Press ESC to close

Salih Amel, İmanın Tezahürüdür.

Bir düşünce ve ideolojinin, hayatiyetini sürdürebilmesi, ancak onu kabul eden insanların, fıtratına uygun olması ve eylemsel boyutunun varlığı ile mümkündür. İnsan fıtratına uygun olmayan ve pratiği bulunmayan bir düşünce ve ideolojinin ya da dinin, yaşaması, hayatta kalması ve sürekli olması mümkün değildir. Buradan hareketle bir inanış biçiminin de hayata dair bir söylemi ve eylemi olmadığı sürece gerçekliğinden söz edilemez.

İnsanın, kabul edip hayatına aktaracağı hükümler, hem yaratılış fıtratına uygun olmalı, hem de insanın bedeni, fikri ve psikolojik gücü üstünde olmamalıdır. Fıtrata uygun olmayan fikirler ve ideolojiler, kısa bir süre için taraftar bulsalar da, zaman içerisinde, insan fıtratına olan aykırılıkları nedeniyle terk edilmeye ve yok olup gitmeye mahkumdurlar. Bunun tipik örneği, Marksizim, Faşizim vb. İdeolojilerdir.

Yüce Allah (cc), insanı yaratmış ve ona irade vererek serbest bırakmıştır. Bu nedenle yüce Allah (cc), Kendisi bile yarattığı kullarını, iman etmeleri konusunda zorlamamış, iman ya da küfrü seçmesini insanın kendi iradesine bırakmıştır.

“Dinde zorlama yoktur, doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur; kim tağutu reddedip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)

Yüce Allah (cc) Kendisi, iman etmeleri için kullarını zorlamadığı gibi Rasulüne de, iman etmek istemeyenleri zorlamamasını tavsiye etmekte, ancak akledenlere, Kur’an ile öğüt vermesini bildirmektedir.

“Biz onların ne dediklerini biliyoruz, sen onların üstünde bir zorlayıcı değilsin, sadece tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver.” (Kaf, 45)

Yarattığı kullarını en iyi bilen yüce Allah (cc), yaratılışta kullarına akıl, belli duygular ve arzular vermiş, bunlarla beraber özgür irade, araştırma yeteneği ve ilim de bahşetmiştir. İnsana verilen bu özellikler, insanı diğer yaratıklardan ayıran temel farklılıklardır. İnsanın, kabul edip hayatına uygulayacağı nizam, yaratılışta kendisine verilen özelliklere aykırı olmamalı, bu özelliklerin isteklerini karşılamalı ki insan, inandığı esasları yaşayabilsin, huzurlu ve mutlu olabilsin.

Marksizm, Kapitalizm ve Faşizm gibi ideolojiler, kendileri de beşer olan, insanın yaratılış fıtratını bilmeyen ve kendileri de eksik ve noksan olan, kendilerine bile fayda ve zarar verme gücüne sahip olmayan, geleceğin kendilerine ne getireceğini bilmeyen varlıklar tarafından konulan sistemlerdir. Bu nedenle bu beşeri sistemler ve ideolojiler, insanın beden ölçüsü alınmadan ona dikilmiş bir elbise gibidir. Bu elbiseyi, bir hevesle giyen bir kimse, bir müddet sonra bedenine uygun olmadığını hissedecek ve bundan rahatsızlık duyarak atmak isteyecek ya da atacaktır. Ancak bu durumda, kendisine elbiseyi giydiren kişi ya da kişiler, devreye girerek insanın, içinde sıkıntı duyduğu elbiseyi çıkarmasına engel olacaklar ve zorla onu o elbise ile yaşamaya mahkum edeceklerdir. Marksizm ve Kapitalizmin durumu, işte böyledir.

