İSLÂM'A KADININ KONUMU-1

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

بسم الله الرحمن الرحيم

İSLÂM’DA KADIN KONUMU

Peygamberlere, büyük önderlere annelik yapan, annelik sıfatıyla çocuklarına cenneti kazandıran, erkeğiyle hayatı paylaşan,sağlıklı nesillerin yetişmesinde en büyük rolü üstlenen vakar ve onuru ile toplumsal yaşamda birer abide olan kadınlara !…

 

 

 

     

 

 

 

İSLÂM KADINI YÜCELMİŞTİR

 İslâm, diğer ideolojilerin yaptıkları gibi, sözel olarak kadın haklarından sözetmez, kadına gerçek anlamda hakkını verir ve onu gerçek anlamda yüceltir. Bu gerçeklik, Kur’an’da çok açık bir şekilde belirtilmiş, Peygamber Hz. Muhammed (as) tarafından ortaya konulmuştur. İslâm’ın kadınlara verdiği haklar ve kadınları yüceltmesi, geçmişte ve günümüzde hiçbir sistem tarafından verilmemiştir.

Marksizm, kadını insan olarak bile görmediği, onu üretime katkı sağlayan makinenin bir dişlisi, bir parçası olarak gördüğü ve kadını bir mal ve eşya görerek toplumun ortak malı saydığı halde Marksistler, kadın haklarını her vesile ile ağızlarına dolamakta, onların duygusallığını ve hassasiyetini istismar etmektedirler.

Kapitalizmin kadına bakışı, Marksizm’den aşağı kalmayacak derecededir ve kadını hakir görücü ve aşağılayıcıdır. Kapitalizm, kadını bir meta olarak değerlendirir ve onu, para getirdiği oranda kullanır, işi bittiğinde de bir kenara fırlatır atar. Kapitaliz, kadını bir reklam aracı olarak kullanması yanında bar, pavyon, genelev gibi showroom salonlarında erkeklerin arzularını tatmin etmek için teşhir eder.

Tahrif edilmiş dinlere mensup olan Yahudi ve Hrıstiyanlar, kadını tahkir etmekte onu günah işleyen ve erkeği baştan çıkaran bir şeytan olarak görmektedirler. Yukarıda bunların kadına bakış açılarını belirtmiştik.

İslâm, kadının bir şahsiyet olduğunu kabul etmiş ve kişiliğine saygı gösterilmesini istemiştir. Geleneksel kültürde kadının kişiliğine değer verilmez, kadın kocası öldüğünde tıpkı bir mal gibi, geride kalan erkeklere miras olarak bırakılır. İslâm, geleneksel kültürün bu cahili adetini yasaklamış ve kadının kişiliğine değer verilmesini ve kadının bir miras malı olmadığını belirtmiştir. İslâm, kocası öldüğünde kararı kadının kendisinin özgürce vermesini istemiştir.

“Ey inananlar, kadınları miras yoluyla zorla almanız size helal değildir. Onlara verdiklerinizin bir kısmını alıp götürmek için onları sıkıştırmayın. Şayet açık bir edepsizlik yaparlarsa başka. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, bilin ki sizin hoşlanmadığınız bir şeye Allah çok hayır koymuş olabilir.” (Nisa, 19)

İslâm’ın kadınlara verdiği değer, hem Kur’an’da hem de Peygamber Hz. Muhammed(as)’ın söz ve uygulamalarında açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Gerek Kur’an’da gerekse Peygamber Hz. Muhammed(as)’ın yaşamında kadın, erkek ile aynı çerçeve içerisinde zikredilmiş ve hiçbir şekilde erkek ile aralarında herhangi bir fark gözetilmemiştir. İslâm, birçok yönden kadını erkekten üstün kılmıştır.

İslâm’da, kadına, annelik görevi ve eş olarak değer verilmesi yanında, sosyal hayattaki konumu nedeniyle de ayrı bir değere layık görülmüştür. İslâm, kadına verilen değerin, toplum tarafından da bilinmesini istemiş, aile içindeki bireylerden başlayarak toplumun tümüne, kadınlara karşı görevlerinin ne olduğunu açıkça bildirmiştir.

Kur’an’ı Kerimde, kadınların adıyla anılan ve kadın haklarından sözeden yüzlerce ayet ve birkaç sure vardır. Bu sureler, Kadınlar (Nisa) suresi, Meryem suresi ve ağırlıklı olarak Hz. Meryem(as)’ın annesinin kıssasını anlatan Al-i İmran suresidir. Ayrıca Nur ve Ahzab sureleri gibi ağırlıklı olarak kadınları ele alan süreler de kadınlara İslam’ın verdiği değeri ortaya koymaktadır.

Yukarıda adları verilen bütün bu sure ve bu sureler içerisinde bulunan ayetler, beşeri ideolojiler ve tahrif edilmiş dinler tarafından hakir görülen, aşağılanan, ikinci sınıf görülen, eşya gibi alınıp satılan kadınları onurlandırmakta ve onu yüceltmektedir.

