Mü'minlerin Zulme Karşı Tavırları

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

Hz Adem (as)’ın yaratılışına yapılan ilk şeytani itirazla boy gösteren zulüm, günümüze kadar değişik yöntemler ve şekillerle devam etmiş, Rab’lerine isyan eden insanlar tarafından kural ve sınır tanımayacak bir şekilde ortaya konulmuştur.

Zulüm, insanlık için yüz kızartıcı bir durum, insanlık dışı ve iğrenç bir fiiildir. Bu nedenle, insani özelliklerini kaybetmemiş, insanlığın mutluluğunu, özgürlüğünü isteyen, adaleti ikame etmeye çalışan, barıştan yana olan kimseler, zulme ve zalimlere karşı tavır almayı yaşamlarının temel gayesi olarak kabul etmişlerdir.

Yüce Allah’a isyan, insanlığa düşman olan ve yeryüzünü ifsad eden zulüm; hak sahibine hakkını vermemek, değerleri yerli yerine koymamak, başkalarının hakkını gasbetmek, özgürlükleri baskı altında tutmak, insani değerleri hiçe saymak ve haksız yere saldırmak şeklinde özetlenebilir.

Kur’an, zulmün her türlüsüne ve bu zulmü yapanlara açıkça savaş açmış, Kur’an’a iman eden mü’minlerin de zulme ve zalimlere karşı çıkmalarını emretmiş, yüce Allah’ın zulmü ve zalimleri sevmediğini açıkça bildirmiştir. Mü’minler için en güzel örnek ve biricik önder Hz. Muhammed (as), hayatı boyunca zulme ve zalimlere karşı mücadele etmiş, zulmü ortadan kaldırmaya çalışmıştır.

Kur’an’a teslim olan mü’minler için en güzel örnek olarak gösterilen risalet önderlerinin tümü de kendi dönemlerinde varolan zalim despotlarla ve onların insanlara uyguladıkları zulümle uğraşmış, zulmün kaldırılması ve zalimlerin zulümlerinden vazgeçip iman etmeleri için çalışmış, bu uğurda zorluklarla karşılaşmış, acı çekmiş, sıkıntı görmüşlerdi.

Yeryüzünden zulmü kaldırmak, mü’minler için en öncelikli, en önemli görev ve imani bir sorumluluktur. Mü’minler, bu görev ve sorumluluklarını her zaman ve mekanda hiç aksatmadan ve savsaklamadan yerine getirmekle mükelleftirler. Bu, imani bir mükellefiyettir! Ancak mü’minler, bu mükellefiyet bilinciyle hareket edip sorumlulukları gereğince görevlerini yerine getirirlerken, mutlak manada tabi oldukları Kur’an doğrultusunda ve nebevi örnekliğe uygun hareket etmelidirler. Çünkü ancak bu halde yüce Allah’ın rahmeti ve yardımı tahakkuk edecektir.

Mü’minlerin, yüce Allah’ın rahmetine ve yardımına mazhar olmaları, onların vahyi kuşanıp nebevi metodu esas almalarıyla mümkün olacağı gerçeği, her mü’minde imani bir bilinçle her an canlı durmalıdır. Bu bilinç, mü’minleri bireysel, toplumsal ve siyasal alanda vahyi prensiplere uygun hareket etmeye yöneltecektir. İşte ancak o durumda zulme karşı onurlu bir tavır ortaya konulacaktır.Mü’minler, bireysel ve toplumsal olarak iki şekilde zulme ve zalimlere karşı tavır alabilirler.

