Başörtüsü İstismarı Ve İslâm Düşmanlığı

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

İslâm, Kur’an’ı Kerim’in insanlığın huzur ve mutluluğu, adalet ve barışı, özgürlüğü ve bağımsızlığı için ortaya koyduğu, alemlerin Rabb’i yüce Allah (cc) tarafından bildirilen esasların, insanlık için örnek olarak gönderilen Peygamber Hz. Muhammed (as) tarafından bir hayat tarzı olarak ortaya konulan dinin, yaşam tarzının adıdır. Bu yaşam tarzında düşünce, söz ve davranışlar bir bütünlük içerisinde, birbirini tamamlar ve bunlardan birisinin eksikliği kişinin İslâm ile olan ilişkisini koparır.

İslâm, kendisini kabul edenlerin hayatını kuşatır ve kişilerin düşüncelerinden sözlerine, kılık kıyafetlerinden her türlü hareketlerine, adabı muaşeretlerinden siyasi ve ticari ilişkilerine, kendi nefislerine karşı taşıdıkları sorumluluktan kendi ailelerine, insanlara ve topluma karşı taşıdıkları sorumluluğa kadar her şeyi düzenler.

İslâm’ı bir yaşam tarzı olarak benimseyen, düşünce, söz ve davranışlarında İslâm’ın belirlediği kurallara göre hareket eden, hayatında beşeri kurallara yer vermeyen kimselere Müslümanlar denildiğini Kur’an’ı kerim çok açık bir şekilde belirtmektedir.

Ey iman edenler, rükû’ edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin, hayır işleyin ki umduğunuza eresiniz.

Allâh uğrunda, O’na yaraşır biçimde cihâd edin. O, sizi seçti ve dinde size bir güçlük yüklemedi; babanız İbrâhim’in dini(ne uyun). O (Allâh) bu (Kur’â)ndan önce(ki Kitaplarda) da, bu(Kur’â)nda da size "Müslümanlar" adını verdi ki, Rasul size şahit olsun, siz de insanlara şahit olasınız. Haydi namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın; sâhibiniz O’dur. (O), Ne güzel sâhip ve ne güzel yardımcıdır!” (22 HAC, 77-78)

“(İnsanları) Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve "Ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (41 FUSSİLET, 33)

Müslümanlar, rüku ve secde ile yüce Allah’a kulluk eden, İslâm’ın belirlediği esaslar doğrultusunda hareket ederek hayır işleyen, Allah (cc) yolunda mücadele eden, insanları yüce Allah’a ve O’nun indirdiği İslâmi esaslara davet eden ve Hz. Muhammed (as)’ın ahlak edindiği hayat tarzını esas alan, yaşamını İslâmi kuralara göre düzenleyen kimselerdir. Müslümanlar adı, önceki kitaplarda da aynı şekilde yer almıştır.

İslâm’ın belirlediği esaslar dışında hareket eden, düşünce, söz ve davranışlarında İslâm dışı düşünce, sistem ve ideolojilere yer veren kimseler, İslâm dairesi dışına çıkmış, Müslümanlık sıfatını kaybetmiş kimselerdir. Bu kimselere Kur’an’ı Kerim kâfir, müşrik, münafık ve fasıklar adını vermektedir. Bu sıfatlar, kişilerin işledikleri fiillere göre Müslüman olmayan kimselere verilmektedir. Bunları kısa kısa tanıtacak olursak:

Kâfirler, düşünce, söz ve davranışlarında İslâmi esaslara yer vermeyen, hayatını İslâm dışı düşünce, sistem ve ideolojilere göre düzenleyen kimselerdir. Bunlardan bazıları İslâm’ı bilmeyen cahil ve inkârcı kimseler iken bazıları ise, bile bile yüce Allah’ın ayetlerini, çıkarları ya da başka endişeleri için inkâr eden kimselerdir. Kâfirlerin yaşamında İslâm’dan izler bulunmadığı gibi, düşünce ve sözlerinde de İslâmi bir kaygı taşımamaktadırlar.

