İnşirah Sûresi

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

GİRİŞ

Sorumluluk duygusu ve bu sorumluluğun yerine getirilmesinde verilen görevin hakkı ile ifa edilmesi düşüncesi, sorumluluk verilen insanın, zaman zaman sıkıntı duymasına neden olur. İnsan, bazen kendisine tevdi edilen görevi, hakkıyla yerine getirememe kaygısı ile kalbini daraltır, sıkıntıya duyar. Özellikle Tevhidi esasları insanlara duyurmakla görevlendirilen elçiler, bu sıkıntıyı daha fazla duyarlar.

Risalet tarihinde birçok örneği görüldüğü üzere, Tevhidi esasları kabul etmeyen, bu nedenle elçilere karşı çıkan kimselerin, hakaret, iftira, baskı ve saldırıları elçileri bunaltır, kalplerini daraltır. Yüce Allah (cc), elçilerin, bu sıkıntıyı duyduklarını bildirmekte, elçilerine, yardım edeceğini bildirerek onların sıkıntı duymamalarını istemektedir.

“Herhalde sen: ‘Ona bir hazine indirilmeli veya beraberinde bir melek gelmeli değil miydi?’ demelerinden ötürü, sana vahyolunanın bir kısmını bırakacaksın ve bununla göğsün sıkılacak; ama sen sadece bir uyarıcısın, her şeye vekil olan Allah’tır.” (Hud, 12)

Davet ile görevlendirilen Risalet önderlerinin bazılarında bu sıkıntılar açıkça görülüyordu. Kur’an’da Hz. Musa (as) ile Hz. Muhammed (as)’ın, görevlendirildiklerinde gösterdikleri tepki örnek olarak verilmekte ve onların bu sıkıntı duydukları belirtilmektedir.

Hz. Musa (as), daveti ortaya koyması durumunda karşılaşacağı durumu çok iyi bildiği için kalbi daralıyor, bu nedenle de mazeretler ileri sürüyordu. Ancak kendisine davet görevini yükleyen yüce Allah (cc), ona yardım edeceğini, bu görevini kolaylaştıracağını bildiriyordu.

-“(Rabb’in): ‘Seni kendim için seçtim; sen ve kardeşin, ayetlerimi götürün, beni anmakta gevşeklik etmeyin; Fir’avn’e gidin, çünkü o azdı, ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya korkar.’

-“Dediler ki: ‘Rabbimiz, onun bize taşkınlık etmesinden yahut iyice azmasından korkuyoruz.”

-“(Rabb’in): ‘Korkmayın, ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm’ dedi.” (Taha, 41-46)

-“‘Rabb’im ben, onların beni yalanlayacaklarından korkuyorum’ dedi.” (Şuara, 12)

-“Hem benim üzerimde onlara karşı işlediğim bir günah da var; onların beni öldürmelerinden korkuyorum.’ dedi.”

-“(Rabb’i): ‘Kesinlikle ikiniz de ayetlerimizle gidin, biz sizinle beraberiz, dinliyoruz’ dedi.” (Şuara, 14-15)

-“(Musa): ‘Rabb’im, ben onlardan bir kişi öldürmüştüm, beni öldüreceklerinden korkuyorum’ dedi.

-“(Rabb’in): ‘Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir yetki vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde onlar size asla erişemeyecekler; ikiniz ve size uyanlar üstün geleceksiniz!” (Kasas, 33, 35)

-“Onlara yardım ettik de üstün gelenler kendileri oldular.” (Saffat, 116)

Hz. Muhammed (as) da, ilk vahyi aldığı ve kendisine “Yaratan Rabb’inin adına davet et” (Alak, 1) diye sorumluluk yüklenip davetle görevlendirildiği zaman koşarak evine gitmiş, tiril tiril titreyerek eşi Hz. Hatice (r.anha)’ya kendisini örtmesini söylemişti. Yüce Allah (cc), yüklendiği sorumluluğun, onun göğsünde bir daralma ve sıkıntı meydana getirmeyeceğini Hz. Muhammed (as)’a bildirmişti.

“Andolsun onların söylediklerine senin göğsünün daraldığını biliyoruz.” (Hicr, 97)

“(Bu) sana indirilen bir Kitap’tır; onunla uyarman hususunda göğüslerinde bir daralma olmasın ve (bu) mü’minler için bir zikirdir.” (A’raf, 2)

Duha suresinin sonunda “Rabb’inin nimetini anlat” emriyle verilen görevin, görevi yüklenen açısından bazı zorluklar getireceğini bilen yüce Allah (cc), bütün zorluklarına rağmen bu görevin yerine getirilmesini istemekte, bu zorlukların aşılacağını ve kolaylıklara ulaşılacağını bildirmektedir.

Şu bir gerçektir ki, her nimetin bir külfeti, her değerin bir bedeli vardır. Tevhidi esaslar gibi büyük bir nimetin, davetçiye hiçbir sıkıntı vermeden, çok kolay bir şekilde ve oturularak ifa edilmesi elbette mümkün değildir. Çünkü böyle yüce bir nimetin, insana kazandıracağı mükâfatın ve yüksek değerin, ucuz ve zahmetsiz bir şekilde elde edilmesi mümkün değildir.

Sünnetullahta, tevhidi esasları insanlara duyuran elçilerin ve onların yanında bulunan iman edenlerin, bu konuda ne zorluklarla karşılaştıkları Kur’an’da apaçık bir şekilde bildirilmektedir. Nitekim yüce Allah (cc), bu konuda şöyle buyurmaktadır.

“Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihâyet peygamber ve onunla birlikte inananlar: "Allâh’ın yardımı ne zaman?" diyecek olmuşlardı. İyi bilin ki, Allâh’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 214)

Günümüzde bazı kimseler, Tevhidi esasların kaynağı olan Kur’an’ı, okudukları, Kur’an’daki gerçekleri gördükleri halde, Kur’an’da bildirilen Tevhidi mücadelenin zıddına hareket etmekte, vahyin ruhundan uzak bir hayat sürmektedirler. Bu kimseler, Tevhidi esaslara düşman olan beşeri tağuti sistemlerin verdikleri izinlerle kurdukları küfür ve şirk yuvalarında, zillet içerisinde oturdukları yerden insanlara dini anlattıklarını düşünmektedirler.