Bireysel Tavır

Mü’min birey, zulme karşı tavır takınırken hiçbir şekilde hevai hareket etmemeli, iman ettiği esasların belirlediği ölçüler içerisinde hareket etmelidir. İman edilen esaslar, zulme ve zalimlere karşı mü’minlerin nasıl bir tavır takınacaklarını en ince bir şekilde açıklamış, risalet önderlerinin şahsında örnek hareket metodunu ortaya koymuştur. Mü’min birey, Kur’an’ın bildirdiği esasları ve örnek hareket metodlarını gözönünde bulundurmadan hiçbir şekilde zulme ve zalimlere karşı hevasına uyarak hareket edemez. Çünkü mü’min birey, iman etmekle peşinen Kur’an’a tabi olacağını, her hareketinde peygamberi örnekliği esas alacağını ve bu esaslardan kesinlikle ayrılmayacağını taahhüt etmiş demektir. Bu ahdine aykırı hareket etmesi halinde mü’min birey, yüce Allah’a karşı sorumlu olacak ve belki de hesabını veremeyecek bir duruma düşecektir. Bu ise, hiç arzu edilmeyen bir durumdur.

O halde mü’min birey zulme karşı ne yapacak, zalimlerin zulmüne karşı nasıl bir tavır takınacaktır? Mü’min birey, mensup olduğu İslami esasları ve Peygamberi örnekliği çok iyi öğrenip nefsinde bunları tatbik ettikten sonra aşağıda belirtilen husuları yerine getirecektir.

1- Öncelikle kendisi gibi iman edip vahyi esaslara tabi olan, peygamberi örnekliği hareket metodu olarak kabul eden diğer mü’minleri arayacak, onlarla diyalog kurmaya çalışacak!

2- Diğer mü’minlerle diyalog kurma sürecinde, (diyalog kurduğu ana kadar) ferdi olarak zulüm ve zalimler hakkında, en yakınlarından başlayarak insanlara bilgi verecek ve zulme destek olmamalarını söyleyecek, zulme ve zalimlere destek vermenin ne olduğunu ve destek verenlerin akıbetlerinin ne olacağını açıklayacak!

3- Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker görevini yerine getirecek!

4- Hiçbir şekilde ve hiçbir nedenle şiddete başvurmayacak, şiddete başvuranlara hiçbir şekilde destek vermeyecek, İslam’ın rahmet dini olduğunu hatırlayıp ona göre hareket edecek!

5- Bireysel ve fevri hareketlerin, kişiyi yüce Allah(cc) indinde sorumlu kılacağı gibi, İslam’a ve İslam’ın diğer insanlar tarfından kabul edilmesine de zarar vereceğini çok iyi bir şekilde bilecek!

6- İslam’ın cemaatleşmeye önem verdiğini, Kur’an’da, yüce Allah(cc)’ın rahmetinin ancak velayet hukukunu oluşturmuş, cemaat olmuş mü’minler üzerinde olduğunu bilecek ve çok süratli bir şekilde diğer mü’minlerle cemaatleşmenin/örgütleşmenin yollarını arayacak; zulmün ve zalimlerin ancak cemaat olunması halinde kaldırılacağını bilecektir.

Cemaatleşmiş Mü’minlerin Zulme Karşı Tavırları

Şu bir gerçektir ki, örgütlenmiş bir azınlık daima örgütlenmemiş çoğunluğa hükmeder. Yeryüzünde kendi egemenliğini mü’minlerin eliyle tesis etmek isteyen ve insanı (iman etmiş insanı) yeryüzünün halifesi kılan yüce Allah(cc), iman edenlerden topluca kendi ipine sarılmalarını (3/103), aralarında sırdaşlık (9/16) ve velayet hukukunu oluşturmalarını (9/71) bölünüp parçalanmamalarını, çünkü bölünüp parçalanmaları halinde zayıflayıp güçlerinin gideceğini ve böylece korkuya kapılacaklarını(8/46), mü’minlerin sorunlarını kendi aralarında halletmelerini ve sorunlarını Kur’an ve peygamberi örnekliğe/ sünnete götürüp çözmelerini (4/59) böylece topluca hareket edip yeryüzünde din tamamen Allah’a ait olup fitneden eser kalmayıncaya kadar savaşmalarını(2/193) istemiştir.

Yeryüzünden zulmü kaldırmak isteyen mü’min birey, öncelikle kendi nefsine zulmetmemeli ve nefsini, iman ettiği Kur’ani esaslara teslim edip belirlenen vahyi ölçüler içerisinde diğer mü’minlerle birliktelik sağlayıp onlarla velayet ve sırdaşlık hukukunu oluşturmalıdır. Velayet hukuku oluşturulduktan sonra zulme ve zalimlere karşı daha etkili tavır takınılacak ve zulmü insanlara reva gören zalimlere gereken ders daha iyi bir şekilde verilecektir.

Mü’minler, zalimlere ve zulümlerine karşı en küçük bir müsamaha göstermeyecek, zalimleri insanlığın en büyük düşmanı bilecek ve İbrahimi bir tavırla zalimleri ve zulümlerini açıkça reddedeceklerdir.

“İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için çok güzel bir örneklik vardır; onlar kavimlerine: ‘biz sizden ve sizin Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız, sizi (ve taptıklarınızı) tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a iman edenceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve buğz (nefret) belirmiştir’ demişlerdi.” (60 Mümtehinne, 4)

Bu tavizsiz, açık ve zalimlere karşı bir meydan okuma olan tavır, tüm risalet önderlerinin, tevhid erlerinin ve onların yolunda yürüyen mü’minlerin her dönemdeki zorbalara karşı sergiledikleri tavır olmuştur. Onlar, günümüz islamcıları gibi, kimi çıkarlarını önplana çıkararak zalimlerin karşısında zillet içinde eğilip bükülmemiş, yüce Allah’ın indirdiği esasları tevil etmemişlerdir.

İslam tarihi boyunca çeşitli şekilde sapmalar olmuş, mürtedler, münafıklar, fasık ve müşrikler, hatta sahte peygamberler bile ortaya çıkmıştır. Ancak tüm bu sapıklar kendi durumlarının farkında olmuşlar, İslam’dan çıktıklarını ya da söyleyip yaptıklarının İslam’la uzaktan yakından ilgisinin bulunmadığını çok iyi bilmişlerdir. Oysa bugün yüce Allah’ın ayetlerini üç beş kuruşluk çıkarları için çarpıtıp değiştirenler ve yüce Allah’ın üzerine iftira atanlar, tağuta kulluk edip putların önünde ibadete durarak taş ve beton yığınlarına ve tonlarca beton altında yatan bir ölüye kendilerini işitiyor sanarak dua edip yalvarıp yakaran, bu putlar üzerine yemin edip tağuti zorbalığın idaresini yürüterek tağutlaşan, Allah’ın indirdiği esasları hiçe sayıp tağutun kurallarını herşeyin üstünde tutan, Kur’an’da kendileri için, Allah’ın hükümleriyle hükmetmediklerinden, ‘kafir’, ‘fasık‘, ‘zalim’ denilen, tağuta kulluk ve hizmette kusur etmeyen kimseler ile bunlara yaltaklanan, kimi basit çıkarlar elde temek için yüce Allah’ın ayetlerini tevil ederek Allah’a ve Rasulüne iftira eden, tağuti zorbalığın hükümlerinin devamlılığı için tağuta oy verip biat eden kimseler, üzerlerinde İslam’dan eser kalmadığı, İslam’dan fersah fersah uzak oldukları halde kendilerinin hala müslüman olduklarını sanmaktadırlar. Ne yazık ki bunlar, destek oldukları kafir, fasık ve zalimler gibi küfür, şirk, fısk ve nifak içinde olan ve irtidat eden kimselerdir. Bu müşrik ve mürtedler, kendi sapıklıkları yetmiyormuş gibi bir de kurdukları parti, dernek ve vakıflarla oraya topladıkları zavallı kimseleri de kendileriyle beraber küfre, şirke sokup yüce Allah’a isyan ettirmektedirler. İşin en acı tarafı ise, bu yaptıklarının da İslam olduğunu iddia etmektedirler.