“Kendilerine apaçık ayetlerimiz okunduğu zaman kâfirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk belirdiğini anlarsın. Neredeyse kendilerine ayetlerimizi okuyanların üzerine saldıracaklar. De ki: "Size bundan daha kötü bir şey haber vereyim mi? Varacağınız ateş! Allah onu kâfirlere vadetmiştir. Ne kötü sonuçtur (o)!” (HAC, 72)

“… Ayetlerimizi, kâfirlerden başkası inkâr etmez.” (ANKEBUT, 47)

“Biliyoruz, onların dedikleri seni üzüyor, gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler bile bile Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar.” (EN’AM, 33)

Kâfirler, yüce Allah’ın ayetlerinden ve İslâmi kurallardan hoşlanmadıkları için Kur’an ayetlerini duyduklarında ya da İslâm’ı hatırlatan bir simge gördüklerinde hemen tepki gösterirler, karşı çıkarlar ve her vasıtayı kullanarak Allah’ın ayetlerine ve İslâmi esaslarından olan simgelere saldırırlar. Kâfirler kaba, tahammülsüz, bağnaz, cahil ve yobazdırlar. İslâmi kuralların toplum hayatına hakim olacağı korku ve endişesi, kâfirleri sürekli huzursuz eder. Bu korku ve endişe ile durmadan Müslümanlara ve İslâmi esaslara saldırırılar.

Müşrikler, düşünce ve yaşayış olarak iki kişiliklidirler; İslâmi kuralların bir kısmını benimseyip yaşadıkları gibi İslâm dışı kurallara da düşünce, söz ve davranışlarında yer verirler ve bundan rahatsızlık duymazlar. Müşrikler, İslâm dışı düşünce, sistem ve ideolojileri İslâmi esaslarla aynı ölçüde değerlendirirler. Onların İslâmi hassasiyetleri, geleneksel bazı alışkanlıklardan ibarettir ve bunlar genellikle namaz, oruç, örtü gibi alışagelen ibadetlerdir. Düşünce bazında İslâm müşrikler için pek fazla bir şey ifade etmez, onlar için en önemli husus yaşadıkları dünya hayatında herhangi bir sıkıntıya girmeden sürdürmektir.

“İnsanlardan kimi, Allah’tan başka eşler tutar, Allâh’ı sever gibi onları severler. İman edenler ise en çok Allâh’ı severler. Zulmedenler, azâbı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allâh’ın azâbının çetin olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi!” (2 BAKARA, 165)

Müşrikler dünya hayatını her şeyin üstünde tuttukları için öncelikle bu hayatta rahat etmeyi düşünürler ve bütün düşünce ve gayretlerini bu konuda yoğunlaştırırlar. Ancak ahiret hayatı müşrikler için sürekli ve dayanılmaz bir azabın var olduğu bir hayattır. Yüce Allah (cc), kendi dinini ikinci plana iterek dünya hayatını önceleyen müşrikleri kesinlikle affetmeyecektir.

“Allâh, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür.” (NİSA, 116)

Müşriklerin, yüce Allah (cc) tarafından kesinlikle bağışlanmamasının nedeni, müşriklerin yalnızca yüce Allah’ı sevmeleri ve yalnızca O’ndan korkmaları gerekirken yüce Allah (cc) dışındaki kimseleri, yüce Allah gibi ya da daha fazla sevmeleri ve onlardan daha fazla korkmaları, yüce Allah’a ibadet ettikleri gibi, O’nun dışındakilere itaat etmeleri ve yüce Allah’ın indirdiği esasları bırakıp beşeri kuralları hayat prensibi edinmeleridir.

Namaz ve oruç gibi İslâmi kuraları yerine getiren müşrikler, çıkarları gerektiğinde put edindikleri kimselerin heykelleri önünde saygı adı altında ibadete dururlar.

Münafıklar, düşünce planında farklı, ameli olarak farklı kişilik sergileyen, sözlerinde samimi olmayan, inanmadıkları halde inanmış görünen, ikiyüzlü kimselerdir. Yalan söylemeyi, insanları kandırmayı meslek haline getiren münafıklar, çıkarları gereği her kılığa rahatlıkla girerler.

“İnsanlardan öyleleri de vardır ki, iman etmedikleri halde ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık’ derler. Allâh’ı ve mü’minleri aldatmağa çalışırlar, halbuki yalnız kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar.

Onların kalplerinde hastalık vardır. Allâh da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemelerinden ötürü onlara acı bir azap vardır.

Onlara: ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın,’ dendiği zaman: ‘Biz sadece düzelticileriz,’ derler. İyi bilin ki, onlar bozgunculardır; fakat anlamazlar.