Beşeri birer sistem olan Marksizm, Kapitalizm ve Faşizm, insan fıtratına aykırı olan sistemlerdir. Bu nedenle bu ideolojilerin insanlar için öngördükleri sistemler, insanları huzursuz etmekte, insanı köleleştirerek insani özelliklerini ve manevi duygularını köreltmekte, insanları kendileri gibi beşer olan kullara, zorla kul ve köle yapmaya çalışmaktadırlar. Bu sistemler, günümüzde despot birer sistem olarak insanların kanını emmekte, akıttıkları kan ile hayatlarını sürdürmektedir. Her ne kadar Faşizm ve Marksizm yıkılıp gittilerse de, nesil ve kültür üzerinde yaptıkları tahribat nedeniyle geride koskoca bir enkaz bırakmışlardır.

İslâm, insanı yaratan yüce Allah (cc) tarafından vazedilen ve insanın fıtratına uygun olan yegâne tek nizamdır. Çünkü insanı yaratan Rabb’i, onun fiziki, fikri ve psikolojisini bildiğinden, bu özelliklerine uygun hükümler içeren yegâne tek din, tek sistemi vazetmiştir. Yüce Allah (cc), yarattığı kullarının gücü üstünde onlara hiçbir hüküm indirmemiştir.

“Biz, hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz, katımızda gerçeği söyleyen bir Kitap vardır; onlara asla haksızlık edilmez.” (Mü’minun, 62)

 İslâm, düşünce planında kabul edilip iman edilen esasların, davranışlara ve yaşanan hayata aktarılması, bu esasların bizzat fiiliyatta yaşanarak gösterilmesidir. Zaten İslâm, kelime olarak esleme=teslim olma demektir. Yani İslâm, iman edilen ilahi hükümlere teslim olma, o hükümlerin belirlediği şekillerde hareket etmektir.

“Rabbi ona: ‘Teslim ol!’ demişti, ‘Âlemlerin Rabb’ine teslim oldum.’ dedi.” (Bakara, 131)

İslâmi hükümlere teslim olan, bu hükümleri hayatlarında uygulayan kimseler, Kur’ani ifade ile Müslümandırlar. Müslümanlık, iman edilen esasların, hayatta yaşanmasıdır. İnsanın, iman ederek hayatına aktardığı, kendisiyle amel ettiği hükümler, hiçbir şekilde onun gücü üstünde değildir.

“İman edip salih amel işleyenler, -ki hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemeyiz- işte onlar, cennet halkıdır, onlar orada ebedi kalacaklardır.” (A’raf, 42)

Yarattığı kullarının, her halini en iyi bilen yüce Allah (cc), bu nedenle onların, yanılmaları ya da unutmaları durumunda kendilerini affedeceğini, onları, güçleri üstünde bir sorumlulukla mükellef tutmayacağını bildirmiştir.

“Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez; herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. ‘Rabbimiz, unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevlâmız(sâhibimiz)sin! kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle!" (Bakara, 286)

Sosyal hayatta, insanlar arasındaki ilişkileri de düzenleyen yüce Allah (cc), bu ilişkilerde insanların, dengeli ve ölçülü olmalarını istemiş, hak ve hukukun  gözetilmesini, adil olunmasını bildirmiştir.

“Yetimin malına yaklaşmayın, yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (onun malına) en güzel biçimde; ölçü ve tartıyı tam adâletle (dengeli) yapın. Biz, kişiye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söylediğiniz zaman da akrabanız da olsa adâlet yapın ve Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Düşünesiniz diye (Allah) size bunları tavsiye etti.” (En’am, 152)

“Eli geniş olan, genişliğine göre nafaka versin, rızkı kısılmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiğinden versin. Allah, bir kişiye ne vermişse ancak onu yükler. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.” (Talak, 7)

Bütün bu Kur’ani gerçeklerden de anlaşılacağı üzere İslâm nizamı, ibadetten sosyal hayata, aile içi ilişkilerden toplumsal ilişkilere kadar bütün alanlarda, insan gücüne uygun kuralları içermektedir. Fiziksel baskı ve zorlama olmadan insanlar, özgür iradeleri ile iman edip kabul ettikleri İslâmi kuralları, yine özgür iradeleri ile pratize edip yaşamaktadırlar.

