Hılf’ul Fudul Erdemliler İttifakı

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

Hılf’ul Fudul, (Erdemliler Hareketi) nedir!

Hılf’ul Fudul Erdemliler Hareketi, zulmün ayyuka çıktığı, güçlünün zayıfı ezdiği Mekke Site Devletinde, son Ficar savaşından sonra özellikle yabancı ve korumasız kimselerin mal, can, ırz ve namus güvenliği kalmamış, her türlü zulüm ve adaletsizlik açıktan açığa yapılır hale gelmişti. Yabancı tüccarların malları satın alınır, ancak parası verilmediği gibi kimi rivayetlere göre, Hacca gelen bazı kimselerin kadın ve kızları da ellerinden zorla alınır, feryatlarına, imdat çağrılarına kulak asılmazdı.

 

Hılfu’l-Fudul antlaşması Ficar savaşından sonradır ve tercih edilen rivayete göre Ficar Savaşı, Resulullah (as)’ın on yaşlarında olduğu sırada Şaban ayında gerçekleşmişti. Hılfu’l-Fudul da, peygamberlikten yirmi yıl önce Zilkade ayında meydana gelmiştir.

Zulmün sınır tanımaz bir şekilde toplumu etkisi altına alması üzerine Mekke’de, bu zulüm ve adaletsizliğe karşı olan, itibarlarının dışarıda zedelenmesini istemeyen Mekke ileri gelen saygın kabileleri, bir araya gelerek Mekke’de işlenen bu zulme dur deme kararı aldılar.

580’li yıllarda Arap kabileleri arasında süregelen savaşlar sonucunda ortaya çıkan anarşi ortamında, can ve mal güvenliğinin sağlanması, zayıf ve güçsüzlerin korunması, zulmün önlenmesi gibi amaçlarla, toplumda sözü geçen, saygın ve iyi niyetli kişilerin önderliğinde kurulan bu hareketin toplantılarına bir ara Hz. Muhammed (as)’ın da katıldığı rivayet edilir. (1)

Kimi tarihçilerce Hılf’ul Fudul Erdemliler İttifakı, sadece tarihsel bir kurum değil, aynı zamanda, farklı dünya görüşlerine sahip olsalar da, temel ahlâkî ilkelerde anlaşan insanların, zulmü önlemek için uzlaşmalarının toplumsal bir zorunluluk olduğunun ifadesi olarak değerlendirilmektedir.

Hılf’ul Fudul Erdemliler İttifakı taraftarları

İbnu Hişam, İbnu İshak’tan naklettiğine göre: "… Kureyş kabileleri, bir antlaşma yapmak üzere şerefine ve yaşına hürmeten Abdullah ibnu Ced’an’ın evinde toplanırlar. Toplantıda, Haşimoğulları, Muttaliboğulları, Esed ibnu Abdiluzza, Zühre ibnu Kilab ve Teym ibnu Mürre gibi soylu ve saygın aşiretler vardı. (2)

Bu antlaşmanın oluşmasını sağlayan kişi, Rasulullah (as)’ın amcası Zübeyr b. Abdülmuttalib’tir. Rasulullah (as), amcaları ile birlikte bu anlaşmada bulunmuştur. Kureyşliler bu hılfe, Hılf’ul Fudul adını verdiler.

Mekkelilerden ve onlar dışında Mekke’ye girecek olan diğer insanlardan Mekke’de zulüm ve haksızlığa uğramış bir kimse bırakmamak, mazlumun hakkı geri alınıncaya kadar zalime karşı mazlumla birlikte hareket etmek üzere ahitleştiler ve akitleştiler.

Antlaşma şartları

Toplantıya katılanlar, gerek Mekke halkından, gerek dışarıdan Mekke’ye gelen biri, zulme uğradığında onun yanında yer alacakları konusunda yemin ettiler.

1- Mekke’de, ister yerli halktan, isterse dışarıdan gelen yabancılardan olsun, bir kişinin zulme uğradığı görüldüğünde onunla birlikte olunacak.

2- Mazlumun hakkı zalimden alınıncaya kadar zalimin karşısında, mazluma hakkı iade edilinceye kadar mazlumla bir tek el, yekvücut olunacaktır.

