MİRAÇ GERÇEĞİ VE RASULULLAH (AS)'IN ÜZERİNE ATILAN İFTİRA

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

MİRAÇ GERÇEĞİ VE RASULULLAH (AS)’IN ÜZERİNE ATILAN İFTİRA

Kur’an, her konuda olduğu gibi, Rasulullah (as)’a ilahi mesajın ulaştırılması ile ilgili süreci de, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde çok açık ve net olarak ortaya koymaktadır. Bildirilen bu gerçeklere inanılması, ancak gerçek bir şekilde iman edilmesi ile mümkündür.

Materyalist düşünce yapısı, maddi olarak görmediği, fiziki olarak dokunmadığı şeylere inanmaz, inanmak istemez. Rasulullah (as)’ın yaşadığı dönemde, bir yerden başka bir yere gidip gelmeler çok ağır şartlarda yapılıyor, büyük zahmetler çekiliyordu. İşte yolculukların uzun zaman içerisinde gerçekleştiği böyle bir dönemde bir insanın, bir gece içerisinde, hem de kısa bir zaman diliminde, önce Mescidi Aksa’ya oradan da göklere yükselip geri gelmesi, materyalist insan mantığının kabul edebileceği bir konu değildir.

Materyalist düşünce, yalnızca Rasulullah (as)’ın döneminde değil, teknolojik iletişimin doruklara ulaştığı, insanların dünyanın en uzak bölgelerine rahatlıkla ve kolaylıkla gidip geldiği günümüzde bile, hâlâ Rasulullah (as)’ın Miraç gerçeğini kabullenemiyor. İşin en üzücü yanı ise, iman ettikleri iddiasında bulunan, ancak gerçek imanın ne olduğunu bilmeyen İslamcı müşriklerden birçoğu da Rasulullah (as)’ın bu mucize yolculuğunu ve yükselişini kabul etmiyorlar. Bu kimseler, yeri geldiğinde İslâmi konularda ahkâm kesmekten de geri durmazlar.

Zaman ve mekândan münezzeh olan kâinatın Rabb’i yüce Allah (cc), istediği anda, istediği bir şeyi bir yerden başka bir yere göndermeye Kadir iken ve “Ol” demesiyle her şeyin anında “oluverdiği” biliniyorken Rasulullah (as)’ın Miraç olayını kabul etmemek, apaçık bir küfrün ta kendisidir.

İsra suresinde yüce Allah (cc), Rasulünü Mescidi Haram’dan Mescidi Aksa’ya nasıl yürüttüğünü ve oradan da, bir kısım ayetlerini göstermek üzere nasıl yükselttiğini bildirmekte, Necm suresinde de o büyük olayın teferruatını açıklamaktadır.

“Eksiklikten uzaktır O (Allâh) ki, gecenin bir vaktinde kulunu, âyetlerimizden bir kısmını kendisine göstermemiz için, Mescid-i Harâm’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüttü. Gerçekten O, işitendir, görendir.” (İsra, 1)

Yüce Allah (cc) Rasulünü, gecenin bir vaktinde, kendisine bir kısım ayetlerini göstermek için Mescidi Haram’dan Mescidi Aksa’ya nasıl yürüttüğünü çok açık bir şekilde bildirdiği halde, hevasını ilah edinen, materyalist kimseler ya da bunların etkisinde kalan bazı İslamcılar, bu gerçeğe inanmamakta ve küfürlerinde körü körüne direnmektedirler.

Yüce Allah (cc), elbette istediği bir şeyi istediği anda yapma gücüne sahiptir. Bu nedenle Miraç olayı, ayetlerin Rasulullah (as)’a indirilişi gibi hak ve gerçektir. Bu gerçeği ancak iman eden aklıselim sahipleri kabul ederler.

“Kuluna, vahyettiğini vahyetti. Gönül gördüğünde yanılmadı. Onun gördüğünden kuşku mu duyuyorsunuz?”

Yüce Allah’ın bildirdiklerinden kuşku duymak elbette mümkün değildir; O, ne buyurmuşsa iman eden kimseler, beş duyularıyla görmüş, hissetmiş, dokunmuş, hazzını tatmış ve cennetin mis kokusunu almış gibi hissederek iman edip kabul ederler. İman budur ve bu iman, inanan insanın tüm benliğini kaplar, iman eden kişi tüm benliği ile kendisine bildirilen ilahi gerçekleri kabul eder. İman, yüce Allah’ın bildirdiği gerçekleri tahlil etmez, onlar üzerinde tartışmaz ve onlardan kuşku duymaz, Rabb’inden ne gelmişse aynen kabul ve tasdik eder.

“Kitabı sana O indirdi. Onun bazı ayetleri muhkemdir (ki) onlar Kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşâbihdir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak, uyardığı sonuca uğramak için onun müteşâbih ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onun tevilini Allah’tan başka kimse bilmez. İlimde ileri gidenler: ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler. Sağduyu sahiplerinden başkası düşünüp öğüt almaz.” (Al-i İmran, 7)

“Kendilerine bilgi verilenler, Rabbinden sana indirilenin, gerçek olduğunu, mutlak galip ve hamde lâyık olan(Allâh)ın yoluna ilettiğini bilirler.” (Sebe, 6)

Yüce Allah’a, O’nun bildirdiği gerçeklere ancak kalplerinde hastalık bulunan ve gereği gibi iman etmeyenler ile bu gerçekleri kabul etmeyen inkârcılar inkâr ederler. Bunlar, kendilerine bildirilen her gerçeği kuşku ile karşılarlar. İlahi mesajı anlamayan ve hevalarını ilah edinen materyalist kimseler ile kalplerinde hastalık bulunan kimseler, kuşku içinde bocalayarak bu gerçekleri inkâr ederler. Tıpkı cehennem ile ilgili verilen haberleri yalanladıkları gibi anlamadıkları her gerçeği reddederler.

“Biz cehennemin muhafızlarını hep melekler yaptık. Onların sayısını da inkâr edenler için bir sınav yaptık ki, kendilerine Kitap verilmiş olanlar iyice inansın, inananların da imanı artsın. Kitap verilmiş olanlar ve inananlar kuşkulanmasınlar. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler de: "Allâh bu misâlle ne demek istedi?" desinler. Böylece Allâh, dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlara bir uyarıdır.” (Müddessir, 31)

Şirk ve küfür içerisinde bocalayan kimselerin, hevalarına uymuyor diye, ilahi mesajı reddetmeleri, insanları yüce Allah (cc) yolundan alıkoymaya ve ahireti inkâra yönelik bir davranıştır.

“Onlar ki Allâh’ın yolundan men edip onu eğriltmek isterler, âhireti de inkâr ederlerdi.” (A’raf, 45)

Rasulullah (as), ayetlerde de belirtildiği üzere, Miraç’a çıkmış, kendisine gösterilen büyük ayetleri ve kendisine vahyi ulaştıran Elçi’yi çok yakın mesafeden görmüş, alacağı vahyi gerçekleri almıştır. İşte bu sürecin nasıl gerçekleştiği ile ilgili ilahi bildirimler.

13-18 “Andolsun, onu bir inişinde daha görmüştü; Sidretü’l-Müntehânın yanında ki onun yanında oturulacak bahçe vardır. Sidre’yi kaplayan kaplıyordu. (Muhammed’in) Göz(ü) şaşmadı ve (o) azmadı. Andolsun, Rabb’inin büyük âyetlerinden bazılarını gördü.”

İsra suresinde bildirilen “ayetlerimizden bir kısmını kendisine göstermemiz üzere Mescidi Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescidi-i Aksa’ya yürüttü.” Necm suresinde daha belirgin bir şekilde açıklanmakta ve Rasulullah (as)’ın, o büyük ayetleri gördüğü bildirilmektedir.

Bu apaçık ayetlere rağmen iman ettikleri iddiasında bulunan bazı kimselerin, kendilerine bildirilen gerçekleri hâlâ anlamamaları ya da çarpıtmaları, bir algılama sorunu değil bir iman konusudur. Çünkü akıl nimetinden nasibi olan bir kimsenin bu kadar açık anlatılan bir koyu anlamaması düşünülemez. Bu nedenle ayetler üzerinde yapılan çarpıtmaların temelinde iman etmeme konusu yatmaktadır.

Rasulullah (as), Miraç’ta kiminle görüştü?

Kur’an, Rasulullah (as)’ın Miraç’ta kendisine ilahi mesajı ulaştıran elçi ile görüştüğünü çok açık bir şekilde bildiriyor. Bu apaçık bildirimlere rağmen Rasulullah (as)’ın yüce Allah ile görüştüğü iddiasında bulunanlar ya da Miraç’a çıktığını inkâr edenler, iddiaları farklı olsa da, temel itibarı ile aynı sonuca çıkmaktadırlar. Bu da, şirk ve küfür içerisindeki bu iddia sahiplerinin, Kur’an’a iman etmedikleri ve hiçbir delile dayanmadan yalnızca hevalarını ilah edindikleri ve Kur’ani gerçeklerden habersiz olduklarıdır.

Yüce Allah (cc), Rasulullah (as)’ın, kendisiyle değil, Cebrail(as) ile görüştüğünü çok açık bir şekilde bildiriyor. Yüce Allah (cc), anlamayan ya da anlamak istemeyenlere, Rasul (as)’ın daha önce de Cebrail (as) ile görüştüğünü bildirerek konuya açıklık getiriyor.

“Andolsun, onu bir inişinde daha görmüştü” Rasulullah (as)’ın Cebrail (as) ile ilk görüşmesi, Rasulullah (as)’ın da anlattığı üzere ilk vahyi aldığı zaman olmuştur.

“Andolsun (Muhammed) onu apaçık ufukta görmüştür.” (Tekvir, 23)

Rasulullah (as), Cebrail (as)’ı önce apaçık ufukta iken, daha sonra ise yüksek ufukta iken görmüştür. Rasulullah (as), her iki görüşmede de Cebrail (as)’ı tanıdı ve onun “Göz(ü) şaşmadı ve (o) azmadı, gönül gördüğünde yanılmadı.”

“Kendisi yüksek ufukta iken, sonra yaklaştı, sarktı, iki yay uzunluğu kadar yahut daha az kaldı. Kuluna, vahyettiğini vahyetti. Gönül gördüğünde yanılmadı. Onun gördüğünden kuşku mu duyuyorsunuz?

Bu ayetlerde Rasulullah (as)’ın kendisine daha önce de vahyi getiren elçi ile görüştüğünü bildirmektedir. Kur’an’ı anlamayan kimseler, Kuluna, vahyettiğini vahyetti” ifadesinden hareketle, Rasulullah (as)’a bizzat yüce Allah’ın vahyettiğini zannetmektedirler. Oysa bu ifade, Rasul (as)’a iki yay uzunluğu kadar yaklaşan vahiy meleğinin, Allah’ın Kuluna, vahyettiğini vahyetti” şeklindedir. Bu ifade, tıpkı Zümer suresinde Rasulullah (as)’ın günahkâr insanları tevbeye davet ettiği ifadenin benzeridir.

“De ki: ‘Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allâh’ın rahmetinden umut kesmeyin. Allâh bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer, 53)

Dikkat edilirse bu ayette günahkâr insanları tevbeye çağırırken Rasulullah (as) “Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım” diye hitap etmektedir. Oysa bu hitap yüce Allah’a aittir ve O (cc), Rasul (as)’a böyle hitap etmesini söylemektedir.

Bütün bu Kur’ani gerçeklere rağmen Rasulullah (as)’ın yüce Allah ile görüştüğünü iddia edenler, Kur’an’ın ifadesi ile delilsiz hareket eden ve kaba şeytana uyan kimselerdir. Kur’an, bu kimseleri önce terbiyeye davet etmekte sonra da uyarmaktadır.

“Haydi, siz, biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız; ama hiç bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsunuz? Allâh bilir, siz bilmezsiniz.” (Al-i İmran, 66)

“Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi o(yaptığı)ndan sorumludur.” (İsra, 36)

Şu bir gerçektir ki, bu uyarılardan utanıp tevbe etmek, ancak gerçekten iman eden vahyi esaslar doğrultusunda hareket etmeyi şiar edinen kimselerin gösterebilecekleri bir olgunluktur. Ancak cahil ve art niyetli kimseler, utanmadıkları gibi bir de yüce Allah (cc) ve Rasulü (as) hakkında yalan ve iftiralarını artırarak sürdürüyorlar.

Bu müfterilerin, Rasulullah (as)’ın anlattığını iddia ederek, yüce Allah (cc) ve Rasulü (as) üzerine attıkları Miraç hadisi yalanına göre Rasulullah (as), Miraç dönüşünde Hz. Musa (as) ile karşılaşır. Hz. Musa (as) ile Hz. Muhammed (as) arasında şöyle bir konuşmanın geçtiği iddia edilir.

“Hz. Musa (as): ‘Rabb’in ümmetine neleri farz kıldı?’

Hz. Muhammed (as): ‘Onlara elli vakit namaz farz kıldı.’

Mûsa (a.s.):  ‘Rabb’ine dön de şefaat et, zira ümmetin buna tâkat getiremez.’

Hz. Muhammed (as): Bunun üzerine Rabb’ime müracaat ettim. Allah Taâla bir kısmını indirdi. Ben yine Mûsâ’nın (a.s.) yanına dönerek durumu kendisine haber verdim. Bir kısmını indirdi.’

Mûsa (a.s.): ‘Rabb’ine mürâcaat et, zira ümmetin tâkat getiremez’

Hz. Muhammed (as): ‘Ben yine Rabbime mürâcaat ettim. Allah Taâla kalanından bir kısmını indirdi’ Mûsâ (as)’ın yanına yine döndüm.

Mûsa (a.s.):  ‘Tekrar Rabbine dön, zira ümmetin buna dayanamaz’

Hz. Muhammed (as): ‘Bir daha müracaat ettim.’ Allah Teâlâ, ‘Onlar beştir, yine onlar sevap itibariyle ellidir. Benim nezdimde hükm-ü kaza değişmez’ buyurdu. Mûsa’nın yanına döndüm.

Mûsa (a.s.): ‘Yine Rabbine dön’ dedi.

Hz. Muhammed (as): ‘Ben de, ‘Artık, Rabbimden utanır oldum’ dedim.” (1)

Bu konuda uydurulan yalan ve atılan iftiralar, bir delile dayanmadığı için birbirlerinden çok farklıdır. Bu müfteriler, Rasulullah (as)’ın yüce Allah (cc) ile namaz pazarlığının üçten fazla olduğunu da iddia etmektedirler. Hadis diye uydurulan yalan kaynaklarında bu pazarlığın şu şekilde olduğu rivayet edilir.

“Başka rivâyetlerde Peygamberimizin (a.s.m.) Cenab-ı Hakkın huzuruna çıkışının üç defa değil de, daha fazla olduğu bildirilmekte; namaz vakitlerinin sayısının beşer beşer, yahut onar onar indirildiği haber verilmektedir. Peygamberimizin mürâcaatlarında farz kılınan miktarın her seferinde “bir kısmının” indirilmesi şeklinde tercüme edilişinin sebebi de, “şatr” sâdece “yarım” mânâsına gelmemekte, aynı zaman da “çok miktar” mânâsını da içine almaktadır.

Hadis âlimleri, yine Peygamberimizden rivâyet edilen haberlere dayanarak, bu hadis hakkında açıklamalarda bulunmaktadırlar. Aynî merhum Umdetü’l-Kâri isimli 25 ciltlik Buharî şerhinde “elli vakit” meselesinde şu rivayeti zikretmektedir:
Cenab-ı Hakkın ümmet-i Muhammed’e elli vakit namazı farz kılmış olduğu Levh-i Mahfuz’da mevcuttu. Bunu Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bilfiil elli vakit kılınacak şeklinde te’vil etti. Daha sonra Rabb’ine müracaatı esnasında Cenabı Hak kendisine bu elli vaktin amel bakımından değil de, sevap cihetinden olduğunu bildirdi. Beş vakitte elli vaktin sevabı elde etmenin şartı da, namazı tadil-i erkânına uyarak, huşû içinde kılınması hâlindedir.”

Peygamber Efendimizin diğer peygamberler arasında bu meseleyi niçin Hz. Mûsa ile konuştuğunun; Hz. Mûsa’nın ümmet-i Muhammed’i bu kadar düşündüğünün hikmeti hususunda, şöyle bir rivâyete yer veriliyor:

“Hz. Mûsa, Cenab-ı Hakk’ın ümmet-i Muhammed’e ettiği ikram ve ihsanını görüp öğrenince, gıpta ederek Allah’a şöyle niyazda bulunmuştu: “Allah’ım, beni ümmet-i Muhammed’in içine dâhil et.”

Cenab-ı Hak, Mûsa Aleyhisselâmın bu duâsını kabul etmişti. İşte Hz. Mûsa’nın ümmet-i Muhammed’e hususî alâkası buradan geliyor. Çünkü kim bir topluluğun içinde olursa, o topluluğun iyilik ve menfaatini düşünür.” (2)

Uydurma kaynakları:

1. Müslim, İman: 263; Ahmed Naim. Sahih-i Buharî Muhtarası Tecrîd-i Sarih Tercemesi. (Ankara: Diyanet işleri Başkanlığı Yayınları, 1981), 2.277.

2. Bedrüddin el-Aynî. Umdetü’l-Karî Şerhu Sahihi’l-Buharî. (Beyrut: İhyâü’t-Türhasi’l-Arabî), 4.48.

Yalan ve iftira konusunda sınır tanımayan bu müfteriler, bir peygamber olan Hz. Musa (as)’ın ağzından da yalan uydurmaktan geri kalmamışlar ve Allah’ın Rasulü olan Hz. Musa (as), Hz. Muhammed (as)’ın ümmeti olmak istediğini iddia etmişlerdir.

Müfterilere göre Hz. Musa (as), (hâşâ) yüce Allah’a ve Rasulullah (as)’a akıl vermekte ve Allah’ın kullarının ne kadar yük kaldırıp kaldıramayacaklarını (hâşâ) yüce Allah’tan daha çok bilmektedir.

Kullarının her halini bilen, kullarına şah damarlarından daha yakın olan ve kulları ile kalpleri arasına giren yüce Allah (cc), bu müfterilere göre aynı zamanda bir beşer olan Hz. Musa (as) kadar kullarının ne kadar yük kaldırıp kaldıramayacaklarını (hâşâ) bilmiyor.

“Ey iman edenler, (Rasul), sizi yaşatacak şeylere çağırdığı zaman Allâh’ın ve Rasulünün çağrısına koşun ve bilin ki, Allâh, kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz, O’nun huzûruna toplanacaksınız.” (Enfal, 24)

“Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz, çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 16)

Bütün bu ilahi bildirimlerden habersiz olan ya da haberleri olduğu halde bu gerçekleri bilerek çarpıtan müfteriler, Hz. Muhammed (as)’ı adeta (ve hâşâ) aptal yerine koyup Hz. Musa (as)’ın tavsiyeleri ile dokuz defa yüce Allah’ın huzuruna çıkarmakta, yüce Allah’ da (hâşâ) kullarını durumunu bilmemekle suçlamaktadırlar.

“Allah’a yalan uyduran, ya da O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Zalimler de kurtuluş yüzü görmezler.” (En’am, 21)

“Allâh hakkında yalan uydurandan ve kendisine gelen doğruyu yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Cehennemde kâfirler için bir yer yok mudur?” (Zümer, 32)

“Allah’a yalan uyduranların kıyâmet günü yüzlerinin kapkara kesildiğini görürsün. Kibirlenenler için cehennemde bir yer yok mudur?” (Zümer, 60)

“Allah’a yalan uyduranlardan daha zâlim kim olabilir? Onlar Rablerine sunulacaklar. Şahitler de: ‘İşte Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır!’ diyecekler. İyi bilin ki Allâh’ın laneti zâlimlerin üzerinedir.” (Hud, 18)

Onun gördüğünden kuşku mu duyuyorsunuz? Rasulullah (as)’ın gördüğünden şüphe duymak, iman sahibi kimselerin yapabilecekleri bir şey değildir. Müslümanlar, Rasulullah (as)’ın getirdiği ve bu konuda söylediği her şeye iman etmişlerdir.

“Rasulün, aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Rasulüne çağırıldıkları zaman iman edenlerin sözü ancak: ‘İşittik ve itâat ettik’ demeleridir. İşte umduklarına erenler bunlardır, bunlar.” (Nur, 51)

“Doğruyu getirene ve onu doğrulayanlara gelince, işte muttakiler onlardır.” (Zümer, 33)

 

Ramazan Yılmaz: 2012.06.16