Kemalist Diktatörlüğün Hazin Sonu

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

Tarih bilgisinden az da olsa nasiplenenler, tarih sayfalarında kara bir leke bırakarak tarih sahnesinden yok olup giden ve tarih çöplüğünde layık oldukları yeri bulan devletlerin ve ideolojilerin acı akıbetlerini çok iyi bilirler. Tarihten ders alan akıllı yöneticiler ve ideologlar, öncekilerin acı akıbetine uğramamak için öncekilerin hatalarını tekrarlamaz ve aynı gaflete düşmezler, düşmemeye çalışırlar.

İnsanlık tarihi, tarih çöplüğünde layık oldukları yere atılan zorba diktatörlerin hazin sonlarının nedenlerini, sonradan gelen insanlara bir ibret levhası olarak bırakmış, aynı duruma düşmemeleri için onları uyarmıştır. Bu nedenler başlıca şunlardır.

1- Yüce Allah’a isyanda haddi aşanlar:

Mali ve askeri yönden belli bir güce ulaşan kimi yöneticiler, bu güçlerine güvenerek azgınlaşmışlar, kural tanımaz bir şekilde hareket etmişlerdir. Azgınlıklarında haddi aşan zorbalar, bu azgınlıkları içinde iken kendilerine ulaşan yüce Allah’ın ayetlerini inkar etmişler, yüce Allah’a isyanda haddi aşmışlardır. Yüce Allah’a isyan etmekle, ayetleri yalanlamakla kalmayan zorba diktatörler, aynı zamanda kendilerine ilahi mesajı ulaştıran elçilere de saldırmışlar, onlara zulüm, baskı ve işkence yapmışlar, hatta birçoklarını öldürmüşlerdir. Bunun üzerine yüce Allah, o zorba diktatörleri saltanatlarıyla beraber yerin dibine batırmıştır.

“Bütün ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları galip ve güçlünün cezalandırması ile cezalandırdık.” (54 Kamer, 42)

“(Kafirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler. Onlar (bu kafirlerden) daha güçlü idiler. Ne göklerde ne de yer de Allah’ı engelleyecek bir şey vardır. O bilendir, güçlüdür.” (35 Fatır, 44)

Yüce Allah(cc), indirdiği esasları hiçe sayıp çiğneyenlere verdiği cezayı, sonradan gelecek olanlara ve o çağda yaşayanlara bir ibret ve uyarı olarak bırakmış, aynı hataya düşmemeleri hususunda onları uyarmıştır.

“İçinizden cumartesi günü (yasakları) çiğneyenleri elbette bilmiştir. İşte onlara ‘aşağılık maymunlar olun!’ dedik. Bu cezayı da önündekilere (o dönemde yaşayanlara) ve onlardan sonra geleceklere bir ibret, muttakilere de bir öğüt yaptık.” (2 Bakara, 65-66)

Bu örnekler ve buna benzer yüzlercesinde de görüleceği üzere, yüce Allah’ın ayetlerini hiçe sayan, azgınlıklarında sınır tanımayan, yüce Allah’ın emirlerine ve bu emirleri tebliğ eden elçilere ve davetçilere savaş açan, İslâmi değerleri yeryüzünden kaldırmaya çalışan, müslümanlara zulüm, baskı ve işkence yapan zorba diktatörler, azgınlıklarına karşılık olarak yüce Allah’ın azabına uğramışlar, helak olup, tarih çöplüğündeki yerlerine fırlatılmışlardır; hem de Kur’âni deyimle “aşağılık bir halde ve aşağılık yaratıklar olarak alçalmışlardır”.

2- Kendi halklarına düşman olanlar:

Zorba diktatörlerin tarih sahnesinden silinip tarih çöplüğüne alçaltılarak atılmalarının ikinci nedeni, idare ettikleri halktan kopmaları, onlara düşman olmaları, her vesile ile halka baskı, işkence ve zulüm yapmalarıdır.