3- Deniz, bir tek tüyü ıslatıncaya kadar, Sebir ve Hira dağları yerlerinde kaldığı müddetçe ve maişette (mali durumda) tam bir eşitlik sağlanana dek bu maddeler geçerli olacaktır. Zalime karşı mazlumla birlikte hareket etmek üzere ahitleştiler ve akitleştiler, ahit ve akitlere bağlı kalacaklarına yemin etiler.

Hılf’ul-Fudul Antlaşmasının ortaya çıkış nedeni

Hılf’ul-Fudul antlaşmasının oluşumuna neden olan olay şudur; haram aylardan olan Zilkade ayında, Zubeyd kabilesinden bir adam, Mekke’ye satmak üzere getirdiği bir yük malı, As b. Vail es-Sehmi satmıştı. As ibnu Vail onu satın almış, fakat hakkını vermemiş.

As b. Vail, Mekke’de itibarlı ve şerefli kişilerdendi; As b. Vail, Zubeydi’nin hakkını ödemeyi uzatmış, Zubeydi, malın bedelini ondan istemiş As b. Vail ise borcunu ona ödemeye yanaşmamış. Bunun üzerine Zubeydi, malını ondan geri istemiş, As b. Vail, malı geri vermeye de yanaşmamış. Zubeydi; daha önce anlaşmalı olduğu Abduddar, Mahzum, Cümah, Sehm ve Adiyy b. Ka’b gibi Mekke’nin nüfuzlu ailelerinin ileri gelenlerine müracaat eder, onlardan yardım ister; fakat onlar, As b. Vail’e karşı Zubeydi’ye yardımcı olmaktan kaçınırlar ve onu kovarlar.

Zübeyd, bunun üzerine Ebu Kubeys dağının tepesine çıkar, o sırada Kabe’nin çevresinde kendilerine ait localarında bulunan Kureyşlilere yüksek sesle bağırarak şöyle der:

"Ey Fihroğulları! Bir mazluma yetişin, Mekke’nin ortasında malı elinden gitti.

Ey toplananlar! Kabe’de grup grup, umresini yapamayan perişan bir ziyaretçi var.

Ey Hicr ile Haceru’l-Esved arasında toplananlar! Bu mukaddes yer, keremini tamamlayanlarındır; günahkar ve zalim kişinin elbisesi, ona saygı ve asalet vermez."

Bu çağrı üzerine Zübeyr ibnu Abdilmuttalib ayağa kalkarak: "Bu işin peşi bırakılmaz" dedi, sonra Abdullah ibnu Ced’an’ın evinde toplandılar; ev sahibi onlara yemek hazırladı, haram aylardan olan Zulkade ayında antlaşma yaptılar. Zalime karşı mazlumun yanında birlik halinde bulunacakları ve zalimden hakkını alıp mazluma iade edinceye kadar mücadele edecekleri üzere Allah’a söz verdiler, sonra yürüyüp As ibnu Vail’in yanına gittiler, satılan malın karşılığını kendisinden çekip aldılar ve sahibine verdiler." (3)

Hılf’ul-Fudul antlaşmasını yapanların etkinlikleri

Hılf’ul-Fudul antlaşmasına taraf olan kişilere bakıldığında bu kişilerin, sıradan kimseler olmadıkları, her birinin arkasında, günümüz deyimi ile mensup oldukları kabilelerden dolayı, birer ordu bulunduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Buna göre:

Haşimoğulları, Rasulullah (as)’ın dedesi Abdülmuttalib’in reisi olduğu, o ölünce önce Rasulullah (as)’ın amcası Abbas’ın, ondan sonra da diğer amcası Ebû Talib’in reisi olduğu, Mekke’nin en güçlü kabilelerinden biridir. Hem de öyle güçlü idi ki, Rasulullah (as)’ı korumak için Mekke’nin en azgın müşriklerinin, karşısında duran bir kabileydi.

Birçok kabileden oluşan müşrikler, Ebû Talib ve kabilesi korkusundan Rasulullah (as)’dan çok büyük rahatsızlık duymalarına rağmen ona, açıktan açığa saldırmıyor, öldürmeye kalkışmıyorlardır. Haşimoğulları, Mekke toplumu üzerinde büyük bir nüfusa sahiptiler, bu nedenle kimse cesaret edip onlara karşı çıkamıyordu. Nitekim Hılf’ul Fudul antlaşmanın oluşmasını sağlayan kişi de, Rasulullah (as)’ın amcası Zübeyr b. Abdülmuttalib’tir.

Muttaliboğulları, Haşimoğulları ile amca çocukları olan güçlü bir kabiledir. Bunlar, Rasulullah (as)’ın korunmasında Haşimoğulları ile beraber hareket etmiş ve Şib-i Talib muhasarasındaki ambargodan nasibini almış bir kabiledir.

Esed ibnu Abdiluzza, Hz. Hatice’nin babası Huveyiid İbn Esed İbn Abdiluzza kavmi arasında sözü geçen itibarlı ve şerefli bir kimseydi.

Zühre ibn Kilab, Zühre Aşireti’nin isim babası, Rasulullah (as)’ın annesinin babasının dedesi Kusay bin Kilab’ın oğludur.

Teym ibnu Mürre, Hz. Ebû Bekr, (r.anh)’ın mensup olduğu kabilesinin reisidir. Teymoğulları kabilesi, Mekke’de önemli bir yere sahipti; ticaretle uğraşırlar, toplum içerisinde geniş kültürlülükleri ile tanınırlardı.

Hılfu’l-Fudul Antlaşmasının taraftarlarının her biri, Mekke Site Devletinde çok önemli bir yere ve etkinliğe sahip kimselerdir. Bunlar, Mekke toplumu içerisinde sözleri dinlenen, kendilerine saygı duyulan, bir dedikleri iki edilmeyen, kendilerinden çekinilen kabilelere mensup erdemli kişilerdir.

Hılf’ul Fudul Erdemliler İttifakına taraf olanların siyasi ve toplumsal konumları

Hılf’ul Fudul Erdemliler antlaşmasını anlamak için öncelikle antlaşmayı oluşturan kişilerin, konumlarına ve kişiliklerine, toplumdaki siyasi ve sosyal ilişkilerine bakmak gerekir. Bu özelliklerine bakıldığında onların, o toplumun ileri gelenlerinden oldukları apaçık bir şekilde görülür.

Hılf’ul Fudul Erdemliler antlaşmasına taraf olanların durumunun yeterince bilinmesi halinde sağlıklı çıkarımlar yapmak mümkün olabilir.

1- Hılf’ul Fudul’a taraf olan kimseler, yukarıda ifade edildiği üzere, Mekke Site Devletinin güçlü kabilelerine mensup kimselerdir.

2- Hılf’ul Fudul, Mekke’de, siyasi nüfuza sahip olan kimselerden teşekkül ettirilmiştir.

3- Hılf’ul Fudul, erdemli ve soylu kimselerin, zalimlere karşı dik duruşlarıdır.

4- Hılf’ul Fudul, zulmü ortadan kaldırmayı amaç edinmiş kimselerin birlikteliğidir.

5- Hılf’ul Fudul antlaşmasının sağlanmasından sonra mazlumların hakları zalimlerden alınmış, kendilerine iade edilmiştir.

6- Hılf’ul Fudul anlaşmasının dini hiçbir içeriği ve kaygısı yoktur.

Kendilerini, Hılf’ul Fudul Erdemliler İttifakına nispet edenlerin durumu

Hılf’ul Fudul Erdemliler antlaşmasını oluşturan kişilerin konumları ve kişilikleri, o toplumun siyasi ve sosyal ilişkilerine yöne veren bir yapıdadır. Bunlar bilinmeden bu antlaşma hakkında konuşmak, onu örnek almak ya da günümüzdeki çarpık yapılanları onlarla kıyaslamak mümkün değildir.

Günümüzde, tağuti sistemden izin alınarak kurulan şirk ve küfür yuvası vakıf ve derneklerde bulananlar, içerisinde bulundukları zillet durumunu meşrulaştırmak adına, içeriğinin ne olduğunu bilmeden, Mekke Site Devletinde, Mekke’nin ileri gelenlerinden bir grubun kurduğu ve Hılf’ul Fudul Erdemliler Hareketi olarak bilinen kuruluşu kendilerine örnek aldıklarını iddia etmektedirler.

Yüce Allah’a isyan üzerine kurulan, zulüm ve zorbalığı sistem haline getiren tağuti sistemin meşruiyetini kabul ederek onun izni ile kurulan vakıf ve dernekler, her konuyu istismar ettikleri gibi, sanki İslâmi bir yapılanma imiş gibi, Hılf’ul Fudul Erdemliler Hareketini de istismar etmişlerdir. Onlar, bununla şirk ve küfür yuvaları vakıf ve derneklerini meşru gösterme çabası içerisine girmişlerdir.