Günümüz Samiri soylu belamların, şirk ve küfür yuvaları olan parti, dernek ve vakıflarda, tağuti sistemlere taviz üstüne tavizler vererek yaptıklarını sandıkları davetin, Risalet tarihinde ve Sünnetullahta hiçbir benzeri ve uygulaması bulunmamaktadır. Bunlar, Risalet tarihinde, Tevhidi esasları insanlara duyuran elçilerin çektikleri sıkıntıları görmezden gelerek dini kendi emelleri için kullanmakta, dinin sırtında geçinerek saltanat sürmektedirler. Bu nedenle bu Samiri soylu belamların, Kur’an’da bildirilen elçilerin sıkıntılarını duymaları elbette mümkün değildir.

Samiri soylu belamlar, Hakkı batılla buladırdıkları için kendileri yüce Allah (cc) indinde sorumlu oldukları gibi, peşlerine taktıkları insanları da sorumluluk altına sokmakta ve ebedi azaba onları, kendileri ile beraber sürüklemektedirler. Şu bir gerçektir ki, o şirk ve küfür yuvalarına gidip Samiri soylu belamları dinleyen, Tevhidi esaslardan habersiz kişiler en az belamlar kadar, hatta onlardan daha fazla sorumlu ve günahkârdırlar. Çünkü onlar, bu şirk yuvalarına gitmekle bu Samiri soylu belamlara destek vermekte, onların azgınlıklarını artırmalarına sebep olmaktadırlar.

İnşirah suresi, zorlu bir görevi üstlenen İslam davetçilerinin, davet sürecinde, nasıl hareket edeceklerini ortaya koyan, davetçilerin, karşılaştıkları zorlukları nasıl aşabileceklerini belirten ve onların ne yapmaları gerektiğini bildiren bir suredir.

Bu sure, vahyi görevi üstlenen İslam davetçilerinin, öncelikle kendilerinin, hiçbir sıkıntı duymadan bu vahyi esasları kabullenmeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. Üstlendikleri vahyi görev konusunda sıkıntı duyanların, bu görevlerinin gereğini yerine getirmeleri mümkün değildir. Üstlenilen vahyi görevin, başarı ile yerine getirilebilmesi ancak vahiy taşıyıcılarının bu konuda istekli, arzulu ve coşkulu olmalarıyla mümkündür.

Yüce Allah(cc), kullarına sıkıntı verecek, onlara ağır gelecek bir görev vermez, bir yük yüklemez. O halde İslâm davetçileri, vahyi insanlara ulaştırma hususunda, hiçbir nedenle sıkıntı duymamalıdırlar.

Bir görevin yerine getirilmesinde elbette sıkıntılarla, zorluklarla karşılaşılacaktır; bu, doğal ve kaçınılmazdır. Özellikle bu görev, İslâm’ın insanlara ulaştırılması görevi ise, çok daha fazla zorlukları beraberinde getirecektir. Müslüman davetçiler, Rab’lerine tevekkül ederek ve kendi iç huzurlarını sağlayarak bu davet görevlerini yerine getirmelidirler.

İslâm, mistisizmi reddeder, hayatı anlamlandırarak insanların, her geçen gün daha iyiye, daha güzele ulaştırmalarını ister. İslâm’ın öngördüğü huzura ve güvenliğe, mutluluk ve esenliğe ulaşmak için insanların, zorlukları göğüsleyerek mücadele etmeleri gerekir. Bu mücadele, Tevhidi esasların ortaya konulması ve insanların, ilahlarının tek bir İlah olduğuna davet edilmesidir.

Yeryüzündeki her türlü sıkıntı ve zulmün temelinde, yüce Allah’tan başka edinilen ilahların, insanları sömürmeleri, köleleştirmeleri ve bunun sonucunda sosyal hayatta adaletsizliğin, eşitsizliğin varolmasıdır.

Tevhidi mücadele, yeryüzünü kana bulayan, insanlara hayatı zindan eden ve temel yapısı itibarı ile fitne olan beşeri tağuti sistemlerin ve bu sistemlerin bağlı oldukları emperyalizmin yeryüzünden kaldırılmasına kadar devam eder. Beşeri zorba sistemlere ve emperyalizme karşı Tevhidi bir mücadele ortaya konulmadıkça insanların, doğruları, hidayeti, adalet, barış ve güzellikleri içerisinde barındıran ilahi nizama ulaşmaları mümkün değildir.

İnşirah suresi, yüce Allah’ın, mü’minlere en zor anlarında yardım edeceğini, onlara karşılaştıkları zorlukları kolaylaştıracağını müjdelemektedir. Bu nedenle Müslümanların, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde umutsuzluğa kapılmamaları, yüce Allah’ın kendi yanlarında olduğunu düşünerek daha çok çalışmaları gerekir.

İslâmi davet, süreklilik ister ve kesintiyi hiçbir şekilde kabul etmez. Hz. Yunus (as)’ın olayı, davetin kesilmemesi hususunda bir örnek olarak verilmiştir. Bu nedenle Müslüman davetçilerin, durup dinlenmeden, yalnızca Rab’lerine güvenip tevekkül ederek insanları vahiyle uyararak davet görevlerini sürdürmeleri, bıkıp usanmadan mücadele etmeleri gerekir.

“Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir.” (Yunus, 109)

Tevhidi mücadele, zorlukları içerisinde barındıran uzun soluklu bir mücadeledir ve bir hayat süresince devam eden bir sürekliliğe sahiptir. Bu mücadele, Hz. Nuh (as)’da, 950 sene süren bir hayatı içine alırken, diğer Risalet önderlerinde ve onların izlerinde giden Tevhid erlerinde de hayatlarının sonuna kadar devam etmiştir. Günümüz Müslümanlarının da Tevhidi mücadelelerini hayatlarının sonuna kadar devam etmeleri, Sünnetullah’ın gereği ve yüce Allah’ın emridir.

“Ve sana yakin gelinceye kadar Rabb’ine kulluk et.” (Hicr, 99)

İnşirah suresi, İslâmi mücadelenin eylemsel boyutunu ortaya koyan bir suredir. Bu nedenle iman edenlerin, sürekli çalışmaları, bu uğurda her zorluğu göğüslemeleri, zorluklarla karşılaştıklarında sabırla mücadelelerini sürdürmeleri, her türlü zorluğa ve en azgın zorbalara karşı bıkıp usanmadan Tevhidi esasları insanlara duyurmaları gerekmektedir.