Zulüm ve zorbalık üzerine oturttukları gayri meşru iktidarlarını sürdürebilmek uğruna idareleri altında buluna halkın hayatını zindana çeviren, bu nedenle halkın kin ve nefretini kazanan totaliter zorbalar, halkın tepkisi, kin ve nefreti karşısında korkuya kapılmışlar, korkularını gizlemek için de şiddete, baskıya ve zulme başvurmuşlardır.

Diktatörlerin halkı karşı yaptıkları her zulüm ve baskı onları halktan koparıp yalnızlığa itmiş, yalnızlığa itildikçe de halka düşman kesilmişlerdir. Geçmişte ve günümüzde dünya tarihi bunların örnekleriyle doludur. Kendi halklarından kopan çağımız zorbalarına ve zorba yönetimlerine İran şahını, Rus ve Çin sosyalizmini, Çavuşesko, Saddam vb. örnek verilebilir. Tüm bu zorba diktatörler ve diktatörlüler, halklarından kopuk olmanın ve kendi halklarına düşman olmanın sonucunda hazin bir sonla tarih sayfalarında kirli ve kara bir leke bırakarak tarih sahnesinden silinmişlerdir.

3- Başka devletlere el açıp uşaklık yapanlar:

Kendilerine ait bir kimliği, şahsiyeti ve politikası olmayan, başka devletlere el açıp uşaklık yapan, siyasi ve ekonomik idarelerini emperyalist devletlerin eline ve yönetimine teslim eden taklitçi ülkeler, rejim ve idareler de kısa bir süre sonra hazin bir sonra tarih sayfalarında bıraktıkları kirli bir leke ile tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir.

Bir toplumu, bir ülkeyi onurlu kılan, onu ayakta tutup yaşatan en önemli ve temel etkenlerden biri de hiç kuşkusuz, o toplumun sahip olduğu inanç, kültür, gelenek, görenek ve kendine özgü yaşam tarzıdır.

Kendi öz değerlerinden, inanç, kültür, gelenek ve göreneklerinden uzaklaşıp başka toplumların değer yargılarını, gelenek, görenek, kültür ve yaşam tarzlarını taklit edip maymunlaşan toplumların, değer yargılarını taklit ettikleri toplumlara uşak olmaları ve giderek yokolup tarih sahnesinden silinmeleri kaçınılmaz bir kaderdir.

Kendi öz değerlerini, inanç ve kültürlerini terkedip başka toplumların yaşayış biçimini taklit eden toplumlara, bir zamanlar üç kıtaya hakim olan Osmanlı imparatorluğu örnek verilebilir. Osmanlı Devleti, kendi öz değerlerine, inanç ve kültürüne yabancılaşıp Batı’nın değer yargılarını ve yaşam biçimini benimseyip aldıktan hemen sonra çöküşünü ve sonunu hazırlamıştır.

Diktatörler ve yıkılıp giden toplumlar için asıl acı olan ise, taklit ettikleri, önlerinde el pençe durup uşaklık yaptıkları, siyasi ve ekonomik idarelerini teslim ettikleri emperyalist ülkeler tarafından bir müddet kullanıldıktan sonra ortadan kaldırılmalarıdır. Bu durum, her çağın değişmez kuralı ve yasası olmuştur ve halen bu yasa devam etmektedir.

KEMALİST DİKTATÖRLÜK

Kuruluşundan bugüne kadar kendisine özgü belli bir milliyeti, dini, gelenek, görenek ve yaşam tarzı bulunmayan; son kullanma tarihi çoktan bitmiş ve Batı toplumlarınca kullanılıp uygulanmayan köhnemiş ortaçağ kanunlarını kopya ederek kurulan Kemalist ideoloji, kuruluşundan itibaren hep taklitçi olmuş, başta Amerika olmak üzere Batı’yı kendisine kıble edinmiştir. Kıblegah edindiği Batı’nın ve Amerika’nın her türlü tavsiye, öneri ve ricasını (!) emir telakki edip ibadet şuuru ile gereğini yerine getiren Kemalist ideoloji, bu nedenle hiçbir zaman kendisine ait şahsiyetli, belli bir politikası, yerleşik bir gelenek ve göreneği, sahip olduğu bir inancı olmamıştır.

Kendisine özgü değer yargıları, şahsiyetli bir politikası bulunmayan, derme çatma kanunlarla, dış ülkelerin direktif, talimat ve emirleriyle hareket eden Kemalist diktatörlük; belli bir inancı, köklü bir geleneği, kendisine özgü yaşam tarzı, sağlam bir kişiliği ve karakteri bulunan, Anadolu halkı tarafından hiçbir zaman kabul görmemiş, sevilmemiş ve benimsenmemiştir. Bu nedenle, dikta rejimi, daha kurulduğu ilk günden itibaren saldırgan bir politika izlemiş, Anadolu halkı üzerinde terör estirmiş, binlerce masum insanı katletmiş, halkın inancına, değer yargılarına hakaret etmiş, halkın iman ettiği Kur’ân-ı Kerîmleri toplatıp yakmış, zorbalıkla idaresini sürdürmeye çalışmıştır. Ancak Anadolu halkının dikta rejimine olan kini, nefreti ve düşmanlığı hiçbir zaman sönmemiş; kimi zaman alevlenmiş, kimi zaman ise baskı, zulüm ve estirilen dikta terörü karşısında için için tutuşarak devam etmiştir. Bu nedenle dikta rejimi, Anadolu halkına her on yılda bir süngü ve silahla saldırmış, kanlı ihtilallerle halkı sindirip susturmaya çalışmıştır. Ancak bugüne kadar açıkça görüldüğü üzere Anadolu halkı, emperyalist güçler tarafından desteklenip kullanılan Kemalist zorbalığı hiçbir zaman kabul etmemiştir.

Emperyalist güçler, İslâm toprakları üzerinde kendileri direkt bir egemenlik kurma cesaretini, güç ve becerisini gösteremeyince bunun yerine kukla yönetimler ile İsrail ve Kemalist diktatörlük gibi gayri İslâmi ve İslâm düşmanı urlar oluşturdular ve bunlar vasıtasıyla sömürülerini sürdürdüler. Şu da bir gerçektir ki, ateist Kemalist diktatörlük, İslâm’a, İslâmi değerlere, müslümanlara ve yüce Allah’a düşmanlıkta İsrail’i kat kat geçmiştir. Kemalist diktatörlüğün yokoluşunu hazırlayan etkenler şunlardır:

1- Yüce Allah’a, İslâm’a ve Müslümanlara Düşmanlık Yapması:

Kemalist diktatörlüğün bugüne kadar yüce Allah’a, İslâmi değerlere ve müslümanlara yaptığı düşmanlık, tarihte benzeri görülmeyecek kadar büyük ve seviyeden yoksundur. Tarihte hiçbir zorba diktatör, yüce Allah’a doğrudan düşman olmamışken, Kemalist diktatörlük hem yüce Allah’a düşman olmuş, hem İslâm’a ve İslâmi değerlere, hem de müslümanlara düşman olmuş, savaş açmıştır.

Kemalist diktatörlüğün, Anadolu’yu işgal ettiği günden başlayan İslâm düşmanlığı, her gün daha çok artarak devam etmiştir. Bu din düşmanı ateist diktatörlüğün kurucusu M. Kemal, dinsizliğini ve inkarcılığını şu sözlerle ortaya koymuştur: “Biz gücümüzü, gökten indiği sanılan kurallardan değil, doğadan alıyoruz.” M. Kemal aslında gücünü doğadan değil, kendisini yetiştirip Anadolu insanına musallat kılan ve kendisine yardım eden Batı emperyalizminden alıyordu. Ancak bunu emperyalizme düşman olan ve emperyalist güçlere Anadolu’yu zindan eden Anadolu insanından gizliyordu. Çünkü biliyordu ki, Anadolu insanı, kendisinin kim olduğunu ve asıl niyetini bilmesi halinde onu geldiği yere gönderecekti.

Yüce Allah’a düşmanlığı rejiminin temel gayesi edinen dikta rejimi, tüm kurum ve kuruluşlarını bu temel üzerin bina etmiş, politikasını buna göre düzenlemiştir. Yüce Allah’a, İslâmi değerlere ve inanan insanlara düşmanlığında kural tanımayan dikta rejimi, inanan binlerce masum insanı ve yüzlerce İslâm alimini katletmiş, Kur’ân-ı Kerîmleri toplatıp yakmış, Kur’ân dersleri veren yüzlerce alime akıl almaz işkenceler, baskılar yapmıştır.

Dikta rejimi yüce Allah’a ve İslâm’a düşmanlık yapıp saldırılarını sürdürdükçe batmış, battıkça daha çok azgınlaşmış, azgınlaştıkça da şuursuz kuralsız ve ahlaksız davranışlar sergilemiştir. İslâm’a düşmanlığında azgınlığının doruk noktasına ulaşan dikta rejimi, yaptığı her hareketiyle kendi sonunu hazırlamıştır. Bugün isim olarak etiket üzerinde varolan dikta rejimi, varlık olarak artık bitmiştir. Dikta rejimi için asıl acı olan ise, bir zamanlar atalarını darağaçlarında sallandırdığı İslâmcılara muhtaç olması ve idaresini onlara teslim etmiş olmasıdır. Oysa daha 4-5 yıl önce 28 Şubat 1997’de bu İslâmcıları iktidardan uzaklaştırmış, partilerini kapattırmış, kimilerini çer-çöp nedenlerle mahkum ettirmiş, haklarında tahkikatlar açtırmıştır.

Yüce Allah(cc), kendisine düşmanlık yapan dikta rejimini İslâmcılara muhtaç bırakarak rezil etmiştir. İşte yüce Allah(cc), zalimleri böyle alçaltarak rezil rüsva eder. 

2- Halka Düşman Olması:

Kemalist diktatörlük, halkın içinden çıkmadığı, halkın inancına, gelenek, görenek ve yaşam tarzına ters olduğu, emperyalizmin Anadolu insanına bir dayatması olduğu için Anadolu halkı bu dayatma rejimi hiçbir zaman sevmedi ve istemedi. Zaman zaman yapılan isyanlar halkın dikta rejimine olan tepkisinin apaçık birer göstergesinden başka bir şey değildir. Dikta rejimi halkın kendisini istemediğini bildiği için halka her zaman mesafeli davranmış, halkı rakip görmüş ve halkı kendisine bir düşman olarak kabul etmiştir. Bu nedenle her vesile ile halka gözdağı vermeye, onu sindirip susturmaya ve korkutmaya çalışmıştır. Her on yılda bir tekrarlanan kanlı ihtilaller, rejimin halka gözdağı vermesinden başka bir şey değildir.

Türkiye’deki dikta rejimi, Anadolu halkı ile hiçbir zaman barışık olmamıştır. Çünkü halk, bu dış güçler destekli, emperyalizmin maşası ve yerli işbirlikçisi dikta rejimini kendisinden görmediği için benimsememiş, rejim de her an bir halk hareketiyle yokolup defolacağını bildiği için halkı hep baskı altında tutmuş, halka gözdağı vermiş ve periyodik aralıklarla yaptığı kanlı ihtilallerle halka süngü ve silah göstermiştir. Halk ile dikta rejimi arasındaki mücadele günümüze kadar süregelmiştir.

Kemalist diktatörlüğün ülkeyi işgal ettiği günden bugüne kadar, ülkede huzur ve güven kalmamış, ülke ekonomisi iflas etmiş, halk, ekonomik yönden perişan olduğu gibi, hiçbir zaman kendisini güvende de hissetmemiştir.

Kemalist diktatörlük ülkeyi işgal etmeden önce Osmanlı lirasının 50 kuruşu 1,5-2 Amerikan doları yapıyordu. Oysa şimdi ülkenin 70 cente muhtaç olduğunu dikta rejimini başbakanı bizzat itiraf ediyor ve bugün 1 dolar 1.8 milyon T.C. lirası yapıyor. Bu ise ülkenin, dikta rejimini elinde kaç milyon kez küçüldüğünü ve T.C. zorbalığının ne duruma düştüğünü açıkça ortaya koyuyor.

Ülkeyi sefalete sürükleyen, halkı yoksul bırakıp perişan eden, halka düşman olan dikta rejimi sonunda parasızlıktan birçok kurumunu (Karayolları Bölge Müdürlüklerini, Köy Hizmetleri birimlerini vb.ni) kendi eliyle kapatmak zorunda kaldı; kendisini ülkenin başına bela yapan emperyalizme 70 cent için muhtaç oldu.

Anadolu halkı fedakar bir toplumdur; Anadolu’nun işgalinde dişini tırnağına takarak, malını, canını ortaya koyarak nasıl emperyalist güçleri silip süpürdü, defedip kovdu ise, aynı duyarlılık ve fedakarlıkla ülkeyi bulunduğu zilletten kurtarır, rejimi emperyalizme muhtaç ettirmeyebilirdi. Ancak dikta rejimini benimsemediği ve kendisinden görmediği için Anadolu halkı bunu yapmadı ve dikta rejiminin rezil olup günden güne bitmesine seyirci kaldı. Böylece dikta rejimi, halka düşman oluşunun bedelini, varlığının bitmesiyle ödemiş oldu. 

3- Emperyalizme Muhtaç ve Uşak Olması:

Halka dayanmayan bir rejimin çökmesi, tarihi bir gerçek, kaçınılmaz bir sondur. Nihayet bu son, temeli halka dayanmayan, emperyalizm tarafından yapay olarak oluşturulan Kemalist diktatörlüğü de buldu.

Ülke içinde halkın desteğini alamayan dikta rejimi, ülkedeki işgalini sürdürebilmek için Batı’ya ve Amerika’ya el açıp dilenmek durumunda kaldı. Rejimin eski başbakanı ve cumhurbaşkanı olan Demirel’in ifadesiyle 70 cent için emperyalistlerin kapılarında günlerce el açıp nöbet tuttular.

Emperyalizm, hiçbir şekilde insana acımaz; o, kimi kuklalarını bir müddet için kullanır, sonra bir paçavra gibi kenardaki çöplüğe fırlatır. Emperyalizm acımasız bir insanlık düşmanıdır. Bu gerçeği, aklını kullanmasını bilen ve emperyalizme uşaklık yapmayan herkes bilir.Anadolu, yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle, havası, suyu, toprağı ve tarihiyle, bulunduğu coğrafyası ve konumuyla, tarihi konumu, kültür zenginliği ve turizmiyle halkın sahip olduğu inanç, gelenek ve görenekleriyle dünya ülkeleri arasında eşsiz bir yere sahiptir. Tarihi gerçekler, Anadolu’ya sahip olan devletlerin her çağda süper devletler olduklarını ve bu topraklar üzerinde köklü medeniyetler kurduklarını bildirmektedir. Bunun tek istisnası Kemalist diktatörlüğün işgali altındaki 80 yıllık dönemdir. Bu dönemde Anadolu, tarihinin en sefil, en yoksul, en düşük dönemini yaşamaktadır. Çünkü bu dönemde Anadolu’yu işgal eden diktatörlük, Anadolu halkına, halkın inanç, kültür, gelenek ve göreneklerine yabancı ve düşmandır. Diğer taraftan dikta rejimini dikte edenler, Anadolu’nun zenginliklerini kullanacak, bu zenginlikleri yönetecek birikimden, beceriden, akıl ve ferasetten, yönetme kabiliyetinden ve şahsiyetli bir politika izlemekten yoksundurlar. Batı’ya ve emperyalizme uşak olma ruhu, dikta rejiminin yönetim birimini yukarıda sıralanan yeteneklerden yoksun bırakmıştır.

Avrupa’da birçok ülkenin yüzölçümü Anadolu’daki bir vilayetin yüzölçümü kadardır. Ancak bu ülkelerin her biri, ekonomik yönden Kemalist diktatörlüğün işgali altındaki ekonomiden yüz kat daha büyüktür. Bu da, dikta rejiminin ülkeyi ve ülke ekonomisini getirdiği ve düşürdüğü seviyeyi gözler önüne sermektedir.

Anadolu’nun onca zenginliğine rağmen T.C. yöneticileri bugün Avrupa’nın o küçücük yüzölçümüne sahip ülkelerin kapılarında 70 cent için avuç açıp dileniyorlar. Bu durum, bir rejimin idarecilerinin başka ülkelere ve emperyalizme uşak olmasının apaçık bir göstergesidir.

Bağımlılık ve uşaklık, onursuz bir davranıştır; dikta rejimi Batı’ya ve emperyalizme bağlı oluşu nedeniyle, bu dikta rejiminin yönetimine getirilen her birey de bu bağımlılığı sindirebilmiş kimselerden seçilmektedir. Başka bir ifade ile dikta yönetimine talip olanları kendisine uydurduktan sonra görevlendirmektedir. Bu nedenle bugüne kadar dikta rejiminin yönetiminde bulunanların birbirlerinden hemen hemen hiç farkları bulunmamaktadır. Bu durum, yönetime gelen İslâmcısından solcusuna, milliyetçisinden mukaddesatçısına kadar hemen tümü için hep aynıdır.

Bugün dikta rejiminin yönetimine getirtilen İslâmcılar da adlarına yakışır bir şekilde emperyalizmin emrine uygun hareket etmektedirler. A.K.P. yani Amerika Kuklaları Partisi yöneticilerinin hemen hepsi, Amerikan emperyalizminin Anadolu’daki eyalet valileri gibi hareket edip beyanatlar vermektedirler. Öyle ki, Amerikan dışişleri bakanının açıklaması ile T.C. diktatörlüğünün dışişleri bakanının açıklamaları tıpatıp aynıdır. Bu durum, efendi-uşak ilişkisinin bir gereği ve sonucudur. Hatta dikta rejimini dışişleri bakanı, bir çok beyanatında, kraldan fazla kralcı geçinerek hareket edip konuşmaktadır. Nitekim Suriye’yi ziyaret edeceğini söyleyen dikta rejimi dışişleri bakanı, Amerika dışişleri bakanının ülkeyi ziyaretinden sonra Suriye’ye gitmekten vazgeçmiş, ancak ABD temsilcilerinin Suriye’yi ziyaret etmesinden sonra, dikta rejimi dışişleri bakanı yeniden Suriye’ye gideceğini açıklamış ve gitmiştir. Bakanın bu davranışı da dikta rejiminin ABD emperyalizmine ne kadar bağlı olduğunu ve dikta yöneticilerinin efendilerinin rızasını kazanmak ve onlara yaranmak için talimatlarla hareket ettiklerini göstermektedir.

Uşaklık ve bağımlılık hiç kimseye bir yarar sağlamamıştır bugüne kadar. ABD daha önceki uşaklarını (İran Şahı, Saddam vb.ni) nasıl kullanıp kullanıp bir kenara fırlatıp attıysa, aynı akıbeti T.C. dikta rejimi için de uyun görecek ve zaten tükenip biten ve halk yanında hiçbir değeri olmayan dikta rejimini de layık olduğu çöplüğe fırlatacaktır. Bu, tarihin bildirdiği ve emperyalizmin değişmeyen yasasıdır. Bitmekte olan dikta rejimini yeniden hayata döndürmesi için iktidara getirtilen Amerika Kuklaları Partisi (=AKP), dikta rejiminin ve kendilerinin sonlarını daha da hızlandırmış görünmektedir.

Bu yazımız ve önceki yazılarımız hiç bir şekilde dikta rejimine ve Amerika Kuklaları(=AKP)na akıl vermek ya da yol göstermek şeklinde algılanmamalıdır. Çünkü yüce Allah’ın, İslâm’ın, müslümanların, halkın ve insanlığın düşmanı dikta rejimine ve AKP (=Amerikan Kuklaları Partisine) yol göstermek müslümanların yapabilecekleri bir şey değildir. Biz ancak dikta rejiminin tüm yöneticilerini ve AKP’lileri İslâm’a ve müslüman olmaya davet ederiz. Bizim görevimiz ancak budur.

Ramazan Yılmaz: