Tüm mezhepler, tefrikaya düşüp dini parçalamış, şirke düşmüşlerdir

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

         Yüce Allah (cc), insanı yeryüzüne gönderdikten sonra tek bir din göndermiş, ona İslâm adını vermiş, tüm Risâlet önderlerine aynı Tevhidi esasları bildirmiş, bunu ikame etmelerini istemiş, bunda ayrılığa düşülmemesini emretmiştir.

         “Nuh’a, onunla tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya onunla tavsiye ettiği şeyleri, dinde sizin için şeriat yaptı. Muhakkak dini ikame edin ve onda ayrılığa düşmeyin; ona, onları davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi, Allah, dileyen kimseyi ona seçer ve kim yönelirse ona hidayet eder. (Şura, 13)

         Kendisine iman edenlerin birlikteliğine önem veren yüce Allah (cc), bölünmenin cahiliye mantığı olduğunu, insanları birbirlerine düşman ettiğini, bölünenlerin ateşten bir çukurun kenarında bulunduklarını, bu ateş çukurunun kenarından kurtulmanın, ancak kardeş olunması ile mümkün olacağını bildirmiştir.

         “Ve topluca Allah’ın ipine yapışın, tefrikaya düşmeyin, Allah’ın üzerinizde olan nimetini düşünün; o zaman siz, birbirinize düşman idiniz, kalplerinizi uzlaştırdı. O’nun nimetiyle kardeşler oldunuz, siz ateşten bir çukurun kenarında idiniz, sizi ondan kurtardı. İşte Allah size ayetlerini açıklıyor umulur ki, hidayete eresiniz.” (Al-i İmran, 103)

         Tefrika; bölünmek, dağılmak, ayrılmak, bölme, dağıtma, tefrikaya düşmektir, ayrı ayrı olmuş, bölünmüş anlamında müteferrikundur.

         İman edenler, öncelikle üzerlerinde bulundukları İslâm sayesinde kardeşler olacaklar, kalpleri birbirlerine kaynaşacak, hep beraber Rab’lerinin indirdiği esaslara sarılarak hidayete erecekler, böylece iman etmeden önce kenarında bulundukları ateşten kurtulacaklardır.

         Tefrika, cahiliye toplumlarının, kavim, kabile, soy sop, benlik ve lider, dini bağlamda mezhep, grup, imam, önder, ağabey ve üstad taassubunun öne çıkartılması olduğundan Tevhid dininden uzaklaşma, şirke ve küfre sapmadır.

         Tefrika, şirke ve küfre düşmek olduğundan, ateşten bir çukurun kenarında bulunma nedenidir. Yüce Allah (cc), Mü’minleri sürekli olarak uyarmış, tefrikaya düşmekten, bölünmekten sakınmalarını istemiştir.

         Dinde tefrika şirk, tefrikaya düşenler müşriktirler

         Yüce Allah (cc), tefrikaya düşüp bölünmemeleri için iman edenlere ayetlerini açıklamış, tefrikaya düşenleri müşrikler olarak vasıflandırmış, iman edenleri, tefrikaya düşüp müşrik olmamaları konusunda uyarmıştır.

         “O’na yönelin ve O’ndan korkun, namazı kılın ve müşriklerden olmayın; onlar ki, dinlerinde tefrikaya düştüler ve fırka fırka oldular; her hizip yanında olanla sevinmektedir.” (Rum, 31-32)

         Yüce Allah (cc), dinlerinde tefrikaya düşenlerin müşrik olduklarını, bu nedenle tefrikaya düşülmesini kesinlikle yasaklamış, bu konuda Kendisinden korkulmasını, tefrikaya düşenlerin dini parçaladıklarını, her grubun, kendisini doğru üzerinde zannederek bu durumları ile mutlu olduklarını bildirmiştir.

         “Doğrusu bu sizin ümmetiniz, tek bir ümmettir ve Ben, sizin Rabb’inizim, o halde benden korkun! Fakat onlar aralarında işlerini yazılmış kâğıtlar halinde paramparça ettiler; her grup, kendi yanındaki şeylerle mutludur.” (Mü’minun, 52-53)

         Yüce Allah’ın, Rum suresi, 31-32. ayetlerdeki buyruğu, bölünenlerin Yahudiler olduklarını bildirmiştir. Yahudileri, Hz. Musa (as)’ın getirdiği Kitab’ın hükümlerinin bir kısmını alıp, kendi yazdıkları kitaplarda gösterdiklerini, bu hükümlerin çoğunu da gizlediklerini, bunların yüce Allah’ı hakkıyla takdir edemediklerini haber vermiştir.

         “Allah’ın gücünü hakkıyla takdir edemediler, zira dediler ki: ‘Allah beşere bir şey indirmedi’ De ki: ‘Musa’nın, insanlar için nur ve hidayet olarak o getirdiği Kitabı kim indirdi! Siz onu yazılı kâğıtlar yapıp gösteriyorsunuz ve çoğunu da gizliyorsunuz; sizin ve atalarınızın bilmediği şeyleri size öğreten ‘Allah’tır’ sonra daldıkları eğlence içerisinde bırak onları!” (En’am, 91)

         Yahudiler, Hz. Musa (as)’dan sonra onun getirdiği Tevhid inancını bırakarak bölünmüşler, mezheplere ayrılmışlardır. Bu nedenle yüce Allah (cc), Yahudilerin bu durumuna dikkatleri çekerek Müslümanların, onlar gibi bölünüp müşrik olunmamalarını istemiştir.

         Yahudiler, toplam 7 alt kategoriye bölünmüşlerdir

         Mezheplerine göre sinagoglar‎,

         – Erken Hristiyanlık‎,

         – Hasidizm,

         – Karaylar‎,

         – Ortodoks Yahudilik,

         – Sabetayizm,

         – Samaritler, Yahudilik mezhepleri kategorisindeki sayfalar
        
         Bu kategoride toplam 7 sayfa bulunmaktadır

         – Esseniler

         – Farisiler

         – Haskala

         – Hümanist Yahudilik

         – Karaim

         – Reformist Yahudilik

         – Yeniden yapılanmacı Yahudilik

         Yahudiler, Hz. Musa (as)’ın getirdiği Tevhid inancını bırakıp hahamlarına ve ruhbanlarına tabi olmuşlar, böylece şirke düşüp müşrik olmuşlardır. Hrıstiyanlar da, bölünüp parçalanmışlar, yüce Allah’ı ve O’nun gönderdiği tertemiz Tevhid inancını terk edip Âlimlerinin ve din adamlarının peşine takılmışlar, yüce Allah’tan başka ilahlar edinmişlerdir.

         “Âlimlerini ve din adamlarını Allah’tan başka rabler edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de! Tek İlah olan Allah dışında ibadet etmeleri emredilmemişti. O’ndan başka ilah yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.” (Tevbe, 31)

         Hrıstiyanlar, başta üç büyük mezhebe ayrıldılar

         – Katoliklik,

         – Ortodoksluk,

         – Protestanlık,

         Hrıstiyanlık, üç ana mezhebe ayrıldıktan sonra kendi aralarından kimileri özerk olmak üzere, kiliselere ayrıldılar. Günümüzde bilinen büyük kilise mezhepleri 55 tanedir; Katoliklerin birçoğu Vatikan’a Papa’ya bağlı, kalanları da özerktirler.

         İslâm ümmetinden bölünenler, tıpkı Yahudiler gibi şirke düşmüş, müşrik olmuşlardır

         Ne üzücüdür ki, İslâm ümmeti de Yahudi ve Hrıstiyanları taklit etmiş, onlar da, yüce Allah’ın ve Rasulullah (as)’ın tüm uyarılarına rağmen, Hz. Muhammed (as)’dan sonra tertemiz Tevhid inancını terk ederek bölünmüşler, şirke ve küfre sapmışlardır.

         Rasulullah (as), ümmetini bölünmemeleri konusunda uyarmış, kendisine gelen ayetleri tekrar tekrar okuyarak Rum, 31-32’deki “O’na yönelin ve O’ndan korkun, namazı kılın ve müşriklerden olmayın;…” uyarısını hatırlatmış, kendisinin de bu konuda duyarlı olduğunu ve Allah’tan korktuğunu bildirmiştir.

         “…Şüphesiz bana, gerçekten İslâm olanların ilki olmam ve müşriklerden olmamam emredildi’ Deki: ‘Doğrusu ben, şayet Rabb’ime isyan edersem büyük bir günün azabından korkarım.” (En’am, 14-15)

         Bölünme ve tefrikaya düşmenin yüce Allah’a isyan olduğunu bilen ve iman edenlere bunu duyuran Rasulullah (as), bu konuda ümmetini uyarmış, bölünenlerin cehenneme gideceklerini, doğru yolda ancak birisinin olacağını bildirmiştir.

         “Yahudiler, yetmiş bir fırkaya ayrıldı; bunlardan biri cennette, yetmişi ateştedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı; onlardan da yetmiş bir fırka ateşte, bir fırka cennettedir. Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır; bir fırka cennette, yetmiş iki fırka ise ateştedir.”

         Rasulullah (as)’dan nakledilen hadis budur, ancak yalancı müfteri müşrikler, kendi gayri İslâmi konumlarını, gizlemek ve meşru göstermek için iftira ve yalanlar uydurup Rasulullah (as)’a mal ederek birbirinden farklı şu eklemeleri yapmışlardır.

         “Sahabiler, “Ya Rasulullah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sordular. Rasulullah (as),“Cemaat” diye cevap verdi.” (İbn-i Mace, Fiten 17

         “İmam Tirmizi’nin rivayetinde ise şöyle geçer: Sahabiler, “Ya Rasulullah! O kurtuluşa eren fırka kimlerdir?” diye sorunca, Rasulullah (as) şöyle buyurdu: “Benim ve ashabımın yolunda olanlardır.” (S. Tirmizi, İman 18)

         Müfteri müşrikler, bu yalanları ile de hızlarını alamamış olacaklar ki şu eklemeyi de yapmışlardır. “Benim sünnetimden şaşmayanlar kurtulanlar olacaktır! Yani Ehl-i Sünnet ve cemaat mensuplarıdır.”

         Bununla da yetinmeyen tefrika içerisindeki müşrikler, Rasulullah (as)’ın üzerine iftira atarak onun, tefrikaya düşülmemesi uyarısını da aktarmalarına, bu konudaki Kur’an ayetlerine rağmen içerisinde bulundukları şirk ve küfürlerini meşru göstermek adına şu yalanlarını Rasulullah (as)’a atfetmişlerdir. “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.”

         Rasulullah (as), İslâmi esasların korunması, ümmetinin tefrikaya düşüp parçalanmaması konusundaki uyarılarını her vesile ile tekrarlamış, nihai noktada, Kur’an’ın, “…Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum…” (Maide, 3) buyruğu doğrultusunda şu net açıklamasını yapmıştır.

         “Din tamamlanmıştır, din adına sonradan ortaya çıkan her şey bid’at, her bid’at sapıklık ve her sapıklık cehennemdedir.”

         Tefrikaya düşenler, Kur’an’ın uyarısına rağmen şirki ve yüce Allah’a isyanı seçtiler

         Yüce Allah’ın, tefrikanın şirk, cemaatleşmenin rahmet olduğu uyarısına, Rasulullah (as)’ın da bu konudaki tüm hatırlatmalarına rağmen ne üzücüdür ki, Müslüman olduklarını iddia edenlerden bir kısmı, önce Sünni ve Şii olarak iki gruba ayrıldılar.

         Tefrikacılar, daha sonra alt mezheplere ayrılarak Rab’lerine muhalefet edip Rasulullah (as)’ın yolundan ayrılarak Rab’lerine karşı şirk ve küfrü seçtiler, Kur’an’daki “…Müşriklerden olmayın; onlar ki, dinlerinde tefrikaya düştüler ve fırka fırka oldular.” uyarısına aldırmadan müşriklerden oldular, Rasulullah (as)’ın işaret ettiği cehennemi seçtiler.

         Ehli Sünnet, Fıkhî Mezhepler

         – Hanefiler,
        
         – Malikiler,

         – Şafiiler,

         – Hambeliler,

         – Hariciler,

         – Mürcie,

         – Mutezile,
        
         – Cehmiye,

         – Neccariye,

         – Darrariye,

         – Kilabiye,

         – Müsebbihe,
        
        Ehli Sünnet, İtikadi Mezhepler
  
         – Selefiler,

         – Eş’ariler,

         – Maturidiler,

         Ehli Sünnetçi tefrikacılar, fıkhi mezheplere ayrılıkları yetmezmiş gibi bir de itikadi mezheplere bölündüler, böylece Rab’lerine karşı küfür ve şirklerini katmerleştirdiler.

         Şia mezhepler

         – Sebeiyye,

         – Keysaniye,

         – Zeydiyye,

         – Rafiziye,

         – İmamiyye,

         – Gurabiyye,

         Sapıklar, kendilerini doğru yolda sanıp kendi yanlarında bulunanlarla övünüyorlar

         Ehli sünnetçiler, Rasulullah (as)’a muhalefet ettikleri halde Ehli Sünnet olduklarını iddia ederek övünürlerken, Şiacılar da, Rasulullah (as)’ın değerli eşlerine en seviyesiz gayri ahlaki iftira ve saldırılarda bulundukları halde Ehli Beyt olduklarını ileri sürüyorlar.

         Ehli Sünnetçiler ve Şiacılar, yüzleri kızarmadan, ahlaki hiçbir değer taşımadan kendilerinin doğru yolda olduklarını ileri sürüp karşı grubu sapıklık üzerinde bulunmakla itham ediyorlar. Bunların durumu, tencere dibin kara, seninki benimkinden kara misali gibidir. Yüce Allah (cc), Ehli Sünnet ve Şia’ya sapık fırkalarına şamar gibi cevap veriyor.

         “Doğrusu onlar, ancak sizin ve atalarınızın adlandırdığı isimlerdir.., " (Necm, 23)

         Sapıklıklarında, yüce Allah’a ve Rasulü’ne iftira atmakta sınır tanımayan Ehli Sünnetçiler ile Şiacılar, adeta küfür ve şirkte yarışarak, kendilerinin doğruyol üzerinde bulunduklarını ispatlamak adına yalanlar uydurmuşlar, bu yalanlarını da Rasulullah (as)’ın üzerine atarak hadis olduğunu iddia etmişlerdir.

         Kur’an ve Sünnet kriterinden Ehli Sünnetçiler ile Şiacılara bakıldığında her iki grubunda yüce Allah’ın, “…Müşriklerden olmayın; onlar ki, dinlerinde tefrikaya düştüler ve fırka fırka oldular; uyarısını dinlemeyip Rab’lerine muhalefet edip şirk ve küfre düşerek müşriklerden oldukları apaçık bir şekilde görülecektir.

         Bu Kur’ani uyarılar, Ehli sünnet ve Şia sapıkları için hiçbir şey ifade etmediği için Kur’ani anlamda Müslüman değil, ayetlerde belirtildiği gibi müşriktirler. Bu nedenle de Kur’an’a, bir bütün olarak yönelmekten, ihtilafları Kur’ani hükümlere uygun çözmekten korkuyorlar. Yüce Allah (cc), fırkalara ayrılanları durumunu, öncekilerin durumu gibi olduğunu üzere şu ilahi buyrukla bildirmiştir.

         "İnsanlar, bir tek ümmet idi; böylece Allah, nebilerini, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi ve onlarla beraber, anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, insanlar arasında hükmetmek için Kitab’ı Hak ile indirdi. O (kitap) verilen kimselerin ihtilafları başka değil apaçık deliller geldikten sonra aralarındaki aşırı isteklerindendir. Bunun üzerine Allah, iman eden kimseleri, onda ihtilaf ettikleri şeyde Kendi izniyle Hakka iletti. Allah, dileyen kimseye hidayet eder, doğru yola iletir." (Bakara, 213)

         Yüce Allah (cc), çeşitli mezhep, meşrep, grup ve fırkalara ayrılanların, Kur’ani değil, kendi belirledikleri yöntemlere göre hareket ettiklerini bildirmiştir. Kur’an’ın bildirdiği en güzel yol ve yöntemi bırakıp kendi arzularına uyan ya da beşeri sistemlerin belirlediği yol ve yöntemleri metot olarak kabul edenler, hevalarının ya da beşeri sistemlerin kölesi olmuş bir şekilde her türlü zillete düşmüşlerdir.

         Müslüman sıfatı yerine mezhep ve meşreplerle övünme

         Herkesin kendince bir yol belirlemesi, bunun en doğru olduğunu iddia etmesi sonucunda ümmet arasında kargaşa çıkmış, ümmet parçalanmış, birbirlerine düşman olmuşlardır.

         İslâm’dan sapıp ayrı bir yol çizen gruplar, Kur’an’ın belirlediği esasları terk etmiş, mezhep ve meşreplerinin görüşlerini İslâm’ın önüne geçirmişlerdir. Bunlar, yüce Allah’ın kendilerine bahşettiği Müslüman sıfatı yerine tabi oldukları mezhep ve meşrep isimleri ile kendilerini isimlendirmişlerdir.

         İslâm’dan sapan her grup, bu sapıklıklarını, İslâmi değerleri kullanarak gizlemeye çalışmışlardır. Ehli Sünnet, Ehli Beyt gibi İslâm’a ve Rasulullah (as)’a atfettikleri sıfatlarla kendilerini vasıflandıran bu iki grup ve bunlara bağlı mezhep ve meşrepler, İslâm binasını adeta içerden yıkmış, Tevhidi İslâm anlayışını terk ederek kendi dar anlayışlarını öne çıkarmışlardır.

         Günümüzde artık sayılamayacak derecede çok olan İslâm adına ortaya çıkmış, ancak Kur’ani tanımlama ile gerçekte gayri İslâmi olan gruplar, kıyısından köşesinden kendilerini İslâm’a nispet etseler de bunlar, asıl itibarı ile İslâm’dan çıkmış, müşrik olmuşlardır.

         Yüce Allah’ın indirdiği apaçık ve mufassal Kur’an’ı, en güzel örnek Rasulullah (as)’ın yolunu terk eden Ehli Sünnet ve Ehli Beyt, kendi mezhep imamlarının kitaplarını Kur’an’ın, mezhep imamlarını da Rasulullah (as)’ın yerine geçirmişlerdir. Bunlar, sözel olarak Kur’an ve Sünneti kabul ettiklerini iddia etseler de, gerçekte İslâm’dan çok uzaktırlar.

         İslâm tarihinde ortaya çıkan hizip, mezhep ve meşreplerden her grup ayrı bir metot ortaya koymuş, her grup kendini doğru yol üzerinde zannederek hareket etmiştir.

         “De ki: ‘Herkes kendi yöntemine göre hareket eder; işte Rabb’iniz, kimin doğru yolda olduğunu daha iyi bilir.” (İsra, 84)

         Kendilerini İslâm’a nispet eden toplumlar, yüce Allah’ın bildirdiği saf ve dosdoğru yolundan yüzçevirip farklı mezhep ve meşreplere tabi olmuşlar ve kendilerinin en doğru yolda olduklarını iddia etmişlerdir. Bunlar, yüce Allah’ın razı olduğu dini terk ettiklerinin farkında olmadan tabi oldukları mezhep ve meşrepleri ile övünmüşlerdir.

         Taassupları, aşırı istekleri ve kendi mezheplerini önceleme fikirleri onları, apaçık vahyi delillerden saptırmış, dalalete düşürmüştür. Ancak Müslümanlar, Rab’lerinin lütuf ve rahmeti sayesinde Kur’ani hareket ederek Hak üzerinde kalmışlardır.

         Yüce Allah (cc), iman edenleri onurlandırarak onları şerefli bir sıfatla sıfatlandırmış, onlara Müslümanlar sıfatını vermiş, onları şöyle tanımlamıştır.

         “Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve ‘Şüphesiz ben, Müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır!” (Fussilet, 33)

         “Allah için hakkıyla cihat edin; O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi; babanız İbrahim’in milleti/dini (üzere olun). O, Rasul’ün üzerinize şahit olması ve sizin de insanlar üzerine şahit olmanız için, bundan önce de, bunda da size ‘Müslümanlar’ adını verdi. Öyleyse namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın; Mevla’nız O’dur, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır!” Hac, 78)

         Yüce Allah (cc), Müslümanlara bölünüp parçalanmamaları, Müslümanca yaşamaları konusunda birçok uyarı yapmış, onurlu sıfat olan Müslüman ismiyle ölmelerini istemiştir.

         “Ey iman edenler, Allah’tan hakkıyla korkun, sakının ve siz, Müslümanlar dışında ölmeyin.” (Al-i İmran, 103)

         İslâmcılar, Rab’lerinin kendilerine verdiği onurlu sıfatla övünüp bu sıfatla öleceklerine, Rab’lerinden korkmadan bu şerefli sıfatı terk edip Ehli sünnet ve Ehli Beyt kalkanları arkasına sığınarak İslâm’ı terk edip mezheplerini din edinmişler, bu sapıklık içerisinde yaşamayı tercih etmişler, bu sapık sıfatlarla da öleceklerdir.

         Ehli sünnet ve Şia sapıkları, yüce Allah’ın yerine alim dedikleri din adamlarını, Kur’an’ın yerine hadis kitaplarını, İslâm dini yerine de mezheplerini koydular, böylece de şeklen Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen gerçekte ise Kur’an’ın bildirdiği üzere Allah’tan korkmadan fırkalara ayrılıp saparak şirk ve küfre girdiler.

         Kur’ani Hükümlerin esas alındığı dönemlerde mezhep ve gruplar olmamıştır

         Rasulullah (as) ve sahabe döneminde Müslümanlar arasında mezhebi bir bölünme olmamış, olması da zaten mümkün değildi. Çünkü onlar, Kur’an üzerinde hassasiyet gösteriyor, en küçük bir konuda birbirlerine ayetleri hatırlatarak ihtilafı gideriyorlardı. Bir örnek verilirse.

         Emir-el Mü’minun Hz. Ömer (r.anh), konuşmasında fazla mehir alınmaması konusunda hutbede kadınları uyarmıştı. Hutbe bittikten sonra Hz. Ömer (r.anh)’ın yolunu Kureyş’li bir kadın keserek ona, bunu nasıl söylediğini sorar.

         – Ey Müminlerin emiri ! Erkekleri, evlenecekleri kadınlara dört yüz dirhem (gümüş) den fazla mehir vermekten sakındırdığın doğru mu?

         – Evet.

         – Allah Teâlâ’nın Kur’an’da indirdiği ayeti duymadın mı?

         – Hangi ayeti?

         – Allah Teâlâ’nın, “Eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine kantarlarca (mehir) vermişseniz bile ondan hiçbir şeyi geri almayın; iftira ederek ve açıkça günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız?” (Nisa, 20) buyurduğunu duymadın mı?

         – Allah’ım bağışla!.. Herkes Ömer’den daha fakih!

         Bu konuşmadan sonra Hz. Ömer (r.anh), geri dönüp tekrar minbere çıkar şunları söyler:

         “Ey insanlar! Kadınlara dört yüz dirhemden fazla mehir vermekten sizi sakındırmıştım, -Şimdi bu görüşümden rücu etmiş bulunuyorum- kim malından mehir olarak gönül hoşnutluğuyla daha fazlasını vermek isterse versin.” (Nesaî: Nikâh, 66)

         Hz. Ömer (r.anh), kendisinin Emir-el Mü’minun olduğunu, ayeti kadından daha iyi bildiğini ileri sürüp kadını reddetmemiş, tam aksine ayeti duyar duymaz, kadına hak verip kendisinin hata yaptığını söyleyip hatasını, halkın karşısında düzeltmiştir. Kur’ani hükümlere karşı gösterilen bu hassasiyet ve duyarlılık nedeniyle Sahabe, Tabiin ve Tebe-i tabiin dönemlerinde fıkhi münazaralar neticesinde gruplaşmalar olmamıştır.

         Hariciler, Havaric

         İslâm tarihinde ilk ortaya çıkanlar, Hariciler olarak bilinen gruptur. Onlar, Hz. Ali ile Muaviye arasındaki hakem olayını kabul etmedikleri, Hz. Ali (r.anh)’ın, Muaviye’ye karşı ayetleri uygulamadığını ileri sürerek Hz. Ali’den grup olarak ayrılmış kimselerdir. Hariciler, mezhep değil siyasi bir harekettir. Haricilerden sonra o dönemde Şii ya da Ehli sünnet adı ile herhangi bir grup ortaya çıkmamıştır.

         Mutezile, ayrılanlar, uzaklaşanlar

         Mutezile’nin ortaya çıkışı da fıkhî konularda değil, itikadi konularda olmuş, tarihi verilerden anlaşıldığı kadarı ile Vasıl bin Ata’nın, Hasan-ı Basri ile olan itikadi bir tartışması sonucunda grup olarak ondan ayrılması ile olmuştur.

         Selefilik İmam İbn-i Teymiye’ye (Hicri, 661-728) dayandırılan Selefilik, Hicri 7. asırda ortaya çıkmış bir mezheptir. Daha sonra İbn Kayyim el-Cevziyye, İbnü’l Vezir ve Şevkani’dir.

         Mezhep imamları olarak bilinen imamlar, istisnasız Müslümandılar

         Ebû Hanife, İman Cafer es-Sadık ve İmam Muhammed Bakır döneminde yaşamış, onlarla birçok konuda tartışmasına rağmen mezhep olarak bir yapılanmaya gitmemiş, kendisine soru soranlara, o konuda kendisinin ulaşabildiği nihai bilginin o olduğunu, daha iyisini nerede bulurlarsa oradan alınmasını tavsiye etmiştir.

         İmam Cafer es-Sadık da kendi döneminde bir mezhep oluşumuna gitmediği gibi o dönemde yaşayan İmam Malik’in de bir mezhep kurduğu görülmemiştir.

         Diğer mezhepler

         İslâm tarihinde mezheplerin ortaya çıkışı, Kur’ani hassasiyetlerin köreldiği dönemlerde olmuştur. İlk fıkhî oluşum, İmam Ebû Hanife (r.aley)‘in öğrencisi İmam Yusuf’un, Hanefi fıkıh okullarını açması ile olmuş, buna karşılık diğer mezhep salikleri de kendi okullarını açmışlardır.

         Öncü imamların talebeleri, taraftar toplama ve kendi görüşlerinin üstünlüğünü ispatlama adına sathi tartışmalar üzerinde yoğunlaşmaları neticesinde İslâm ümmeti arasında bölünmeler olmuş, bu bölünmeler giderek çatışmalara dönüşmüş, Kur’an hükümlerinin yerini mezheplerin görüşleri almıştır. Kendileri bir mezhep kurmayan mezhep imamlarının yaşadıkları dönemlere bakıldığında, mezheplerin ortaya çıktıkları net olarak görülecektir.

         – Ebu Hanife, Numan b. Sabit (Hicri, 80-150)

         – Malik b. Enes (Hicri, 90-179)

         – Şafii, Muhammed b. İdris (Hicri, 150-204)

         – Ahmed b. Hambeli (Hicri, 164-240)

         – İmam Yusuf (Hicri, 113-

         – İmam Muhammed (Hicri, 132-

         İmam Yusuf ve İmam Muhammed, talebesi oldukları imamları Ebû Hanife’nin, kabul etmeyip uğrunda canını verdiği zalim sultan Harun Reşid’in kadılık tekliflerini kabul ederek imamlarına ihanet etmişlerdir. Hanefi mezhebinin sistemleştirilmesi de imamlarına ihanet eden bu iki kişinin gayreti ile olmuş, mezhebin görüşleri, çoğunlukla bunlardan kaynaklanmaktadır.

         Ehl-i Sünnet kavramı, sonradan ortaya çıkan mezheplerin, köksüzlüklerini bir temele dayandırmak, durumlarını meşru göstermek için Ehl-i Beyt diye kendilerini vasıflandıran Şia’ya karşı uydurdukları bir kavramdır. Bunlar, bir taraftan imamlarının adını kullanırlarken diğer taraftan Rasulullah (as) ve sahabesini kullanmışlar, onların arkasına sığınmışlardır.

         Mezhepler, Kur’an’ı parçalara bölüp arkalarına attılar, dini parçaladılar

         Kendi yanlarından uydurdukları isimlerin arkasına sığınarak birbirlerini sapıklıkla suçlayan Ehli sünnet ve Şia tefrikacıları, yüce Allah’ın Kitabı’nı da tıpkı Yahudi ve Hrıstiyanlar gibi parçalara ayırarak bir kısmını kitaplarında kullanırlarken birçoğunu da gizlediler.

         “Kısımlara ayıranlara indirdiğimiz gibi, onlar ki Kur’an’ı, kısımlara ayıranlardır. Bu yüzden Rabb’ine andolsun hepsine soracağız, yapmakta oldukları şeylerden.” (Hicr, 90-93)

         Kur’an’ın, işlerine gelen ayetlerini alıp kitaplarında kullanan, böylece tefrikaya düşüp küfür ve şirke sapanlar, tıpkı Yahudi ve Hrıstiyanlar gibi Kur’an’ı parçalara ayırdılar, yüce Allah’ın tüm uyarılarına rağmen müşriklerden olmayı yeğlediler.

         İslâm tarihini kana bulayan parçalanmaların, ümmet arasına konulan fitnenin fitilini ateşleyen mezhepler, Tevhidi anlamda hiçbir harekette bulunmazlarken Kur’an’ın, işlerine gelen ayetleri alıp diğerlerini görmezden geldiler, böylece saparak İslâm dairesinden çıktılar.

         “Fakat onlar aralarında işlerini yazılmış kâğıtlar halinde paramparça ettiler; her grup, kendi yanındaki şeylerle mutludur.” (Mü’minun, 53)

         Mezheplerin, işlerini yazılmış kâğıtlar halinde parçalara ayırdıkları eserlerinden bazıları

         İlk Sünni tefsir kitaplarından bazıları

         1- Cami-ul Beyan Tefsiri (Tefsir-i el-Taberi)

         2- Mefatihul ğayb Tefsiri (Tefsir-i Kebir)

         3- El-Durrül Mensur Tefsiri (El-Durrül Mensur fi tefsiri bil Masur)

         4- El-Keşşaf Tefsiri (El Keşşaf an Hakaiki ğavamiz el- Tenzil ve Uyunil Egavil fi Vucuhit Tevil)
 
         5- Keşfül Esrar ve İddetül Ebrar Tefsiri (Keşfül Esrar ve İddetül Ebrar, tanınmış adıyla Hace-yi Abdullah-il Ensari Tefsiri)

         Sünni hadis kitapları

         Sahih İbni Hibban

         Sahih İbni Huzeymâ

         Sahih-i Müslim

         Sahih-i Buhari

         Sünen Dârimî

         Sünen-i Ebu Davud

         Sünen-i Nesai

         Sünen-i Tirmizi

         Sünen-i İbn Mace

         Keşfü’l Hafâ

         Kütüb-i Sitte

         Musannaf Abdurrazzak

         Musannaf İbni Cureyc

         Musned

         Mustedrek

         Riyazu’s-Salihin

         Şia tefsir kitapları

         1- Tefsir-i Kummi

         2- Tefsir-i Tibyan

         3- Mecma-ul Beyan Tefsiri

         4- El-Mizan Tefsiri

         5- Nur-us Sakaleyn Tefsiri

         6- Numune Tefsiri

         Şia hadis kitapları

         Bihar’ul-Envar

         El-Kâfi (Telif)

         Kütüb-i Erbaa

         Nehсü’l Belâga

         Men La Yehzaruhu’l Fakih, (Telif)

         Tehzibu’l Ahkâm,

         el-İstibsaru Fima Uhtulife Min-el Ahbar, (Telif)

         Ehli sünnet ve Şia mensupları, Kur’an’dan işlerine yarayan ayetleri aldıktan sonra onu tamamen arkalarına atmış bu kitaplarını öncelemişler, birbirlerini de bu kitaplarına dayanarak tekfir etmişlerdir. Günümüzde bu tekfir, had safhaya ulaşmış, bunun sonucunda bu sapık fıkralar Ortadoğu’yu kan göletlerine çevirmişlerdir. Oysa yüce Allah (cc) Kur’an’da, onların tümünü, tefrikaya düştükleri için müşrikler olarak vasıflandırmış, topluca sarılmayıp ihtilafa düştükleri için de kenarında bulundukları cehenneme yuvarlanacaklardır.

         Kıyamet günü yüce Allah (cc), Ehli sünnet ve Şia sapıklarını kendi sapık kitaplarından değil, Kur’an’dan hesaba çekecek ve onların yalancılar olduklarını kendilerine söyleyip topunu cehenneme sürecektir. Artık tartışmalarını cehennemde sürdürürler.

         “Her ümmeti diz çökmüş görürsün; her ümmet, kendi Kitabına çağırılır: ‘Bugün yapmış olduğunuz şeylerle cezalandırılacaksınız!’ İşte Kitabımız, aleyhinize gerçeği söylüyor, muhakkak ki biz, yapmış olduğunuz şeyleri yazıyorduk.” (Casiye, 28-29)

         “Yer, Rabb’inin nuru ile parlar, Kitap konulur, nebiler ve şahitler getirilir ve aralarında adâletle hükmedilir; onlara hiç haksızlık edilmez.” (Zümer, 69)

         Elbette o hesap gününde herkes gibi Rasulullah (as) bile Kur’an’dan sorulacaktır.

         “Öyleyse sen, sana vahyedilene sımsıkı tutun, elbette sen doğru yol üzerindesin, muhakkak ki o, sana ve kavmine bir Zikirdir ve yakında sorulacaksınız.” (Zuhruf, 43-44)

         “Hamd Allah’a ve selam, O’nun seçkin kulları üzerinedir; Allah mı yoksa ortak koştukları mı hayırlıdır!” (Neml, 59)

         “…Selam, hidayete tabi olan kimselerin üzerinedir.” (Taha, 47)

         “Rabb’in yücedir; vasfettikleri şeylerden uzak, İzzet sahibidir, selam olsun gönderilen(rasul)lere, Hamdolsun âlemlerin Rabb’i Allah’a” (Saffat, 180-182)

Ramazan Yılmaz: 2018.03.25