Tevhid şirk mücadelesinde, hemen her dönemde, ilahi mesajın insanlara net olarak ulaşmasını engelleyen zorbalar ve bu zorbaların kiraladığı Samiri soylu belamlar var olagelmişlerdir. Zorbalar, Tevhidi mücadeleye karşı kaba güç kullanarak engel olmaya çalışırlarken, onların kiraladıkları Samiri soylu belamlar, Kur’ani kavramların asıl anlamlarını saptırarak, Hakkı batılla bulayarak, Tevhid eri Müslümanları karalayarak Tevhidi esasların net olarak insanlara ulaşmasını engellemektedirler.

Günümüzde örnekleri oldukça fazla bulunan Samiri soylu belamların, tarihi süreçte Risalet önderlerine ve Tevhid erlerine karşı sürdürdükleri düşmanlıklarını ve Hakkı engellemek için yaptıklarını Kur’an şöyle açıklıyor.

“Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonra gelen kollar da yalanladı; her millet, elçisini yakalamağa yeltendi; hakkı gidermek için batıl şeyler ileri sürerek tartıştılar; bu yüzden onları yakaladım; (bak) azabım nasıl oldu?” (Mü’min, 5)

Davetin bütün zorluklarına rağmen Müslüman davetçiler, Rab’lerine tevekkül ederek zorlukları göğüsleyip mücadelelerini sürdürmelidirler. Ancak bu durumda dünyada kolaylığa ve yüce Allah’ın rızasına, ahirette de yüce Allah’ın vereceği mükâfata ulaşabileceklerdir.

Sure hakkında yapılan uydurmalar

İnşirah suresi de, diğer birçok sure gibi, uydurma rivayetlerden, yanlış çarpıtmalardan ve vahyi bulandırma çabalarından nasibini almış ve adeta içi boşaltılarak insanlara sunulmuştur. Bu çarpıtma, uydurma ve bulandırma çabalarının temel amacı ise, Tevhidi esasların net anlaşılmasını engellemek ve Peygamberi örnekliği gölgelemektir. Bu bulandırma çabalarına, İslâm’ı yeterince bilmeyen kimseler de alet olmuş ve bu uydurulan şeyler insanlara din diye anlatılmıştır.

Rasulullah (as)’ın, kalbinin yarılıp ameliyat edildiği, koca bir yalandır

İnşirah suresi hakkında uydurulan hikâyede, zaman ve mekân farklı olmakla beraber, ileri sürülen iddia aynıdır. Uydurulan hikâyeye göre Rasulullah (as), süt annesinin yanında, koyunları güderken ya da Miraç’a çıkmadan önce veyahut da Duha suresinin nüzulünden önce sıkıntıya düştüğü bir anda, yanına birkaç operatör melek gelir. Melekler, Hz. Muhammed (as)’ı yere yatırarak göğsünü yararlar, onun kalbini çıkararak zemzem suyu ile yıkadıktan sonra, kalbine hikmet ve iman doldurup yerine koyarlar. Uydurmacılar, ya bu hikâyeyi destekleyen bir sürü sözler uydurmuşlar ya da başka hadisleri bu hikâyeye uygun biçimde değiştirip çarpıtmışlardır.

Bu sure hakkında uydurulan bu hikâye ve Rasulullah (as)’a atılan iftira, birkaç yönden Kur’an gerçeğiyle çelişmektedir. Bunlar;

Birincisi, bu uydurma hikâye, peygamberlik gerçeğiyle çelişmektedir; çünkü peygamberler, içerisinde yaşadıkları toplum içinden çıkarılmış ve beşeri özelliklere sahip kimselerdir. Bütün peygamberler aynı yasa (Sünnetullah) çerçevesinde Rasul olmuşlardır. Bu nedenle Hz. Muhammed (as)’ın özel bir operasyona tabi tutulduktan sonra peygamber olarak seçilmesi Sünnetullah gerçeğiyle çelişmektedir.

İkincisi, peygamberler, öncelikle iman eden kimselere örnek birer şahsiyettirler. Bu örnekliğin olabilmesi, ancak o peygamberin, öncü olduğu toplum bireylerinin insani ve fiziki özelliklerini aynen taşımasıyla mümkündür. Önderi olduğu toplumun beşeri özelliklerini taşımayan bir kimsenin, toplumu için örnek olması mümkün değildir. Örneğin, bir melek ya da cin, insani özellikler taşımadığı için insanlara örnek olamaz.

Hz. Muhammed (as), peygamberliği dışında diğer bütün fiziki ve psikolojik özellikleriyle ancak bir beşerdir. O, bir beşerde varolan bütün beşeri özelliklere sahipti. Bu nedenle yüce Allah (cc) ona, insanlar gibi bir beşer olduğunu söylemesini emretmektedir.

“De ki: ‘Ben de sizin gibi bir insanım; ilahınızın bir tek ilah olduğu bana vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa salih amel işlesin ve Rabb’ine ibadete hiç kimseyi ortak etmesin.” (Kehf, 110)

Yüce Allah (cc), beşeri özellikler taşıdıkları için peygamberlerini, iman eden kullarına örnek olarak vermiş ve onların da peygamberler gibi dini yaşamalarını, Tevhidi esasları insanlara bildirmelerini bildirmiştir.

“Andolsun Allah’ın Rasulünde sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmaya inanan ve Allâh’ı çok anan kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)

“İbrâhim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır; onlar kavimlerine ‘Biz sizden ve sizin Allah’tan başka itaat ettiklerinizden uzağız. Sizi(ve itaat ettiklerinizi) tanımıyoruz, siz, bir tek Allah’a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir’ demişlerdi…” (Mümtehine, 4)

Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere örnek alınacak kimseler, örnek oldukları toplumun beşeri bütün özelliklerine sahip olmalıdırlar. Onların, başka özelliklerle donanmaları örneklik vasıflarını düşürür.

Üçüncüsü, Kur’an, rasullerin de birer beşer olduklarını, bu nedenle bazı durumlarda hata yapabildiklerini, korktuklarını, sıkıntıya düştüklerini, acıktıklarını, üzülüp sevindiklerini, cinsel arzuları olduğunu bu nedenle evlendiklerini, gaybı bilmediklerini bildirmektedir. Bu kural Hz. Muhammed (as) için de geçerlidir.

“Andolsun, biz senden önce de elçiler gönderdik, onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiçbir elçi, bir ayet getiremezdi; her sürenin bir yazısı vardır.” (Rad, 38)

“Biz onları yemek yemeyen ceset(ler) yapmadık, ölümsüz de değillerdi.” (Enbiya, 8)

“Dediler: ‘Bu elçiye ne oluyor ki yemek yiyor, çarşılarda geziyor? Ona kendisiyle beraber uyarıcı olacak bir melek indirilmeli değil mi?" (Furkan, 7)

“Sabret, sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir; onlara üzülme, kurdukları tuzaklardan da sıkıntıya düşme.” (Nahl, 127)

“Herhalde sen, onlar bu söze inanmıyorlar diye peşlerinde üzüntüden kendini helâk edeceksin!” (Kehf, 6)

“Az daha onlar, baskı ile seni, sana vahyettiğimizden ayırarak ondan başkasını üstümüze atman için kandıracaklardı. İşte o zaman seni dost edinirlerdi.” (İsra, 73)

“Allah’ın nimet verdiği; senin de kendisine nimet verdiğin kimseye: ‘Eşini yanında tut, Allah’tan kork’ diyordun, fakat Allah’ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyordun, insanlardan çekiniyordun; oysa asıl çekinmene lâyık olan Allâh idi. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlatlıkları, kadınlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla evlenmek hususunda mü’minlere bir güçlük olmasın. Allah’ın buyruğu yerine getirilmiştir.” (Ahzab, 37)

Bütün bu ve benzeri birçok ayette Rasulullah (as)’ın, her insan gibi beşeri özelliklere sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Göğsü açılarak kalbindeki beşeri özellikleri temizlenen, böylece önder olduğu insanlardan farklı özellikler sahip olan ve o toplumun özelliklerini taşımayan bir peygamber, insanlara nasıl örnek olabilir?

Kur’an’ın apaçık bildirimlerine rağmen, Allah Rasulü Hz. Muhammed (as)’ın üzerine iftira atanlar, onda olmayan vasıfları, ona atfettikleri ve böylece onun, Müslümanlara olan örnekliğini gizledikleri için elbette yüce Allah’a hesaplarını veremeyeceklerdir.

Rasulullah (as)’ın, kalbinin yarıldığını iddia edip onun, diğer insanlardan farklı olduğu iddiası, koca bir yalan ve Rasulullah (as)’a atlan bir iftiradır. Aslında bu iddia ve iftira, Rasulullah (as)’ın örneklik vasfını ortadan kaldırmak için bilinçli bir şekilde uydurulmuştur.

Rasulullah (as)’ın üzerine atılan bu iftiraları, gerçek zanneden ve Kur’ani bir bilgiye sahip olmayan kimseler, Rasulullah (as)’ın, üstün özelliklere sahip olduğunu ve bu nedenle ilahi mesajı anlattığını, kendilerinin ise Rasulullah (as) gibi olamayacaklarını iddia ederek onun gibi insanlara İslâm’ı anlatamayacaklarını söylemektedirler. Bu saçma sapan düşüncenin sorumluları, elbette birinci derecede bu yalanı uyduranlardır. Ancak gibi dinlerini gereğince öğrenmeyen kimseler ve Hakkı batılla bulayıp gerçekleri gizleyen Samiri soylu belamlar da en az o yalanı uyduranlar kadar sorumludurlar.

SURENİN AÇIKLAMASI

1- Biz senin göğsünü açmadık mı?

Şeraha; açmak, genişletmek, genişlik ve huzur vermek, güvene kavuşturmak ve rahatlatmak anlamlarına gelmektedir.

Senin göğsünü açmadık mı? Göğsün açılması, kişinin iman ve hidayete ulaşmasıdır. Bunun zıddı ise, küfür ve şirkin kapladığı bir kalbin dar, tıkanık olması, kaos ve bunalım içerisinde bulunmasıdır. Nitekim yüce Allah (cc), göğüslerdeki sıkıntıları gidererek göğsü rahatlatıp genişleten Kitabını gönderdiğini bildirmiştir.

“Ey insanlar, size Rabb’inizden bir öğüt, göğüslerde olan(sıkıntılar)a şifa ve iman edenlere bir yol gösterici ve rahmet gelmiştir.” (Yunus, 57)

İnsan, kimi zaman üstesinden gelemediği konu ve olaylar karşısında sıkıntıya düşer, hatta bunalıma girer; bazen de insanların söyledikleri karşısında cevap vermekte zorlanır, sıkıntıya düşer. İnsan, zorlandığı konu ve olayların çözümünü bulmak ya da insanlara gerekli cevapları vermek için çare arar, bulamadığı zaman ise göğsü daralır, kalbi sıkışır.

“Andolsun onların söylediklerine senin göğsünün daraldığını biliyoruz.” (Hicr, 97)

Günümüzde cereyan eden zulmün, adaletsizliğin, insan hakları ihlallerinin, şirk ve küfrün bir benzerinin vuku bulduğu Mekke’de aklı selim, dürüst insanlar, toplumda varolan gayri insani ve gayri İslâmi durumlara karşı sıkıntı duyuyor, bunların giderilmesi için çözüm arıyorlardı. Bunlardan birisi de hiç kuşkusuzdur ki, toplum içinde el-Emin sıfatıyla tanınan Hz. Muhammed (as)’dı.

Hz. Muhammed (as), içerisinde yaşadığı toplumda varolan bozukluklara karşı samimiyetle çözüm aramış, samimi ve dürüst olan arkadaşlarıyla Hılf el Füdul gibi bazı oluşumlarda bulunmuştur. Ancak o, bütün uğraşılarına rağmen toplumsal bozukluğa herhangi bir çözüm bulamamıştır. Hz. Muhammed (as)’ın samimi çözüm arama çabalarına, Rabb’i ona yardım ederek yol göstermiş ve ona çözüm yollarını göstermiştir.

“Rabb’in seni şaşırmış bulup yol göstermedi mi?” (Duha, 7)

İşte bu yol gösteriş, Hz. Muhammed (as)’ı rahatlatmış, onun göğsündeki sıkıntıları gidererek ona genişlik vermiştir. Tıpkı Hz. İbrahim (as) ve Hz. Musa (as)’a da genişlik verip kalplerindeki sıkıntıları giderip göğüslerini açtığı gibi.

Şirk ve küfür içinde yüzen toplumu için çözüm arayan Hz. İbrahim (as)’a ve Fir’avn’ın zulmüne karşı göğsünde sıkıntı duyan Hz. Musa (as)’a yüce Allah (cc) çözümler göstermiş, onların göğüslerinde varolan sıkıntıları gidererek onlara genişlik vermiştir.

“(Allah): ‘Şimdi sen (ey Musa), Fir’avn’e git, çünkü o azdı’ (Musa) dedi ki: ‘Rabb’im, benim göğsümü aç; işimi kolaylaştır, dilimdeki düğümü çöz ki, sözümü anlasınlar’ (Allah) buyurdu: ‘Ey Musa, sana istediğin verildi.” (Taha, 24-28,36)

Bu ayetlerde geçen ifadelere, Hz. Muhammed (as)’ın üzerine iftira atan müftrilerin mantığından bakılacak olursa, bu ayetler şöyle anlaşılacaktı. Hz. Musa (as)’ın, “Rabb’im, benim göğsümü aç” dileğine karşılık yüce Allah (cc), operatör meleklerini gönderip onun kalbini ameliyatla açması gerekirdi.

Aynı sakat anlayışa göre Hz. Musa (as)’ın, “dilimdeki düğümü çöz” sözünden onun dilinin bir şeyle düğüm atılıp bağlandığı ve yüce Allah’tan bu düğümü çözmesini istediği anlaşılır. Oysa Hz. Musa (as)’ın dilinin düğümü, onun konuşma zorluğu çektiği konusundadır.

Yüce Allah (cc), Hz. Musa (as)’ın duasını kabul ederek kalbini sıkıntı çektiği durumdan kurtarmış, konuşma yeteneğini düzeltmiştir. Yüce Allah (cc), sıkıntıya düşüp kendisinden yardım isteyen her dürüst, seviyeli ve aklı selim insana, her zaman yardım etmiş ve edecektir de; bu, O’nun rahmetinin gereğidir.

Göğsün daralması ve açılması

Senin göğsünü açmadık mı? İman etmek, insana huzur ve genişlik verir, oysa iman etmeyen bir kişinin kalbinde bunalım ve huzursuzluk eksik olmaz. Böyle kimseler, sürekli olarak psikolojik sorunlar yaşarlar, içerisine düştükleri zorluk ve sıkıntıların, bunalım ve sorunların çözümünü bulamayan bazı kimseler intiharı çözüm görüp intihar ederek hayatlarına son verirler.

İntihar olaylarının genellikle iman etmeyen ya da imanına şirk bulaştıran kimseler arasında vuku bulması bunun apaçık bir göstergesidir. Yüce Allah (cc), iman eden ile iman etmeyen insanlar arasındaki farkı şöyle belirtmektedir.

“Allah, kimi hidayete iletmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar, kimi de saptırmak isterse onun göğsünü, göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar. İşte Allah, iman etmeyenlerin üstüne böyle pislik çökertir.” (En’am, 125)

“Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı kimse, Rabb’inden bir nur üzerinde değil midir? Allah’ı anmağa karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun, onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer, 22)

İdaresi altında yaşanılan şirk, küfür ve zulüm düzenlerine, gayri İslâmi ve gayri insani tutum ve davranışlara karşı yapacakları bir şeyi olmayanlar, bu zulüm ve adaletsizlikleri durdurmak için çözüm üretmeyenler, sürekli bir rahatsızlık ve sıkıntı duyarlar. Öyle ki bu insanların, olaylar karşısında çoğu kez kalpleri daralır, göğüsleri sıkışır, nefes almakta zorlanırlar. Bu durumun çözümü ancak gereğince Tevhidi esaslara iman etmek ve hayatı Kur’ani ölçülere göre düzenlemektir.

Yüce Allah (cc), Kur’an’ın kalplerin sıkıntısına çözüm getirip şifa verdiğini bildirmektedir.

“Biz Kur’an’dan mü’minlere şifâ ve rahmet olan şeyler indiriyoruz, ama bu, zalimlerin ziyanını artırmaktan başka bir katkıda bulunmaz.” (İsra, 82)

“Eğer biz onu, yabancı bir Kur’an yapsaydık derlerdi ki: ‘Ayetleri (anlayacağımız) bir dille açıklanmalı değil miydi? Arap’a yabancı söz mü? De ki: ‘O, inananlar için bir yol gösterici ve (kalplere) şifadır; iman etmeyenlere gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve o, onlara bir körlüktür. Onlar, (sanki) uzak bir yerden çağırılıyorlar.” (Fussilet, 44)

Bütün bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere göğsün açılması, müfterilerin iddialarını çürütmektedir. Bu nedenle operatör meleklerle Rasulullah (as)’ın, yatırılarak göğsünün açıldığı ve kalbinin çıkarılıp yıkandığı, koskoca bir yalandan başka bir şey değildir.

Göğsün genişlemesi: ‘Kur’an’ın kalplere şifa olması’, ‘belini büken yükün üzerinden atılması’ ifadelerinden de anlaşılıyor ki daralan göğüslerin açılması, genişlemesi ve huzura kavuşması ancak iman edilmesi ve Kur’ani ölçüler içerisinde yaşanılması ile mümkündür ve ancak bu durumda insanın, altında ezildiği sorunlara çözüm bulunabilir.

2-3- Atmadık mı senin üzerinden, belini büken yükünü.

Küfür ve inançsızlıktan kaynaklanan günah, kişi için nasıl bir yük ise, olaylar karşısında çözümsüz kalmak, bocalayıp çıkmaza girmek de insan için bir yüktür. Tüm bu yüklerden kurtulmanın tek yolu da iman etmek, hidayet bulmak ve İslâmi esasları hayat prensibi edinmektir. İşte bu durumda, insanın kalbini sıkıp göğsünü daraltan, omuzlarında bir yük olup belini çatırdatan ağırlık kendiliğinden gidecek, sorunlar karşısındaki acziyet bitecek, sorunlar en güzel şekilde çözüme ulaştırılacaktır.

Bugünkü sorunların temelinde, yüce Allah’ın indirdiği esaslardan yüz çevrilmesi, Allah’ın hükümlerinin ikinci plana itilmesi yatmaktadır. Böyle olunca da yüce Allah’ın rahmet ve yardımı tahakkuk etmemekte, dünyayı zulüm kaplamakta, Müslüman olduklarını iddia edenler zillet içerisinde çırpınmaktadırlar. Oysa yüce Allah (cc), kendisine yönelen ve kendisinden yardım isteyen mü’minlere bundan önce yardım etmiş ve onların, sorunların üstesinden gelmelerini sağlamıştı.

“Şimdi Allah, sizden (yükü) hafifletti, sizde zaaf bulunduğunu bildi, bundan böyle sizden sabreden yüz kişi olsa, ikiyüz (kafir)i yenerler ve eğer sizden bin kişi olsa, Allah’ın izniyle ikibin (kafir)i yenerler. Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfal, 66)

Yüce Allah (cc), kendisine yönelen mü’min kullarına elbette her zaman yardım edecek, yol gösterecek ve kendisine yönelenleri yüceltecektir. Yüce Allah’a yönelmek ise, kişinin her konuda vahyi esaslara uygun hareket etmesi ve sorunlarını bu esasa uygun bir şekilde çözüme kavuşturmasıdır.

4- Senin şanını yüceltmedik mi?

İman ve teslimiyet öyle bir yücelik ve üstünlüktür ki, iman eden kişi, iman ettiği esaslar doğrultusunda yaşadığı sürece yücelip şeref kazanacak, imandan uzaklaştığı ve inancı doğrultusunda yaşamadığı sürece de alçalıp zillet içine girecektir. Yüce Allah (cc), kendi dinine yardım eden, iman ettiği esaslar doğrultusunda yaşayan, Tevhidi esasları, küfür, şirk ve fısk içinde yüzen insanlara ulaştırmaya çalışan kimseleri, dünya ve ahirette yüceltir.

“Andolsun, size içinde şerefiniz bulunan bir kitap indirdik, aklınızı kullanmıyor musunuz? (Enbiya, 10)

Akıllı kimselerin, yücelmek için yapacakları şey, içinde şerefleri bulunan Kur’an’a tabi olmaları ve Kur’an’ı bir yaşam tarzı haline getirmeleridir. Kul olarak Kur’an’ı ahlak edinerek yaşayan, Rasul olarak Tevhidi esaslara insanları davet eden, bu uğurda başına gelen onca sıkıntı ve uğradığı sözlü ve fiziki eziyetlere rağmen zerre kadar mücadelesinden taviz vermeyen Hz. Muhammed (as), Mekke toplumu içinde kendi halinde bir birey iken yüce Allah (cc), onun şanını yüceltmiş, bütün dünyada tanınmasını sağlamıştır. Günümüzde, iki milyardan fazla insanın gönlünde sevilen, onların, en güzel örnek ve önderi olan, milyonlarca insanın, onun getirdiği Tevhid uğrunda canını seve seve feda edebileceği bir şahsiyettir.

Hz. Muhammed (as), Tevhidi esasları insanlara ulaştırdığı, bu uğurda mücadele ettiği için hem dünya hayatında milyarlarca insanın gönlünde taht kurmuş, sürekli rahmetle anılmış, hem de ahirette cennetle mükafatlandırılarak yüceltilmiş, makam-ı Mahmuda çıkartılmıştır.

Bu yüceltilme, elbette hem diğer tüm Risalet önderleri, hem de Tevhidi ilkeler uğruna mücadele eden Tevhid erleri için söz konusudur. Çünkü Kur’an, iman edenler için bir şereftir ve ancak bu şerefi kuşananlar yüceleceklerdir. Bu yüceltilme, öyle oturulduğu yerden kolayca elde edilebilecek bir makam, bir şeref değildir. Bunun için iman edilen esaslar doğrultusunda çalışmak, zorluklara göğüs germek gerekir. İşte o zaman yüce Allah (cc) tarafından vadedilen kolaylıklara ve mükâfatlara ulaşılacaktır.

5-6- Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır; muhakkak ki her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.

İslâm, insan fıtratına en uygun dindir; bu nedenle İslâm’ı kabul edenler, hiçbir şekilde sıkıntı ve zorluk çekmezler. Zaten yüce Allah (cc), insanlara zorluk yüklemez, onlar için kolaylık diler.

“Biz bu Kur’an’ı sana güçlük çekesin diye indirmedik.” (Taha, 2)

“Allah uğrunda, O’na yaraşır biçimde cihâd edin; O, sizi seçti ve dinde size bir güçlük yüklemedi; babanız İbrâhim’in dini(ne uyun). O (Allah) bundan önce(ki kitaplarda) da, bu(Kur’â)nda da size ‘Müslümanlar’ adını verdi ki, Rasul size şahit olsun, siz de insanlara şahit olasınız. Haydi namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın; sâhibiniz O’dur. (O), ne güzel sâhip ve ne güzel yardımcıdır!” (Hac, 78)

Yüce Allah (cc) dinde kolaylık dilemişken o halde bu surede ifade edilen zorluk nedir? Hangi zorlukla beraber bir kolaylık vardır? Bu soruların cevabını yine Kur’an’ın kendisi vermektedir. Bunlar:

Dünya hayatına olan düşkünlük: Dünyada ebedi kalmayı ve burada rahat etmeyi düşünen insanoğlu, alışkanlıklarından, elde ettiği maddi imkânlardan vazgeçmek istemez. Bu nedenle de bu rahatını sağlayan işlerden ya da elde ettiği maddi değerleri daha da artırmak için çabalar durur. Böyle kimselere, Allah yolunda mücadele etmesi, elde ettiği mallarından infak etmesi istendiğinde bu, talep zoruna gider, yapmak istemez. Dünya hayatını gaye edinen böyle kimseler için rahatlarını bozmak, mallarından fedakârlık yapmak oldukça çok zordur.

“Ona iki tepeyi gösterdik; fakat o, sarp yokuşa atılamadı; sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin! Bir boynu çözmek, yahut açlık gününde doyurmaktır akraba olan yetimi, yahut hiçbir şeyi olmayan yoksulu.” (Beled, 10-16)

İnfak etmek, insanlara yardım etmek, mala olan düşkünlük nedeniyle böyle kimselere oldukça zor gelir.

Şeytan (aleyhillane)nin vesvese vermesi: Şeytan (aleyhillane), insanların yüce Allah’ın yoluna dönmelerini engellemek için onlara vesvese verir, onların iman etmelerini ve imanları doğrultusunda çalışmalarını sürekli zor gösterir. Yeterince iman etmeyen kimseler, yüce Allah (cc) için yapacakları her şeyden sıkıntı duyarlar, yapmak istemezler.

“Öyle ise, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım, sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!” (A’raf, 16-17)

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri yapmayı emreder; Allah ise size kendi tarafından bağışlama ve lütuf vaat ediyor. Şüphesiz Allah(ın lutfu) geniştir, (O) bilendir.” (Bakara, 268)

Kişinin yeterince iman etmemesi: Gereği gibi iman etmeyen kimseler, gereği gibi iman etmenin kendilerine kazandıracağı sonucu bilmedikleri için Allah için bir şey yapmakta zorlanırlar, sıkıntı duyarlar.

“Sabırla, namazla Allah’tan yardım dileyin, şüphesiz bu, (Allah’a) saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir.” (Bakara, 45)

“Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız; Rasul de size şahit olsun. Biz, Rasule uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğin Kâbe’yi kıble yaptık; bu, Allah’ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir; şüphesiz Allah, insanlara şefkatli, merhametlidir.” (Bakara, 143)

Fiziki ve psikolojik zorluklar: İnsan, gücünün sınırlı oluşu, yeni karşılaştığı konulara ve durumlara fiziki ve psikolojik olarak intibak etmekte zorlanması nedeniyle bazı zorluklar yaşar. Ancak fiziki ve psikolojik olarak hazırlanması sonucunda kolaylıklara ulaşacaktır. Örneğin, bir aracı ilk defa kullanmaya başlayan bir kimse, oldukça zorlanır, heyecanlanır, eli ayağına dolaşır. Tıpkı elçilikle ilk görevlendirildiklerinde, Hz. Musa (as) ve Hz. Muhammed (as)’ın gösterdikleri reaksiyon gibi. Ancak zaman içerisinde Rab’lerine olan güvenleri ve imani olgunluğa ulaşmaları ile artık daveti ortaya koymaları onlar için hiçbir sıkıntı getirmemektedir. Bu durum, ilk iman eden bir kimseler için de sözkonusudur.

İslâmi esaslara iman edip Tevhidi ilkeler doğrultusunda hareket eden bir kimse, yakın çevresinden, içerisinde yaşadığı toplumdan ve idaresi altında bulunduğu siyasal rejimden çeşitli derecelerde tepkiler görür. Bu nedenle de fiziki ve psikolojik olarak sıkıntı çeker, zorlanır. Ancak imanının güçlenmesi, Rabb’inden kendisine vadedilen mükâfatların büyüklüğü ve yaşanan toplumsal sıkıntıların giderileceği umudu ile insan, karşılaştığı sorunları ve zorlukları çok kolay bir şekilde aşarak kolaylıklara ulaşacaktır.

Elde edilecek değerler: Hiçbir değer, bir bedel ödenmeden elde edilemez; büyük değerler, büyük bedeller ödenerek elde edilir. İnsan, büyük hedeflere, üstün yüceliklere ulaşmak istiyorsa, bu amacı uğrunda çok çalışmak, yorulmak, zorlukları göğüslemek, fedakârlık yapmak ve bedel ödemek zorundadır. İşte ancak o durumda insan, istediği hedefe, arzuladığı yüceliğe ulaşabilir.

İnsanın, büyük fedakarlıklar sonucu, zorlukları kuşanarak ulaştığı hedef, artık onun için kolaylık yeridir. Dünya hayatında, yüce Allah’ın rızasını kazanmak için, iman ettiği Tevhidi esaslar doğrultusunda mücadele eden, maddi, bedeni, fikri ve zaman olarak fedakarlıkta bulunan, inancı doğrultusunda sıkıntı çekip zorluklarla karşılaşan kimseler, yüce Allah’ın rızasına ve O’nun vereceği mükafatlara kolaylıkla ulaşacaklardır.

İnsanlar için zor görünen her şeyin çözümünü yüce Allah (cc) belirtmiş, kolaylıklara nasıl ulaşılacağını bildirmiştir. Bu kolaylıkların en nihai olanı da kişinin ahirette elde edebileceği mükâfatlardır. Bu, yüce Allah’ın vaadidir.

“Elbette senin sonun, ilkinden iyidir; Rabb’in sana verecek ve sen razı olacaksın.” (Duha,4-5)

“(O kimse) ki, malını vererek arınıp yücelir ve onda hiç kimsenin karşılık verecek bir nimeti yoktur, yalnızca yüce Rabb’inin yüzünü (rızasını) arzuladığından (verir); yakında kendisi de razı olacaktır.” (Leyl, 18-21)

“Ey mutmain olmuş nefis; razı edici ve razı edilmiş olarak Rabb’ine dön; (salih) kullarım arasına gir; cennetime gir!” (Fecr, 27-30)

“Kim verir ve korunursa ve en güzel sözü doğrularsa, onu en kolaya muvaffak ederiz.” (Leyl, 5-7)

Bu ayetler, iman edenlerin dünya hayatında Allah’ın rızasını kazanmak ve inançları doğrultusunda yaşamak için karşılaştıkları zorluklar sonucunda, ulaştıkları kolaylıkları ortaya koymaktadır. İman edenler için bir de dünya hayatındaki kolaylıklar vardır. Çünkü yüce Allah (cc), hiç kimseyi gücünün üstünde mükellef tutmaz.

“Biz hiç kimseyi gücünün üstünde mükellef tutmayız; katımızda Hakkı söyleyen bir kitap vardır, onlara asla haksızlık edilmez.” (Mü’minun, 62)

Dünya hayatında elbette kimi zorluklar vardır; ancak bunlar, kesinlikle insanın gücü üstünde değildir. Özellikle yüce Allah’ı razı etmek hususunda iman edenler, birçok sıkıntı çekecek, birçok zorlukla karşı karşıya geleceklerdir. Bu, iman etmenin ve inanılan esaslar doğrultusunda yaşamanın ve cenneti arzulamanın bir gereğidir.

“Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve darlık dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Rasul ve onunla beraber iman edenler: ‘Allah’ın yardımı ne zaman’ diyecek olmuşlardı. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 214)

Yüce Allah’ın rızası gibi yüce bir değer ve bunun sonucunda ahiret gününde verilecek cennet gibi büyük bir mükafat, elbette kolay kazanılacak bir şey değildir. Bunlar, ancak değerlerinin büyüklüğüne yaraşır bedeller ödenerek elde edilebilirler. Oturdukları yerden, hiçbir sıkıntı ve zorlukla karşılaşmadan yüce Allah’ın rızasını ve cenneti kazanacaklarını zannedenler, bu zanlarında yanılmakta ve onlar, ancak kendilerini kandırmaktadırlar.

Dünya hayatını ve süsünü gaye edinen ve gününü gün edinenler için bu bedeli ödemek elbette zordur. Ancak imanın hazzına ulaşmış ve iman edilen esaslar doğrultusunda yaşamayı ilke ve şiar edinmiş kimseler için bu bedelleri ödemek hiç de zor değildir! İman edenler, Allah (cc) yolunda dünyevi tüm değerlerini ortaya koyarak mücadele ederler ve hiçbir şekilde yılmazlar, usanıp bıkmazlar.

“Ey iman edenler, sabredin, direnin, birbirinize bağlanıp kenetlenin ve Allah’tan korkun ki, başarıya eresiniz.” (Al-i İmran, 200)

“Nice peygamber var ki, kendileriyle beraber Rabb’ine teslim olanlarla çarpıştılar; Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zayıflık göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever; sadece şöyle diyorlardı: ‘Rabb’imiz, bizim günahlarımızı ve işimizde taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı (yolunda) sabit tut ve kafir topluma karşı bize yardım et.’ Allah da onlara hem dünya karşılığının hem de ahiret karşılığının en güzelini verdi, çünkü Allah, güzel davrananları sever.” (Al-i İmran, 146-148)

İşte dünya ve ahirette mü’minler için, her zorluktan sonra ulaşılan kolaylıklar ve büyük mükafatlar; bunlara ancak imanın hazzını tadanlar ulaşabilirler. Müslümanlar, Rab’lerinin kendilerine vadettiği kolaylıklara ve güzelliklere ulaşabilmek için hiçbir şekilde boş durmazlar, sürekli bir şekilde Rab’lerini razı edebilmek için çalışırlar.

7- Öyleyse boşaldığın zaman tekrar uğraş

İslami mücadele süreklilik gerektiren bir sorumluluk ve görevdir. İman eden birey için durmak, dinlenmek, tatil yapmak, ara vermek sözkonusu değildir. Risalet tarihinde, iman eden bireylerin, Tevhid erlerinin ve Risalet önderlerinin durup dinlendiği görülmemiştir.

“Andolsun biz, Nuh’u kavmine gönderdir, onların arasında bin yıldan elli yıl eksik kaldı. Sonunda o zalimleri tufan yakaladı.” (Ankebut, 14)

950 sene boyunca kesintiye uğramadan, eleştiri, itham, karalama ve iftiralara aldırış etmeden, bıkıp usanmadan, zorba güçlerin baskı ve zulmünden korkup çekinmeden, gece gündüz demeden sürdürülen bir mücadele ile amaçlanan gayeye ulaşılabilir.

“(Nûh:) Rabbim, ben kavmimi, gece gündüz davet ettim; benim davetim, onlara kaçışlarını artırmaktan başka bir katkıda bulunmadı. Günâhlarını bağışlaman için onları (sana) ne kadar davet ettimse parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler, direttiler, çok böbürlendiler.

Sonra ben onları açıkça davet ettim, sonra onlara açıktan söyledim, gizli gizli söyledim” (Nuh, 5-9)

İman ettikten sonra ölüm gelinceye kadar süren uzun soluklu bir mücadeleyi üstlenen mü’min birey için artık bir tek amaç vardır; o da yüce Rabb’ini razı etmek için durup dinlenmeden Rabb’inin indirdiği esaslar uğruna mücadele etmektir. Bu öyle bir mücadeledir ki, bir konu bittiğinde diğer konu üzerinde devam ettirilecek, bir yerden hicret ettirilince diğer bir yerde sürdürülecek, bütün dünyevi değerlerden daha önemli ve öncelikli olan bir mücadeledir. Bu mücadelede esas alınacak tek ölçü, yüce Allah’ın rızası, tek müracaat kaynağı, yüce Allah’ın indirdiği esaslardır.

8- Ve Rabb’ine rağbet et.

Tevhidi mücadelede heva ve hevesin, vahiy dışı güçlerin istek ve kurallarının yeri yoktur. Tevhidi mücadelede, kimi çıkarlar elde etmek ya da zorba güçlerin baskı ve zulmünden korunmak için tağuti sistemlerin izin verdiği parti, dernek ve vakıf gibi şirk kurumlarında bulunanlar ve bunlara destek verenler, kesinlikle yüce Allah’a yönelmemiş, tağuta iman ederek ona yönelmiştir ki bu kimseler müşrik ve kâfirdirler.

Müslüman olan bir kimse için her konu ve durumda yüce Allah’a yönelmek, O’nun indirdiği Kur’ani esaslara müracaat etmek, her konuda vahyi esaslar doğrultusunda hareket etmek asıldır. En zorlu mücadelelerde, sıkıntıya düşüldüğü zamanda yüce Allah’a yönelmek, zorlukları aşmayı kolaylaştıracağı gibi aynı zamanda yüce Allah’ın rızasının kazanılmasını da sağlayacaktır.

“Muhakkak ki senin için gündüz uzun uğraşılar vardır; Rabb’inin adını an ve bütün gönlünle ona yönel, (O) doğunun ve batının Rabb’idir, O’ndan başka ilah yoktur, yalnızca O’nu vekil tut.” (Müzzemmil, 7-9)

İslâmi mücadelede her konu ve durumda yüce Allah’a yönelen mü’min birey, karşılaştığı tüm zorlukları kolaylıkla aşacak, yüce Allah’ın lütuf ve yardımı ile O’nun vaat ettiği hedefe ulaşacaktır. Tıpkı önceki elçilerin, Hz. Davut (as), Hz. Süleyman, (as), Hz. Eyyüp (as) ve diğerlerinin Rab’lerine yöneldikleri gibi her konu ve durumda, yalnızca yüce Allah’a yönelmek iman ve teslimiyetin bir gereği ve sonucudur.

“Biz, Davud’a Süleyman’ı lütfettik; o, ne güzel kuldu, Rabb’ine yönelirdi.” (Sad, 30)

“…(Eyyub) ne güzel kuldu; daima Rabb’ine yönelirdi.” (Sad, 44)

Dünya hayatında Rab’lerine yönelip sorunlarını Kur’ani ölçülere uygun çözüme kavuşturanlar, dünyada zorlukların üstesinden kolayca gelecekleri gibi ahirette de Rab’lerinin kendilerine lütfettiği mükafatlara ulaşacaklardır.

“Cennet de muttakilere yaklaştırılmıştır, (onlardan) uzak değildir; ‘işte size vadedilen budur; hep Allah’a yönelen, korunan, görmeden Rahman’dan korkan ve (O’na) yönelen, korunan, görmeden Rahman’dan korkan ve (Allah’a) dönük bir yürek getiren herkesin (mükafatı budur)! Ona esenlikle girin. Bu ebedi yaşama günüdür.” (Kaf, 31-34)

 

Kurani Mücahede: 2011-03-13