VAKIFLAR, İSLÂM ÜMMETİNİN VAHDETİNE ENGELDİR

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

İnsanın kendisine yaptığı kötülüğü, hiç kimse başkasına yapamaz. İnsan, şahsiyetli ve onurlu bir tavır kuşanmadığı sürece başkalarının oyuncağı haline gelir. Çünkü hiç kimse, şahsiyetli ve onurlu bir insanla alay etmeyeceği, zulmetmeyeceği gibi, onu kullanıp sömürmez de. Bu, birey bazında böyle olduğu gibi devlet bazında da böyledir.

İslâm ümmetinin, bugün içerisinde bulunduğu parçalanmışlığın, bu parçalanmışlıktan kaynaklanan zilletin esas nedeni, hiç kuşkusuzdur ki, heva ve heveslerini ilah edinen kimselerin, Kur’an gerçeğinden, Tevhidi ilkelerden habersiz , Rasulullah (as)’ın mücadele metodunu bilmeyen insanlara yanlış yol göstermeleri, bu cahil insanları kendi etraflarında toplamalarıdır.

Yaklaşık Hicri 100. yıldan sonra İslâm toplumu içinde ortaya müçtehid imamların (Allah kendilerinden razı olsun) bütün hassasiyetleriyle taklitçiliği reddetmelerine rağmen, onların yerlerine geçen bazı kimselerin, fıkıh okullarını açmaları ve mezhepçiliğin ilk tohumlarını atmaları üzerine taklidçilik ortaya çıkmış, böylece İslâm ümmetinin parçalanma süreci başlamıştır.

Günümüzde, tağuti sistemin, izin ve icazeti ile din adına açılmış vakıf ve derneklerde yuvalanan Samiri soylu belamlar ile cehalet yuvaları olan tarikatlerde yuvalanan cahil şeyhler, İslâm ümmetine, İslâmi kimliğini tamamen kaybettirmiş, ümmetin, daha çok dağılıp parçalanmasına neden olmuşlardır. Her biri kendi cebini doldurma gayreti içerisinde bulunan Samiri soylu belamlar ile cahil şeyhler, çıkarları gereği bir araya gelmedikleri gibi, biri diğerinin aleyhine kışkırtıcılık yaparak mukallitlerini de birbirlerine düşmanlar haline getirmişlerdir.

Dünya haritasına bakıldığında ezilip sömürülen, itilip kakılan insanların ve toplumların, kendi değer yargılarını yitiren, başkalarına özenen kişiler ve toplumlar oldukları çok açık bir şekilde görülecektir. Tarihi süreçte, birçok örneği görüldüğü gibi günümüzde de sömürülen toplulukların, özellikle de kendilerini İslâm’a nispet eden insanların, tabi oldukları kimliklerini bırakmaları üzerine başka topluluklar ve devletler tarafından ezilip sömürülmüşler, hala da sömürülmektedirler.

Rasulullah (as) ve raşid halifeler döneminde Müslümanlar, iman ettikleri Tevhidi esaslara sarıldıkları, bu esasları hayat prensipleri olarak aldıkları dönemde, birlik ve beraberliklerini korumuşlar, diğer topluluklar üzerinde üstünlük kurmuşlar ve hiçbir şekilde sömürülüp ezilmemişlerdir. Kur’an, Rasulullah (as) ve yanındaki Müslümanların durumunu övgü ile sonraki geleceklere anlatmaktadır.

“Muhammed Allah’ın Rasulüdür; onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı sert, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onların, rükû ve secde ederek Allah’ın lutuf ve rızasını aradıklarını görürsün, yüzlerinde secde izinden nişanları vardır. Onların Tevrat’taki ve İncildeki misalleri şöyle bir ekin gibidir ki, filizini çıkardı, onu güçlendirdi, kalınlaştı, derken gövdesinin üstüne dikildi, ekincilerin hoşuna gider, onlara karşı kâfirleri de öfkelendirir bir duruma geldi. Allah onlardan iman edip salih amel işleyenlere mağfiret ve büyük mükâfat vadetmiştir.” (Feth, 29)

Kâfirlere karşı sert, ancak birbirlerine karşı merhametli olan Müslümanlar, dünya hayatında diğer toplumlar üzerinde güç ve otorite sahibi olurlarken, Rab’lerini de razı etmişlerdir. İşte onlardan yüce Allah (cc) razı olmuş ve ahiret hayatında da onlara çok büyük bir mükâfat olan cennetleri hazırlamıştır.

“Muhacirlerden ve Ensardan ilk (iman edip) öne geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar; Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. (Allah) onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” (Tevbe, 100)

Birbirlerine karşı merhametli ve şefkatli olan, böylece Rab’lerini razı eden Müslümanlardan sonra onların yerine geçen kimseler de, ne zaman ki arzular, duygu ve ihtiraslar, iman edilen değerlerin önüne geçmeye geçti, işte o zaman fitne kazanı kaynatılmaya ve o andan itibaren de İslâm toplumu önce birbirleriyle çekişip savaşmaya, daha sonra da bölünüp parçalanmaya başladılar.

“Onların ardından yerlerine geçip Kitaba varis olan birtakım insanlar geldi ki, onlar, şu alçak(dünyan)ın menfaatini alıyorlar: ‘Biz nasıl olsa bağışlanacağız!’ diyorlar. Kendilerine, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki ‘Allah hakkında, gerçekten başkasını, söylememeleri hususunda kendilerinden Kitap misakı alınmamış mıydı? Ve onun içindekini okuyup öğrenmediler mi? Âhiret yurdu, muttakiler için daha hayırlıdır. Düşünmüyor musunuz?” (A’raf, 169)

O ilk Kur’an nesilden sonra onların yerlerine gelenlerin tamah ve hırsları, arzu ve istekleri, kendilerini tatmin etme duyguları onları, Kur’an’ın rahmetinden ve yol göstericiliğinden uzaklaştırdı. Şeklen yerine getirdikleri ibadetlerini kalplerine sindiremedikleri, vahyin yol göstericiliğinde davranışlarını ve hayatı düzenlemedikleri için sonradan gelen nesiller, belamların da gerçekleri gizlemeleri ve saptırmaları üzerine giderek Kur’an’dan uzaklaştılar, davranışlarını ve hayatı kendi heva ve arzuları ile düzenlemeye başladılar ve böylece saptılar.

“Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, namazı zayi ettiler, şehvetlerine uydular; onlar kötülük bulacaklardır.” (Meryem, 59)

Sonradan gelen nesiller, Kur’an’ı kendilerine yol gösterici bir klavuz olarak değil, yalnızca inanç esaslarını içeren, ancak hayata müdahale etmeyen bir kitap olarak değerlendirdiler. Bu nedenle de dünyevi hiçbir konuda ona müracaat etmediler, hiçbir sorunlarını Kur’an’la çözmediler. Bu süreç, günümüze kadar daha da bozularak geldi.

Günümüzde ise Kur’an ve İslâmi değerler, bazı Samiri soylu istismarcı kimseler tarafından bir kazanç kaynağı olarak görülmüştür. Kur’an’ın evrensel ve çağlarüstü mesajından insanları uzaklaştırıp batıl ve hurafelerden oluşmuş geleneksel din anlayışını insanlara, Allah’ın dini diye empoze eden bazı kimseler, İslâm’ı ve Kur’an’ı kendileri için bir gelir kaynağı haline dönüştürömüşlerdir.

Kur’an mealleri çıkararak, ayetleri ve İslâmi hassasiyeti kullanarak kitaplar yazan bazı kimseler, yazdıkları meal ve kitapları satarak köşe olmuşlar, insanların dini duygularını kullanarak topladıkları paralarla mülkler satın almışlardır. İşte bu kimselerin insanlara anlattıkları din anlayışı insanları, Kur’an’da bildirilen Tevhid dininden uzaklaştırmış, insanlar din adına, mezheplere, tarikatlere, parti ve vakıflara bölünmüşlerdir.

Samiri soylu belamların, insanları kendi çıkarları doğrultusunda toplumu bölüp parçalamaları sonucunda toplum güçsüzleşip zayıfladı. İslâm toplumunun, din adına bölünüp parçalanması, emperyalist güçler ve onların yerli işbirlikçileri tarafından sömürülmesine ve zulmedilmelerine neden oldu.

İslâm toprakları üzerindeki insanların, Samiri soylu belamların fitneleri sonucunda, İslâm’ın prensiplerinden, Tevhidi esaslardan uzaklaşmaları onları, ile idaresi  altında yaşadıkları küfür ve şirk sistemlerinin kölesi, kulu haline getirmiştir. Bu öyle bir hal  aldı ki insanlar, Kur’an’da reddedilmesi, imanın temel şartı olarak belirtilen tağuti sistemleri, belamların da çabaları sonucu yine din adına savunur, o tağutun çıkarları uğruna kendilerini feda eder duruma geldiler.

Din bezirganları kimseler, Allah yolunda ölen ve öldürülenlere verilen şehitlik ünvanını, tağuti sistemlerin çıkarları uğruna pisi pisine ölen insanlara verdiler ve ölen kimselerin şehit olduklarını iddia ederek halkı kandırdılar. Samiri soylu belamlar, Hakkı batıla bulayarak gerçekleri gizlemekten hiç çekinmediler. Bu durum, öyle  bir hal aldı ki, bu belamlar, puta tapanların Müslüman olduklarını, Puthanelerin de Kâbe’ye benzediğini iddia ederek Kur’an’ın hükümlerini ters çevirdiler ve Kur’ani kavramları, tağuti sistemlere destek için kullandılar.

Tevhidi gerçekleri gizleyen, Allah’ın ayetlerini az bir değere satan, Hakkı batıla bulayan vakıflarda yuvalanan Samiri soylu belamlara yüce Allah (cc), lanet ediyor.

“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler , işte onlara hem Allah lanet eder, hem bütün lanet edebilenler la’net eder.” (Bakara, 159)

“Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şey gizleyip, onu birkaç paraya satanlar var ya, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey koymuyorlar. Kıyamet günü Allah ne onlara konuşacak ve ne de onları temizleyecektir; onlar için acı bir azâb vardır.” (Bakara, 174)

Samiri soylu belamlar, çevrelerine aldıkları bazı kimselere bu ayetleri okuyup durdukları halde, bu ayetlerin anlamını değiştirerek ve çarpıtarak anlattılar ve adeta kendilerini hiç ilgilendirmiyormuş gibi davrandılar. Onları dinleyen kimseler de zaten İslâmi esasları ve Tevhidi ilkeleri bilmedikleri için onların küfür içerisinde anlattıklarını din zannedip aldılar.

Bugün İslâm’a atfedilen toplum, Samiri soylu belamların çabaları sonucunda, İslâm’dan haberi olmayan, İslâm’dan fersah fersah uzak olan, Tevhidi esaslardan ve Kur’ani hükümlereden habersiz olan bir toplumdur. Tevhid eri Müslümanların, tüm çabalarına rağmen toplum, İslâmi Tevhidi esaslara ve Kur’ani hükümlere dönemiyor.

Parçalanmış ve Tevhidi esaslardan bihaber kalmış insanlar, param parça oldukları ve Vahdeti sağlamadıkları için dünyada rezil bir halde, emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri tarafından ezilip sömürülmektedirler. Bugünkü manzaraya bakıldığında, İslâm dünyasının hali içler acısı bir durum sergilemektedir.

İslâmi hükümlerden habersiz bu insanları, Tevhid bayrağı altında toplamak, öncelikle Samiri soylu belamların, daha sonra bu toplumu sömüren emperyalizmin ve onun yerli işbirlikçisi tağuti sistemlerin engeline takılmaktadır. Ancak bütün zorluklarına rağmen biz Müslümanlar olarak Tevhidi esasları ortaya koyacak, insanlara Kur’ani hükümleri ulaştırmaya ve onları yalnızca Rab’lerine kul  olmaya davet etmeye devam edeceğiz inşaAllah.

Tevhidi mücadelemiz, elimizdeki maddi, bedeni ve  fikri bütün imkânlarımızı kullanarak yerine getirilecek ve ölüm bize gelinceye kadar, Rabb’imizin lütuf ve yardımı ile devam edecektir.

Gayret bizden, yardım ve inayet Rabb’imiz yüce Allah’tandır.

Ramazan Yılmaz: 2013.06.25