TÜRKİYE’DEN UTANÇ MANZARALARI

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

Günümüzde, gerek iletişim araçlarının ulaştığı seviye sayesinde gerekse gezip dolaşmalarımızdan dünyadaki gelişmelerden anbean haberdar oluyor, ülkeleri yakından tanıma fırsatı buluyoruz. Gördüğümüz ya da iletişim araçları sayesinde tanıdığımız ülkelere baktığımızda, hemen bütün ülkelerin, kendi sistemleri içerisinde bir bütünlük arz ettiğini görürüz.

Demokrasi ile olsun, totaliter rejimle olsun hemen bütün dünya ülkelerinin siyasal rejimlerinde, gerek yönetim ile halk arasındaki ilişkilerde olsun gerekse yönetim birimlerinin ve devlet kurumlarının kendi aralarındaki ilişkilerinde olsun bir bütünlük görülür. Bu ülkelerde, özellikle yönetim kademesinde bulunanların hepsi kendi konumunu, kendi görev ve sorumluluğunu biliyor, hadlerini aşmadan görevlerini yürütüyorlar. Bu ilkelerin tek istinası, Kemalist zorbalığın işgali altına bulunan Türkiye’dir.

Türkiye’de, devlet ciddiyeti ve devlet geleneği mantığı, yönetimi ellerine geçiren kimselerce hâlâ anlaşılmadığından, devlet geleneği mantığından yoksun ciddiyetsiz kişilerin, başlarında oturdukları devlet kurumları, ne birbirlerine ne de halka karşı saygıları bulunmaktadır. Devlet kurumları arasında bir iç çekişme, adını koyacak olursak adeta bir savaş vardır. Bu ciddiyetsiz ve devlet adamlığı kimliğinden uzak kişilerin yönetiminde bulunan ülke, tıpkı Kemalist zorbalığın kendisi gibi, dünya toplumları gözünde küçük düşürülmektedir.

Şunu açık yüreklilikle ifade etmekte yarar vardır ki, Kemalist zorbalığın dünya toplumlarının gözünde küçük düşmesi, biz Müslümanları hiç mi hiç ilgilendirmiyor, ancak bu zorbalığın işgali altında bulunan ülke bizim de ülkemiz ve orada yaşayan insanlar, çoğunlukla müşrik de olsalar, bizim halkımız. Bu nedenle ülkemizin, bu zorbalık eliyle düşürüldüğü bu konum elbette ki biz Müslümanları derinden yaralıyor ve üzüyor. Bunun için, işgal altındaki ülkemiz hakkında zaman zaman yazı yazmamız, zekâ sorunu yaşayan bazı kimselerin iddia ettikleri gibi, bu yazılarımızla mevcut rejimi savunmuyoruz; tam aksine çelişkileri ortaya koyarak ülkemizin ve insanımızın muhtaç olduğu kurtuluş yolunu gösteriyoruz.

Ülkemizin ve insanımızın kurtuluşu, ancak Kur’an’a ve Peygamberi örnekliğe dayanan İslâmi esasların acilen uygulanmasıdır. İşte o zaman ülkemiz, emperyalizmin cirit attığı bir alan ve emperyalizme kuyruk olmaktan kurtulacak  ve dünya ülkeleri arasında onurlu bir duruş sergileyecektir. İşte o zaman insanımız, İslâm ülkesi vatandaşı olmaktan onur duyacak ve başı dik bir şekilde hareket edecektir.

Ülkemizin bugünkü hali içler acısı bir durum sergilemektedir; cumhurbaşkanlığından başbakanlığına, genelkurmay başkanlığından diğer kurumlarına kadar hemen bütün müesseseler bir çürümüşlüğün, bir kokuşmuşluğun, bir kişiliksizliğin ve zilletin içerisinde bocalamaktadır. Bu kurumların başlarında bulunan kimseler, aşağılık bir kompleksin, devlet ciddiyetinden uzak bir tavır içerisinde bulunmaktadırlar.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kemalist generaller karşısında, eşinin başörtüsünden dolayı, utanılacak bir tavır sergilemekte, Kemalist zorbaların bulundukları alanlara ve kimi törenlere eşini götürmekten utanmakta ya da korkmaktadır. Bu cumhurbaşkanı, zorba Kemalist generaller ya da bu generallerin güdümünde bulunan yargı mensupları tarafından kendisine karşı yapılan bütün saygısızlıklara sessiz kalmakta, bir ezilmişlik içerisinde bu saygısızlıkları sineye çekmektedir. Başkomutan makamında oturan cumhurbaşkanı, kendi emir erleri durumundaki generaller karşısında adeta ezilmekte, aşağılık kompleksine kapılmaktadır.

Başbakanlık koltuğuna oturan R. Tayip Erdoğan, yaptığı konuşmalar ve takındığı tavırlarla kendisini hâlâ Kasımpaşa sokaklarında, sokak arkadaşlarıyla dolaşıyor zannetmektedir. Makam olarak başbakanlık koltuğuna oturmakla beraber duygu ve düşünce olarak sokak kültüründen kurtulmayan R. Tayip Erdoğan, konuşmalarında devlet adamlığından uzak bulunmaktadır.

Bir köşe yazarının eleştirel yazısına karşı, “ülkeyi terk et” diyecek kadar faşist bir tavır içerisine giren, bir çiftçiye “ananı al da git” diyecek kadar  küçülen, muhalefet ile sokak ağzı edasıyla konuşan, tavır ve davranışlarıyla sokak kültüründen kurtulmayan R. Tayip Erdoğan, son olarak bir medya patronuyla adeta mahalle kadınları gibi tartışmış, bağnazlık ve yobazlıktan hâlâ kurtulmadığını kendisini eleştiren “muhalif basını evinize sokmayın” ifadesi ile ortaya koymuştur. Doğrusu merak ediyorum, şakşakçı onca milletvekili içerisinden aklı başında bir kimse yok mu ki bu adama, oturduğu makamın başbakanlık koltuğu olduğunu, bu makamda nasıl konuşulacağını ve nasıl hareket edileceğini hatırlatsın.

Genelkurmay başkanı olan Kemalist generaller, devlet memuru olduklarını unutarak bir diktatör edasıyla tavırlar sergilemekte, kişilikli bir tavır ortaya koyamayan cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlar üzerinde adeta bir amir edasıyla hareket etmektedir. Savunma bakanı koltuğuna oturtulan kişinin, emrindeki generaller karşısında, bir odacı kadar bile etkinliği bulunmamaktadır. Kemalistlerin kıble edindikleri ve fikir babaları konumundaki Batı toplumlarında ise, generallerin esamesine bile rastlanmamaktadır.

Batı toplumlarında siyasetçiler siyaseti asker de askerliğini yapar. Oysa Türkiye’de siyasetçiler generaller karşısında dut yemiş karga gibi suspus olurlarken generaller siyaset arenasını işgal etmiş, boş buldukları meydanlarda at koşturmaktadırlar. Güdümlü basında hemen her gün genelkurmay başkanının açıklamaları yer alır.

Ülkenin genelkurmay başkanı olan general, halk arasında bölücülük yaparak basın toplantılarına, kendilerine elpençe duran gazetecileri çağırırken İslamcı gazetecileri çağırmaz. Bundan önceki genelkurmay başkanının yaptığı gibi bu genelkurmay başkanı da, ülkede demokratik seçimlerle halkın oylarını alarak meclise giren DTP (Demokratik Toplum Partisi) milletvekillerini resepsiyona çağırmaz. Böylece halkı inanç ve sosyal kimliklerine göre ayıran genelkurmay başkanları, bölücülük yaparak halk arasına kin ve düşmanlık tohumları ekerler.

Ülkenin genelkurmay başkanının basın mensupları arasında bölücülük yaparak, basın toplantılarına çağırmadığı gazetecilerden Cengiz Çandar yazı yazdığı gazetedeki köşesinde genelkurmay başkanının yaptığı bölücülükten duyduğu rahatsızlığı yazdıktan sonra, Hasan Celal Güzel’den de alıntı yaparak, genelkurmay başkanının görev ve sorumluluğunun ne olduğunu belirtmiş ve demokratik ülkelerde genelkurmay başkanlarının medya ile bu tür toplantılar yapmadığını yazmıştır.

‘Genelkurmay Başkanlığı, Başbakan’a bağlı bir kamu kuruluşudur. Statüsü, görev ve yetkileri … Genelkurmay Başkanı’nın Görev ve Yetkilerine ait Kanun’da belirlenmiştir. Kanunun, görev, yetki ve sorumluluk başlıklı 2. maddesi aynen şöyledir: "Genelkurmay Başkanı, Silahlı Kuvvetlerin savaşa hazırlanmasında; personel, istihbarat, harekât, teşkilat, eğitim, öğretim ve lojistik hizmetlerine ait ilke ve öncelikler ile ana programlarını tespit eder."

Genelkurmay Başkanı’nın bunun dışında herhangi bir görev ve yetkisi yoktur.’

Öyle ama bu ‘demokratik ülkeler’ için geçerlidir. Dolayısıyla şu soru da geçerlidir: "Dünyanın herhangi bir demokratik ülkesinde, medya ile saatler süren toplantılar düzenleyerek her konuda görüş bildiren bir Genelkurmay Başkanı gösterebilir misiniz?"

Cengiz Çandar ve benzerlerine şunu hatırlatmakta fayda vardır. Cengiz Bey, siz ve Hasan Celal Güzel gibi yazarlar, aynı genelkurmay başkanı ve selefi genelkurmay başkanının, resepsiyonlarına DTP milletvekillerini çağırmadığı zaman neden aynı şekilde tepki göstermediniz. Bir yanlışlığa ve bölücülüğe ses çıkarmak için illa da sizin mi bu ayırımcılığa tabi tutulmanız gerekiyor. İkincisi, siz Türkiye’de demokrasinin var olduğunu mu zannediyorsunuz ki, demokratik ülkelerle Türkiye’deki yanlış uygulamaları kıyaslıyorsunuz.

Cengiz Bey! diğer taraftan “Türkiye’de gerçekten iktidar adayı olabilecek, doğru dürüst muhalefet olsa, belki de Genelkurmay Başkanı böyle ‘görev ve yetkisi dışında’ yollara sapmak zorunda kendisini hissetmezdi.” diyorsunuz da neden iktidar olmuş, Amerikan Kuklaları Partisi (AKP) başkanı ve ülkenin başbakanı olan R. Tayip Erdoğan’a, Genelkurmay Başkanı’nın Görev ve Yetkilerinin dışına çıktığını ve çizmeyi aştığını, bu nedenle derhal görevden alınması gerektiğini söylemiyorsunuz. Ya da “Türkiye’de gerçekten kişilikli bir iktidar olsa, belki de Genelkurmay Başkanı böyle ‘görev ve yetkisi dışında’ yollara saparak haddini aşmazdı.” diye yazabilirdiniz. Tabii ki  ne sizde, bunu söyleyecek cesaret var, ne de haddini aşan genelkurmay başkanına haddini bildirecek, onu görevinden alacak yürek ve şahsiyet var söyleyeceğiniz başbakanda.

Demokratik olsun ya da olmasın, hangi ülkede başkomutan olduğu iddia edilen cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanının kendisine başlı olduğunu iddia eden başbakan, kendi emirlerinde olan genelkurmay başkanı bir generalin önünde neredeyse elpençe duruyor, hangi ülkede Yargıtay, Sayıştay ya da diğer yargı başkanları, ülkenin cumhurbaşkanının, başbakanın ve bakanlarının gözünün içine baka baka hakaretlerini savuruyor. Hangi ülkede kendilerine yapılan onca hakaretlere karşı cumhurbaşkanı ve başbakan susuyor.

Dünyada hiçbir ülkede, Türkiye’de olan utanç tabloları yoktur. Çünkü Türkiye dışında, dünyadaki bütün ülkelerde şahsiyetli idareciler ve hukuk vardır. Türkiye’de şahsiyetli yöneticiler olmadığı, hukuktan eser bulunmadığı için her türlü utanç manzaraları sergileniyor, amir, memurunun önünde neredeyse elpençe duruyor.

Diktatörlerin kalmadığı dünyamızda Kemalist diktatörlüğün generalleri, meydanı boş bulduklar için hâlâ diktatörlük yapabiliyor, hâlâ 28 Şubat’ı savunuyor ve bunu uluorta yerde söylüyorlarsa bu, ülkede siyasetin, demokrasinin ve şahsiyetli siyasetçilerin olmadığını göstermektedir.

Biz Müslümanlar, çağın dışında kalmış, kendilerinin hâlâ ortaçağda yaşadığını sanan, inanç değerlerinden yoksun ve çağımızın yüzkarası bu tür dikta heveslisi generalleri çok görmüyoruz. Çağın dışında kalmış bu tür dikta heveslilerini kınayabilmemiz için öncelikle bunların, çağımızın değerlerini kabul eden, çağdaş, aydın ve medeni kimseler olmaları gerekir. Ancak aydın olduğunu zanneden, sözüm ona Batı değerlerini kabul ettiğini iddia eden sizin gibi yazarları, dikta rejiminin basın bildirisi durumundaki medyayı ve halkı din istismarı yaparak aldatan İslamcı Amerikan Kuklaları Partisi (AKP) yöneticilerini, zulme ve utanç tablolarına karşı sustuğunuz için kınıyoruz.

Bugün ülkede, Kemalist dikta rejiminin generalleri hâlâ halk üzerinde terör estiriyor, ikide bir her konuya burunlarını sokarak uluorta konuşuyorlar, ancak AB’ye girmek için el ovuşturan iktidarsız iktidar ve aydın oldukları iddiasında bulunan yazarlar, bu utanç tablolarına ses çıkarmıyorlar.

Kemalist zorbalığın, ülkeyi işgali altında tuttuğu günden bugüne kadar ülkede her gün kan akıyor, ülkede, çeteler cirit atıyor, insanlar inançlarından ve siyasal kimliklerinden dolayı takibata uğruyor, resmi kıyafetleri içinde generaller hemen her gün tehditkâr ifadelerle beyanatlar veriyor, yargı mensupları ve medya yazarları, emir eri gibi generallerin emirleri doğrultusunda hareket ediyor ancak bu utanç manzaralarına bir Allahın kulu çıkıp dur demiyor.

Ülkede yapılan onca zulüm, baskı ve ayırımcılığa rağmen İslamcılar, üçbeş kuruşluk çıkarları için, Kemalistlerin putları önünde tazim edip ibadete dururlarken, yazar çizer takımının bir kısmı zulme alkış tutmakta, bir kısmı da kafalarını kuma sokmuş vaziyette fırtınanın dinmesini beklemektedirler.

Kur’an’ı kerimde çok anlamlı ve o kadar da uyarıcı bir ayet vardır, ayette, zulme karşı susulması halinde o zalimlerle beraber, zulme ses çıkarmayanlar da cehennemde yanacaklardır.

“(Öyle) Bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz (hepinize erişir). Bilinki Allâh’ın azâbı çetindir.” (Enfal, 25)

Ülkeyi, kişiliksiz tutumları ve beceriksiz yönetimleriyle, yaptıkları ayırımcılık ve bölücülükle halk arasında kin ve düşmanlığı körüklemeleriyle, dini değerlere saldırılarıyla ülkeyi utanç tablolarıyla dolduran, ülke insanına zulmedenler ve bütün bunlar karşısında bunlara karşı ses çıkarmayanlar ahiretteki azaplarından önce dünya hayatında insanların vicdanlarında yargılanacaklardır.

 

Ramazan Yılmaz: 2008.09.22