“Onlardan bir grup var ki, Kitab’ta olmayan birşeyi, siz Kitab’tan sanasınız diye dillerini Kitab’a eğip bükerler ve: ‘O Allah katındandır’ derler. Oysa o Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.” (3 Al-i imran, 78)

Yüce Allah’ın indirdiği esasları, üç-beş kuruşluk çıkarları için tevil edip saptıran, anlamını çarpıtıp değiştiren mürtedlerden bazıları, dini bilmeyen, Kurani gerçeklerden habersiz olan kimseler değillerdir. Bunlar tam aksine İslam’ı çok iyi bilen, Kur’ani esaslardan haberdar olan, hatta birçokları etraflarındaki kimselere Kur’an tefsiri yapan, radyo ve televizyonda tefsir ve dini sohbetler yapan kimselerdir. Bu kimseler, okudukları Kur’an’da kendilerinin dinden çıkmış mürtedler olduklarını çok iyi bilmektedirler. Ancak bunu ne kendilerine ne de çevrelerine açıklamaya cesaret edebiliyorlar.

Mü’minler herkese olduğu gibi yukarıda sözü edilen mürtedlere de çok açık bir şekilde durumlarını anlatmalı, tevbeye ve imana davet etmelidirler. Mü’minler, zorba sistemin destekçilerine, yöneticilerine ve koruyucularına karşı Kur’ani bir bilinçle tavır koymalı, bunlara karşı hiçbir şekilde ve hiçbir nedenle sevgi duymamalı, meyletmemelidirler. Yüce Allah(cc) bu konuda mü’minleri uyarmakta, aksi halde karşılaşacakları durumu kendilerine bildirmektedir.

“Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (11 Hud, 113)

“Şayet biz seni sağlamlaştırmasaydık, onlara bir parça meyledecektin. O takdirde sana hayatın da ölümün de kat kat (azab)ını tattırıdık. Sonra bize bir yardımcı da bulamazdın.” (17 İsra, 74-75)

Mü’minler, bu ilahi uyarılar nedeniyle hem kendileri zalimlere meyletmeyecekler, hem meyleden insanları uyaracaklar, hem de tağuta kulluk eden tağutun destekçi ve idarecilerini uyaracaklardır. Bu görev mü’minler için zorunlu bir görevdir. Bu nedenle, birey yaşayan mü’minler, bu zorlu görevin altından tek başlarına kalkamayacakları için ve zaten diğer mü’minlerle cemaatleşmek farz olduğundan mutlak manada ve biran önce diğer mü’minlerle birlikteliklerini sağlamalıdırlar. Diğer yandan özellikle bugün evrenselleşen zulme karşı, bireyin tek başına mücadele etmesi ve zulmü durdurup üstesinden gelmesi hiçmi hiç mümkün değildir. Bu nedenle, mü’min birey Kur’an’ın çağrısına kulak vererek diğer mü’minlerle farz olan vahdeti hemen oluşturmak için harekete geçmeli ve heva ve arzularının isteklerini bir yana bırakarak cemaatleşmelidir.

Bireysel tavır ya da hareket, her zaman kafirlerin işine yaramıştır; çünkü bireyi yanlış davranışlara sürüklemek, duygusal davranmasını sağlamak, yanlış kararlar aldırtıp yanlış hareketler yaptırmak, kafir zorbalar açısından arzulanan birşeydir. Aynı zamanda fevri ve ferdi hareket iman edilen mesaja faydadan çok zarar verecektir. Bu ise, mü’min birey için hem dünyada hem de ahirette felakettir. Mü’min bireyin böyle bir sonuçla karşılaşmaması için yapacağı ilk ve en önemli şey vahdeti biran önce sağlamaya çalışmasıdır.

Vahdeti sağlayan mü’minler, Tevhidi esasları topluma net olarak ulaştırmak için öncelikle İslam adına üretilen ya da anlamları kaydırılan, değiştirilen kavramları netleştirmeli, din kisvesi altına girip İslam’ı çıkarlarına alet edenleri teşhir etmeli, zalimlerin ve onların destekçilerinin vasıflarını ve kimliklerini açıkça ortaya koymalı, Kur’ani kavramları gerçek anlamlarıyla açıklamalıdırlar.

Tevhidi esasların insanlara net olarak ulaştırılması, ancak Kur’ani kavramların net olarak anlaşılması ile mümkündür. Kur’ani kavramlar, gerçek anlamlarıyla net olarak anlaşıldıktan sonra toplumun İslam’a bakışı değişecek ve iman etmeleri daha çok kolaylaşacaktır. Bu gerçeği çok iyi bilen zorbalar ve despot idareler, insanların İslami esalara yönelmesini engellemek ve bulundukları bataklıkta çırpınmalarına devam etmelerini sağlamak için İslami kavramların net olarak anlaşılmasına engel olmakta, bu kavramların net olarak anlaşılmasını sağlamaya çalışan tevhid erlerine en rezil şekilde saldırmakta, onları toplumun gözünden düşürmeye çalışmaktadırlar. Çünkü toplumun, İslam’ı net oarak kavrayıp müslüman olması durumunda zalimler, artık zulümlerini ve sömürgelerini sürdüremeyecek, zulümleriyle beraber yerlebir olup gideceklerdir. İşte bütün bu nedenlerden dolayı zulüm sistemleri ve zalimler Kur’an’ın önünde en büyük engeldirler.

Kur’an-ı kerim, tevhidi esaslara karşı çıkanların en önünde gelenlerin zalimler olduklarına dikkat çeker ve risalet önderleriyle tevhid erlerinin bu zorbalara karşı nasıl, hangi yöntemlerle mücadele ettiklerini bildirir ve müminlerin de aynı yöntemle zulme karşı çıkmaları için peygamberlerin şanlı ve onurlu davranışlarını örnek almalarını ister.

Mü’minler şu Kur’ani gerçeği çok iyi bilmelidirler ki, zulme karşı mücadele etmemek, umursamaz bir tavır takınıp sessiz kalmak, zulme ortak olmak, zalimlere destek olmak ve azmalarına neden olmaktır. Bu nedenle mü’minler, küfre karşı hiçbir şekilde sessiz kalamazlar ve her vesile ile zalimleri ve onların destekçilerin iman etmeye davet ederler.

“Sizden önceki nesillerden bakiyye sahiplerinin, yeryüzünde (insanları) bozgunculuk yapmaktan menetmeleri gerekmezmiydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler ise, kendilerine verilen refahın peşine düşüp şımardılar ve suçlulardan oldular.” (11 Hud, 116)

Müslüman davtçilere düşen görev, her vesile ve şartta mesajı ortaya koymak, insanları ilahi mesaja iman etmeye davet etmek, mürtedleri tevbe etmeye çağırmak ve böylece gündemi oluşturmaktır. Bu görev sürdürüldüğü ve Kur’an’da belirtilen ölçüler içerisinde hareket edildiği sürece yüce Allah(cc) mü’minlere yardım edecek ve zalimleri helak edecektir. Yüce Allah(cc) zalimlerin helakını mü’minlerin elleriyle gerçekleştirecektir.

“Ancak iman edip salih amel işleyenler, Allah’ı çok hatırlayanlar ve kendilerine zulmedildikten sonra üstün gelmeye çalışanlar hariç. Zulmedenler yakında nasıl bir inkılabla devrileceklerini bileceklerdir.” (26 Şuara, 227)

“Allah’a ve Rasulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin devrildikleri gibi devrileceklerdir! Biz, apaçık ayetler indirdik. Kafirler için küçük düşürücü bir azap vardır.” (58 Mücadele, 5)

Bu, yüce Allah’ın va’didir ve Allah va’dinden caymaz. O halde mü’minler de, iman etmekle yüce Allah’a verdikleri sözü tutmalı ve emrolundukları doğruları dosdoğru ortaya koymalı, Allah ve Rasulünün düşmanı olan zalimlere ve destekçilerine vahyi esasları ulaştırmaya çalışmalıdırlar. İşte o zaman yüce Allah da mü’minlere va’dettiği dünyevi zaferi nasib edecek ve onları yeryüzüne hükümran kılacaktır.

“Allah sizden, iman edip salih amel işleyenlere va’dettifasıklardır.” (24 Nur, 55)

“Onları yeryüzünde iktidara getirdiğimiz takdirde (onlar) namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten menederler. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir.” (22 Hac, 41)

Bu ilahi vahyin tahakkuku, mü’minlerin üstlerine düşeni yapmaları ile mümkündür. O halde “Ey mü’minler, hiç zaman kaybetmeden, sizden Rabb’inizin istediklerini hemen yerine getirin, yarın çok geç olabilir.”

Mü’minlerin, zulme karşı tavırlarıda bir başarı elde edebilmelerinin en önemli yolu risalet tarihinde kendilerinden önce geçen risalet önderlerinin ve Tevhid erlerinin örnek davranışlarını çok iyi bilmeleri ile mümkündür. Bunun için yapılacak şey bu örnek mücadele metodlarını yer ve zamana uygun olarak aynen almaktır. İşte bu hareket metodlarından birkaç örnek:

Hz. Nuh (as)’ın zulme karşı ortaya koyduğu mücadeleden alınacak örnek ders:

Hz. Nuh (as), kendisini ve halkı hor ve hakir gören zorba güçlerden hiçbir şekilde korkmamış, onların baskı ve zulmü karşısında yılmamış, mesajını ortaya koymaktan geri kalmamış, 950 sene boyunca mücadelesinden zerre kadar taviz vermemiştir.

Andolsun biz, Nuh’u kavmine gönderdik, onların arasında bin seneden elli yıl eksik kaldı. Sonunda o zulmedenleri tufan yakaladı.” (29 ankebut, 14)

İşte 950 sene süren Tevhidi bir mücadelenin sonucu ve yüce Allah’ın kendi yolunda sebat eden ve hakkı ortaya koyanlara yardımı ve mükafatı. Tevhidi ilkelere ve vahyi esaslara uygun yapılan her hareket elbette yüce Allah (cc) tarafından mükafatlandırılacaktır. Bu, yüce Allah’ın vaadidir veO, vadinden caymaz.

– Davet sırasında hiçbir şekilde fevri hareket etmeyen Hz. Nuh (as), zorba kafirlere kızmamış, tam aksine onlara acımıştır. Bu, rahmet elçisi olmanın gereğidir ve zaten insanları rahmete çağırmak için görevlendirilmiştir.

‘’ Andolsun Nuh’u kavmine gönderdik: ‘Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, O’ndan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum’ dedi.” (A’raf, 59)

“Korunup da merhamete uğramanız için, içinizden sizi uyaracak bir adam aracılığıyla bir zikir gelmesine şaşırdınız mı?” (7 A’raf, 63)

Hz. Nuh (as), daveti en öncelikli ve en önemli görev bilmiş, tüm zamanını bu göreve adamış, gece-gündüz demeden, gizli-açık bir şekilde, tek bir bireye de, toplulk halinde olanlara da davetini duyurmuştur. O, hayatını bu yüce ve kutsal görevine adamıştı.

“(Nuh): ‘Rabb’im ben, kavmimi gece gündüz davet ettim; benim davetim, onlara kaçışlarını artırmaktan başka bir katkıda bulunmadı. Günahlarını bağışlaman için onları ne kadar davet ettimse parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler, direttiler, çok kibirlendiler. Sonra ben onları açıkça davet ettim, sonra onlara açıktan söyledim, gizli gizli söyledim.” (71 Nuh, 5-9)

Hz. Nuh (as), zorbaların değer yargılarına aldırış etmemiş, insanlar arasında zengin fakir ayırımı yapmamış, zorba güçlerin, iman eden yoksul insanları yanından kovma isteklerini derhal reddetmiş, zorba güçlere kendi seviyelerinin ne olduğunu açıkça bildirmiştir.

“Ey kavmim, buna (davetime)karşı ben sizden bir mal istemiyorum, benim ücretim Allah’a aittir ve ben iman edenleri (yanımdan) kovacak değilim; çünkü onlar, Rableri’nin huzuruna gideceklerdir. Ancak ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorüm.

“Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah’a karşı kim beni savunacak? Düşünmüyor musunuz? (11 Hud, 29-30)

Hz. Nuh (as), emrolunduğu doğruları ortaya koyarken, günümüz İslamcıları gibi, küfrün koyduğu kurallara, belirlediği ölçülere ve değer yargılarına göre hareket etme zilletine düşmemiş, kafirlerin önünde ezilip küçülmemiştir. O, kendisinden sonra tüm risalet önderlerinin ve tevhid erlerinin takip ettikleri Sünnetulluh’ın gereklerine uymuştur.

Hz. İbrahim(as)’ın Zulme Karşı Ortaya Koyduu Onurlu Tavır

Tek başına bir ümmet olan (16/120) Hz. İbrahim (as)’ın mücadele metodu, Sünnetulluh’ta bize bildirilen, Hz. Nuh (as)’dan sonra ikinci en büyük mücadele metodudur. Hz. İbrahim (as), içinde bulunduğu toplumun hayatına egemen olan zorba ve dikta siyasi yapılanmayı tek başına kökten sarsmaya çalışmış ve Allah’ın izniyle, kısmen de başarılı olmuş bir şahsiyettir.

Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrahim (as)’ın mücadele metodunu, kıyamete kadar gelecek mü’min davetçilere örnek olarak vermiştir. Bu mücadele metodu, Müslümanların, içinde yaşadıkları toplumların hayatına egemen olan dikta ve zorba sistemlere ve istikbar güçlerine karşı tavırlarının nasıl olması gerektiğini ortaya koyması açısından çok önemli örnek bir mücadele metodudur. Bu metod, davetçi mü’minlerin, öncelikle kendilerindeki eksiklikleri gidermeleri gerektiğini ortaya koymakta, davete nasıl başlayacaklarını bildirmekte ve mücadelenin seyri içinde nasıl bir tavır takınacaklarını açık bir şekilde göstermektedir.

Tevhid-şirk mücadelesi, uluhiyetin yalnızca yüce Allah’a ait olduğu gerçeğini ilan etme ve insanların hayatına kanun koyarak ilahlık taslayan yalancı ilahların reddiyesi olduğuna göre, mü’min davetçilerin İbrahimi bir tavırla, öncelikle yalancı ilahları çok açık bir tavır ve ifade ile reddetmeleri ve bu reddiyelerini topluma duyurmaları gerekir. Çünkü yalancı ilahlar açık bir şekilde teşhir edilip reddedilmediği sürece yüce Allah’ın uluhiyetini insanlara net bir şekilde anlatmak mümküm değildir. İnsanların kafalarında var olan kronikleşmiş din anlayışı sökülüp atılmadığı sürece, o kafalara Tevhidi esasları ve yüce Allah’ın bir olduğu gerçeğini koymak mümkün değildir. İşte İbrahim (as) hem kendisi için hem de toplum için öncelikle bu gerçek üzerinde durmuştur. Zaten bu sorun net olarak çözülmediği sürece insanlara İslami esasları aslına uygun bir şekilde kabul ettirmek mümkün değildir.

Bugün, tıpkı Hz. İbrahim(as)’ın döneminde olduğu gibi toplum –İslamcısıyla sosyalisti, milliyetçisiyle muhafazakarı– topyekün putlara ibadet etmekte; kendilerince kahraman(!) zannettikleri kişi ya da kişileri, kimileri bizzat puthanelerde merasimlerle kutsamakta, kimileri yakalarına rozetlerini takarak yüceltmekte, kimileri de resimleri ya da heykelleri önünde zillet içinde boyun bükmektedirler. Ancak yine bu insanlar, zavallıca kendilerinin Müslüman olduklarını iddia etmektedirler. Bunun nedeni bu kimselerin, din, ilah, ibadet ve rab kavramlarını net olarak bilmemeleri, Kur’an ve Rasulullah(as)’ın örnekliğinden habersiz olmalarıdır. İşte Hz. İbrahim (as)’ın mücadele metodu bu anlamda önem arzetmektedir.

Müslüman davetçiler, İbrahimi bir metodla toplumun üzerinde bulunduğu geleneksel din anlayışının sapıklığını, zorba ve dikta reiminin iç yüzünü ve nihayet toplumun bu totaliter diktatörlüğe karşı takınmaları gereken Tevhidi tavrı net olarak açıklamalı, bu hal üzerinde bulundukları sürece, yüce Allah’ın azabına çarpılacaklarını topluma açıkça bildirmelidirler.

Hz. İbrahim (as), daveti süresince, toplumun kutsadığı ve her vesile ile putları önünde tapınma merasimleri düzenlediği yalancı ilahların, bir hiç olduklarını, bunlara saygı adı altında, merasimler düzenlemenin ve bunları yüceltmenin sapıklık olduğunu insanlara açıkça bildirmiş, bundan vazgeçip yüce Allah’a iman ederek kurtuluşa ermelerini onlara söylemişti. İşte bu kutsal mücadeleden birkaç ayet.

“(İbrahim), babasına ve kavmine : “Neye tapıyorsunuz?’ demişti. ‘Putlara tapıyoruz, onlara itaat ediyoruz’ dediler. ‘Peki, siz dua ettiğiniz zaman onlar işitiyorlar mı? Yahut size bir fayda veya zarar verebiliyorlar mı?’ dedi. (Onlar)’Hayır, ama babalarımızın böyle yaptığını gördük’ dediler. (İbrahim), şimdi görüyor musunuz neye taptığınızı. Siz ve eski atalarınız onlar düşmanımdır, yalnız alemlerin Rabb’i (benim dostumdur)’ dedi.” (26 Şuara, 70-77)

“Babasına demişti ki: ‘Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sna hiçbir yararı olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi; bana uy seni düzgün bir yola ileteyim. Babacığım, şeytana itaat etme, çünkü şeytan, Rahman’a isyan etmiştir. Babacığım, ben sana Rahman’dan bir azabın dokunmasından korkuyorum. O zaman şeytanın dostu olursun.” (19 Meryem, 42-45)

“İbrahim, babası Azer’e: ‘Sen putları ilah mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini sapıklık içinde görüyorum’ demişti” (6 En’am, 74)

“İbrahim’i de kavmine (gönderdik) dedi ki: ‘Allah’a kulluk edin; O’ndan korkun. Bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” (29 Ankebut, 16)

Müslüman davetçiler, kendileri için en güzel örnek bir hareket örneği ve davet metodu olan Hz. İbrahim (as)’ın metodunu esas aldıkları ve bu doğrultuda daveti ortaya koydukları sürece Hz. İbrahim (as)’a tabi olmuş ve onun yolundadırlar demektirler. Yüce Allah (cc), Hz. İbrahim (as)’ın yolunda olanları şöyle tanımlıyor.

“Doğrusu insanların İbrahim’e en yakın olanı ona uyanlar, bu peygamber ve mü’minlerdir. Allah da mü’minlerin dostudur.” (Al-i İmran,68)

“Hangi insan, din yönünden, iyilik edici olarak yüzünü Allah’a teslim edip dosdoğru İbrahim dinine tabi olandan daha güzel olabilir? Allah, İbrahim’i dost edinmişti.” (4 Nisa, 125)

“Sonra sana: ‘Allah’ı birleyerek İbrahim’in yoluna uy; o. Müşriklerden değildi’ diye vahyettik.” (16 Nahl, 123)

“De ki: ‘Rabb’im beni doğru yola iletti. Dosdoğru dine, Allah’ı birleyen İbrahim’in dinine. O, müşriklerden değildi.” (6 En’am, 161)

Müslümanlar, çağımızdaki zulüm ve diktatörlüğe karşı bu İbrahimi tavrı kuşanmalıdırlar, aksi halde hem zulme karşı bir başarı elde edemezler, hem zulüm altında hayatları boyunca inlerler, hem de yüce Allah(cc) indinde hesaplarını veremezler. Müslüman davetçiler, öncelikle kendi nefislerini Allah’tan satın almaya bakmalıdırlar ve tüm hesaplarını buna göre yapmalıdırlar.

Ramazan Yılmaz: