Cin Suresi

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

CİN SURESİ

GİRİŞ

Bir konu hakkında bilgi sahibi olabilmenin ve o konu hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapabilmenin yolu, konuyu iyi anlamaktan ve iyi bilmekten geçmektedir. Aynı şekilde bir konunun, bir sorunun ya da karmaşık herhangi bir durumun sağlıklı bir çözüme kavuşturulması da ancak o konu ve sorunun iyi bilinmesi ile mümkündür. Bu durum, insanların birbirleriyle sağlıklı bir iletişim kurmaları ve ilişkilerini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmeleri için de geçerlidir. İnsanların sağlıklı bir iletişim ve ilişki kurabilmeleri için, birbirlerini çok iyi dinlemeleri, anlamaları ve tanımaları gerekir.

Bir konunun aslına uygun bir şekilde öğrenilmesi, ancak o konunun dayandığı temel kaynakları iyi bilmekten geçer. Bu durum, bilim dalları, ideolojiler ve düşünceler için böyle olduğu gibi Tevhidi esaslar ve İslâm için de böyledir. Yüce Allah’ın, şanına layık bir şekilde tanınması, yegâne tek İlah olduğunun bilinmesi, Uluhiyet, Rububiyet ve Melikliğin yalnızca O’na ait olduğunun tasdik edilmesi ancak Kur’an’ın çok iyi bilinmesi ile mümkündür. Nitekim yüce Allah (cc), Kendisinin, layıkı ile tanınmasının, ancak indirdiği Kitapların gereği gibi bilinmesi ile mümkün olacağını bildiriyor.

“Allah’ı şanına yaraşır biçimde tanıyamadılar, zira ‘Allah insana bir şey indirmedi’ dediler. De ki: ‘Öyleyse Musa’nın, insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği -ki siz onu parça parça kâğıtlar haline getirip gösteriyorsunuz, çoğunu da gizliyorsunuz- ve ne sizin, ne de babalarınızın bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitabı kim indirdi?’ ‘Allah’ de, sonra bırak onları daldıkları bataklıkta oynayadursunlar.” (En’am, 91)

İnsanların, Rab’leri yüce Allah (cc) ve O’nun gönderdiği din hakkındaki bilgileri, şayet bu dinin temel kaynağı olan Kur’an’dan alınmamışsa, o bilgiler tümüyle yanlıştır. Bu yanlış bilgilere sahip olan kimseler, yüce Allah (cc) ve O’nun dini konusunda da yanlışlara düşerler ve Rab’lerine karşı görev ve sorumluluklarında ifrat ve tefrite kaçarlar. Bunun sonucunda insanlar, yapıp söyleyecekleri her konuda Rab’lerini razı etmek yerine O’nun gazabını kazanırlar.

Günümüzde, İslâm adına ortaya konulan din anlayışı, vahyi esaslara dayanmadığı, Kur’an’ın hükümleri doğrultusunda olmadığı için insanlar, kendi yanlarından çıkardıkları kuralları din edinmişler ve bununla Rab’lerini razı edeceklerini zannetmektedirler. İnsanların bu hevai anlayış ve kabulleri, kendilerini helaka sürüklediği gibi, kendilerine uyanları da helaka sürüklemektedir.

Günümüzde, gerek İslâm düşmanları, gerekse İslâm düşmanlarının paralelinde hareket eden belamlar, Kur’an’ın anlaşılmaması için bütün gayretleri ile Kur’an’ın temel kavramlarının anlamlarını değiştirmekte, Hakkı batılla karıştırıp gerçekleri gizlemektedirler. Bunun sonucunda insanlar, vahyin bildirdiği gerçeklerden habersiz bir şekilde önlerine konulan İslâm dışı bilgileri, İslâmi zannederek onunla amel etmektedirler.

Yüce Allah (cc), Kur’an’ı, anlaşılması için kolaylaştırdığını bildirmiş, bu kolay Kitabın anlaşılması için kullarına ne yapacakları ile ilgili yol göstermiştir.

“Andolsun biz, Kur’an’ı öğüt almak için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?” (Kamer, 17)

“Biz o(Kur’a)nı senin diline kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alsınlar.” (Duhan, 58)

“Eğer sen, sana indirdiğimizden kuşkuda isen, senden önce Kitabı okuyanlara sor. Andolsun, sana Rabbinden hak geldi, sakın kuşkulananlardan olma!” (Yunus, 94)

“Kur’an okunduğunda onu dinleyin, susun ki, size rahmet edilsin.” (A’raf, 204)

Bütün bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere, Kur’an, anlaşılması için Rasul (as)’ın dilinde kolaylaştırılmıştır. Şayet, bu kolaylaştırılmaya rağmen bazı kimseler, hâlâ anlamıyorlarsa, yapacakları şey, kendilerinden önce Kur’an okuyanlara, anlamadıkları konuyu ya da konuları sormaktır. Soru sahibi ve diğer tüm insanlar, kendilerine Kur’an okunduğu zaman onu can kulağı ile dinlemelidirler ki, Kur’an’dan istifade edebilsinler ve Rab’leri yüce Allah (cc) tarafından rahmet edilebilsinler.

Sorulan soruların cevapları Kur’an’dan verildikten sonra soru soran kişiye düşen görev, daha hiçbir kuşku duymadan hemen teslim olmak ve Kur’an’da bildirilen hükümler doğrultusunda hareket etmektir.

Cin suresi, A’raf suresinden hemen sonra nazil olan bir suredir; A’raf, 204. ayette yüce Allah (cc), “Kur’an okunduğunda onu dinleyin, susun ki size rahmet edilsin.” buyurmuştu. Cin suresinin hemen başında da, cinlerin Kur’an’ı dinlediklerini ve kendilerini sorgulamaya başladıklarını, yanlışlarını görüp tevbe ettiklerini, daha önce kendilerine yanlış bilgilerin verildiğini itiraf ediyorlar. Bu örnek de gösteriyor ki, gereği gibi okunmadan, okunduğunda susup dinlenmeden Kur’an’dan istifade etmek, yanlışların farkına varıp onları düzeltmek mümkün değildir.

Günümüz insanlarının, yüce Allah (cc), Tevhidi esaslar ve İslâm dini konusunda yanlış üzerinde bulunmalarının sebebi, iman ettiklerini iddia ettikleri Kur’an’ı, gereği gibi okumamaları, önder edindikleri kimselerin sözlerine daha fazla önem vermeleridir. Bu nedenle imanlarına şirk karıştırmakta, batılı Hak, küfrü iman zannetmektedirler.

Yalnız sıradan insanlar değil, onların önder edindikleri kimseler de, Kur’an’ı gereğince okuyup anlamadıkları için, yanlış bilgilerle insanları da kendilerini de saptırmaktadırlar. Bunlardan bazıları, bu surede anlatılan cinler konusunda, Kur’an’la taban tabana zıt bilgilerle insanları yanıltıp saptırmaktadırlar.

Burada, bilinçli olarak insanları saptırmak için insanların önüne çıkan ya da İslâm düşmanı sistemler tarafından çıkartılan samiri soylu belamları, tarikat şeyhlerini ve tağuti sistemin ajanları namaz memurlarını yukarıda sözü edilen bilinçsiz kimselerden ayrı değerlendiriyoruz. Bu kimseler, tıpkı şeytan aleyhillane gibi, insanları Allah yolundan alıkoymak için Hakkı batılla karıştırarak gerçekleri gizlemekte ve insanları yanlış bilgilerle saptırmaktadırlar.

Cin Konusu

Cinler konusunda bugüne kadar çok değişik rivayetler, farklı yorumlar yapılmış, aslı olmayan iddialar ortaya atılmıştır. Cinlerin, insan olduklarını, geçmişte yaşadıklarını, yabancı(ecnebi)oldukları için onlara bu ismin verildiğini iddia eden kimseler olmuştur. İnsanların bu iddialarının Kur’an’i hiçbir delili ve mantığı bulunmamaktadır.

Kur’an’da, cinler konusunda, çok açık bilgiler bulunmakta, onların ne oldukları, neden yaratıldıkları hakkından oldukça geniş bilgiler yer almaktadır. Kur’an’ın, bu açık verilerine rağmen, Kur’an gerçeğinden habersiz ya da Kur’ani gerçekleri bilinçli bir şekilde çarpıtmak isteyen kimseler, cinler hakkında insanları yanıltan iddialar ortaya atmışlardır.

Cinler, insan değildir

Cinlerin, insan olduklarını iddia edenler, belli ki Kur’an okumayan ya da Kur’an’ı okudukları halde ya anlamayan ya da anladıkları halde bilerek çarpıtan kimselerdir. Çünkü şayet iman ederek ve anlayarak Kur’an’ı okumuş olsalardı, cinlerin insan olmadıklarını, okudukları ayetlerden çok rahat bir şekilde anlayabilirlerdi.

Cinlerin, insan olmadıkları Ahkaf suresi, 29. ve Cin suresinin 1. ayetinden açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Her iki ayette de cinlerin, okunan Kur’an’ı dinledikleri, Peygamber (as)’a haber verilmektedir.

“Bir zaman, cinlerden bir topluluğu, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik; ona geldiklerinde (birbirlerine): ‘Susun, (dinleyin)’ dediler. (Okuma) bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler.” (Ahkâf, 29)

“De ki: ‘Cinlerden bir topluluğun Kur’an dinleyip şöyle dedikleri bana vahyolundu.’ ‘Biz harikulâde güzel bir Kur’an dinledik.” (Cin, 1)

Ayetlerden anlaşılacağı üzere, yüce Allah (cc), Rasulüne, Kur’an okurken cinlerden bir grubun kendisini dinlemeye geldikleri haber veriliyor. Demek ki Rasulullah (as), kendisini dinlemeye gelen cinleri görmemiştir. Şayet cinler, kimilerinin iddia ettikleri gibi, yabancı insanlar olmuş olsalardı, bu durumda Rasulullah (as)’ın, onların gelişini görür ve Kur’an dinlediklerini fark ederdi.

Mekke toplumu, küçük bir toplumdu, dolayısıyla Mekke’ye gelen yabancılar, hemen fark edilirlerdi. İddia sahiplerinin söyledikleri gibi şayet cinler, yabancı (ecnebi) kimseler olsalardı, Rasulullah (as), yanında bulunan diğer kimseler ve Rasulullah (as)’ın yanına gelen herkesi takip eden Mekkeli müşrikler de onları göreceklerdi. Hatta müşrikler, Kur’an dinleyen bu yabancı kimseleri, yakalayıp işkence bile edeceklerdi.

Mekke müşriklerinin, o dönemde Kur’an’ın dinlenmemesi konusundaki saldırıları düşünüldüğünde, Kur’an okuyup dinleyenlere karşı olan düşmanlıkları nedeniyle o yabancılar da Mekke’li müşriklerin saldırılarından paylarını alacaklardı. Ancak ne Kur’an’da ne de islâm tarihinde böyle bir olayın vuku bulduğuna rastlanmamaktadır.

Cinlerin insan olmadıklarını gösteren bir başka delil de, Cin suresi 5ve 6. ayetlerinde geçen şu ifadelerdir.

“Biz insanların ve cinlerin, Allah’a karşı yalan söylemeyeceklerini sanmıştık; doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklığını artırırlardı.” (Cin, 5-6)

Dikkat edilirse cin ve insanlar ayrı ayrı belirtilmekte ve “insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı” denilmektedir. Şayet cinler, kimilerinin iddia ettikleri gibi Mekke dışında yaşayan yabancı kimseler olsalardı, bu durumda yukarıdaki ifadenin şöyle olması gerekirdi.

“Mekkelilerden (ya da Araplardan) bazı erkekler, bizlerden bazı erkeklere sığınırlardı” olurdu. Oysa ayette geçen ifadeler tamamen insan ve cin şeklinde ayrı ayrı belirtilmekte ve “insanlardan bazı erkekler” denilmektedir.

Gerek yukarıdan ayetlerden, gerekse yaratılışlarının farklılığından anlaşılacağı ve her aklı selimin anlayacağı üzere, cin ve insan iki ayrı varlık, iki farklı yaratıktır. Cinlerin, insan oldukları konusundaki iddiaların, Kur’ani hiçbir delili bulunmamaktadır.

Ahkâf ve Cin surelerindeki ilgili ayetlerde görüldüğü üzere, yüce Allah (cc) Rasulünü, cinlerin gelip Kur’an dinlediklerinden haberdar etmekte ve ondan sonra kavimlerine birer davetçi olarak gittiklerini bildirmektedir.

“Ey kavmimiz, biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, gerçeğe ve doğru yola götüren bir Kitap dinledik.

Ey kavmimiz, Allah’ın davetçisine uyun ve ona inanın ki (Allah) günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi, acı azapdan korusun. Kim Allah’ın davetçisine uymazsa, yeryüzünde (başına geleceklere) engel olamaz, kendisinin O’ndan başka velileri de olmaz; onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.’ dediler.” (Ahkâf, 30-32)

“Doğru yola iletiyor, ona inandık, artık Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız; doğrusu Rabbimizin şanı yücedir. O, eş ve çocuk edinmemiştir.” (Cin, 2-3)

Rasulullah (as) cinlerin, bu durumunu ve davetçiler olarak kendi toplumlarına dönüşlerini bilmiyor, yüce Allah’ın bildirmesi ile haberdar oluyor. Diğer taraftan, o gün, Kur’an dinleyip iman eden kimseler, bizzat Rasulün yanında bu iman edişlerini izhar ediyor ve Rasulullah (as) da onları görüyordu. Rasulullah (as)’ın, Kur’an dinleyen cinleri görmemesi cinlerin, görünmez varlıklar olduklarını göstermektedir. Bütün bunlardan da çok açık bir şekilde anlaşılacağı üzere cinler, insanlardan farklı yaratıklardır.

Cinler de kulluk için yaratılmışlardır

Kâinatta varolan her şey gibi cinler de, yüce Allah’a kulluk yapmaları için yaratılmışlardır. Yüce Allah (cc), cin ve insanları, Kendisine kulluk etmeleri için yarattığını bildirmektedir.

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56)

Yüce Allah’a kulluk yapmaları için yaratılan cinlerin, dişi ve erkek şeklinde cinsiyetleri bulunduğu ve nesillerinin devam ettiği Kur’an ayetlerinden anlaşılmaktadır.

Yüce Allah’ın, ayette buyurduğu üzere “Şimdi siz, benden ayrı olarak onu ve onun neslini dostlar mı ediniyorsunuz?” ifadesi, cinlerin nesillerinin devam ettiğini göstermektedir. Yine cinlerin, kıyamet günü birbirlerini kötülüyerek yaptıkları tartışmalardan da cinlerin nesil sahibi oldukları anlaşılmaktadır.

“(Allah) buyurdu: ‘Sizden önce geçen cin ve insan topluluklariyle beraber ateşin içine girin’ Her ümmet (ateşe) girdikçe yoldaşına lanet etti, hepsi birbiri ardından orada toplanınca sonrakiler, öncekiler için dediler ki: ‘Rabbimiz, bunlar bizi saptırdılar, bunlara ateşten bir kat daha azab ver’ (Allah): ‘Hepsi için bir kat fazla (azap) vardır, ama siz bilmezsiniz’ dedi.” (A’raf, 38)

“İşte onlar da kendilerine (azab) söz(ü) gerekli olmuş kimselerdir; kendilerinden önce geçen cin ve insan toplulukları arasında (ateşte) bulunacaklardır. Gerçekten onlar, ziyana uğrayanlardır.” (Ahkâf, 18)

Bu ayetlerden de görüleceği üzere, cinlerin nesillerinin devam ettiği anlaşılmakta ve “Kendilerinden önce geçen cin ve insan toplulukları arasında (ateşte) bulunacaklardır.” ayetinde de belirtildiği üzere, sonraki cin topluluklarının, önceki cin toplulukları ile bir araya getirilecekleri bildirilmektedir.

Cinler, insanlardan farklı yaratıklardır

Cinlerin, insanlardan farklı yaratıklar oldukları, yüce Allah’ın onlardan ayrı ayrı söz etmesinden de bellidir. Cinler, insanlarla benzer yanları bulunmakla beraber, tamamen farklı yaratıklardır. Kur’an, cinlerin insanlardan farklı olduklarını, birçok ayetinde açıkça belirtir.

İblis, cin taifesindendir

Benzer yanları, tıpkı insanlar gibi Rablerine karşı sorumluluk taşımaları, erkek ve dişi cinsiyetlerine sahip olmalarıdır. Yüce Allah (cc), İblis’in, cinlerden olduğunu bildirmiştir. Bu da cinlerin farklı yaratıklar olduklarını göstermektedir.

“Meleklere: ‘Adem’e secde edin’ demiştik; secde ettiler, yalnız İblis etmedi. O cinlerdendi, Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Şimdi siz, benden ayrı olarak onu ve onun neslini dostlar mı ediniyorsunuz? Oysa onlar, sizin düşmanınızdır, zâlimler için ne kötü bir değiştirmedir!” (Kehf, 50)

İblis, cin taifesindendir; bu nedenle cinlerin kâfirleri, insanları şirk ve günaha sokmak için çalışırlar. Yüce Allah (cc), insanlara, cinlerden sakınmalarını, aksi halde şeytan cinlerin de tıpkı şeytanlaşan insanlar gibi, kendilerini şirke ve küfre sokacaklarını bildirmiştir.

Kur’an’ın birçok ayetinde, cin ve insanlardan ayrı ayrı söz etmekte, cinlerin insanlardan farklı yaratıklar olduklarını bildirmektedir. Cin ve insanlar arasındaki farklılıklar, yaratılış ham maddesinden hareket kabiliyetlerine, insanlarla ilişkilerinden peygamerlerle ilişkilerine kadar her şeyde görülmektedir.

“Ey cin ve insan topluluğu” (En’am, 130) diye buyuran yüce Allah (cc), cin ve insanlara ayrı ayrı sıfatlarla hitap etmektedir. Kur’ani bu gerçeklere rağmen bazı kimselerin, cinlerin, yabancı (ecnebi) insanlar oldukları konusundaki iddialarının hiçbir delili ve meşruiyeti olmadığı gibi onlar, Kur’an’ın bu gerçeklerini de görmezden gelmektedirler.

Cinler, insanlarla kıyaslanamayacak derecede farklılıklar gösterirler. Bunlar da, cinlerin insan olduklarını ya da insanların önceki nesilleri veyahut yabancı insanlar oldukları iddialarını çürütmektedir.

“Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçilerle ve ışınlarla doldurulmuş bulduk ve biz onun dinlemeğe mahsus olan oturma yerlerinde oturur(gayb haberlerini dinlemeğe çalışır)dık; artık şimdi kim dinlemek istese kendisini gözetleyen bir ışın bulur, bilmiyoruz bununla yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rab’leri onları doğruya mı iletmek diledi.” (Cin, 8-10)

Ayetten, cinlerin gerektiğinde vasıtasız olarak göklere de çıktıkları, bazı konularda kulak hırsızlığı yapmakta oldukları, onları ateşten şihapların takip ettikleri anlaşılmaktadır. Oysa insanlardan, o dönemde de sonraki dönemlerde de göğe vasıtasız çıktıkları ne görülmüş ne de duyulmuştur.

Cinlerin, insanlardan farklı yaratıklar oldukları ile ilgili bir başka delil de Neml suresi, 17. ayetidir. Bu ayette yüce Allah (cc), cin, insan ve kuşlardan ayrı ayrı orduların toplandığını bildirmektedir. Şayet iftiracı yalancıların iddia ettikleri gibi cinler insan olsalardı burada yüce Allah (cc), cinleri ayrı değil, insanlarla beraber zikrederdi ve insanlardan ve kuşlardan ordular diyerek iki ayrı varlığı belirtirdi.

“Süleyman’a cinlerden insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı, hepsi bir arada düzenli olarak sevk ediliyordu.” (Neml, 17)

Cinlerin yaratılışı

Yüce Allah (cc), cinlerle insanların yaratılışlarının farklı olduklarını ve birbirine zıt, farklı şeylerden yaratıldıklarını bildiriyor. İnsanı, çamurdan yaratan yüce Allah (cc), cini de ateşten yaratmıştır.

“İnsanı kiremit gibi pişmiş çamurdan yarattı; cini de halis ateşten yarattı.” (Rahman, 14-15)

“Andolsun biz insanı pişmemiş çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık; cini de, daha önce, nüfuz eden kavurucu ateşten yarattık.” (Hicr, 26-27)

Bu apaçık hükümlere rağmen cin ve insanların, bu farklı şeylerden yaratılmalarını bilmeden, cinlerin insan olduklarını iddia edenler, ya bilinçli bir şekilde gerçekleri saptırıyorlar ya da Kur’an’dan başka kaynaklara dayanarak bilinçsiz bir şekilde yanlışa düşüyorlar.

Cinlere de rasuller gönderilmiştir

Yüce Allah (cc), cüzi irade verdiği yarattıklarına, onların kendi iradeleri ile iman etmeleri için Tevhidi esasları ve doğru yolu gösteren, Hakkı bildiren kitaplar göndermiş, onlara yol göstermiş ve iman edip etmeme konusunda onları serbest bırakmıştır. Cinlere de peygamberler gönderilmiş; peygamberler, cinlerden yüce Allah’a şirk koşmamalarını istemişler, iman esaslarını bildiren ilahi mesajı onlara duyurmuşlardır.

“Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi anlatan ve bugününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? ‘Kendi aleyhimize şahidiz.’ dediler; dünya hayatı onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına şahidlik ettiler.” (En’am, 130)

Cinlerin içerisinde de Tevhidi esasları duyuran davetçiler vardır

Rasullerin gönderilmediği dönemlerde, tıpkı insanlarda olduğu gibi, cinlerden de Tevhidi esasları anlatan davetçiler olmuş ve onlar, cinleri yüce Allah’a şirk koşmadan iman etmeye davet etmişlerdir.

“Bir zaman, cinlerden bir topluluğu, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik; ona geldiklerinde (birbirlerine): ‘Susun, (dinleyin)’ dediler. (Okuma) bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler: ‘Ey kavmimiz, biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, gerçeğe ve doğru yola götüren bir Kitap dinledik.

