Kemâlizm Kan İstiyor!

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

 

Bazı konularda öngörülü olmak gaybı bilmek değildir; kişileri, konu ve olayları biraz bilmesi yetiyor insanın, ileriye dönük tahminlerde bulunması için. Örneğin, keskin bir viraja doğru son hızla yol alan bir aracın, virajı alamayarak devrileceğini, ya da vahşi hayvanların başıboş dolaştığı bir ormanda, hiçbir tedbir almadan gezen bir kimsenin, bu hayvanlar tarafından parçalanacağını söylemek gaybı bilmek değildir. Bu öngörü, ideolojiler ve sistemler için de böyledir.

Anadolu’yu işgal eden Kemalist diktatörlüğün, bugün ve gelecekte neler yapacağını söylemek ve bu söylenenlerin zaman içerisinde gerçekleşmesinin gaybı bilmekle hiçbir ilgisi yoktur. Bu zalim ve despot, ateist ve inkârcı sistemi bilen her aklıselim insan, bu totaliter dikta rejimin yarın ne yapacağını çok iyi bilir. Ancak kendilerini akıllı zanneden aptal kimseler, ya da gerçekleri görmemek için gözlerini elleri ile kapatan ahmaklar, Kemalist diktatörlüğü gereği gibi tanımazlar.

Kur’ani Mücahede Dergisinin 27-28. sayısında Recep Tayyip Erdoğan’ın Beklenen Sonuna Doğru başlıklı bir yazı yazmış, Anadolu’yu işgal eden dikta rejiminin tahammülsüzlüğünü ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına, eşinin başörtülü olması nedeniyle izin vermeyeceğini belirtmiştik. Bugün gelinen süreç, bizim bu öngörümüzü doğrulamıştır.

Dikta rejimi, hanımı başörtülü olan Abdullah Gül adlı, Amerika dışişleri bakan yardımcısının Türkiye temsilcisi şahsın cumhurbaşkanlığını engellemek için, bağımsız olduğu iddia edilen ancak gerçekte ise, her fırsatta hakim ve savcılara brifingler verip onların nasıl görev yapacaklarını ve hangi konularda nasıl tavır alacaklarını dikte eden Genel Kurmay’a bağlı olan anayasa mahkemesine baskı yapmıştır. Bu bağımlı mahkeme, kendi koydukları yasalara ters bir karar vererek Amerika dışişleri bakan yardımcısının Türkiye temsilcisi Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığını engellemiştir.

Türkiye’yi işgali altında tutan Kemalist diktatörlüğün yaklaşık her on yılda bir yaptığı ihtilal ve zorbalıkların, görünen o ki, zamanı gelmiştir. 28 Şubat 1997 tarihinin üzerinden tam on yıl geçti. Afyon ve esrar alan birinin nasıl ki, zamanı geldiğinde bu zehirleri istiyor, bulamadığı zaman, titremeye başlayıp krize tutuluyor ise, totaliter dikta rejiminin e-mail yoluyla muhtıra vermesinin nedeni de, geçen on yıl içerisinde kan içmediği için burnuna kan kokusu gelmeye başlaması ve titreyerek krize girmesi de böyledir.

Kan içici rejim, geçmiş dönemlerdeki ihtilallerinde, Anadolu gençliğini Sağ-Sol, Sünni Alevi çatışmaları ile birbirine kırdırıp, kendisine kan içeceği zeminler hazırlayarak kirli emellerine ulaşıyordu. Son yıllarda zaman zaman üniversiteleri karıştırmaya çalışan ancak Anadolu gençliğinin bu oyunlara gelmemesi nedeniyle istediği kanlı zemini oluşturmaya muvaffak olamayan dikta rejimi, çıldırmak üzeredir.

Anadolu halkının çocuklarının silahları gölgesinde kahramanlık taslayan Kemalist generaller, on yıl boyunca kanlı bir ihtilal yapamamanın sıkıntılarını içerisinde kan kokusu krizine girmiş görülmektedirler. Her komuta kademesinin görev devir teslim törenlerinde bu görevleri ile uzaktan yakından ilgisi olmayan konuları gündeme getirip saldırgan bir tavırla adeta çıldırmış gibi, tehditler savuran Kemalist generaller, Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’in günlüğünde de belirtildiği üzere, kendi aralarında nasıl kan dökeceklerinin planlarını yapmaktadırlar.

Kanlı ihtilallerine zemin bulamayan dikta rejiminin generalleri, öyle bir duruma geldiler ki, artık küçücük bir çocuğun örtüsünden bile ihtilal nedeni çıkarmaya başladılar. Kanlı ihtilal yapamamanın sıkıntısı ve krizi içerisinde uykuları kaçan zorbalar, gece yarıları kalkıp kafaları dumanlı bir halde muhtıra hazırlamakta ve yayınlamaktadırlar.

Yayınladıkları muhtıralarla nasıl bir ruh hali içerisinde bulundukları belli olan zorbalar, Müslümanların uğrunda canlarını vermeye hazır oldukları Peygamberleri için düzenledikleri anma gecelerinde üç-beş tane çocuğun, ilahi okumalarını adeta kudurmuş bir halde dile getirmekte ve bunu kanlı ihtilallerini yapmaya bir sebep olarak dile getirmektedirler.

Ciddi bir kurum olduğu her vesile ile dile getirilen ya da öyle empoze edilmeye çalışılan Genel Kurmay’ın uğraştığı konulara bakıldığında ne kadar ciddi bir kurum olduğu ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde çok güçlü olduğu söylenen Türk Ordusunun, bu muhtıralarla ne kadar ciddi, büyük ve tehlikeli bir düşmanla karşı karşıya olduğu görülmektedir. Neymiş bu büyük ve tehlikeli düşman. “Denizli’de Kutlu Doğum Haftası nedeniyle düzenlenen etkinlikte kız öğrencilerin türban giyip ilahi okumaları, ve  piyes oynamalarıdır.” Bu ifade böyle ciddi bir kurum olduğu iddia edilen Genel Kurmay için utanç verici bir ifadedir.

Genel Kurmay tarafından yayınlanan son muhtıraya bakıldığından bu muhtıranın içinde birçok şeyi barındırdığı görülmektedir. Bunların başında, bu işgalci zorba rejimin hala halk tarafından benimsenmediği, halkın bu dayatmacı zorba rejimi istemediği, bu nedenle, dikta rejiminin dayatmalarla, baskı ve zorbalıkla kendisini kabul ettirmeye çalıştığı ortaya çıkmaktadır.

Anadolu halkının temel inanç ve kültür değerleriyle taban tabana zıt, insani değer yargılarından uzak olan totaliter bir diktatörlüğün, yaşamını kendi gelenek, görenek ve kültür değerlerine göre biçimlendirmeye çalışan, İslâmi manada yeterli olmasa da inanç değerlerine bağlı olan Anadolu halkı tarafından benimsenmesi zaten mümkün değildir. Anadolu halkının bu zorba rejimi benimsenmesi, ateşin barutla iç içe bir arada olması gibidir.

İşgali altında tuttuğu halka düşman olan, bu halkın değerlerine savaş açan bu zorba işgalci gücün dünyada bir başka benzeri yoktur. En totaliter diktatörler, en despot yöneticiler bile, idareleri altında tuttukları halka bu denli düşman değildirler. İlk devirlerde yaşayan ve bugünkü totaliter Kemalist diktatörlüğün atası olan Fir’avn, çağımızda yaşayan Saddam Hüseyin bile bu zorba sistemden daha fazla kendi halklarına karşı iyi idiler. Aynı şekilde komünizm ve onun uzantısı olan, idaresi altında yaşayan halkların kanını emen sosyalizm dahi Kemalist zorbalık kadar halkına düşman değildi.

İkincisi, bu zorba ve despot sistem, üç-beş küçük kız çocuğundan korkacak kadar çürük, korkak ve temelsizdir. Her an yıkılacak korkusu, zorba rejimde cinnet derecesine varmıştır. Despot rejim, üç-beş küçük kız çocuğunun başlarına örtükleri örtülerin, bir gün kendisini boğacağını düşünerek cinnet geçirmektedir. Ancak şu bir gerçektir ki, korkunun ecele faydası yoktur ve o küçük kız çocuklarının örtüleri ve giderek içlerinde biriktirdikleri kinleri, bu soysuz ve nesepsiz rejimi er geç boğacaktır. Mazlumların ahı yerde kalmayacak ve bu despot rejim, geçmiş despot ataları gibi, mazlumların ahında boğulup gidecektir. İşte o zaman ne münafık ve müşrik Erbakan, ne de onun talebesi müşrik Tayyip ve ekibi bu despot rejimi kurtaracaktır.

Erbakan ve Tayyip gibi münafık ve müşrikler olmasaydı bu totaliter diktatörlük çoktan Anadolu halkının ahında boğulacak ve tarih çöplüğündeki yerini alacaktı. Ancak bu münafık ve müşrikler, üç-beş kuruş çıkarları, koltuk sevdaları ve rejimden çekinip korkmaları yüzünden halkın gözünü boyayarak rejimin hayatiyetini ve zulmünü sürdürmesine yardımcı olmaktadırlar. Allah’ın laneti, tüm zalimlerin, münafık ve müşriklerin üzerine olsun.

Münafık ve müşrik Erbakan ile Erdoğan, küçük hesapları yüzünden yüce Allah’ın kâfirlerle dostluk kurmalarını yasaklamasına rağmen onlar, rab’lerine isyan ederek küfrün içerisinde yer almışlardır.

Münafıkların: "Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz!" diyerek onların arasına koştuklarını görürsün. Belki Allah fetih ya da kendi katından bir iş getirir de onlar, içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.   (Maide, 52)

Üçüncüsü, Kemalist diktatörlük İslâm düşmanı, ateist bir sistemdir ve halkın inançlarından dolayı örtündükleri örtülerine düşmanlığında sınır tanımamaktadır. Evlatlarını bu rejim uğrunda feda eden anaların katıldıkları, çocuklarını anma toplantılarına, Samsun’da görüldüğü üzere, katılmayan Kemalist generaller, kırmızı görmüş İspanyol öküzleri gibi, örtüye saldırmakta, besmeleyi duymuş şeytan gibi oradan kaçmaktadırlar.

Asker ocağı, Anadolu insanı tarafından peygamber ocağı olarak bilinir ve her Anadolu insanı, çocuğunu askere gönderirken bu duygu ve inançla gönderir. Askerde ölen çocuklarını, Peygamber ocağında öldüğünü düşünerek şehit olarak anan Anadolu insanına kin ve düşmanlık yapan Kemalist generaller, yine bu inançlı Anadolu çocuklarının silahları gölgesinde, zerre kadar utanıp sıkılmadan, bu Anadolu’nun tertemiz çocuklarının inançlarına küfretmektedirler.

Genel Kurmay’ın son bildirisinde de bir kez daha açıkça görüldü ki, bu Kemalist generaller, İslâm’ı temsil eden en küçük bir işarete, bir bez parçasına dahi tahammül etmemektedirler ve bunu bahane ederek İslâm’a karşı bütün kinlerini en ağır bir şekilde kusmaktadırlar. Çağdaşlığı, dört ayaklı yaratıklar gibi, çıplak dolaşmakta gören bu çağdışı anlayış, örtünmüş, tesettürlü Anadolu kadınını çağdışı olarak nitelendirmekte, tertemiz örtülerine saldırmakta ve hakaretler etmektedir. Çıplaklığı çağdaşlık olarak anlayan bu çağdışı anlayış, ilkel toplumlardaki gibi çıplaklığa dayanan bir yaşam tarzı istemektedirler.

Kemalist diktatörlüğün, olmadık basit ve seviyesiz bahaneler uydurarak bildiri yayınlamasının asıl amacı, on yılda bir tekrarladığı bildiri ve ihtilallerine zemin hazırlamaktır. Çünkü, 28 Şubat 1997 zorbalığının üzerinden tam on yıl geçmiş bulunmaktadır ve bu süre içerisinde deniz kuvvetleri eski komutanı gibi onlarca general ve üst düzey subayın yaptıkları hırsızlıkları, soygun ve yolsuzlukları ortaya çıkmış, şu andaki genel kurmay başkanı ve yandaşlarının, çeteler ve mafyalar ile işbirlikçilikleri net olarak anlaşılmıştır.

Kemalist generaller, su yüzüne çıkan yolsuzluk, hırsızlık ve soygunlarından, çete ve mafya ile işbirlikçiliklerinden utanç duyup halktan özür dileyecek ve yaptıklarına son verecek yerde, yavuz hırsız misali zorbalık yaparak üste çıkmaya çalışmaktadırlar. Eh bu da ancak onlara yaraşır bir davranıştır. Laisizm denilen dinsizlik akımının Anadolu’daki uzantısı olan dikta rejimi, inançlı halka dayattıkları laikliği koruma adına zorbalık yapmakta, bu zorbalıklarının gölgesinde her türlü gayri meşru fiilleri işlemektedirler.

Kemalist zorbalık ve bu zorbalığı dayatan güçler, bu ülke topraklarının, Allah yolunda, yüce Allah’ın adı anılarak alındığını ve kendilerinin burada işgalci olduklarını unutarak, ülkenin gerçek sahipleri olan halka, sırf inançlarından dolayı düşmanlık yapıyor, kin besliyorlar.

Ülkede hareket eden en küçük bir kıpırdanmayı, ya da yapılan her konuşmayı işgalci rejimlerine karşı gören, kendileri için tehlike sayan işgalci güçler, bu davranışları ile hem rejimin Anadolu halkı tarafından benimsenmediğini açık bir şekilde itiraf etmektedirler, hem de laik dikta rejiminin ne kadar temelsiz ve çürük olduğunu ortaya koymaktadırlar.

Laik dikta rejimi, baskı ve tehditle muhtıra ve kanlı ihtilalleriyle 85 yıldır işgalini sürdürmesine rağmen hâlâ Anadolu halkı tarafından sevilmemekte, hâlâ bu ülkeye mal olmadığı görülmektedir. Bu nedenle de, sürekli olarak korku içinde işgalini sürdürmektedir. Hafif bir rüzgar esse, fırtına kopuyor sanan, her bağırtıyı aleyhinde sanarak korkuya kapılan dikta rejimi ve onun savunucuları, bu korkularla her gün binlerce kez ölüp ölüp dirilmektedirler.

Zorbalar tahammülsüzdürler; kendilerini rahatsız eden ya da edecek olan hiçbir şeye tahammül gösteremezler, sürekli bir korku ve endişe içerisinde yaşarlar. Olayları sağlıklı bir şekilde değerlendirme yeteneğinden ve medeni bir şekilde konuşup tartışmaktan mahrum oldukları için karşılaştıkları olay ve olguları, kendilerinde varolan zorba ve saldırgan tavırla halledeceklerini düşünürler.

Zorbalık üzerine kurulu sistemler, sürekli bir korku içerisinde yaşarlar; kendileri zalim ve despot oldukları için mazlum insanlara yaptıkları zulmün ve yüce Allah’ı inkârlarının, önce bu mazlumlar, daha sonra yüce Allah(cc), tarafından bir gün hesabının sorulacağı korku ve endişesi zalimleri sürekli bir şekilde rahatsız etmektedir. Yüce Allah(cc), kâfirlerin kalplerine korku salmış, onlar yaşadıkları sürece bu korku içerisinde yaşarlar.

“Allah’ın, kendilerine hiçbir güç indirmediği şeyleri, Allah’a ortak koştuklarından dolayı inkar edenlerin kalplerine korku salacağız; gidecekleri yer de cehennemdir! Zalimlerin varacağı yer, ne kötüdür!       (Al-i İmran / 151)

Sürekli bir şekilde korkularla yaşayan dikta rejimi ve onun savunucusu birkaç zorba, bu korkular içerisinde her mikrofona sarıldıklarında adeta çıldırmışçasına Anadolu’nun inançlı halkına hakaretler yağdırmakta, muhtıra ve kanlı ihtilalleriyle tehditler savurmaktadırlar. Ancak şu iyice biline ki, korkunun ecele faydası yoktur, bu zorba ve iğrenç rejim de önceki zorbalar gibi, yokolup gidecek ve tarih çöplüğündeki yerini, kara ve kirli bir leke olarak alacaktır. Bu nedenle dikta rejimi, verdiği muhtıralarla yaptığı kanlı ihtilalleriyle son demlerini yaşamakta, son çırpınışlarını vermektedir. Bu zorba rejimin yok olmasını ne Erbakan ve Erdoğan gibi müşrik ve münafıklar, ne de Demirel benzeri zındık kâfirler engelleyecektir.

Burnuna kan kokan dikta rejimi, bu ihtiyacını karşılamak için zemin oluşturmaya, bahaneler üretmeye çalışmaktadır. Ancak görülen o ki, ürettiği bu bahaneler, kendi sonunu hazırlamaktadır. Aslında rejim, şimdiye kadar kan ihtiyacını çoktan karşılayacaktı, ancak emrinde olduğu ve kendisini Anadolu halkının başına bir musibet olarak saran batılı efendileri, geçici olmak kaydı ile şimdilik buna izin vermemişlerdir. Batılılar, binbir dalavere ile iktidar yaptıkları Amerikan Kuklaları Partisini (AKP) ve Erdoğan’ı biraz daha test etmek istemektedirler; bu testin sonunda gerçek karalarını vereceklerdir.

Erdoğan ve ekibi, batılı efendilerine yaranmak ve bu nedenle biraz daha iktidarda kalmak için bugüne kadar vermedik taviz bırakmadılar. Görülen o ki, iktidar, mevki ve makam uğrunda daha çok taviz vereceklerdir. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar küçülürlerse küçülsünler, ne batılılara yaranacaklar ne de Kemalist zorbalara. Dikta rejimi, eninde sonunda Amerikan Kuklaları Partisi (AKP) yöneticilerinin de, tıpkı Menderes ve Özal da olduğu gibi, işleri bittiğinde biletlerini kesecektir.

Eh, görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler. Bekleyelim, görelim.

 

Ramazan Yılmaz: