Hz. Yusuf (as)

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

En zor dönemlerinde, en sıkıntılı anlarında, zindanda ve sarayda Tevhidi ortaya koyan, zindan arkadaşlarına, tek İlah’ın tek hüküm koyucunun yalnızca yüce Allah (cc) olduğunu söyleyen, kardeşleri ile ilişkilerinde Tevhid dini üzerinde bulunan babasının şeriatına göre hareket eden ve kendisi de bir Tevhid Peygamberi olan Hz. Yusuf (as)’ı, kendilerinin içerisinde bulundukları küfür ve şirki perdelemek için, tağuta hizmet etmekle suçlayan Tevhidi imandan mahrum kişilere verilen en güzel cevap Hz. Yusuf (as) kıssası!

Kur’an’da, kıssaların en güzeli olarak mü’minlere bildirilen Hz. Yusuf (as)’ın kıssasında mü’ninlerin alacakları birçok ders bulunmaktadır. Bu derslerin en önemlisi, herhalûkârda ve bulunulan her yerde Tevhidi esasları anlatmak, her konu ve durumda Hakka müracaat etmek ve Hakkın belirlediği ölçüler içerisinde yaşamaktır.

Mısır’a Allah’ın lütuf ve keremiyle yerleşen Hz. Yusuf (as), tam erginlik çağına erişince kendisine yüce Allah (cc) tarafından hüküm ve ilim verilmiştir.

"Onu satın alan Mısır’lı (hazine bakanı Kıtfir), karısı(Zeliha’y)a: ‘Ona iyi bak, belki bize yararı dokunur ya da onu evlâd ediniriz!’ dedi. Böylece biz Yûsuf’a o yerde güzel bir imkân verdik ki ona düşlerin yorumunu öğretelim. Allah, buyruğunu yerine getirendir, ama insanların çoğu bilmezler.

Güç ve kuvvetine kavuşunca ona hüküm ve ilim verdik. İşte biz, güzel hareket edenleri böyle mükafatlandırırız." (Yusuf, 21-22)

Hz. Yusuf (as), yüce Allah’ın lütuf ve keremiyle Mısır’a yerleştirildiği ve sürekli Rabb’inin kontrolünde olduğu halde, günümüzde bazı kimseler tarafından istismar edilmekte ve adeta Allah Rasulünü, küfre hizmet etmiş gibi empoze etmektedirler. Bunlar, beşeri tağuti sistem içerisindeki küfür ve şirk faaliyetlerini, Hz. Yusuf (as)’ı kullanarak perdelemeye çalışmaktadırlar.

Hz. Yusuf (as), bütün davranılarında, Rabb’inin kendisine bildirdiği ölçüler içerisinde hareket etmiştir. O, Mısır Azizi’nin evinde köle iken de, zindanda iken de, Mısır’a sultanı ile konuşurken ve sultan olurken de hiçbir zaman ve hiçbir şekilde Rabb’inin bildirdiği esaslardan ayrılmamıştır.

Hz. Yusuf (as)’ın örnekliğini esas alan mü’minler, nerede bulurlarsa bulunsunlar, ister özgür, ister esir, ister tutuklu olarak zindanda, ister serbest, ister en ağır şartlar altında olsunlar, ister işçi, isterse de en yüksek makamlarda olsunlar, her halükârda Allah’ın hükümlerini yaşamaları ve anlatmaları gerektiğini bilirler ve Hakkın ortaya konulması uğruna gerekirse zindanlara bile girerler.

Hz. Yusuf (as), karşılaştığı her konu ve durumda, en zor şartlarda vahyi ölçüyü gözönünde bulundurmuştur. O, her olay ve olguyu vahiy doğrultusunda değerlendirmiş, şeytan ve taraftarlarının onu saptırmaya yönelik çalışmalarından yüce Allah’a sığınarak ve O’nun kendisine bildirdiği şekilde hareket ederek kurtulmaya çalışmıştır.

"Yusuf’un evinde kaldığı kadın onun nefsinden murad almak istedi ve kapıları kilitleyip ‘Haydi gelsene’ dedi. (Yusuf): ‘Allah’a sığınırım, efendim bana güzel baktı zalimler iflah olmaz’ dedi" (Yusuf 23)

Hz. Yusuf (as), yüce Allah’ın kendisi için belirlediği yolun, diğer adıyla metodun dışına çıkmanın zulüm olduğunu, zalimin ise iflah olamayacağını biliyordu. Hakkın emrettiği ölçülerin dışına taşanların zalimler olduklarının şuurunda olan Hz. Yusuf (as) başkasının hakkına el uzatmanın, emanete ihanet etmenin zindana atılmaktan daha kötü olduğunu biliyor ve bu yüzden de zindana atılmayı, Allah’ın emirleri dışına çıkmaktan daha hayırlı görüyordu.

"(Kadın) dedi ki: ‘İşte siz beni bunun için kınammıştınız; andolsun ben kendisinden murâd almak isterdim de o iffetinden ötürü reddetti; ama kendisine emrettiğimi yapmazsa, elbette zindana atılacak ve alçalanlardan olacak.

‘(Yusuf): ‘Rabbim, bana göre zindan, bunların beni davet ettiği şeyden iyidir; eğer onların düzenini benden savmazsan onlara meylederim ve cahillerden olurum’ dedi." (Yusuf 32-33)

Hz. Yusuf (a.s), cahili bir hayat ya da cahillerin ortaya koydukları metod doğrultusunda yaşayıp rahat etmektense, yüce Allah’ın ortaya koyduğu ölçülere göre yaşayıp sıkıntı çekmeyi yeğliyordu. Bu nedenle kendisini davet eden kadının isteğini, zindana girme pahasına reddetmiştir.

