Cihad; Salih Amellerin En Hayırlısı

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

Kur’an’ın, önemle üzerinde durduğu ve mü’minleri teşvik ettiği ibadetlerin en önemlilerinden biri de Cihad kavramıdır. Bu kavramın, ne olduğunun daha net anlaşılabilmesi için öncelikle Cihad’ın ne olduğu bilinmelidir. Bu bilinmeden cihad konusunda ileri sürülecek her iddia, zanni olmaktan başka bir şey ifade etmeyecektir.

Cihad

Kur’an’da, cihad üzerinde hassasiyetle durulur ve cihadın, gerçekten iman edenlerle imanlarında samimi olmayanlar arasında bir kıstas olduğu belirtilir. Yüce Allah (cc), iman iddiasında olanları, cihad ile açığa çıkaracağını bildirmiştir.

“Yoksa siz, muhakkak bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? Allah bilmiyor mu, içinizden cihad eden ve Allah’tan, Rasulünden ve mü’minlerden başkasını kendisine sırdaş edinmeyenleri? Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.” (Tevbe, 16)

“Mü’minler onlardır ki Allah’a ve Rasulüne inandılar, sonra şüphe etmediler; Allah yolunda mallarıyle, canlarıyla cihad ettiler; işte doğru olanlar onlardır.” (Hucurat, 15)

Cihad, iman iddiasında samimiyetin göstergesidir; bu nedenle yüce Allah (cc) mü’minleri, sürekli olarak mallarıyla canlarıyla cihada teşvik etmekte ve bunun, onların kurtuluşları ve yüce Allah’ın rahmetini ummaları için gerekli olduğunu bildirmektedir.

“İman eden, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerin, Allah katında dereceleri daha büyüktür; işte kurtuluşa erenler onlardır.” (Tevbe, 20)

“Rasul ve onunla beraber iman edenler, mallarıyla, canlariyle cihad ettiler; işte bütün hayırlar onlarındır ve işte başarıya erenler onlardır.” (Tevbe, 88)

“Onlar ki iman ettiler, hicret ettiler, Allah yolunda cihad ettiler; işte onlar, Allah’ın rahmetini umarlar; Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Bakara, 218)

Cihad edenler, yüce Allah (cc) tarafından övülmüşlerdir

Kur’an’da, Allah yolunda cihad etmenin makamların en üstünü olduğu bildirilmiş ve Allah yolunda ölen ve öldürülenlerin Rab’leri tarafından rızıklandırıldıkları müjdelenmiştir. Yüce Allah (cc), Kendi yolunda cihad edenleri överek yüceltmiş, onları sevdiğini bildirerek en yüce makama ulaştırmıştır.

“Allah yolunda öldürülenlere, ‘ölüler’ demeyin; hayır onlar diridirler, ama siz farkında olmazsınız.” (Bakara, 154)

“Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, Allah’ın bağışlaması ve rahmeti, onların topladıkları(dünya malı)ndan daha hayırlıdır. (Allah yolunda) ölür ya da öldürülürseniz, elbette Allah’a götürüleceksiniz!” (Al-i İmran, 157-158)

Ashab-ı Kehf, Ashab-ı Uhdud’a ve Kasabalılara giden davetçiler, bu Tevhidi mücadeleleri uğruna canlarını ortaya koymuşlar ve kimileri bu uğurda şehadete ulaşmışlardır. İşte onlar, canları ile cihad ettiklerinden dolayı yüce Allah’ın övgüsüne, evrensel ve çağlarüstü Kitabında zikredilmelerine mazhar olmuşlardır.

“Allah, Kendi yolunda kenetlenmiş binalar gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saf, 4)

“Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, yakında öyle bir toplum getirecek ki (O) onları sever, onlar da O’nu severler; mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın bir lutfudur, onu dilediğine verir. Allah'(ın lutfu) geniştir, (O), bilendir.” (Maide, 54)

Allah yolunda cihad, can ve malla yapılır

Değerli olan bir şeyin kazanılması ancak en değerli şeylerin verilmesi ile mümkündür. Cihad ve cihadın sonunda kazanılacak değerler için de insanın, en değerli varlığını vermesi gerekir ki, bunlar da, can ve sahip olunan mallardır. Tevbe, 111. ayette de açıkça belirtildiği üzere cihad, can ve malın ortaya konulması ve Allah yolunda verilmesi ile yapılır.

“Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah’ın Tevrât’ta, İncil’de ve Kur’ân’da üstlendiği gerçek bir sözdür; kim Allah’tan daha çok sözünde durabilir? O halde O’nunla yaptığınız bu alışverişinizden ötürü sevinin; gerçekten bu, büyük başarıdır.” (Tevbe, 111)

Yüce Allah (cc), mü’minleri sürekli bir şekilde mal ve canları ile cihad etmeye teşvik etmiş ve onlar için çok büyük mükâfatların olduğunu bildirmiştir.

“Ey iman edenler, Allah’tan korkun, O’na (yaklaşmağa) yol arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 35)

“Ey iman edenler, size, sizi acı azapdan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi!Allah’a ve Rasulüne iman edip Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihâd edersiniz. İşte bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. (Cihad ediniz ki,) sizin günâhlarınızı bağışlasın ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve durulmağa değer bahçeler içinde güzel konutlara koysun, işte büyük başarı budur.” (Saf, 10-12)

“Gerek hafif gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihâd edin; eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Tevbe, 41)

Münafıklar, cihada karşıdırlar

Cihad, fedakârlık isteyen ve bedel ödenmesi gereken salih bir amel olduğu için iman iddiasında olan birçok kimseye ağır gelmiş ve gelmektedir. Bu durum, dün öyle olduğu gibi bugün de böyledir. Bunlar, İslâm’dan sözel olarak bahsederler, tarihsel süreçte yapılan cihad hareketlerini, bir hikâye olarak değerlendirip anlatırlar, ancak kendilerinin de böyle yapmaları istendiğinde ayette ifade edildiği üzere, ölüme gidiyorlarmış gibi kaçarlar.

“İman edenler: ‘(cihad hakkında) bir sûre indirilmeli değil miydi’ derlerİ ancak hükmü açık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince, kalblerinde hastalık bulunanların sana ölümden bayılıp düşen kimsenin bakışı gibi baktıklarını görürsün; onlara ölüm gerektir.” (Muhammed, 20)

“Hak ortaya çıkmış iken sanki gözleri göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi seninle tartışıyorlardı.” (Enfal, 6)

Özellikle günümüzde, belamların başlarını çektiği kimi gruplar, İslâm, yalnızca bir kısım ferdi ibadetleri yapmaktan ibaretmiş gibi, Allah yolunda cihadı tamamen terk etmişler, küfür ve zorbalığa karşı çıkan Müslümanları, aşırılıkla itham etmektedirler. Bunlar, rahat bir şekilde yaşamak adına, tağuti sistemlerin önünde zillet içerisine girmişler, tağuti sistemlerin küfür ve şirklerine ortak olmuşlardır.

Belamlar ve onların güdümünde bulunan kimseler, Allah yolunda cihadı, adeta lüzumsuz bir şeymiş gibi değerlendirmekte ve cihad ederken şehit olanları boşuna ölmüş gösterme çabası içerisine girmektedirler. Kur’an, belamların bu fitne kokan durumlarını ve Allah yolundan saptırma çabalarını haber vermekte ve mü’minlerin, bunlara karşı uyanık olmalarını istemektedir.

“Ey iman edenler siz, kâfirler ve yeryüzünde sefere ya da savaşa çıkan gazi kardeşleri için: ‘Eğer bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi ve vurulmazlardı.’ diyenler gibi olmayın. Allah, onların bu düşünce ve sözlerini, kalblerinde dert yapar; yaşatan da, öldüren de Allahtır. Allah, yaptıklarınızı görmektedir.” (Al-i İmran, 156)

“Allah’ın Rasulünün arkasından oturmakla sevindiler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten hoşlanmadılar: ‘Sıcakta sefere çıkmayın’ dediler; de ki: ‘Cehennemin ateşi daha sıcaktır!’ keşke anlasalardı!” (Tevbe, 81)

Cehennemin, kavurucu ateşinden kurtulmak isteyen mü’minler, Allah yolunda malları ile canları ile cihad ederler ve bu konuda hiçbir sıkıntı duymazlar.

Cihad, elbette yalnızca savaştan ibaret değildir; Kur’an’da, Allah yolunda cihad, iki aşamalı olarak verilir; İslâm Devletinin olmadığı dönemlerde, Tevhidi esasların insanlara duyurluması şeklinde ve İslâm Devletinin olduğu dönemlerde, devletin hazırladığı savaşlara katılmak şeklindedir. Kur’an, her iki dönemde cihadın nasıl yapılacağını örnekleri ile anlatır.

İslâm Devleti Olmadığı Dönemde Cihad Etmek

Cihadın tanımında ve cihada teşvik ayetlerinde de açık olarak belirtildiği üzere cihad, mü’minler için imanın göstergesi ve olmazsa olmaz ibadet ve salih amellerden biridir. Kur’an, cihadın nasıl yapılacağı konusunda çok açık örnekler vermiş, hangi amellerin cihad olarak değerlendirileceğini açıklamıştır.

Risalet tarihine bakıldığında, Devlet aşamasına gelemeyen tüm Risalet önderlerinin ve onların takip eden Tevhid erlerinin, davetlerini sözel olarak anlatmaya başladıkları, taviz vermeden hayatlarının sonuna kadar Tevhid mücadelelerini sürdürdükleri, birçoğunun kâfirler tarafından şehit edildikleri görülecektir.

Yüce Allah’ın, mü’minlere, en güzel örnek olarak almalarını emrettiği Hz. Muhammed (as)’ın, Mekke’de, canını ortaya koyarak mücadele ettiği, bu uğurda, kervan çıkaracak derecede sahip olduğu mallarını verdiği, Hicret ettiğinde, bineceği bir deve alacak kadar bile bir parasının kalmadığı bilinmektedir. Yani, Hz. Muhammed (as), Mekke döneminde Allah yolunda, mal ve canı ile cihad etmiştir.

Yüce Allah (cc), Kendi yolunda Kendisine yaraşır bir şekilde cihad edilmesini isterken Hz. İbrahim (as)’ı örnek vermektedir ki, Hz. İbrahim (as), Allah yolunda, canını ortaya koymuş, ateşe atılmış ve nihayetinde Mezopotamya’dan çıkmış/çıkartılmıştır.

“Allah uğrunda, O’na yaraşır biçimde cihâd edin; O, sizi seçti ve dinde size bir güçlük yüklemedi; babanız İbrâhim’in dini(ne uyun) ki O, (Allah) bu (Kur’a)ndan önce(ki Kitaplarda) da, bu(Kur’â)nda da size ‘Müslümanlar’ adını verdi ki, Rasul size şâhid olsun siz de insanlara şâhid olasınız. Haydi namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın; sahibiniz O’dur. (O),ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!” (Hac, 78)

Allah uğrunda, O’na yaraşır cihad etmek, vahyin belirlediği esaslar içerisinde Tevhidi esasları, bütün zorluklara, engelleme, baskı ve zulümlere rağmen ortaya koyabilmek ve bundan zerre kadar taviz vermeden sürdürebilmektir.

“Allah uğrunda, O’na yaraşır biçimde cihâd” iman eden bir kimsenin, yüce Allah’ın belirlediği esaslara uygun bir şekilde hareket ederek iman ettiği esasları, bütün değerlerini ortaya koyarak insanlara ulaştırmasıdır. Bu yapılmadığı sürece, iman etmek bir iddiadan öte bir anlam ifade etmeyecektir.

Yüce Allah (cc), iman ettiklerini söyleyen bedevilere, henüz iman etmediklerini, gerçek iman etmenin ancak Allah yolunda mallarıyla canlarıyla henüz cihad etmek olduğunu bildirmiştir.

“Göçebe Araplar: ‘İman ettik’ dediler; de ki: ‘İman etmediniz, ancak ‘Teslim olduk’ deyin, iman henüz kalblerinize girmedi; eğer Allah’a ve Rasulüne itaat ederseniz (O), yaptığınız güzel işlerden hiçbirinin sevabını size eksik vermez. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

Mü’minler onlardır ki Allah’a ve Rasulüne iman ettiler, sonra şüphe etmediler; Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler; işte doğru olanlar onlardır.” (Hucurat, 14-15)

Bir kimse, iman edip iman ettiği esaslar doğrultusunda hayatını düzenledikten sonra iman ettiği Tevhidi esasları, mutlaka insanlara ulaştırmaya çalışmalıdır. İşte bu çalışmalar, Allah yolunda, mal ve canla yapılan bir cihaddır. İman eden kimse, bu çalışmalarını, tıpkı diğer bireysel ibadetleri için ancak kendisi için yapmış olur.

 “Kim cihâd ederse ancak kendi yararına cihâd eder; Allah, âlemlerden zengindir.” (Ankebut, 6)

Kur’an ile küfre karşı cihad etmek

İslâmi davetin ana kaynağı Kur’an’dır; insanların Kur’an’a davet edilmeleri ve Kur’ani hükümler doğrultusunda hareket etmeleri, cihadın temeli ve esasıdır. Bütün Risalet önderleri, toplumlarını, getirdikleri ilahi mesajla uyarmışlar, bu nedenle toplumları ile birçok sorunlar yaşamışlar ve toplumları tarafından reddedilmişler, dışlanmışlar ve karşı çıkılmışlardır. Yüce Allah (cc), son Elçisini de, insanları Kur’an’a davet etmesi için görevlendirmiş ve iman etmeyenlere karşı Kur’an ile cihat yapmasını bildirmiştir.

 “Kâfirlere boyun eğme ve bu (Kur’an) ile onlara karşı büyük cihâd et.” (Furkan, 52)

Risalet tarihinde bütün rasuller, Rab’lerinden getirdikleri vahiyle insanlara gitmişler, bu uğurda birçok sıkıntı çekmişler, zulüm görmüşlerdir. Onlar, Tevhidi esasları insanlara duyururlarken aynı zamanda sahip oldukları tüm maddi değerlerini, o uğurda harcamışlardır. İşte bütün rasuller ve onları takip eden Tevhid erleri bu mücadeleleri ile “Allah uğrunda, O’na yaraşır biçimde cihad” etmişlerdir.

Müslümanlara düşen görev, dünya hayatını gaye edinip Allah’tan başka ilahlar edinen kimseleri, yalnızca Kur’an ile uyarmak, onların her türlü inkârına karşılık Kur’an’la mücadele etmektir.

Müslümanlar, şirk ve küfür unsarlarının, sözel ve fiili tüm saldırılarına, baskı ve zulümlerine rağmen taviz vermeden, kâfirlere boyun bükmeden, yılgınlık göstermeden, korku ve endişeye kapılmadan yalnızca Kur’an ile mücadele etmelidirler. Kur’an, insanları yüce Allah’ın Uluhiyetine, Rububiyetine davet eden Müslümanların, nasıl hareket edeceklerini net bir şekilde açıklamaktadır.

Kaynağını vahiyden almayan, Tevhidi esaslara dayanmayan hiçbir mücadele ve davet metodu, yüce Allah’ın rızasına muvafık olamayacağı gibi, başarılı da olamaz. Hele beşeri tağuti sistemlerin kuralları ölçü alınarak bu kurallar çerçevesinde yapılan ya da yapıldığı zannnedilen davetin, İslâm ile hiçbir ilgisi olmadığı gibi bu davet, şirk ve küfür içeriklidir.

Yüce Allah (cc), rızasına muvafık olan davet çalışmalarının nasıl yapılacağını, Risallet önderlerinin ve onların izlerinden giden Tevhid erlerinin mücadelelerini örnek vererek açıklamış, iman edenlere, bu en güzel örnekleri almalarını emretmiştir. Onlar, içerisinde bulundukları toplumları, yalnızca Rab’lerinden kendilerine bildirilen hükümlerle yüce Allah’ı Bir’lemeye davet ederlerken aynı hükümlerle, küfür ve şirk unsurlarıyla mücadele etmişlerdir.

Sünnetullahtaki davet metodunda Risalet önderleri ve Tevhid erleri, yüce Allah’ın bildirdiği hükümlere uygun olarak zerre kadar taviz vermeden davetlerini yapmışlar, kâfir ve münafıklara kesinlikle itaat etmemişler, onların kurallarına göre davet yapmamışlardır.

“Ey peygamber, Allah’tan kork; kâfirlere ve münafıklara itaat etme; şüphesiz Allah bilendir, hakimdir. Rabbinden sana vahyedilene sarıl; muhakkak ki Allah yaptıklarınızı haber almaktadır. Allah’a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter.” (Ahzab, 1-3)

Yüce Allah’ın hükümleri açık ve nettir; mü’minler, yüce Allah’ın ayetlerine sarılarak daveti ortaya koyacaklar, küfür içerisinde bulunan kâfir ve münafıklara karşı, yüce Allah’ın hükümlerinden taviz vermeden mücadele edecekler ve yalnızca Rab’lerine tevekkül edip güveneceklerdir. Bunun dışındaki her hareket, her davet metodu ve her mücadele, yüce Allah’ın rızasına muvafık olmayan çalışmalardır.

Risalet tarihinde, Tevhidi mücadele sonucunda saflar belirlenmiş ve yüce Allah (cc), “Ad’ı, Semud’u, Res halkını ve bu arada daha birçok nesilleri,. hepsine de (elçilerle) misaller anlattık. (inkâr edip zulmedince) hepsini helak ettik.” buyurarak, onları helak ettiğini bildirmiştir.

Hiçbir şey yaratmayan, acziyet içerisinde bulunan bazı kimselerin, Allah’ın arzında, Allah’ın kulları üzerinde ilahlık iddiasına kalkışmaları karşısında sessiz kalmak, iman eden kimselerin yapamayacakları bir şeydir. Bu nedenle Müslümanlar, yüce Allah’ın mülkünde haddi aşıp azgınlık yapanlara karşı insanları uyarmalı, mülkün, bütünü ile Allah’a ait olduğu gerçeğini, bütün boyutları ile insanlara anlatmalıdırlar.

Davetçi Müslümanlar, içerisinde bulundukları toplumları, yüce Allah’ın Uluhiyet ve Rububiyetine, yani Tevhidi esaslara davet eden müjdeciler ve uyarıcılardır. Bu öncelikli görev dururken ve insanlar şirk ve küfür içerisinde bocalarken, şeytani bir tavır ve tutumla insanları, yüce Allah’ın rahmeti ile oyalayıp günlerini gün etmelerine sebep olmak, cennet vaadiyle ümitlendirmek Tevhid ilkesinin üzerini örtmekten başka bir şey değildir.

Bugün, tağuti küfür sistemlerine itaat eden, bu sistemlerin izin ve icazetle kurdukları şirk ve küfür yuvalarında küfrün belirlediği kurallara göre hareket eden ve içerisinde bulundukları zillet ve meskenet içerisinde davet yaptıklarını zanneden kimseler, yüce Allah’ın hükümlerinden uzaklaşmış, tağuta itaat ederek küfür içerisine girmişlerdir.

“Ey peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihad et, onlara sert davran; onların varacakları yer cehennemdir; ne kötü bir gidiş yeridir o!” (Tevbe, 73)

Kur’an, mü’minlerin, küfre, şirke karşı nasıl bir tavır takınacaklarını çok açık bir şekilde belirtmiş ve buna göre hareket etmelerini istemiştir. Kur’an’ın bu apaçık bildirimine aykırı hareket edenler, akıllarını kullanmayan ve yüce Allah katında hoş olmayan şeyler yapan kimselerdir.

Küfre karşı mücadele etmek, Tevhidi  esasları, şirk içerisinde bocalayan insanlara ulaştırmak, iman ettiklerini iddia eden her bireyin en öncelikli görevidir. Bu görevin yerine getirilmemesi, insanlığın, Allah’ın mülkünde ilahlık taslayan tağutlara yönelmesine neden olur. Tüm Risalet önderlerinin ve Tevhid erlerinin her halükarda hayatları pahasına yerine getirdikleri davet görevini yapmamak, sorumluluktan kaçmaktır ki bu, imandan çıkmakla eş anlamlıdır.

İbrahimi bir tavır takınarak kâfir, münafık ve müşriklere karşı onurlu davranan Müslümanlar, yüce Allah’ın övgüsüne mazhar olmuş kimselerdir. Küfre karşı zilleti seçmiş, onların yanında şeref arayan kimseler ise, dinlerinden dönmüşlerdir. Yüce Allah’ın sevdiği Müslümanlar, hiçbir surette kâfir ve müşriklere karşı zillet içerisine girmemiş, onlara karşı onurlu bir şekilde hareket etmiş kimselerdir.

Günümüzde, kâfirlerle kolkola gezen, onlarla beraber hareket eden kimseler, mü’min olma vasıflarını kaybetmiş, kendilerine zulmetmişlerdir. Onlar, kâfir, müşrik ve münafıklarla dostluk yapmakla yüce Allah’ın hükmüne karşı tavır almışlardır. Kur’an, Allah’ın dinine savaş açmış, Müslümanlara zulmetmiş, onları yurtlarından çıkarmış kâfirlere, sert davranılmasını istemektedir. Kâfirlere karşı sert davranmak, mü’minlerin özelliklerindendir.

“Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan men eder; kim onlarla dost olursa, işte zâlimler onlardır.” (Mümtehine, 9)

Kâfir ve münafıklara karşı, Kur’an ile cihad edebilmek için Kur’an’ın çok iyi bilinmesi ve hayat prensibi olarak alınması gerekir. Çünkü kendileri, Kur’an’ın hükümleri doğrultusunda yaşamayanların, Kur’an’ı başkalarına ulaştırmaları mümkün değildir.

Yüce Allah (cc), Kendi yolunda mücadele edenlerin, baskı ve eziyete uğramalarından sonra hicret etmeleri ve cihadlarına (mücadelelerine) devam etmeleri halinde onların yardımcıları olduğunu ve onlara karşı bağışlayıcı ve esirgeyici olduğunu bildirmiştir.

“Sonra Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret eden, sonra cihad edip sabredenlerin yanındadır; elbette bundan sonra Rabbin bağışlayan, esirgeyendir.” (Nahl, 110)

“Onlar ki inandılar, hicret ettiler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler ve onlar ki (hicret edenleri) barındırdılar ve yardım ettiler; işte onlar, birbirlerinin velisidirler. İnanıp da hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar, onların velâyetinden size bir şey yoktur, fakat dinde yardım isterlerse (onlara) yardım etmeniz gerekir, yalnız, aranızda andlaşma bulunan bir topluma karşı (yardım etmeniz uygun) olmaz. Allah, yaptıklarınızı görmektedir.” (Enfal, 72)

Mü’minler, iman ettikleri esasları yaşadıkları ve diğer insanlara ulaştırdıkları için, inkârcılar tarafından her türlü zulme maruz kalmışlar, zulmün dayanılmaz boyutlara ulaşması sonucunda yurtlarınndan hicrert etmek zorunda kalmışlardır. Ancak onlar, hicret etmekle kalmamışlar, gittikleri yerlerde de mücadelelerini sürdürmüşlerdir ki bu mücadeleleri cihaddır.

Allah yolunda hicret ve cihad eden muhacir mü’minlere yardımcı olmak, onları barındırıp destek olan ensar mü’minler de cihad yapmış olurlar.

“Onlar ki iman ettiler, hicret ettiler, Allah yolunda savaştılar ve onlar ki, (hicret edenleri) barındırdılar ve (onlara) yardım ettiler, işte gerçek mü’minler onlardır, onlar için bağış ve bol rızık vardır.” (Enfal, 74)

Hiçbir peygamber ve onlara iman eden hiçbir mü’min, devlet aşamasına gelmeden, bireysel olarak hareket edip insanları öldürerek cihat etmemişlerdir. Onlar cihadı, iman ettikleri esaslar doğrultusunda, her şeylerini ortaya koyarak mücadele etmek olarak anlamışlar ve yaşamışlardır.

İslâm Devleti Olduğu Dönemde Cihad Etmek

İslâm Devletinin teşekkülü ile Mü’minler, bireysel cihaddan toplumsal cihada geçerler. Devletin teşekkül ettiği dönemde cihad, tebliğ ve askeri olmak üzere iki şekilde yapılır. Tevhidi esaslara davet, toplumun ıslahı, iyiliği emredip kötülükten men etme görevi, İrşad Bakanlığı eliyle yürütülürken, başka ülkelere yapılacak davet görevi tamamen Harp Bakanlığı nezdinde yürütülür.

Dış ülkelere yapılacak davet, en geniş tanımı ile savaşı da içine alan bir cihaddır. Bu cihad, Şura’nın onayı ve Emir-el Mü’mininin uygulaması ile hayata geçer. Emir-el Mü’minun, bu cihada katılacak muharip güçlerin hazırlanmasından, sevk ve idaresinden sorumludur.

İrşad ve tebliğ görevlileri

İslâm Devletinde İrşad ve Tebliğ Bakanlığı, irşad görevini yapacak kişileri seçer ve onları tebliğ yapmakla görevlendirir. Yüce Allah (cc), insanları Hakka davet edecek bir grubun sürekli varolmasını istemektedir. Bu nedenle İslâm Devletinde insanlara dinlerini sürekli hatırlatacak, onları yanlışlardan koruyacak bir grup sürekli varolmalıdır.

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran, 104)

İrşad ve Tebliğ Bakanlığı, irşad ve tebliğ ile görevli kişilerin, ihtiyaçlarını giderecek, onlara, geçimlerini sağlayacak bir ücret verecektir. Yurt içerisinde İrşad ve tebliğ, yalnızca barış zamanlarında değil savaş dönemlerinde de sürdürülecektir. Savaş dönemlerinde İrşad Bakanlığı, sefere katılacak görevlileri belirler ve onları ordu ile beraber başka ülkelere yapılacak cihada gönderir. Bu görevliler, muharip güçlere nasihatlerde bulunur, inançları ile ilgili hatırlatmalar yaparlar.

“İnsanların hepsi toptan sefere çıkacak değillerdi; ama her kabileden bir grubun dini iyice öğrenmeleri ve dönüp kavimlerine geldiklerinde, sakınmaları umuduyla onları uyarmaları için sefere çıkmaları gerekmez miydi?” (Tevbe, 122)

İrşad ve tebliğ ile görevli kimseler, devlet haline gelmiş her peygamber döneminde var olmuşlardır. Bunlara bir örnek Hz. Musa (as) dönemidir.

 “Musa kavmi içinde doğrulukla hakka götüren ve hak ile adâlet yapan bir topluluk da vardır.” (A’raf, 159)

Fiili muharip güçler                                                          

Muharip güçler, İslâm Devletini koruyup hayatiyetini sürdürmesine yardımcı olan, onu ayakta tutan en büyük güçtür. Bu nedenle İslâm Devletinin, sürekli bir ordusu vardır. Yüce Allah (cc), İslâm Devletinde, mutlaka hazır bir ordu gücünün bulundurulmasını istemektedir.

“Ey iman edenler, sabredin, direnin, savaşa hazırlıklı, uyanık bulunun ve Allah’tan korkun ki, başarıya eresiniz.” (Al-i İmran, 200)

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın; bununla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız tam olarak size ödenir, hiç haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal, 60)

İslâm Devletinin hazır ordusu yanında her Müslüman, muharip orduda bir neferdir, ancak İslâm ordusu yanında fiili cihada katılma konusunda Emir-el Mü’minunun talep etmesi halinde mümkün olabilir. Emir-el Mü’minun, ihtiyaç hasıl oldukça, savaşacak kişilerden, ihtiyaç duyduğu kadarını silah altına alır.

“Mü’minlerden öyle erkekler var ki, Allah’a verdikleri sözde durdular, onlardan kimi adağını yerine getirdi, kimi de (şehidlik) beklemektedir; sözlerini asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzab, 23)

 “İnsanlardan öylesi var ki, canını Allah’ın rızasın(ı kazanmay)a satar; Allah da kullar(ın)a çok şefkatlidir.” (Bakara, 207)

İslâm düşmanları ve özellikle de günümüzdeki emperyalist güçler, sürekli İslâm’a, İslâmi değerlere saldırmakta, yeryüzünde İslâm’ı kaldırmaya çalışmakta, fitne ateşini sürekli olarak yakmaktadırlar. Yeryüzünde fitne ateşini söndürmek, fitne çıkaranları ortadan kaldırmak için İslâm ordusu sürekli bir şekilde savaşa hazır olmak durumundadır.

“Hoşunuza gitmese de size savaş yazıldı (farz kılındı); bazen hoşlanmadığınız bir şey, hakkınızda iyi olabilir ve hoşlandığınız bir şey de hakkınızda kötü olabilir, Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216)

İslâm Devleti, haklı bir gerekçe olmadıkça, haksız bir şekilde başkalarına saldırmaz; çünkü yüce Allah (cc), haksız yere saldırmayı yasaklamıştır. Ancak İslâm Devletine ya da İslâm Devletinin herhangi bir beldesine saldırılması halinde saldırgan devlete savaş ilan edilir.

“Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın, çünkü Allah, saldırganları sevmez; onları, nerede yakalarsanız öldürün, onların sizi çıkardıkları yer(Mekke)den size de onları çıkarın! Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür; Mescid-i Harâm’da onlarla savaşmayın ki, onlar da sizinle orada savaşmasınlar, fakat onlar sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün; kâfirlerin cezası böyledir.” (Bakara, 190)

“Ey peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihâdet, onlara sert davran; onların varacakları yer cehennemdir; ne kötü bir gidiş yeridir o!” (Tevbe, 73)

İslâm’da, her konuda olduğu gibi savaşın da kuralları vardır ve mü’minler, bu kurallara kesinlikle uymakla mükelleftirler. Aksi halde kendileri, Rab’lerinin emrine karşı gelmiş, isyan etmiş olacaklardır. Bu nedenle ancak belirlenen sebepler hasıl olduğunda savaşılabilir.

“Münafıklar ve kalblerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haberler yayanlar (yaptıklarından) vazgeçmezlerse seni onların üstüne süreriz; sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler; lanetlenirler; nerede rastlansalar yakalanıp öldürülürler.” (Ahzab, 60-61)

Farz kılınan bu savaşın nedeni açıktır, İslâm Devletine bir saldırının olması, fitnenin kaldırılması, yüce Allah’ın dininin hakim kılınması, mazlumların, ezilenlerin kurtarılmasıdır. Bu savaş, zulüm ve sömürü var oldukça, İslâmi değerlere saldırılar sürdükçe sürecek ve kıyamete kadar devam edecektir.

“Size ne oldu ki Allah yolunda ve ‘Rabbimiz bizi şu halkı zalim kentten çıkar, bize katından bir koruyucu ver, bize katından bir yardımcı ver’ diyen ezilen erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa, 75)

“Onlarla savaşın ki, fitne ortadan kalksın, din yalnız Allah’ın dini olsun; eğer (zulüm ve fitnelerine) son verirlerse artık zalimlerden başkasına düşmanlık olmaz.” (Bakara, 216)

Zulüm ve zalimlerle, emperyalizm ve sömürgecilerle olan savaş, hak batıl savaşıdır. Bu nedenle mü’minler, Hak uğrunda savaşırlarken kâfirler, Allah düşmanları safında savaşırlar.

“İnananlar Allah yolunda savaşırlar, kâfirler de tağut yolunda savaşırlar; o halde şeytanın dostlarıyla savaşın, çünkü şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa, 76)

Yüce Allah (cc), Kendi yolunda cihad edenleri övmüş, ölen ve öldürülenlerin şehit olduklarını bildirmiştir.

 “Allah, kendi yolunda kenetlenmiş tuğlalar gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saf, 4)

“Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır; Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah’ın, Tevrât’ta, İncil’de ve Kur’ân’da üstlendiği gerçek bir sözdür; kim Allah’tan daha çok sözünde durabilir! O halde O’nunla yaptığınız bu alışverişinizden ötürü sevinin, gerçekten bu, büyük başarıdır.” (Tevbe, 111)

Devlet haline gelmiş İslâm toplumunda savaş kararlarını, ancak Emir-el Mü’minun ile Devlet Yüksek Şura üyeleri alabilir. Alınan kararları her mü’min, isteyerek seve seve kabul eder ve canı ile malı ile cihad için her an hazırlıklı bulunur.

Yüksek Şura dışında hiç kimse ve hiçbir grup, kendi hevalarından hareket ederek savaş kararı alamaz, insanlara saldıramazlar. Aksi halde Devlete karşı asi olmuş olurlar ki, asilere uygulanan cezalara maruz kalırlar.

Ramazan Yılmaz: 2014.06.04