Onlara: ‘İnsanların inandıkları gibi siz de inanın’ dense, ‘O beyinsizlerin inandığı gibi inanır mıyız?’ derler. İyi bilin ki, asıl beyinsizler kendileridir; fakat bilmezler.

İman edenlere rastladıkları zaman; ‘İnandık,’ derler. Fakat şeytânlarıyla yalnız kaldıkları zaman; ‘Biz sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz,’ derler. Allâh da kendileriyle alay eder ve onları bırakır; taşkınları içinde bocalayıp dururlar.

İşte onlar o kimselerdir ki, hidâyet karşılığında sapıklığı satın aldılar da ticaretleri kâr etmedi, doğru yolu da bulamadılar.” (2 BAKARA, 8-16)

Kur’an’ı Kerimde münafıklarla ilgili birçok ayet vardır, ancak yukarıdaki bu ayetler münafıkları bütün yönleriyle çok iyi tanımlamaktadır. Münafıklar, çıkarları gereği kimi zaman Müslüman görünürler, kimi zaman demokrat, kimi zaman İslâmcı kimi zaman da laik ve Kemalist olurlar.

İman etmedikleri halde inandıklarını iddia ederek inanmış halkı istismar ederek kandırırlar, ancak tavır ve davranışlarında içerisinde yaşadıkları demokratik sisteme uygun hareket ederler. Münafıklar, aslında İslâm’ın ve İslâm’ı bir hayat tarzı olarak alan Müslümanların düşmanıdırlar ve Müslümanlara kin beslerler.

“İşte, siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler. Kitabın hepsine inanırsınız. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman ‘İnandık’ derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı öfkeden parmak uçlarını ısırırlar. De ki: ‘Öfkenizden ölün!’ Şüphesiz Allâh, göğüslerin özünü bilir." (Al-i İmran, 119)

Müslümanlara karşı hiçbir sevgi beslemeyen münafıklar, çıkarları sözkonusu olduğunda, insanları kandırmak için kendilerinin de Müslüman olduklarını yüzleri kızarmadan ifade ederler. Ancak onların asıl amaçları, hedefledikleri çıkarlarını elde etmek için inanan insanları yanlarına almak, onların da kendileri gibi olmasını sağlamak ve onları süfli emelleri için kullanmaktır. İslâm’ı gereği gibi bilmeyen bazı cahil kimseler de, münafıkların bu aldatmacalarına aldanırlar ve münafıklar hakkında münafıklara karşı olan gerçek Müslümanlarla tartışırlar.

“Size ne oldu ki, münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Oysa yaptıkları işlerden dolayı Allâh onları baş aşağı etmiştir. Allâh’ın saptırdığını doğru yola iletmek mi istiyorsunuz? Allâh birini saptırırsa artık onun için bir yol bulamazsınız! Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla bir olasınız…” (Nisa, 88-89)

Kur’an’ın ifadesi ile münafıklar, cehennemde kâfirlerden de aşağıda olan sapık ve aşağılık kimselerdir. Ülkemizdeki İslâmcı politikacılar, Kur’an’ın belirttiği münafıkların ta kendileridirler. Bu münafık politikacılar, hem inandıklarını iddia ederler, hem de putperest müşrikler gibi anıtkabir denilen puthaneye gidip rejimin ileri gelenlerinin beton mozoleleri önünde ibadete dururlar ve o betonların içinde çürümüş kemiklerin sahiplerine sanki canlı olarak karşılarında duruyor gibi hitap ederler, ondan yardım beklerler.

Fasıklar, İslâmi hiçbir hassasiyetleri olmadığı halde, inandıklarını iddia eden, ancak yaşamlarında İslâmi hiçbir belirti bulunmayan, dünyevi çıkarlarını inandıkları iddia ettikleri dinin önünde tutan kimselerdir.

“De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabânız, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticaret(iniz), hoşlandığınız konutlar, size Allah’tan, Rasulünden ve O’nun yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise o halde Allâh emrini getirinceye kadar gözetleyin Allâh, fasık topluluğu hidayete iletmez.” (Tevbe, 24)

Münafıklar, imanı küfürle değiştiren, imana karşı küfrü seven kimselerdir. Bunların iman iddiaları boş bir iddiadan ve geleneksel alışkanlıklardan başka bir şey değildir. Yüce Allah (cc) Müslümanlardan, fasıkların cenaze namazlarını kılmamalarını ve kabirleri başında durmamalarını istemektedir.

“Ve Onlardan ölen birinin üzerine asla namaz kılma, onun kabri başında durma. Çünkü onlar Allâh’ı ve Elçisini tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler. Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allâh onlara dünyâda, bunlarla azabetmeyi ve kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.” (Tevbe, 84-85)

Kâfirler grubuna giren fasıklar da münafıklar gibi çıkarları gereği inanan insanları kandırmak ve onları yanlarına almak için çalışmaktadırlar. Ancak iman eden ve hayatını Kur’ani esaslara göre düzenleyen hiçbir Müslüman ne kâfirlerin, ne müşriklerin, ne münafıkları ve ne de fasıkların yalanlarına itibar etmez, onların süslü ve aldatıcı sözlerine aldanmaz.

Yukarıdaki Müslüman, kâfir, müşrik, münafık ve fasık tanımlamalarını, aşağıda açıklayacağımız ve siyaset arenasında istismar edilen, üzerinden parsa toplamaya çalışılan başörtüsü konusu ile ilgisi bulunduğu için yaptık. Bu tanımlamalarla kimin ya da kimlerin başörtüsü konusunda samimi ve yetkili, kimin ya da kimlerin istismarcı yalancı olduğu; kâfir, müşrik, münafık ve fasıkların bu konuda hiçbir yetkilerinin bulunmadığı gerçeğini göz önüne serilecektir.

BAŞÖRTÜSÜ NEDİR?

Başörtüsü, yüce Allah’a iman eden, İslâmi esasları hayat prensibi ve yaşam tarzı olarak kabul eden Müslüman kadınların, yüce Allah’ın emri gereği başlarına örtükleri örtüdür. Başörtüsü, “Lailahe illallah” kelime-i tevhidini söyleyerek yüce Allah’tan başa ilah(=otorite, güç, kendi hayatı üzerinde başka bir yetkili) kabul etmeyen Müslüman kadınların, namaz, oruç, hac, zekât, cihad gibi farzlardan kabul ettikleri yüce Allah’ın bir emridir. Bu nedenle, nasıl ki diğer farzların, Müslümanlar tarafından yapılıp yapılmayacağı tartışma konusu olmazsa, başörtüsünün de, Müslüman kadınlar tarafından takılıp takılmayacağı tartışılamaz, bu konuda beşeri yasalar düzenlenemez. Yüce Allah’ın emirleri üzerinde tartışmak sapıklık ve küfürdür.

Başörtüsü, iman eden kadınların, iman ettiklerinin bir göstergesi ve nişanıdır. Yüce Allah (cc), Müslüman kadınlardan bu iman göstergelerini, toplumsal hayat içerisinde onurlu bir şekilde göstermelerini istemektedir.

“Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin eşlerine söyle: (dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar; onların(Müslüman olarak) tanınıp incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allâh çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Ahzab, 59)

Başörtüsü, Müslüman kadınların onuru, namusu, iman simgesi, haya perdesi ve süsüdür. Bu nedenle Müslüman kadınların, evlerinin dışına çıktıklarında bu değerlerini korumaları için vakar ve izzet sahibi kimseler olarak baştan aşağıya kadar örtünmeleri imani bir zorunluluk, kişisel bir görev ve sorumluluktur.

Müslüman kadınlar, çağdaşlık adı altında açılıp saçılarak vücutlarının kimi kısımlarını yabancı bakışlara pazarlayan cahil kadınlar gibi açık bir şekilde evlerinden dışarı çıkamazlar; aksi takdirde o kadınlardan hiçbir farkları kalmaz. İşte bu nedenle yüce Allah (cc) Müslüman kadınların, diğer kadınlardan farklı olduklarını göstermelerini istemektedir. Bu yüzden onlardan dışarı çıktıklarında örtünmelerini istemektedir.

“Ey Âdem oğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Takva örtüsü, en iyisidir. İşte bu(nlar), Allâh’ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.

Ey Âdem oğulları, şeytân, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belâya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz şeytânları, inanmayanların dostları yaptık.” (Araf, 26-27)

Örtüden mahrum olan kadınlar, şeytana ve insan cinsinden olan kabilesine tabi olan ve dost edindiği şeytanın vesveselerine uyarak bedeninin çirkinliğini teşhir eden kimseledir. Şu bir gerçektir ki, şayet bedenlerin kimi kısımları ya da bizatihi kendisi güzel olsaydı bu durumda ölen kadınları mezarlara hemen gömmezler, başkalarının görmesi için camekânlı bölümlerde teşhir ederlerdi. Demek ki güzel olan bedenin kendisi değil, o bedenin içini dolduran iman ve bu iman doğrultusunda kuşanılan kişilik ve örtüdür. Bu yüzden yüce Allah iman eden kadınlardan örtünmelerini istemektedir.

Müslüman kadınlar için asıl olan örtü değildir; onlar için asıl olan, bu örtünün içini dolduracak bir kişilik kuşanmalarıdır. Bakışları, bedenlerinin metrelerce uzağında dolaşan, süsleri başkalarınca bilinsin diye maymunlara özenerek şaklabanlık yapan, namus ve edep yoksunu sürtük sokak kadınları gibi kırıtarak orasını burasını açan kadınların örtüleri, kendileri için ancak süslü semer takmış merkepler gibi bir yüktür.

Mü’min kadınlara da söyle: "Bazı bakışlarını kıssınlar, ırzlarını korusunlar. Süslerini göstermesinler. Ancak kendiliğinden görünenler hariç. Baş örtülerini göğüslerinin üstüne koysunlar. Süslerini kimseye göstermesinler…” (Nur, 30)

Yüce Allah’ın emri budur, bu ilahi emre ancak, iman eden ve imanlarını yaşamlarının her alanında bir hayat tarzı olarak ortaya koyan Müslüman kadınlar uyarlar. Başörtüsü takmayan bir kadın, iman konusunda herhangi bir hassasiyeti bulunmayan, yüce Allah’ın emrini önemsemeyen, kafasındaki düşünce ve niyetine göre başörtüsü takmamasından dolayı kâfir, müşrik, münafık ya da fasıktır.

Başörtüsünü, kasten çıkaran ve İslâm’da böyle bir emir yoktur diyerek bu konu ile ilgili ayetleri inkâr edenler kâfirmüşrik, çevresinden çekindiği ve nefsine zor geldiği için başörtüsü takmayanlar münafık, “başörtüsü yüce Allah’ın emri ancak ben takmıyorum, o kadar önemli değil” diyenler fasık, kimselerdir. Bir de sürekli başörtüsü takmalarına rağmen hayatlarının diğer konularında beşeri sistemlere uyanlar, beşeri düzenleri, oy vererek ya da başka bir şekilde söz ve davranışlarıyla destekleyenler de müşriktirler. Bütün bu sıfatlara layık olanlar, Kur’an’ın ifadesi ile imanlarına şirk bulaştıran ve kâfirler grubunda olan kimselerdir.

BAŞÖRTÜSÜ İSTİSMARI ARKASINDAKİ ASIL ŞEYTANİ NİYETLER

Bugün ülkemizi işgali altında tutan Kemalist diktatörlüğün siyaset arenasındaki siyasiler, başörtüsü konusuna el atmış, kendilerince bundan parsa toplamaya çalışmaktadırlar. Kâfir, müşrik, münafık ve fasık olan bu kimselerin, yüce Allah’ın emri olan başörtüsü konusunda taraf ya da karşı olmaları, İslâmi bir hassasiyetten ya da özgürlükçü olmalarından dolayı değil, içerisinde bulundukları küfürlerine meşruiyet kazandırma çabalarından dolayıdır.

Müşrik ve münafıkların karargahı durumunda olan AKP (Amerikan Kuklaları Partisi), 4,5 yıllık ilk iktidar(!) döneminde sözünü bile etmediği başörtüsüne, bugün özgürlük ve eğitim eşitliği adına el atmış görülmektedir. Birincisi, şu Kur’ani gerçek çok iyi bilinmeli ki, kendileri cehennem ehli oldukları halde müşriklerin, yüce Allah’ın emri olan bir konuyu savunmaları mümkün değildir. Yüce Allah (cc), onlara bunu yasaklamaktadır.

“Müşrikler, nefislerinin küfrünü göre göre Allâh’ın mescitlerini şenlendiremezler. Onların yaptıkları işler, boşa çıkmıştır. Ve onlar, ateşte sürekli kalacaklardır. Allâh’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimseden korkmayanlar şenlendirirler. Onların, doğru yolu bulanlardan olacakları umulur.” (Tevbe, 27-28)

Yukarıdaki ayeti kerimede de belirtildiği üzere, Amerikan Kuklaları Partisi (AKP) elemanlarının ve onların başı Erdoğan’ın İslâmi bir farz konusunda çalışmazlar. Onların yapacakları ilk ve en önemli iş, öncelikle küfür olan Kemalist dikta rejimini bırakıp tevbe ederek şirkten kurtulmalarıdır. Kendileri şirk ve küfür içerisinde olanlar, İslâmi bir konuda nasıl olur da karar alabilirler?

İslâmi bir konuda ancak Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimseden korkmayanlar karar alabilirler ve çalışabilirler. Yüce Allah (cc) İslâmi konularda çalışma yetkisini ancak ve ancak Müslümanlara vermiştir.

Kendileri cehennem ehli olan kimseler, nasıl olur da başkalarını dayanılmaz cehennem ateşinden kurtarmaya çalışabilirler? Bu mümkün değildir, Amerikan Kuklaları Partisi (AKP) mensupları öncelikle kendilerini, cehennem ateşine giren aşağılık kimseler olmaktan kurtarmaları gerekir.

İkincisi, Kemalist sisteme iman eden, bu zorba rejimin hayatiyetini sürdürmesi için gecesini gündüzüne katıp çalışan, puthaneye gidip bu dikta rejiminin ilahı durumundaki M. Kemal’in beton mozolesi önünde ibadete durarak ölmüş olan M. Kemal’e canlı imiş gibi hitap edip onu yücelten ve böylece şirkin en karanlık noktasına düşen müşrik Amerikan Kuklaları Partisi (AKP) elemanlarının ve onun müşrik başkanı R. Tayip Erdoğan’ın niyetleri başörtüsüne serbestlik getirmek değil. Onların amacı, ülkeyi işgal ettiği günden bu yana Anadolu halkı tarafından sevilmeyen bu küfür ve zorba rejimi Anadolu halkına ve başörtülülere sevdirmek ve onların bu despot rejime destek vermelerini sağlamaktır.

Amerikan Kuklaları Partisi (AKP) mensupları, başörtüsünü istismar ederek inanan Anadolu insanının kendileri gibi küfür ve şirk içerisine girmelerini istemekte ve bunun için çalışmaktadırlar. İşte yüce Rabb’imiz bu konuda Müslümanları uyarmakta ve bu münafıkların amaçlarını onlara bildirerek bu tuzaklardan uzak olmalarını istemektedir.

“Size ne oldu ki, münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Oysa yaptıkları işlerden dolayı Allâh onları baş aşağı etmiştir. Allâh’ın saptırdığını doğru yola iletmek mi istiyorsunuz? Allâh birini saptırırsa artık onun için bir yol bulamazsınız! Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla bir olasınız…” (Nisa, 88-89)

Üçüncüsü, AKP (=Amerikan Kuklaları Partisi), başörtüsünü istismar ederek oy toplamaya ve Kemalist despotluğun başbakanlık koltuğunu elinden bırakmamaya çalışmaktadır. Böylece şimdiye kadar yaptıkları hırsızlıklardan dolayı yargılanmaktan kurtulmaya çalışmaktadırlar. Ancak şu unutulmasın ki, kendilerinden önce iktidar koltuğuna oturan hırsızlar bu koltuklardan indirildikten sonra nasıl yargılandılar ve kendilerince yüce addettikleri mahkemeler önünde hesap verdilerse bunlar da, günü geldiğinde Kemalist zorbalığın başbakanlığına oturtulan başkalarınca yargılanacaklardır.

MHP, sicili ve bugüne kadar yaptıkları icraatlarla ne kadar milliyetçi(!) oldukları ayan beyan ortada olan bu partinin başörtüsü konusunda taraf olmaları tamamen siyasi nedenlerledir. İslâmi hiçbir kaygıları olmayan, bu nedenle Kur’ani ifade ile kendileri fasık olan bu kimselerin, İslâmi bir konu ve yüce Allah’ın emri gereği farz olan başörtüsüne imani bir hassasiyetle destek vermeleri mümkün değildir.

CHP( Cahilliye Hizip Partisi), İslâm’a karşı sürdürdüğü düşmanlığını her şeyin üstünde tutan, kuruluşundan bugüne kadar yaşamını İslâm’a düşmanlık üzerine sürdüren Cahilliye Hizip Partisi (CHP) mensuplarının başörtüsüne karşı savaş açmaları, geleneksel küfür anlayışlarının bir sonucu ve gereğidir.

Kuruluşundan başlayarak İslâm’a ve İslâmi değerlere karşı kin ve düşmanlık besleyen, Kur’an’ı Kerimleri toplatıp yakan, Kur’an dersi veren insanları toplayıp cezaevlerine dolduran, İslâm hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayan bu Cahilliye Hizip Partisinden, yüce Allah’ın emri gereği Müslüman kadınlar için farz olan başörtüsüne destek vermelerini beklemek, şeytandan namaz kılmasını beklemek, ya da zalimlerden adalet beklemektir.

Emperyalizmin Anadolu’daki temsilcisi olan Cahilliye Hizip Partisi (CHP) mensuplarının İslâm hakkındaki beyanlarına bakıldığında bunların, ne derece cahil oldukları, normal insani vasıflardan uzak, insani değer yargılarından hiç nasiplenmedikleri apaçık bir şekilde görülecektir.

Seçim zamanlarında Anadolu halkını kandırmak için bu halka yaklaşan, halktan kendileri gibi cahil olan bazılarını kandırmayı da başaran Cahilliye Hizip Partisi (CHP) mensupları, halkın dindarlık duygusunu çıkarları için kullanarak dine saygılı olduklarını ifade ederler ancak onlar aslında Anadolu halkına kin ve düşmanlık beslemektedirler. Yüce Rabb’imiz Cahilliye Hizip Partisi (CHP)’ni destekleyen ve kendilerinin Müslüman olduklarını söyleyen insanları bu konuda uyarmaktadır.

“İşte, siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler. Kitabın hepsine inanırsınız. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman ‘İnandık’ derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı öfkeden parmak uçlarını ısırırlar. De ki: ‘Öfkenizden ölün!’ Şüphesiz Allâh, göğüslerin özünü bilir." (Al-i İmran, 119)

Cahilliye Hizip Partisi (CHP) mensupları, geçmişten devraldıkları İslâm’a karşı kin ve düşmanlıklarını hâlâ sürdürmeye çalışan İslâm düşmanlarıyla doludur. Bu parti, ülke içerisinde bulundukları görevlerde İslâm düşmanlığında sınır tanımayan cahil ve bağnaz kimseleri bünyesinde toplamış bir partidir. Bu kimseler, başörtüsü konusunu kullanarak İslâm’a karşı bütün kin ve düşmanlıklarını kusmaktadırlar. Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.

Sonuç olarak, son başörtüsü konusunda meydana çıkanlar, yüce Allah’ın emri farz olan bir konuda yardımcı olmak amacıyla değil, çirkin siyasi emellerine ulaşmak için hareket etmişlerdir. Bunların hepsinin tek amacı, despot Kemalist zorbalığın çirkin yüzünü halka sevdirmek ve inanan insanları bu zorba rejime yamamaktır.

İman eden ve imanında samimi olan, İslâmi esasları bir yaşam tarzı olarak kabul edip hareket eden hiçbir Müslüman, Kemalist zorbalığın siyasetçilerinin ve yöneticilerinin İslâmi konulardaki söylemlerine kanmaz; çünkü Müslümanlar feraset sahibi kimselerdir. Bu nedenle kâfir, müşrik, münafık ve fasıkların neyi niçin yaptıklarını biz Müslümanlar çok iyi bilmekte ve anlamaktayız.

Allah’ın rahmeti iman eden ve imanını bir yaşam tarzı olarak alan, her türlü söylem ve hareketlerinde Kur’an’ın emrine göre hareket eden Müslüman kadın ve erkeklerin üzerine olsun. Allah’ın azabı ve gazabı da İslâm’a savaş açan, İslâmi değerlere ve Müslümanlara düşman olan, İslâm’ı kendi basit çıkarları için istismar edenlerin ve bunlara oy vererek ya da söylem ve hareketleriyle destek olanların üzerine olsun. Selam hidayete tabi olanların üzerinedir.

Ramazan Yılmaz: 2008.08.02