İslâm İnkılabının Öncüleri Müslüman Davetçiler

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

Toplumu değiştirmek, yepyeni bir sistem ortaya koymak, bir inkılabı gerçekleştirmek öyle kolay ve haydi deyince olabilecek bir şey değildir. Bu, temelden başlayıp tavana doğru, her taşı seçilerek, her dokusu ilmik ilmik işlenerek yapılabilecek çok büyük bir çalışma ve fedakârlık gerektiren bir durumdur.

Hele hele sözkonusu olan inkılab, İslâmi bir inkılab ise, bu durumda inkılabı gerçekleştirecek bireyler, öncelikle psikolojik, fiziksel ve ruhsal olarak hazırlanmalı, bilgiyle donanmalı, sosyal ve toplumsal yönden sergileyeceği davranışlarla bezenmelidir.

İslâmi inkılabta görev üstlenecek Müslüman şahsiyetlerin, öncelikle o görevi yapmaya her yönüyle hazır olmaları, görevin sorumluluğunu üstlenecek her türlü olumsuz şartlara karşı çok iyi hazırlanması gerekir. Çünkü üstlenecekleri göreve hazır olmayan kimseler, görevlerini hakkıyla yerine getiremezler.

Çağlarüstü niteliğe ve evrensel boyuta sahip Kur’an mesajının nesillere ulaştırılması için, tebliğcilerin öncelikle bu mesajı kendilerinin anlamaları, kalpten kabul edip yaşamaları gerekmektedir. Kur’ani mesajın net olarak anlaşılması, ancak Kur’an’daki kavramların ifade ettikleri anlama uygun olarak bilinmesiyle mümkündür. Bu nedenle Müslüman davetçilerin, Kur’ani kavramları, ifade ettikleri anlama uygun olarak bilinmeleri gerekir ki, Kur’ani mesajı, daha kolay ve daha sağlıklı bir şekilde insanlara ulaştırılmasını sağlayabilsinler.

İslâmi inkılabı gerçekleştirecek Müslüman bireylerin, ihlas sahibi ve davalarında samimi olmaları, iman ettikleri Kur’an’la bütünleşmeleri gerekir. Ancak Kur’an’la bütünleşenler, yaşayan Kur’an haline gelenler, mücadelelerinde başarılı olacaklar ve alemlerin Rabbi’nin hoşnutluğunu kazanacaklardır.

İlahi mesajı üstlenecek Müslüman bir davetçiler, insanlara ulaştıracakları mesajın mana ve ehemmiyeti yanında, mesajı ulaştıracakları toplumun içerisinde bulunduğu düşünce yapısını, siyasal eğilimini, kültürel birikimini çok iyi bilmeli ve ona göre hareket etmelidirler.

Tevhidi esasları topluma ulaştıracak Tevhid erlerinin, kimin ve ne adına hareket ettiklerini, üstlendikleri mesajın kendilerinden ne istediğini çok iyi bilmeli, mesajı ulaştıracakları toplumdan görecekleri tepkilere, karşılaşacakları sorunlara, hatta baskı ve işkencelere hazır olmalıdırlar. Tevhid erleri, kendilerinden önce geçen Tevhid erlerinin karşılaştıkları sorunları, sıkıntıları ve bu mesajı insanlara ulaştırırlarken başlarına gelen baskı ve zulümleri en ince noktasına kadar öğrenmeli, kendilerinin de aynı sorunlarla karşılaşacaklarını bilmelidirler.

Müslüman inkılabçılar, içinde yaşadıkları toplumun özelliklerini, siyasal eğilimini, kültürel, ve inanç değerlerini çok iyi bilmeli; yaşadıkları çağın sorunlarını, siyasi durumunu, dünyada gelişen olayları yakından izlemeli, içerisinde yaşadıkları dönemi çok iyi bilmeli ve geçmiş dönemlerle karşılaştırmalı, böylece kendilerini ona göre hazırlamalıdırlar.

Müslüman inkılabçılar, geçmiş dönemlerde cereyan eden Hak-batıl mücadelesini bilmeli, kendilerinden önceki davetçilerin metotlarını gözönünde bulundurmalıdırlar. Kendilerinden önce Tevhid mücadelesini sürdüren davetçilerin kendi toplumlarına yalnızca yüce Allah’ın indirdiği kitaplarla gittiklerini ve onların, toplumlarını yalnızca vahiyle uyardıklarını bilmelidir.

İnkılabçı Müslümanlar, kendilerini, Rab’leri tarafından görevlendirilmiş gibi birer müjdeci ve uyarıcı olmalı, sorumluluklarının bilincinde hareket etmeli, yaşantılarını, söz ve hareketlerini Kur’anileştirmeli, Peygamber (as)’ı, en güzel örnek ve önder edinmelidirler.

Müslümanlar, davette izleyecekleri metodu, Kur’an öğretisine ve Peygamberin uygulamasına göre takip etmelidirler. müslüman davetçiler, davet görevlerini yerine getirirlerken, yalnızca yüce Allah’a tevekkül etmeli, Rab’lerinin daima kendileriyle beraber olduğunu unutmamalı ve hiçbir şekilde ve şartta içerisinde yaşadıkları beşeri tağuti düzenlerden çekinmemeli, onlardan korkmamalı, onların belirlediği kanun ve kurallara göre hareket etmemelidirler. Şu bir gerçektir ki, ilahi mesajın en büyük düşmanı, beşeri tağuti sistemler ve onların destekçileri olan geleneksel din anlayışına sahip toplumlardır.

Risalet tarihi, Tevhid mücadelesini ortaya koyan Risalet önderlerinin ve Tevhid erlerinin örnekleri ile doludur. Kur’an, bu güzel örnekleri, her çağda İslâm inkılabını gerçekleştirecek Tevhid erlerine örnek olarak vermekte ve bunların yolundan gidilmesini bildirmektedir.

“Andolsun Allah’ın Rasulünde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya iman eden ve Allah’ı çok anan kimseler için en güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)

“İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır; onlar kavimlerine ‘Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi(n itaat ettiklerinizi) tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah’a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir.’ demişlerdi…” (Mümtehine, 4)

“Musa’da da (örnek alınacak şeyler vardır), onu açık bir delil ile Fir’avn’e göndermiştik.” (Zariyat, 38)

İnkılabçı Müslümanlar, en önceliklerinin Tevhidi esasları insanlara duyurmak olduğunu bilmeli, Sünnetullahın değişmezliğinden hareketle, yaşadıkları çağda da, vahyin belirlediği esaslar dahilinde Tevhidi esasları insanlara duyurmalıdırlar. Yüce Allah (cc), bu esasın değişmezliğini bildirmekte ve sonradan gelenlerin buna tabi olmalarını istemektedir.

“O size, dinden Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi şeriat (hukuk düzeni) yaptı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin, fakat kendilerini çağırdığın (bu) esas, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve iyi niyyetle yöneleni kendisine iletir.” (Şura, 13)

Müslüman davetçiler, birer rahmet elçileri olduklarını bilmeli ve daveti reddeden topluma karşı ilk önce şefkat ve merhametle muamele etmeli, mümkün oldukça onlara acımalı; babanın asi çocuğuna bakışı gibi, topluma merhametle bakmalıdırlar. Toplumun ya da egemen siyasi gücün Rab’lerine isyana devam etmeleri durumunda, Müslüman davetçiler, onların baskı ve zulümlerine aldırış etmeden ve onlardan zerre kadar korkmadan davet görevlerini kesintisiz bir şekilde sürdürmelidirler.

Müslüman davetçiler, toplumu yönlendiren, onu şirk bataklığından hidayet aydınlığına çıkarmaya çalışan kimseler olduklarının bilincinde hareket etmeli, zorluklara karşı hazırlıklı olmalıdırlar. Bu zorlukların başında, Risalet tarihinde birçok örneği görülen musibetler, sıkıntılar, yokluklar, işkence ve baskılar gelmektedir. Müslümanlar, her türlü zorluk ve sıkıntılara, baskı ve işkencelere karşı iman zırhıyla donanmalıdırlar.

Müslüman davetçiler, yaptıkları görev ve taşıdıkları sorumluluğun idraki içerisinde hareket etmeli, toplumu şirk ve küfürden, kültürel ve kronikleşmiş düşünsel kalıntılardan, geleneksel, statikocu din anlayışından arındırdıkalarını, bunun ise oldukça zor olduğunu bilmelidirler. Bütün bu zorluk ve sıkıntılara karşı yalnızca yüce Allah’a dayanmalı, yalnızca O’na güvenmeli ve yalnızca O’nu otorite kabul etmelidirler.

Yüce Allah (cc), insanların içerisinde bulundukları şirk ve küfür durumu değiştirecek elçilerini insanlara göndermeden önce onları, fikri planda yetiştirmiş, psikolojik ve fiziksel olarak olgunlaştırmış, taşıyacakları sorumluluk ve görev konusunda, neler yapacakları, nelerle karşılaşacakları konusunda bilgilendirmiştir.

Tarihsel süreçte, egemen zorba diktatörlere, azgın müşrik ve kâfirlere karşı Tevhidi esasları ortaya koyarak bir inkılab gerçekleştiren Risalet önderi rasuller ve onların izlerini takip eden Tevhid erleri, Rab’lerinin kendilerine bildirdiği esaslara harfi harfine uyarak görevlerini yapmışlardır.

Kur’an’da, ilk sureden başlanarak, Müslüman davetçilerin, Tevhidi esasları nasıl ortaya koyacakları, tebliğden önce ve tebliğ sırasında neler yapacakları kendilerine bildirilmiş, bildirilen esaslara kesinlikle uymaları istenmiş ve Kur’an onları, Risalet önderlerinden örnekler vererek davete hazırlamıştır.

Müslüman davetçiler, insanlara Tevhidi esasları anlatmadan önce, kalpleri tam mutmain olmalı, konuşma yeteneklerini geliştirmeli, Kur’ani bilgi ile donanmalıdırlar ki, insanların sordukları sorulara açık ve net cevap verebilsinler, sorular, tepkiler ve baskılar karşısında bunalıma girmesinler.

Müslüman davetçiler, kendilerinde özgüven duygusu tam oluştuktan sonra davet görevlerine başlamalı ve hiçbir şekilde kendilerini gizlememeli, Tevhidi esasları açık ve net bir şekilde ortaya koymalıdırlar. Müslüman davetçiler için burada çok önemli olan husus, vahyi esaslardan başka bir şey söylememeleri ve ilahi mesajı olduğu gibi ortaya koymaları, insanları Rabb’leriyle baş başa bırakmalıdırlar.

Müslüman davetçiler, davete başlamadan önce bedeni ve fikri olarak davetin tüm zorluklarına karşı hazırlıklı olmalıdırlar. Bu öyle bir hazırlanma olmalı ki, bedeni her türlü çile, sıkıntı ve eziyete, açlık ve sefalete, zindana ve asılmaya; psikolojik olarak her türlü alay ve hakarete, iftira ve karalamaya tahammül edebilecek, gerekirse ölüme bile sevinerek gidebilecek şekilde bir hazırlanma olmalıdır.

Müslüman davetçiler, bedeni ve psikolojik her türlü zorluğun üstesinden ancak iman ettikleri davaya ve bu davanın temel esası olan Tevhidi ilkelere sarılarak gelebileceklerini ve bu sayılan zorlukları ancak o şekilde aşabileceklerine gönülden inanmalıdırlar. Bunun yolu ise, sağlıklı bir Kur’an eğitimidir.

Kur’an eğitimi öyle yapılmalıdır ki, düşünce sisteminde kronikleşmiş materyalist kalıntılardan bir tek leke kalmayacak şekilde temizlensin, sözlere bulaşan argo ve avami ifadeler atılsın, söz berraklaşıp güzelleşsin, davranışlardaki bozukluklar, çarpıklıklar düzelsin, yüce Allah’ın rızasına uygun hale gelsin.

Öyle bir Kur’an eğitimi ki, kalbi saran korkular, sevgiler atılsın, kalp yalnızca yüce Allah’a tahsis edilsin, O’nun sevgisi ve korkusu kalbin her hücresini sarsın. Öyle bir Kur’an eğitimi yapılmalı ki, insana yön veren heva ve hevesin yerini akıl, şirkin yerini iman, duygusallığın yerini Kur’ani hükümler, sapıklık ve dalaletin yerini hidayet ve rahmet alsın. Müslümanlar, sevgilerinde de nefretlerinde de, kızgınlık ve sakinliklerinde de hep sorumluluğunu yüklendikleri mesajın belirlediği ölçülere uygun hareket ederler.

Sorumluluk duygusu ile hareket insanı olgunlaştırır, görevinin bilincine ulaştırır ve tutarlı hareket etmesini sağlar. Kur’an, Müslüman şahsiyetlere sorumluluklarını hatırlattıktan sonra onların olgunlaşmalarını sağlayacak durumları gösterir ve onları görev bilinci ile donattıktan sonra tutarlı ve emin adımlarla hareket etmelerini sağlar. Olgun bir kişiliğe, sağlam bir karaktere sahip olmayan kimseler, İslâmi mesajı yüklenemeyecekleri gibi bunlar, İslâmi harekete zararlı ve ayak bağıdırlar.

İslâmi harekette metot, davanın olmazsa olmaz parçasıdır; bu nedenle yüce Allah (cc), kullarına ilahi mesajın sorumluluğunu yüklenen Müslüman davetçilere, takip edecekleri metodu ve bu metot içerisinde tutum ve davranışlarını nasıl kontrol edeceklerini de bildirmiştir. Böylece sorumluluk yüklenen Müslüman şahsiyetler, metodun ilahi olduğunun bilinci ile hareket ederler ve ilahi mesajı ortaya koyarlarken hiçbir şekilde duygularıyla ya da tağuti sistemlerin kanun ve kuralları ile hareket etmezler.

Müslüman şahsiyetler, taşıdıkları mesajın ruhuna uygun bir kişilik ve kimlik kuşanmalıdırlar. Onların toplum içerisinde hem dostları, hem de karşıt muhatapları yanında belli bir misyonları olmalıdır. Müslüman davetçiler, hiçbir şekilde ve şartta kendi bireysel kişiliklerini ve kimliklerini sorumluluğunu yüklendikleri ilahi mesajın önüne geçirmemelidirler.

Davet görevi, ağır bir sorumluluktur; bu sorumluluğun hakkıyla ifa edilebilmesi çok büyük mücadele, uğraşı ister. Bu mücadelede zorluk, sıkıntı, hakaret, karalama, acı, işkence, eziyet, zindan ve şehadet vardır. Buna talip olacak kimseler, bütün bu sayılanları göze alıp daveti öyle üstlenmelidirler. Ancak bunun karşılığında yüce Allah’ın rızası, hoşnutluğu ve cennet vardır.

Müslüman davetçiler için en önemli ve öncelikli husus, Rab’lerine kesin bir şekilde iman edip güvenmeleridir. Bu güven kalblerinde tam yerleşmedikçe Müslüman davetçiler, davet görevine talip olmamalıdırlar. Çünkü, fikri planda ve ameli olarak yeterince olgunlaşmayan kimseler, karşılaştıkları zorluk ve sıkıntılara tahammül edemeyecekler ve belli bir noktadan sonra geri döneceklerdir. Bu ise onlara, Rab’leri indinde ağır sorumluluklar getirecektir.

 “Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.” (Müzzemmil, 5)

Yüklenen sözün ağırlığı, bizzat sözün kendisi değil onun insanlara ulaştırılmasında karşılaşılacak sorunlardır. Çünkü yüklenen söz, hidayet olan, aydınlığa ve rahmete ulaştıran bir sözdür. İnsanı, karanlıklardan aydınlığa çıkaran, onu rahmete ulaştıran, insanın kalbine şifa, bedene huzur ve mutluluk veren bir sözün bizatihi ağır olması elbette mümkün değildir. Buradaki ağırlık, bu sözün ulaştırılacağı kişilerin gösterecekleri tepkilerdir. Nitekim yüce Allah (cc) bu konuda şöyle buyuruyor.

“Sana indirilen bir Kitaptır; onunla uyarman ve insanlara öğüt (vermen) hususunda göğsünde bir sıkıntı olmasın ve iman edenler için bir öğüttür.” (A’raf, 2)

Cahil ve inançsız insanlara bir şey anlatmak, özellikle de onu kabul etmesini sağlamak oldukça zordur. Bunlar, en kaba, en acımasız bir şekilde hakaret eder, en ağır sözleri söyler ve vahşi bir şekilde saldırırlar. Bu nedenle de davetçiler, çoğu zaman bir sözü karşılarındakilere anlatmakta sıkıntı çekerler. Bu sıkıntılar kimi zaman bedeni, kimi zaman ise psikolojiktir.

Hiçbir dava, hiçbir düşünce, oturulduğu yerden insanlara ulaşmaz, toplum tarafından kabul görmez. İlahi mesajın taşıyıcıları olan Müslümanlar, sürekli mücadele azmi içerisinde olmalı, mücadele yapmalıdır. Tevhidi mücadele veren Müslümanlar, cesur, atik, fedakâr ve mücadeleci bir ruh yapısına sahip olmalıdırlar. Rahatına düşkün, tembel, pısırık, korkak, kişiliği olgunlaşmamış şahsiyetsiz kimseler ilahi mesajı taşıyamazlar. Çünkü Tevhidi esasları insanlara ulaştırma sorumluluğu ağır bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu da ancak buna hazır olanlar taşırlar.

“Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, ondan korktular; onu insan yüklendi; doğrusu o, çok zâlim, çok câhildir.” (Ahzab, 72)

“Biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, Allah korkusundan onu, baş eğmiş, çatlamış, yarılmış görürdün. Bu misâlleri, düşünmeleri için insanlara anlatıyoruz.” (Haşr, 21)

Kur’ani sorumluluk ağır bir sorumluluk olmakla beraber, mükâfatı da o oranda değerli ve büyüktür. Kur’ani sorumluluktan kaçınmak, çok değerli ve büyük mükâfattan kaçınmak anlamına geleceğinden dolayı bu durumda insan kendisine zulmetmiş olacaktır. Kur’ani sorumluluktan kaçınan kimse, cahil ve nankördür. Çünkü verilecek büyük mükâfatı anlamayacak kadar cahil ve bunun değerini bilmeyecek kadar nankördür.

Vahyi bilince ulaşan Müslümanlar, Rab’lerinin kendilerine lütfettiği bu ağır sorumluluğu yüklenerek vaat edilen büyük mükâfatı elde etmek için çalışmalıdırlar. Bunun için onlar, her türlü sıkıntı ve zorluğu göze alarak hareket ederler.

Tevhidi esasları, insanlara duyurarak onları, yüce Allah’ın Uluhiyet ve Rububiyetini kabul etmeye davet eden inkılabçı Müslümanlar, hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkup çekinmeden hareket etmeli, rızkın, yüce Allah’ın elinde bulunduğunu, O’nun izni olmadan bir saniye önce ya da sonra ölemeyeceklerini, O dilemedikçe hiçbir hayır ve şer ile karşılaşmayacaklarını kesin bir şekilde bilmelidirler.

Unutulmasın ki, Kâinatın sahibi yüce Allah’tır ve her şey O’nun kontrolündedir. Bu nedenle tağuti sistemlerden hiçbir şekilde çekinilmemeli, gizlenmek ve taktik adı altında zilleti kabul ederek onların izni ile kurulan şirk ve küfür yuvası vakıflara gidilmemelidir. Müslümanlar, bütün güç ve kuvvetin, yüce Allah’ta olduğunu, O’nun kendilerine yardım edeceğini bilmelidirler. Yüce Allah (cc), kendi dinine yardım edenlere yardım edeceğini vadediyor.

“Eğer siz o(Hak elçisi)ne yardım etmezseniz, iyi bilin ki, Allah ona yardım etmişti: Hani yalnız iki kişiden biri olduğu halde, kâfirler, kendisini (Mekke’den) çıkardıkları sırada ikisi mağarada iken arkadaşına ‘Üzülme, Allâh bizimle beraberdir!’ diyordu. Allah onun üzerine sekinetini indirdi ve onu, sizin görmediğiniz askerlerle destekledi; inanmayanların sözünü alçattı. Yüce olan, yalnız Allah’ın sözüdür. Allah üstündür, hakimdir.” (Tevbe, 40)

Müslümanlar, yüce Allah’ın kendileriyle olduğu bilinciyle imani, psikolojik ve fiziksel olarak kendilerinde belli bir güven duyduktan sonra, en yakınlarından başlayarak Tevhidi esasları anlatmaya başlamalıdırlar. Unutulmasın ki, Risalet tarihinde inkılabi bir harekete kalkan tüm elçiler, bunun için en yakınlarından başlamışlar ve suya atılan taşın oluşturduğu haleler gibi giderek dışa doğru açılmışlardır. Günümüz inkılabçı Müslümanların da yapmaları gereken şey, kendilerinden önce geçenlerin yolunu takip etmeleridir. Sonuç, yüce Allah’ın takdir ettiğinden başka olmayacaktır.

Selam olsun inkılabi bir harekete gönül veren ve bu uğurda hayatlarını ortaya koyan Tevhid erlerine!

Ramazan Yılmaz: 2014.01.11