Hılf’ul Fudul’u, kendi çarpık konumlarına örnek gösteren vakıfçı ve dernekçiler, ya bu antlaşmanın ne olduğunu ve antlaşmaya taraf olanların konumlarını gerçekten bilmeyecek kadar cahil, ya da içerisinde bulundukları zilleti, şirk ve küfrü bununla bilinçli bir şekilde gizlemeye çalışan Samiri soylu bel’amlardır.

Hılf’ul Fudul Erdemliler antlaşmasına taraf olanlar, Mekke Site Devletinin güçlü kabilelerine mensup, soylu ve erdemli, siyasi nüfuza sahip ve toplumda ileri gelen kimseler iken, vakıf ve dernekçiler, hiçbir güce, erdeme, siyasi ve toplumsal nüfuza sahip olmayan, zilleti kabullenmiş güçsüz zavallılardır.

Hılf’ul Fudul Erdemliler antlaşmasına taraf olanlar, zalimlere karşı onurlu bir şekilde başkaldıran, haksızlıklara karşı duran, zulmü bertaraf etmeyi amaç edinen, mazlumların haklarını zalimden alıp sahiplerine veren kimselerdir. Oysa zillet içerisinde bulunan vakıf ve dernekçiler, temelini zulüm üzerine bina eden, kendi halkına zulmeden sistemin ve bu sistemin başındaki zalimlerin destekçileridirler.

Hılf’ul Fudul Erdemliler antlaşmasına taraf olanlar, siyasi iradeden izin almadan, kendi aralarında birliktelik oluşturmuşlardır. Bu erdemli oluşumu, kendi çarpık ve zillet içerisindeki durumlarına örnek gösterenler ise, zulüm sisteminden izin alarak ayrı ayrı tefrika içerisinde bu zorba sisteme teslim olmuşlardır.

Hılf’ul Fudul Erdemliler antlaşmasına taraf olanlar, zalimlerin karşısına dikilen, zalimi sindiren kimselerdir. Onları örnek aldıklarını iddia eden vakıf ve dernekçiler ise, sistemin zulmüne, tağuti sistemin başında bulunan ve Mekke soysuzları gibi, halkın malını çalan hırsız ve soygunculara karşı dilsiz şeytan rolünü oynayan, onların zulüm ve hırsızlıklarını meşrulaştırmaya ve örtmeye çalışan, mazlumdan yana değil zalimden yana olan kimselerdir.

Hılf’ul Fudul Erdemliler antlaşmasının, dini hiçbir kaygısı bulunmadığı halde vakıf ve dernekçi Samiri soylu bel’amlar, bu antlaşmaya dini bir kimlik atfederek kendi küfür ve şirklerine delil göstermeye, iman edip destekledikleri tağuti sistemin putperest yöneticilerini de Müslüman göstermeye çalışmaktadırlar.

Hılf’ul Fudul Erdemliler antlaşmasını yapanlar ile günümüz vakıf ve derneklerin, sayılamayacak kadar farklı ve birbirine zıt yönleri bulunmasına ve birbirleri ile hiçbir şekilde kıyaslanması mümkün olmamasına rağmen vakıf ve dernekçiler, Hılf’ul Fudul’u kendilerine örnek aldıklarını iddia etmektedirler.

Hılf’ul Fudul, Samiri soylu bel’amların, tağuttan izin alarak kurdukları bir dernek ya da vakıf olmadığı gibi onu kuran kişiler de, ne idüğü belirsiz, Samiri soylu belamlar gibi zalimlerin, hırsız ve soyguncuların önünde el pençe duran, zalimleri alkışlayan, zalimler için çalışan kimseler de değildirler. Onlar, Mekke’nin soylu, asil ve sözü geçer kişileridir.

Hılf’ul Fudul, sözü geçen, silahlı bir güce sahip olan kişilerin oluşturduğu bir güçtü; vakıfçı ve dernekçi tağut eksenli, zillet içerisindeki Samiri soylu zavallılar, bunu bile anlamaktan mahrumdurlar!

Şirk ve küfür içerisinde, zalimlerden yana olan, zulüm ve haksızlığa karşı dilsiz şeytanlık görevini üstlenen vakıf ve dernekçilerin bu iddiaları, pislik içerisinde debelenen kara böceklerin, kendilerinin aslana benzediklerini iddia etmeleri kadar gülünç ve zavallıca bir iddiadan başka bir şey değildir.

Rasulullah (as)’ın, gençlik yıllarında Hılf’ul Fudul’a katılması Müslümanlara örnek olamaz.

Hz. Muhammed (as)’ın yirmili yaşlarında Hılf’ul Fudul’a katılması, Müslümanlar için örnek olamaz. Çünkü Hz. Muhammed (as), o yaşlarında kendisi zaten geleneksel Hanif dini içerisinde ve Kur’ani ifade ile daha ne yapacağını bilmez bir durumdadır.

“Seni şaşkınlık içerisinde bulup hidayet verdi.” (Duha, 7)

“Sen bundan önce kitaptan bir şey okuyan değildin ve elinle de onu yazmıyordun; öyle olsaydı o zaman iptalciler, kuşkulanırlardı.” (Ankebut, 48)

“İşte böyle, sana emrimizden bir ruh vahyettik! Sen Kitap nedir, iman nedir bilmiyordun; lakin Biz onu, nur yaptık, kullarımızdan dilediğimiz kimseyi, onunla hidayete iletiyoruz; şüphesiz sen, doğru yola götürüyorsun.” (Şura, 52)

Kendisi, ne yapacağını bilmeyen bir kimsenin, başkasına örnek olması elbette mümkün değildir. Rasulullah (as)’ı, iman edenlere örnek olması onun, Tevhidi esasları ortaya koymasından sonradır ki, yüce Allah (cc) da onun bu dönemini Mü’minlere örnek olarak vermektedir.

“Andolsun, sizin için Allah’ın Rasulü’nde, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok anan kimseler için, en güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)

Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, Mü’min erkek ve kadın için o işi kendilerine göre seçme hakkı yoktur, kim Allah’a ve Rasulü’ne karşı gelirse, muhakkak apaçık bir sapıklığa düşer.” (Ahzab, 36)

Ayetlerden de açıkça anlaşılacağı üzere yüce Allah (cc), Rasulullah (as)’ın, Risalet’ten sonraki dönemini Mü’minler için en güzel örnek olarak vermekte ve Allah’ın Rasulü’nde” buyurarak onun, Rasul olduğu dönemin örnek olduğunu bildirmektedir.

Rasulullah (as)’a atlan iftiralar

İslâmi kavram ve kelimeleri yerlerinde kaydırarak anlam değişikliğine uğratan, Hakkı batılla bulayarak Tevhidi esasları gizleyen, zalim ve zorba tağuti sistemin belirlediği kurallar dışında hareket etmeyen vakıf ve dernekçi Samiri soylu bel’amlar, küfür ve şirklerini gizleme adına, adaleti ikame etmeye çalışan Rasulullah (as)’a iftira atacak kadar haddi aşmaktadırlar.

Bunlar, içeriğinin ne olduğunu bilmeden istismar edip küfürlerine kalkan yaptıkları Hılf’ul Fudul Erdemliler antlaşmasına, dini bir hüviyet kazandırmak adına ya Rasulullah (as) adına hadis uydurmuşlar, ya da var olan hadislere eklemeler yaparak kendilerine göre anlamını değiştirmeye kalkışmışlardır. İşte bu uydurma hadislerden biri de Rasulullah (as)’ın, Hılf’ul Fudul Erdemliler antlaşması ile ilgili söylediği iddia edilen sözdür.

Abdurrahman ibnu Avf (r.anh), gelen, ancak Buhari ve Müslim’in sahihlerine almadıkları bir hadiste Rasulullah (as)’ın şöyle dediğini rivayet edilir: "Amcalarımla birlikte İyi Kişiler Antlaşması’nda bulundum, o zaman daha genç yaştaydım, bu anlaşmayı bozmam karşılığında kırmızı develerimin olmasını istemem." (4)

Günümüz Samiri soylu belamlar ve onların öncüleri, sahih olmayan uydurma bu hadisi, kendi bozuk mantıklarına göre kuvvetlendirmek adına değiştirerek ekleme yapmışlar ve Rasulullah (as)’ın şöyle dediğini iddia etmişlerdir.

İbnu İshak diyor ki: "Muhammed ibnu Zeyd ibni Muhacir’in Talha ibnu Ubeydillah ibni Avf’tan onun da Zühri’den rivayet ettiğine göre Zühri, Rasulullah (as)’in şöyle dediğini duymuştur: “Ben Abdullah ibnu Ced’an’ın evinde yapılan bir antlaşmada hazır bulundum, böyle bir toplantıda hazır bulunmam benim için kırmızı develere sahip olmamdan daha sevimlidir. İslam’da da böyle bir antlaşmaya davet edilsem yine icabet ederim." (5)

Aynı konuda Rasulullah (as)’a atfen uydurulan, ancak birbirlerinden farklı olan iki söz. Yalancı müfteriler, kendi iman ettikleri kaynaklara göre bile sahih olmayan bu uydurma söze Rasulullah (as)’ın ağzından, İslâm’da da böyle bir antlaşmaya davet edilsem yine icabet ederim” eklemesini yapmışlardır. Onlar, uydurma yalanlarına Rasulullah (as)’ı alet ederek İslâmi hiçbir yönü bulunmayan Hılf’ul Fudul’a İslâmi bir hüviyet kazandırmaya çalışarak içerisinde bulundukları küfür ve şirk yuvalarını bununla meşrulaştırmaya kalkışmışlardır.

Rabb’inin ayetlerini getiren, adaleti emreden, zulmü kaldırmayı amaç edinen, yoksulların haklarının verilmesini, en güzel söz olan Tevhidi tasdik etmek olarak kabul eden, zulme ve zalimlere savaş açan bu dini tebliğ eden Rasulullah (as)’ın, kendisinin, tebliğ ettiği din hakkında böyle bir şey söylemesi, elbette hiçbir şekilde mümkün değildir.

“Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emreder ve fahşadan, münkerden ve azgınlıktan meneder; O, size öğüt veriyor belki düşünürsünüz.” (Nahl, 90)

“İman edip salih amel işleyenlere gelince onlara ecirlerini tam olarak verecektir; Allah zalimleri sevmez.” (Al-i İmran, 57)

“Ey iman edenler, Allah için adaleti ayakta tutan şahitler olun, bir kavme karşı olan kininiz sizi adaletten sevk etmesin, adil davranın, o, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkun, şüphesiz Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır.” (Maide, 8)

Bu ilahi hükümlere rağmen, Allah’ın hükümlerinin uygulandığı beldede, zulüm olacak diye Rasul (as) şüphe duyacak ya da kendisi devletin başında iken zulmedecek, İslâm Devletine ve kendisine karşı oluşacak bir örgüte de yine kendisi dâhil olacak, böylece kendisinin yaptığı zulmü, o örgütle beraber kaldıracaktır! Bu ne büyük bir iftira ve ne büyük bir yalan ve çelişkidir!

Kendisine inen ayetlere teslim olanların ilki olan, daha ilk inen ayetlerde ve surelerde, zalimlere karşı hükümler indiren bir dini tebliğ eden, Rabb’inden ve indirdiği hükümlerden zerre kadar kuşku duymayan Rasulullah (as)’ın üzerine atılan bu ahlaksızca iftiranın hesabını elbette Rabb’im bu müfterilere soracaktır.

Dernekçi ve vakıfçı cahillere göre yüce Allah (cc), ayetlerini indirirken Rasul de bu ayetleri uyguladığı zaman (haşa) zulmedecek, o, zulmederken yüce Allah (cc) Rasulü’nü uyarmayacak! Sonra Rasul (as), bu müfteri yalancılara göre “Ben ona İslâm devrinde bile çağrılsam icabet ederdim.” diyerek Hılf’ul Fudul benzeri bir oluşuma girecek!

Bu Allah ve Rasulullah düşmanı şaşkınlar, ağızlarından çıkan bu ağır hakaret ve iftirayı hiç düşünmüyorlar. Bu nedenledir ki, hiçbir ahlaki değer taşımadan yüce Allah’ın kontrolünde olan, başında Rasulullah (as)’ın bulunduğu İslâm Devletinde zulüm olabileceğini iddia etmekte, bu konuda Rasulullah (as)’ın üzerine iftira atabilmektedirler.

En küçük bir tereddüdünde bile Rasulullah (as)’ı, en ağır şekilde uyaran yüce Allah’ın,  indirdiği hükümlere rağmen (haşa) zulüm olacak da Rasulü’nü uyarmayacak! Şaşkın ve cahil dernek ve vakıfçılar, yüce Allah’ın, Rasulü’nün en küçük bir tereddüdünde nasıl uyarıldığını bilmiyorlar, ya da bile bile inkâr edip gizliyorlar.

Gerçekten neredeyse seni, sana vahyettiğimizden ayırıp ondan başkasını üstümüze iftira atman için kandıracaklardı, işte o zaman seni dost edinirlerdi.

Eğer biz seni gerçekten sağlamlaştırmamış olsaydık, neredeyse onlara biraz yanaşacaktın, o zaman sana hayatın iki kat ve ölümün iki katı (azabı)nı tattırırdık, sonra bize karşı kendine bir yardımcı bulamazdın.” (İsra, 73-75)

“Şayet o, bazı sözleri uydurup bize atfen söyleseydi, Biz de onun sağını alırdık, sonra onun can damarını keserdik, sizden hiçbir kimse de ona engel olamazdı.”(Hakka, 44-47)

Zilleti bozuk bir kişilik haline getirmiş vakıfçıların iftiralarına göre yüce Allah’ın kontrol ve gözetiminde olan Rasulullah (as)’ın bizzat başında bulunduğu İslâm Devleti, Mekke şirk devleti gibi Allah’a (haşa) şirk koşacak, zenginler, mazlumların haklarını gasp edecektir. Rasulullah (as) da, başında bulunduğu İslâm Devletine ve kendisine karşı bir oluşum kuracak, ya da kendisine ve İslâm devletine karşı kurulmuş böyle bir oluşuma girecek, mazlumların haklarını, (haşa) zalim olan kendisinden almaya çalışacak!

İşte düşünmekten ve Kur’an’ı anlamaktan mahrum varlıkların seviyeleri bu kadardır.

Yüce Allah (cc), mazlumların haklarını vermemeyi, nankörlük ve küfür olarak belirtmiş, varlık sahiplerinin, mazlumların haklarını vermeleri konusunda uyarmıştır.

Allah, rızıkta kiminizi kiminizden üstün kıldı, üstün kılınanlar, ellerinin altında bulunanlara kendi rızıklarını verip de onda onlar, eşit olmuyorlar, Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar!” (Nahl, 71)

Vakıfçı Samiri soylu bel’amlar, hiç mi hiç Kur’an’dan nasiplenmemiş kimselerdir. Sünnetullahın daha ne olduğunu bilmeyen, Risalet tarihinden ve oradaki Tevhidi mücadeleden habersiz olan bu zavallı Samiri soylu bel’amlar, Kur’an’ı anlamaktan, yüce Allah’ı tanımaktan da mahrum kimselerdir.

Allah’ı hakkıyla takdir edemediler, kıyamet günü yer, tamamen O’nun avucundadır, gökler de sağ elinde dürülmüştür. O yücedir, onların ortak koştuklarından münezzehtir” (Zümer, 67)

Samiri soylu bel’amlar, zaten yüce Allah’ı gereğince tanımış olsalardı, O’na gereğince iman edecek ve içerisinde yuvalandıkları tağuttan izinli vakıf ve derneklerden çıkacaklardı.

Samiri soylu bel’amlar, Kur’an’ı okuyor, açıklıyor, ancak iman etme noktasında eksik oldukları için okuduklarını anlamıyorlar, ayetleri anlamak ancak yüce Allah’a gereğince iman ve teslim olmakla mümkündür. Dini ticari bir emtia gören bel’amlar, Rab’lerine gereğince iman edip teslim olmadıkları için Kur’an’ı anlayamaz ve ona teslim olamazlar.

Dipnotlar:

1. İbrahim, Mahmood (Aug., 1982). "Social and Economic Conditions in Pre-Islamic Mecca." International Journal of Middle East Studies, (3): 355

2. İbnu Hişam Sireti

3. Bkz. Münir Gadban, Resulullah’ın Hayatı ve Metodu, Risale, İst., C. 1, sh. 93-95,

4. Buhari, el-Edebu’l-Mufred, 567 (el-Edebu’l-Mufred, Buhari’nin el-Cami’u’s-Sahih’ten ayrı müstakil bir kitabıdır); İbnu Hibban, el-Mevârid, 2062; Hakim, 2/220, Tefsir. Hakim: "İsnâdı sahihtir, ancak Buhari ve Müslim Sahih’lerine almamışlardır" demiş Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Ahmed ibnu Hanbel, 1/190-193; İbnu Hacer el-Heysemi, Mecmeu’z-Ze-vaid, 8/172

5. İbnı Hişam Sireti

Ramazan Yılmaz: 2015.10.05