmış, en güzel bir şekilde biçimlendirmiştir. Ancak bu yaratılanlar içerisinde insan, yaratılışta kendisine verilen güzellikleri bırakarak azgınlık yolunu seçmiş, böylece alçalmış, Rabb’ine isyan ederek yüce Allah’ın kendisine verdiği şereften mahrum olmuştur.

“Kesinlikle insan azar; kendisini yeterli gördüğü zaman.” (Alak, 6-7)

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik.” (Tin, 4-5)

Nankörlüğü kendilerine yaşam tarzı olarak alan kimseler, Rab’leri tarafından kendilerine verilen üstünlüğü, halifelik gibi şerefli ve izzetli bir makamı adeta ellerinin tersi ile iterek ondan yüzçevirmişler, Rab’lerinin kendilerine lütfettiği mal ve mülkle Rab’lerine karşı azgınlaşarak isyan etmişler, onursuz bir hayatı ve zilleti seçmişlerdir. Oysa Rab’leri onları, halifelik vererek yükseltmiş, vahyi esasları içeren Kur’an’ı göndererek şerefli kılmıştır.

Surenin Tefsiri

1- Kâf. Şerefli Kur’ân’a andolsun.

Kâf, Bu harflere “Hurufu Mukattaa” (alfabetik harfler) denilmektedir. Bu harfler konusunda çok çeşitli ve değişik tanımlamalar yapılmaktadır. Hurufu Mukatta ile ilgili açıklama Kalem suresinde yapılmıştır.

İzzet ve kudret sahibi olan yüce Allah (cc) tarafından gönderilen vahiy ve rasulleri, O’nun tarafından gönderildikleri için şanlı ve şereflidirler. Kur’an, zillet ve meskenet içerisinde kula kulluk yapan insanları, içerisinde bulundukları durumdan kurtarmak üzere gönderilen şerefli bir kitaptır.

Kendi hevalarına ya da kendi cinslerinden olan insanlara kul olma zilletine düşmüş kimseler, bu zilletten ve onursuzluktan ancak Rab’leri tarafından gönderilen şerefli Kur’an’a sarılarak şereflenecekler, Rab’lerine iman ederek yücelecekler, O’na kulluk ve ibadet yaparak şerefleneceklerdir. Çünkü yüce olana tabi olmak yücelik, onur ve şereftir. Yüce Allah (cc) kullarını şereflendirmek için onlara şerefli olan Kitabını göndermiştir.

“Andolsun, size, içinde şerefiniz bulunan bir Kitap indirdik. Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Enbiya, 10)

Yaratılışın ve yaşamın gerçek anlamını bilen kimseler, akıllarını kullanarak Rab’leri tarafından kendilerine gönderilen vahyi esaslara tabi olmuşlar, Rab’lerine iman ederek yücelip şereflenmişlerdir. Mü’minler, Kur’an’a tabi olmakla hem hayatın gerçek anlamını, yaşamanın gayesini daha iyi kavramışlar, hem de yücelip şereflenmişlerdir.

Kur’an, bir hayat nizamı, bir yaşam klavuzudur; hayatlarını Kur’an’a uygun düzenleyenler, iman etmeyen kişilerden dünya ve ahiret hayatında her yönüyle üstün ve şereflidirler ve onlar, Rab’leri tarafından mükâfatlandırılmaşlardır. Bu nedenle yüce Allah (cc), mü’minlere hitaben Kur’an’a sarılmalarını tavsiye etmekte, doğru yolun bu olduğunu bildirmektedir.

“Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl, çünkü sen doğru yoldasın. O (Kur’ân) sana ve kavmine bir şereftir ve yakında (ondan) sorulacaksınız.” (Zuhruf, 43-44)

Akıllı kimseler, kendisine şeref kazandıracak, kendilerini yüceltecek işler yaparlar. Kur’an, insanlara hayatın gerçek anlamını, yaratılışın temel gayesini bildirir. Dünya hayatında huzurlu ve mutlu olmak, insan olma onuruna yükselmek isteyen kimseler, Kur’an’a sımsıkı sarılırlar.

Mü’minler, dünya ve ahirette kurtuluşun ancak Kur’an’a sarılmakta olduğunu ve kıyamet günü de Kur’an’dan sorulacaklarını bilirler, bu nedenle de her işlerinde Kur’an’ı ölçü edinirler. Kur’an’a sarılmak, onun belirlediği ölçü içerisinde hareket etmek, hayatı Kur’an’la düzenlemektir ki, Peygamber (as) böyle yapmış, Kur’an’ı ahlak edinerek yaşantısını ona göre düzene koymuştu.

Yüce Allah’a iman etme onurundan mahrum olan, hevasının ya da kendi cinsindan insanların peşinden giden, Hakkı batıla bulayarak gerçekleri gizleyen, Kur’an’ın bir bölümünü alıp bir bölümünü bırakan ve kendi çıkarları uğruna ilahi mesajı istismar eden kimseler, Kur’an’a sarılmadıkları ve onun bildirdikleri doğrultusunda hareket etmedikleri için zilleti seçmişlerdir. Bu kimseler, kendilerine ilahi mesaj hatırlatıldığında değişik tonlarda ve şekillerde tepki gösterirler.

Tarihi süreçte, vahyi esaslara karşı çıkanlar, küfürlerinde sadık oldukları için, tepkilerini açıkça ortaya koyuyor, içerisinde bulundukları cehalet karanlığından ilahi mesajı değerlendirerek reddediyorladı.

2-3- İçlerinden bir uyarıcı gelmesini acaip karşıladılar da o kâfirler: ‘Bu tuhaf bir şeydir, biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (tekrar diriltileceğiz)? Bu, uzak bir dönüştür’ dediler.

Günümüzde Tevhidi esaslara karşı çıkanlar, tarihsel süreçteki kâfirler kadar küfürlerinde mert olmadıkları, küfürlerini açıkça belirtmedikleri için, dillerini eğip bükerek, kavramları karıştırarak, vahyi esasları getiren peygamberleri görünüşte kabul etmiş görünüp gerçek hayatta ona muhalif hareket ederek inkâr ve küfürlerini üstü kapalı ortaya koyarlar.

Gerek açıkça, gerekse üstü kapalı bir şekilde ortaya koysunlar, tüm inkârcılar, münafık, fasık ve mürtedler, aslında ahiret hayatına ya hiç ya da gereğince iman etmiyor, yaptıklarından o gün sogulanmayacaklarını zannediyorlar.

Değişik düşüncelerle de olsa, Kur’an’ı ve Kur’an’ın sunduğu hayat tarzını inkâr edenler, aslında öleceklerini, ahirette hesap vereceklerini düşünmeyen, bu nedenle ahireti inkâr eden kimselerdir. Ahiret hayatının hatırlatılması, hesap vereceklerinin, cennet ve cehennemin olduğunun söylenmesi onların hoşuna gitmez, bu hatırlatma, onları çileden çıkarır.

Dünya hayatında yapılan her şeyin, işlenen kötülüklerin hesabının sorulacağı duygusu, suçlu ve günahkârları şiddetli tepki göstermeye yöneltir. Onlar, bu şekilde kurtulacaklarını düşünür, kendilerini rahatlatırlar.

Ahiret hayatının, oradaki hesabın inkâr edilmesi, materyalist inkârcılar ve kendi zanlarınca bir din oluşturanlar için bir kaçış ve kısmen rahatlama duygusunun tatmin edilmesidir. Onlar, dünya hayatlarında işledikleri günahlarının hesabının sorulmayacağını ya da kendi zannettikleri gibi olacağını düşünürler. Ancak onlar, bu gerçekleri inkâr etseler, kabul etmeseler de, kıyamet günü yeniden diriltilecekler, yaptıkları her şeyin hesabını tek tek verecekler ve yaptıklarının karşılığını göreceklerdir.

“İnkâr edenler, kesinlikle diriltilmeyeceklerini sandılar. De ki: ‘Kesinlikle, Rabbim hakkı için mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu, Allah’a göre kolaydır.” (Teğabun, 7)

“İnsan kendisinin kemiklerini bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor? Evet, toplarız, onun parmak uçlarnı düzenlemeğe kadiriz.” (Kıyamet, 3-4)

“(O gün) Her ümmeti toplanmış görürsün. Her ümmet, kendi Kitabına çağırılır: ‘Bugün yaptıklarınızla cezâlandırılacaksınız!’ İşte Kitabımız, aleyhinize gerçeği söylüyor. Çünkü biz, yaptıklarınızı yazıyorduk.” (Casiye, 28-29)

Cehalet, maddeyi ve hevayı ilahlaştırma genellikle insanı kör eder, basiretsiz yapar ve sağlıklı düşünmesini engeller. Bu nedenle varolan gerçekleri ya inkâra sürükler ya da kendi mantığına göre bu gerçekleri değiştirmeye yöneltir. Kıyamet günü yapılanlar tek tek sorgulandığında bu kimselerin yalancı oldukları ortaya çıkacaktır.

İnsan, salim akılla sağlıklı bir şekilde düşündüğünde nasıl yaratıldığını, hayatta ne yapması gerektiğini, öleceğini ve yeniden diriltilip hesaba çekileceğini bilir. İnsan, nasıl hiçbir şey değilken, yoktan varedilip yaratıldı ise, aynı şekilde yeniden diriltileceğini de bilir ve ona göre kendisine çeki düzen verir.

Yoktan vareden yüce Allah (cc), yoktan varedip en güzel biçimde şekillendirdiği gibi, kullarını yeniden diriltecek, parmak uçlarını bile düzenleyerek onları dünyadaki şekillerine büründürecektir. Bu, yüce Allah’a göre çok kolaydır ve O, insanların cesetlerinde neler olduğunu, mezarda kaldıkları süre zarfında yerin onlardan neler eksilttiğini bilir.

4- Biz yerin, onlar(ın cesetlerin)den ne eksilttiğini bilmişizdir. Yanımızda (her şeyi) zapteden bir Kitâp vardır.

Hiçbir şey yüce Allah’a gizli değildir ve O, her şeyden haberdardır. Eksiklik ve bilgisizlik ancak beşer için söz konusudur. İnsanlar, kendi eksikliklerine ve acziyetlerine bakmadan, Rab’lerine isyan etmektedirler.

Kur’an’dan yüzçevirenler kaos ve anarşiye düşerler

Yüce Allah (cc), kullarının yeryüzünde huzur içerisinde yaşamaları, bilgilenip hayatı doğayı daha iyi tanımaları için hükümlerini gönderdi ancak insanlar, kendilerine gönderilen hükümleri tanımayarak hevalarına uydular.

5- Doğrusu onlar, hak kendilerine gelince onu yalanladılar. Şimdi onlar çalkantılı bir durumun içindedirler.

Hakkı yalanlayan insanlar, hayatı kendi eksik mantıklarına göre düzenlemeye kalkıştılar, ancak insanların kendi hevalarını ölçü edinip hayata yön vermeye kalkışmaları onları huzurlu kılmamıştır. Farklı fikirlere ve duygulara sahip olan insanlar, kendi arzularını başkalarına kabul ettirmeye kalkışmaları neticesinde toplumda kargaşa ve çatışma ortaya çıkmıştır.

Tarihi süreçte Tevhidi esaslara iman edip bu esasları hayat prensibi olarak kabul eden Müslümanlar, vahdet içerisinde birliktelik oluşturmuşlar ve huzurlu bir hayat sürmüşlerdir. Oysa kendi arzularını ölçü edinen kâfirler, Tevhidi esasları reddetmeleri ve herkesin kendi zannını doğru kabul etmesi sonucunda her dönemde fikir ayrılığı yaşamış, çatışma, anarşi ve kaos içerisinde huzursuz ve mutsuz bir hayat sürmüşlerdir.

Şu bir gerçektir ki, Haktan yüz çeviren her kişi ve her toplum, kaos ve anarşi içerisinde yaşamaya mahkumdur. Fikirlerin farklı ve değişik olduğu bir yerde çatışmanın ve kargaşanın olması doğaldır. Oysa tek hükmün bulunduğu bir beldede ancak birliktelik ve huzur vardır. Bu nedenle yüce Allah (cc), iman edenleri sürekli olarak birlikteliğe çağırmış, ihtilaftan kaçınmalarını istemiş, ihtilafa düşmenin sonucunun ateş olduğunu bildirmiştir.

“Ve topluca Allâh’ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allâh’ın size olan nimetini hatırlayın; hani siz birbirinize düşman idiniz, (Allâh) kalblerinizi uzlaştırdı. O’nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz, (Allâh) sizi ondan kurtardı. Allâh size âyetlerini böyle açıklıyor ki, yola gelesiniz.” (Al-i İmran, 103)

“İnsanlar bir tek ümmet idi, Allâh, peygamberleri, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; onlarla beraber, anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere, içinde gerçekleri taşıyan Kitabı indirdi. Kendilerine Kitap verilmiş olanlar, kendilerine açık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü o(Kitap hakkı)nda anlaşmazlığa düştü(ler). Bunun üzerine Allâh, kendi izniyle inananları, onların üzerinde ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allâh, dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara, 213)

Kur’an’dan yüz çevirmek, insanlara ancak huzursuzluk ve mutsuzluk getirir. Farklı fikirlerin birbirlerine üstünlük kurma çekişmeleri toplumda ancak çatışma ve şiddet, kaos ve anarşi getirir. Böyle bir toplumda yaşayan insanlar, sürekli bir gerilim ve huzursuzluk içerisinde olurlar. Yüce Allah (cc), Kur’an’dan yüzçeviren kâfirlerin sürekli bir ayrılık içerisinde bulunduklarını bildirmektedir.

“Sâd, andolsun öğüt olan Kur’ân’a ki kâfirler, bir gurur ve ayrılık içindedirler.” (Sad, 1-2)

Hüküm koymak, üstünlük iddiasında bulunmak olduğu gibi aynı zamanda ilahlık da taslamaktır. İnsanların hayatını düzenlemek için hüküm koyanlar, insanları kendi ilahlıklarını kabul etmeye ve insanları kendilerine itaat ettirmeye çalışmaktadırlar. Koydukları hükümleri ve doğal olarak ilahlıklarını reddeden kimselerle ve kendileri gibi üstünlük sağlamaya çalışanlarla sürekli bir çatışma içerisindedirler.

Uluhiyet, Rububiyet ve Hükümranlık yalnızca yüce Allah’a aittir.

Hiçbir şeye sahip olmayan, aciz ve eksik olan beşerin, diğer insanlar üzerinde ilahlık taslaması haddi aşmaktan başka bir şey değilidir. Yüce Allah (cc), haddini aşan ve hiçbir şeye malik olmayan bu azgınlara, hadlerini birdirmekte ve onların ne kadar aciz ve zavallı olduklarını onlara hatırlatmakta, kendi uluhiyet ve rububiyetini bildirmektedir.

6- Üstlerindeki göğe bakmadılar mı, onu nasıl yaptık, süsledik, hiçbir çatlağı yoktur?

Kur’an bütünlüğünde olduğu gibi, Kaf suresinde de muazzam bir anlatım güzelliği ve bu güzellik içinde insanları düşünmeye sevkeden uyarılar vardır. Daha kendilerinin biraz sonra ne olacaklarını bilmeyen, kendilerine bile fayda ve zarar verme gücüne sahip olmayan insanların, diğer insanların hayatları üzerine hüküm koyarak ilahlık taslamalarına yüce Allah (cc), Tek ilah olan kendisinin yarattıklarını anlatarak cevap vermektedir.

“Üstlerindeki göğe bakmadılar mı, onu nasıl yaptık, süsledik, hiçbir çatlağı yoktur?” yüce Allah (cc), insanların dikkatlerini göğün muazzam bina edilişine ve gökteki varlıklara çekmekte, böylece Tek ilah olan Kendisinin gücünü haddini aşan azgınlara göstermektedir.

“O, yedi göğü, birbiri üzerinde tabaka tabaka yarattı, Rahmân’ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözü(nü) döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun?

Sonra gözü(nü) iki kez daha döndür (bak). Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) umudu keserek hor ve bitkin bir halde sana döner.

Andolsun biz, en yakın göğü lambalarla donattık ve onları, şeytânlar için taşlamalar yaptık ve onlara da çılgın ateş azâbını hazırladık.” (Mülk, 3-5)

Kâinatın bütününde tam bir uyum ve güzellik, gökte de pürüzsüz bir düzenlilik vardır. Yüce Allah (cc), dikkatleri göğe çevirerek, göklerde kendi hükmünün geçerli olduğunu ve bu hükümranlıkta hiçbir uygunsuzluğun bulunmadığını, akleden, düşünen beyinlere adeta nakşetmektedir.

Göklerdeki muazzam yapıyı gözler önüne seren yüce Allah (cc), hemen sonra insanların dikkatlerini yeryüzüne çevirmekte ve onlara yeryüzünün yaratılışını ve güzelliğini göstermektedir. Yüce Allah (cc) bu anlattıkları ile göklerde ve yerde uluhiyetin yalnızca kendisinde olduğunu bildirmektedir.

7- Arzı nasıl yaydık, ona sağlam dağlar attık, onda her güzel çifti bitirdik!

Yüce Allah (cc), göğü, yeri ve bunlar arasında bulunanları insanlara hatırlatmakta, insanların bunları düşünmelerini ve onların, bu anlatılanlara ibretle bakarak iman etmelerini istemektedir. Yüce Allah’ın yarattıklarından da ancak O’na yönelen ve iman eden insanlar ibret alır ve bu ancak onların imanlarını artırıp pekiştirir.

Allah’a Yönelen Kalp Gözleri

Yüce Allah’a yönelmek ve eşyaya ferasetle bakabilmek ancak iman etmekle mümkündür. Risalet önderleri ve Tevhid erleri, her durumda Rab’lerine yönelirler, eşyanın ve olayların hikmetini kavrarlar.

8- Allah’a yönelen her kulun, gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (yaptık).

Yüce Allah’a yönelen insanlar, O’nun yarattıklarında nasıl bir bozukluk, eksiklik ve çatlaklık bulunmadığını görüyorlar ve buna iman ediyorlarsa, aynı şekilde yüce Allah’ın indirdiği hükümlerde de bir eksikliğin ve bozukluğun bulunmayacağını da bilirler. Çünkü iman edenler, olaylara, eşyaya ve hayata hikmet gözüyle ve ferasetle bakarlar.

“Doğrusu size Rabbinizden basiretler geldi, artık kim (Hakkı) görürse yararı kendisine, kim de kör olursa zararı kendisinedir. Ben sizin üzerinize bekçi değilim.” (En’am, 104)

Yüce Allah’a yönelen kimseler, her olay ve eşyadaki asıl gerçekleri görürler ve onlar, uluhiyet ve rububiyetin yüce Allah’a ait olduğunu, her şeyin O’nun dilemesi ile meydana geldiğini bilirler ve bu bilgi onların imanlarını artırır.

Allah’a yönelen her kulun, gönül gözünü açmak ve ibret vermek için. Her konu ve olayda, her durum ve ahvalde yalnızca Allah’a yönelmek iki şekilde tahakkuk eder. Birincisi, her konu ve olayı yüce Allah’ın indirdiği Kur’an’a götürmek, çözümünü oradan bulmak ve onunla hayatı düzenlemektir.

“Çünkü gündüz, senin uzun süre uğraşacağın şeyler vardır. Rabbinin adını an ve bütün gönlünle O’na yönel.” (Müzzemmil, 7-8)

“Onların dediklerine sabret de güçlü kulumuz Dâvûd’u an; çünkü o (bize) çok yönelirdi.” (Sad, 17)

“Ne zaman şeytândan bir kötü düşünce seni dürtüklerse, Allah’a sığın; çünkü O, işitendir, bilendir.

Allah’tan korkanlar, kendilerine şeytândan gelen bir vesvese dokunduğu zaman düşünür, (gerçeği) görürler.” (A’raf, 200-201)

Dünyevi işlere, genelde nefis ve şeytan karıştığı için yapılacak işlerin ya da vuku bulan olayların yüce Allah’ın rızasına göre yapılabilmesi için o konuda Kur’ani hükme başvurmak ve Rasulullah (as)’ın o konuyu nasıl yaptığına bakmak gerekir.

İkincisi, hata ve günahlarda yüce Allah’a yönelerek tevbe etmek ve ibadetleri, O’nun istediği ölçüler içerisinde yapabilmektir. Yüce Allah’a sürekli yönelmek, peygamberlerin hasletlerindendir.

“Biz Dâvûd’a Süleymân’ı armağan ettik, (Süleymân) ne güzel kuldu! Hep Allâh’a yönelirdi.” (Sad, 30)

“Ona (Eyyüb’a) bizden bir rahmet ve sağduyu sâhiplerine bir ibret olarak âilesini ve onlarla beraber bir eşini daha armağan ettik.

(Dedik ki): "Eline bir demet sap al, onunla vur da yeminini bozma." Gerçekten biz onu sabreden (bir kul) bulmuştuk. Ne güzel kuldu, o dâimâ (bize) yönelirdi.” (Sad, 43-44)

Kendi hevalarını ölçü edinip olay ve olguları kendi hevalarından çözmeye kalkışanlar, hem yüce Allah’a yönelmeyi terketmişler, hem de materyalistler gibi kendi hevalarını ölçü edinmişlerdir.