Her zaman ve mekânda davet görevini sürdüren Hz. Yusuf (as), zindanda da bu görevini sürdürmüş, zindan arkadaşlarına, Tevhidi esasları anlatmış, cahili sistemlerin ortaya koydukları hükümlerin, insanlar için ancak huzursuzluk ve güvensizlik ortamı doğuracağını, yüce Allah’ın ortaya koyduğu nizamın daha iyi olduğunu, kendisinin bu yüce nizama teslim olduğunu anlatarak hakkı her yerde duyurmuştur.

“Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum; bizim, herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmağa hakkımız yoktur; bu (Tevhid), bize ve bütün insanlara Allah’ın bir lutfudur, ama insanların çoğu şükretmezler.

Ey benim zindan arkadaşlarım, çeşitli ilahlar mı iyi, yoksa herşeyi (hükmü altında tutan) kahredici tek Allah mı? Siz, O’nu bırakıp ancak sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere tapıyorsunuz. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm, yalnız Allah’ındır. O, yalnız kendisine tapmanızı buyurmuştur; işte doğru din budur, ama insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 38-40)

Tevhidi esasların, her durum ve ortamda duyurulması gerekir. Tevhidi esasların insanlara duyurulmasında mü’minleri, hiçbir engel durduramaz. Bu nedenle Hz. Yusuf (as), insanlar üzerine hüküm koymanın ve hakimiyetin yalnızca yüce Allah’a ait olduğunu, O’nun, hakkında hiçbir delil indirmediği beşeri sistemlerin, hiçbir şey ifade etmeyen sistemler olduklarını, açık bir şekilde zindan arkadaşlarına anlatmıştır.

Davetçiler güvenilir kimseler olmalıdır

İnsanlara Tevhidi esasları ulaştıran davetçilerin, güvenilir olmaları gerekir. Bu nedenle Hz. Yusuf (as), kendisini zindandan çıkarıp önemli bir makama getirecek olan Kralın teklifini hemen kabul etmemiş, öncelikle üzerine atılan iftiranın kaldırılmasını istemiştir.

“Kral: ‘Onu bana getirin’ dedi. Elçi, yanına gelince Yusuf: ‘Efendine dön de ona sor, ellerini kesen o kadınların maksadı neydi? Şüphesiz Rabbim, onların tuzaklarını biliyor’ dedi. (Kral, kadınlara): ‘Yusuf’un nefsinden murad almak istediğiniz zaman durumunuz neydi?’ dedi; dediler ki: ‘Hâşâ, Allah için biz onda hiçbir kötülük görmedik’ Aziz’in karısı da: ‘İşte şimdi hak yerini buldu, ben onun nefsinden murâd almak istemiştim, o tamamen doğrulardandır’ dedi.

(Yûsuf) benim, arkadan kendisine hainlik etmediğimi ve Allah’ın, hainlerin tuzağını başarıya ulaştırmayacağını bilsin.” (Yusuf, 50-52)

Hz. Yusuf (as), gerçeğin ortaya çıkarılması, güvenilir ve emin bir insan olduğunun bilinmesi için, özgürlüğünü feda ederek zindanda kalmaya devam etmiş, ancak gerçekler ortaya çıktıktan sonra kralın davetine icabet etmiştir. O, kendisine verilen makam ve mevkiyi de ancak Rabb’ini razı edici bir araç olarak görmüş ve ancak O’nun izniyle kabul etmiştir.

“Kral onu bana getirin onu kendime özel (danışman) yapayım!’ dedi. Kendisiyle konuşunca: ‘sen artık bugün yanımızda mevki sahibi güvenilirsin’ dedi.” (Yusuf, 54)

Kral ile konuşup kendisini tanıtan, kralın huzurunda doğruluğunu, dürüstlüğünü ve davet görevini yerine getiren Hz. Yusuf (as), bu makama güzel davranışlarının, ahlâki olgunluğunun, yüce Allah’a olan teslimiyet ve bağlılığının sonucunda gelmistir. En önemlisi de yüce Allah bizzat kendisi, Hz. Yusuf (as)’a iktidarı vermiştir.

Hz. Yusuf (as), hile, yalan ve dolanla, takkiye yaparak, iki şahsiyetli bir kişilik takınarak o makama gelmemiştir. Aksine o, net bir İslâmi kişilik takınmış, tebliğ görevini de yerine getirerek bu makamı elde etmiştir.

“(Yusuf): ‘Beni ülkenin hazineleri üstüne bakan yap, çünkü ben iyi korur, iyi bilirim.’ dedi.” (Yusuf, 55)

Hz. Yusuf (as), yalnız Maliye (Hazine) bakanlığını değil, kralın ölmesiyle tüm iktidarı ele geçirmiştir ve onun iktidara gelişi, yüce Allah’ın izniyle olmuştur. Şu Kur’ani bir gerçektir ki, yüce Allah (cc), bir insana beşeri konularla hükmetsin, kendi hükümlerini bir kenara bıraksın diye iktidar vermez.

"Biz, böylece Yusuf’a o ülkede iktidar verdik; orada dilediği yerde konaklardı. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi ulaştırırız, güzel davranışların ecrini zayi etmeyiz” (Yusuf 56)

Hz. Yusuf (as), iktidar olur olmaz, daha önce getirdiği teklifler doğrultusunda hareket ederek Allah’ın hükmü ile hükmetmiş ve bunlardan, hiçbir şekilde taviz vermemiştir. O, dilediği şekilde hareket ediyor, kendisini iktidara getiren Rabb’ini razı etmeye çalışmıştır.

İktidara gelişinde de, iktidarda da İslâmi kişiliğini ortaya koyan Hz. Yusuf (as), iktidarda ancak yüce Allah’ın hükmü ile hükmetmiştir. Burada şu akla gelebilir; ona Kral görevi vermiş ve Hz. Yusuf (as) da, Kralın emriyle bu görevi kabul etmiştir. Bu yanlış bir kanaattir; zira dikkat edilirse, Kral onu çağırmasına rağmen Hz. Yusuf (as), çağrısına hemen icabet etmemiş, gelen elçiye davete icabet etmeyiş nedenini anlattıktan sonra: ‘Şüphesiz benim Rabbim, onların tuzaklarını bilir, hainlerin tuzağını Allah’ın başarıya ulaştırmayacağını bilsin ve ben nefsimi temize çıkarmam’ diyerek kendisinin kim olduğunu, Yüce Allah’ın Uluhiyet ve Rububiyetini, kralın gönderdiği elçilere söyleyerek geri göndermişti. Elçiler de, Hz. Yusuf (as)’ın söylediklerini olduğu gibi Krala söylemişlerdir ki, elçilik yapmak bunu böyle yapmayı gerektiriyor.

Tevhidi esaslar, hiçbir gerekçe ile gizlenmez

Hz. Yusuf (as), gerek zindanda arkadaşlarına, gerekse Kralın kendisine gönderdiği elçilere, sürekli olarak yüce Allah’ın, Uluhiyet ve Rububiyetini anlatmış, hüküm koyma hakkının yalnızca yüce Allah’ın hakkı olduğunu söylemiştir. Doğal olarak da elçi, Kral’a, Hz. Yusuf (as)’ın söylediklerini nakletmiş ve Kral, onu, yüce Allah’a iman eden ve bu konuda hassas olan birisi olduğunu bilmiştir. Hz. Yusuf (as), her yerde yüce Allah’a davetini sürdürmüş ve hiçbir nedenle davetini gizlememiş, Tevhidi esasları, her vesile ile duyurmuştur.

Kral, Hz Yusuf (a.s) hakkında bilgi aldıktan ve onun kim olduğunu duyduktan sonra kendisine getirmelerini ve özel (danışman) yapacağını söylemiştir. Hz. Yusuf (as), Kralla konuşunca Kral, Hz. Yusuf (as)’ı daha yakından tanımış, kimliği konusunda net bir bilgiye sahip oluyor ve ona; “Sen artık bugün yanımızda mevki sahibi, güvenilirsin” demiştir.

Şu bir gerçektir ki, bir risalet önderi peygamber, belli bazı menfaatler elde etmek için Hakkı gizlemez, gizleyemez. Aksi halde, Hakkı gizlemesi halinde yüce Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilir, azabı kat kat olur. Nitekim bu konuda yüce Allah (cc), Hz. Muhammed (as)’a tehdit dolu bir uyarıda bulunuyor.

“Onlar, az daha seni, sana vahyettiğimizden ayırarak ondan başkasını üstümüze atman için kandıracaklardı; işte o zaman seni dost edinirlerdi; eğer Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, onlara bir parça yanaşacaktın, o takdirde sana hayatın da, ölümün de kat kat(azap)ını taddırırdık, sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.” (İsra, 73-75)

“Eğer o, bazı laflar uydurup bize iftira etseydi, elbette onun sağını alırdık, sonra onun can damarını keserdik, sizden hiç kimse buna engel olamazdı.” (Hakka, 44-47)

Hz. Yusuf (as), Kralla konuşunca, gerek zindan arkadaşlarına gerekse Kralın elçisine söylediği gibi, hakkı söylemiş ve Rabb’inin nimetini hatırlatmıştır, çünkü Risalet önderlerinin yapması gereken bundan başka bir şey olamaz.

Olayın bir başka ve önemli yönüde şudur; Mısır halkında Allah inancı çok yoğun bir şekilde hissedildiği, yüce Allah’a iman ettikleri gerçeği aşağıdaki örnekliklerden anlaşılmaktadır.

Mısır azizi, hanımının suçlu olduğunu görünce "Sen de günahının bağışlanmasını dile, çünkü sen günahkârlardan oldun" (12/29) diyerek hanımının tevbe etmesini istemesi;

Şehirde bir takım kadınların azizin hanımı için, “Biz onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz" demeleri ve Mısır Azizinin hanımının şehirdeki kadınlara haber göndererek Hz. Yusuf (as)’ı onların karşısına çıkarınca kadınların diyerek hayretler içinde: “Allah için hâşâ bu, insan değildir; bu ancak güzel bir melektir." (12/31) ifadeleri;

Kralın, Hz. Yusuf (as)’ın durumunu kadınlara sorması üzerine kadınların: "Hâşâ, Allah için ondan hiç bir kötülük görmedik." (12/51) sözleri de Mısırlıların ve özellikle Kral çevresinin, yüce Allah’ın emirleri konusunda ve günah hususunda çok hassas olduklarını göstermektedir. Mısır halkı ve Kralları, her ne kadar belli şirkleri de işliyorlarsa da bu şirkleri, yüce Allah’a, açıkça bir isyan şeklinde değil, gizli şirk halinde olduğu, surenin bütünlüğünden anlaşılmaktadır.

Hz. Yusuf (as)’ın, içinde yaşadığı Mısır’daki sistem, yüce Allah’ın hükmünü yeryüzünden kaldıran, ona düşman olan bugünkü Tağuti küfür sistemi gibi bir sistem olmayıp Osmanlı devletinden biraz daha iyi ve İslâmi; ancak idarecileri birçok konuda kendi hevalarına göre hareket eden bir devlet olduğu anlaşılmaktadır.

"Siz, O’nu bırakıp ancak sizin ve atalarınızın taptığı bir takım isimlere itaat ediyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiç bir delil indirmemiştir; hüküm yalnız Allah’ındır. O. yalnız kendisine itaat etmenizi emretmiştir. İşte doğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler." (Yusuf, 40)

Zindan arkadaşlarına, hükmün, yüce Allah’a ait olduğunu, O’ndan başka tapınılanların boş ve batıl olduklarını ifade eden bir allah Rasulünün, bu söylediklerine rağmen kendisinin Mısır’ın kanunlarına itaat etmesi ve onlarla hükmetmesi mümkün değildir. Hz. Yusuf (as) iktidara gelir gelmez "Allah’ın hükmüyle hükmettiği" (12/56), iktidarda bulunduğu sure boyunca da Allah’ın hükümleri ile hükmettiği ve kraldan kalan kanunlarla hükmetmediği ayetlerden anlaşılmaktadır.

“(Kardeşleri), Yusuf’un yanına girince, (Yusuf, öz) kardeşi(Bünyami)n’i yanına aldı ve: ‘Ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme’ dedi.

Onların yüklerini hazırlatırken su tasını (öz) kardeşinin yükünün içine koydu, sonra bir ünleyici şöyle seslendi: ‘Ey kervan, siz hırsızlarsınız!’ Bunlara döndüler: ‘Ne kaybettiniz? dediler. Dediler ki: ‘Kralın su tasını kaybettik, onu getirene bir deve yükü (mükâfat) var, ben buna kefilim.” (Yusuf, 69-72)

“(Yûsuf’un adamları): "Peki, ya yalancı çıkarsanız o(hırsızlık ede)nin cezası nedir?’ dediler, Cezası, (tas) kimin yükünde bulunursa işte o, onun karşılığıdır. (Hırsızlığına karşılık kendisine el konur). Biz haksızları böyle cezâlandırırız! dediler.

Bunun üzerine (Yusuf), kardeşinin yükünden önce ötekilerin yüklerini aramağa başladı; sonra tası kardeşinin yükünden çıkardı; işte Yusuf’a böyle bir çare öğrettik; yoksa kralın dini(kanunu)na göre kardeşini alamazdı, meğer Allah dilemiş olsun. (Biz) dilediğimizi derecelerle yükseltiriz, her bilgi sâhibinin üstünde daha bir bilen vardır.” (Yusuf, 74-76)

Ayetlerden de açıkça anlaşıldığı üzere Hz. Yusuf (as), idareyi elinde bulundurduğu süre içerisinde Allah’ın hükmünden başka bir hükümle hükmetmemiştir; bu, zaten ona yakışmaz da. O, karşısına çıkan problemlerin çözümünü yüce Allah’ın hük¬müne göre yapmıştır.

Hz. Yusuf (as)’ın kıssası ile ilgili değerlendirme

Kur’an’ı Kerim, diğer Risalet önderlerinin mücadelelerini verirken bu mücadelelerin, ancak bir kesidini bize bildirdiği gibi, Hz. Yusuf (as)’ın da mücadelesinin bir kesidini bize bildirmiştir. Tıpkı Hz. Nuh (as)’ın, 950 sene süre mücadelesinin çok sınırlı bir kısmının bize aktarılması gibi Hz. Yusuf (as)’ın da mücadelesinin birkaç bölümü bize aktarılmıştır.

Hz. Yusuf (as)’ın bütün mücadelesinin, verilen kesit kadar olduğu söylenemez. Aynı şekilde, “Kur’an’da verilen kesitte Hz. Yusuf (as), Allah’ın emrine göre, diğer zamanlarda Mısır azizinin kanunlarına göre hükmetmiştir” gibi çirkin bir iddiayı öne sürmek de hem boş bir iddia, hem yüce Allah’a ve Hz. Yusuf (as)’a büyük bir iftiradır.

Dünyada da ahirette de Allah’ı yar edinen bir kişi olan Hz. Yusuf (as), müşrik bir Kralın kanununa göre hareket etmesi ,elbette ki bu mümkün değildir. Aksi halde Allah’a eş koşmuş olur ki Hz. Yusuf (as) eş koşmaktan münezzehtir. Hz. Yusuf (as)’ın Kral’ın kanunuyla hükmettiğini iddia etmek ya da düşünmek, Allah dostu bir Rasulünü şirkle itham etmektir ki bu, büyük bir iftiradır.

Yukarıdaki iddiada bulunanlar, Allah Rasulünü iki yüzlülükle suçlamakdırlar. Diğer bir yönüyle de sanki yüce Allah (cc), Hz.Yusuf (as)’ın bu iki yüzlülüğüne (haşa) göz yummuş, ses çıkarmamıştır. Bu iddiada bulunanlar, yüce Allah ‘a ve Rasulüne açıkça savaş açmışlardır. Eğer iddia edildiği gibi Hz. Yusuf (as), bazı işlerde Allah’ın emrine göre, diğer bazı işlerde, (haşa) Mısır kralının emrine göre hareket etmiş olsaydı, yüce Allah (cc), o durumu da bize bildirirdi. Tıpkı Hz. Yunus (as)’ın davet görevini terk etmesini, Hz. İbrahim (as)’ın güneş, ay ve yıldızlarla ilgili gözlemlerini ve ölülerin dirilmesiyle ilgili tatminsizliğini, Hz. Muhammed (as)’a, yaptığı sert uyarılarını bize bildirdiği gibi Hz. Yusuf (as)’ın o durumunu da bildirirdi.

Kur’an’da, bir olayın kısa anlatılması yalnız o olayın vuku bulduğu anlamını taşımaz. Kur’an’da bütün risalet önderlerinin mücadelelerinin belli kesitleri aktarılır. Bu kesitlere bakarak, bu resullerin mücadelelerinin bu kadar olduğu sonucu çıkarılmayacaksa, aynı şekilde Hz. Yusuf (as.)’ın da mücadelesinin burada bildirildiği kadarı İslami hükümlerle, bildirilmeyen diğer kısmı da Mısır Azizinin hükümleriyle hükmettiği sonucunu çıkarılamaz. Böyle bir sonucu çıkarmak, Allah’a ve Hz. Yusuf’a iftira etmek olduğu gibi Yusuf Suresi 6-21-22-56 ve 100. ayetlerine inanmamak veya göz ardı etmektir ki, her iki halin de sonucu inkâr ve ateştir.