Ey kavmimiz, Allah’ın davetçisine uyun ve ona inanın ki (Allah) günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi, acı azapdan korusun. Kim Allâh’ın davetçisine uymazsa, yeryüzünde (başına geleceklere) engel olamaz, kendisinin O’ndan başka velileri de olmaz, onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.’ dediler.” (Ahkâf, 29-32)

Cinlerden de Müslümanlar ve kâfirler, Haktan saptıran belamlar bulunmaktadır

Birçok yönleri ile insanlara benzerlik gösteren cinler topluluğu içinde de tıpkı insanlarda olduğu gibi iman edenler, inkâr edenler, belamlar, münafık ve fasıklar bulunmaktadır.

“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları, uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.” (En’am, 112)

Bu ayette belirtilen “(Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar.” ifadesi, Risalet tarihinde her dönemde ve özellikle de günümüzde, insanları Allah yolundan saptırmak için edebiyat yapıp yaldızlı sloganlar kullanan belamların varlıklarını ortaya koymaktadır.

“(Ateşe giren) kâfirler dediler ki: ‘Rabbimiz, bizi saptıran cin ve insanları bize göster, onları ayaklarımızın altına alalım da alçaklardan olsunlar!" (Fussilet, 29)

Cinlerin belam ve kâfirleri de, tıpkı insan belam ve kâfirler gibi, cinleri Allah yolundan saptırıp şirke düşmelerine neden olmuşlardır.

“Hepsini bir araya toplayacağı gün: ‘Ey cinler topluluğu, siz insanlarla çok uğraştınız’ der. Onların, insan dostları derler ki: ‘Rabbimiz, birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık.’ (Allah da) buyurur ki ‘Durağınız ateştir, Allah’ın, dilemesi hariç, orada ebedi kalacaksınız.’ Şüphesiz Rabbin hakimdir, bilendir.” (En’am, 128)

Cinlerden Allah’a iman edip O’na davet eden, Tevhidi esasları onlara duyuran davetçiler olduğu gibi, Hakkı batılla bulayıp gerçekleri gizleyen ve Allah yolundan alıkoyan belamlar da vardır.

“Biz onlara birtakım (kötü) arkadaşlar sardırdık, onların önlerinde ve arkalarında bulunan her şeyi onlara süslü gösterdiler; kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan topluluklarına (o) söz kendilerine de gerekli oldu, çünkü hep ziyanda idiler.” (Fussilet, 25)

“Meğer bizim beyinsiz (belam) Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş. Biz insanların ve cinlerin, Allah’a karşı yalan söylemeyeceklerini sanmıştık.” (Cin, 4-5)

Gerek cinlerden, gerekse insanlardan olsun tüm belamlar, yalancı ve ikiyüzlüdürler. Onlar, dünyevi küçük bir çıkar için rahatlıkla yalan söyler, insanları kandırırarak saptırırlar.

“(Allah) buyurdu: ‘Sizden önce geçen cin ve insan topluluklariyle beraber ateşin içine girin’ Her ümmet girdikçe yoldaşına lanet etti, hepsi birbiri ardından orada toplanınca sonrakiler, öncekiler için dediler ki: ‘Rabbimiz, bunlar bizi saptırdılar, bunlara ateşten bir kat daha azab ver’ (Allah): ‘Hepsi için bir kat fazla (azap) vardır, ama siz bilmezsiniz’ dedi.” (A’raf, 38)

Belamlar tarafından aldatılıp Hak yoldan çevrilenler, Kıyamet günü gerçekleri görecekler, ancak o gün iş işten çoktan geçmiş olacak ve aldatanlar da, aldatılanlar da topyekün cehennneme sürüleceklerdir.

Cin ve insanların ilişkileri

Cin ve insan ilişkisinin varlığı, Kur’an’da birçok ayette açıklanmış, reel hayatta da birçok örneği görülmüştür. Başta medyum ve benzeri bazı kimseler, cinlerden yararlanmakta, onları kullanarak bazı saf kimseler üzerinde etkili olmakta ve maddi çıkar elde etmektedirler.

“Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklığını artırırlardı.” (Cin, 6)

Birçok hikâye ve masallarda sözkonusu edilen cinler, insanların hayatlarında önemli bir yer tutar. İnsanların bir kısım hastalıklarına, psikolojik bunalımlarına ya da anormal hareketlerine bir anlam verilmediğinde bu kişi ya da kişilerin cinlendiği iddia edilir. Bunun yanında, insanlardan açıkgöz olan kimselere “cin gibi”, “cin fikirli” denilerek cinlerin olumlu yanları da, insanlar arasında yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.

Cinlerin, insanlarla birebir ilişkileri de olmuştur; hem Hz. Süleyman (as)’ın Kur’an’da geçen kıssasında, hem de günlük hayatta cinlerin insanlarla ilişkileri üzerinde durulur. Kur’an, birçok ayetinde, cin ve insanları beraber ele alır, cinlerin, insanlar üzerinde oynadıkları oyunlar gözler önüne serilir.

“Süleyman’a da, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay(lık mesafe) olan rüzgârı boyun eğdirdik ve onun için katran kaynağını da akıttık. Rabbinin izniyle cinlerin bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı taddırırdık. Ona dilediği gibi kaleler, heykeller, havuzlar kadar leğenler, sabit kazanlar yaparlardı. ‘Ey Davud âilesi, şükredin; kullarımdan şükreden azdır.” (Sebe, 12-13)

“Süleyman’a cinlerden insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı, hepsi bir arada düzenli olarak sevk ediliyordu.” (Neml, 17)

“Cinlerden bir ifrit: ‘Sen makamından kalkmadan önce ben onu sana getiririm, bunu yapmağa gücüm yeter ve bana güvenilir’ dedi.” (Neml, 39)

Ayetlerde de belirtildiği üzere, cinler, birçok konuda insanlarla içiçe olmuş, cin ve insanlar birbirlerinden yararlanmışlardır.

“Onlardan gücünün yettiğini sesinle yerinden oynat; atlıların ve yayalarınla onların üzerine yaygarayı bas; mallarda ve evlatlarda onlara ortak ol; onlara vaadler yap; şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez.” (İsra, 64)

Cinler gaybı bilmezler

Ne insanlar ne de cinler, gaybı bilmezler; cinler de ancak kendilerine bildirilenleri bilebilirler. Bunun dışında gelecekle ilgili hiçbir bilgiye sahip değillerdir.

“De ki: ‘Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilmez; ne zaman dirileceklerini de bilmezler.” (Neml, 65)

“(Süleyman’ın) ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Kurt, değneği içten kemirip Süleyman) yıkılınca (öldüğü anlaşıldı ve) anlaşıldı ki eğer cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” (Sebe, 14)

Kur’an, cinlerin gaybı bilmediğini, Hz. Süleyman (as)’ın ölümünü örnek vererek bildirmiştir. Kendilerine iş yaptıran Hz. Süleyman (as)’ın hemen önünde çalışan cinler, Hz. Süleyman (as)’ın, bastonuna dayanmış bir şekilde başlarında durup kendilerine baktıklarını sanarak uzun zaman, durup dinlenmeden, oldukça yorulmalarına rağmen korkularından ses çıkarmadan, çalışmaya devam etmişler; ta ki, bir kurdun içerden yiyerek çürütmesi sonucunda bastonun Hz. Süleyman (as)’ın ağırlığına dayanamayıp kırılması ile öldüğünün anlaşılmasına kadar.

Halk arasında cincilerin, gaybı bildikleri iddia edilir. Oysa onlar gaybı değil, olmuş bir olayı ya da gıyablarında söylenen sözleri bilirler. Bunun nedeni de, cinlerin, kendileri ile ilişkili olan kimselere haber vermeleridir. Cinler, cincilerin gıyabında konuşulan sözleri cincilere söylerler. Cinler, çok süratli hareket ettikleri için, cinciler hakkında konuşan kimseler, daha cincilerle görüşmeden cinler, konuşulan sözleri cincilere iletirler. Bu da halk arasında cincilerin, gaybı bildikleri şeklinde yayılır.

Cinler de eksik ve acizdirler

Yaratılan hiçbir varlık mükemmel değildir; eksiklik ve noksanlıklardan münezzeh olan yalnızca yüce Allah’tır. Cinler de, tıpkı insanlar gibi eksik ve noksandırlar. Bu nedenle de hata yapabilir, günah işleyebilirler. Yüce Allah (cc), cinlere de elçiler göndererek onların, tevbe edip arınmalarını istemiştir.

“Ey cinler ve insanlar topluluğu, göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçin gidin, ancak kudretle geçebilirsiniz.” (Rahman, 33)

“De ki: ‘Andolsun eğer insan(lar) ve cin(ler) bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine yardım etseler yine onun benzerini getiremezler.” (İsra, 88)

Kâfirler, rasulleri “cinlenmiştir” diyerek inkâr ettiler

İnsanlar, genellikle beğenmedikleri, karşı oldukları kişileri, cinlere benzetmektedirler. Risalet tarihinde kâfirler, kendilerine gönderilen rasulleri, halkın gözünden düşürmek, ona inanılmasını engellemek için onları, “cinlenmiştir” diyerek küçük düşürmeye çalıştılar, iftira edip saldırdılar.

“Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanlamıştı, kulumuzu yalanladılar ve: ‘Cinlenmiştir’ dediler ve o (davetten) menedildi.” (Kamer, 9)

“Cinlenmiş bir şair için biz ilahlarımızı mı terk edeceğiz? derlerdi.” (Saffat, 36)

“Ondan yüz çevirdiler: ‘Bu, öğretilmiştir, cinlenmiştir’ dediler.” (Duhan, 14)

“İşte böyle, onlardan önce de ne kadar elçi geldiyse mutlaka: ‘Büyücü ya da cinlenmiş’ dediler.” (Zariyat, 52)

Yüce Allah (cc), rasullerini her zaman korumuş, onların cinlenmediklerini ve Kendisinin elçileri olduğunu birdirmiştir.

“Sen, Rabbinin nimetiyle cinlenmiş (deli) değilsin.” (Kalem, 2)

“Arkadaşınız cinli değildir.” (Tekvir, 22)

Yüce Allah (cc), cinlerden sakınılmasını istiyor

Gerek İblis’in, cin taifesinden gelmesi, gerekse cinlerden kâfir olanların insanlarla ve özellikle Müslümanlarla uğraşmaları nedeniyle yüce Allah (cc) iman edenlerin, cinlerden sakınmalarını, onların, yalan ve vesveselerine aldanmamalarını istemiştir.

