Küfür ve Şirke Karşı Tevhidi Duruş

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

Elhamdülillah illezi enzele a’la a’bdihil Kitabe ve lem yec’al lehu i’veca!

“Hamdolsun Allah’a ki kuluna Kitab’ı indirdi ve ona hiçbir pürüz koymadı.” (Kehf, 1)

Ve Selamun a’lal mürselim,

Selam olsun gönderilen(rasul)lere,” (Saffat, 181)

Selam olsun Tevhidi esasları, hayatları pahasına ortaya koyan, küfre karşı onurlu bir Tevhidi duruş sergileyen tüm Risalet önderlerine!

Selamun a’la İbrahim!

Selam olsun, küfre karşı net Tevhidi bir tavır ortaya koyan İbrahim’e!

Ve Selamun a’la Rasulina Muhammed’in ve a’la alihi ve ashabihi!

Ve Selam olsun, “Güneşi sağ elime, Ay’ı da sol elime koysanız, yine vazgeçmem deyip müşriklere zerre kadar taviz vermeye Hz. Muhammed (as)’a, aline ve ashabına!

Ve Selamun a’la i’badihillezinestefa!

“… Ve selam, O’nun seçkin kulları üzerinedir…” (Neml, 59)

Ve Selamun a’la menittebea’l Huda!

Selam, hidayete tabi olan kimselerin üzerinedir.

Selam olsun, toplumları içerisinde Tevhidi esasları haykıran Tevhid erlerine!

Tevhidi Duruş

Tevhidi mücadelenin nasıl yapılacağını yüce Allah (cc), Risalet önderlerinin örnek mücadelelerini vererek bütün yönleriyle açıklamakta, iman edenlerin bu örnek mücadele metotlarını almalarını istemektedir.

“Andolsun onların kıssalarında akıl sâhipleri için ibret vardır; bu, uydurulacak bir söz değildir; lakin kendinden öncekinin doğrulanması, her şeyin açıklaması; iman eden toplumlar için bir hidayet ve rahmettir.” (Yusuf, 111)

Yüce Allah (cc), yeryüzünde Hz. Nuh (as) ile başlayıp Hz. Muhammed (as)’da son bulan Risalet önderlerinin Tevhidi mücadelesinde iman edenlerin durumlarını, küfür ve şirk unsurlarına karşı tutum ve davranışlarını net bir şekilde açıklamış, bunun Sünnetullah olduğunu, bunda değişiklik yapılmayacağını bildirmiştir.

“Gerçekten bu, benim dosdoğru yolumdur, ona tabi olun, başka yollara tabi olmayın ki, sizi O’nun yolundan ayırmasın! Bu size bir tavsiyedir, umulur ki onunla korunursunuz.” (En’am, 153)

Risalet tarihi boyunca Tevhidi mücadelenin nasıl yapıldığı Kur’an’da, net ortaya konulmuş, yüce Allah’ın, bu mücadeleden razı olduğu bildirilmiştir. İman edenlerin, bunun dışında bir metoda başvurmaları mümkün değildir. Sünnetullahtaki Tevhidi mücadele metodu dışında herhangi bir metoda yönelenler, İslâm dairesinden çıkmışlardır.

“Kim, kendisine hidayet açıklandıktan sonra Rasul’e karşı gelir ve Mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu döndüğü yola yöneltiriz ve cehenneme sokarız; ne kötü bir dönüştür!” (Nisa, 115)

Tevhidi mücadele, iman edenlerle Hakkı yalanlayanlar ve imanlarına şirk bulaştıranlar arasında devam etmiştir. İman edenler, kendi nefislerindeki şüpheleri giderdikten, Tevhidi ilkeleri tam olarak kabul edip pratiklerinde ortaya koyduktan sonra insanlara duyurmaya başlamışlardır.

“De ki: ‘İşte benim yolum budur, Allah’a basiretle davet ederim, ben ve bana uyanlar da, Allah’ın şanı yücedir, ben müşriklerden değilim.” (Yusuf, 108)

Hiçbir Risalet önderi ve onların izlerini takip eden Tevhid erleri, Tevhidi mücadeleyi insanlara duyurmak için hiçbir şekilde kâfir ve müşriklerden izin almamış, onların belirledikleri sınırlar ve alanlar içerisinde hareket etmemişlerdir. Onlar, Rab’lerinin belirlediği esaslardan hareketle Tevhidi esasları apaçık bir şekilde ortaya koymuşlar, emrolundukları gibi dosdoğru hareket etmişlerdir.

“Ey Rasul, Rabb’inden sana indirilen şeyi tebliğ et ve eğer bunu yapmazsan, O’nun mesajını tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur, muhakkak ki Allah, kâfirler toplumuna hidayet vermez.” (Maide, 67)

Risalet önderlerinde Tevhidi duruş

Risalet önderleri ve Tevhid erleri, Tevhidi esasları açık ve net olarak ortaya koyunca doğal olarak tepkilerle karşılaşmışlar, ancak uğradıkları her türlü hakaret ve saldırılara, karşılaştıkları tüm sıkıntı ve zorluklara, gördükleri dayanılmaz eziyet ve işkencelere rağmen Rab’lerinin kendilerine bildirdiği esaslardan taviz vermemişlerdir. Bunların ilk örneği, Hz. Nuh (as)’dır.

Hz. Nuh (as)

Yeryüzünde ilk ve en uzun soluklu Tevhidi mücadeleyi ortaya koyan Hz. Nuh (as), öncelikle Tevhidi ilkeleri gizleyip çarpıtmadan apaçık bir şekilde ortaya koymuştur.

“Andolsun Nuh’u, kavmine gönderdik: ‘Şüphesiz ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” (Hud, 25)

Küfür ve şirk ehli, elbette Hz. Nuh (as)’ı, çiçeklerle karşılamamış, ona ikramda bulunmamışlardır. Onlar, inkâr ve azgınlık içerisinde onu taşlayarak öldürmekle tehdit etmişler, ona çok büyük tuzaklar kurmuşlardı.

“Dediler ki: ‘Ey Nuh, gerçekten vazgeçmezsen, mutlaka taşlananlardan olacaksın.” (Şuara, 116)

“Çok büyük tuzaklar kurdular,” (Nuh, 22)

Hz. Nuh (as), apaçık bir şekilde ortaya koyduğu ve asırlar süren mücadelesinde, kâfirlerin tüm tehdit, hakaret, baskı, tuzak ve zulümlerine karşı net bir Tevhidi duruş sergilemiş, onlara boyun bükmemiş, üstelik onlara meydan okumuştur.

Onlara Nuh’un haberini oku; o zaman kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, eğer benim kalkıp size Allah’ın ayetlerini hatırlatmam ağır geldiyse, artık ben Allah’a tevekkül ettim, o halde siz de toplanın sonra ortaklarınızla işinizi kararlaştırın da işiniz başınıza dert olmasın. Sonra bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin!” (Yunus, 71)

Selamun a’la Nuh’in fil a’lemine!

“Âlemler içinde Nuh’a selam olsun!” (Saffat, 79)

Hz. İbrahim (as)

Tek başına bir ümmet olan Hz. İbrahim (as)’ın Tevhid mücadelesi ve bu mücadelede ortaya koyduğu metot, Hak-batıl mücadelesinin en büyüklerinden ve Sünnetullahta bize bildiri­len, Hz. Nuh (as)’dan sonra ikinci büyük mücadele metodudur. Hz. İbrahim (as), içinde bulunduğu toplu­mun hayatına egemen olan siyasi yapılanmayı tek başına kökten sarsmaya çalışmış, Allah’ın izniyle, kısmen de başarılı olmuş bir şahsiyettir.

Kur’an, Hz. İbrahim (as)’ın mücadele meto­dunu kıyamete kadar gelecek nesillere örnek olarak vermiştir. Hz. İbrahim (as)’ın mücadele metodu, Müslümanların içerisinde yaşadıkları toplumların hayatına egemen olan siyasal rejimlere ve istikbar güçlerine karşı tavırlarının nasıl olması gerektiğini ortaya koyması açı­sından çok önemlidir.

Yüce Allah (cc), iman edenlere Hz. İbrahim (as)’ın, küfür ve şirk ehline karşı Tevhidi duruşunu, Mü’minler için en güzel örnek olarak vermiş, onun, mücadele metodundan, dininden uzak duranları sefih kimseler olarak nitelendirmiştir.

Muhakkak ki İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır; o zaman kavimlerine ‘Elbette biz, sizden ve Allah’tan başka itaat ettiklerinizden uzağız, sizi inkâr ediyoruz. Siz, bir tek Allah’a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret ortaya çıkmıştır’ demişlerdi…” (Mümtehine, 4)

"Ve kim İbrahim milletinden/dininden uzak durursa, ancak o kimse, nefsini sefih yapmıştır Andolsun biz onu dünyada seçtik ve şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir." (Bakara, 130)

Hz. İbrahim (as), içerisinde bulunduğu toplumda, düşünce, söz ve davranış olarak safını netleştirmiş, takiyye yaparak onlardan görünmemiş ve onlara sığınmamıştır.

Hz. İbrahim (as), müşrik toplumun ve istikbar güç­lerin tehditlerine aldırış etmeden, onlardan korkmadan hatta onlara meydan okuyarak daveti duyurmuştur. O, asıl korkması gerekenlerin, yüce Allah’a isyan eden za­limler olduklarını biliyor ve bunu onlara bildiriyordu. Hz. İbrahim (as), zalimlerden korkarak, daveti gizle­menin zulüm ve şirk olduğunun bilincindeydi. Bu nedenle onlardan korkmadığını onlara açıkça bildirdi.

Kavmi onunla tartıştı; (İbrahim) dedi ki: ‘Beni gerçekten hidayete iletmişken Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben, sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam; ancak Rabb’imin dilediği şeyler olur! Rabb’im, bilgice her şeyi kuşatmıştır; artık düşünmeyecek misiniz?

Allah’ın size, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri, O’na ortak koşmaktan siz korkmuyorsunuz da, ben nasıl sizin ortak koştuğunuz şeylerden korkarım! Gerçekten biliyorsanız, şimdi iki topluluktan hangisi güvende olmağa daha lâyıktır!” (En’am, 80-81)

Tartışmanın kendilerine fayda sağlamadığını, aciz kaldıklarını gören istikbar güçleri, Hz. İbrahim (as)’ı önce tehdit etmişler, ancak bunda başarılı olamayınca onu yalnızlığa mahkûm etmişlerdir. Bu konuda da başarılı olamayan putperestler, baskı, zulüm ve şiddete başvurup onu öldürmekle tehdit etmişler, ancak o, onlara karşı Tevhidi duruşunu bozmamıştı.

“(Babası) dedi ki: ‘Sen, benim ilahlarıma rağbet etmiyor musun ey İbrahim? Şayet vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım, uzun bir süre benden ayrıl.” (Meryem, 46)

Nihayet kavminin cevabı ancak: ‘Onu öldürün yahut onu yakın’ demeleri oldu,’ fakat Allah, onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman eden bir toplum için ayetler vardır.” (Ankebut, 24)

Böylece ona bir tuzak kurmak istediler, fakat onları en alçaklardan kıldık!” (Saffat, 98)

Tevhidi mücadele, bir eylem ve direniş hareketidir; küfür ve şirk unsurlarına karşı tavizsiz bir mücadeleyi hareket stratejisi olarak kabul eden Risalet önderleri, bu esas üzerinde diretmişlerdir. Onlar, hiçbir şekilde kâfir ve müşriklerle dostluk kurmamışlar, onlarla barış içerisinde yanyana yaşamamışlardır.

Risalet önderleri ve Tevhid erleri, kâfir ve müşriklerle uyumlu bir şekilde bir arada yaşayamadıkları için birçoğu ya şehit edilmiş ya yurtlarından sürülmüş ya da Hz. İbrahim (as) ve Hz. Muhammed (as) gibi hicret etmek zorunda kalmışlardır. Tevhid, yapısı gereği mücadeleyi esas alır ve taviz vermeyi kesinlikle kabul etmez. Nitekim yüce Allah (cc), iman edenleri, küfre karşı yumuşak davranılmaması konusunda uyarmıştır.

“Öyleyse itaat etme yalanlayanlara ki (onlar) istediler ki sen, yağcılık yapasın da onlar da yağcılık yapsınlar.” (Kalem, 8-9)

Hz. İbrahim (as)’ın mücadele metodu, kıyamete kadar uygulanacak yegâne metottur. Çünkü bu metoda beşeri düşünce ve şirk unsuru bulaşmamıştır. Bu ne­denle Hz. İbrahim (as)’ın mücadele ve Hakka çağır­ma metodu, Hak- Batıl mücadelesinde uyulacak ve ta­kip edilecek tek metottur. Yüce Allah (cc), davetçi Mü’minlerden bu yola uymalarını istiyor.

"Şüphesiz, insanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyan kimseler, bu Nebi ve iman eden kimselerdir; Allah da Mü’minlerin velisidir." (Al-i İmran, 68)

Tevhidi esasları toplum hayatına hâkim kılma müca­delesi veren Mü’minler, ancak Risalet tarihindeki mücadele metodunu alırlarsa rasulleri örnek edinebilir, Hz. İbrahim (as)’a yakın olabilirler. İşte o zaman yüce Allah (cc), onları dost edinecektir.

Selamun a’la İbrahim! İbrahim’e selam olsun!

Sünnetullahta hiçbir değişiklik yoktur

Hz. Nuh (as) ve Hz. İbrahim (as), Tevhidi mücadelenin ilk iki büyük örneğidir. Yüce Allah (cc), sonradan gelen bütün rasulleri, bu iki rasulün örnekliğine uygun şekilde göndermiş, bu mücadelelere Kendi yasası, yani Sünnetullah demiş ve bunda hiçbir değişiklik olmayacağını bildirmiştir.

“Rasullerimizden, senden önce gönderdiğimiz kimselerin sünnetidir; Bizim sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.” (İsra, 77)

Tevhidi mücadeleyi ortaya koyan rasullerin hiçbiri, diğerinden farklı bir metot ortaya koymamış, Rab’lerinin buyruğunca aynı metodu uygulamışlardır. Yüce Allah (cc), onların şeriatlerini son Rasul Hz. Muhammed (as) için de şeriat yapmış, buna uyulmasını istemiş, bu şeriatı, ağır bularak uygulamayanların müşrikler olduğunu bildirmiştir.

“Nuh’a, onunla tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya onunla tavsiye ettiği şeyleri, dinde sizin için şeriat yaptı. Muhakkak dini ikame edin ve onda ayrılığa düşmeyin; ona, onları davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi, Allah, dileyen kimseyi ona seçer ve kim yönelirse ona hidayet eder.” (Şura, 13)

Sünnetullahta, Tevhidi mücadelede uyulacak esaslarda bir farklılık bulunmadığı gibi, bu mücadeleyi ortaya koyan Risalet önderlerinin karşılaştıkları durumlarda da herhangi bir değişiklik olmamış, hepsi aynı durumlarla karşılaşmışlardır.

“Ve böylece Biz, her nebiye günahkârlardan bir düşman kıldık, hidayet edici ve yardımcı olarak Rabb’in yeter.” (Furkan, 31)

“Böylece Biz, her nebiye, insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık…” (En’am, 112)

Hiçbir Risalet önderi, içerisinde bulunduğu toplumla ortak bir noktada buluşmamış, kimi korku ve endişelerle ya da onlara yaranmak adına, Tevhidi ilkelerden taviz vermemiş, daveti ortaya koymak için egemen siyasi güçten izin alma zilletine düşmemiştir.

Risalet önderleri, tağuttan izin almaları ya da onların yasalarına uygun davranmaları konusunda kendilerine yapılan her türlü teklifi reddetmişlerdir. Bu konuda Hz. Şuayb (as)’a ve Hz. Muhammed (as)’a yapılan tekliflere karşı onların verdikleri onurlu cevaplar, kâfirleri çileden çıkarmış, ardından o kutlu elçilere atmadık çamur, iftira ve yapmadıkları baskı ve zulüm bırakmamışlardır.

“Andolsun senden önce de rasuller yalanlanmıştı, yalanlandıkları ve eziyet edildikleri şeylere sabrettiler; nihayet onlara yardımımız onlara geldi. Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur; andolsun sana gönderilenlerin haberlerinden geldi.” (En’am, 34)

Adil olan yüce Allah (cc), bütün rasuller için aynı yasayı öngörmüş ve bunda hiçbir değişikliğe gitmemiştir. Bu nedenle Tevhidi mücadele, hangi zamanda ve hangi toplumda ortaya konulursa konulsun, aynı yasaya uygun olmak durumundadır.

“Allah’ın önceden beri gelen sünneti öyledir; Allah’ın sünnetinde değişme bulamazsın.” (Fetih, 23)

Tevhidi esasları ortaya koyacak Mü’minler, kendisinde hiçbir değişiklik olmayan Sünnetullah’a uygun hareket etmekle mükelleftirler. Bu yasayı, kendi hevalarına göre eğip bükemez, değiştiremez, bunun dışında hareket edemezler, aksi halde küfre girerler.

Tevhid erlerinde Tevhidi duruş

Risalet önderlerinin izini takip eden Tevhid erleri, Sünnetullahtaki davet metodunu aynen uygulamışlar, doğal olarak da aynı tepkilerle, aynı zulümlerle karşılaşmışlardır. Kur’an’da, Tevhid erlerinin örnekleri verilir. Özellikle Ashab-ı Kehf ile bir şehre giden davetçiler, Tevhidi davetleri karşılığında çok zor durumlarla karşılaşmışlardır.

Ashab-ı Kehf

İman eden birkaç gençten oluşan Ashab-ı Kehf, idaresi altında bulundukları zorba yönetimin, yüce Allah’a karşı isyan ve azgınlığına, kavimlerinin şirk ve küfrüne karşı sessiz kalmamış, hayatları pahasına Tevhidi bir duruş ortaya koymuşlardır.

Gençler, Rububiyetin yalnızca yüce Allah’a ait olduğunu haykırmış, O’ndan başkasına davet yapamayacaklarını, başkasına bir davetin saçmalık olacağını söylemişlerdi.

“Biz sana onların haberlerini hakkıyla anlatıyoruz; şüphesiz onlar, Rab’lerine iman etmiş gençlerdi; Biz de onların hidayetlerini artırmıştık, onların kalplerini bağlamıştık; kıyam ettiler, peşinden dediler ki: ‘Rabb’imiz, göklerin ve yerin Rabb’idir, biz O’ndan başka ilaha davet edemeyiz, çünkü o zaman saçmalamış oluruz.” (Kehf, 13-14)

Kıyam ederek Tevhidi bir duruş ortaya koyup net ve apaçık bir şekilde yüce Allah’ın Rububiyetini haykıran gençler, toplumlarının durumunun ne olduğunu açıklamışlardır.

“Bunlar, bizim kavmimiz, O’ndan başka ilahlar edindiler; onların, apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir!” (Kehf, 15)

Hiçbir delile dayanmadan yüce Allah (cc) ve O’nun dini hakkında konuşanların zalim olduklarını söyleyen gençler, toplumun değer verip ilah edindiği değerlerden ayrılmışlardır. Onlar, siyasi zorbaların önünde zillet içerisinde eğilip bükülmemişler, taviz vermemişlerdir.

Elbette her Tevhidi duruşun, her Hakkı ortaya koyuşun bir bedeli vardır; Ashab-ı Kehf gençleri de bu bedelin ne olduğunu ve zaten öldürülmek için arandıklarını bildikleri için çareyi hicret etmekte buldular.

Mademki, Allah’tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, öyleyse mağaraya sığının ki, Rabb’iniz, size rahmetini açsın ve size işinizde kolaylık sağlasın.” (Kehf, 16)

Şehir davetçileri

Yüce Allah (cc), kâfir ve müşriklere karşı Tevhidi bir duruşun nasıl olacağı konusunda bir şehre giden davetçileri örnek verir. Bunlar, iki kişidirler, ancak yalanlanınca üçüncü bir kişi daha bunlara katılıyor ve böylece üç kişi oluyorlar.

“Onlara, o şehir halkını misal olarak anlat; hani oraya rasuller gelmişti; onlara, iki kişi gönderdiğimiz zaman onları yalanladılar; Biz de, üçüncüsü ile güçlendirdik; dediler ki: ‘Şüphesiz biz, size gönderilenleriz.” (Yasin, 13-14)

Her Tevhidi davette olduğu gibi bu Müslümanlar da yalanlanmışlar, yalanlanmakla kalmamış öldürülmekle tehdit edilmişlerdir.

“Dediler ki: ‘Doğrusu sizinle uğursuzluğa uğradık, şayet vazgeçmezseniz andolsun sizi taşlayacağız ve bizden acıklı bir azap size dokunacaktır. Dediler ki: ‘Sizin uğursuzluğunuz kendinizdedir, size öğüt verdik diye mi; aksine siz, haddi aşan bir kavimsiniz.” (Yasin, 18-19)

Küfür ve şirk toplumlarına, içerisinde bulundukları küfür ve şirklerini apaçık bir şekilde anlatan davetçiler, toplumlarının haddi aştığını, yüzlerine karşı haykırmışlardır. Hak, apaçık bir şekilde ortaya konulduğunda, şirk ve küfür içerisindeki toplumda bulunan akıl sahibi kimseler elbette bu çağrıya kulak vereceklerdir.

“Şehrin uzak yerinden bir adam, koşarak geldi, dedi ki: ‘Ey kavmim, tabi olun bu gönderilen elçilere; tabi olun sizden bir ücret istemeyenlere, onlar, hidayete ermişlerdir.” (Yasin, 20-22)

Tevhidi mücadele, küfür ve şirk unsurları ile içiçe bir durum sergilenerek anlatılmaz; bu durum, Tevhidi mücadeleye ve bu mücadelenin, Sünnetullahta cari olduğu şekline hakaret olur. Tevhidi mücadeleyi, tağuti sistemlerin belirlediği kurallara göre ortaya koymak, yüce Allah’tan başka o tağuti sistemi ilah edinmektir.

“O’ndan başka ilahlar edinir miyim ki, eğer Rahman, bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar; o takdirde gerçekten ben, apaçık bir dalalet içerisinde olurum. Doğrusu ben, sizin Rabb’inize iman ettim, beni dinleyin.” (Yasin, 23-25)

Müslümanların Tevhidi duruşu

Sünnetullahta hiçbir değişiklik olamayacağına göre Mü’minler, yaşadıkları dönemde, bu esasları, Risalet önderlerinin Tevhidi mücadelesinde olduğu gibi ortaya koymalıdırlar.

Mü’minler, Risalet önderlerinin, içerisinde yaşadıkları toplumlara karşı ortaya koydukları açık ve net Tevhidi duruşun örnekliğini esas alıp idaresi altında yaşadıkları tağuti sistemlere ve onun koruyucularına bu netlikle gitmelidirler. Bu davetten, kendilerine ağır bedeller bile getirse, vazgeçmemelidirler. Sünnetullah’a uygun olan Tevhidi mücadele budur.

Tağuti sisteme ve onun destekçilerine Müslümanların tavrı, milletine mensup olmakla şeref duydukları Hz. İbrahim (as)’ın Tevhidi tavrı ve duruşu gibi olmalıdır.

Muhakkak ki İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır; o zaman kavimlerine ‘Elbette biz, sizden ve Allah’tan başka itaat ettiklerinizden uzağız, sizi inkâr ediyoruz. Siz, bir tek Allah’a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret ortaya çıkmıştır’ demişlerdi…” (Mümtehine, 4)

Bu anlamda, tağuti sisteme, bu sistemi destekleyenlere karşı Mü’minlerin Tevhidi duruşu, Hz. İbrahim (as) gibi net ve açık olmalı, onlar, tağutu reddedip Bir olan yüce Allah’a iman edinceye kadar, bundan hiçbir şekilde taviz vermemelidirler.

Tağutu destekleyenlerin, Kemalist ya da İslâmcı müşrik olması, Mü’minlerin onlara karşı Tevhidi duruşunda herhangi bir değişikliğe neden olmamalıdır. Müslümanlar için küfrün rengi değil yaptıkları önemlidir.

Şu bir gerçektir ki, bugünkü Tevhidi mücadele, Müslümanlarla tağuti sistemi din edinen İslâmcı müşrikler arasındadır ve bu, Risalet tarihinde de böyle idi.

Müslümanlara göre putperestin Kemalist ya da Tayyibist olması arasında bir fark yoktur, her ikisi de kâfir, putperest, Allah ve İslâm düşmanıdırlar. Şu var ki, Kemalistler, İslâm’a karşı küfürlerini açıkça ortaya koyarlarken, Tayyibistler haince, gizlice, münafıkça İslâm’ı içten çökertmeye çalışıyorlar. Bu nedenle Müslümanların Tayyibistlere olan İbrahim’i kin ve düşmanlıkları, Kemalistlere oranla bir derece daha fazladır.

Kemalistler, küfürlerinde açık ve merttirler, Tayyibistler ise sinsi, hain, istismarcı ve ikiyüzlü münafıktırlar. Müslümanlar, Tevhidi mücadele ile ortaya çıktıkları günden bu yana zorba sistemin tüm baskı ve zulmüne rağmen Tevhidi duruşlarından hiçbir zaman sapmamışlar, taviz vermemişlerdir. Bu, bugün de böyledir ve putperest Tayyipçilere karşı Tevhidi duruşları, tıpkı Kemalist zorbalara karşı duruşları gibidir.

Mü’minler, karşısında mücadele ettikleri tağuti, demokratik küfür sistemlerinde saflarını netleştirmeli, bu netleşme öncelikle sistemi savunan, onun için çalışan kimseleri, baba ve kardeş dahi olsalar, onları dost edinmemekten başlamalıdır.

“Ey iman edenler, babalarınızı ve kardeşlerinizi, eğer imana karşı küfrü seviyorlarsa veliler edinmeyin; sizden kim onları veli edinirse, işte onlar zalimler onlardır.” (Tevbe, 23)

Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir milletin, Allah’a ve Rasulü’ne düşman olan babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa dostluk eder bulamazsın…” (Mücadele, 22)

Mü’minler, bu apaçık uyarıya icabet ederek en yakınlarını dahi veli edinemeyecekleri gibi, bunların tabi oldukları tağuti sistemleri, bu sistemin izni ile açılmış şirk ve küfür yuvası vakıf ve derneklerde bulunanları da hiçbir şekilde ve şartta veli edinemez, onların toplantı ve gösterilerine katılamazlar. Bu konuda Tevhidi duruşu ile Hz. İbrahim (as)’ı örnektir.

“Sonra baktı, yıldızlara baktı; bunun üzerine dedi ki: ‘Gerçekten ben, rahatsızım.” (Saffat, 88-89)

Hz. İbrahim (as)’ın bu örnekliğinden hareketle Mü’minler, tağuti sistemin ve müşrik toplumun her türlü toplantı ve merasimlerine, Hac ve benzeri nedenlerle düzenlenen programlara katılmazlar. Tağuti sistemlerde yapılan tüm toplantı, merasim ve organizasyonlar, sistemin bekası için olduğundan bunlara katılmak şirktir.

Sözel olarak tağutu reddetmek, küfre karşı Tevhidi bir duruş değildir, Tevhidi duruş, Risalet önderleri ve Hz. İbrahim gibi tağutu, tüm kurumlarıyla reddetmektir ki bu, imani bir zorunluluktur. Müslüman, düşünce, söz ve davranışları ile yüce Allah’ın hükmüne göre hareket edendir, sözde Allah’a davranışta tağuta inanan şirk içindedir

Müslüman olmak Kelime-i Tevhidi tekrarlayıp onu başkalarına anlatmak değildir, küfre karşı eğilip bükülmeden Tevhidi bir duruş sergilemektir. Risalet önderleri, Tevhidi yaşamadan insanlara Tevhid dersi vermeye kalkışmadılar.

Başkalarına Tevhid dersleri verip yaşadıkları hayatı, çevrelerinde cereyan eden olay ve olguları, Tevhidi ilkeler doğrultusunda değerlendirmeyenler, ancak kendilerini aldatıyorlar da farkında değiller.

Tevhidi mücadelede Mü’minlerin, her söylem ve eylemi Kur’an’a ve Risalet önderlerinin örnekliklerine uygun olmalı, delillerini bu kaynaktan getirmelidirler. Bu temel kaynak dururken, kim olursa olsun, insanların görüşlerinden örnek getirmek Kur’an’ın yerine heva ve hevesi tercih etmek, görüşüne göre hareket edilen kişiyi ilah edinmektir.

Müslümanlar, bugüne kadar yaptıkları gibi, yine Tevhidi duruşlarını net ve açık bir şekilde Tevhidi esasları ortaya koymalı, insanların üzerinde bulundukları durumun onları düşürdüğü sıfatı açıklamalı ve onları, namaz kılıp oruç tutsalar da, yüce Allah’a iman etmeye, şirk ve küfürden sakınmaya, tağutu reddedip Müslüman olmaya davetlerini sürdürmelidirler.

Bu Tevhidi mücadele, Hz. Nuh (as)’ın Tevhidi mücadelesi gibi 950 sene de sürse, Hz. İbrahim (as)’ın en güzel örnekliği esas alınarak net bir şekilde ortaya konulmalıdır. Bu uğurda, Hz. Muhammed (as) gibi onüç yıl boyunca yapılan zulüm ve işkencelere rağmen bir avuç insan iman etse de, mücadele, Tevhidi esaslardan taviz vermeden sürdürülmelidir, ta ki yüce Allah (cc), Mü’minlerle toplum arasında Hak ile hükmedinceye kadar!

A’lallahi tevekkkelna, Rabbnafteh beynenna ve beyne kavmina bil Hakkı ve ente hayrul fatihin!

“Biz Allah’a tevekkül ettik; Rabb’imiz, bizimle kavmimizin arasını Hak ile aç; şüphesiz Sen, açanların en iyisisin!” (A’raf, 89)

Rabbena, la tuziğ kulubena, ba’da iz hedeytena ve heblena mi(n)lledunke rahme(t)h! İnneke entel Vehhhab!

“Rabb’imiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi saptırma ve bize tarafından rahmet ihsan eyle, şüphesiz ihsan eden Sensin Sen!” (Al-i İmran, 8)

“Rabbena, eğfir a’leyna sabran ve teveffena müslimine!

Rabb’imiz, üzerimize sabır boşalt ve bizi Müslümanlar olarak öldür!” (A’raf, 126)

Ramazan Yılmaz: 2016.08.22