Hz. Yusuf (as), bir Risalet önderi olarak, hangi sebeple olursa olsun, yüce Allah’a isyan etmez, bu ona yakışmaz da ve yüce Allah (cc) da, böyle bir duruma izin vermez. İslâmi kişiliğinden zerre kadar taviz vermeden. Allah’ın izniyle iktidara gelen Hz. Yusuf (as) bu makamda da, ancak yüce Allah’ın hükmü ile hükmetmiştir. Başka bir şey düşünmek Kur’an’i gerçekleri gözardı etmek ve Sünnetullahı bilmemektir.

Kur’an’da mücadele örneklikleri verilen Risalet önderlerinin hayatlarına bakıldığında onların, içinde yaşadıkları tağuti sistemlerin, yüce Allah’ın hükmüyle çatışmayan kurallarıyla hareket ettikleri, ticaretlerini ve sosyal ilişkilerini yürüttükleri görülmektedir. Burada söz konusu olan, yüce Allah’ın hükmüne rağmen tağutun hükmüne göre hareketin şirk olduğudur.

Hz. Yusuf (as), kendisine iktidarı verenin yüce Allah (cc) olduğunu ve niçin o göreve getirildiğini biliyor, bunu bildiği için de Rabb’ine yönelerek, Rabb’inden şimdiye kadar hükümlerine teslim olduğu gibi, bundan sonra da teslimiyetini arttırmasını ve Müslüman olarak kendisini öldürmesini istiyordu.

“Rabbim, bana bir parça mülk verdin ve bana rüyaların yorumunu öğrettin; ey göklerin ve yerin yaratıcısı! dünyada da, ahirette de benim yârim sensin! Beni müslüman olarak öldür ve beni iyilere kat!” (Yusuf 101)

Hz. Yusuf (as)’ın kıssasında önemli olan nokta, onun iktidar sahibi olması değil, hayatın her safhasında (kuyu da, köle olarak satıldığında, kadının kendisine sarkıntılık edişinde zindanda ve iktidarda), yüce Allah’a tevekkül etmesi, ye’se düşmemesi, her zaman ve mekânda net bir İslâmi kişilikle yüce Allah’ın emrine göre hareket etmiş olmasıdır.

“Ana-babasını tahtın üstüne çıkardı ve hepsi onun için secdeye kapandılar (önünde eğildiler. Yusuf): ‘Babacığım, işte bu, önceden (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçek yaptı, bana iyilik etti; zira şeytan, benimle kardeşlerim arasına fitne soktuktan sonra O, beni zindandan çıkardı, sizi de çölden getirdi. Gerçekten Rabbim dilediği şeyi çok ince düzenler. O, (her tedbiri) bilen, her şeyi yerli yerince yapandır.” (Yusuf, 100)

Yüce Allah (cc)ın "dilediği şeyi çok ince düzenlediğini ve her şeyi yerli yerine yaptığını" bilmeli, karşılarına çıkan sorunları bu çerçevede değerlendirmelidirler. Allah’a dayanarak ve Kur’an esas alınarak yapılacak çalışmalar Allah’a teslimiyetin ifadesi olacaktır.

Hz. Yusuf (as)’ın kıssasında bir başka önemli husus da, gerek Hz. Yakup (as), gerekSe Hz. Yusuf (as) başlarına gelen üzücü olaylardan dolayı yüce Allah’a tevekkül ettikleri gibi iktidar oluşlarında da, birbirlerine kavuşmalarında da aynı şekilde tevekkül etmeleridir. Her halükârda Rab’lerine şükretmeleri, hayatın her safhasında, en iyi düzenleyenin yüce Allah olduğuna, her şeyin Allah’ın izniyle meydana geldiğine kesin iman etmeleridir.

Dikkat edilecek olursa; yüce: Allah (cc), Hz. Yusuf (as)’ın çocuklukta gördüğü rüyanın sonucunu gösteriyor. Dolayısıyla her şey "çok ince bir düzene" göre yapılıyor. Yüce Allah’ın, her şeyi yerli yerince takdir etmesi sonucu, Hz. Yusuf (as), hayatının belli dönemlerinde şekillerde deneniyor ve her denemesinde Allah’ın rızasına muvafık bir şekilde hareket ediyor.

Hz. Yusuf (as)’ın hayatı ve mücadelesi için şu söylenebilir. O, çocukluğundan iktidarda bulunduğu zamana kadar her dönemde yüce Allah’ın kontrolu ve gözetimi altındadır. Bu nedenle Hz. Yusuf (as), hiçbir şekilde Rabb’ine şirk koşacak ve kendisini günaha sokacak bir davranışta bulunamaz.

Hz. Yusuf (a.s)’ın Kıssasından Alınacak Dersler

Hz. Yusuf (as)’ın kıssası, davetçiler için bir eğitim belgeselidir; davetçiler, bu surede Hz. Yusuf (as)’ın olgunluğunu, sabrını, yüce Allah’a tevekkülünü yaşayacaklar. Rab’lerine şükürlerini artıracaklardır. Bu en güzel örneklikle davetçi mü’minler, hayatın her safhasında yüce Allah’a ve O’nun hükümlerine bağlılığın hazzını yaşayacaklardır ve Rab’lerinin izniyle, Rıza-i ilahiyeye kavuşacaklardır.

Kıyamete kadar gelecek mü’min davetçiler için en güzel kıssa olarak verilen Hz. Yusuf (as)’ın kısasının hemen başında davetçilerin, çalışmalarında nasıl hareket edeceklerini belirtiyor.

“Hani bir zaman Yûsuf, babasına: "Babacığım demişti, ben (rü’yâda) on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm, bunların bana secde ettiklerini gördüm." demişti. (Babası): "Yavrum, dedi, rü’yânı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytân, insanın apaçık düşmanıdır!” (Yusuf, 4-5)

“Babalarının emrettiği yerden (Mısır’a) girdiler; (ancak) bu, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı. Ama sadece Ya’kûb, içindeki bir dileği söylemişti. O, kendisine öğrettiğimizden ötürü bilgi sâhibi idi (bundan dolayı ‘Allâh’ın takdirinden hiçbir şeyi sizden savamam’ demişti); fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 68)

Tevhidi çalışmalarında mü’minler, hedefledikleri yere varıncaya kadar çalışmalarını gizli tutmalıdırlar. Yani Müslümanlar, fikri ve psikolojik olarak belli bir düzeye gelinceye kadar çalışmalarının aksamaması, tağuti sistemlerin tuzaklarından emin olunması, topukları üzerinden gerisin geriye dönülmemesi için çalışmalarını gizlemelidirler. Aksi halde hüsrana uğrayacaklar, hedefledikleri yere varamadan yarı yolda kalacaklardır.

Çalışmalarını, Rab’lerinin hükümlerine göre yürütenlere, beşeri küfür sistemlerin kurallarına uymayanlara, hissi hareket ederek hevalarına tabi olmayanlara Rab’leri yardım edecektir. Tıpkı daha önce de Hz. İbrahim (as)’a ve Hz.İshak (as)’a da, çalışmalarını Rıza-i İlâhiyeye uygun yaptıkları için yardım edip nimetini tamamlamıştı.

“Böyece Rabbin seni seçecek ve sana düşlerin yorumundan bir parça öğretecek, sana ve Yakub soyuna nimetini tamamlayacaktır; nasıl ki daha önce ataların İbrâhim’e ve İshak’a da nimetini tamamlamıştı. Şüphesiz Rabbin, bilendir, hakimdir." (Yusuf, 6)

Hz. Yusuf (as)’ın bu örnekliği, doğruluğun, demokratik küfür sistemlerinde olduğu gibi çoğunlukta olmadığını, çoğunluğu öne sürenlerin yanıldıklarını ortaya koymaktadır. Doğruluğu Hakta görenlerin ise, hakkaniyet ölçülerine uygun hareket etmeleri gerekmektedir; aksi halde haksızlık yapmış olacaklar ya da zulüm ve anarşinin ortaya çıkmasına meydan vereceklerdir. Çoğunluk mantığı, insanların azgınlaşmalarına ve haddi aşmalarına neden olur.

“(Kardeşleri): "Yusuf ve (öz) kardeşi (Bünyamin), babamıza bizden daha sevgilidir, oysa biz bir cemaatiz. Babamız açık bir yanlışlık içindedir; Yusuf’u öldürün, ya da onu bir yere bırakın da babanızın yüzü yalnız size kalsın; ondan sonra da (tevbe eder), iyi bir topluluk olursunuz.’ demişti. İçlerinden bir sözcü: ‘Yusuf’u öldürmeyin, onu kuyunun dibine atın, kervanlardan biri onu (görüp) alsın; eğer yapacaksanız (böyle yapın)’ dedi.” (Yusuf, 8-10)

Mü’minler, Kur’an’i ölçülere uygun hareket etmeyi son¬raya bırakmamalı, okudukları Kur’an’ın gereğini hemen yerine getirmelidirler. Bu kıssa, gerçeği bildikleri halde kötülüklere devam edip "Ondan sonra tevbe eder, iyi bir insan oluruz" demenin yanlışlığını gözler önüne sermektedir. Hz. Yu¬suf u öldürmeyi planlayan Hz, Yakub (as)’ın çocuklarının, daha sonra da tevbe etmedikleri, üstelik Hz. Yusuf (as)’ın yanında Bünyamin’i kötüledikleri ve Hz. Yusuf (as)’a dil uzatmaya devam ettikleri görülmektedir.

“(Yûsuf’un kardeşleri) dediler ki: ‘(Bu) çaldıysa bundan önce kardeşi de çalmıştı.’ Yûsuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı, (içinden): ‘Siz fena bir durumdasınız, Allah, sizin anlattığınızın içyüzünü çok iyi biliyor’ dedi.” (Yusuf, 77)

Emanete ihanet etmenin zulüm olduğunu bildiren bu kıssada, mü’minlerin karşısına çıkan konuyu, Kur’an’i ölçüler içerisinde değerlendirmeleri istenmektedir. "Eğer Rabb’inin doğruyu gösteren delili (burhanı)nı görmeseydi o da onu arzu etmişti" (12/24). Müminler, Kur’ani ölçülere göre hareket ettikleri zaman çözemeyecekleri problemleri kalmayacaktır.

Tevhidi esaslara ve davetçilerin şahıslarına yapılacak saldırılara karşı mü’minler, hissi olarak, saldırganların seviyelerine düşerek hemen cevap vermeye kalkışmamalı, mutlaka Kur’ani ölçüler doğrultusunda hareket etmelidirler. Mü’minler, doğrulukları ve İslâmi davaya sahib oluşları nedeniyle iftiraya uğrayabilirler. Bu durumda dahi metanetlerini elden bırakmamalı, Rab’lerine dönerek O’na sığınmalı, O’ndan yardım dilemelidirler.

“(Kadın) Dedi ki: ‘İşte siz, beni bunun için kınamıştınız; andolsun ben kendisinden murad almak istedim de o, iffetinden ötürü reddetti. Ama kendisine emrettiğimi yapmazsa, elbette zindana atılacak ve alçalanlardan olacaktır! (Yusuf): ‘Rabbim, bana göre zindan, bunların beni çağırdığı şeyden iyidir, eğer onların düzenini benden savmazsan onlara kayarım ve câhillerden olurum.’ dedi. Rabbi onun duasını kabul buyurdu da onların düzenini ondan savdı; şüphesiz O, işitendir, bilendir.” (Yusuf, 32-34)

Sünnetullahtaki davetçilerin durumlarında görüldüğü üzere, ellerindeki bütün sağlam delillere rağmen davetçilerin başına umulmadık zorluklar, felâketler gelebilir. Bu durumda yapılacak yegâne şey yüce Allah’a sığınıp Kur’ani hükümler doğrultusunda hareket etmektir.

“Sonra (aziz ve adamları, Yusuf’un masumluğu hakkındaki) bu delilleri gördükleri halde yine onu bir süre zindana atmaları kendilerine uygun geldi.” (Yusuf, 35)

Mü’minler, her zaman ve zeminde davet görevini yerine getirmeli, ne söylemek istediklerini ve ne istediklerini açıkça ifade etmelidirler. Mü’minler, söylemek istedikleri şeyleri, muhataplarının anlayacağı bir dilde açıkça söylemeli, Kur’an da ifadesi bulunmayan ve hakkında hiç bir delil olmayan düşünce ve metodlan reddetmeli, Hakimiyetin kayıtsız şartsız yüce Allah’a ait olduğu gerçeğini net bir uslubla ortaya koymalıdır ve Hakimiyetin yalnızca yüce Allah’a ait olduğu ifadesinin "Lailahe illallah” olduğunu ve bunun anlamının, hükmün yalnızca yüce Allah’a ait bulunduğunu açık ifadelerle topluma anlatmalıdırlar.

“Ey benim zindan arkadaşlarım, çeşitli ilahlar mı iyi, yoksa herşeyi (hükmü altında tutan) kahredici tek Allah mı? Siz, O’nu bırakıp ancak sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere tapıyorsunuz. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir; Hüküm, yalnız Allah’ındır. O, yalnız kendisine tapmanızı buyurmuştur; işte doğru din budur, ama insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 39-40)

Mü’minler, kendilerine zulmedenler bile olsalar, zor durumda kalmış insanlara yardım etmenin mü’min olmanın şiarı olduğunu bilmeli, bu durumdaki kimseleri zor durumdan kurtarmak için yardım eli uzatılmalıdırlar. Nasıl ki, Hz. Muhammed (as), Medine’de iken, zorda kalan Mekkeli müşriklere gıda yardımı yapmışsa, davetçiler de; düşmanları dahi olsa, zor durumda kalanlara bu tür yardımları, ellerinden geldikçe yapmaktan kaçınmamalıdırlar. Hz. Yusuf (as), zindan arkadaşlarının rüyalarını yorumladığı gibi, kendisini zindana atan Kral’ın rüyasını da yorumlamış, böylece onu büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştır.

“Ey zindan arkadaşlarım, (rüyanıza gelince) biriniz yine efendisine şarap sunacak, diğeri ise asılacak, kuşlar onun başından yiyecek. Sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir. O iki kişiden kurtulacağını sandığı kimseye: ‘Beni efendin(kralın)ın yanında an’ dedi. Fakat şeytan o adama, efendisine söylemeyi unutturdu, (Yûsuf), birkaç yıl (daha) zindanda kaldı. (Yusuf, 41-42)

“Kral dedi ki: ‘Ben, düşümde yedi semiz inek görüyorum, bunları yedi zayıf inek yiyor ve yedi yeşil, yedi de kuru başak (görüyorum). Ey efendiler, eğer siz rüya tabir ediyorsanız bu rüyamın ta’birini bana anlatın. (Yorumcular) dediler ki: ‘Bu, karışık düşlerden ibarettir; biz, karışık düşlerin yorumunu bilmeyiz.

(Zindandaki) İki kişiden kurtulan (adam), uzun bir süre sonra (Yûsuf’u) hatırladı da dedi ki: ‘Ben size onun yorumunu haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin. (Zindana gelerek): ‘Yusuf, ey çok doğru söyleyen, bize şu rüyayı çöz; yedi semiz ineği, yedi zayıf (inek) yiyor ve yedi yeşil, yedi de kuru başak (nedir)? Umarım ki senin yorumunla insanlara dönerim, onlar da bilirler.

(Yûsuf) Dedi ki: ‘Siz, adetiniz üzere yedi yıl (ürün) ekersiniz, biçtiğinizi başağında bırakırsınız, ancak yiyeceğiniz az bir mikdar(ı kullanırsınız); sonra onun ardından yedi kurak (yıl) gelir ki (tohumluk olarak) sakladığınız az miktar dışında, o yıllar için önceden biriktirdiklerinizi yeyip bitirir. Sonra onun ardından bir yıl gelir ki, o yılda insanlara bol yağmur verilir ve insanlar o yıl (bol bol meyva) sıkarlar (hayvan sağarlar).” (Yusuf, 43-49)

Mü’minler, önlerine çıkan fırsatları, hakkaniyet ölçüleri içinde değerlendirmeli, İslâmi ölçülere, Kur’an’i verilere uymayan bütün fırsatları, büyük imkânlar ortaya koysa bile reddetmeli, kabul etmemelidirler. Ancak Allah’ın rızasına uygunsa ve sonuç itibarı ile yüce Allah’ı razı etmeyi sağlayacaksa o halde bu fırsatları değerlendirilmelidir.

Mü’miler, kendilerine büyük vaatlerde bulunanlara, Hakkı anlatmalı, bu vadedilen şeylere, İslâm nokta-i nazarında bir değer ifade ediyorlarsa yaklaşmalıdırlar. Mü’minler, her konu ve durumda gün¬demi kendileri belirlemeli, ondan sonra muhataplarına bu gündemleri doğrultusunda yaklaşmalıdırlar.

Mü’minler, İslâmi kişiliklerine önem vermeli, top¬lum davetçilerde, İslâmi bir kişilik göremezlerse, davetlerine kulak vermezler. Toplum, mü’minlere güvenmeli, kişilikleri konusunda şüpheleri bulunmamalı, onların düşünceleri ve kişilikleri konusunda net bir bilgiye sahib olmalıdır. Hz. Yusuf (as), Kral’ın kendisine yaptığı teklifi hemen kabul etmemiş, öncelikle kendisinin masum olduğunu anlamalarını sağladıktan ve Kral ile konuştuktan sonra kabul etmiştir.

Mü’minler, hiçbir şekilde kin gütmemeli, bağışlamasını bilmeli, ken¬dilerine kötülük yapanlara karşı, tevbe etmeleri halinde, af yolunu seçmeli, insanların geçmişte yaptıkları hatalarını yüzlerine vurmamalı, verdikleri şeyleri başlarına kakınç yapmamalıdırlar.

“Yusuf’un kardeşleri geldiler, onun yanına girdiler, o onları tanıdı, fakat onlar onu tanımadılar. (Yûsuf) Onların (zahire) yüklerini hazırlatınca: ‘Sizin baba bir kardeşinizi de bana getirin, görüyorsunuz ya ben, ölçüyü tam yapıyorum ve ben konukseverlerin en iyisiyim!’ dedi. (Yusuf, 58-59)

Davette hoşgörü ön planda olmalı, mü’minler, kendilerine karşı yapılanları, davaları ile karıştırmamalıdır. Mü’minler, daha önce düştükleri hataları bir daha tekrarlamamalı, görev verecekleri insanları iyi seçmeli, güvenecekleri insanlarla çalışmalı, planlı, programlı çalışmayı şiar edinmelidir.

“(Yakup) dedi ki: ‘Daha önce kardeşi için size güvendiğim gibi onun için de size güveneyim, öyle mi? En iyi koruyan Allah’tır ve O, merhametlilerin merhametlisidir!" (Yusuf, 64)

“Dedi ki: ‘Oğullarım, (Mısır’a) bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin; ben, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm, yalnız Allah’ındır, ben O’na tevekkül ettim, tevekkül edenler de O’na tevekkül etsinler!" (Yusuf, 67)

Mü’minler, görev verdikleri insanları takip etmeli, buna güçleri yetmediği zaman görev verdiklerinden sağlam söz almalıdırlar.

“(Yakub): ‘Hepiniz kuşatılıp engellenmedikçe siz, onu bana getireceğinize dair Allah adına bana sağlam söz vermeden onu asla sizinle göndermem’ dedi. Ne zaman ki, sözlerini verdiler, (Yakub): ‘Söylediğimize Allah, vekildir’ dedi.” (Yusuf, 66-67)

Mü’minler, her halükarda da yüce Allah’a tevekkül etmeli, O’na hallerini dua ile arz etmelidir. Mü’minler, şeytanın ve onun taraftarları olan tağuti sistemlerin, kendilerinin en büyük düşmanı olduğunu unutmamalıdırlar. Bu nedenle sürekli yüce Allah’ın hükümlerine teslimiyetlerini artırmalıdırlar.

Sonuç olarak

Mü’minler, şeytanın ve taraftarları olan tağuti sistemlerin, mü’minlerin en büyük düşmanı olduğunu unutmamalıdırlar. Bu nedenle tağuta hizmet adı altında İslâmi gerçekleri çarpıtarak kendilerine bir yol aramamalı, tam aksine Hz. Yusuf (as), gibi onurlu bir kişilik kuşanarak hareket etmelidirler.

Hz. Yusuf (as), iflas etmek üzere olan, çökme noktasına bir sistemi diriltmek, ona yeniden işlerlik kazandırmak için çalışmıyor. O, yepyeni bir mesaj, inandığı esaslar doğrultusunda yepyeni bir teklifle Kral’a gidiyor. Bu teklifler; Hz. Yusuf (as)’a, Yüce Allah(cc) tarafından öğretilen rüya tabirlerinden oluşmaktadır ki bunlar, vahiydir. Yani Hz. Yusuf (as), vahiy doğrultusunda, yeni bir nizamı, yeni bir sistemi hayata hakim kılmaya çalışıyor. Kral ise, Hz. Yusuf (as)’ın getirdiği teklifleri olduğu gibi kabul ediyor (12/43-49)

Hz. Yusuf (as)’a, iflas etmek üzere olan ve artık uygulama imkanı bulunmayacak derecede bitme noktasına gelen mali-ekonomik bir yapı teslim ediliyor, hem de özgürce ve kendi düşüncesi doğrultusunda idare etmek şartı ile … Hz. Yusuf (as) da, üstlendiği görevi ancak Allah’ın emirleri doğrultusunda. Hz. Yakup (as)’ın şeriatına göre yerine getiriyor. Bugün tağuti Sistemin belirlediği ölçülere göre hareket edenlerin hangi hareketleri, Hz. Yusuf (as)’ın hareketine uygundur? Ya da Hz. Yusuf (as)’ın hangi mücadelesi bunların çarpık davranışlarına örnek teşkil ediyor?

"… Ey göklerin ve yerin yaratıcısı; dünyada da, ahirette de benim yarim sensin, beni Müslüman olarak öldür ve beni salihlere kat!" (12/101)

İşte, Hz. Yusuf (as)’ın kıssasından çıkarılacak olan ders budur. Bu ders, Mü’min davetçilere Allah yolunda verdikleri mücadelede yol gösterici işaret levhalarından biridir. Davetçiler, kendilerine sunulan bu nimetleri, yollarını aydınlatan birer meşale olarak değerlendirmelidirler. Yoksa bu kıssa, kimi çarpık düşüncelere destek sağlayan bir dayanak, tağutun önünde zillet içinde eğilenlere meşruiyet kazandıran bir örnek değildir.

Selam olsun Hz. Yusuf (as)’a!

 

Kurani Mücahede: 2014-04-14