“De ki: ‘Sığınırım insanların Rabb’ine, İnsanların Melikine, İnsanların ilahına. O sinsi vesvesecinin şerrinden, cin ve insanlardan olan o (hannas) ki, insanların göğüslerine fısıldar.” (Nas, 1-5)

“Cinleri Allah’a ortak yaptılar, halbuki onları O yaratmıştır; bilmeden O’na oğullar ve kızlar icat ettiler. Haşa O, onların ileri sürdüğü niteliklerden münezzehtir!” (En’am, 100)

“(Melekler) derler ki: ‘Sen yücesin, bizim velimiz onlar değil sensin; kesinlikle onlar, cinlere tapıyorlardı, çokları onlara inanıyorlardı." (Sebe, 41)

“Allah ile cinler arasında bir nesep uydurdular; oysa cinler de kendilerinin getirileceklerini bilmişlerdir.” (Saffat, 158)

Cinler, gökten bazı bilgileri çalmak istemeleri

Cinler, halis ateşten yaratılmaları nedeniyle, insan gibi maddi bir bedene sahip değillerdir. Bu nedenle çok hızlı hareket etmekte, engel tanımadan istedikleri bir yerden başka bir yere çok rahatlıkla gidebilmektedirler. İnsanlardan farklı olan bu özelliklerini kullanan bazı cinler, gökte melekler arasında, insanlarla ilgili yapılan konuşmaları dinler, bu bilgileri kendileri ile ilişkili olan insanlara ulaştırırlardı.

Cinlerin kendilerine getirdikleri bilgileri alan cinlerle ilişkili kimseler, kim hakkında ne söylenmiş ise ya da gelecekte yapılabilecek bazı durumları insanlara anlatarak para kazanırlardı. İşte bu ayetlerden sonra cinlerin, kulak hırsızlıklarının önü kesilmiştir.

“Andolsun biz, gökte burçlar yaptık ve onu bakanlar için süsledik, onu, her recim şeytandan koruduk, ancak kulak hırsızlığı eden olursa, onu da parlak bir ışın kovalar.” (Hicr, 16-18)

“Onlar mele-i A’lâyı (yüce melekler topluluğunu) dinleyemezler; her yandan kendilerine (ışınlar) atılır, kovulurlar. Onlar için sürekli bir azap vardır, yalnız (yüce topluluktan) bir söz kapan olursa, onu da delici bir şihâb (ışın)izler.” (Saffat, 8-10)

“Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçilerle ve ışınlarla doldurulmuş bulduk ve biz onun dinlemeğe mahsus olan oturma yerlerinde oturur(gayb haberlerini dinlemeğe çalışır)dık; artık şimdi kim dinlemek istese kendisini gözetleyen bir ışın bulur, bilmiyoruz bununla yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rabbleri onları doğruya mı iletmek diledi.” (Cin, 8-10)

Cinlerle ilgili Kur’an’ın bildirdiği gerçekler bunlardır; bunlar dışında, bu gerçeklere uymayan iddialar, tamamen hayal ürünü ve insanları Kur’an gerçeğinden uzaklaştırma çabasıdır.

Yaratıcı olan yüce Allah (cc), yarattığı cinlerin, nasıl varlıklar olduklarını, bütün detayları ile bildirmiştir. Müslümanlar, ancak Rab’lerinin kendilerine bildirdiği gerçeklere iman ederler. Bu gerçeklerin dışındaki her bilgi ve iddia, insanları Allah yolundan saptırmak isteyen şeytanın ve şeytanın paralelinde hareket eden insan cinsinden belamların, insanlara kurdukları tuzaklardan başka bir şey değildir ki, Kur’an onların ifadelerini saçma olarak veriyor. “Meğer bizim beyinsiz (belam) Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş.” (Cin, 4)

Bütün doğru bilgiler ve gerçekler, yalnızca yüce Allah’ın bildirdiği Kur’an’dadır; bunun dışındaki her bilgi, İblisin ve onun paralelinde hareket eden cin ve insan belamlarının uydurdukları saçma bilgilerdir.

Surenin Açıklaması

Yüce Allah (cc), Kur’an’ın, kolay ve anlaşılır bir kitap olduğunu bildirirken aynı zamanda bu anlaşılmanın nasıl olacağını da örneklendirerek açıklamıştır. Kur’an’ın ne buyurduğunun anlaşılması, buyrukları doğrultusunda hareket edilmesi ve yaşamsal hayata uygulanması için mutlaka onun gereği gibi okunması ve dinlenmesi gerekir. Yüce Allah (cc), A’raf suresi 204. ayette “Kur’an okunduğunda onu dinleyin, susun ki, size rahmet edilsin.” (A’raf, 204) buyurmuş, Kur’an okunduğunda susup rahmete ulaşanların nasıl hareket ettiklerinin örnekliğini de Cin suresinde vermiştir.

1-3- De ki: ‘Cinlerden bir topluluğun Kur’an dinleyip şöyle dedikleri bana vahyolundu.’ ‘Biz harikulâde güzel bir Kur’an dinledik, doğru yola iletiyor, ona inandık, artık Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız. Doğrusu Rabbimizin şanı yücedir. O, eş ve çocuk edinmemiştir.

İnsanlardan bir çoğunun, küfür, şirk ve sapıklık içerisinde debelenmelerinin, temel nedeni Kur’an’ı, gereği gibi okuyup anlamamalarıdır. Aklı selim sahibi insanlar, Kur’an’ı, anlayarak okumuş olsalar ya da okunduğunda gereği gibi dinlemiş olsalar, Kur’an’ı anlayacaklar, işte o zaman hem Rablerini gereği gibi razı edebilecekler, hem de kendilerini saptırmak isteyen beyinsiz belamların saptırmalarından kurtulacaklardır.

Öğüt alınması için kolaylaştırılan Kur’an’ın, günümüzde toplumsal hayatta olmaması, insanların onu anlamamalarından dolayı değil, onu okumamalarından anlamak istememelerinden ve Kur’an’ın önünde engel teşkil eden belamların varlığındandır.

Cin ve insanların benzer taraflarının bulunduğu gerçeği, cinlerin de insanlar gibi Rab’lerine kulluk yapmaları için yaratılmalarıdır. Bu nedenle cinlerden iman edenler bulunduğu gibi, onların içlerinde de, yüce Allah’a ortaklar koşan, Hakkı batıla bulayan belamlar, münafık ve fasıklar da bulunmaktadır. Cinlerin, 2 ve 3. ayette: “Doğru yola iletiyor, ona inandık, artık Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız. Doğrusu Rabbimizin şanı yücedir. O, eş ve çocuk edinmemiştir.” demeleri, onların içlerinde de müşriklerin bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Günümüzde olduğu gibi hemen her dönemde bazı kimseler, Rab’lerinden kendilerine gönderilen ilahi buyrukları okuyup anlamadıkları, sorup öğrenmedikleri, okunduğunda gereğince dinlemedikleri için belamların tuzaklarına düşmüşlerdir. Belamlar, dillerini eğip bükerek, Hakkı batılla karıştırıp gerçekleri gizleyerek, yüce Allah (cc) ve O’nun dini hakkında insanları yanlış bilgilendirmekte, yalan söylemektedirler.

4- Meğer bizim beyinsiz (belam) Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş.

Kur’an’da delili ve kaynağı bulunmayan her söz, her iddia ve her hareket saçmalık, sapıklık ve yalan; bunları söyleyip yapanlar da beyinsizlerdir. Kur’an dışı söz ve davranışların saçmalık olduğu, Ashab-ı Kehf’in şu sözlerinden net olarak anlaşılmaktadır.

“Kalblerinin bağlamıştık; kıyam ettiler, dediler ki: ‘Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir, biz O’ndan başkasına ilah demeyiz, yoksa saçma söylemiş oluruz.” (Kehf, 14)

Yüce Allah (cc) ve O’nun indirdiği Kur’an hakkında, uydurulan bilgiler, söylenen sözler, Kur’an’ın anlaşılmaması için çıkarılan fitne kaynaklı gürültülerdir. Kur’ani delili bulunmayan bilgilere inananlar, hiçbir zaman Kur’an’a yönelemezler ve doğru yolu bulamazlar.

“Kâfirler dediler ki: ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin, o(okunduğu)nda gürültü edin, belki ona galib gelirsiniz." (Fussilet, 26)

Kur’an’ın anlaşılmaması için, beşeri küfür düzenleri ve onların kiralık Samiri soylu belamları, bir sürü boş ve anlamsız bilgiler üzerinde tartışarak gündemi saptırırlar. Onlar, böylece Risalet tarihinde en önemli konu olan ve bütün Risalet önderlerinin ilk olarak gündemlerine aldıkları Tevhidi esaslara, insanların yönelmesine engel olmaktadırlar. Bu, her dönem inkârcılarının ve belamların başvurdukları bir taktiktir.

“Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonra gelen kollar da yalanladı; her millet, elçisini yakalamağa yeltendi; hakkı gidermek için boş şeyler ileri sürerek tartıştılar. Bu yüzden onları yakaladım; azabım nasıl oldu?” (Mü’min, 5)

Belamlar, kendileri Kur’an’a yönelip Tevhidi esasları ortaya koymadıkları gibi, insanların da Kur’an’a yönelmesine engel olmaktadırlar. Böylece insanlar, Tevhidin mahiyetini kavrayamamakta ve şirke bulanmış bir şekilde hayatlarını devam ettirmektedirler.

“Onlar hem (insanları) ondan menederler, hem de kendileri ondan uzak dururlar. Böylece yalnız kendilerini mahvediyorlar ama farkında değiller!” (En’am, 26)

Belamların, Kur’an’ın anlaşılmasının önünde oluşturdukları bid’at ve hurafeye dayalı din anlayışından kurtulmanın, şeriksiz bir şekilde yüce Allah’a iman etmenin yolu, cinlerin yaptıkları gibi Kur’an okunduğunda susup dinlemek ve Kur’an’ı, tüm ön edinimlerden sıyrılarak okumaktır.

‘Biz harikulâde güzel bir Kur’an dinledik, doğru yola iletiyor, ona inandık, artık Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız. Doğrusu Rabbimizin şanı yücedir. O, eş ve çocuk edinmemiştir.” (Cin, 1-3)

5- Biz insanların ve cinlerin, Allah’a karşı yalan söylemeyeceklerini sanmıştık.

Doğru sözün, doğru hareketin kaynağı Kur’an’dır; Kur’an’dan alınmayan her söz ve davranış, yalan ve yanlış olduğu gibi, yüce Allah’a karşı yalan söylemek ve yüce Allah’ın üzerine iftira atmak ve şirktir.

Şirk, yüce Allah’a ortak koşmakla beraber aynı zamanda yüce Allah (cc) hakkında yalan söylemektir. Şirk, yüce Allah’ı eksik tanımak ve ona ortaklar ihdas etmektir ki bu, yüce Allah’a yapılan en büyük zulümdür. Yüce Allah (cc), eksikliklerden münezzeh olduğu halde O’na ortaklar ihdas etmek, O’nun hakkında yalan söylemektir.

İnsanların, şirke ve küfre düşüp doğru yoldan sapmalarının en önemli nedeni, Kur’an’ı anlamamaları ve anlamak için çaba sarf etmemeleridir. İnsanların bu cehaletlerinden yararlanan cin ve insan belamlar, insanları, süslü sözlerle kendilerine bağlamakta, onların maddi ve manevi değerlerini sömürmektedirler.

6- Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların azgınlıklarını artırırlardı.

Cin ve insan ilişkileri hep varolagelmiştir; insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınmış, onlar vasıtası ile diğer insanlar üzerinde etkili olmaya çalışmışlardır. Kur’an’ı gereği gibi bilmeyen, okuduklarında anlamayan, Kur’an’la hayatlarını düzenlemeyen kimseler, belli bazı sıkıntılarının giderilmesi için, cinci denilen kimselere başvurmakta, onlar da yalan ve hile yoluyla bu insanları kandırarak maddi kazanç elde etmektedirler.

Cin ve insanlardan bazılarının, birbirlerinden yararlandıkları, kıyamet günü kendileri tarafından itiraf edilecek, ancak o gün artık onlar için çok geç olacaktır.

“Hepsini bir araya toplayacağı gün: ‘Ey cinler topluluğu, siz insanlarla çok uğraştınız.’ denir. Onların, insan dostları derler ki: ‘Rabbimiz, birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık.’ (Allah) buyurur ki ‘Durağınız ateştir. Allah’ın, dilemesi dışında, orada ebedi kalacaksınız.’ Şüphesiz Rabbin hakimdir, bilendir.” (En’am,128)

Yüce Allah’ı bırakıp cin ve insanlara sığınmak, başkalarının istek ve arzularına, kanun ve kurallarına göre hareket etmek insan için geçici basit bir aldatmadan başka bir şey değildir. Allah’tan başka sığınılan kimseler, kendilerine sığınanları saptırırlar ve onların ancak azgınlıklarını artırırlar.

Geçmişten günümüze kadar ortaya çıkan sapıklıkların, Tevhidden şirke, imandan küfre, Haktan batıla düşmenin temel nedeni, yüce Allah’ı, O’nun gönderdiği ilahi mesajı bırakıp başkalarına sığınmaktır.

Cin ve insanın, birbirleri ile ilişkileri bulunduğunu ifade eden bu ayetler, medyumları belirttiği gibi aynı zamanda, cin taifesinden gelen İblis’in yardımcılığını yapan belamları da belirtmektedir. Bunlar, insanları kandırmak için yalan söylemekte, yüce Allah (cc) hakkında asılsız iddialar ileri sürmektedirler.

7- Onlar da sizin sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi diriltmeyeceğini sanmışlardı.

Cinler içerisinde de kâfirler bulunmakta, onlar da, tıpkı insan ateistler gibi yüce Allah’ı ve yeniden dirilmeyi inkâr etmektedirler. Ayette geçen ifade oldukça önemli bir şeyi vurgulamaktadır. “Onlar da sizin sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi diriltmeyeceğini sanmışlardı.” bu ifade, cin ve insanların bir başka ortak yönlerini göstermektedir.

“İnkâr edenler dediler ki: ‘Biz de babalarımız da toprak olduktan sonra mı, biz mi (diriltilip) çıkarılacağız?" (Neml, 67)

“Onlar ki zekât vermezler ve onlar ahireti de inkâr ederler.” (Fussilet, 7)

Bir şeye inanmak, yalnızca sözden ibaret bir kabul değildir; inanmak o iman edilen şey doğrultusunda yaşamaktır. Ahirete ve yeniden dirilmeye iman eden bir kimse, iman ettiği gerçeklere uygun bir yaşantı ortaya koymak zorundadır. İşte bu iman, gerçek bir imandır. Ahiretin inkârı da, ahirete uygun bir hayat sürmemek, orada hesaba çekileceği gerçeğini sürekli düşünmemektir.

Cinlerin, insanlardan farklı yönleri ise onların, maddi bir cisme sahip olmamaları ve çok hızlı hareket etmeleri nedeniyle göklere çıkmaları, kısa bir zaman içerisinde bir yerden başka bir yere gitmeleridir.

8-9- Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçilerle ve ışınlarla doldurulmuş bulduk ve biz, onun dinlemeğe mahsus olan oturma yerlerinde oturur(insanlar hakkında söylenenleri dinlemeye çalışır)dık. Artık şimdi kim dinlemek istese, kendisini gözetleyen bir ışın bulur.

Mele-i A’lâ’da, insanlar hakkında konuşulanları dinleyip insan dostlarına söyleyen cinler, bu yaptıkları ile kendileri ile ilişkileri bulunan kimselerin maddi kazanç elde etmelerini sağlamışlardır. Daha sonra Kur’an’ın nazil olması ile cinlerin bu kulak hırsızlıklarının önü kesilmiştir.

“Andolsun biz, gökte burçlar yaptık ve onu bakanlar için süsledik, onu, her recim şeytandan koruduk, ancak kulak hırsızlığı eden olursa, onu da parlak bir ışın kovalar.” (Hicr, 16-18)

“Onlar mele-i A’lâyı (yüce melekler topluluğunu) dinleyemezler; her yandan kendilerine (ışınlar) atılır, kovulurlar. Onlar için sürekli bir azap vardır, yalnız (yüce topluluktan) bir söz kapan olursa, onu da delici bir şihâb (ışın)izler.” (Saffat, 8-10)

Mele-i A’lâ’dan yaptıkları kulak hırsızlıklarının önü kesilmesi ile cinler, artık orada ne olup bittiğini bilmemektedirler. Onlar da tıpkı insanlar gibi, vahiy nazil olduktan sonra, olaylardan ve insanlar hakkında takdir edilenlerden haberdar olmaktadırlar.

10- Bilmiyoruz bununla yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onları doğruya mı iletmek diledi.

Bu itirafları da gösteriyor ki cinler, gaybı bilmiyorlar. Hz. Süleyman (as)’ın kıssasında da görüldüğü üzere cinler, yanı başlarında cereyan eden bir olayı bile görmekten acizdirler.

“(Süleyman’ın) ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Kurt, değneği içten kemirip Süleyman) yıkılınca (öldüğü anlaşıldı ve) anlaşıldı ki eğer cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” (Sebe, 14)

Gaybı bilmemek, gelecekte ne olacağı konusunda bilgi sahibi olmamak bir acziyetin apaçık göstergesidir. Bu gerçeğe rağmen bazı kimseler, kendi acziyetlerine bakmadan, yarın ve yarınlarda ne olacağını bilmeden, insanların geleceğe dair hayatları için hüküm koyarak apaçık bir şekilde azgınlaşmaktadırlar. Ancak iman edenler müstesna; onlar, her şeyi en iyi bilen Rab’lerinin, geleceğe dair hükümlerine iman ettikleri için azgınlığı değil, teslimiyeti seçmişler ve böylece kurtuluşa ulaşmışlardır.

11- Bize gelince, bizden iyiler de var ve bizden başka türlü olan da var; biz çeşitli fırkalara ayrıldık.

İrade verilen her tür varlık içerisinde, iyiyi yol edinip doğru hareket edenler bulunduğu gibi, arzularını ilah edinip peşi sıra giden kötüler de vardır. Cinler de, tıpkı insanlarda olduğu gibi, iman edenler, inkâr edenler, azgınlığı yol edinenler, Hakkı batılla karıştırıp gerçekleri gizleyenler şeklinde çeşitli fırkalara ayrılmışlardır.

Kötü kimseler, kötülük yapmakla, kötülüğü yol edinmekle ancak kendilerine zarar verirler. Onlar, bu yaptıkları kötülüklerle ne yüce Allah’a, ne de Müslümanlara verirler. Nasıl ki iman sahibine fayda veriyorsa, aynı şekilde inkâr da ancak sahibine zarar verir ve onu, her iki cihanda da helaka sürükler.

12- Biz yeryüzünde Allah’ı aciz bırakamayacağımızı (imandan) kaçmakla da O’nu aciz bırakamayacağımızı anladık.

Cin ve insanlardan olan inkârcılar, küfür ve şirke sapmakla (hâşâ) yüce Allah’ı aciz bırakacaklarını sanan, aslında kendileri aciz ve zavallı olan kimselerdir. Onlar, inkâr etmekle ancak kendilerine zarar verdiklerinin farkında olamayacak kadar kördürler. Aynı şekilde bir kimse, iman etmekle de yüce Allah’ı değil kendisini yüceltir. Bazı kimselerin iman etmekle sanki lütufta bulunuyormuş gibi tavırlarını yüce Allah (cc) kınamakta, onların kendilerinin, yüce Allah’a muhtaç olduklarını bildirmektedir.

“İslâm olmalarını senin başına kakıyorlar; de ki: ‘Müslüman olmanızı benim başıma kakmayın, aksine eğer gerçekten inanmışsanız, sizi imana ilettiği için Allah, sizin başınıza kaksa yeridir.” (Hucurat, 17)

“Ey insanlar, siz Allah’a muhtaçsınız, Allah ise, işte zengin ve hamde layık olan O’dur.” (Fatır, 15)

İnsanlar ve cinler, ne inkâr etmekle yüce Allah’a zarar verebilirler, ne de O’na iman etmekle O’nu yüceltebilirler. O’nun şanı zaten yücedir ve O, kullarının üzerinde yegâne Hakimdir. Şanı yüce Allah (cc), adil ve Rahman sıfatı gereği herkese kazandığının karşılığını verecektir. Bu nedenle akıllı kimselerin yapmaları gereken şey, Rab’lerine yönelip iman etmek, O’nun gönderdiği Kur’an’ın buyrukları doğrultusunda hareket etmektir. İşte bu, insan için kurtuluşun tek yoludur.

13- Biz, hidayete ulaştıran(Kur’an)ı işitince ona inandık; kim Rabbine inanırsa (ne hakkının) eksik verilmesinden, ne de kendisine kötülük edilmesinden korkar.

Kur’an’ın, insanı hidayete ulaştırabilmesi için, ona iman ettiklerini söyleyenlerin, mutlaka onun hükümleri doğrultusunda hareket etmeleri gerekir. Hükümleri doğrultusunda hareket edilmediği sürece Kur’an, insana hiçbir fayda sağlamaz, insanı, yüce Allah’ın rızasına ulaştırmaz.

Kur’an’a iman etmek, onun bildirdiği hükümler doğrultusunda, hiçbir sıkıntı duymadan hareket etmekle mümkündür. Kur’an’a iman eden bir kimse, kendisinde, eski yaşantısına ait her düşünce ve hareketi derhal terk etmeli, kalbini ve düşüncesini, yeni iman ettiği Kur’ani esaslara göre yeniden tanzim etmelidir. İşte ancak bu durumda o kişi, iman iddiasında samimi olur ve ancak o durumda Müslüman olur.

14-15- Ve biz, bizden Müslümanlar da var ve bizden doğru yoldan sapanlar da var. Kimler Müslüman olursa işte onlar doğru yolu aramışlardır. Hak yoldan sapanlar ise cehenneme odun olmuşlardır.

Kavramları netleştirmek

Kur’an’da, her şey net ve açık bir şekilde ortaya konulmuş, her şey, zıddı ile vurgulanarak belirtilmiştir. Cennet cehennem, aydınlık karanlık, Hak batıl, Tevhid şirk, iman küfür, hidayet sapıklık gibi kavramlar zıddı ile daha bir netleştirilerek açıklanmıştır. Kur’an’da gri renk yoktur; her şey siyah beyaz şeklinde, ilmi bulunmayan en sıradan bir kimsenin bile anlayacağı bir şekilde, konular izah edilmiştir.

Vahyin, oldukça anlaşılır ve kolay olması nedeniyle tarihsel süreçte, Risalet önderlerine iman edenlerin çoğunluğunu halktan insanlar ve köleler oluşturmuştur. Bu, vahyin iman eden kimseler tarafından çok net anlaşıldığının göstergesidir.

Günümüzde, çeşitli saptırmalar, kavramların anlamlarının değiştirilmesi ve içlerinin boşaltılması, toplumun önüne çıkartılmış belamların, Kur’an’a karşı bilinçli bir şekilde hareket etmeleri gibi nedenlerle Kur’an’ın önüne duvarlar örülmüş ve insanların Kuran’ı anlamaları zorlaştırılmıştır.

Putperstlerin, belamlar tarafından insanlara Müslüman diye empoze edildiği, Allah düşmanı tağutun kurallarının bu belamlar tarafından şaşmaz ölçü olarak alındığı ve putperestliğin normal bir davranışmış gibi algılandığı, her türlü gayri İslami fiilleri işleyenlerin bile Müslüman olarak tanımlandığı bir ortamda, Kur’ani kavramların ifade ettikleri gerçek manalarını insanlara anlatmak oldukça zordur.

“Bizden Müslümanlar da var ve bizden doğru yoldan sapanlar da var.” Müslüman olmak ve Müslümanlardan olmak ifadesi, yukarıda anlatılan nedenlerle toplumda hiçbir şey ifade etmiyor. “Ben Müslümanım” denildiğinde, görüntü ve hareketleriyle, söz ve ifadeleriyle bir gayri müslimi andıran ve çağrıştıran bir erkek ya da kadın, anında “Ben kâfir miyim?” diye tepki gösterebiliyorsa bu, kavramların ne oranda dejenere edildiğinin, içlerinin boşaltıldığının apaçık göstergesidir.

Günümüzde Müslüman olmak, sadece bir sıfat olarak kalmıştır. Bu sıfatın, vahye teslim olan, tüm düşünce, söz ve davranışları ile iman ettikleri vahiy doğrultusunda hareket eden kişilere, yüce Allah (cc) tarafından, onları onurlandırmak için verildiği unutulmuş, halkında Müslüman olan bir beldede doğup büyümek, Müslüman olmak için yeterli görülmüştür.

Müslüman olmak, hiçbir irade beyan etmeden, iman edilen Kur’ani esaslara tam bir teslimiyetle teslim olmak, teslim olunan Tevhidi ilkelerle bir kimliğe ve kişiliğe kavuşmak, hiçbir sıkıntı duymadan Kur’ani hükümler doğrultusunda hayatı tanzim edip yaşamaktır. Kişi ancak bu hal üzere yaşarsa Müslüman olabilir ve ancak bu durumda Kur’an’a iman etmek mümkün olabilir.

Müslüman sıfatına sahip olan bir kimse, herhangi bir konuda ve durumda bu sıfatı zedeleyecek davranışlarda bulunması halinde bu sıfat otomatik olarak ondan kaldırılır ve Kur’an’da, kişinin davranışına göre yeni bir sıfata sahip olur. Bunlar da müşrik, münafık, fasık, mürted ve kâfir sıfatlarıdır. Kısaca özetlenecek olursa.

Yalan söylemek; Kur’an, yalan söylemeyi Müslümanlık vasfından saymamakta, yalanı ancak ayetleri inkâr edenlerin söyleyebileceklerini bildirmektedir.

“Yalanı ancak Allah’ın ayetlerine inanmayanlar uydurur; yalancılar, işte onlardır.” (Nahl, 105)

Namaza üşenerek kalkmak, sadakaları istemeye istemeye vermek; Kur’an, iman edilen esaslara, hiçbir sıkıntı duymadan teslim olmayı ve iman edilen hükümler doğrultusunda isteyerek ve severek hareket etmeyi emretmekte; isteksiz ve sıkıntılı davranışların, Müslümanların değil, münafıkların vasfı olduğunu bildirmektedir.

“Sadakalarının kabul edilmesine engel olan sadece şudur; onlar Allah’a ve Rasulüne karşı nankörlük ettiler; namaza da üşene üşene gelirler ve istemeye istemeye sadaka verirler.” (Tevbe, 54)

“İki yüzlüler, Allah’ı aldatmağa çalışırlar; oysa O, onları aldatır. Namaza kalktıkları zaman da üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı pek az anarlar.” (Nisa, 142)

Münafık ve kâfirlerle bulunmak; Kur’an, Müslüman şahsiyetin, iman ettiği esaslara uygun bir kişilik kuşanmasını istemekte, iman esaslarına yapılacak bir hakaret karşısında tepkisiz durmaması gerektiğini, aksi halde Müslümanlık sıfatını kaybedip kafir ve münafıklardan olacağını bildirmektedir.

“(Allah) Size Kitapta indirmişti ki: Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar (bu sözü bırakıp) başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah, bütün iki yüzlüleri ve kâfirleri cehennemde toplayacaktır.” (Nisa, 140)

Boş şeylerle uğraşmak; Kur’an, Mü’min şahsiyetin özelliklerini belirtirken, onun boş şeylerden yüzçevirdiğini, boş şeylerle uğraşmanın, Müslümanların vasfı olmadığını ve boş işlerle uğraşanların, aynı zamanda ahireti de inkâr ettiklerini ve cehenneme gideceklerini bildirir.

“Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi? Dediler ki: ‘Biz namaz kılanlardan olmadık, yoksula da yedirmezdik, boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık, ceza gününü yalanlardık.”(Müddessir, 42-46)

Ahiret inancı, imanın temel esaslarından biridir. Ahirete iman eden kimseler, iman ettikleri Rablerinin kendilerini ahiret günü yargılayacağını bildikleri için, ahirete yaraşır biçimde hareket ederler. Heva ve heveslerini ölçü edinen, hayatını boş kuruntular peşinde koşarak tüketenlerin ahiret inancı yoktur.

Zalimlere meyletmek, onları beğenmek, Kur’an, zulme ve zalimlere karşı savaş açmıştır. Bu nedenle Müslümanların, zalimlere kesinlikle meyletmemelerini, onları sevmemelerini, aksi halde onlarla beraber cehenneme girileceğini bildirmektedir.

“Sakın zulmedenlere dayanmayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur; sonra size yardım edilmez.” (Hud, 113)

Ahde sadakat ve emanetlere riayet etmek; Müslümanların en önemli özelliklerinden biri de verdikleri sözlere sadık kalmaları ve emanetlerine riayet etmeleridir. Verdikleri sözde durmayan, emanetlerine ihanet edenler, Müslümanlık vasıfını kaybedenlerdir.

“Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle emanet bıraksan, onu sana öder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar versen, devamlı olarak başına dikilmeden onu sana ödemez. Onlar, ‘ümmilere karşı bize bir sorumluluk yoktur’ dedikleri için böyle yapıyorlar ve Allah’a karşı bile bile yalan söylüyorlar.

“Elbette kim, sözünü yerine getirir ve korunursa, şüphesiz Allah da korunanları sever. Fakat Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur; Allah kıyamet günü onlara konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları yüceltmeyecektir, onlar için acı bir azap vardır.” (Al-i İmran, 75-77)

Müslüman şahsiyet, iman ettiği esaslara kesinlikle bağlı olan, bunlar arasında hiçbir ayırım gözetmeyen ve emrolunduğu gibi dosdoğru olan kimsedir.

16-17- Şayet yolda doğru gitselerdi onlara bol su verir (rızıklarını bollaştırır)dık ki onları, onunla sınayalım; kim Rabb’ini anmaktan yüz çevirirse (Rabbi) onu, alt eden bir azaba sokar.

Yüce Allah (cc), yarattığı tüm canlıların hareket stratejilerini belirlediği gibi, onların rızıklarını da vermiştir. Özellikle insanlara verdiği rızıklarla onların, bu rızıklarla ne yapacaklarını da belirlemiştir. Ancak bazı kimseler, kendilerine her türlü nimetleri karşılıksız veren Rab’lerinin belirlediği esaslara göre hareket edecekleri yerde nankörlüğü yol edinerek, verdiği rızıklarla Rab’lerine isyanı seçmişlerdir. Bunun sonucunda yüce Allah (cc), bu nankör isyancıları elim bir azapla müjdelemiştir.

İbadette, yüce Allah’a eş koşmamak

İman etmenin temel esası, şirk koşmadan, bütün sıfatları ile yüce Allah’a kulluk yapmaktır. Kulluğun esası, yüce Allah’ın belirlediği esaslar doğrultusunda hareket etmek, kulluğu yalnızca O’na hasretmek ve O’nun bildirdiği hükümlerin dışına çıkmadan ibadet etmek.

Yüce Allah (cc), kendisine yapılacak ibadetlerin neler olduklarını, bunların ne zaman ne şekilde eda edileceklerini Kur’an’da çok açık bir şekilde belirtmiş ve dinini tamamladığını, Müslümanlar için İslâm’ı din olarak verdiğini ve yalnızca İslâm’dan razı olduğunu, Kendi katında dinin yalnızca İslâm olduğunu bildirmiştir.

Rasulullah (as), dinin tamamlandığını, İslâm adına sonradan çıkarılan her şeyin bid’at, her bid’atın sapıklık ve her sapıklığın da cehennemde olduğunu bildirmiştir. Rasul (as), kulluk ve ibadetlerini, yalnızca Rabb’inin kendisine bildirdiği şekilde yerine getirmiş, bunun dışında din adına herhangi bir ekleme yapmamıştır.

Yüce Allah (cc), yalnızca vahiyle hareket eden, Kur’an’ı yaşam tarzı olarak alan Rasulullah (as)’ı, iman edenlerin en güzel örnek olarak almalarını ve onu örnek almaları halinde Kendisinin razı edilebileceğini ve ahirette umulanlara kavuşulabileceğini mü’min kullarına bildirmiştir.

18- Mescidler, Allah’a mahsustur. Allah ile beraber başkasına dua etmeyin.

Yüce Allah (cc), kedisine yapılacak kulluğun sınırlarını, insanların inisiyatiflerine bırakmadan belirlemiştir. İman eden bir kimse, yalnızca Rabb’i istediği için ve O’nun belirlediği esaslara göre hareket ederek bu kulluk görevini yerine getirebilir. Bunun dışında, hiçbir niyetle ve hiç kimsenin isteği ile yüce Allah’a kulluk ve ibadet yapılmaz. Mü’min bir kimse, iman etttiği anda, iman esasları ile yalnızca yüce Allah’a kulluk yapacağını peşinen kabul etmiş ve bunu, kıldığı her vakit namazının her rekâtında ikrar etmektedir.

“Ancak sana kulluk eder ve ancak Senden yardım isteriz!” (Fatiha, 5)

Bu ifade, Uluhiyeti yüce Allah’a hasretmenin apaçık bir beyanı ve ilanıdır. Bu beyanı yapan bir kimse, artık hiç kimsenin istek ve arzusuna göre hareket edemez, ibadet yapıp yapmayacağı konusunda kimseden izin alamaz ve yapacağı ibadetin zaman ve şekli konusunda hiç kimseye uyamaz.

“De ki: ‘Ben de sizin gibi bir insanım; İlahınız bir tek İlah olduğu bana vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa salih amel işlesin ve Rabbine ibadetinde hiç kimseyi ortak etmesin.” (Kehf, 110)

Müslüman şahsiyetin, namazında, Haccında, infak ve orucunda neler yapacağı, nasıl hareket edeceği ile ilgili esaslar Kur’an’da belirlenmiştir. Bu esasların dışında yapılacak her hareket ve bu esaslarda yapılacak her değişiklik ancak şirktir.

İbadetlerde şirk

İbadetlerde şirk, ibadetin aslında, şeklinde ve vaktinde yapılacak bir değişiklik ve bu ibadetlerin, başkalarının isteklerine, kanun ve hükümlerine göre yapılmasıdır. Bu şirkin nedeni, yüce Allah’ın iradesine ve hükmüne müdahale edilmesidir. İbadetin aslı, yüce Allah’a has kılınmasıdır. Bu nedenle ibadetlerdeki her türlü değişiklik, ilave ya da eksiltme ibadetin bu özelliğini kaldırır Örneklendirilecek olursa:

Namaz, yalnızca yüce Allah’a has olarak kılınır ve namazda yalnızca O’na yönelinir. Bu nedenle namazda, Peygambere de olsa, başkalarına seslenerek dua etmek, Kur’an dışında başka ifadeler kullanmak, namazın vakitlerini değiştirmek; namazı isteksiz kılmak, namazda gösteriş ya da riyakârlık yapmak; namazı, mensup olunan hizip ya da grubu belirtmek için değiştirmek ve kullanmak namazda şirk koşmaktır.

“De ki: "Benim namazım, teslimiyetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am, 162)

Namaz, Allah içindir, Allah için olan bir namaza başkalarını ortak etmek, namazı Allah için olmaktan çıkarır. Namaz, hayatı kuşatan ve iman eden kimseyi, günlük hayatında sürekli hassas tutan bir ibadettir. Bu nedenle Müslüman şahsiyet, günlük hayatında, her konuda namazda Rabb’ine verdiği söz doğrultusunda hareket etmelidir.

“Oysa kendilerine, dini yalnız Allah’a halis kılıp O’nu birleyerek kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte doğru din budur.” (Beyyine, 5)

Namaz velayet hukukunu oluşturur

“Sizin veliniz, ancak Allah, Rasulü ve namazlarını kılan, zekâtlarını veren, rüku’a varan mü’minlerdir.” (Maide, 55)

“Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse, dinde sizin kardeşlerinizdirler. Biz, bilen bir kavme ayetleri böyle uzun uzun açıklıyoruz.” (Tevbe, 11)

“Mü’min erkekler ve inanan kadınlar, birbirlerinin velisidirler; iyiliği emrederler, kötülükten men ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allah daima üstündür, hakimdir.” (Tevbe, 71)

Namazdan sıkıntı duymamak

“Sabırla, namazla Allah’tan yardım dileyin, şüphesiz bu, (Allah’a) saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir.” (Bakara, 43)

“Münafıklar, Allah’ı aldatmağa çalışırlar, oysa O, onları aldatır; namaza kalktıkları zaman da üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı pek az anarlar.” (Nisa, 142)

Namaz doğrultusunda hayatı düzenlemek

“Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl, çünkü namaz kötü ve iğrenç şeylerden men eder. Elbette Allah’ı anmak, en büyüktür. Allah, ne yaptığınızı bilir.” (Ankebut, 45)

Namaz kılmayanlar, müşriklerdendirler

“Yalnız O’na yönelin ve O’ndan korkun; namazı kılın ve müşriklerden olmayın.” (Rum, 31)

Yüce Allah’ın rızası gözetilerek, O’nun belirlediği esaslara uygun, günah, riya ve gösterişten uzak durularak kılınan namaz, kişinin kurtuluşuna vesile olacaktır.

“Felaha ulaştı mü’minler ki onlar, namazlarında saygılıdırlar, onlar boş şeylerden yüz çevirirler, zekâtı verirler, onlar ırzlarını korurlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler ve onlar namazlarını korurlar.” (Mü’minun, 1-5, 8-10)

Hac, insanlar üzerine yüce Allah’ın bir hakkıdır. Bu hak yerine getirilirken, şirk kirlerinden bütünüyle arınmak gerekir. Şirk, Tevhidin zıddı olduğuna göre, şirki terketmek, Tevhide sarılmaktır. Şirk terk edilmeden hacca gitmek, kişiye hiçbir şey kazandırmayacaktır.

“İnsanlar içinde haccı ilan et; yaya olarak veya uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.” (Hac, 27)

Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Eski Ev (Kâbe’y)i tavaf etsinler.” (Hac, 29)

“Onda açık açık deliller, İbrahim’in Makamı vardır. Ona giren, güvene erer. Yoluna gücü yeten herkesin, o Ev’e gitmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse şüphesiz Allah, bütün âlemlerden zengindir.” (Al-i İmran, 97)

Yüce Allah’ın hakkı olan haccı, cahiliye döneminde olduğu gibi grup, cemaat, ülke ayırımı yaparak eda etmek, Haccın kurallarına uymamak şirk ve nankörlüktür. Bu nedenle Hacca gidecek kimseler, bu ibadetlerine şirk katmadan, Rab’lerinin belirlediği esaslara uyarak Hacca gitmelidirler.

İnfak, namazla beraber anılan, kişinin Hakkı tasdikine ve kurtuluşuna neden olan bir ibadettir. Bu ibadet de, tıpkı diğer ibadetler gibi, yüce Allah’ın belirlediği esaslar dahilinde yapılmalıdır. İnfakın nasıl yapılacağı, kimlere verileceği Kur’an’da apaçık bir şekilde belirtilmiştir.

“Allah’ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki(imâ)nı kökleştirmek için mallarını harcayanların durumu da tepe üzerinde bulunan bir bahçeye benzer ki, bol yağmur değince ürününü iki kat verdi. Yağmur değmeseydi bile çisinti olurdu. Allah yaptıklarınızı görmektedir.” (Bakara, 265)

“Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardığımız nimetlerin iyilerinden verin, kendiniz göz yummadan alamayacağınız kötü şeyleri sadaka vermeye kalkmayın. Bilin ki Allâh zengindir, övülmüştür.” (Bakara, 267)

“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe asla gerçek imana eremezsiniz; ne harcarsanız Allah onu bilir.” (Al-i İmran, 92)

Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Eğer onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha iyidir ve sizin günahlarınızdan bir kısmını kapatır. Allah yaptıklarınızı duyar.” (Bakara, 271)

“(Sadakalar) şu fakirlere mahsustur ki, Allah yolunda kapanıp kalmışlardır, yeryüzünde gezip dolaşamazlar; bilmeyen, utangaçlıklarından dolayı onları zengin sanır. Onları simalarından tanırsın; yüzsüzlük edip insanlardan istemezler. Yaptığınız her hayrı Allah bilir.

Mallarını gece gündüz, gizli ve açık Allah yolunda verenlerin ödülü Rableri yanındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara, 273-274)

İnfak, Kur’an’da belirlenen ölçüler içerisinde yapılmadığı zaman, hem yapılan infak boşa gidecek, hem de kişinin şeytanın arkadaşı olmasına ve helakına neden olur. Yüce Allah (cc) bu konuda iman edenleri uyarmaktadır.

“Ey iman edenler, insanlara gösteriş için malını verip Allah’a ve âhiret gününe inanmayan adam gibi, başa kakmak ve eziyet etmekle sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Öylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan şu kayaya benzer ki, bir sağnak indi de (üstündeki toprağı götürüp) onu sert bir taş halinde bıraktı. (Bunlar), kazandıklarından bir şey elde edemezler. Allah, kâfir toplumu hidayete iletmez.” (Bakara, 264)

“Onların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, nefislerine zulmeden bir topluluğun ekinine vurup onu mahveden dondurucu bir rüzgâr(ın tahribatın)a benzer. Allah onlara zulmetmedi; fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı.” (Al-i İmran, 117)

“Bunlar mallarını insanlara gösteriş için verirler, Allah’a ve âhiret gününe inanmazlar. Kimin arkadaşı şeytan ise, o ne kötü bir arkadaştır!” (Nisa, 38)

İnsanlara yardım yaparak kendilerini tatmin eden, mensup oldukları grup ve hiziplerin reklamını yapan, toplanan yardım paralarını kendileri ya da cemaatleri için kullanan kimseler, şeytanın arkadaşı olmuş kimselerdir. Bunlar, insanların duygularını istismar eden, insanların gurur ve onurlarını hiçe sayan, yüce Allah’ın rızasını düşünmeyen ve ahirete inanmayan kimselerdir.

İbadetlerde, yüce Allah’ın belirlediği Kur’ani esaslar yerine tağuti sistemlerin kurallarına göre hareket edenler, ibadetlerine şirk bulaştırmış kimselerdir. Bu anlamda, tağuti beşeri sistemlerin izin ve icazetleri ile vakıflar kurup yardım adı altında toplanan paraları bu vakıfları için kullananlar, hem ibadet yapmak için tağuti sistemlerin kurallarını yüce Allah’ın kurallarına tercih ettikleri için şirke düşmüşler, hem de toplanan yardım paraları ile saltanat sürdükleri için yoksulların haklarını gasp eden nankör ve kul haklarını yüklenen kimselerdir.

Tevhidi esaslara davet

Risalet tarihinde, bütün Risalet önderlerinin ve onların izini takip eden Tevhid erlerinin, ilk ve en önemli görevleri, Tevhidi esasları insanlara duyurmak, şirk ve küfre karşı insanları uyarmak olmuştur. Bu nedenle elçilerin içerisinde yaşadıkları toplumlar, kendilerine yapılan bu Tevhidi çağrılara karşı oldukça duyarlı davranmışlar, iman ve inkâr konusunda tavırlarını anında belirlemişlerdir.

19- Allah’ın kulu kalkıp O’na davet edince (hepsi) onun üzerine üşüşüp nerdeyse keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi.

Hiçbir Risalet önderi ya da onların takipçileri Tevhid erleri, Tevhidi ikinci plana atarak önceliği başka konulara vermemişlerdir. Onlar, insanların içerisinde bulundukları şirk ve küfrü reddederek Tevhidi esasları gündemlerinin baş konusu olarak işlemişlerdir. Ancak elçilere karşı çıkanlar, gündemi başka konularla meşgul ederek elçilerin duyurdukları Tevhidi esasları, karıştırmak istemişler, toplumun gündeminden çıkarmaya çalışmışlardır.

Tevhidi esasları duyuran elçilere karşı çıkanlar, elçilerin yaptıkları daveti etkisiz kılmak için her taraftan saldırıya geçerek Tevhidi esasların net ve açık bir şekilde duyurulmasını engellemeye çalışmışlardır.

“Kâfirlere ne oluyur ki sana doğru koşuyorlar? Sağdan, soldan, ayrı ayrı gruplar halinde?” (Mearic, 36-37)

Bugün, Tevhidi esasları ortaya koyanlar, inkârcı sistemin zulmüne maruz kaldıkları gibi, tarihi süreçte benzerleri görüldüğü üzere, batılın yanında yer alan İslâmcı grupların, sağdan soldan saldırılarına maruz kalmaktadırlar.

Hak batıl, Tevhid şirk mücadelesinin her döneminde elçiler, aynı metodla Tevhidi esasları duyururlarken, şirki ve batılı temsil edenler, her dönemde değişik metod ve yöntemlerle hareket etmişlerdir. Bunlar, ayrı gruplar halinde, farklı fikirlerle ve farklı gündemlerle Tevhidi esasları toplumun gündeminden çıkarmaya gayret etmişler ve hâlâ da etmektedirler.

Günümüzde, Tevhidi esasların duyurulmasını istemeyen gruplar, hizip ve cemaatler, tıpkı Risalet tarihinde görüldüğü üzere hem bu mesajı duyuranları direkt hedef alarak onların kişiliklerini dillerine dolamışlar, hem de güncel bazı konularla gündemi oluşturmaya çalışarak Tevhidi esasların topluma duyurulmasını engelleme gayreti içerisine girmişlerdir.

“Kâfirler dediler ki: ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin, o(nun önü)nda gürültü edin, belki ona galib gelirsiniz.” (Fussilet, 26)

Günümüzde, batılın temsilcilerinin, özellikle Kur’ani kavramların karıştırılması, anlamlarının değiştirilmesi konusunda yaptıkları çalışmaların temelinde Tevhidi esasların insanlara duyurulmasını engelleme düşüncesi yatmaktadır. Ancak bütün engelleme çabalarına rağmen Tevhidi mücadele, hızından hiçbir şey kaybetmeden ortaya konulacak ve Tevhid erleri, öncüleri Risalet önderleri gibi Rab’leri yüce Allah’a davet etmeye devam edeceklerdir.

Davet görevini terk etmek şirktir

20-23- De ki: ‘Ben ancak Rabbime davet ederim ve O’na hiç kimseyi ortak koşmam.’ De ki: ‘Ben size ne zarar, ne de akıl verme gücüne sâhip değilim.’ De ki: ‘Beni Allah'(ın azâbın)dan hiç kimse kurtaramaz ve ondan başka sığınacak kimse bulamam. Benim yapabileceğim sadece Allah’tan (bana vahyedilenleri) size duyurmak ve O’nun elçilik görevlerini yerine getirmektir. Artık kim Allah’a ve Rasulüne baş kaldırırsa, ona içinde sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır.

De ki: ‘Ben ancak Rabbime davet ederim ve O’na hiç kimseyi ortak koşmam.’ Bu yüce uyarı, iman edenlere bir tehdit anlamı içermektedir. İnsanları Yüce Allah’a, kimi korku ve endişelerle davet etmemek, daveti terk etmek, Allah’tan başkasını ilah edinmek ve şirktir. Yüce Allah (cc) bu konuda, Kasabalılara giden elçileri ve o elçilere destek olan Müslümanı örnek olarak vermektedir.

“Onlara elçilerin geldiği şu kent halkını misâl olarak anlat; Biz onlara iki elçi gönderdik, onları yalanladılar, biz de (elçileri) üçüncü biriyle destekledik; dediler ki: ‘Biz size gönderilen elçileriz. bizim üzerimize düşen, yalnız açıkça duyurmaktır.” (Yasin, 13-14,17)

“Kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: ‘Ey kavmim, elçilere uyun. sizden bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar. Ben niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Siz de hep O’na döndürüleceksiniz. O’ndan başka ilahlar edinir miyim hiç? Eğer O çok esirgeyen, bana bir zarar vermek dilese, onların şefaati bana hiçbir yarar sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar. O takdirde ben, apaçık bir sapıklık içinde olurum, ben sizin Rabbinize inandım, (gelin) beni dinleyin’ dedi.” (Yasin, 20-25)

Kasabalılar, kendilerini Tevhidi esaslara davet eden elçileri reddederlerken, kasabanın uzak bir yerinden koşarak gelen ve elçilere destek veren, rivayetlerde adı Habib bin Neccar olan Müslümanın, o davetçilere destek olmaktan kendisini meneden kavmine söylediği sözlerini vermektedir.

“O’ndan başka ilahlar edinir miyim hiç? Eğer O çok esirgeyen, bana bir zarar vermek dilese, onların şefaati bana hiçbir yarar sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar. O takdirde ben, apaçık bir sapıklık içinde olurum.” (Yasin, 23-24)

Yasin suresinde geçen bu olayın kahramanının sözleri ile yüce Allah’ın, bu surede Elçisine söylemesini emrettiği sözleri birebir örtüşmektedir. Yüce Allah (cc) Rasulüne;

20-23- “De ki: ‘Ben ancak Rabbime davet ederim ve O’na hiç kimseyi ortak koşmam.’ De ki: ‘Ben size ne zarar, ne de akıl verme gücüne sâhip değilim.’ De ki: ‘Beni Allah'(ın azâbın)dan hiç kimse kurtaramaz ve ondan başka sığınacak kimse bulamam. Benim yapabileceğim sadece Allah’tan (bana vahyedilenleri) size duyurmak ve O’nun elçilik görevlerini yerine getirmektir. Artık kim Allah’a ve Rasulüne baş kaldırırsa, ona içinde sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır."

Yukarıdaki iki ayetten de anlaşılacağı üzere, davete engel olanların isteğiyle insanları Tevhidi esaslara davet etmemek, Allah’tan başka ilahlar edinip şirke düşmek ve ebedi azaba düçar olmaktır. Tarihsel süreçte de elçiler, bu engellemelere maruz kalmışlar, ancak onlar, hiçbir şekilde insanları Tevhidi esaslara davet etmeye ara vermemişlerdir. Onlar, bu nedenle şiddetli tepkilerle karşı karşıya gelmişler, hakaretlere maruz kalmışlar, saldırıya uğramışlar, zulüm ve işkence görmüşlerdir.

Batıl temsilcilerinin, Risalet önderlerine karşı sürdürdükleri engellemeler sonucunda kimi Risalet önderi en ağır işkence ve baskılara maruz kalmış, kimileri öldürülmüş, kimileri yurtlarından sürülmüştür. Ancak onlar, kendilerini davetten men edenlere açıkça meydan okuyarak davet görevlerini sürdürmüşlerdir. İşte bunlardan birkaç örnek:

“Onlara Nûh’un haberini oku. Kavmine: ‘Ey kavmim demişti, eğer benim kalkıp size Allah’ın âyetlerini hatırlatmam, size ağır geldiyse, o halde ben Allah’a dayandım, siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınız işi kararlaştırın da işiniz başınıza dert olmasın. Sonra hükmünüzü bana uygulayın, bana hiç fırsat da vermeyin!” (Yunus, 71)

“(İbrahim) ‘Ben yüzümü tamamen gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben O(na) ortak koşanlardan değilim!

Kavmi onunla tartışmaya girişti; dedi ki: ‘Beni doğru yola iletmiş iken Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben, sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam, ancak Rabbimin dilediği olur! Rabbim, bilgice herşeyi kuşatmıştr. Hâlâ öğüt almıyor musunuz?

Hem siz, Allah’ın size, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri, O’na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da ben nasıl sizin (O’na) ortak kuştuğunuz şeylerden korkarım? Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki topluluktan hangisi güvende olmağa daha layıktır?

İman edenler ve imanlarını bir zulümle bulamayanlar… İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” (En’am, 79-82)

“(Şuayb) ‘Ey kavmim, olduğunuz yerde (yapacağınızı) yapın, ben de yapıyorum, yakında kime azabın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetin, ben de sizinle beraber gözetmekteyim!” (Hud, 93)

Tevhidi esaslara davetten vazgeçmeme ve kâfirlere açıkça meydan okuma bütün Risalet önderleri ve Tevhid erleri döneminde varolmuştur. Yüce Allah (cc), Risalet önderlerinin bu açık meydan okumalarını ve davetteki kararlılıklarını bildirdikten sonra son Rasul Hz. Muhammed (as) da onlar gibi hareket etmesini emretmiştir.

“De ki: ‘Ey kavmim, gücünüz yettiğince yapacağınızı yapın, ben de yapacağımı yapıyorum, yakında bu yurdun sonunun kime ait olacağını bileceksiniz, zalimler, asla onmazlar!” (En’am, 135)

Risalet önderleri ve Tevhid erleri, Rab’lerine olan iman ve güvenleri nedeniyle kararlı bir şekilde davet görevlerini sürdürmüşler ve daveti engelleyen batıl cephesine açıkça meydan okumuşlardır. Yüce Allah’a olan güven ve O’nun yardımı ile Tevhidi mücadele bugüne kadar kesintiye uğramadan gelmiş ve inşaAllah bundan sonra da aynı kararlılıkla kıyamete kadar sürecektir.

Günümüzdeki inkârcılar, siyasi, hukuki, askeri güçleri yanında, yetiştirdikleri belamlarla da Tevhidi mücadeleyi engellemeye çalışmakta, insanların Rab’lerine yönelmelerine engel olmaktadırlar. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, Tevhidi mücadele durmayacak ve insanlar, tek ilah olan yüce Allah’a çağrılmaya devam edilecektir. İnkârcılar, Müslümanlara ve Tevhid erlerine, hangi tuzağı kurarlarsa kursunlar, sonuç itibarı ile helak olacak olanlar kendileri olacaktır.

24- Kendilerine vadedilen şeyi (azabı) gördükleri zaman, kimin yardımcı bakımından daha zayıf ve sayıca daha az olduğunu bileceklerdir.

Tevhidi mücadelede, Risalet önderleri ve Tevhid erleri her dönemde, sayısal olarak küfür ve şirk cephesinden hep az olagelmişlerdir. Ancak yüce Allah’ın yardımı sayesinde üstün gelenler hep Allah taraftarları olmuştur.

Risalet önderleri, Rab’leri tarafından kendilerine bildirilen Tevhidi esasları insanlara ulaştırmakla görevlidirler. Bu görevlerini yerine getirdikleri sürece yüce Allah (cc) onlara yardım edecektir. Onlar, bu görevleri haricinde hareket edemezler ve kendilerine bildirilmeyen bir konuda fikir yürütemezler. Onlar ancak kendilerine bildirildiği kadarını bilebilir ve söyleyebilirler.

Gayb konusu

Peygamberler, vahiyle kendilerine bildirilmeyen bir şeyi bilemezler ve o konuda kanaat yürütemezler. Elçilik görevi, bildirileni, bildirildiği kadarıyle ve şekliyle ulaştırılmak istenen yere ulaştırmayı gerekli kılar. Bu nedenle vahyi inkâr edenlere verilecek cezaların, ne zaman ve nasıl olacağını peygamberler bilemezler.

25-28- De ki: ‘Size söylenen şey yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koyacaktır bilmem. Gaybı bilen O’dur; gaybını kimseye göstermez, ancak razı olduğu elçiye gösterir. Çünkü O, elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler koyar ki onların, Rablerinin kendilerine verdiği mesajları duyurduklarını bilsin. Allah, onlarda bulunan her şeyi kuşatmıştır ve her şeyi bir bir saymış(hesap etmiş)tir.

Gaybını kimseye açmayan yüce Allah (cc), kulları için öngördüğü ceza ve mükâfatları, rasullerine bildirmediği sürece rasuller, bu konuda bir öngörüde bulunamazlar.

Gayb konusu, ayrıca ele alınıp işlenecektir.

-Cin Suresinin sonu-

 

Kurani Mücahede: 2014-02-24