Materyalist inkârcılar, iman nurundan mahrum oldukları için eşyanın hikmetini görmez, dış yüzünü tarif ederler. Onlar, iman nurundan mahrum olduklarından kalpleri kapalı olduğu gibi gözleri de kördür. Bu nedenle onlar, ne yüce Allah’ın kendileri için yarattığı nimetlerin hakikatını, ne de göklerde ve yerde varolan güzellikleri görürler.

“Hiç yer yüzünde gezmediler mi ki (olayları görüp) düşünecekleri kalbleri, işitecekleri kulakları olsun. Zira gözler kör olmaz; fakat (asıl) göğüslerdeki kalbler kör olur.” (Hac, 46)

Körlük, fiziki görünümdeki görmezlik değildir, ancak asıl körlük, zihinlerin ve kalplerin körlüğüdür. Bu nedenle yüce Allah (cc), kâinattaki varlıkların ve olayların hikmetini anlamayan, çevresindeki gelişmeleri akıl ile algılamayan, yüce Allah’ın kâinattaki yarattıklarını görmeyen kimseler gerçek kördürler.

“Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her âyeti görseler de yine ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler, ama azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler. Çünkü onlar, âyetlerimizi yalanladılar ve onları umursamaz oldular.” (A’raf, 146)

“Allâh katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal, 22)

“Allah’a göre canlıların en kötüsü, kâfirlerdir; artık onlar inanmazlar.” (Enfal, 55)

Uluhiyet ve Rububiyet yalnızca kendisinde olan yüce Allah (cc), kullarına rızık verişini de anlatarak, ilahlık taslayan azgınlara, ilah olmanın gereklerinin ne olduğunu, kendilerinin bunları yapmaktan aciz bulunduklarını hatırlatmaktadır.

9-11- Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek dâne(li ekin)ler bitirdik. Birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları yetiştirdik; Kullara rızık olması için ve o su ile, ölü bir ülkeye can verdik. İşte çıkış da öyledir.

Yüce Allah (cc), inkârcı kafirleri, kıyamet günü yeniden yaratılışın olacağına inandırmak için onlara yeryüzündeki yaratılışı örnek vermekte ve bunlar üzerinde düşünmelerini istemektedir. "İşte çıkış da öyledir.” buyuran yüce Allah (cc), yeniden dirilişin olacağı örneğini, insanların gördükleri olaylardan örnekler vererek anlatmaktadır.

Rahmet ve mağfireti yeri göğü kaplayan yüce Allah (cc), göklerden, yeryüzünden örnekler vererek, yeryüzünde yarattığı nimetleri hatırlatarak, kâfirlerin iman etmelerini istemekte, onların kendilerini elem verici azaptan kurtarmalarını istemektedir.

Bütün bu anlatılanlara rağmen küfür, isyan ve azgınlıklarına devam eden inkârcılara yüce Allah (cc), geçmiş dönemlerde azgınlıklarında sınır tanımayan kâfirleri ve onların akıbetlerini örnek vererek sonlarının ne olacağı konusunda onları uyarmaktadır.

12-14- Onlardan önce Nûh kavmi, Resliler ve Semûd (kavmi) de yalanlamıştı. ‘Âd, Fir’avn ve Lût’un kardeşleri; Eyke halkı ve Tubba’ kavmi. Bunların hepsi elçileri yalanlayıp, uyardığım(azâb)ı hak ettiler.

Tarihsel süreçte hiçbir azgınlık karşılıksız kalmamıştır. Bu nedenle yüce Allah’ın hükümlerini, sözel ya da fiili olarak inkâr eden her dönem kâfirlerin de uğrayacakları akıbet geçmiş kâfirlerin akıbetinden farklı olmayacaktır. Bu, Sünnetullahtır ve Sünnnetullah, kıyamede dek aynı şekilde vuku bulacaktır.

15- İlk yaratmadan âciz mi kaldık (ki yeniden diriltmeyelim)? Doğrusu onlar yeni bir yaratmadan kuşku içindedirler.

Yukarıdan beri anlatılan hakikatler, inkârcıların, inkâr ve küfürlerinden vazgeçerek yüce Allah’a iman etmelerini sağlamak ve kendilerini ebedi azaptan kurtarmalarını sağlamak içindi. Ancak insan, bir kere kalbi kapanmış ve kör olursa onun artık inanması mümkün olmaz.

Bölümün Özeti

Kur’an’a tabi olan kimseler, şerefli insanlar olarak üstündürler ve bu kimseler, vahdeti oluşturdukları için dünya hayatında huzurlu ve mutludurlar. Kur’an’dan yüzçevirenler ise, sürekli bir anarşi ve kaos içerisinde olacaklar, huzursuz ve mutsuz bir hayat süreceklerdir.

Yaratmanın, rızkın ve hükmün yalnızca yüce Allah’a ait olduğuna iman eden Müslüman davetçiler, beşeri hiçbir güçten korkmadan, tevhidi esasları insanlara duyurmalıdırlar. Üstünlük ve şeref, yalnızca Kur’an’a tabi olanlaradır; bu şerefle şereflenenler, Kur’ani metottan hareketle insanları yüce Allah’a iman etmeye çağırmalıdırlar.

Yüce Allah (cc) geçmiş kavimlerin helak ediliş örneklerini kâfirler için verirken aynı zamanda müslüman davetçilerin de o kavimlere giden Risalet önderleri ve Tevhid erleri gibi müstekbir azgınlardan korkmadan Hakkı ortaya koymalarını istemektedir. Çünkü o Risalet önderleri ve Tevhid erleri Hakkı insanlara duyurdukları için o kâfirlerin inkârı açığa çıkmış ve helak edilmişlerdir.

Yüce Allah (Cc) Kullarına Yakındır

İnsanların hayatı üzerine hüküm koymak, ancak onları iyi tanımakla mümkündür. İnsanların istek ve arzularını, yaratılış fıtratlarını, eğilim ve beğenilerini bilmeyen kimselerin, insanlar üzerine hüküm koymaları mümkün değildir. Oysa yüce Allah (cc) insanları yaratandır, bu nedenle onların her hallerini ve isteklerini en iyi bilendir. Bu nedenle onlar üzerine yalnızca onları yaratan yüce Allah (cc) hüküm koyar, çünkü O kullarına çok yakındır ve her şeylerini bilendir.

16- Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz, çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.

Uluhiyet ve Rububiyet yalnızca kendisinde olan yüce Allah (cc), insanlara şah damarlarından daha yakındır ve onların içlerinden geçirdikleri her şeyi en iyi bilendir. Bu nedenle kulları için en güzel hükmü yalnızca yüce Allah koyar.

Kullarına çok yakın olan yüce Allah (cc), onlar için en güzel hükümleri indirir ve onların dünya hayatında huzur ve mutlu yaşamalarını, ahiret hayatında da en güzel ve büyük mükâfatlara ulaşmalarını ister. Ancak bunun için yapılması gereken şey, yüce Allah’a iman eden kimselerin, yüce Allah’ın kendilerine şah damarlarından daha yakın olduğunu ve kendileri ile kalpleri arasına girdiklerini bilmeleridir.

“Ey iman edenler, (Rasul) sizi yaşatacak şeylere çağırdığı zaman Allâh’ın ve Rasulün çağrısına koşun ve bilin ki Allâh, kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz, O’nun huzûruna toplanacaksınız.” (Enfal, 24)

Yüce Allah (cc), kullarına, kendilerinden daha yakındır, onların ne istediklerini ve neye ihtiyaçları olduğunu en iyi bilendir. Bu nedenle kul ile Allah arasına başkasının girmesi, başkalarının, kullar üzerine hüküm koyarak onların hayatlarını düzenlemesi ya da kulları yüce Allah’a yaklaştırmak için aracıların sokulması mümkün değildir.

Aracı ile ulaşılan her şey ve herkes eksik ve noksandır. Aracı, ulaşılmak istenen kişiye, ulaşmak isteyen kişi ya da kişileri tanıtır, özelliklerini ve meziyetlerini anlatır. Aracı ile ulaşma, ancak ulaşılacak kişinin eksikliğinden, karşısındaki kişi ya da kişileri yeterince tanımamasından ve yetersiz bilgi sahibi olmasından kaynaklanmaktadır.

Aracı ile ulaşmak, insanlar için mümkün olabilir, ancak yüce Allah için böyle bir durum sözkonusu olamaz. Çünkü yüce Allah (cc) zaten kullarına en yakın olandır ve onların her hallerini, her düşüncelerini bilen ve onların dualarına karşılık verendir.

“Kullarım, sana benden sorar(lar)sa, Ben (onlara) yakınım, dua eden, bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm. O halde onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki, doğru yolu bulmuş olsunlar.” (Bakara, 186)

“Rabbiniz buyurdu ki: ‘Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeğe tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min, 60)

Kullarına çok yakın olan, onları her duasını işiten yüce Allah (cc), onlardan öncelikle zatına iman edilmesini istiyor. Doğru yolu bulmak, yüce Allah’a yaklaşmak, O’nun rızasını kazanmak ancak yüce Allah’a gerçekten iman etmek ve O’nun gönderdiği Tevhidi esaslar doğrultusunda yaşamakla mümkündür. Yüce Allah (cc), kulları üzerinde her an gözetleyici ve koruyucudur.

Kur’ani gerçeklerden habersiz kimseler, Rab’lerinin kendilerine bu kadar yakın olduğunu bilmedikleri için O’na gereği gibi iman etmemekte ve tüm düşünce, söz ve davranışları ile O’ndan uzaklaşmaktadırlar. Bunun sonucunda günah işlemekte, şirke ve küfre düşmekte pervasızca hareket etmektedirler. Oysa onların her söz ve davranışları Rab’leri tarafından kayıt altına alınmaktadır.

17-18- Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı (melek) kaydetmektedir. (İnsan,) hiçbir söz söylemez ki yanında kendisini gözetleyen, dediklerini zapteden hazır bulunmasın.

Yüce Allah’a iman eden insanlar, hayatta başıboş olmadıklarını, her söz ve hareketlerinin kayıt altına alındığını ve kıyamet günü bunlardan sorgulanacaklarını bilirler. Bu nedenle onlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, her zaman ve her yerde ölçülü hareket ederler, Rab’lerinin rızasına aykırı herhangi bir söz söylemez, herhangi bir davranışta bulunamazlar. Çünkü onlar, kendilerini gözetleyen ve söyleyip yaptıklarını kaydeden meleklerin bulunduğunu bilirler.

“Hiçbir can yoktur ki başında bir koruyucu olmasın.” (Tarık, 4)

“Elbette Rabbin gözetleme yerindedir.” (Fecr, 14)

Sürekli gözetlendiğine, söz ve davranışlarının kayıt altına alındığına iman eden kimseler, her zaman kontrollü ve ölçülü konuşup hareket ederler. Onlar, hayatta başıboş olmadıklarını, görev ve sorumluluklarının olduğunu bilirler.

“İnsan, başı boş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyamet, 36)

Hesap vereceğinin bilincinde olan kimseler, hiçbir zaman ölçüsüz hareket edemez, yakışıksız sözler sarf edemezler. Ancak hesap vereceğinin bilincinde olmayan, yüce Allah’a ve meleklere gereği gibi ya da hiç iman etmeyen kimseler, her türlü gayri meşru hareketler yapar ve istedikleri gibi konuşurlar. Onlar hiç ölmeyeceklerini ve yaptıklarının kendilerine sorulmayacağını zannederler.

19- Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi. İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir.

Ölüm, dünyada yapılan her şeyin bittiği, defterlerin dürüldüğü ve asıl gidilecek yere doğru yola çıkıldığı andır. Ölüm, iman edenler için asıl sılaya gitme zamanı ve kapısı iken; müşrik, münafık, fasık ve kâfirler için ölüm, en zorlu hedefe gitme zamanı ve kapısıdır. Onlar, o zamanın gelmesini istemezler, o son kapıdan girmemek için çırpınırlar. Ancak hiçbir kaçış ve hiçbir çırpınış ölümü geciktirmeyecek ve ölüm, takdir edilen saatte gelecektir.

“Fakat ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı ölümü asla istemezler, Allâh zâlimleri bilir.” (Bakara, 95)

Dünya hayatını ebedi zannedip nefislerinin peşinde koşturanlar, yüce Allah’ın hükümlerine sırt dönenler, yaptıklarının hesabını verecekler korkusu ile ölümü asla istemezler. Çünkü ölüm, sürdürdükleri zevk ve sefalarına son verecek ve onlar için acı ve ıstırap dolu ebedi bir hayatı başlatacaktır.

“Hayır, ne zaman ki can, köprücük kemiklerine dayanır ve (içerisinde bulunduğu durumdan kurtarmak için): "Kim afsun yapar acaba? denir.” (Kıyamet, 26-27)

Hiç kimse, ölümü engelleme, geciktirme ya da durdurma gücüne sahip değildir, olamaz da. Bu nedenle her nefis, mutlaka ölümü tadacak ve dünya hayatında yaptıklarından hesap verecektir.

20-22- Sûr’a üflendi. İşte bu, kendisine karşı uyarılan gündür. Her can, yanında bir sürücü ve şâhidle geldi. ‘Andolsun, sen bundan gaflet içinde idin. Biz sen(in gözün)den perdeni açtık; bugün artık gözün keskindir’ (denilir).

Kıyamet günü herkes, yaptığı iyi ve kötü amelleriyle birlikte Rab’lerinin huzuruna gidecektir. Kimisi, ilah edinip yüce Allah’a eş koştuğu ilahı ile kimisi, yüklendiği günahları ile hesabının görüleceği alana gelir.

“Her insanın tâir(günah)ını boynuna bağladık, kıyâmet günü onun için, açılmış olarak bulacağı bir kitâp çıkarırız. Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter! (deriz).” (İsra, 13-14)

Dünyada samimi dost olanlar o gün birbirine hasım kesilmişler, birbirleri aleyhinde şahitlik yapmaktadırlar. O gün onlar, birbirlerine yardım edemezler, herkes yaptığı ile içinde ebedi kalmak üzere azaba girecektir.

23-26- Yanındaki arkadaşı: ‘İşte yanımdaki hazır’ dedi. (Allâh buyurdu): ‘Haydi ikiniz, atın cehenneme her inatçı nankörü! Hayra engel olan, saldırgan, şüpheciyi. 26- O ki Allâh ile beraber başka ilahlar edindi, bundan dolayı onu çetin bir azâba atın.’

Cehenneme girmeye neden olan günahlar sıralanıyor; bunlar, Hayra engel olmak, saldırganlık, ilahi mesajdan kuşku duymak, yüce Allah’tan başka ilah edinmek. Bunların ne olduklarına bakıldığında;

Hayır: İslâm dini, iyi ve güzel işlerin yapılması, iyilik şeklinde tanımlanan hayır, Kur’an’da ağırlıklı olarak İslâm olarak geçmektedir. Yüce Allah (cc), şöyle buyuruyor.

“Her ümmetin yöneldiği bir yönü vardır. O halde hayırda yarışın; nerede olsanız, Allâh sizi bir araya getirir, kuşkusuz Allâh, her şeyi yapabilir.” (Bakara, 148)

Burada belirtilen hayır, ayetteki ümmet ifadesi ve bu ayetten sonra gelen ayetlerde Kıblenin Mescidi Haram’a dönülmesi ile ilgili hükmün gelmesi nedeniyle hayrın İslâm olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle Al-i İmran,104 ve 110, Maide, 48 ve Hac, 77. ayetlerinde hayrın iyiliği emredip kötülükten sakındırılması şeklinde verilmesi hayırdan maksadın İslâm olduğu ortaya çıkmaktadır.

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran, 104)

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah’a inanırsınız.” (Al-i İmran, 110)

Tarihi süreçte bütün zorba güçler, insanların birbirlerine iyilik etmesi şeklinde anlaşılan hayrı değil, Tevhidi esasların insanlara duyurulmasını engellemişlerdir. Hem de Risalet önderlerine ve Tevhid erlerine en kaba ve zorba bir şekilde, en ağır işkenceleri ve zulümleri reva görerek saldırmışlar, onların hayrı insanlara anlatmalarına engel olmuşlardır.

Saldırganlık; Tevhidi esaslara ve onu kabul eden Müslümanlara, gerek fiili, gerekse sözlü olarak yapılan saldırı, hakaret, gerçekleri saklama, çarpıtma ve engellemelerin hepsi saldırganlıktır.

Kuşku duymak; yüce Allah’ın gönderdiği hükümlerin hayatı düzenlemesine inanmamak, yetersiz olduklarını düşünmek, ayetlerin işitilmesine rağmen eski düşüncelere devam etmek kuşku duymaktır. Yüce Allah (cc), iman edenleri uyararak, ayetleri duyduklarında artık kuşku duymamalarını istemektedir.

“Eğer sen, sana indirdiğimizden kuşkuda isen, senden önce Kitabı okuyanlara sor. Andolsun, sana Rabbinden hak geldi, sakın kuşkulananlardan olma!” (Yunus, 94)

“Gerçek, Rabbinden gelendir, artık kuşkulananlardan olma.” (Bakara, 147)

İman eden bir kimse, Rabb’i tarafından kendisine gönderilen Tevhidi esasların ve hayatı düzenleyen hükümlerin en üstün olduğunu kesinlikle bilecek ve bunlardan hiçbir şekilde kuşku duymayacaktır.

Allah’tan başka ilahlar edinmek; yüce Allah’ın dışında önem verilen, sözüne ve hükümlerine teslim olunan, yüce Allah’ın sıfatlarından birine ya da birkaçına ortak edilen her kişi ve kurumlar, yüce Allah’tan başka ilah edinilmiştir

O gün, şeytan başta olmak üzere ilah edinilenler kendilerine tabi olanları reddedecekler ve kendilerini kurtarmaya çalışacaklardır. Ancak işledikleri günahlar, onların peşlerini bırakmayacak, aleyhlerinde şahitlik yapacak ve kendilerini acı azaba sürükleyecektir. O gün, dünyada önder edindikleri kişiler, kendilerini reddedecek ve zaten sapık olduklarını söyleyeceklerdir.

27- Yanındaki arkadaşı dedi ki: ‘Rabbimiz, ben onu azdırmadım, zaten o kendisi derin bir sapıklık içinde idi.’

“Tıpkı şeytanın durumuna benzer ki,insana: ‘İnkâr et’ dedi, (insan) inkâr edince de (Şeytan): ‘Ben senden uzağım, ben alemlerin Rabb’i Allah’tan korkarım’ dedi’ Nihâyet ikisinin de sonu, ebedi olarak ateşte kalmaları oldu. Zâlimlerin cezâsı budur.” (Haşr, 16-17)

“Kendilerine destek olsunlar diye Allah’tan başka ilahlar edindiler. kesinlikle bunların tapmalarını inkâr edecekler ve bunlara zıd olacaklardır.” (Meryem, 81-82)

Artık o hesap günü, yalvarmalar, özür dilemeler, yeniden dünyaya dönme istemeler, kendilerini kurtarmak için başkalarını suçlamalar, suçlu aramalar hiçbir fayda vermeyecektir. Yüce Allah (cc), Kur’an’da ne buyurmuşsa onu aynen uygulayacaktır. Çünkü O, sözünden dönmez.

28-29- (Allâh) buyurdu: ‘Huzûrumda çekişmeyin, ben size daha önce uyarı göndermiştim. Benim huzûrumda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.’

Yüce Allah (cc) kullarına yalnızca rahmet eder, zulmetmez. Bu nedenle onları sürekli uyararak onların da kendilerine zulmetmemelerini istemektedir. Ancak insanlardan bazıları, kendilerine Rab’leri tarafından yapılan uyarıları duymazdan gelerek kendi kendilerine zulmetmekte ve kendi elleriyle kendilerini ateşe atmaktadırlar.

Ve o gün, cehenneme sevk başlayacaktır; Kur’an’da sayılan tüm müşrik, münafık, fasık, mürted ve kâfirler, cehenneme sürülecekler, dünya hayatında yaptıklarının karşılığında kendilerine vadedilen cezalarını çekeceklerdir.

30- O gün cehenneme: ‘Doldun mu?’ deriz. ‘Daha yok mu’ der.

Yüce Allah (cc), cehenneme girenlerin giriş nedenlerini açıkladıktan sonra, cennete girenleri anlatmakta ve onların hangi nedenlerle cennet girmeyi hak ettiklerini bildirmektedir. Cennet ya da cehennemi hak edişler, tamamen insanların kendi ellerindedir. Yüce Allah (cc), insanlara hükümlerini göndermiş, iman edip etmeme, bu hükümler doğrultusunda yaşayıp yaşamama iradesini insanların kendilerine bırakmıştır.

Cehennem de cennet de oldukça geniştir; insanlar yaptıklarına karşılık ikisinden birine gidecekler, orada ebediyen kalacaklardır. Cennet ve cehennem arasında kişi mubadelesi yapılmayacağı gibi, ikisinden birine giren, çıkmamak üzere orada kalacaktır.

Cennet ve cehenneme girenler ve giriş nedenleri, karşılıklı olarak verilmekte ve adeta insanlar bu gerçekleri bilerek hareket etsinler istenmektedir. İnsanları cehenneme sürükleyen nedenler, yüce Allah’a şirk koşmak, rasulleri yalanlamak, O’nun indirdiklerinden kuşku duymak, onları önemsememek, verilen nimetlere nankörlük yapmak şeklinde veriliyordu.

Cennete girmeye neden olanlar da, cehenneme girenlerin tam aksine, yüce Allah’ı tek ilah bilmek, her konu ve durumda yalnızca O’na yönelip O’ndan yardım istemek, görmeden yüce Allah’a iman etmek ve O’na huşu içerisinde saygı duymak ve sürekli olarak O’na yönelip O’nu tefekkür etmektir.

31-33- Cennet de korunanlara yaklaştırılmıştır, uzak değildir. İşte size vadedilen budur. Dâimâ yönelen, koruyan, Görmeden Rahmân’a saygı gösteren ve (Hakka) dönük bir yürek getiren herkesin (mükâfâtı budur)!

Daima Allah’a yönelmek; hayatın her anında ve safhasında, her konu ve durumda, her sıkıntı ve mutlulukta yüce Allah’a yönelmek, O’na şükretmek, sorunların çözümünü O’nun indirdiği Kur’an’da bulmak, her işi O’nun bildirdiği şekilde çözümlemektir.

Daima Allah’a yönelmek; yüce Allah’ın dışında bütün ilahları, hüküm koyucu tağutları reddetmek, Kur’an dışında hiçbir kaynağı yaşam tarzı ve sorunların çözümünde kabul etmemek, Kur’an’ın uygulamasında Rasulullah (as)’ın örnekliğini esas almaktır.

Allah’a yönelmek, sürekli olmalı, yalnızca zora düşüldüğü zaman olmamalıdır. Çünkü böyle bir yönelme, müşriklere ait samimiyetsiz bir özelliktir. Müşrikler, zor zamanlarında yüce Allah’a yönelerek O’na yalvarırlar, ancak Rab’leri onları o sıkıntılarından kurtarınca yüzüstü gerisin geriye kendi küfürlerine dönerler.

“Sizi karada ve denizde yürüten O’dur. Gemide olduğunuz zaman(ı düşünün): Gemiler, içinde bulunanları hoş bir rüzgârla alıp götürdüğü, ve (yolcular) bununla sevindikleri sırada, birden gemiye, şiddetli bir kasırga gelip de her yerden gelen dalgalar onları sardığı ve artık kendilerinin tamamen kuşatıldıklarını (kurtulamayacaklarını) sandıkları zaman, dini, yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na şöyle yalvarmağa başlarlar: ‘Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, şükredenlerden olacağız.’

Ama (Allâh) onları kurtarınca hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlık yaparlar. Ey insanlar, taşkınlığınız kendi aleyhinizedir. Sadece şu yakın (geçici) hayâtın zevkinden ibârettir. Sonra dönüşünüz bizedir; size bütün yaptıklarınızı haber veririz.” (Yunus, 22-23)

Görmeden Rahmân’a saygı gösteren; ancak iman edenler için sözkonusudur. İman etmek, kalbin hiçbir sıkıntı duymadan isteyerek ve huzur duyarak yüce Allah’a kayıtsız şartsız inanması ve sevmesidir. Görmeden Rahmân’a saygı gösteren kimseler, Rab’lerinden kendilerine gönderilen hükümlerine saygı göstermeleridir.

Görmeden Rahmân’a saygı göstermek; imani bir meseledir. İman etmeyen kimseler yüce Allah’a iman etmedikleri gibi saygı da göstermezler. Onlar, surenin başındaki açıklamada da ifade edildiği üzere materyalisttirler ve materyalistler, beş duyu ile hissetmedikleri bir şeye inanmazlar. Zaten iman edenlerle iman etmeyenler arasındaki en önemli fark da buradadır.

Görmeden Rahmân’a saygı göstermek; iman edenlerin özelliklerindendir. Mü’minler, hem görmedikleri halde, görmüş gibi Rab’lerine iman ederler, hem de Rab’lerinin kendilerine bildirdiği ilahi gerçekleri hiçbir kuşku ve sıkıntı duymadan kabul ederler.

“Onlar ki gaybde(gizlide, içtenlikle) inanıp namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler. Sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar; âhirete de kesinlikle iman ederler.” (Bakara, 3-4)

“Sen ancak Zikre uyan ve görmeden Rahmân’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte öylesini bir mağfiret ve güzel bir mükâfâtla müjdele.” (Yasin, 11)

“Onlar görmeden Rablerinden korkarlar ve saatten de titrerler.” (Enbiya, 49)

Görmeden gaybe iman, insan için sonsuz bir okyanusta seyahat gibidir, yelkenlerini açmış sonsuz bir huzurla dopdolu bir halde sonu gelmeyen bir mutluluğa gidiştir. Oysa maddi olan her şey, tükenir, yok olur, insanı dar bir alana sıkıştırır, bunalıma sokar. İşte bu nedenle yüce Allah (cc) müşriklerin sürekli sıkıntılı ve bunalımlı olduklarını bildiriyor.

“Allâh kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar, kimi de saptırmak isterse onun göğsünü, göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar. Allâh, inanmayanların üstüne işte böyle pislik çökertir.”(En’am, 125)

Materyalist müşrikler, görüp duymadan, dokunup hissetmeden iman etmek istemezler. Ancak görüp duysalar da, dokunup hissetseler de yine iman etmezler. Çünkü onların kalpleri kararmış, kulaklarında ağırlıklar bulunmakta ve gözleri perdelidir.

“İnkâr edenlere gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir; inanmazlar. Allâh, onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerine de perde inmiştir. Onlar için büyük bir azâb vardır.” (Bakara, 6-7)

“(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar dönmezler.” (Bakara, 18)

“Onlara bir âyet gelince: ‘Allâh’ın elçilerine verilenin aynı bize de verilmedikçe katiyyen inanmayız!’ dediler. Allâh, mesajını koyacağı yeri (kime vereceğini) bilir. Suç işleyenlere Allâh katında bir aşağılık ve yaptıkları hileye karşı çetin bir azâb erişecektir.” (En’am, 125)

“Eğer sana kâğıt üzerine yazılı bir Kitap indirmiş olsaydık da onu elleriyle tutsalardı, yine inkâr edenler, "Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir!" derlerdi.” (En’am, 7)

İşte bütün bu inat ve zorbalığa karşı iman edenler, hiçbir şart öne sürmeden, Rab’lerinde gelen gerçekleri kabul etmişler ve onu hayat prensibi olarak almışlardır. Mü’minlerin bu iman ve teslimiyetleri, onları dünya hayatında üstün kılıp mutlu ve huzurlu yaptığı gibi Rab’lerini razı etmiş kimseler olarak, ahiret hayatında da en güzel mükâfatları kazanmalarına neden olmuştur.

34-35- Ona selâm (esenlik) ile girin; bu, süreklilik günüdür! Orada onlara istedikleri her şey vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.

“Sabretmenize karşılık selâm size, yurdun sonu ne güzel!” (Rad, 24)

“İşte onların mükâfâtı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetlerdir. Çalışanların ücreti ne güzeldir!” (Al-i İmran, 136)

“(Cennettekiler): ‘Bize verdiği sözü yerine getiren ve bizi dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah’a hamdolsun. (Allâh için) çalışanların ücreti ne güzeldir!’ demişlerdir.” (Zümer, 74)

Yüce Allah (cc), kendi acziyetlerine bakmadan kendilerini güçlü zannedip Rab’lerine isyan eden, O’nun gönderdiği elçileri ve Tevhidi esasları yalanlayan inkârcı müşrik ve kâfirlere, iman eden kullarına verdiği nimetleri açıkladıktan sonra yeniden onları uyarmakta ve geçmiş atalarınınn durumunu örnek vermektedir.

Daha önce de surenin 12-14. ayetlerinde elçilerini yalanlayan Nûh kavmi, Resliler ve Semûd, Âd, Fir’avn ve Lût’un kardeşleri; Eyke halkı ve Tubba kavmini örnek veren yüce Allah (cc), onları azgınlıklarından dolayı helak ettiğini bildirerek uyarmıştı.

Merhameti sınırsız olan yüce Allah (cc), inkârcı kâfirleri ve hevalarını ilah edinen müşrikleri bir kez daha uyarmakta ve kendilerinden önce, kendilerini güçlü zanneden nice kavimleri azgınlıklarından dolayı helak etiiğini bildirerek ibret almalarını istemektedir.

36- Bunlardan önce nice kuşakları helâk etmiştik ki onların tutuşu, bunlardan daha kuvvetli idi, yakalaması daha güçlü idi. Ülkelerde gezip dolaşmışlardı, ama bir kurtuluş buldular mı?

37- Muhakkak ki bunda, kalbi olan, yahut şâhid olarak kulak veren kimse için bir öğüt vardır.

Tarih, azgınlıklarında sınır tanımayan kavimlerin, nasıl helak edildikleri ibretleriyle doludur. Sonraki dönemlerde gelen inkârcılar, kendilerinden önce geçenlerin akıbetlerinden ibret alıp Rab’lerine iman edeceklerine, azgınlıklarına sınır tanımadan devam etmişlerdir. Oysa tarihi süreçteki öncüleri kendilerinden daha güçlü ve daha azgın oldukları halde Rab’leri onları helak etmiştir.

“Bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları, gâlib ve güçlünün yakalaması gibi yakaladık.

Şimdi sizin kâfirleriniz, ötekilerinizden hayırlı mı? Yoksa Kitaplarda sizin için bir berâet mi var? Yoksa ‘Biz muzaffer bir topluluğuz’ mu diyorlar? O topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır.” (Kamer, 43-45)

Günümüzde yüce Allah’ın indirdiği Tevhidi esasları tanımayan, İslâmi değerlere ve Müslümanlara savaş açan zorbalar, tarihteki öncülerinden daha güçlü değildirler. Onlar, güçlü olsalar bile en güçlü olan yüce Allah (cc) karşısında bir hiç mesabesindedirler.

Günümüz kâfirleri de, tarihteki azgınların uğradıkları akıbete uğrayacak, acı bir azapla dünyada helak olup gidecekler, ahirette de alçaltılmış bir şekilde ebediyen içinde kalmak üzere cehennneme sürüleceklerdir. Yeter ki, Tevhid erleri, Tevhidi esasları korkmadan her dönemde açıkça ortaya koyup insanlara duyursunlar.

Yüce Allah (cc), hiçbir şeye sahip olmayan azgınlara, kâinatı nasıl yarattığını anlatarak kendi gücünü göstermektedir. Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları, hiçbir yorgunluk hissetmeden yaratan yüce Allah (cc), alemlerin üstünde tek güç ve kuvvet sahibidir.

38- Andolsun, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık, bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.

Koca ve muazzam güzellikteki kâinatın altı gün yaratılması ancak çok büyük bir gücün ve şaheser bir sanatın ifadesidir. İnkârcılar ve müşrikler, kendi zavallılıklarınna bakmadan, alemlerin Rabb’ine isyan etmekte ve O’nun gönderdiği ilahi mesajı ve bu mesajı getiren elçileri yalanlamaktadırlar.

Küfür ve şirk cephesinin bütün azgınlıklarına, tuğyan ve isyanlarına aldırış etmeden Tevhidi mücadelenin sürdürülmesi gerekir. Yüce Allah (cc), her çağda yaşayan Tevhid erlerine seslenerek, kâfirlerden korkmamaları, önceki zorba kâfirleri nasıl helak ettiyse Tevhid erlerinin yaşadıkları dönemlerdeki despot kâfirleri de helak edeceğini bildirerek onlara güven vermektedir.

39- Onların dediklerine sabret ve Rabbini övgü ile an: güneş doğmadan önce, batmadan önce,

40- Gecenin bir kısmında ve secde arkalarında O’nu tesbih et.

Müslüman davetçiler, içerisinde yaşadıkları şirk ve küfür toplumlarının hakaret ve kınamalarına, tepki ve yalanlamalarına, baskı ve zulümlerine aldırış etmeden Tevhidi esasları ortaya koymalı, insanları yalnızca yüce Allah’ın uluhiyet ve rububiyetine davet etmelidirler.

Tevhidi esaslara davetin insanlara duyurulmasında, hiçbir şekilde ve şartta, beşeri sistemlerin küfür ve şirk yasalarından yararlanmamalı, yalnızca yüce Allah’a tevekkül edilerek, O’nun bildirdiği esaslardan hareket edilmelidir. (Davetin ortaya konulması konusunda Alak, Kalem ve Müzzemmil surelerinde açıklamalar yapılmıştı.)

“Gecenin bir kısmında ve secde arkalarında O’nu tesbih et.” (Bu konu ile ilgili açıklama Müzzemmil suresinde geniş bir şekilde açıklanmıştır.)

Dünyada yapılan her çalışma, her hareket ve kulluk yalnızca Zatına iman edilen yüce Allah’ın rızası gözetilerek ve ahiret bilinci ile yapılmalıdır. Çünkü o gün, yapılan her şey ortaya konulacak ve insanlar yaptıklarına ve derecelerine göre karşılık alacaklardır.

41-42- Dinle, o gün o ünleyici, yakın bir yerden çağırır, O gün o çağrıyı gerçek olarak duyarlar. İşte bu, (dirilip) çıkış günüdür.

43- Yaşatan ve öldüren ancak biziz, biz. Dönüş de bizedir.

44-O gün yer onlar(ın üstün)den yarıl(ıp açıl)ır, (çağırana doğru) sür’atle koşarlar. İşte bu, toplamadır; bize göre kolaydır.

Çağırıcının çağıracağı günde Rab’lerinin rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak isteyenler, Tevhidi esaslara çağrıyı ve İslâmi daveti, tıpkı önceki Risalet önderleri ve Tevhid erleri gibi, yalnızca vahyin belirlediği ölçülere göre yapmalı ve yalnızca Kur’an’dan hareket etmelidirler.

45- Biz onların ne dediklerini biliyoruz. Sen onların üstünde bir zorlayıcı değilsin, sadece tehdidimden korkanlara Kur’ân ile öğüt ver.

Kâfir ve müşriklerin bütün zorlamalarına ya da tavizlerine aldırış edilmeden, Tevhidi esaslar ortaya konulmalı, küfrün yasalarından yararlanma yoluna gidilmemelidir. Çünkü böyle bir durum, Kur’ani esaslara aykırı olduğu gibi, risalet tarihindeki mücadelelere ve Risalet önderlerinin ve Tevhid erlerinin davet metotlarına aykırı hareket etmek ve ihanette bulunmaktır. Bu nedenle kâfirlerden korkmadan onlara karşı Kur’an’la büyük bir cihat yapılmalıdır.

“Kâfirlere boyun eğme ve bu Kur’ân ile onlara karşı büyük cihâd et.” (Furkan, 52)

 

Kurani Mücahede: 2012-05-20