Tevhid dini şirk dini

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

Yaşadığımız çağda, tüm kavramlar, anlam kaymasına uğratıldığı gibi, din kavramı da asıl tanımından uzak bir şekilde anlamlandırılmış, toplumun düşünce yapısında, dinin tanımı konusunda, yüce Allah’ın bildirdiği gerçeklerden çok uzak bir algı oluşturulmuştur.

Günümüzde, Tevhidi esasları toplumun gündeminden çıkarmaya çalışan Samiri soylu bazı kimseler, kendilerinde din kavramı oluşturma gayreti içerisindedirler. Bunlar, Kur’an’daki din tanımını bırakıp kendi mantıklarınca dini, indirilen din, uydurulan din diye tanımlayarak, bu saçma tanımlamalarını, Tevhid dini ve şirk dininin yerine kullanıyorlar. Oysa Kur’an, Tevhid şirk ekseninde konuları açıklar, tüm değerlendirmeleri bu eksende yapar.

Kur’an’da gerçek tanımını bulan din kavramı, şeriat, kanun, adet, yol, mezhep, taklit, millet, itaat, boyun eğme, kulluk, kölelik yapmak, zilleti kabullenmek, teslim ve tabi olmak, üstünlük kurmak, hüküm, emir, boyunduruk altına almak, ceza, mükâfat, muhakeme ve hesap anlamlarının tümünü içermektedir.

Yüce Allah (cc), din konusunu çok açık bir şekilde belirtir ve insanların ona göre hareket etmelerini ister. Kur’an, dini tanımlarken, insanların sosyal hayattaki davranışlarını ve ilişkilerini esas alır. Buna göre, insanların yeryüzündeki yaşamını düzenleyen, insan ilişkilerine çözümler sunan hükümlerin, kanun ve kuralların ve insan yaşamını ilgilendiren meselelere getirilen çözüm ve önerilerin tümüne birden din adı verilmektedir.

Yüce Allah, yarattığı kullarının, yeryüzünde neler yapacaklarını bildirmiş, onlara yol gösterip hedeflerini belirlemiş, ona göre hareket etmelerini istemiştir.

"O ki yarattı, düzene koydu; takdir etti, peşinden hedefini gösterdi," (A’la 2-3)

İndirdiği hükümlerle insanların tabi olacakları dini tamamlayan yüce Allah (cc), bu dine İslâm adını vererek ondan razı olduğunu bildirmiştir. Böylece yüce Allah (cc), insanların yeryüzünde uyacakları kuralları onlara bildirerek tabi olacakları dini belirlemiştir.

“… Bugün sizin için dininizi olgunlaştırdım ve üzerinize nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’a razı oldum…” (Maide, 3)

İnsanları yaratıp neler yapacaklarını, indirdiği Kitap’ında, apaçık bir şekilde belirten yüce Allah (cc), onların aralarında herhangi bir sorunun çıkması halinde de onlara sorunlarını çözecekleri Kitab’ını, nebileri vasıtasıyla göndermiştir.

“İnsanlar, bir tek ümmet idi; bu yüzden Allah, nebilerini, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi ve onlarla beraber, anlaşmazlığa düştüklerinde insanlar arasında hükmetmek için Kitab’ı hak olarak indirdi. Kitap verilmiş olanların ihtilafları başka değil, onlara apaçık deliller geldikten sonra onların azgınlıklarının açığa çıkmasıdır; bunun üzerine Allah, Kendi izniyle iman edenleri, onların, o ihtilafa düştükleri şeyde Hakka iletti. Allah, dilediği kimseyi doğru yola iletir.” (Bakara, 213)

İnsanların, Rab’leri tarafından gönderilen Kitap üzerinde ihtilafa düşüp sapmaları, Tevhid dininden uzaklaşmalarına ve kendilerine göre yeni dinler oluşturmalarına neden oldu. Tevhid dininden kopanlar, onun karşısında yeni bir hayat tarzı olarak şirk dinlerini oluşturdular.

Yüce Allah (cc), razı olduğu ve olgunlaştırıp tamamladığı İslâm dinini, kısmen ya da tamamen terk edenler, açıkça yüce Allah’ın razı olduğu dini beğenmemişlerdir. Bu kimseler, apaçık şekilde müşrik ve İslâm’dan başka tabi oldukları dinleri de şirk dinleridir.

Yüce Allah (cc), İslâm dışındaki tüm dinleri, şirk dini, mensuplarını da müşrikler olarak değerlendirir ve onlar üzerine Kendi gönderdiği dini hâkim kılacağını bildirir.

O ki, Rasulü’nü hidayetle ve hak dinle gönderdi, müşrikler hoşlanmasa da onu bütün dinlerin üzerinde tuttu.” (Tevbe, 33)

“Muhakkak ki Allah yanında din, İslâm’dır; Kitap verilmiş olanların ihtilafları, başka değil, ancak onlara ilim geldikten sonra kendilerinin azgınlıklarının açığa çıkmasıdır. Kim, Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, elbette Allah, hesabı çabuk görendir.” (Al-i İmran, 19)

Kur’an, nasıl ki, Müslümanları tek bir İslâm milleti, Müslümanların dışında kalan tüm kâfir, müşrik, münafık, fasık ve mürtetleri de ayrı tek bir küfür milleti olarak tanımlıyorsa, aynı şekilde İslâm’ı tek bir din, İslâm dışındaki tüm dinleri tek kategoride değerlendirir. Kur’an, İslâm’ın dışındaki dinlerin, şirk dini olduklarını, onların hiç birisinin Allah katında geçerli olamayacağını bildirir.

“Ve kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, elbette ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette de hüsrana uğrayacaktır.” (Al-i İmran, 85)

Tevhid dini İslâm ile şirk dinleri arasındaki farklar

Tevhid dini İslâm,

İslâm dininde, hüküm koyma hakkı yalnızca yüce Allah’a aittir ve O’nun dışında hiç kimse, hüküm koyamaz.

“Siz, O’nu bırakıp sizin ve atalarınızın isimlendirdiği isimlerden başkasına tapmıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir, Allah’ın dışında hüküm koyucu yoktur. O, Kendisinden başkasına tapmamanızı emretmiştir, işte doğru din budur, lakin insanların çoğu bilmezler." (Yusuf, 40)

Kendisi dışında hüküm koyucu olmadığını bildiren yüce Allah (cc), ancak Kendi koyduğu hükümlerden oluşan dinin en doğru olduğunu, yarattığı kulları üzerine de ancak kendisinin hüküm koyacağını bildirmiştir.

“…İyi bilin ki, yaratma ve emir O’nundur, âlemlerin Rabb’i Allah, ne yücedir!” (A’raf, 54)

Yüce Allah (cc), yarattığı kulları üzerine kimsenin hüküm koyamayacağını, hükmüne kimseyi de ortak etmeyeceğini bildirmiştir.

“…O (Allah), hükmüne kimseyi ortak etmez.” (Kehf, 26)

Kendisi dışında kimseye hüküm koyma hakkı vermeyen yüce Allah (cc), kulları üzerine hüküm koyanları ve konulan hükümleri tanımayarak Kendisine şirk koşanları, açık bir şekilde uyarmış, onların zalimler olduklarını ve onlar için acıklı bir azabın bulunduğunu bildirmiştir.

“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyleri dinden kendileri için şeriat kılan ortaklar mı var! Eğer karar sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi; kuşkusuz zalimler için acıklı bir azap vardır.” (Şura, 21)

İslâm dininde hüküm koyucu yalnızca yüce Allah’tır, hangi gerekçe ile olursa olsun, Allah’tan başkalarına hüküm koyma hakkı tanıyanlar, o hüküm koyucuları, hükümde Rab’lerine ortak yapmış, şirk koşmuş, müşrik ve zalimlerden olmuşlardır.

Şirk dini beşeri sistemler,

Yüce Allah’ın, kulları için indirdiği kuralların, bir kısmını ya da tamamını bırakılarak insanlar üzerine konulan beşeri hükümlerden oluşan sistemler, şirk dinleridirler. Şirk dinlerinde hüküm koyucu insanlardır. Bu anlamda demokrasi, sosyalizm gibi beşeri tüm sistemler, Hrıstiyanlık, Yahudilik gibi tahrif edilmiş dinler, Şamanizm, Hinduizm, Budizm gibi sapıklık dinleri, şirk dinleridirler. Bu dinlere mensup olanlar da müşrik ve kâfirlerdir.

Yüce Allah’ın koyduğu hükümlerin, kısmen ya da tamamen terk edilmesi, kişi ve kişileri, İslâm dininden çıkarır, şirk dinine tabi kılar. Şirk dininde, isterse hükümlerin %99’u yüce Allah’ın indirdiği hükümlerden teşekkül etsin, yine de şirk dinidirler. Çünkü burada belirleyici olan insandır ve o, hoşuna giden yüce Allah’ın hükümlerini alarak, hoşuna gitmeyen, -velev ki, %1 olsun- hükmü terk ederek kendisine göre bir sistem, bir din oluşturmuştur. Bu nedenle o sistem, İslâm dini olmaktan çıkmış, şirk dini olmuştur.

Allah, hükmedenlerin en iyi Hâkimi değil midir?” (Tin, 8)

Yüce Allah (cc), en iyi hüküm koyucu iken, herhangi bir konuda O’nun hükmünü bırakmak, hâşâ, yüce Allah’ı o konuda eksik görmektir ki O, eksiklikten münezzehtir.

Yüce Allah’ı, en iyi hüküm koyucu olarak kabul edenler, O’nun hükümlerini hiçbir şekilde terk etmez, O’ndan başka hüküm koyuculara uymazlar; onlar, aksine hareketin Rab’lerine şirk koşmak, isyan etmek olduğunu ve küfre girileceğini bilirler.

Tevhid dini İslâm’da davet metodu

Kur’an’da, insanların Tevhidi esaslara, yüce Allah’ı birlemeye ve İslâm dinine nasıl davet edilecekleri apaçık bir şekilde ortaya konulmuş, Risalet önderlerinin ve Tevhid erlerinin hayatlarından örnekler verilerek, Müslümanların da böyle yapmaları istenmiştir. Kur’an’da bu davet metoduna, Sünnetullah denmiş ve bunda hiçbir değişiklik olmayacağı bildirilmiştir.

İlahi mesaj ile kullarını şereflendiren yüce Allah (cc), bu ilahi mesajın metodunu da koymuş, Müslümanların nasıl, ne şekilde hareket edeceklerini bildirmiştir. Müslümanlar, metot olarak Rab’lerinin belirlediği ölçülere uygun hareket etmekle mükelleftirler.

Yüce Allah’a ve indirdiği Tevhidi esaslara iman edenler, Sünnetullahta cari olan davet metodunu aynen uygularlar ve hiçbir şekilde bunun dışında bir arayış içerisine girmezler. Bu, yüce Allah’a iman etmelerinin ve Müslüman olmalarının gereğidir.

Müslümanlar, Tevhidi esasların ilkelerine iman ettikleri gibi, bu esasların ortaya koyduğu davet metoduna uyma konusunda da sorumludurlar ve hiçbir şekilde bu esaslara aykırı hareket edemezler. Bu nedenle de onlar, daveti ortaya koyarlarken hiçbir şekilde hevai davranamaz, davet metodunun belirlediği esaslara uygun hareket ederler.

Müslümanlar, kendilerinden önce geçen Risalet önderleri ve Tevhid erleri gibi hareket ederler ve karşısında oldukları tağuti sisteme karşı mücadelelerini açık ve net olarak ortaya koyarlar.

Müslümanlar, Hz. Nuh (as) gibi, zorba kâfirlere karşı, gece gündüz demeden gizli ve açık olarak daveti ortaya koyarlar, Hz. Musa (as) ve Ashabı Kehf gibi zalim diktatörlere karşı bu Tevhidi ilkeleri ilan ederler ve Hz. Muhammed (as) gibi, bütün mal varlıklarını harcayarak putperestlere karşı Hakkı haykırırlar.

Müslümanlar, davaları uğrunda gerekirse Hz. Yusuf (as) gibi, zindanları mesken edinir ya da Hz. İbrahim (as), gibi bu uğurda ateşe girmeyi bile göze alırlar ve nihayet Ashabı Uhdud’a ve Kasabalılara giden elçiler gibi kendi bedenlerini bu uğurda seve seve verirler. Ancak hiçbir şekilde ve şartta tağuti sistemlerin kurallarına ve isteklerine göre hareket etmezler.

Müslümanlar için aslolan, kendilerine verilen görevi, verildiği şekilde ortaya koymak, kendilerinden istenildiği yere kadar ulaştırmaktır. Kendilerine belirlenen ölçüler içerisinde hareket etmeleri onların, Rab’lerine teslimiyetlerinin göstermesi olacaktır.

Müslüman davetçilerin görevi, kendilerini araya sokmadan, yaptıkları davet karşılığında herhangi bir ücret almadan, insanları Tevhidi esaslarla yüzyüze getirmek, onlara Rab’lerinin mesajını ulaştırıp bırakmaktır.

Elçilik görevi, görevin gerektirdiği şekilde hareket etmeyi gerektirir, aksine bir hareket, haddi aşmak ve sorumluluk altına girmektir. İnsanlar, isterse ilahi mesajı kabul ederler, isterlerse reddederler, bu onların bilecekleri bir şeydir.

Yüce Allah’ın buyrukları dışındaki yol ve yöntemlerle mücadele edenler, Rab’lerine muhalefet ederek haddi aşmış, isyan etmişlerdir. Oysa vahyi esaslara iman edip teslim olan Müslümanlar, Rab’lerinin kendilerine bildirdiklerini yalnızca tebliğ etmekle mükellef olduklarının bilincinde hareket eder ve sonucu yüce Allah’a bırakırlar.

Şirk dinlerindeki metotlara uymak şiddetli azabı gerektirir

Her düşünce ve her ideolojinin metodu, anlatım ve uygulama biçimi farklıdır. Bir din ya da ideoloji, başka bir dinin ya da ideolojinin metodu ile anlatılamaz. Örneğin, demokratik küfür ve şirk sistemlerinin kuralları ile Tevhid ve hidayet dini olan İslâm anlatılamaz. Herkes, inandığı din ve ideolojiye göre hareket eder, konuşur ve mücadele eder.

Müslümanlar, demokratik, Marksist sistemlerin metotlarını alarak müşrik ve kâfirlerin yaptıklarını yapamaz dediklerini söyleyemezler. Onlar, küfür ve şirk cephesinin ve onların akıl hocaları şeytan (aleyhillaneni)ın her türlü tahriklerine karşılık iman ettikleri esaslardan hareket ederler.

Yüce Allah (cc), ortaya koyduğu hükümlerden hiçbir şekilde sapılmamasını istemiş, en küçük bir tavizin verilmesi durumunda çok ağır bir şekilde cezalandıracağını bildirmiştir.

“Şüphesiz neredeyse seni, sana vahyettiğimizden ayırıp ondan başkasını üstümüze iftira atman için kandıracaklardı, işte o zaman seni dost edineceklerdi.

Şayet biz seni gerçekten sağlamlaştırmamış olsaydık, neredeyse onlara biraz yanaşacaktın, o zaman sana hayatın iki kat ve ölümün iki katı (azabı)nı tattırırdık, sonra bize karşı kendine bir yardımcı bulamazdın.” (İsra, 73-75)

Hz. Muhammed (as), kendisi ve arkadaşları, onca zulüm ve baskı görmelerine rağmen, zerre kadar taviz vermemiş, vermeyi düşünmemiştir. Müşriklerin, yaptıkları en cazip teklifleri, elinin tersi ile reddetmiş ve onlara; “Güneşi sağ elime, Ay’ı da sol elime koysalar yine de bundan vazgeçmem” demiştir. Yüce Allah (cc), en küçük bir tavizin verilmesi halinde şiddetli bir şekilde azap edeceğini bildirmiştir.

“Şayet o, bazı sözleri uydurup bize atfen söyleseydi, Biz de onun sağını alırdık, sonra onun can damarını keserdik, sizden hiçbir kimse de ona engel olamazdı.” (Hakka, 44-47)

Kur’ani gerçekler de açıkça göstermektedir ki, yüce Allah’ın bildirdiği hükümlerden en küçük bir sapma, büyük bir azabı gerekli kılmaktadır. Bu nedenle bütün Risalet önderleri, davet görevlerini, Rab’lerinin bildirdiği şekilde yapmışlar, bundan zerre kadar taviz vermemişler, sapmamışlar ve kâfirlerin kendilerine yaptıkları her türlü teklifi reddetmiş, yapılan tehditlere aldırış etmemişlerdir.

Yüce Allah (cc), kâfirlere itaat edilmesini, taviz verilmesini, onlara karşı yumuşak davranılmasını yasaklamıştır.

“Öyleyse itaat etme yalanlayanlara ki, istediler ki sen, yağcılık yapasın da onlar da yağcılık yapsınlar.” (Kalem, 8-9)

Yüce Allah (cc), kâfir zalimlere değil itaat etmeyi, onlara meyletmeyi bile yasaklamış, onlara meyledenlerin ateşe gireceklerini bildirmiştir.

 “Zalimlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur, sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur, sonra size yardım edilmez.” (Hud, 113)

Yüce Allah’ın, bu apaçık hükümlerine rağmen, tağuti şirk dinlerine itaat edenler, yüce Allah’a karşı gelmiş, şeytana tabi olmuş, İslâm’dan çıkmış, şirk dinine girmişlerdir.

Tüm vakıf, dernek ve partiler, istisnasız şirk dininin metotlarıdırlar

Demokratik sistemlerin izni ile İslâm adına açılan tüm vakıf, dernek ve partiler, istisnasız, şirk dininin metotları ve Allah yolundan insanları saptırmak için kurulan tuzaklardır. Bu metotları, bilerek ya da bilmeyerek kullananlar, insanları, yüce Allah’ın bildirdiği Tevhid dininden alıkoymaya çalışan şeytanın yardımcılarıdır. Çünkü şeytan, Allah’ın doğru yolu üzerine oturacağını ve insanları saptıracağını söylemişti.

“Dedi ki, ‘Beni azdırmana karşılık, onlar için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (A’raf, 16)

Demokratik şirk dininin kuralları doğrultusunda kurulan vakıf, dernek ve partiler, şeytanın görevini üstlenerek, dini anlatma kisvesi altında hareket edip sureti Haktan görünerek insanların, Tevhidi esasları öğrenmelerine ve Allah yoluna yönelmelerine engel olmuşlardır.

Demokratik şirk dininin kurallarına göre hareket eden vakıf, dernek ve particiler, insanları Allah yolundan ve Tevhidi esaslara yönelmekten alıkoymak için çok değişik metotlar kullanmaktadırlar. Yüce Allah (cc), şeytanın yardımcıları bu bozguncuları uyarmaktadır.

“Ve iman edenleri, Allah yolundan tehdit edip engelleyerek, onu eğriltmeyi arzulayarak, her yol üzerine oturmayın, bir zamanlar siz az idiniz, nihayet sizi çoğalttığını düşünün ve bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu!” (A’raf, 86)

“Ve iman edenleri, Allah yolundan tehdit edip engelleyerek, onu eğriltmeyi arzulayarak, her yol üzerine oturmayın.” Bu uyarı, tarihin hemen her döneminde var olan şeytani düzenlerin, Hakka karşı zorbalıklarını, Allah yolundan saptırılmalarını ve insanlara kurulan tuzaklarını, Hakkın batılla karıştırılarak gizlenmesini çok açık şekilde ortaya koymaktadır.

Tarihi süreçte insanları, Allah yolundan saptırmak için yapılan saptırma faaliyetleri ve kurulan tuzaklar, günümüzde çok daha değişik şekillerde ve gelişmiş metotlarla yapılmaktadır. İnsanlar, kendilerine kurulan tuzakların farkına varmadan, küfre sapmakta, şirke düşmekte ve yüce Allah’a isyan etmektedirler.

Halkında Müslümanların bulunduğu İslâm toplumlarını, emperyalizmin belirlediği sınırlar içerisinde idare eden resmi sistemler, bir taraftan, güvenlik güçleri ile diğer taraftan ekonomik gücünü kullanarak insanları kendilerine itaat ettirmek için zorlarlar. Bunun yanında, basını devreye sokarak propaganda ile insanları kandırıp sindirmeye, kendi kurdukları diyanet şebekesi ile ve kurulmalarına izin verdiği parti, dernek ve vakıflar yoluyla insanların inançlarını bulandırarak onları saptırmaktadır.

Askeri, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel bütün gücü ellerinde tutan tağuti güçler, belamları da devreye sokarak “İman edenleri, Allah yolundan tehdit edip engelleyerek, onu eğriltmeyi arzulayarak,” gece gündüz demeden çalışmaktadırlar.

İnsanların, Tevhidi esaslardan saptırılmasında, Hakkın batılla karıştırılmasında ve Kur’ani gerçeklerin gizlenmesinde vakıfların oynadığı rol, tağuti sistemin hiçbir kurumu ile kıyaslanamayacak kadar büyüktür.

“İman edenleri Allah yolundan çevirmeğe ve o hak yolu eğriltmeğe” çalışanlar içerisinde vakıfların payı, tağuti sistemin diğer bütün kurumlarının paylarının toplamından daha fazladır. Bu nedenle İslâm düşmanı oldukları halde beşeri sistemler, vakıf açılmasını kolaylaştırmakta, onlara, çoğu kez maddi katkı yapmaktadırlar.

Demokratik şirk dininin metodunu kullanmak, yüce Allah’ın üzerine iftira atmaktır

Şirk dinlerinin kuralları ile İslâm’a hizmet edileceğini iddia etmek, İslâm’dan sapma, şirk ve küfür olduğu gibi, aynı zamanda yüce Allah’ın üzerine de iftira atmaktır. Hz. Şuayb (as)’ın, müşrik topluma, bu konuda verdiği cevap, tüm Müslümanların, üzerinde hassasiyetle düşünmeleri gereken çok önemli bir örnekliktir.

Adı ne olursa olsun, demokratik şirk dinindeki tüm vakıf, dernek ve parti mensupları, yüce Allah’ın bildirdiği Tevhidi mücadele metodunu terk edip beşeri tağuti sistemin kurallarına göre hareket ettikleri için yüce Allah’ın üzerine iftira atmış müfterilerdir.

“Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: ‘Ey Şuayb, mutlaka seni ve seninle beraber iman edenleri kentimizden çıkarırız ya da milletimize dönersiniz!’ Dedi ki: ‘Şayet biz hoş görmesek de mi?” (A’raf, 88)

“Allah, bizi ondan kurtardıktan sonra eğer sizin milletinize dönersek, Allah’ın üzerine yalan atmış oluruz. Rabb’imiz Allah’ın, dilemesi dışında ona dönmemiz bizim için kesinlikle mümkün değildir. Rabb’imiz, bilgice her şeyi kuşatmıştır, biz Allah’a tevekkül ettik; Rabb’imiz, bizimle kavmimizin arasını gerçekle aç, muhakkak ki sen açanların en iyisisin!” (A’raf, 89)

Yüce Allah’a iman ettikten sonra beşeri şirk dinlerinin kuralları ile hareket etmek, yüce Allah’ın dinini yetersiz görüp terk edip küfre ve şirke düşmek, şirk dinine girmektir.

Egemen zorba güçler, insanlardan, her şeyi terk edip kendi kurallarını kabul etmelerini istemezler; tarihi süreçte de insanlardan zaten böyle bir istekte bulunulmamıştır. Onlar, dini ya da görüşü ne olursa olsun, bu din ve görüşlerini bireysel olarak yaşamalarına da bir itirazda bulunmazlar, ancak bunları, bugünün ifadesi ile kamusal alan dedikleri yerlerde ifade edip eyleme dönüştürmelerini istemezler.

Demokratik şirk dini, hangisi olursa olsun, tüm inanç ve görüşlerin, kendi belirlediği kurallar çerçevesinde, kendisine karşı bir tutum izlememeleri şartıyla, kendi izin verdiği ölçüde ortaya konulmasına müsaade edebilir. Bunun örnekleri, içerisinde yaşadığımız çağda ve ülkede çokça görülmektedir ve vakıf, dernek ve partiler, bunun apaçık bir örnekleridirler.

Egemen güçlerin belirledikleri kurallara göre hareket etmek, onların kurallarını kabul etmek ve onların belirlediği şekilde hareket etmektir ki bu, onların şirk dinine uymak, iman edilen Tevhidi esaslardan dönmek, yüce Allah’a isyan etmek ve sapmaktır.

Egemen güçlerin belirlediği beşeri kurallara göre hareket eden kimseler, kendileri açıkça ifade etmeseler bile, bu hareketleri ile iman ettikleri Tevhidi esasları terk etmişlerdir demektir. Hz. Şuayb (as) ve Hz. Muhammed (as)’a müşriklerin yaptıkları teklifler ve onların, kendilerine yapılan tekliflere verdikleri cevaplar Müslümanlar için apaçık birer örnektir.

Hz. Şuayb (as), daha önce kendi toplumu içerisinde namazını kılıp o toplumun kötü fiillerine bulaşmadığı zaman kimse ondan rahatsızlık duymuyordu. Ancak ne zaman ki o, kendisine bildirilen ilahi mesajı insanlara duyurarak onlardan, yaptıkları kötü fiilleri terk etmelerini istedi, işte o zaman kınanmaya, baskı görmeye ve tehditler almaya başladı.

Kendi toplumu içerisinde “Muhammed-ül Emin” olarak bilinen Hz. Muhammed (as) da, Hz. Şuayb (as)’ın karşılaştığı sorunun yaşamıştı. O, yıllarca içerisinde yaşadığı toplum tarafından öz oğulları gibi tanınan, sözü dinlenen, sevilen ve güven duyulan birisiydi, ancak Tevhidi esasları duyurmaya başladığı anda karşılaşmadığı baskı, tehdit ve hakaret kalmamıştır.

İman öyle bir cevherdir ki, bir kere kalbe girdi mi, onu oradan hiçbir güç çıkaramaz. Tarihi süreçte yaşanan Tevhid şirk mücadelesinde kâfirler, iman edenleri, kimi zaman Ashab-ı Uhdud’un ve Hz. İbrahim (as)’ın davetine karşı çıkan Nemrut’un yaptığı gibi yakmışlar, kimi zaman da Kasabalılar gibi taşa tutmuşlar ya da Hz. Muhammed (as) döneminde olduğu gibi en ağır işkenceleri yapmışlardır. Ancak bütün bunlar, insanların kalplerinde yer eden imanı oradan söküp çıkarmaya yetmemiştir.

Günümüzde, Samiri soylu belamlar, Tevhidi esasları anlatmadıkları gibi, hizmetinde bulundukları ve mensup oldukları tağuti şirk dininin kurallarına uygun kurdukları vakıf, dernek ve partilerle, insanların Allah yoluna, Tevhidi esaslara yönelmelerine de engel olmaktadırlar. Samiri soylu belamlar, demokratik şirk dininin metotları ile hareket etmeye başladıktan sonra o şirk dininin kurallarına göre bir kişilik oluşturmuşlardır.

İman etmek, geçmişe ait her şeyi terk etmek, şirk dininden uzaklaşmaktır

Yüce Allah’a, O’nun gönderdiği Tevhidi esaslara iman etmek, önceden inanılan ve tabi olunan bütün düşünce, söz ve davranışları terk edip yepyeni bir kimlik ve kişilik kuşanmaktır. Bu kuşanılan yepyeni kimlik ve kişiliği de, hiçbir şeyden ve kimseden korkmadan açıkça ortaya koymak ve bunu ifade etmek, iman edilen esasların iman edenlerden isteğidir.

Egemen güçlerin kurallarına göre hareket etmek, Tevhidi esasları terk etmek olduğu gibi, yüce Allah’ın gönderdiği dini yetersiz görüp beğenmemek ve O’nun üzerine iftira atmak anlamını da taşımaktadır. İman ettiği esasları bırakıp beşeri egemen sistemlerin kurallarına dönen kimse, bunu açıkça ifade etmese bile, davranış olarak bunu ifade etmiş demektir. İşte bu gerçeği bilen Risalet önderleri ve Tevhid erleri, şirk dinleri ile aralarına net bir çizgi çekmişlerdir.

Yüce Allah’ın bildirdiği esaslara iman eden bir kimse, daha önce mensup olduğu siyasi görüşü, ideolojiyi, her şeyi ile terk etmek, hiçbir şekilde ondan bir iz taşımamak zorundadır.

Terk edilen bir siyasi görüş, ideoloji ve din, yetersiz demektir; yüce Allah’ın koyduğu hükümleri bırakıp beşeri şirk dininin kuralları ile hareket etmek de, yüce Allah’ın Tevhid dinini eksik ve yetersiz görmektir. Hz. Şuayb (as), bu durumu ifade ederek: “Allah, bizi sizin milletinizden kurtardıktan sonra eğer tekrar ona dönersek, Allah’ın üzerine yalan atmış oluruz.” demiştir.

Demokratik şirk dininin verdiği izinle kurulan vakıf, dernek ve parti gibi şirk ve küfür yuvalarında bulunan Samiri soylu belamlar, bu davranışları ile yüce Allah’ın dinini eksik görmüşler, yüce Allah’ın üzerine iftira atmışlardır.

İslâm, insanların toplumsal hayatlarını, beşeri ve sosyal ilişkilerini, ruhi ve psikolojik durumlarını, adalet ekseninde en mükemmel bir şekilde düzenlediği gibi, Tevhidi esasların, insanlara nasıl ulaştırılacağını da açık bir şekilde belirtmiştir. Bu metodu terk etmek, Allah’ın dinini terk etmektir.

Kur’ani gerçekler, apaçık bir şekilde ortada iken, iman ettiği iddiasında olan bir kimsenin, İslâmi esasları bırakıp kimi çıkar ve kaygılarla demokratik dinin kurallarına uyulması, İslâm’ın eksik görülmesi ve bu nedenle yüce Allah’ın üzerine iftira atılması demektir.

Risalet önderleri ve onların izlerinde giden Tevhid erleri, insanları, öncelikli olarak tağutu reddetmeye davet etmişlerdir. Elçiler, bu davetlerini ortaya koyarlarken, Tevhidin düşmanı olan tağuttan hiçbir şekilde izin almamışlar, izin almayı düşünmemişlerdir. Onlar, tağutla karşı karşıya gelmişler, birçoğu bu yolda sıkıntı, çile, işkence çekerken birçoğu da bu uğurda şehadete ulaşmıştır.

İslâm, temel prensip olarak Tevhidin kabulü için tağutun reddedilmesini temel şart olarak kabul eder, günümüzde, İslâm adına ortaya çıktıklarını iddia eden bazı kimseler, tağutu reddetmedikleri gibi onun kuralları ile hareket etmekte, desteklenmesi için çalışmaktadırlar. Bunlar, Risalet tarihinde hiçbir örneği bulunmadığı, Kur’an’da bu konuda hiçbir hüküm olmadığı halde, tağutun izin verdiği vakıf, dernek ve parti gibi şirk kurumlarında zillet içerisinde, tağutun gölgesi altında onun izin verdiği ölçüler içerisinde hareket etmektedirler.

Demokratik şirk dininin kuralları ile İslâmi davet yapılacağı iddiası, Sünnetullahtaki davet metodunu terk etmek, Risalet önderlerine ve Tevhid erlerine, onların mücadelelerine hakaret etmektir.

Günümüzde vakıf, dernek ve parti ile İslâm’ı anlatmaya çalışan tüm belamlar, onları takip edenler, Sünnetullahtaki davet metodunu terk etmişler, Risalet önderlerinin ve Tevhid erlerinin mücadelelerine ihanet etmişlerdir. Bunlar, Allah’ın bildirdiği Tevhid dininin mensubu değil, şirk dininin mensuplarıdırlar.

Tasavvuf, şirk dinidir

Tevhid dini olan İslâm’da, bireysel ve toplumsal ibadetlerin, namazdan cihada kadar, ne olduklarını, ne zaman, hangi şartlarda yerine getirileceği apaçık bir şekilde belirtmiş, bunların nasıl yapılacağı konusunda rasuller ve nihayet son Rasul (as) en güzel örnek olarak verilmiştir.

Yüce Allah’a, O’nun indirdiği Kur’an’a ve Rasulullah (as)’a iman edenler, Kur’an’da belirtilen ibadetleri, vahyin belirlediği esaslar içerisinde Rasulullah (as)’ın eda ettiği gibi eda ederler. Bunun dışında ibadetler ihdas etmek, yüce Allah’a ve Rasulü’ne karşı gelmek ve apaçık bir sapıklığa düşmektir.

“Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, onların, Mü’min erkek ve kadın için o işi kendilerine göre seçme hakkı yoktur, kim Allah’a ve Rasulü’ne karşı gelirse, muhakkak apaçık bir sapıklığa düşer.” (Ahzab, 36)

İslâm’da, bireysel ibadetler namaz, oruç, hac, zekât, sadaka, tebliğ ve cihat başlıkları altında belirtilmiş, bunların ne zaman, nasıl yapılacakları, şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanmıştır. Bu açıklananlar dışında İslâm adına ibadet ihdas etmek, belirtilen ibadetlere ekleme ve çıkarmalar yapmak, başka bir din ihdas etmektir ki bu, apaçık bir sapıklıktır.

“Artık kim bundan sonra dönerse, işte onlar fasıklardır; Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar; göklerde ve yerdekilerin hepsi, O’na teslim olmuş ve ister istemez, O’na döndürüleceklerdir.” (Al-i İmran, 82-83)

Rasulullah (as), dinin tamamlandığını, bundan sonra din adına uydurulacak her şeyin bid’at, her bid’atın sapıklık, her sapıklığın da cehennemde olacağını bildirmiştir. Bu nedenle ne adına olursa olsun, ibadet ihdas etmek, kişiye ancak cehennemin acı azabını kazandıracaktır.

Yüce Allah (cc), doğru yolu apaçık bir şekilde belirtmiş, Rasulü’nü, bu konuda en güzel örnek olarak vermiş, ona uyanların Mü’minler olduklarını, bu yolun esas olduğunu bildirmiştir. Bu esasın dışında yol edinmek sapıklık ve sapıkların sonu cehennemdir.

Tevhid dini İslâm, apaçık hükümleri ile ortaya konulmuş, iman edenlerin bunlara uymaları istenmiş, en küçük bir sapmanın insanı Tevhid dininden çıkaracağı belirtilmiştir.

Yüce Allah’ın bildirdiği kuralların dışındaki her hareket, sapıklık, Rasul’e karşı gelmek, Mü’minlerin yolundan ve İslâm dininden ayrılmak ve şirk dinine mensup olmaktır ki, böyle yapanlar, cehenneme girmiş müşrikleridir.

Kur’an’da, iman edenlere verilen sıfatları tek etmek, Tevhid dininden çıkmaktır

Kur’an’da, iman edenlere, durumlarına göre çeşitli isimler vermiştir. Yüce Allah’a iman edenlere Mü’min, iman ettikleri esaslar doğrultusunda yaşayanlara Müslüman; bu iki sıfatlarına bağlı olarak iman ve teslimiyetlerinde ihlas sahibi olup hassasiyet gösteren, Rab’lerini daha fazla razı etmek için çalışanlara muttaki, infak, iyilik ve ihsanda çok cömert olanlara Muhsin sıfatlarını vermiştir.

Yüce Allah (cc), iman eden kullarını onurlandırarak onlara verdiği sıfatlar doğrultusunda hareket edenlerden razı olacağını, onları mükâfatlandıracağını bildirmiştir. Bu nedenle bu sıfatlara ek yapmak ya da onu bırakmak, apaçık bir şekilde Tevhid dininden sapıp şirk dinine girmek ve yüce Allah’ın rızasından uzaklaşmaktır.

Kur’an’ın tamamlanmasından ve Rasulullah (as)’dan sonra ortaya çıkan sonra ortaya çıkan ve adeta İslâm dininin önüne geçen tüm gruplar, akımlar, mezhepler, sıfatlandırmalar, Tevhid dini İslâm’dan kopma, şirk dinini oluşturmadır.

Yüce Allah (cc), dinini tamamladığını bildirmiş, tefrikayı yasaklamış, gruplara ayrılanların, Müslüman olmadıklarını, bunların, Rasule karşı gelmiş ve Mü’minlerin yolundan başka bir yola uymuş kimseler olarak cehenneme gireceklerini bildirmiştir.

“Kim, kendisine hidayet açıklandıktan olduktan sonra Rasul’e karşı gelir ve Mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu döndüğü yola yöneltiriz ve cehenneme sokarız; ne kötü bir dönüştür!” (Nisa, 115)

Yüce Allah’a ve Tevhidi esaslara iman iddiasında bulunan herkes, Kur’ani hükümler doğrultusunda kendisini, Kur’an ile test edip düşünce yapısını ve mevcut konumunu gözden geçirerek nerede bulunduğunu çok açık bir şekilde görebilir.

Kendilerini, mensup oldukları grup, akım, mezhep ve meşreplere göre sıfatlandıranlar, şirk dinine mensup kimselerdir. Bunların, bu durumlarına rağmen kendilerini Müslüman olarak addetmeleri ise, yüce Allah’ın üzerine iftira atmalarıdır.

“Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve ‘Şüphesiz ben, Müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır!” (Fussilet, 33)

“Gerçekten bu, onun için büyük kurtuluştur; o halde çalışanlar bunun benzeri için çalışsınlar.” (Saffat, 60-61)

Ramazan Yılmaz: 2015.08.04