Seçimi Bilinçli Yapmak

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

İnsan, akıl nimetine sahip olması nedeniyle diğer varlıklardan farklıdır! Bu nedenle yüce Allah (cc), insanı belli bir amaçla yaratmış, onu muhatap almış, yeryüzünde onu halife olarak seçmiş ve ona vahyini göndererek sorumluluk yüklemiştir. Bu şeref, insandan başka bir varlığa nasip olmamıştır.

“Bir zamanlar Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yapacağım’ demişti…” (Bakara, 30)

İnsan, Rabb’inin kendisine yüklediği sorumluluğunu idrak ettiği ve kendisine bildirilen hükümler doğrultusunda hareket ettiği sürece, “Eşref-il Mahlukat” olarak kalacak, bu sorumluluğunu yerine getirmediğinde ise “Esfele Safilin” derekesine düşecektir.

“Biz insanı en güzel biçimde (Ehseni Takvim) yarattık; sonra onu aşağıların aşağısına (Esfele safilin) çevirdik.” (Tin, 4-5)

İnsandaki bu tersine dönüşün ve onun, bütün yaratıklardan daha aşağı bir seviyeye düşüşünün nedeni, hiç kuşkusuzdur ki, üzerine yaratıldığı amacın dışına çıkması, kendisine yüklenilen sorumluluğu idrak edip verilen görevi yerine getirmemesidir.

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56)

“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, on(un sorumluluğun)dan korktular; onu insan yüklendi; doğrusu o, çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab, 72)

İnsan, akıl sahibi, düşünen, iyi ve kötüyü ayırdedip bunlar arasında seçim yapan bir varlıktır. Bu nedenle de söyleyeceği ve yapacağı her şeyi, bilinçli bir şekilde seçip yapmak durumundadır; akıllı olması, tefekkür etmesi bunu böyle yapmasını gerekli kılmaktadır.

İnsan, yaşadığı hayatta alışverişinden, izdivacına, dostluk ve arkadaşlık kurmaktan iletişime kadar, hemen bütün alanlarda seçimini bilinçli yapmalıdır; aksi halde hüsrana uğrar, hayatı zindana döner. İman etme ve inkâr etme konusundaki bu bilinçli seçim, beşeri sistemlere karşı takınılacak tavır konusunda da yapılmalıdır.

İman ve Küfür Arasında Seçim Yapmak

İnsan düşüncesinin ürünü olan tüm beşeri sistemler, yalnız günümüze özgü değildir; insanın, kendi arzusunu ölçü edindiği günden bugüne kadar bu sistemler, var olagelmiş ve Tevhid inancı karşısında tavır almışlardır. Bu inkârcı akım, Hz. Nuh (as) döneminde başlamış, değişik isimler altında günümüze kadar hemen hemen aynı yöntemlerle hareket ederek yüce Allah’tan gelen Tevhid inancına savaş açmıştır.

Beşeri sistemler, Risalet tarihi boyunca her dönemde gelen elçileri ve getirdikleri ilahi mesajı reddetmiş, elçileri zorla kendi dinlerine uydurmaya çalışmışlardır. Bunun apaçık bir örneği, Hz. Şuayb (as)’da görülmektedir.

“Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: ‘Ey Şuayb, mutlaka seni ve seninle beraber iman edenleri kentimizden çıkarırız ya da dinimize (kanunlarımıza) dönersiniz!’ dedi ki: ‘İstemesek de mi’?” (A’raf, 88)

Şu Kur’ani bir gerçektir ki, beşeri sistemlerin kanunlarına uymak, onların kurallarını kabul etmek ve onların belirlediği şekilde hareket etmek, apaçık bir şekilde küfürdür. Böyle bir hareket, Müslümanlar için iman edilen Tevhidi esaslardan dönmek, küfre ve şirke sapmaktır. Beşeri sistemlerin belirlediği beşeri kurallara göre hareket eden kimseler, kendileri açıkça ifade etmeseler bile, bu hareketleri ile iman ettikleri Tevhidi esasları beğenmeyip terk etmişlerdir demektir ki, Hz. Şuayb (as)’ın kavmine verdiği cevap, bunun en güzel açıklamasıdır.

“Allah, bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer tekrar ona dönersek, Allah’ın üzerine yalan atmış oluruz. Rabbimiz Allah, dilemedikten sonra o(sizin di)ne dönmemiz bizim için olur şey değildir. Rabbimiz, bilgice her şeyi kuşatmıştır, biz Allah’a dayanmışız. Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasını gerçekle aç, muhakkak ki sen açanlanın en iyisisin!” (A’raf, 89)

Hz. Şuayb (as)’ın kavminin ileri gelenlerine verdiği cevaptan da anlaşılacağı üzere, beşeri sistemlerin kurallarına göre hareket etmek, Tevhidi esasları terk etmek, yüce Allah’ın gönderdiği dini yetersiz görüp beğenmemek ve O’nun üzerine iftira atmak anlamını taşımaktadır. İman ettiği esasları bırakıp beşeri egemen sistemlerin kurallarına dönen kimse, bunu sözel olarak ifade etmese bile, hal ve davranış olarak bunu ifade etmiş demektir. İşte bu gerçeği bilen Hz. Şuayb (as), kendisinden, kendi kurallarına dönmesini isteyen zorba güçlere çok net bir cevap vererek onları reddedmiştir.

Yüce Allah’ın bildirdiği esaslara iman eden kimse, daha önce mensup ya da taraf olduğu siyasi görüşü ve ideolojiyi, her şeyi ile terk etmek ve bir daha ona dönmemek zorundadır. Aksi halde iman ettiğini iddia ettiği Tevhid inancını eksik görmüş olacaktır: “Allah, bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer tekrar ona dönersek, Allah’ın üzerine yalan atmış oluruz.” (A’raf, 89)

Yüce Allah’a ve O’nun gönderdiği Tevhidi esaslara iman etmek, önceden inanılan ve tabi olunan bütün düşünce, söz ve davranışları terk edip yepyeni bir kimlik ve kişilik kuşanmaktır. Bu kuşanılan yepyeni kimlik ve kişiliği de, hiçkimseden korkmadan açıkça ortaya koymak ve bunu ifade etmek, iman edilen esaslara kesin bir teslimiyetin ifadesidir.

Günümüzde beşeri sistemler, insanlardan, her şeyi terk edip kendi yalnız kurallarını kabul etmelerini istemezler. İnsanların dini ya da görüşü ne olursa olsun, bu din ve görüşlerini bireysel olarak yaşamalarına da herhangi bir itirazda bulunmazlar, ancak bunları, bugünün ifadesi ile kamusal alan dedikleri yerlerde ifade edip eyleme dönüştürmelerine rıza göstermezler, yasaklarlar. Onlar, tıpkı tarihteki ataları gibi, Müslümanların kendi kurallarını da kabul etmelerini, kendi koydukları kurallara göre hareket etmelerini isterler ki bu, Hz. Şuayb (as)’a yapılan teklifin ta kendisidir.

Kur’an, beşeri sistemlere tabi olan ve bu sistemlerin önderlerini ilah edinen kimselerin örneklerini vererek günümüze ışık tutmaktadır. Beşeri sistemleri din ve sistemin önderlerini ilah edinme akımı Hz. Nuh (as)’dan başlayarak günümüze kadar hemen hemen hiç değişmeden gelmiştir.

“Onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesine hayret ettiler de o kâfirler dediler ki: ‘Bu yalancı bir sihirbazdır. İlahları bir tek ilah mı yaptı, bu, cidden tuhaf bir şeydir. Onlardan bir grup fırladı: ‘Yürüyün ilahlarınıza bağlı kalın, çünkü bu, arzû edilen bir şeydir.” (Sad, 4-6)

Beşeri sistemlere bağlılık ve insanları bu sistemleri kabule çağırma, her dönemde yapılmıştır. Tevhidi esaslara karşı olan insanlar, toplumu kendi sistemlerini kabul etmeye ve onların önderlerine saygı duymaya davet edilmişlerdir. İşte Hz. Nuh (as) döneminde putları sahiplenilmeye çağıran putperestler.

“Dediler ki: ‘İlahlarınızı bırakmayın: Vedd’i, Suva’ı, Yeğûs’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i bırakmayın!” (Nuh, 23)

Hz. Nuh (as) döneminde yapılan bu çağrı, daha sonra Hz. İbrahim (as) döneminde de benzeri ifadelerle tekrarlanmış ve insanlar, Hz. İbrahim (as)’ı kendi kurallarını kabul etmeye  davet etmişlerdi, ancak o, onların davetine icabet etmemiş, onlar gidince de putlarını parçalamıştı.

“Allah’a andolsun ki siz, dönüp gittikten sonra putlarınıza bir tuzak kuracağım; nihayet (İbrâhim) onları parça parça etti, yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye(!)” (Enbiya, 57-58)

Kendi sistemlerine çağırma ve o sistemlerini kabul etme, Hz. Muhammed (as) zamanında da varolmuş, onlar da Rasulullah (as)’a, kendi davasını bırakması ya da en azından başkalarına anlatmadan yaşaması için çeşitli tekliflerde bulunmuşlar, Rasulullah (as)’ın onlara verdiği cevap, Tevhidi esaslara iman edenler için en güzel örnektir.

“Güneşi sağ elime, ay’ı da sol elime verseniz, yine de bundan vazgeçmem!”

Rasulullah (as), müşriklerin iktidar da dahil, tekliflerini geri çevirdiğinde hiçbir sahabe, işkence gördüklerini, sıkıntıda olduklarını ileri sürerek, neden o teklifleri kabul etmediğini Rasulullah (as)’a sormamış ve ondan, müşriklerin tekliflerini kabul etmesini istememiştir. Onlar, bunun bir iman ve şirk konusu olduğunu biliyorlardı; bu nedenle imanı seçip küfrü reddediyorlardı.

Beşeri sistemler, küfür ve şirk düzenleridir

Beşeri sistemlere karşı, Risalet önderlerinin ortaya koydukları bu net tavır, onların, iman ettikleri Tevhidi esaslara bağlılıklarından ve beşeri sistemleri kabul etmenin şirk olduğunu bilmelerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü beşeri sistemler, insan hevasını ölçü ve ilah edinen şirk ve küfür düzenleridir.

Kendi hevalarını ya da önder edindikleri kimselerin istek ve arzularını veyahut beşeri sistemlerin kanun ve kurallarını şaşmaz ölçü kabul ederek onlara uyan kimseler, onları ilah edinmiş, yüce Allah’a şirk koşmuş, Tevhidi esaslardan yüz çevirmişlerdir.

İnsanların ortaya koydukları beşeri sistemler, insanların kendi kuruntularından ve arzularından oluşmaktadır; ilahi mesaj ise, yüce Allah’ın bildirdiği kurallardır. İnsanlar, tarih boyunca bu ikisi arasında bir tercih yapmak durumunda kalmıştır; birini kabul eden diğerini açıkça reddetmiştir ki bu, iman ve küfür, Tevhid ve şirk, Hak ile batıl arasında bir tercihtir.

İman ile küfür, Tevhid ile şirk, Hak ile batıl, tıpkı aydınlık ile karanlık, beyaz ile siyah gibi birbirine zıt ve aykırıdırlar. Bunlardan birini tercih eden diğerini reddetmek zorundadır ve bu ikisinin orta noktası bulunmamaktadır. Yüce Allah (cc) elçilerini, Kendi bildirdiği mesaja iman etmeleri, beşerin hevasından uydurduğu sistemleri terk etmeleri için görevlendirmiştir.

“Andolsun biz, her millet içinde: ‘Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye bir elçi gönderdik; onlardan kimine (tağuttan kaçınanlara) Allah hidâyet etti, onlardan kimine (tağutu destekleyenlere) de sapıklık gerekli oldu; işte yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün” (Nahl, 36)

Tevhidi esaslara iman edenlere yüce Allah (cc) hidayet etmiş, tağuta destek olanlar ise, sapıklık içerisinde kalmışlardır. Bu da gösteriyor ki, hiçbir zaman iman ile küfür, Tevhid ile şirk, Hak ile batıl bir arada bulunmaz; bunlar arasında bir ortaklık kurmaya çalışmak, ateş ile barutu bir araya getirmeye, bal ile zehiri karıştırmaya çabalamaktır. Bu nedenle yüce Allah (cc), Hakkı batılla bulayarak Tevhidi gerçekleri gizlemeye çalışanları lanetlemiş, bunun, şirk olduğunu ve şirki affetmeyeceğini bildirmiştir.

İnsanların, Tevhidi esaslardan sapmalarına, şirke düşüp Rab’lerine isyan etmelerine neden olan zan ve kuruntu, ilahi mesajın net anlaşılması ve Tevhidi esaslara yönelinmesi önündeki en büyük engeldir. Bu nedenle yüce Allah (cc), zan ve kuruntular üzerine bina edilen beşeri tağuti sistemler reddedilmedikçe iman edilmeyeceğini bildirmiştir.

“Dinde zorlama yoktur, Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur; kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)

Beşeri tağuti sistemler, insanların zanlarından uydurdukları sistemlerdir. Bu sistemleri kabul etmek, onaylamak insanları, şirke ve küfre sokar, onları, yüce Allah’a yönelmekten alıkoyup sapıklık ve dalalete sürükler. Yüce Allah (cc), insanların kendi hevalarından oluşturdukları ve günümüzde demokrasi diye isimlendirilen sistemlerin ortaya koydukları kuralların sapıklık olduğunu, bu nedenle onlara uyulmamasını bildirmiştir.

“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uysan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar, onlar sadece zannediyorlar ve onlar sadece saçmalıyorlar.” (En’am, 116)

Kur’ani hiçbir delili bulunmayan ve zan ile yapılan her iş ve söylenen her söz, birçok kimse tarafından kabul edilse bile sapıklık ve saçmalıktır. Beşeri sistemler, insanların kendi zan ve kuruntularından çıkardıkları yasalardan meydana geldiği için hiçbir gerçekliği olmayan sistemlerdir. Bu sistemlere tabi olan kimseler, Hakka değil zan ve kuruntulara uyan kimselerdir.

“Onların çoğu, zandan başka bir şeye uymuyorlar, zan ise gerçekten hiçbir şey kazandırmaz; muhakkak ki Allah, onların ne yaptıklarını bilir.” (Yunus, 36)

Günümüzde demokratik sistemlere davet edenler, sistemin partilerine oy verilmesini isteyenler, insanları açıkça şirke çağırmaktadırlar. Sistemin iktidarı ile muhalefeti ile tüm partileri, gecelerini gündüzlerine katmış insanları tağuti sistemi onaylamak için sandık başına çağırmaktadırlar.

“İyi bil ki, göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah’ındır; Allah’tan başkasına davet edenler, (Allah’a) ortak koştuklarından başkasına uymuyorlar, onlar sadece zanna uyuyorlar ve onlar sadece saçmalıyorlar.” (Yunus, 6)

Günümüzdeki Samiri soylu belamların ve bazı İslâmcı müşriklerin, insanları demokratik küfür sistemlerinin partilerine oy vermeye davet etmeleri, onların, -açıkça ifade etmeseler bile-Tevhid inancına ve İslâmi esaslara savaş açtıklarının apaçık göstergesidir.

Bilindiği üzere günümüzdeki savaşlar, genel olarak kültürel savaşlardır. Bu savaşta tağuti sistemlerin safında ya da bu sistemlerin izinleri ile oluşturulan şirk yuvaları vakıf, dernek ve parti gibi kurumlarda yer almak tağut yolunda mücadele edip savaşmak ve tağuta destek olmaktır. Bu kurumlara karşı tavır almak da yüce Allah yolunda mücadele edip savaşmaktır.

 “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler de tağut yolunda savaşırlar, o halde şeytanın dostlarıyle savaşın, çünkü şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa, 76)

Şeytani tuzaklara dikkat!

Tağut yolunda mücadele eden tüm Samiri soylu belamlar ve onların destekçileri, insanları Allah yolundan alıkoymak ve tağuti sisteme destek vermeleri için her dönemde çeşitli tuzaklar kurarlar, değişik oyunlar sergilerler.

“Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek inananları Allah yolundan çevirmeğe ve o(Hak yolu)nu eğriltmeğe çalışmayın; düşünün siz az idiniz, O sizi çoğalttı ve bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu!” (A’raf, 86)

Tarihi süreçte, insanları Allah yolundan çevirmek için kurulan tuzakların, değişik versiyonları günümüzde de ortaya konulmakta, insanların tağuti sisteme destek vermeleri konusunda çeşitli planlar yapılmaktadır. Bu planlardan bazıları:

Cuntacılar yargılanacak, askeri vesayet kaldırılacak, CHP öcüsü, Ergenekon davaları, şimdi de F. Gülen adındaki kardinal ve ekibi tasviye edilecek gibi suni gündemler yanında başörtüsü meselesi, imam hatip okullarının açılması, ekonomik etkenler vb. hikâyelerle Samiri soylu belamlar ve onları takip edenler, halkı hep kandırmışlar, öncelikle inanan kesimi aldatmışlar, daha sonra diğer insanları şirk ve küfür tuzaklarına düşürmüşlerdir.

Belamların ve onların takipçilerinin tuzaklarından ve oyunlarında biri de şudur; “Oy vermeyip ne olacak, sanki oy vermeyince başka alternatifi mi ortaya koydunuz. İslâmi bir yapılanma var da ona mı davet ediyorsunuz!” bu son şeytani oyunu ortaya koyanların birçoğu, sözümona, Kur’an okuduklarını iddia eden kimselerdir.

Bu son oyunu ortaya koyanlar, belli ki Kur’an okumuyor, onu ancak bir istismar malzemesi olarak kullanıyorlar. Çünkü gerçekten iman ederek Kur’an’ı okumuş olsalar, o Kur’an’da, birçok Risalet önderinin tek başlarına ya da etraflarındaki birkaç Müslümanla birlikte tağutu reddettiklerini göreceklerdir.

“İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır; onlar kavimlerine ‘Biz sizden ve sizin Allah’tan başka itaat ettiklerinizden uzağız, sizi tanımıyoruz; siz, bir tek Allah’a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir’ demişlerdi…” (Mümtehine, 4)

Hz. İbrahim (as), tek başına bir ümmetti ve örgütü de yoktu; bu nedenle tağutu reddetmek için örgüte değil, imana ihtiyaç vardır. Çünkü tağutu, ancak Tevhidi esaslara iman edenler reddedebilirler, diğerleri ise, değişik sebeplerle ancak tağuta iman ederler.

Tağuti sisteme iman edenler ve onların kullandıkları Samiri soylu belamlar, bu tuzaklarla Tevhidi söylemi olan birçok kişinin sapmasına, tağutu onaylamasına ve Tevhidi esaslardan iyice uzaklaşmalarına sebep oldular. Yani Kur’ani ifade ile “Her yolun başına oturup da tehdit ederek iman edenleri Allah yolundan çevirmeğe ve o(Hak yolu)nu eğriltmeğe” çalıştılar. Tıpkı şeytan aleyhillane gibi, insanların Rab’lerine yönelmelerine engel oldular.

Şimdi yine aynı tuzak ve oyunlarla insanları, tağuti sistemi ayakta tutan partileri oylamaya insanları davet ediyorlar. Belamlar, tarihi boyunca İslâm’a savaş açmış, temelini İslâm’a savaş üzerine bina etmiş CHP’ye karşı, demokrasiyi din edinmiş, putperestliği meşru hale getirmiş, İslâm’ı adeta geçersiz kılmış, inanan insanlara tağutu sevdirmiş, her türlü münafıklığı, şirk ve küfrü bir yaşam haline getirmiş AKP’yi desteklemeye davet ediyorlar.

Ey insanlar, bu seçimde seçiminizi iyi yapın ve unutmayınız ki sorun ve savaş, tağuti sistemin partileri arasında değil, savaş, yüce Allah’a ve O’nun gönderdiği Tevhidi esaslara iman edenlerle tağuti sisteme ve bu sistemin ortaya koyduğu küfür ve şirk yasalarına iman edenler arasındadır. Bu seçim, imanla küfür, Tevhid ile şirk, Hak ile batıl arasında bir seçimdir.

Sistemin partileri arasında ne bir sorun, ne bir savaş, ne de bir sürtünme vardır. Onlar, en sağcıyla solcusuyla faşisti ve dincisiyle din edindikleri demokratik küfür sistemini ayakta tutmak için gerektiği anda birleşip koalisyon kurabiliyor beraber olabiliyorlar. Yaşanan zaman diliminde bunun birçok örnekleri görülmüştür.

Şeytani düzenin koruyucuları partilerdir

Partiler, şeytani demokratik düzenin hayat kaynakları, koruyucuları, sistemi yürüten kolları ve bacaklarıdır. Bu nedenle partiler olmadan sistemin yaşaması mümkün değildir. Bunun bilincinde olan siyasi partiler, sistem çıkmaza, darboğaza girdiğinde, en şeriatçı geçineninden en ateistine, en milliyetçisinden en sosyalistine kadar hemen hepsi aralarında birleşip onu yeniden hayata kazandırmak için koalisyonlar yapar, sistemin yaşamasını sağlarlar. İşte demokrasiyi din edinen partilerin kurdukları ilginç koalisyonlar.

Dindar geçinen, şeriatı getireceği yalanları ile arkasına topladığı sürüleri kandıran Erbakan (MSP), temelini İslâm’a düşmanlık ve savaş üzerine kuran, birçok Müslüman alimi darağcılarda sallandıran, Müslümanlara kin ve düşmanlık yapan Ecevit (CHP), 1974 yılında koalisyon kurup sistemi yürüttüler.

Milliyetçi geçinen Türkeş (MHP), mason denilen Demirel (AP), dinci Erbakan (MSP) liberal Fevzioğlu (CGP) birleşip 1975-1980 yılları arasında koalisyonlar kurdular.

İrtica geliyor diye Amerika ve Avrupa efendilerinden yardım isteyen Çiller (DYP), irticanın başı diye empoze edilen Erbakan ile 1996 yılında koalisyon kurdu.

En ilginç koalisyon ise hiç kuşkusuzdur ki, üçlü koalisyondur; sokakta gençlerin birbirini boğazladıkları günlerde solcuların hamisi olan Ecevit (DSP), milliyetçilerin hamisi kesilen Bahçeli (MHP) ve Yılmaz (ANAP) rejimi kurtarmak adına  1999 yılında bir araya gelerek koalisyon kurdular. MHP, solcular tarafından katledilen yüzlerce genç ülkücünün, Ecevit de, ülkücüler tarafından katledilen solcu gençlerin kanlarını hiçe sayarak din edindikleri demokrasinin yaşaması için elele verdiler.

Bugün CHP ile boğaz boğaza mücadele görüntüsü veren Erdoğan’ın, milletvekili seçilmesini sağlayan CHP’li Deniz Baykal’dir. Bugünlerde MHP’liler CHP’lilerle kolkola aday değiş tokuşunda, iman ettikleri demokratik sistemin yaşaması için çalışıyorlar.

Seçiminizi iyi yapın, Allah’a mı, Demokrasiye mi iman ediyorsunuz?

Ve Erdoğan’ın seçim meydanlarında söylediği şu sözü iyice düşünün! “Onlar, sandığa inanmıyorlar, sandığa inananlar sandığa gelirler.” Şimdi ey insanlar, sizler, Allah’a mı inanıyorsunuz yoksa demokratik sisteme ve ona iman etme kutuları olan sandıklara mı?

Şimdi bütün bu gerçekler ışığında şu tespit açıkça ifade edilebilir; demokratik sistemin partilerinde de, parti yöneticilerinde de ne din, ne milliyet, ne de başka bir değer vardır.

Ekranlarda ve meydanlarda birbirlerine her türlü hakareti yapan, insan onuruna yakışmayacak söz ve tavırları sergileyen bu insanlar, konu demokratik sistem olunca, halkın bütün değerlerini istismar ederek demokratik sistem etrafında toplanmaktadırlar. Onların, tek ve ortak dinleri ve değerleri, iman ettikleri demokratik putperest sistemdir. Bu partiler, sistemi yaşatmak için halkın değerlerini istismar ederek kullanırlar ve kimi milliyetçi, kimi dinci, kimi solcu gibi görünürler ve bugün görüldüğü üzere halkı sisteme entegre ederler.

Ey insanlar, artık uyanın, sizi istismar eden bu düzenin partilerine aldanmayın! Bunlar, bugüne kadar yaptıkları ile sizleri aptal ve ahmak yerine koydukları gibi aynı zamanda sizlerin, Rabb’inize şirk koşup küfre girmenize neden oluyorlar. Hâlâ anlamayacak mısınız!

Unutmayınız ve zaten görüyorsunuz ki, bu partiler, her seçim döneminde hayali bir düşman üreterek, sizlerin inandığınız değerleri istismar ederek, sizleri gaza getirip coştururlar ve böylece aldatırlar.

Şayet herhangi bir inancınız, milliyetiniz ve değeriniz yoksa ve sizler de bu sisteme iman edenler iseniz o zaman sistemin partilerinden birini desteklemenizde sizin açınızdan bir sakınca yoktur. Yok eğer herhangi bir dine, milliyete ve değere sahipseniz, biliniz ki sizler kullanılıyor, din ve milliyetinize aykırı hareket ediyorsunuz.

İktidarı, partileri ve Samiri soylu belamları ile tağuti sisteme iman edenler, gecelerini gündüzlerine katmış, insanları İslâm’ın nurlu ve aydınlık yolundan beşeri tağuti sistemlerin karanlıklarına davet ediyorlar. İşte Rabb’nizin bu konudaki uyarısı, gelin Rabbinize dönün!

“Allah, iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır; kâfirlerin dostları da tâğûttur, (O da) onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır; onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara, 257)

Ve Rabb’nizden, tağuta itaat edenlerin nasıl bir seviyeye düştüklerine dair son bir uyarı, dileyen Rabbine varan bir yol tutar!

“De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kime lanet ve gazab etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytana tapanlar yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide, 60)

“Bu bir öğüttür; dileyen, Rabbine varan bir yol tutar.” (Müzzemmil, 19)

Ramazan Yılmaz: 2014.03.25