Kur’an okudukları halde küfürde yarışanlara Kur’an’ın cevabı

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

Özellikle son yıllarda, adeta yerden bitercesine Kur’an okuyanlar ya da okuduklarını iddia edenler ortaya çıktı. Bunların, sanal alemde paylaştıkları yazı ve videolara, yaptıkları yorum ve eleştirilere bakıldığında hemen hepsinin ayetlerle örnek verdikleri, karşılarındaki insanları ayetlerle eleştirdikleri görülmektedir.

Bu Kur’an okuyucularının, paylaştıkları resim ve yazılarına, yaptıkları kimi yorum ve eleştirilerine, fikri yapılarına ve yaşayışlarına bakıldığında Kur’ani hükümlere aykırı bir yaşantı içerisinde oldukları, bunların bir çoğunun yine Kur’an’ın tanımlaması ile Müslüman olmadıkları, müşrik, münafık, fasık, mürted ve kâfir oldukları net olarak ortaya çıkmaktadır.

Kur’an okuduklarını iddia edenlerden bazıları, Kur’an’ın üzerinde hassasiyetle durduğu Tevhidin zıddı olan tağutu onaylayıp desteklemekte, putperestleri önder edinmekte; bazıları, Risalet tarihindeki Tevhidi mücadele metodunu inkâr edip tağutun belirlediği ölçüleri esas almakta; bir kısmı, Allah rasullerini inkâr etmekte; namazı, haccı, infak ve zekâtı hafife alıp reddetmekte; bir kısmı, tesettürü inkâr edip tıpkı kâfirler gibi açık saçık bir yaşantı sürmekte; bazıları, yüce Allah’ı adeta devre dışı bırakarak, Allah ile aralarına şeyh, ağabey, hoca dedikleri kimseleri alarak küfür ve şirklerinde sınır tanımamaktadırlar. Bu kimseler, aslında hevalarını ilah edinen, ancak bunu açıkça söyleme cesaretini göstermedikleri için küfür ve şirklerini Kur’an’ı kullanarak gizlemeye çalışmaktadırlar.

İnsanlara, Kur’an’a yönelmeleri, Kur’an’ı iyi öğrenip dinlerini oradan öğrenmeleri tavsiye edildiğinde ve Kur’an dışı yapılanların yüce Allah’ın rızasına uygun olamayacağı söylendiğinde, yukarıda tanımlamaları yapılan kişileri örnek vererek söyledikleri söz genellikle “Herkes Kur’an diyor, ancak herkes ayrı bir yöne gidiyor” oluyor.

Kur’an, kendisine yöneldiklerini ve kendisini okuduklarını iddia eden, bir kısım ayetlerini alıp bir kısmını terk eden inkârcılarına çok açık cevaplar vermektedir. İşte Kur’an’ın, inkârcı müşrik, münafık, fasık, mürted ve kâfirlere verdiği cevaplar.

Kur’an’ın mesajı ve inkârcılarına cevabı

Kur’an, öncelikli mesajının ne olduğunu, kendisinin nasıl okunacağını, okuyucularının, nelerle ve nasıl bir durumla karşılaştıklarını ve karşılaşacaklarını, okudukları ayetler doğrultusunda nasıl hareket ettiklerini ve edeceklerini, ayetlerini okuyanların nasıl değiştiklerini, çok açık bir şekilde belirtmiş, kendisine iman eden herkesin de belirtilen hususlar doğrultusunda hareket etmelerini istemiştir.

Kur’an okumak, onun mesajını anlamak, ayetler arasında hiçbir ayırım yapmadan, hepsini kabul edip bildirilen hükümler doğrultusunda hareket etmek, emrettiklerini yapıp yasaklarından kaçınmak, insanları yüce Allah’ı birlemeye ve Tevhidi esaslar doğrultusunda yaşamaya davet etmektir. İşte bu, Kur’an’ı okumaktır! Bunun dışındaki her okunuş Kur’an okumak değil, onu sülfi emellere alet etmektir.

Kur’an okuduklarını, onun dışında kaynak kabul etmediklerini söyleyip ayetleri rastgele kullanan kimseler, gerçekten Kur’an okuyorlar mı? Kur’an’ın, okuyucularından istediği nedir, Kur’an, nasıl okunacak, Kur’an okumaktan amaç ne olmalıdır? Sorularını yine Kur’an cevaplamakta ve kendisini gerçekten okuyanlar ile kendisini kullananların vasıflarını açıklamaktadır.

Günümüzde, az bir kısmı hariç, Kur’an okuyanların çoğunluğu, okudukları Kur’an’a aykırı, onunla taban tabana zıt düşünce, söz ve davranışlar sergilemektedirler. Bunlardan bir kısmı, Kur’an ayetlerini kullanarak insanları demokrasiyi benimsemeye, demokratik dine oy vermeye davet ederlerken; bir kısmı da Marksist arzularını tatmin etmek için Kur’an’ı kullanmakta;  diğer bir kısmı, ayetlerin anlamlarını çarpıtarak tasavvufi küfürlerine delil göstermeye çalışırlarken; bir başkaları, Tevhidi esasları gizleyerek tağuti sistemi ve kendilerinin içerisinde bulundukları durumu gizlemeye gayret etmekte; bazı kimseler, belamların peşinde giderlerken bazıları da, arzularını tatmin etmeye çalışmaktadır.

Gerçekten Kur’an Okuyanlar

Yüce Allah’ın övgüsüne mazhar olan çok az kimse Kur’an’ı, Tevhidi esaslar doğrultusunda hayatlarını düzenlemek için okurlar. Bunlar, Kur’an’a gerçekten iman eden kimselerdir. Bunlar, Kur’an’ın imanlarını artırdığı kimselerdir.

İman edenler Kur’an’ı, hayatlarını vahyin belirlediği ölçüler içerisinde düzene koyarak Rab’lerini razı etmek için okurlar ki bu, iman edip salih amel işlemektir. Gerçekten iman edip Rab’lerini razı etmek isteyen kimseler, okudukları Kur’an’ı, hayatlarının şaşmaz ölçüsü olarak alırlar ve onun hükümleri doğrultusunda düşünce, söz ve davranışlarını düzene koyarlar ve hiçbir sıkıntı duymadan, emrettiği hususları yerine getirirler.

“Mü’minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, O’nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal, 2)

Yüce Allah’a olan sevgilerinden dolayı, Allah anıldığında kalpleri ürperen kimseler, O’nun emirlerine karşı kör ve sağır davranmazlar, okudukları ayetlere karşı umursamaz bir tavır takınmazlar ve iman ettikleri ayetlerin gereğini hemen yerine getirirler.

“Ve kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.” (Furkan, 73)

İman ve teslimiyet, iman edilen esaslar doğrultusunda hareket etmeyi gerektirir. Böyle kimseler, gerçek mü’minlerdir ve yüce Allah’ın övüp mükâfatlandırdığı kimseler işte bunlardır.

“Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve mü’minler, sana indiriline ve senden önce indirilene inanırlar; namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve âhiret gününe iman edenler var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz!” (Nisa, 162)

Kur’an okuyan mü’minler, Allah’a, O’nun meleklerine, Kitaplarına ve gönderdiği bütün rasullere iman ederler ve hiçbirini diğerinden ayırd etmezler.

“Rasul, Rabb’inden, kendisine indirilene inandı, mü’minler de; hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandı. ‘O’nun rasullerinden hiçbirini diğerinden ayırdetmeyiz’ (dediler) ve dediler ki: ‘İşittik, itaat ettik, Rabbimiz, (bizi) bağışlamanı dileriz, dönüş sanadır!” (Bakara, 285)

“İşittik, itaat ettik” sözü, iman ettik ve iman ettiklerimize teslim olduk demektir. İşitmek, akabinde itaatı getirmelidir ki bu, iman etmede samimiyetin göstergesidir. İtaat etmek ise, iman edilen esaslar doğrultusunda yaşamaktır.

Gerçekten iman ederek Kur’an okuyan kimseler, Allah ve Rasulünün emirlerine karşı hiçbir sıkıntı duymadan teslim olurlar ve kendilerine bildirilenlere derhal uyarlar.

“Rasulün, aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Rasulüne çağırıldıkları zaman inananların sözü ancak: ‘İşittik ve itaat ettik’ demeleridir, işte umduklarına erenler bunlardır, bunlar. Kim(ler), Allah’a ve Rasulüne itaat eder, Allah’tan korkar, O'(nun azabı)ndan korunursa işte kurtuluşa erenler onlardır.” (Nur, 51-52)

Kur’an’a iman etmek, yüce Allah’ın bildirdiği esaslara kesin ve şartsız teslimiyeti gerektirir. Yüce Allah (cc), gönderdiği dinin nasıl yaşanacağını, Rasulünün örnekliğinde belirtmiş ve bu örnekliğin alınmasını emretmiştir. İman edenlere düşen görev ve sorumluluk Rab’lerinin emrine uyarak Rasulullah (as)’ın verilen örnekliğini esas almaktır.

“Andolsun Allah’ın Rasulünde sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)

Mü’minlerin, Rasul (as)’ı en güzel örnek almaları, imani bir sorumluluktur. Yüce Allah’ın bildirdiği hükümlerinin pratize edilmesi, ancak Rasulullah (as)’ın örnekliğinin esas alınması ile mümkündür. Rasul (as)’ın, örnekliğine aykırı bir uygulama, Allah’a ve Rasulüne karşı gelmek ve apaçık bir sapıklığa düşmektir ki böyleleri mü’min olamazlar.

“Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü’min erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur; kim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab, 36)

Yüce Allah (cc), gönderdiği hükümlerin uygulamasını, Rasul (as)’ın örnekliğinde müşahhaslaştırmış ve buna uyulmasını emretmiştir. “Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman” ifadesi, yüce Allah’ın hükmü ve Rasulün uygulaması olarak ortaya konulmuş ve mü’minlerin, bunun dışında bir seçeneklerinin bulunmadığı bildirilmiştir. Mü’min olduğunu söyleyen bir kimse, Allah ve Rasulünün hükmü dışında kendisine göre bir uygulama ortaya koyamaz; koyması halinde Allah ve Rasulüne karşı gelmiş ve sapıklığa düşmüş olacaktır.

İman eden bir kimse, iman ettiği esasların belirlediği ölçülere göre hareket etmekle mükelleftir ki bu, Müslüman olmanın olmazsa olmaz şartıdır. İşte bu gerçeği Kur’an, Rasul (as)’ın şahsında şöyle bildiriyor.

“De ki: ‘Bana dini yalnız Allah’a halis kılarak, O’na kulluk etmem ve Müslümanların ilki olmam emredildi. De ki: ‘Ben, Rabbime isyan edersem büyük bir günün azabından korkarım.’ De ki: ‘Ben, dinimi yalnız Allah’a halis kılarak O’na kulluk ediyorum." (Zümer, 11-14)

İman teslimiyeti, teslimiyet de kulluk yapmayı zorunlu kılar, bunun dışındaki bir düşünce, söz ve davranış, yüce Allah’a isyandır ve kişiye ancak azap getirir. Mü’minler, iman ettikten sonra vahyin belirlediği ölçüler içerisinde dosdoğru hareket ederek kurtuluşa ulaşırlar.

“Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra doğru olanların üzerine melekler iner: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin (derler)." (Fussilet, 30)

“Onlar, ayetlerimize inanmış ve Müslüman olmuş idiler.” (Zuhruf, 69)

“Erkek ve kadından her kim iman etmiş olarak salih bir amel işlerse onu, hoş bir hayatla yaşatırız, onların ücretini yaptıklarının en güzeliyle veririz.” (Nahl, 97)

İman etmiş ve iman ettikleri esaslar doğrultusunda Rab’lerine kulluk görevlerini yaparak salih amellerde bulunmuş kimseleri yüce Allah (cc) en güzel şekilde mükâfatlandıracaktır. Oysa Kur’an okudukları halde, Kur’ani hükümler doğrultusunda hayatlarını düzene koymayanlar için acı bir azap vardır.

Kur’an okudukları halde ona iman etmeyenler

Özellikle günümüzde birçok kimse, Kur’an okumakta ya da okuduklarını iddia etmektedirler; ancak düşünce, söz ve davranışlarında, okudukları Kur’an’dan hiçbir iz bulunmamaktadır. Bu kimseler, Kur’an’ı adeta boş zamanlarını değerlendirmek, tartışmak ve münazara yapmak, başkalarına karşı üstünlük gösterisinde bulunmak için okumakta, bir kısım ise, Kur’ani kavramları kendi hevaları doğrultusunda değiştirmek için kullanmaktadırlar.

Kur’an, mü’minlerin dışında kalan okuyucularını, ayetlere yaklaşımlarına göre belli başlıklar altında toplar ve bunları fitne çıkaranlar, müşrikler, belamlar, mürtedler, münafıklar, fasıklar, hevalarını ilah edinenler olarak sıfatlandırır. İşte Kur’an okudukları halde sapıklığa düşenlerin sapma nedenleri.

Fitne çıkaranlar

“Kitabı sana O indirdi; onun bazı ayetleri muhkemdir (ki) onlar, Kitabın anasıdır; diğerleri de müteşâbihtir. Kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak, uyardığı sonuca uğramak için onun müteşâbih ayetlerinin ardına düşerler; oysa onun tevilini Allah’tan başka kimse bilmez. İlimde ileri gidenler: ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler, sağduyu sâhiplerinden başkası düşünüp öğüt almaz.” (Al-i İmran, 7)

Müşrikler

“…Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz; sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir; Kıyamet gününde de (onlar) azabın en şiddetlisine itilirler, Allah yaptıklarınızı bilmez değildir.” (Bakara, 85)

Belamlar

“Şimdi siz, bunların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grup vardı ki, Allah’ın sözünü işitirlerdi de düşünüp akıl erdirdikten sonra, bile bile onu değiştirirlerdi.” (Bakara, 75)

 “Onlardan bir grup var ki, Kitapta olmayan bir şeyi, siz Kitaptan sanasınız diye dillerini Kitapla eğip bükerler ve: ‘O, Allah katındandır’ derler, oysa o, Allah katından değildir; bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.” (Al-i İmran, 78)

Mürtedler

“Allah’a ve Elçiye inandık ve itaat ettik, diyorlar, sonra onladan bir grup, bunun ardından dönüyor; bunlar inanmış değillerdir.” (Nur, 47)

 “Kitap ehlinden bir grup dedi ki: ‘İnananlara indirilmiş olana, günün önünde inanın, sonunda inkâr edin; belki dönerler.” (Al-i İmran, 72)

Münafıklar

“Biz cehennemin muhafızlarını hep melekler yaptık, onların sayısını da kâfirler için bir sınav yaptık ki, kendilerine Kitap verilmiş olanlar iyice inansın, iman edenlerin de imanı artsın. Kitap verilmiş olanlar ve inananlar kuşkulanmasınlar, kalblerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler de: ‘Allah bu misalle ne demek istedi?’ desinler; böylece Allah, dilediğini şaşırtır, dilediğni doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir, bu, insanlara bir uyarıdır.” (Müddessir, 31)

 “İnsanlardan öyleleri de vardır ki, iman etmedikleri halde ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık’ derler.” (Bakara, 8)

Fasıklar

“De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız konutlar, size Allah’tan, Rasulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevgili ise o halde Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin!  Allah, fasık topluluğu hidayete iletmez.” (Tevbe, 24)

Hevalarını ilah edinenler

“Onlardan bir grup var ki, Kitapta olmayan bir şeyi, siz Kitaptan sanasınız diye dillerini Kitapla eğip bükerler ve: ‘O, Allah katındandır’ derler, oysa o, Allah katından değildir; bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.” (Al-i İmran, 78)

“Arzusunu tanrı edinen kimseyi gördün mü, onun üstüne sen mi bekçi olacaksın?” (Furkan, 43)

Yukarıda ayetlerde vasıfları belirtilen kimseler, Kur’an okudukları halde Kur’an’a gereği gibi iman etmeyen kimselerdir. İndirilen hükümlere itaat, iman edilen esasların kabul ve tasdik edilmesidir; itaatı olmayan bir kabullenme, iman değildir.

Hevalarını ilah edinenler

Kur’an okudukları halde ona aykırı hareket edenlerin başında hiç kuşkusuzdur ki, hevalarını ilah edinenler gelmektedir. Bunlar, Kur’an’a iman etmek için değil Kur’an’ı çarpık, şirk ve küfür olan söz ve davranışlarını onaylatmak için okurlar.

Bu grubu oluşturanların birçoğu, Kur’an’ın bildirdiği yaşam tarzını inkâr ederler, cihadı, tesettürü, namazı, haccı, infakı ve daha birçok Kur’ani hükmü, işlerine gelmiyor diye ya çarpıtarak değiştirirler ya da hiç üzerinde durmazlar. Kur’an bunları hevalarını ilah edinenler diye nitelendirir. Kur’an, hevalarını ilah edinen bu kimseleri, itaat etmeye davet etmektedir.

 “Yeminlerinin var gücüyle Allah’a yemin ettiler; eğer sen onlara emredersen (savaşa) çıkacaklar diye. De ki: ‘Yemin etmeyin, güzel itaat etmektir, şüphesiz Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır." (Nur, 53)

Sözel olarak kabul ettiklerini iddia ettikleri yüce Allah’ın bildirdiği, Rasulünün en güzel bir biçimde pratize ettiği hükümlerden gafil olan kimseler tam cahili bir hayat yaşarlar. Bunlar, sözleriyle “işittik” davranışları ile “isyan ettik” diyen Yahudiler gibidirler.

“Yahudilerden öyleleri var ki, kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar, dillerini eğip bükerek ve dini taşlayarak: ‘İşittik ve isyan ettik, dinle dinlemez olası’ ve ‘râ’inâ’ diyorlar. Eğer onlar: ‘İşittik ve itaat ettik, dinle ve bize bak’ deselerdi elbette kendileri için daha iyi olurdu, fakat Allah, inkârlarından dolayı onları lanetlemiştir, pek az inanırlar.” (Nisa, 46)

Kur’an’ı okudukları halde, gereğini yapmayanlar, sözel olarak ifade etmeseler bile davranış olarak Rab’lerine isyan etmişlerdir. İslâm, sözden çok davranışa bakar ki yüce Allah (cc) kişileri, yaptıklarına göre yargılayacak, ceza ve mükâfatlarını ona göre verecektir.

Cahili bir hayat sürenler, kadın iseler, tesettüre riayet etmeyenler, vahyin belirlediği ölçüler içerisinde hareket etmeyenler, sözel olarak Kur’an’ı kabul ettiklerini iddia etseler de onlar, gerçekte Kur’an’ı inkâr eden, hevaları ilah edinen kâfirlerdir.

Kur’an okumalarına rağmen yüce Allah’a isyan edenler

Kur’an, yüce Allah’a iman, Tevhidi esasları kabul etmenin ilk ve en önemli şartının, tağutu reddetmek olduğunu bildirmektedir. Çünkü tağut reddedilmeden yüce Allah’a, O’nun indirdiği Kur’an’a ve Tevhidi esaslara iman etmek mümkün değildir. Bu nedenle yüce Allah (cc), her millete rasuller göndererek tağuttan kaçınmalarını istemiştir. Şu Kur’ani bir gerçektir ki, tağuttan kaçınmadan, yüce Allah’a gerçekten iman edip kulluk yapmak mümkün değildir.

 “Andolsun biz, her millet içinde: ‘Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye bir elçi gönderdik; onlardan kimine Allah hidâyet etti, kimine de sapıklık gerekli oldu. Yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuş!” (Nahl, 36)

İnsanlık tarihi boyunca, her dönemde yaşayan insanlara tağuttan kaçınmaları, tağutu reddetmeleri ve yüce Allah’a iman edip kulluk yapmaları için elçiler gönderilmiştir. Çünkü tağut, yüce Allah’a iman etmenin ve O’na kulluk yapmanın önündeki en büyük engeldir. Bu engel aşılmadan yüce Allah’ın belirttiği sapasağlam iman ve Tevhid kulpuna yapışıp mü’min olmak mümkün değildir.

"Dinde zorlama yoktur; Doğruluk sapıklıktan seçilip belli olmuştur; kim tağutu reddededip Allah’a iman ederse, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allâh işitendir, bilendir.

Allah, iman edenlerin dostudur; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır; kâfirlerin dostları da tağuttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır; onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır." (Bakara, 256-257)

Günümüzde, Kur’an okuduklarını, yüce Allah’a iman ettiklerini iddia eden bazı kimseler, yüce Allah’ın gönderdiği Tevhidi esasları hiçe saymış, O’nun tağutun reddedilmesi ile ilgili ayetlerini terk ederek tağuti sistemleri ve bu sistemlerin putperest yöneticilerini desteklemektedirler.

Şu bir gerçektir ki, tağuti beşeri sistemlere itaat eden, bu sistemleri ve yöneticilerini destekleyen, onlara oy veren, saygı gösterip yakınlık duyan, onları öven, yüce Allah’ın hükmüne rağmen koydukları kanunlara uyan, tağutun mahkemesinden adalet bekleyen, tağuti sistemleri seven, onlardan korkan, onların verdikleri imtiyazları kabul eden, onlar için çalışıp fedakârlık yapan kimseler, bu tağuti sistemleri, bu sistemlerin meclislerini ve yöneticilerini ilah edinmişlerdir.

Yüce Allah (cc), tağuti sistemi, bu sistemin meclislerini ve yöneticilerini reddedip kendisine iman eden Müslümanların dostudur. O, Müslümanları, tağuti sistemin şirk ve küfür karanlıklarından İslâm’ın nurlu aydınlık yoluna çıkarır ve ahirette de Müslümanları cennetle mükâfatlandırır.

“Tağut’a itaat etmekten kaçınan ve Allah’a yönelenlere müjde var; müjdele kullarımı!” (Zümer, 17)

Yüce Allah’ın reddedin hükmüne rağmen tağutu, reddetmeyen ona itaat eden kimseler, imanlarına şirk bulaştırmış, en aşağılık yaratıklar olarak Rablerine isyan etmişlerdir.

“De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kime lanet ve gazap etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tağuta itaat edenler yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide, 60)

Tağuta itaat eden, tağuti sisteme destek olan, sistemin partilerinin propagandasını yapıp oy veren kimselere yüce Allah (cc) lanet ve gazap etmiş, bunları maymunlar ve domuzlar durumuna düşürmüştür. Bu kimselerin yeri çok kötü ve bunlar sapık kimselerdir.

Kur’an okuyan bir kimse, ayetin belirttiği bu durumu bile bile tağutu destekliyorsa bu kimse, Kur’an’ı iman etmek için değil, küfrünü gizlemek için okuyor demektir.

Kendilerini tatmin etmek, mü’minlere hoş görünmek için Kur’an  okuyanlar

Kur’an’dan başka kaynak kabul etmediklerini her vesile ile söyleyen ancak hayatlarında Kur’an’a yer vermeyen bazı kimseler, gerçekten iman etmeyen kimselerdir. Bunlar, mü’minlerin yanında kendilerine bir yer edinmeye çalışan ikiyüzlü kimselerdir.

“Gönlünüzü hoş etmek için size, Allah’a yemin ederler, halbuki inanmış olsalardı, Allah’ı ve Rasulünü hoşnud etmeleri daha uygundu; bilmediler mi ki kim Allah’a ve Rasulüne karşı koymağa kalkarsa onun için sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte, büyük rezillik budur.” (Tevbe, 62-63)

“Onlara: ‘İnsanların inandıkları gibi siz de inanın’ dense, ‘Beyinsizlerin inandığı gibi inanır mıyız’ derler; iyi bilin ki, asıl beyinsizler kendileridir; fakat bilmezler.” (Bakara, 13)

Kur’an ayetlerini, adeta insanları kandırmak için bir vasıta yapan bazı kimseler, Tevhid inancından ve vahyi yaşama bilincinden mahrum olan, işleri güçleri demogoji yapmaktan öteye gitmeyen kimselerdir. Bunlar, bu tutumları ile yüce Allah’a ve Rasulüne karşı gelmiş kimseler olarak ebediyen cehennem azabına gireceklerdir.

Kur’an’ı okudukları halde yapmadıkları şeyleri söyleyenler

Bazı kimseler, insanlara Kur’an ayetlerini okur onları, Kur’ana uymaları konusunda uyarırlar, ancak kendileri, vahyin belirlediği hükümler doğrultusunda hareket etmezler. Kur’an, bu kimselerin, yüce Allah (cc) indinde hiç sevilmeyen bir iş yaptıklarını bildirmekte ve bu konuda mü’minleri uyarmaktadır.

“Ey iman edenler niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz; yapmayacağınız şeyi söylemek, Allah katında en sevilmeyen bir şeydir.” (Saf, 2-3)

Bilgi dağarcıklarını zenginleştirmek, toplum içerisinde bilgili görünmek için Kur’an okuyup onun gereğince amel etmeyen kimseler, yüce Allah (cc) indinde hiç hoş olmayan bir iş yapmaktadırlar. Bunlar, akıllarını kullanmayan kimselerdir.

 “Siz Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz; aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara, 44)

Yapmadıkları şeyleri söyleyenler, aslında hevalarını tatmin etmekten başka bir şey yapmamaktadırlar. Bu kimseler, Rab’lerini değil kendi hevalarını razı etme peşindedirler.

Peygamberi inkâr ettikleri halde Kur’an okuyorlar

Tarihin hemen her döneminde, vahyi getiren rasuller, yüce Allah’a iman ettiklerini iddia eden kimseler tarafından kabul edilmemiş, dışlanmışlardır. Günümüzde de vahyi kabul ettiklerini iddia etmelerine rağmen Rasulün, vahiyle bildirilen konumunu reddeden inkârcılar, bulunmaktadır. Bunlar, inkârlarına Kur’an’dan bazı ayetlerin anlamlarını çarpıtarak kılıf bulmaya çalışmaktadırlar. Bu düşünceye sahip olan kimseler, önceleri mealcilik adı altında ortaya çıkmışlar, ancak bugün çok çeşitli adlar altında faaliyetlerini sürdürmektedirler.

Kur’an, Rasulün, mü’minler için en güzel örnek olduğunu, verdiği hükümlerin, mü’minleri bağladığını, Rasulün yaşantısı dışında bir yaşantı sürenlerin, sapıklık içerisinde bulunduklarını bildirmiştir.

“Andolsun Allah’ın Rasulünde sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)

 “Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur; kim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab, 36)

Kur’an, Rasulün en güzel örnek olduğunu, verdiği hükmün, mü’minleri bağladığını bildirilmektedir. Hangi çağda olursa olsun, mü’min olan bir kimse, Rasulün örnekliğini esas almak ve onun, Kur’an’ı yaşayarak fiili olarak verdiği hükmü kabullenip uymak zorundadır. Rasulün yaşadığı Kur’ani hayatı esas almayanlar, mü’min olamazlar.

Rasulü kabullenmeyi, onun fiziki yapısını kabullenme şeklinde anlayanlar, büyük bir hata içerisindedirler ve bu onların sapmasına neden olmaktadır. Çünkü yüce Allah (cc), rasullerinin fiziksel yapılarını değil onların, Tevhidi esasları insanlara ulaştırırken izledikleri metodu esas almalarını istiyor.

“İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır; onlar kavimlerine ‘Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız, sizi tanımıyoruz, siz, bir tek Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve buğz belirmiştir’ demişlerdi…” (Mümtehine, 4)

Dikkat edilirse burada örnek alınması istenen şey, Hz. İbrahim (as)’ın, şirk ve küfür ehline karşı Tevhidi duruşudur. Bu Tevhidi duruşu alanlar, Hz. İbrahim (as)’ı en güzel örnek olarak almışlardır demektir. Bu, diğer rasuller için de Hz. Muhammed (as) için de aynıdır. Bu nedenle iman eden kimseler, yüce Allah’ın bildirdiği bu ayetlere tabi olarak rasulleri ve son Rasul Hz. Muhammed (as)’ı örnek edinmek zorundadırlar.

Rasul inkârcıları, aslında Rasul (as)’ı değil, Rasulün örnek alınmasını, ona iman ve itaat edilmesini emreden ayetleri inkâr etmektedirler. Ancak  vahyi inkâr ettikleri anlaşılmasın diye bu inkârlarını, sünneti reddetme şeklinde ortaya koymaktadırlar. Önceleri, bid’atçı topluma karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkan Kur’an okuyan bu grup, daha sonra sırayla hadislerin bir bölümünü, sonra tüm hadisleri ve son olarak Kur’an’ın, mü’minlere emir olarak bildirdiği Rasulün en güzel örnekliğini reddetmişlerdir.

Yüce Allah’ı kabul edip Rasul (as)’ı inkâr eden bu sapık grup, her vesile ile Kur’ani hareket ettiklerini iddia ederler, ancak Kur’an’da, en güzel örnek olarak alınması emredilen Rasulullah (as)’ı inkâr ederler. Kur’an, bunların gerçek kâfirler olduklarını bildirmektedir.

“Onlar ki Allah’ı ve elçilerini inkâr ederler, Allah ile elçilerinin arasını ayırmak isterler, ‘Kimine inanırız, kimini inkâr ederiz’ derler; bu ikisinin (imanla inkâr) arasında bir yol tutmak isterler; işte onlar gerçek kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır!” (Nisa, 150-151)

Günümüzün en büyük hastalığı, Rasulullah (as)’a karşı bazı sapıkların başlattıkları inkâr hastalığıdır. Bu hastalığa yakalanan kimseler, şifa olan Kur’an’ı okumalarına rağmen, hastalıklarını iyileştirecek ayetleri okumamakta ve görmezden gelmektedirler. Bu hastalığın virüsü, şeytandır. Şeytanın bulaştırdığı bu virüsün meydana getirdiği bu hastalık, şifa bulmaz bir hastalıktır ki, yüce Allah (cc) dilemedikten sonra da tedavisi mümkün değildir.

Hz. Adem (as)’ı sebep göstererek yüce Allah’ın emrine uymayan şeytan, yüce Allah’ın doğru yolu üzerine oturup insanları saptıracağına yemin etmiştir. İşte bu mealci inkârcılar, şeytanın insan boyutunu temsil etmektedirler. Bunlar da, Rasul (as)’a olan düşmanlıkları nedeniyle yüce Allah’ın, Rasulle ilgili ayetlerini inkâr etmektedirler.

Şeytan, Allah yoluna dönmek isteyen insanları, sağdan yani Kur’an’dan girerek saptırmıştır. Bu şeytan yönlendirmesi sapıklar, ellerindeki Kur’an’ı okuyup hidayet bularak doğru yola girecekleri yerde, ayetlerin bir bölümünü terk ederek sapıklığı yol edinmişlerdir.

Rasulullah (as), Kur’an’ı en güzel şekilde yaşamış, insanlara anlatmış ve bu uğurda ne yapılması gerekiyorsa en güzelini yapmıştır. İşte Kur’an’ın mü’minlerden istediği de zaten bundan başkası değildir. Kur’an okudukları halde bir müşrik ve kâfirden farklı olmayan mealciler, Kur’an’ı, vahyi ölçüler içerisinde yaşamamak için Rasul (as)’ı inkâr etmektedirler.

Kur’an bir bütündür; Kur’an’a iman eden bir kimse, bütün ayetleri kabul etmek ve o ayetlere uygun hareket etmekle gerçek mü’min ve gerçek Müslüman olur. Bunun dışındaki her türlü kabul, sapıklık ve dalalettir.

Kur’an okumalarına rağmen Peygamber (as)’ı ilah edinenler

Kur’an, gönderilen elçilerin durumlarını, konumalarını, vahye karşı sorumluluklarını açık bir şekilde belirtmiş, insanlardan, bu gerçekleri bilerek iman etmelerini istemiştir. Bu nedenle iman eden bir kimse, vahyin belirlediği şekilde iman etmek ve rasullere de, Kur’an’ın bildirdiği şekilde iman etmekle mükelleftirler.

Yüce Allah (cc), gönderdiği rasullerinin vahyi yaşarlarken ve anlatırlarken takip ettikleri metodun örnek alınmasını emretmiştir. Fiziksel olarak rasuller, belli bir dönem yaşamış, sonra her fani gibi ölmüşlerdir; ancak ortaya koydukları Tevhidi mücadele metodu, Kur’an var olduğu sürece devam edecektir.

Yüce Allah (cc), Hz. Muhammed (as)’ın da bir beşer olduğunu ve her beşer gibi öleceğini bildirmiş, onun beşeri boyutunu örnek alanlara şu uyarıda bulunmuştur.

“Muhammed, sadece bir elçidir, ondan önce de elçiler gelip geçmiştir; şimdi o ölür veya öldürülürse siz, ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz! Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse, Allah’a hiçbir ziyan veremez, Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” (Al-i İmran, 144)

Bazı kimseler, Kur’an’daki bu açık hükmü okumalarına rağmen Rasulullah (as)’ı, tıpkı geleneksel müşrikler gibi insanüstü görerek onu ilahlaştırmaktadırlar. Bu kimseler, Rasulullah (as)’ı yüceltme ve kutsama adına hadis adı altında sözler uydurmakta ya da uydurulan her şeyi –ki, birçoğu Kur’an’a aykırı sözlerdir- ona mal etmektedirler. Bu müşrikler, Rasul (as) adına uydurulan sözlerin, çelişkiler dolu olduğunu, birçoğunun hakaretler içerdiğini, Rasulullah (as) ile Allah’ı (hâşâ) karşı karşıya getirdiğini, Kur’an’a aykırı olduğunu bile düşünmüyorlar.

Rasulullah (as)’ı ilahlaştıranlar, ona atfen uydurulan, birçoğu küfür ve şirk içeren sözleri reddetmekle Rasulullah (as)’ı reddettiklerini zannetmekte, bu sözleri reddetmek yerine bunun bir hikmeti olduğunu ileri sürmektedirler. Onlar, Rasul (as)’ın her sözünün vahiy olduğunu ileri sürecek kadar küfür, şirk ve sapıklıklarında haddi aşmışlardır. Oysa Kur’an, Rasulün, beşer bir elçi olmaktan başka bir şey olmadığını bildirmektedir.

“De ki: ‘Ben de sizin gibi bir insanım; İlahınızın bir tek İlah olduğu bana vahyolunuyor; kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa iyi iş yapsın ve Rabbine ibadete hiç kimseyi ortak etmesin.” (Kehf, 110)

Kur’an, Rasulün, beşer olması nedeniyle hatalar yaptığını, ancak bunların, yüce Allah’ın uyarmasıyla düzeltildiğini bildirmekte ve yapılan bu hataları ortaya koymaktadır.

Kur’an, peygamber de olsalar, beşer oluşları nedeniyle, rasullerin de zaman zaman bazı konularda hatalar yaptıklarını bildirmiştir. Hz. Muhammed (as) da, Rasul oluşu yanında aynı zamanda bir beşerdi; bu yüzden kimi zaman bazı konularda hatalar yapmış ya da kimi hareketlerde bulunmuştur. Kur’an, Hz. Muhammed (as)’ın birçok konuda uyarıldığını bildirir.

Rasulullah (as) elbette ilah değildi; o (as), bir Rasul olduğu gibi aynı zamanda bir beşer, bir baba ve bir eş idi. Bu nedenle hem Rabb’ini razı etme konusunda, hem insanlarla ilişkilerinde ve hem de ailesi ile ilgili olarak kendi görüşleriyle bir şeyler söyleyip yapacaktı.

Hz. Muhammed (as), Tevhidi esasları insanlara bildiren bir Rasul, toplumunu idare eden bir yönetici, diğer insanlarla ilişkileri bulunan ve aile reisi olan bir beşerdi ve o, ne bir ilah, ne bir robot, ne de hâşâ kişilikten yoksun bir kasetti. O, kendisine gelen vahye ilk iman eden bir mü’min ve vahiy doğrultusunda yaşayan bir Müslümandı. Bunun dışında Rasulullah (as)’ı herhangi bir şey ile vasıflandırmak, ona iftira edip zulmetmek ve onu ilah edinmektir.

Kur’an’ı okudukları halde Tevhidi gerçekleri gizleyenler

Kur’an’ın ilk ve en önemli mesajı hiç kuşkusuzdur ki, Tevhid inancıdır; bütün rasuller, bu inancı insanlara anlatmak ve onların kabul etmelerini sağlamak için görevlendirilmişlerdir. Bu görev, vahye iman eden her mü’minin de ilk ve en öncelikli görevi ve sorumluluğudur.

Mü’minler, Tevhid ilkesini davetlerinin en öncelikli mesajı olarak ortaya koyarlar. ancak her dönemde olduğu gibi günümüzde de Hakkı batılla bulayıp gerçekleri gizleyen belamlar, Tevhid ilkesini gizlemişler, insanların Rab’lerini tek ilah edinmelerine ve O’nun yoluna yönelmelerine engel olmuşlardır. Bu Samiri soylu belamlar, Kur’an okudukları, tefsir yaptıkları halde, içerisinde yaşadıkları tağuti sistemin ve bu sistemin yöneticilerinin küfrünü gizlemek adına, ayetlerin anlamlarını çarpıtmışlar, insanların, Tevhidi esasları anlamlarını zorlaştırmışlardır.

Tağuti sistemin izin verdiği şirk ve küfür yuvaları vakıf, dernek ve partilerde yuvalanan Samiri soylu belamlar, Tevhidi esasları açıklayan ayetleri hiç dile getirmedikleri gibi, diğer ayetleri de yanlış anlamlandırarak insanların sapmalarına neden olmaktadırlar.

“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler, işte onlara hem Allah lanet eder, hem bütün lanet edebilenler lanet eder.” (Bakara, 159)

Kur’an okuyan belamlar da, Kur’an’da olmayan konuları, Kur’an’danmış gibi göstererek Tevhidi gerçekleri gizlemektedirler. Bunlardan bazıları, ebcet hesaplarını gündeme taşımakta ve insanları bunlarla meşgul etmeye çalışarak Tevhidi esasların anlaşılması önünde gürültüler koparmaktadır. Böylece Kur’an’ın net anlaşılmasını, insanların Kur’an’ı anlayarak Tevhidi esaslara yönelmelerini engellemektadirler.

“Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonra gelen kollar da yalanladı; her millet, elçisini yakalamağa yeltendi; Hakkı gidermek için boş şeyler ileri sürerek tartıştılar; bu yüzden onları yakaladım, (Bak işte) azabım nasıl oldu?” (Mü’min, 5)

“Kâfirler dediler ki: ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin, o(nun önü)nde gürültü edin, belki ona gâlib gelirsiniz." (Fussilet, 26)

Yukarıdaki ayetler, günümüz belamlarının durumunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Okudukları Kur’an’ın ayetlerini parayla satanlar

Kur’an, Allah için yapılan bir çalışmanın ücreti olamayacağını, ücretin ancak yüce Allah (cc) tarafından verileceğini bildirir. Risalet tarihi boyunca elçiler, davetlerini Allah’tan karşılığını almak üzere yapmışlar ve bunun karşılığında dünyevi hiçbir çıkar elde etmemişlerdir.

“Eğer yüz çevirdiyseniz, ben sizden bir ücret istemedim ki, benim ücretim ancak Allah’ın üzerinedir; bana Müslümanlardan olmam emredilmiştir.” (Yunus, 72)

“Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum, benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbine aittir.” (Şuara, 127)

Bu ayetleri okuyan bazı kimseler, okudukları bu gerçeklere rağmen, kitap basarak, meal çıkararak, konferans ve panellere katılarak Allah’ın ayetlerini satıp para kazanmışlardır. Bunların, durumları Kur’an’da şu şekilde belirtilmiştir.

“Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şey gizleyip, onu birkaç paraya satanlar var ya, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey koymuyorlar; Kıyâmet günü Allah ne onlara konuşacak ve ne de onları temizleyecektir, onlar için acı bir azap vardır. Onlar, hidâyet karşılığında sapıklık, mağfiret karşılığında azâb satın almışlardır. Onlar ateşe, karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)” (Bakara, 174-175)

Okudukları Kur’an’a iman etmek ve Rab’lerini razı etmek yerine onu bir meta olarak görenler ve ondan çıkar elde edenleri yüce Allah (cc) acı bir azapla müjdelemektedir.

Kur’an okuduklarını iddia etmelerine rağmen, ihtilafa düşenler

Kur’an, iman edenleri, topluca yüce Allah’ın ipine (Kitabına) sarılmaya, birliktelik kurmaya, cemaatleşmeye davet eder; bölünüp parçalanmanın zararlarına dikkatleri çeker ve tefrikanın, İslâm’dan çıkma olduğunu bildirir. Ancak bu ayetleri okumalarına rağmen birçok kimse, bu ayetlere aykırı hareket ederek tefrikaya düşmektedir.

“Ve topluca Allâh’ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani siz, birbirinize düşman idiniz (Allah) kalplerinizi uzlaştırdı, O’nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz, (Allah) sizi ondan kurtardı. Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki, hidayete eresiniz.” (Al-i İmran, 103)

Kur’an okuyan her Müslüman bilir ki, yüce Allah (cc) insanlara birey ya da fert olarak değil, “Ey iman edenler” şeklinde çoğul olarak hitap etmektedir. Bu nedenle birey olarak kalan kimseler, yüce Allah’ın hitabına mazhar olamamaktadırlar. Yüce Allah (cc), cemaat haline gelmiş, günümüz deyimi ile örgütlenmiş, insanları sevdiğini bildirmektedir.

“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş binalar gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saf, 4)

Kendi yolunda kenetleşmiş bir şekilde, bir araya gelip omuz omuza mücadele edenleri seven yüce Allah (cc), Müslümanlardan bunu gerçekleştirmelerini istemektedir.

Müslümanların, rahmete ve yüce Allah’ın rızasına ulaşmaları için yapmaları gereken en önemli şey, diğer Müslümanlarla velayet hukukunu oluşturmak ve İslâmi bir yapılanma içerisinde yer almaktır.

“Mü’min erkekler ve mü’mine kadınlar, birbirlerinin velisidirler; iyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir, Allah daima üstündür, hâkimdir.” (Tevbe, 71)

Kendi hevalarını ilah edinip Müslümanlardan ayrılan kimselerin gidecekleri yer de, Kur’an’da belirtildiği üzere cehennemden başka bir yer olmayacaktır. Çünkü o kimseler, İslâmi birlikteliğe girmeyerek şeytanın adımlarını takip etmişler, şeytanı takip edenlerin yeri de şeytanın gideceği yer olan cehennem olacaktır.

“Ey iman edenler, hepiniz birlikte İslâm’a girin, şeytanın adımlarını izlemeyin, çünkü o size apaçık düşmandır.” (Bakara, 208)

Bireysel hareket, şeytanın istediği ve gittiği bir yoldur; yalnız hareket şeytana tabi olmak ve onun adımlarını izleyerek onun yolundan gitmektir. Kullarının şeytana tabi olmasını ve bunun sonucunda cehenneme girmelerini istemeyen yüce Allah (cc) onları uyarmakta, kurtuluş yolunu göstermektedir.

“Allah’a ve Rasulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, yoksa korkuya kapılırsınız, devletiniz gider, sabredin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)

Kur’ani bu gerçekleri okumalarına rağmen bazı kimseler, adeta Kur’an’ı hiçe sayarak Müslümanlardan ayrılarak tefrikaya düşerler. Yüce Allah (cc), bunları şiddetle uyarmakta ve sonlarının cehennem olduğunu bildirmektedir.

Kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, hevai bazı nedenlerle İslâmi birliktelik içinde yer almayanlar, Rasul (as)’a karşı gelmiş ve Müslümanların yolunu bırakarak şeytanın adımlarını izlemişlerdir. Bu kimselerin yöneldikleri yön cehennemden başka bir yön değildir.

“Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Rasule karşı gelir ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yola yöneltiriz ve cehenneme sokarız; ne kötü bir gidiş yeridir orası!” (Nisa, 115)

Cehennemden kurtulmanın tek yolu, yüce Allah’ın belirlediği esaslara uygun bir şekilde Rasulullah (as)’ın örnekliğini esas alarak Müslümanlarla beraber bulunmaktır. Kendilerine bildirilen ayetler doğrultusunda hareket etmeyenler, zalimler olarak yüce Allah’a karşı suçlu olacaklardır.

“Kendisine, Rabbinin ayetleriyle öğüt verildikten sonra onlardan yüz çevirenlerden daha zalim kim olabilir? Muhakkak ki biz, suçlulardan öç alıcıyız.” (Secde, 22)

Yüce Allah’ın bildirdiği esaslardan yüz çevirmek, dinlerinden döndükleri için yüce Allah (cc) onları zalimler olarak helak edecektir.

Kur’an okudukları halde Allah ile kendileri arasına aracılar sokanlar

Yüce Allah (cc) Kur’an’da, kullarının her halini bildiğini, onları gördüğünü, onlara şah damarlarından daha yakın olduğunu, kulları ile kalpleri arasına girdiğini apaçık bir şekilde bildirmiş, Kendisine dua ettiklerinde kullarının dualarına karşılık vereceğini haber vermiştir.

“Ey iman edenler (Rasul), sizi yaşatacak şeylere çağırdığı zaman Allah’ın ve Rasulünün çağrısına koşun ve bilin ki, Allah, kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz, O’nun huzuruna toplanacaksınız.” (Enfal, 24)

“Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz, çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 16)

“Kullarım, sana benden sorar(lar)sa: Ben (onlara) yakınım, dua eden, bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm; o halde onlar da bana karşılık versinler, bana iman etsinler ki, doğru yolu bulmuş olalar.” (Bakara, 186)

Kur’an, yüce Allah’ın kullarına yakınlığı konusunda bu gerçekleri bildirdiği halde bazı kimseler, okudukları bu ayetlere rağmen Allah ile kendi aralarına başkalarını koyarlar; böylece yüce Allah’ın halis olan dinini terk edip küfre girerler.

“İyi bil ki halis din yalnız Allah’ındır, O’ndan başka veliler edinerek: ‘Biz bunlara, sırf bizi Allah’a yaklaştırmaları için uyuyoruz’ diyenler(e gelince); elbette Allah, onlar arasında, ayrılığa düştükleri konuda hükmünü verecektir. Allah, yalancı, kâfir kimseyi hidayete iletmez.” (Zümer, 3)

Sonuç olarak

Yukarıdan beri anlatılan bu Kur’ani gerçekler, Kur’an okuyan birçok kimsenin Müslüman olmadığını, bunların, okudukları Kur’an’a rağmen saparak küfre ve şirke düştüklerini gösteriyor. Bu nedenle Kur’an okuma, ancak ona iman etmek ve hükümleri doğrultusunda yaşamakla mümkündür. Bunun dışındaki Kur’an okumalar, kişiye hiçbir fayda sağlamayacağı gibi tam aksine Kur’an’a aykırı hareket edildiğinden dolayı böyle kimseler için acı bir azap sözkonusudur.

Ramazan Yılmaz: 2014.07.19