İslâm’ın kadını yücelten ve onu onurlandıran birçok ayeti yanında, Müslümanların en güzel örnek olarak kabul ettikleri İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (as)’ın “Cennet annelerin ayakları altındadır” türünden hadisleri de vardır. Bu ve benzeri hadisi şeriflerden de anlaşılacağı üzere İslâm, kadına erkeklerden daha fazla değer vermektedir. Baba hakkına çok önem vermesine rağmen İslâm, “Cennet babaların ayakları altındadır” dememiş, anneleri zikrederek kadını yüceltmiştir.

Kur’an’ı Kerimde kadın, bütün yönleriyle ele alınmış, sosyal hayattaki durumu, aile içindeki konumu ve Rabb’i ile olan kulluk ilişkisi üzerinde çok geniş bir şekilde durulmuştur.

İslâm’da Kadın erkek eşittir

İslâm, hem sosyal hayatta, hem aile içerisinde, hem de yüce Allah’a karşı kulluk ve sorumluluk noktasında kadınla erkeği eşit kabul eder. Bu durum, ayetlerle açık bir şekilde ortaya konulduğu gibi, Rasulullah Hz. Muhammed(as)’ın hayatında da bizzat uygulanarak gösterilmiştir. İslâm’ın kadına verdiği hakları ve değeri, ne o günkü cahili toplumlar ve tahrif edilmiş din mensupları ne de bugünkü beşeri ideolojiler vermiştir.

Kur’an’ı kerimde, kadın ve erkeklerin yaratılışta, sosyal hayatta, aile içerisinde ve yüce Allah’a karşı kullukta ve sorumluluk noktasında eşit oldukları konusunda yüzlerce ayet mevcuttur. Bu ayetlere muhatap olan Müslümanlar, imanlarının gereği olarak bu ayetler doğrultusunda hareket ederler ve kadınlarına karşı, Kur’an’ın verdiği hakkı ve değeri göz önünde bulundurarak hareket ederler.

A- Yaratılışta eşitlik

İslâm. Kadın ve erkek arasındaki eşitliğe daha ilk yaratılıştan itibaren önem verir ve Kur’an’ı Kerim, onların yaratılışlarının aynı olduğunu bildirir. Kadın ve erkek, yaratılış mayası olarak, nefis olarak, anne karnında kalma süresi olarak eşittirler. 

    İslâm, kadın ve erkek arasında yaratılışta hiçbir ayırım yapmaz. Yaratılıştaki eşitlik, hayatın idamesi için varlığı için bir gereklilik ve zorunluluktur. Bu nedenle de yaratmada eşitliğin olması doğal olan bir durumdur.

“Göklerin ve yerin mülkü Allâh’ındır. (O) dilediğini yaratır; dilediğine dişiler, dilediğine de erkekler bahşeder. Yahut onları; hem dişi, hem erkek (olarak), çift yapar. Dilediğini de kısır yapar. O (her şeyi) bilendir, (her şeye) gücü yetendir.” (Şura, 49-50)

1- Kadın ve erkek aynı mayadan yaratılmıştır

    Yüce Allah(cc), kadın ve erkeği aynı mayadan yaratmıştır. İslâm, bu konuda herhangi bir ayırım yapmamıştır. Her iki cinsin birbirlerini anlamaları, birbirlerine uyum sağlamaları ve sosyal hayatı paylaşmaları kadın ve erkek için aynı mayadan yaratılmıştır.

“O yarattı iki çifti: erkeği ve dişiyi, atıldığı zaman nutfe(sperm)den.” (Necm, 45-46)

“İnsan, başı boş bırakılacağını mı sanır? Kendisi dökülen meniden bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra alaka (rahme asılan embriyo) oldu da (Rabb’i onu) yarattı, düzenledi. O(meni)den iki çifti: Erkeği ve dişiyi var etti.” (Kıyamet, 36-39)

Yaratıcı olan yüce Allah (cc), kullarını aynı mayadan yarattığını bildiriyor. Yaratmanın bu gerçekliğini inkâr eden inkarcılar ve Kur’an gerçeğinden habersiz olan kimseler, Peygamber Hz. Muhammed(as)’a atfedilen “Kadın, eğe kemiğinden yaratılmıştır…, ifadesini çarpıtarak, İslâm’ın kadını hakir gördüğünü iddia etmektedirler. Bu iddia sahipleri, İslâm’a karşı besledikleri kin ve düşmanlıklarından ve Kur’an gerçeğinden habersiz kimi zavallı kimselerin de akıllarını yeterince kullanmamalarından dolayı düşünme yeteneklerini yitirdiklerinden, bu sözün nereden geldiğini ve kaynağını bilmeden İslâm aleyhine propaganda yapmakta, İslâm’ı kötülemeye çalışmaktadırlar.

Rasulullah(as)’a atfedilen yukarıdaki ifadenin kaynağına bakıldığında bu ifadenin Tevrat’ta geçen bir söz olduğu görülecektir.

"Ve Rab Allah dedi: Adam’ın yalnız olması iyi değildir; kendisine uygun bir yardımcı yapacağım. Ve Rab Allah, Adem’in üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu, onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini otla doldurdu. Ve Rab Allah Adem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratıp onu Ademe getirdi. Ve Adem dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir, bu insandan alındığı için ona "nisa" ismi verilsin dedi. Ve Adem karısının ismini Havva koydu, çünkü bütün yaşayanların anası oldu." (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin: 2/18-23)

İnkâr edilemez bir gerçektir ki kadınlar, ruh ve beden açısından hassas ve incedirler; sert ve kaba davranışlar onları incitebilir. Kadının ince ruha ve nazik bedeni bir özelliğe sahip olduğu gerçeğini bilen Rasulullah(as), “Kadın, eğe kemiğinden yaratılmıştır” sözünü, kadının ruhi ve bedeni inceliğini ifade etmek ve erkeklerin kadınlara karşı tavırlarında daha dikkatli olmaları için kullanmış olabilir. Her konuda bir nezaket timsali olan Allah Rasulü’nün, kadınların bu özelliğine dikkat çekmesi, onun kişiliğine yakışan bir davranıştır.

Rasulullah(as), kadın ve erkeğin, neden yaratıldıklarını, kendisine gelen vahiy nedeniyle çok iyi bilen biridir. İçerisinde bulunduğu toplumun, İslâm gelmeden önce, kadınlara bakışlarının nasıl olduğunu ve onlara karşı nasıl davrandıklarını da çok iyi biliyordu.

Rasulullah (as), İslâm’ın kadınlara verdiği değeri ve Müslümanların kadınlara karşı nasıl muamele edeceklerini, bir örnek vererek açıklıyordu ki Müslümanlar, iman ettikleri esaslara uygun bir şekilde kadınlara davransınlar. İşte Rasulullah(as)’ın “Kadın, eğe kemiğinden yaratılmıştır, onu düzeltmeye kalkışırsan kırarsın, kendi haline bırakırsan iyice eğilir.” ifadesi, kadınların ruhi ve bedeni inceliğini belirten bir sözdür.

“Kadın, eğe kemiğinden yaratılmıştır” ifadesi, günümüzde kadınların inceliğini ve zarafetini belirten “kadın, biblo gibidir.) benzetmesi gibidir. Bilindiği üzere “biblo”, vazo vb. zarif, küçük süs eşyasına verilen isimdir. Kadının inceliğini ve zarafetini ifade etmek için kullanılan “biblo” ifadesi, kadının cansız bir eşyaya benzetilmesinden dolayı nasıl ki onu küçük düşürmüyorsa, Rasulullah (as)’ın “eğe kemiği” ifadesi de kadını küçük düşürmez.

Yaratılış mayaları aynı maddeden olmakla beraber yüce Allah(cc), kadına daha ince ve nazik bir duygu ve özellik vererek yaratmıştır. Bu özellik, kadının birinci derecede annelik görevi olmasından dolayıdır. Çünkü annelik görevi, çocuklara karşı şefkat ve sevgiyi esas kılmaktadır.

Çocukların yetiştirilmesi, çeşitli zorlukları beraberinde getirmektedir. Bu zorlukların aşılması ise bir fedakârlığı ve bu zorluklara psikolojik olarak katlanmayı gerekli kılmaktadır. Bu da ancak, çocuklarına karşı şefkat ve sevgi timsali olan annelik duygusuyla yapılabilecek bir şeydir. İşte bu ve daha birçok hikmetler nedeniyle yüce Allah(cc) kadınları, şefkat ve sevgi yüklü bir ruh inceliği ile erkeklerden daha farklı bir şekilde yaratmıştır.

Aynı mayadan yaratılmakla beraber kadınların daha ince ve nazik yaratılmaları, bir ayırım bir üstünlük ya da bir aşağılanma değil, yapacakları işlerle ilgilidir. Tıpkı aynı ağaçtan imal edilen ince beyaz bir kâğıt ile daha kalın bir kâğıdın farklılığı gibi, ya da aynı iplikten imal edilen kumaşların farklılığı gibidir.

 2- Kadın ve erkek aynı nefisten yaratılmıştır

Yüce Allah(cc), birbirlerini daha iyi anlamaları için kadın ve erkeği aynı nefsi özelliklerle yaratmıştır.

“Ey insanlar, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabâlık(bağlarını kırmak)tan sakının. Şüphesiz Allâh, sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisa, 1)

 “O’dur ki sizi bir tek nefisten inşâ etti. Sizin için bir kalış ve bir emânet olarak konuluş yeri ve süresi vardır. Gerçekten biz, anlayan bir toplum için âyetleri geniş geniş açıkladık.” (Enam, 98)

Nefis olarak kadın ve erkek aynı özelliklerle bezenmiştir; istekler, arzular, sevgi, aşk, nefret, kabul ya da reddetme gibi duygular, yeme, içme ve arzuların tatmini gibi uyarıcı iç güdüler kadın ve erkekte aynıdır. Hz. Muhammed(as)’ın, “Bir kimse kendi nefsi için arzu ettiğini kardeşi için de arzu etmedikçe kamil bir imana sahip olamaz.” ifadesi, insanların aynı nefsi isteklere sahip olduğunu göstermektedir.

İyi ve güzel bir  olay karşısında aynı duyguları ortaya koymaları, hoş olmayan bir durum karşısında aynı tepkiyi göstermeleri, kadın ve erkeklerin aynı nefsi özelliklere sahip olmalarındandır.

3- Anne karnında kalma süresi bakımından da kadın erkek eşittirler

Başlangıçları bir damla meni olan, anne karnında çeşitli aşamalardan geçerek şekillenen ve belirlenen bir süre için anne karnında kalan çocuklar, dişi ya da erkek olarak dünyaya gelmektedirler. Anne karnında kalma süresi ve bu süre içerisindeki aşamalar ve şekillenme dönemleri dişi ve erkek için aynıdır.

“Andolsun biz insanı çamurdan bir süzmeden yarattık. Sonra onu bir nutfe (sperm) olarak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra nutfeyi alaka(embriyo)ya çevirdik, alaka(embriyo)yı bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir!” (Mü’minun, 12-14)

“Biz insana, ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. (Ana karnında) taşınması ile sütten kesilmesi otuz ay sürdü…” (Ahkâf, 15)

 İslâm, yukarıdan beri sıraladığımız yaratılış ile ilgili ayetlerde görüldüğü ve aşağıda yazacağımız sosyal, ekonomik ve diğer hususlarda da görüleceği üzere kadın ve erkeği eşit olarak kabul etmiştir.

B- Sosyal hayatta eşitlik

İslâm toplumunda kadın ve erkeklerin, sosyal hayattaki sorumlulukları noktasında eşittirler. İslâm toplumunda kadınlar, hayatın her alanında aktif rol oynamışlar, üzerlerine düşen görevi gereği gibi yerine getirmişlerdir. Kadınların, toplum hayatına katkısı savaşlarda bile olmuş, kadın erkek, kendi alanlarında omuz omuza mücadele etmişlerdir.

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasulüne itâat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allâh daima  üstündür, hakimdir.” (Tevbe, 71)

Mü’min kadın ve erkekler, birbirlerinin velisi, yardımcısı, koruyucusu ve dostudurlar; herkes, sosyal hayatta üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmekle mükelleftir. Bu mükellefiyetleri doğrultusunda hareket eden kadın ya da erkek, çalışmasının karşılığını tam olarak alacaktır. Hiç kimse, kadın ya da erkektir diye çalışması karşılığında az ya da çok mükâfat almayacak/alamayacaktır.

 “Rableri onlara karşılık verdi: ‘Ben, sizden erkek kadın, hiçbir çalışanın işini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz. Göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkence edilenler, vuruşanlar ve öldürülenler… Elbette onların kötülüklerini örteceğim ve onları, ’ Allâh katından bir karşılık (olarak) altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. Karşılıkların en güzeli Allâh katındadır.” (Al-i İmran, 195)

İslâm toplumunda sosyal hayatta kadın ve erkeğin  eşit sorumluluklar taşıdıkları belli başlıklar altında açıklanabilir.

1- İnsan nesli konusunda kadın ve erkek

İnsan neslinin çoğalmasında İslâm, kadınla erkeğe, anne ve baba olma noktasında eşit sorumluluklar yükler. Ancak bu sorumlulukta, kadının sorumluluğu ve değeri daha fazla bir ağırlığa sahiptir.

“Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allâh yanında en üstün olanınız, (günâhlardan) en çok korunanınızdır. Allâh bilendir, haber alandır.” (Hucurat, 13)

“Allâh sizi önce topraktan, sonra nutfe(sperm)den yarattı, sonra sizi çift, çift yaptı. Bir dişinin gebe kalması ve doğurması hep O’nun bilgisiyledir. Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir Kitapta(yazılı)dır. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Fatır, 11)

“İnsan neden yaratıldığına bir baksın: Bel ile kaburga kemikleri arasından çıkan bir sudan yaratıldı. (Tarık, 5-7)

Kur’an’ı Kerim, insan neslinin üremesinde kadın ve erkeğin ortak olduklarını bildirir. Erkeklerin belinde ve kadınların kaburga kemikleri arasından çıkan sıvının birleşmesi ile ceni oluşur ve böylece çocuklar doğar, nesiller çoğalır. İşte bu üremede, kadın ya da erkeğin tek başlarına bir fonksiyonlarının sözkonusu olmadığı görülmektedir.

Neslin temel harcında, erkeğin fonksiyonu elbette inkar edilemez, ancak asıl fonksiyon kadının üstlendiği görevdir. Erkek sperminin kadının yumurtaları ile birleşmesi ile atılan ilk temel harçtan sonra doğuma kadar geçen uzun dönemde kadının rolü erkeğin rolüyle kıyaslanamayacak derecede fazladır.

“Biz insana, ana babasını tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflık çekerek (karnında) taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olmuştur. ‘Bana ve anana-babana şükret, dönüş banadır.” (Lokman, 14)

Birçok zorluklarla hamilelik dönemini geçiren annenin rolü, çocuğun doğumundan sonra başlayan süreçte de yine öndedir. Çocuğunu doğuran anne, iki yaşına kadar çocuğu emzirdiği  gibi, onun her şey ile bizzat ilgilenmektedir.  Doğumdan sonraki süreçte elbette babanın rolü da inkâr edilemeyecek kadar çok büyüktür.

Annenin, çocuğu üzerindeki hakkının daha fazla olduğu ve çocuğun, anneye daha fazla ilgi göstermesi gerektiği Rasulullah(as)’n şu tavsiyesi ile açıklanmıştır.

Bir gün Rasulullah (as)’a bir kimse gelir ve sorar:

– Ey Allah’ın Rasulü, benim kendisine hizmet ve ülfet etmeme, insanlar içinde en layık kimdir? Rasulullah(as):

– Annendir.

– Sonra kimdir?

– Sonra annendir.

– Sonra kimdir?

– Sonra annendir, buyurdular. O kişi devam ederek:

– Sonra kimdir, diye sorunca  Rasulullah(as),

– Sonra babandır, dedi.

Bu da gösteriyor ki annenin, evlat üzerindeki hakkı, babanın hakkından daha fazladır. Bu haklar, Kuran’da da belirtildiği üzere hamilelik, doğurmadaki zorluk ve sıkıntılar ile iki yıl boyunca emzirme sayılabilir.

2- İlim tahsilinde

İslâm, ilim tahsil etmede ve ilmi yaymada da kadın ve erkeğe eşit sorumluluklar yüklemektedir. Kadın ve erkek, kendi alanlarında bu sorumluluğun gereğini yerine getirirler. Müslümanların, sosyal hayatta edinmeleri gereken iman, ibadet, ilim, ahlâk ve muamelatla ilgili zorunlu ilimler, kadın ve erkeğe aynı derecede farz kılmıştır.

“İnanan erkekler ve inanan kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Elçisine itâat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allâh dâima üstündür, hakimdir.” (Tevbe, 71)

İslâm, kadın ve erkeği, insan olma özellikleri ile ele alır ve onlara bu özelliklerinden dolayı sorumluluklar yükler. Bu sorumlulukları yerine getirmede kadın ve erkeği birbirinin yardımcısı ve tamamlayıcısı olarak kabul eder. Birbirlerinin velisi (yardımcısı) olan mü’min kadın ve erkekler, her alanda birbirlerine yardımcı olurlar ve her alanda beraber hareket ederler.

İlmin, kadın ve erkekler üzerinde farz olduğunu bildiren Peygamber Hz. Muhammed(as)’ın, “İlim, mü’minin yitiğidir, onu nereden bulursa alsın” ve “İlim Çin’de de olsa alınız” buyrukları, mü’min olan kadın ve erkekler için geçerlidir. Nitekim Hz. Aişe(r.anha)nın ilimdeki yeri ve bu ilmi insanlara ulaştırılmasındaki çabası, mü’minler için en güzel bir örnektir.

İman etmede ve iman edilen esaslar doğrultusunda yaşamada kadın erkek nasıl ki, eşit sorumluluğa sahip iseler, ilim tahsil etmede de kadın erkek eşittir. İlim tahsil etmedeki eşitlik, ilmin insanlara ulaştırılmasında da devam eder, kadın ve erkek Müslümanlar, kendi alanlarında insanlara ilmi hakikatleri öğretirler.

3- İman etmede

Dini esasların kabulünde, iman etmede, iman edilen esaslar doğrultusunda yaşamada ve dini tebliğ etmede de kadın erkek eşit sorumluluklara sahiptirler. Yüce Allah(cc), kadın ve erkeklerin sorumluluklarının eşit olduğunu ve bunlara verilecek mükâfatın da aynı olduğunu bildirmektedir.

“Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, tâ’ate devam eden erkekler ve tâ’ate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar; sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Allah’a) saygılı erkekler ve  saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar; (İşte) Allah bunlar için bağış ve büyük bir mükâfât hazırlamıştır.” (Ahzab, 35)

“Erkek ve kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, onu (dünyâda) hoş bir hayâtla yaşatırız, onların ücretini yaptıklarının en güzeliyle veririz.” (Nahl, 97)

“Erkek veya kadından her kim inanarak güzel işler yaparsa, işte öyle kimseler cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisa, 124)

İslam’ın, kadın ve erkeğe yaptıklarına karşılık eşit mükâfat vermesi, kadına değer vermeyen ve ona gereken saygıyı göstermeyen beşeri ideolojilerin bugün bile ulaşamadıkları bir durumdur. Beşeri ideolojilerde, kadınların ücretleri erkeklerin ücretine oranla daha azdır.

4- Fikir özgürlüğü

İslâm, kişi hak ve özgürlüklerine, her şeyden daha çok önem verir ve insanların özgür iradeleri ile fikirlerini beyan etmelerini ister. Bu konuda yüce Allah(cc), hem insanların iman etmeleri hususunda özgürce karar vermeleri için zorlanmamasını istemekte, hem de sosyal hayatta yapılacakları konusunda insanların görüşlerinin alınmasını istemektedir.

“Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağutu inkâr edip Allah’a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allâh işitendir, bilendir. (Bakara, 256)

“Allâh’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlar(ın kusurların)dan geç, onlar için mağfiret dile. İşini onlara danış, karar verince de Allah’a dayan; çünkü Allâh kendine dayanıp güvenenleri sever.” (Al-i İmran, 159)

Yapılacak işler konusunda, Hz. Peygamber(as), erkeklerle istişare ettiği gibi kadınlarla da istişare etmiş, birçok konuda kadınların görüşüne de başvurmuştur. Rasulullah(as)’dan sonra sahabede aynı şekilde hareket etmiş, kadınların düşüncelerini açıklamalarını sağlamışlardır.

Kadınların görüşlerine değer verildiği ile ilgili birçok örnek vardır. Bunlardan en anlamlı olanı hiç kuşkusuzdur ki Hz. Ömer(r.a) ile bir kadın arasında geçen konuşmadır. Hz. Ömer(r.a), bir gün mescitte kadınlara yönelik mehir ile ilgili yaptığı bir konuşma yapıyordu, dinleyenler arasından bir kadın, Hz. Ömer(r.a.) itiraz ederek sert bir şekilde cevap verdi. Bunu üzerine Hz. Ömer(r.a.) kadına hak verdi ve söylediklerinden dolayı tevbe etti.

Mü’minlerin emiri Hz. Ömer(r.anh) bir gün mescide kadınlara hitap ederken, kadınların fazla mehir istediklerini ve erkeklerin bu nedenle evlenme konusunda sıkıntı çektiklerini ifade eder ve kadınlardan mehirlerini yükseltmemelerini, bu konuda Allah’tan korkmalarını tavsiye eder. Hz. Ömer(r.anh)’ı dinleyen kadınlardan birisi, Halife’ye seslenerek “Ey mü’minlerin Emiri, bu sözleri söylemekten dolayı asıl siz Allah’tan korkun! Yüce Allah’ın izin verdiği bir konuda siz nasıl olur da karşı çıkarsınız” der ve şu ayetleri okumaya başlar.

“Kadınlara mehirlerini bir hak olarak (gönül hoşluğuyla) verin; eğer kendi istekleriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da âfiyetle yeyin.” (Nisa, 4)

“Bir eşin yerine başka bir eş almak istediğiniz takdirde, onlardan birine (evvelki eşinize) kantarlarca mal vermiş olsanız dahi verdiğinizden hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık günâha girerek verdiğinizi alacak mısınız?” (Nisa, 20)

Cahiliye döneminde, bugünkü materyalist düşüncede olduğu gibi, insan yerine bile konulmayan kadınlar, İslâm’ın kendilerine verdiği hak ile toplumsal hayatta söz sahibi olmuşlar ve bu haklarını en güzel bir şekilde kullanmışlardır. Ancak Müslüman kadınlar, İslâm’ın kendilerine verdiği düşünce özgürlüğünü istismar etmemiş, bu konuda şımarmamış ve ukalalık yapmamışlardır. Onlar, kendilerine yakışan vakar ile hareket ederek konulara açıklık getirmişler, sorunları erkeklerle beraber çözmeye çalışmışlardır.

Düşünce ve düşüncenin açıklanması konusunda, kadın ve erkek İslâm toplumunda aynı haklara ve özgürlüğe sahiptirler. Bu konuda Kur’an’ı Kerimde apaçık ifadeler bulunduğu gibi Rasulullah(as)’ın hayatında da örnekler vardır.

Kur’an’ı Kerimde, kadın ve erkeklerin birbirlerinin dost ve yardımcıları olduklarını, insanlara davetin ulaştırılmasında aynı oranda sorumlu olduklarını belirtir.

“İnanan erkekler ve inanan kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasulüne itâat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allâh dâimâ üstündür, hakimdir.” (Tevbe, 71)

İslâm’da, kadına verilen fikir özgürlüğü, her alanda ortaya konulmuş, kadınlar, her konuda haklarını savunmuş ve hiçbir şekilde engellenmemişlerdir. Bir örnek olması açısından, Kur’an’ı Kerim, kocası hakkında Hz. Peygamber ile tartışan kadının durumunu verir.

“Allâh, kocası hakkında seninle tartışan ve Allâh’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitti. Allâh, ikinizin birbirinizle konuşmanızı işitir. Çünkü Allâh işitendir, görendir.” (Mücadele, 1)

Ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere, haklarını savunma konusunda kadınlar, gerektiğinde Hz. Peygamber (as) ile bile tartışmakta, ya da İslâm Halifesi Hz. Ömer (r.a.)’a karşı çıkabilmektedirler. İslâm’ın kadınlara verdiği bu düşünce özgürlüğünü, ne o günkü gayri İslâmi idareler, ne de bugünkü Marksist ve kapitalist ideolojiler ile geleneksel ve tahrif edilmiş dinler verebilmiştir. Gayri İslâmi ideolojiler, ne o gün ne de bugün, ne kadınlara ve ne de erkeklere düşüncelerini özgürce beyan etme hakkı vermiştir.

İslâm’da Ekonomik eşitlik kadının lehindedir

İslâmi ekonomik sistemini bilmeyen ya da bildikleri halde bilerek çarpıtan gayri İslâmi güçler, İslâm ekonomisinde kadın ve erkeğin eşit olmadıklarını, bu ekonomi sisteminde kadının ezildiğini öne sürerler. Oysa kadın ve erkek, İslâm ekonomik sisteminde eşit olmakla beraber bu eşitlikte ibre, erkek lehine değil, kadın lehine bir görünüm arzetmektedir.

“Allâh’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeylere göz dikmeyin. Erkeklere de kazandıklarından bir pay var, kadınlara da kazandıklarından bir pay var. Allah’tan, O’nun lütfunu isteyin. Kuşkusuz Allâh, her şeyi bilendir.” (Nisa, 32)

İslâm ekonomi sisteminde kadın ve erkeğin, kendilerine ait malları ve kazançları vardır. Bu mal ve kazançların nasıl elde edildiklerine ve kazançların harcanmasına bakıldığında kadının daha kazançlı olduğu ve İslam’ın kadını koruduğu açık bir şekilde görülecektir.

Kadınlar mallarını, mirastan, evlendiklerinde erkeklerden aldıkları mehirden ve kendilerine düğünde ya da başka vesilelerle verilen hediyelerden elde etmektedirler. Bu mallar, kadınların kendi malları olup üzerinde tasarruf etme hakkı yalnızca onlara aittir. Kadınlara ait olan malları, ne kadınların babaları, ne kardeşleri ve ne de kocaları, onun izni ve rızası olmadan kullanamazlar, üzerinde tasarruf hakkına sahip olamazlar.

İslâm düşmanları, İslâm’ın miras hukukunu dillerine dolayarak kadınlara ½ hisse verilmesini kınamakta ve kadınlara zulmedildiğini ileri sürmektedirler. Düşünülmeden yapılan bu haksız değerlendirme, İslâm’a karşı beslenen  kin ve düşmanlığın göstergesi bir değerlendirme kasıtlı ve boş bir iddiadır.

Tahrif edilmiş dinlerin, kadını lanetli ve potansiyel suçlu gördükleri, ibadethanelerine bile sokmadıkları, insan olarak kabul etmedikleri gibi, ruhunun olup olmadığını sorguladıkları bir dönemde İslâm, kadına miras hakkı verdiği gibi, mehir ve diğer kazançlar yönünden de hak sahibi olarak görmüş ve ekonomik bağımsızlığını sağlamıştır.

“Allâh size, çocuklarınız(ın alacağı mirâs) hakkında, erkeğe kadının payının iki katını tavsiye eder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer (çocuk) yalnız bir kadınsa (mirâsın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, bıraktığı mirâsta ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının payı altıda birdir.  (Bu hükümler, ölenin) Yapacağı vasiyetten, ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. Bunlar, Allâh’ın koyduğu haklardır. Şüphesiz Allâh bilendir, hikmet sâhibidir.” (Nisa, 11)

İslâm, kız çocuklarına (bir kız bir erkek olmaları halinde) ½ oranında mirastan pay veriyor; bu doğru, ancak kız çocukları aldıkları mirası, evlendiklerinde aldıkları mehir ve hediyelerle birleştirmektedirler, ancak onlar bu mallarını ailevi ihtiyaçları için kullanmak zorunda değildirler. Ailenin geçimi mirastan görünürde fazla pay alan erkeğe aittir.

“Allâh, insanları birbirinden üstün kıldığı ve mallarından harca(yıp kadınların geçimini sağla)dıkları için erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler. Bundan dolayı iyi kadınlar itaatkâr olup, Allâh’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi korurlar…” (Nisa, 34)

Ayeti kerimede de belirtildiği üzere aile giderleri ve kadının geçimi tamamen erkeğin üzerindedir ve erkek görünürde kısmen fazla aldığı mirası ailesinin ihtiyaçları için kullanmak zorundadır; oysa kadının bu konuda bir yükümlülüğü sözkonusu değildir. Kadın, kendi rızası ile dilerse kendisine ait olan maldan erkeğe verebilir.

Kadınların, evlendiklerinde erkeklerden aldıkları mehir, öyle azımsanacak bir miktar değildir. Sahihi Buhari’de geçen ve Hz. Aişe(r.anha)’dan rivayet edilen bir hadiste, birisinin velayeti altında bulunan kızların, nikah edilmek istenmesi durumunda ona, diğer kızlara verilen mehirlerin en yükseği olması gerektiği ifade edilmektedir.

Yine bir hadisi şerifte, kocasından boşanmak isteyen bir kadına Rasulullah(as), kocasından mehir olarak ne aldığını sorar kadının, mehir olarak bir bağ aldığını söylemesi üzerine Rasulullah(as), o mehrin iade edilmesini ister. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, kadına verilen mehrin, mutlak manada kadının geçimini sağlayacak oranda olması gerektiği anlaşılmaktadır.

“Bir eşin yerine başka bir eş almak istediğiniz takdirde, onlardan birine (evvelki eşinize) kantarlarca mal vermiş olsanız dahi verdiğinizden hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık günâha girerek verdiğinizi alacak mısınız?” (Nisa, 20)

İslâm, kadınlara verilen mehrin, geri alınmasını kesinlikle yasaklamaktadır. Mehir, kadınların hakkıdır ve bu hakkı kadınlar, istedikleri gibi kullanma hakkına sahiptirler. Kadınlar, kendi tasarruflarında olan malı ya da malları dilerlerse kendi rızaları ile kocalarına verebilirler, isterlerse vermezler. Erkekler, eşlerine ait olan malları hiçbir şekilde zor kullanarak alamazlar. Erkeklerin böyle bir harekete kalkışmaları Rab’leri olan yüce Allah’a isyandır ki, hiçbir Müslüman Rabb’ine isyan etmeyi göze alamaz.

 “Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin; eğer gönül hoşluğu ile o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin.” (Nisa, 4)

Kendisine bırakılan miras, mehir ve düğün hediyeleri ile birleştirildiğinde kadının elde ettiği mal, her yönüyle erkeğin malından daha fazla olmaktadır. Buna bir de kadının, elindeki sermayeyi ticarette değerlendirmesi eklenince, kadının ekonomik yönden erkekten daha iyi olduğu ortaya çıkmaktadır.

Aklı ermez cahil kimseler ile İslâm’a körü körüne saldırmayı yaşam tarzı haline getirmiş olan dinsizler, İslâm’ın miras hukukunu dillerine dolayarak İslâm’ın kadınlara zulmettiğini, ekonomik yönden geri bırakıldığını iddia etmektedirler. Ancak Kur’ani gerçekler, aklı ermez cahilleri ve İslâm düşmanı ateistleri yalanlamaktadır.

Yine İslâm tarihinde de görüldüğü üzere, bugüne kadar İslâm’ın gereği gibi uygulandığı dönemlerde, İslâm’ı hayat tarzı kabul eden kadınlardan hiçbiri ekonomik yönden ihtiyaç içerisine düşmemiş, ya da düşürülmemiştir. Ancak İslâm’ın hayat tarzı olarak uygulamadan kaldırılması sonucunda, erkekler gibi kadınlar da perişan olmuş, sefalet ve ahlaksızlık bataklığı, başta kadınları olmak üzere herkesi içine almıştır.

Aile bireylerinin geçimi ve zaruri ihtiyaçlarının giderilmesinden kadın değil erkek sorumludur. Bu nedenle kadın, evli bulunduğu sürece hayatı boyunca erkek tarafından bakılmak zorundadır. Bu durumda kadının, miras, mehir, hediye ya da ticaret yoluyla sahip olduğu mal ve sermaye eksilmez iken erkeğin sahip olduğu mal ve sermaye, ailesinin ihtiyaçlarına harcanmaktadır. Şimdi adil bir şekilde düşünülürse kadının erkekten daha iyi bir durumda olduğu anlaşılacaktır.

Kadının, erkek ile mirasta aynı eşit haklara (1/1 şeklinde) sahip olması durumunda erkeğe zulmedileceği bir gerçektir. Oysa adaleti temel prensip olarak kabul eden İslâm, kadına da erkeğe de zulmetmez ve her iki cinse de adaletle muamele eder.

Kadının, mala sahip olduğu bir başka kaynak da değişik nedenlerle öldürülen kocasından dolayı aldığı diyettir ki bu, azımsanmayacak bir miktardır ve kadının hayatını garanti altına alan bir ödenektir. Böyle bir durumda olan bir kadın, geçim sıkıntısı çekmeden hayatını idame ettirebilir.

“Ey iman edenler, öldürmelerde kısâs size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Kardeşi tarafından kısmen affedilen kimse, örfe uyup o(affeden kardeşi)ne güzelce (diyeti) ödemelidir! Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve acımadır. Kim bundan sonra da saldırıya kalkarsa artık onun için acı bir azap vardır.” (Bakara, 178)

“Yanlışlık dışında bir mü’min, bir mü’mini öldüremez: Yanlışlıkla bir mü’mini öldüren kimsenin, mü’min bir köle âzâdetmesi ve ölenin âilesine de bir diyet vermesi gerekir. Eğer (ölenin âilesi), bağışlar(diyetten vazgeçer)lerse başka. (Öldürülen) mü’min, düşmanınız olan bir topluluktan ise mü’min bir köle azadetmek gerekir. Ve eğer sizinle kendileri arasında andlaşma bulunan bir topluluktan ise, ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azadetmek lâzımdır. Bunları bulamayan kimsenin, Allâh tarafından tevbesinin kabulü için iki ay ardı ardına oruç tutması gerekir. Allâh bilendir, hakimdir.” (Nisa, 92)

Akıl sahiplerinin, sağlıklı ve önyargısız bir şekilde değerlendirmeleri halinde, İslâm’ın kadına verdiği ekonomik refahı görecekleri bir gerçektir. Bu gerçeği, ancak hayatını İslâm’a düşmanlık üzerine bina eden, basireti bağlanmış ya da konu ve olaylara atgözlüğü ile bakmayı meslek edinmiş kimseler, İslâm’ın kadına verdiği bu müreffeh hayatı görmezler, görmek istemezler.

Ramazan Yılmaz: 2012.04.06