İnfaktan nafakaya, tebliğden cihada ve tüm diğer ibadetlere, siyasal hayattan toplumsal ilişkilere kadar İslâmi hükümlerin tümü, iman eden insanların yapabilecekleri kolaylıktadır. İslâmi hükümlerin hiçbiri, iman eden bireyin gücü üstünde değildir. İnsanın güç yetiremeyeceği herhangi bir konuyu, yüce Allah (cc) kolaylaştırmış ya da sorumlu tutmamış, güç yetirdiğinde yerine getirmesini istemiştir. Bunlara, gece vitir namazı ve Hac ibadeti örnek olarak verilebilir.

Gece namazı, yüce Allah (cc) tarafından farz kılınmış bir ibadettir. Ancak bu ibadetin uykudan kalkılarak ve Rasulullah (as) döneminde, diğer namazlar gibi cemaatle kılınması ve saat kavramının da olmaması nedeniyle bazı Müslümanların, uyuyakalarak cemaate yetişememeleri, bazılarının hasta olmaları, kimilerinin de cihadda ve ticari yolculukta bulunmaları, yol ve cihadın zorlukları nedeniyle bu namazı zaman zaman aksatmakta ve bu durumlarına üzülmekte idiler. Bu nedenle yüce Allah (cc), aşağıdaki ayeti inzal ederek gece kılınan vitir namazını kolaylaştırmıştır.

“Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını; seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Geceyi ve gündüzü takdir eden Allah, sizin onu sayamayacağınızı (gecenin belli bir saatlerinde kalkamayacağınızı) bildiği için sizi affetti. Artık Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun (kılabildiğiniz kadar gece namazı kılın,) Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah'ın lutfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar bulunacağını bilmiştir. Onun için Kur'ân'dan kolayınıza geldiği kadar okuyun. Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a güzel bir borç verin. Kendiniz için verdiğiniz hayırları, Allah katında verdiğinizden daha hayırlı ve mükâfatça daha büyük bulacaksınız. Allah'tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Müzzemmil, 20)

Yüce Allah (cc), iman edenlerin, uzak mesafelerden gelişleri ve maddi imkânların sınırlı olabileceği nedeniyle Hac için de kolaylıklar dilemiş, Hacca gitmeye imkân bulamayanları zorunlu tutmamıştır.

“Muhakkak ki, insanlara ilk kurulan ev, Mekke'de olandır. Âlemlere uğur, bereket ve hidâyet kaynağı olarak kurulmuştur. Onda açık açık deliller, İbrâhim'in Makâmı vardır. Ona giren, güvene erer. Yoluna gücü yeten herkesin, o Ev'e gi(dip haccet)mesi, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse şüphesiz Allah, bütün âlemlerden zengindir.” (Al-i İmran, 97)

 “Allah için haccı ve ömreyi tamamlayın; eğer engellenirseniz kolayınıza gelen kurbanı (gönderin)kolayına gelen kurbanı keser. (Kurbana güç) bulamayan kimse üç gün hacda, yedi gün de döndüğünüz zaman tam on gün oruç tutar. Bu, ailesi Mescid-i Haram (civarın)da oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun ve Allah'ın cezasının çetin olduğunu bilin.” (Bakara, 196)

İslâmi kurallar ve ibadetler, iman edenlerin yapabilecekleri kolaylıktadır. Bu nedenle İslâm, kolaylıklar dinidir. Merhameti bol yüce Allah (cc), kullarına hiçbir konuda zorluk dilememiş, ibadetlerinde bile onlara kolaylıklar vermiştir.

Sayılı günler olarak (oruç farz kılınmıştır.) Sizden kim hasta veya seferde olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar); oruca (güç) dayananların fidye vermesi, bir yoksulu doyurması lazımdır. Bununla beraber gönül isteğiyle kim bir iyilik yaparsa o, kendisi için iyidir; bilirseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır.”

“Ramazan ayı, insanlara yol gösteren, hidâyeti, doğruyu ve yanlışı ayırdedip açıklayan Kur'ân'ın indirildiği aydır. İçinizden kim o aya yetişirse oruç tutsun, kim hasta olur, yahut seferde bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun. Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez

İman eden bir kimse, bu gerçekleri hayatında yaşayacağını bilerek kabul etmekte ve Rabb’ine söz vermektedir. Kur’an, iman ederek yüce Allah’a verdikleri sözlerinde durmayanların ve bu sözlerine aykırı hareket edenlerin, şirk ve küfür içerisinde olduklarını bildirmektedir.

Salih ameller, imanın pratikte ifade edilmesidir; salih ameli olmayan bir iman, gerçekte iman değil yalnızca bir bilgidir. İman, iman eden kişiden, mutlak itaat ve salih amellerle izhar edilmek ister. Kişi, gerçekten iman etmiş ise, imanın, kendisinden istediğini yapmakla mükelleftir; şayet yapmıyorsa, bu durumda kişide var olan iman değil, ancak bir bilgidir.

İman, salih amelle ortaya konulduğu zaman gerçekliği bilinmekte, yüce Allah (cc) katında makbul görülmekte, iman eden kişilerin kurtuluşlarına ve mükâfatlandırılmalarına vesile olmaktadır. Kur’an’da, iman ve salih amelin beraber anıldığı ve kişilerin kurtuluşuna vesile olduğu ile ilgili yaklaşık 385 ayet bulunmaktadır. Yine Kur’an’da, 156 ayette, iman edilip salih amel işlenmediği takdirde bu iddiada bulunanların, acı azaba girecekleri bildirilmektedir.

Yüce Allah’a, O’nun indirdiği Kur’an’a ve Tevhidi esaslara iman ettiklerini iddia ettikleri halde İslâmi hükümleri, pratize edip hayatlarına uygulamayanlar, gerçekte iman etmemiş kimselerdir. Yüce Allah (cc), bu kimseler için acı bir azabın olduğunu bildirmektedir.

Kur’an, iman edip salih amel işleyenleri mü’minler, müslümanlar, muttakiler, salih kimseler olarak bildirirken, iman ettiklerini iddia etmelerine rağmen salih amellerde bulunmayanları ya da isteksizce ve yalnızca gösteriş için kimi salih amelleri işleyenleri de müşrikler, münafıklar, fasıklar, mürtedler, zalimler ve kâfirler olarak tanımlamaktadır.

İman etmek, bir iddia ve söylem değil, bir yaşantı ve davranış biçimidir. Bu nedenle iman eden mü’minler, iman ettikleri esaslara teslim olurlar ve hayatlarını ona göre düzenlerler. Kişinin, iman ettiği esasları davranışları ile ortaya koyması, onun Müslüman olduğunu gösterir.

Kur’an, mü’min kişiliğin ve Müslüman şahsiyetin vahyin belirlediği esaslara göre nasıl teşekkül ettiğini açık bir şekilde belirtmekte, kurtuluşun ancak iman edip salih amel işlemekte olduğunu, bunun dışındaki iddia ve hareketlerin, insanları hüsrana sürüklediğini bildirmektedir.

“Asra andolsun ki, insan ziyandadır; ancak iman edip salih amel işleyenler, Hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler (kurtulmuşlardır.)” (Asr, 1-3)

Kur’an, yapmadıkları şeyleri söyleyenleri uyarmakta ve bunun, yüce Allah (cc) yanında büyük bir suç olduğunu bildirmektedir.

“Ey inananlar niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek, Allah katında çok büyük(suç)tur.” (Saf, 2-3)

Yüce Allah’ın, her konuda kullarına dinlerini kolaylaştırdığı halde, iman edildiği iddia edilen Kur’ani esaslara göre yaşamamak ve kulluk görevlerini yapmamak ya da Kur’ani hükümlerin bir kısmını alıp bir kısmını bırakmak, gerçekte iman edilmediğinin apaçık bir göstergesidir.

Mü’minler, iman ettikleri Kur’ani hükümlerin tümüne teslim olurlar ve bu hükümleri hayatlarında yaşamak için çalışırlar. Onlar, bunun dışındaki bir sistem ve ideolojinin hüküm ve kanunlarına göre hayatlarını düzene koymaz, başka sistemlerin küfür ve şirk olan kanunlarına itaat etmezler.

Ramazan Yılmaz: 2013.08.29

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir