Ayetleri, bilinçli ve yerli yerince kullanmak

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

         Ayetleri bilinçli kullanmanın ilk basamağı kişinin, söyleyip yazdığı ayetleri her halükârda öncelikle kendi nefsinde yaşaması, daha sonra başkalarına anlatmasıdır. Risalet önderleri ve onların izlerini takip eden Tevhid erleri, Tevhidi esasları kendileri kabul edip yaşamadan insanlara Tevhid dersi vermeye kalkışmamışlardır.

         Günümüzde başkalarına Tevhid dersi veren bazı kimseler, söyledikleri Tevhidi esasların kendilerinden ne istediğini düşünmeden slogandan öteye gitmeyen ifadelerle Tevhidi esaslarla ilgili ayetleri kullanmaktadırlar. Kur’an bunları şöyle tarif etmektedir.

         “Ve Kur’an’ı, insanlara okuman için bölümlere ayırdık; kalıcı olması için onu indirdikçe indirdik. De ki: ‘Ona iman edin yahut iman etmeyin; şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğu zaman çeneleri üzerine secdeye kapanırlar.’ Ve derler ki: ‘Rabb’imiz yücedir, gerçekten Rabb’imizin vaadi gerçekleşmiş oldu.’ Ve ağlayarak çeneleri üzerine kapanırlar ve onların derin saygısını artırır.” (İsra, 106-109)

         “İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebilerden, Âdem ve Nuh ile beraber (gemide) taşıdıklarımız soyundan, İbrahim ve İsrail (Yakup) soyundan, hidayet verdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Onlara, Rahman’ın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. Nihayet ardından onlardan sonra yerlerine gelenler, salatı zayi ettiler, şehvetlerine tabi oldular; bu yüzden onlar, yakında azgınlıklarının karşılığını alacaklardır. (Meryem, 58-59)

         Bu buyruklar gereği ayetleri, bilinçli ve yerli yerince kullanma konusunda Rab’lerine gerçekten iman edenler oldukça duyarlı ve hassas olmalıdırlar. Yüce Allah (cc) bu konuda iman edenleri birçok ayette, olur olmaz şekilde ayetleri kullanmamaları konusunda uyarmaktadır.

         Vahyi esasları, hayatının merkezine almayanların, vahiyle insanlara öğüt vermesinin ne denli ikiyüzlülük olduğunu bildiren yüce Allah (cc), aksine hareketin Kendi yanında büyük bir gazap ve nefret olduğunu bildirmektedir.

         “Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz; yapmayacağınız şeyi söylemek, elbette Allah katında büyük bir nefrettir!” (Saf, 2-3)

         Başkalarına Tevhid dersleri verip yaşadıkları hayatı, çevrelerinde cereyan eden olay ve olguları, Tevhidi ilkeler doğrultusunda değerlendirmeyenler, ancak kendilerini aldatıyorlar da farkında değiller. Bu ayetlerle yapılan uyarının hemen akabindeki ayette Mü’minlerin kenetleşmelerinden, Allah yolunda mücadele etmelerinden, savaşmalarından söz edilmektedir.

         Oturdukları yerden gizlenmiş bir halde Kur’an’daki ayetlerin, nerede nasıl kullanıldığını bilmeden, karşı oldukları kişilere adeta bir silah gibi kullananlar, elbette Saf suresi 2 ve 3. ayetlerin kapsamına girmektedirler.

         Ayetler, -tıpkı rasuller gibi- bildirilen şartlar hasıl olduğunda uygulanır

         Ayetlerin tümü, belli şartları içerisinde barındırmaktadır, bu şartlar hasıl olduğunda ayetler doğal olarak kullanılır. Örneğin had cezalarının uygulanması, savaş hukuku ve benzeri konulardaki ayetler, ancak İslâm Devleti’nin uygulayacağı hükümlerdir.

         Şartları hasıl olmadan ayetleri başkalarına söyleyip onu bir tehdit aracı olarak kullanmak, kişiye Rabb’i indinde büyük bir sorumluluk yükler. İslâm Devleti’nin, devlet olarak uygulayacağı hüküm içerikli bazı ayetleri alıp sokak serserileri edasıyla sağa sola tehditkâr bir tavırla yazanlar, Rab’lerine hesaplarını veremeyeceklerdir. Günümüzde bazı kişilerce kullanılan ayetlerden birkaç örnek.

          “Şüphesiz Allah ve Rasulü’yle savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışan kimselerin cezası, öldürülmeleri yahut asılmaları yahut ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılama ve ahirette onlar için büyük bir azap vardır.” (Maide, 33)

         Bu ve benzeri ayetleri öne çıkararak kullananlar, asıl itibarı ile ayetleri kullanarak kendi hevalarını tatmin etmeye çalışmaktadırlar. Bunlar, İslâm Devleti’nin tasarrufunda olan harp esirleri konusunda kişilerin ileri geri konuşmaktadırlar. Bunlara bir örnek verilirse, cariye ve kölelik konusu, geçmiş toplumlarda bir harp kuralı idi, İslâm, bu adeti kaldırmış ilahi bir nizam olarak tüm toplumlara örnek olmuştur.

         Maide, 33 ve benzeri ayetler birkaç yönlü düşünüldüğünde zaten konunun şahsî bir tespit olamayacağını ortaya koymaktadır. Bu tür ayetleri kendilerine kalkan yapıp bunlarla sağa sola saldıranlar, öncelikle ayetlerin içeriklerini düşünmelidirler. Örneğin Maide, 33. ayeti.

         – Ayette belirtilen Allah ve Rasulü’ne karşı bu savaş fiili mi, söylem mi, fikri mi?

         – Yeryüzünde kurulu düzenden kasıt, herhangi bir devlet düzeni mi, İslâmi bir devlet düzeni mi -ki ayette kastedilen İslâmi bir devlet düzenidir- o hâlde bu ayetin İslâmi devlet düzeni kurulmadan kullanılması kişiyi nasıl bir sorumluluk altına soktuğu düşünülmelidir.

         – İslâmi Devlet olmadan kişilerle ilgili ceza nasıl uygulanacaktır ki, başka ayetlerde cezaların infazının insanların şahit olacakları açık bir yerde yapılması emrediliyor.

         – Kişinin, suçlu olup olmadığını kim tespit edip hüküm verecek ki, ayetteki cezaların hangisine çarpılacağını belirlesin, sürgüne kim kimi nereden sürecek!

         – Ahzab, 21. ve Rasul (as)’a itaat ayetlerini, keyiflerince kullananlar için ne ifade ediyor, yüce Allah’ın, rasulleri örnek vermesindeki hikmet net anlaşılmalıdır.

         Diğer yandan Tevbe suresinde müşriklerle ilgili ayetlerin uygulanması nasıl ve kimin tarafından yapılacaktır. Maide, 33. ayetini olur olmaz kullananlar, Tevbe süresi, giriş ayetlerinin gereğini nasıl yapacaklar. Rabb’imiz bu konuda kişileri ölçülü olmaya davet ediyor.

        “İşte siz öylesiniz; sizin bilginiz olan şey hakkında tartıştınız; fakat bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsunuz! Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Al-i İmran, 66)

         O halde kişiler, ağızlarına geldiği gibi konuşmamalı, söyledikleri ayetlerin kendilerini Rab’leri indinde sorumluluk altına soktuğunu bilmelidirler. Aksi halde yüce Allah’ın, insanları Kitaptan sorgulayıp Rasul (as)’ı şahit gösterdiğinde kendilerini savunamayacaklardır.

         Diğer bir istismar konusu da cariye ve kölelik konusudur; bazı kimseler, İslâm’ı ve İslâm’ın harp hukukunu bilmeden sağda solda cariye ve kölelik konusunu adeta zorla İslâm’ın bir rüknü imiş gibi anlatmaktadırlar. İslâm, insan onurunu rencide eden ve o dönemde genel geçer bir harp kuralı olan kölelik ve cariyeliği kaldırmış, savaş esirleri ifadesini kullanmıştır.

         “Bir Nebi’ye, yeryüzünde güçleninceye kadar, onun esirlerinin olması mümkün değildir; siz, dünyada genişlik istiyorsunuz, Allah ise ahireti istiyor. Allah üstündür, hakimdir.” (Enfal, 67)

         İslâm, esirlere eza cefa etmeyi değil iyilikle muameleyi öngörür ve esirlere iyi davrananları över.

         “Onlar, o sevdikleri yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.” (İnsan, 8)

         Bir devlet nizamının uygulayacağı ayetleri, külhanbeyi bir eda ile insanlara karşı bir tehdit olarak yazanlar, -bunu hangi gaye ile yaparsa yapsınlar- Kur’ani esaslara ve İslâm’a büyük bir zarar vermektedirler. Hiçbir Rasul, devlet nizamı haline gelmeden insanları asıp kesmekle tehdit etmemiş, onları yalnızca yüce Allah’ın azabı ile korkutmuş insanları yüce Allah’ın rahmet sıfatına davet etmişlerdir.

         “Âlemler için rahmetten başka (bir sebeple) seni göndermedik.” (Enbiya, 107)

         Yüce Allah (cc), rahmetini öncelemiş ve rasullerini rahmet elçileri olarak göndermiştir. Bu nedenle tüm rasuller, insanları öncelikle yüce Allah’ın rahmetine davet etmişlerdir.

         Ayetlerin asıl anlamlarını bilmeden kullanmak Kur’an’a, İslâm’a zarar vermektir

         Ayetleri, olur olmaz şekilde rastgele kullanmak, her şeyden önce İslâmi esaslara zarar vermek, İslâm’ın anlaşılmasını zorlaştırmaktır ki bu, yüce Allah (cc) indinde kişiye büyük bir sorumluluk yükler.

         İkincisi, ister bilinçli, ister bilinçsiz yapılsın, Kur’an’ın, insanlar tarafından anlaşılmasına engel olmaktır ki, bunu yapan kimsenin durumu, Mekke müşriklerinin Kur’an’ın önünde gürültü koparmalarından farksızdır.

         Üçüncüsü, Rasul’ün örnekliğini veren ayetlerin görmezden gelinmesine ve onlara sırt dönülmesine neden olur ki, gerçekten iman eden, her aklı başında olan kişi, bunun ne demek olduğunu iyi bilir.

         “Kim, kendisine hidayet açıklandıktan sonra Rasul’e karşı gelir ve Mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu döndüğü yola yöneltiriz ve cehenneme sokarız; ne kötü bir dönüştür!” (Nisa, 115)

         Dördüncüsü, ayetleri olur olmaz kullananlar, bilgisizce hareket ettiklerinden şeytana uymuşlardır.

         “İnsanlardan kimi, Allah hakkında ilmi olmaksızın tartışır ve her azgın şeytana tabi olur.” (Hac, 3)

         Yüce Allah (cc), Kendisi hakkında bilgisizce konuşmanın şeytandan olduğunu, bilgisizce konuşanların, şeytana tabi olduklarını bildirmiş, Mü’minleri bundan sakındırmıştır.

         Mü’minler, söyleyip yaptıklarından Rab’leri indinde hesaba çekileceklerine iman eden, her söz ve fiillerinden sorumlu oldukları bilincinde olan, bu nedenle de söz ve fiillerini, iman ettikleri Kur’ani hükümlere göre ifade edip yapan kimselerdir.

         Mü’minler, hesap gününde Kur’an’dan hesaba çekildiklerinde yalancı duruma düşmemek için söyleyip yaptıklarını Kur’ani hükümlere göre yapmalı, yazdıkları ayetlerin anlamını ve kullanılması gereken yeri bilerek yerli yerince kullanmalıdırlar.

        Ayetlerin asıl manalarını bilmeden söylemek, kelimelerin yerlerini değiştirmek gibidir

         Yüce Allah (cc) iman edenlerden, söyleyip yaptıkları konusunda delil isterken bu, kullanılan ayetlerin mutlaka asıl anlamlarına uygun kullanılması içindir. Bir ayeti, -ne anlama geldiği bilinmeden- olur olmaz bir konu için kullanmak delile dayalı konuşmak değil tam aksine kişiye, büyük bir sorumluluk yükleyecektir. Çünkü böyle bir tavır, kelimeleri yerlerinden kaydırarak ayetlerin anlamlarını yanlış kullanmak gibi suçtur.

         “Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini katı yaptık; Kelimeleri, tahrif edip yazdılar, kendisiyle öğüt verilen şeyden pay almadılar ve unuttular. Onlardan pek azı hariç, onların hainliklerine daima muttali olursun, sen aldırış etme; bu yüzden onlardan vazgeç ve yüzçevir, şüphesiz Allah, güzel davrananları sever.” (Maide, 13)

         Bir konuda yapılan bir iş ya da söylenen bir sözü Kur’ani bir delile dayandırma adına ya da ayetin arka planını bilmeden konu ile pek ilgisi bulunmayan bir ayeti kullanman yahut bir konu üzerinde fikir yürüten ya da başkalarına cevap vermek için kelimelerin yerlerini değiştirenler, hem kendilerine, hem de ayeti gösterdikleri kişilere kötülük yapmaktadırlar. Çünkü verilen ayet, yanlış bir anlamda kullanıldığından doğal olarak kişi ya da kişileri yanlış sonuçlara götürecektir. Yüce Allah (cc) ayetleri, arzularına göre kullananlardan örnek vermiş, iman edenleri bundan sakındırmıştır.

         “Ey Rasul, onlardan, küfürde yarış eden kimseler seni üzmesin; onların kalpleri inanmamış iken ağızlarıyla ‘inandık’ derler ve Yahudi kimselerden yalana kulak verenler, sana gelmemiş olan bir kavme kulak veriler. Kelimeleri, yazıldıktan sonra tahrif ederler; derler ki, ‘Eğer size bu verilirse onu alın, o verilmezse sakının!’ ve kimi Allah imtihan etmek isterse, artık onun için Allah’tan bir şeye malik olamazsın. İşte onlar, o kimselerdir ki Allah, kalplerini gerçekten temizlemek istememiştir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve onlar için ahirette de büyük bir azap vardır.” (Maide, 41)

        Yüce Allah (cc), herhangi bir konuda olsun, Kendi hakkında ya da dini bir konuda olsun, bilgisizce konuşulmamasını bildirmiş herkesin ancak bildiği konuda konuşmasını istemiştir.

         “İnsanlardan kimi, Allah hakkında, bilgisizce, bir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan tartışır.” (Hac, 8)

         Yüce Allah (cc) ya da O’nun dini hakkında hiçbir delile dayanmadan ayetlerin asıl anlamlarını bilmeden konuşmak, insanı sağdan yanaşarak saptırmak isteyen azgın şeytana tabi kılar. Şeytana tabi olanların ise pişmanlığın fayda vermediği o hesap gününde yeri, acıklı bir azabı tatmak üzere ancak cehennemdir.

         “Bugün ayrılın ey günahkârlar! Ey Âdemoğulları, size ahit vermedim mi şeytana itaat etmeyin diye; şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır.” (Yasin, 59-60)

         Ayetler, tıpkı ilaç gibidirler

         Ayetler, tıpkı ilaçlar gibidir; ilaçlar yanlış kullanıldığında insanlara nasıl ki bir fayda sağlamıyor ve tam aksine daha kötü fiziksel ve ruhsal hastalıklara neden oluyorsa, aynı şekilde ayetler de yanlış kullanıldığında insanı, Rabb’ine karşı sorumluluk altına sokmakta, onun şirk ve küfre girmesine neden olmaktadır.

         Hangi niyetle olursa olsun, ayetlerin arka planını ve vermek istediği mesajı anlamadan herhangi bir konu ya da durum için kullanmak bilinçli ya da bilinçsiz yüce Allah’ın üzerine iftira atmaktır. Çünkü yüce Allah’ın o ayet ya da ayetlerle öyle murat ettiğini iddia etmektir ki bu, çok büyük bir sorumluluktur.

         “Allah’a yalan uyduran kimseden daha zalim kimdir! İşte onlar, Rab’lerine arz edilirler, şahitler derler ki: ‘İşte bunlar, Rab’lerine karşı yalan söyleyen kimselerdir.’ İyi bilin ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (Hud, 18)

         Ayetlerin, asıl anlamlarından farklı olarak kullanılmasına ve şeytana tabi olunmasına bir örnek, kişilerin yüce Allah’ın rahmet sahibi oluşunu bildiren ayetleri yanlış kullanmalarıdır. Yüce Allah (cc), kullarına karşı elbette rahmet sahibi ve onlara merhamet edicidir. O, hangi konu ve durumda kullarına merhamet edeceğini çok açık bir şekilde bildirmiştir.

         Yüce Allah’ın rahmet sıfatını, O’nun bildirdiği amacın dışında hevalarına göre kullananlar, O’nun rahmetine değil gazabına uğrayacaklar, cennet mükâfatına değil cehennem azabına gideceklerdir.

         “De ki: ‘Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin, muhakkak ki Allah, bütün günahları bağışlar; şüphesiz O, bağışlayan, merhamet edendir. Rabb’inize dönün, O’na teslim olun, size azap gelmeden önce, sonra size yardım edilmez. Rabb’inizden size indirilenin en güzeline uyun; ansızın ve hiç farkına varmadan azap size gelmeden önce.” (Zümer, 53-55)

         Yüce Allah (cc), kullarına merhamet etmeyi ancak onların, günahlarından vazgeçip tevbe etmeleri, Kur’ani esaslar doğrultusunda bir yaşantı içerisine girmeleri şartına bağlamış, ancak bu durumda tevbe edenin bütün günahlarını bağışlayacağını bildirmiştir.

         “Kim tevbe eder ve salih amel işlerse, işte gerçekten o, Allah’a tevbe etmiş, tevbesi kabul edilmiştir.” (Furkan, 71)

         Kendilerine Hak ulaştığı anda tevbe etmeyip tevbe etmeyi sonraya bırakanlar, tevbe etmemiş kimseler olarak kâfirler gibi olacaklardır.

         “Kötülükler yapıp kendilerine ölüm geldiğinde nihayet: ‘Ben, gerçekten şimdi tevbe ettim’ diyenlerin ve kâfir olarak ölenlerin tevbeleri geçerli değildir, işte onlar için acı bir azap hazırlamışızdır!” (Nisa, 18)

         Yüce Allah’ın, kullarına hangi durumlarda merhamet edeceğini bilmeden O’nun rahmet sıfatını olur olmaz kullananlar, şeytana tabi olmuş kimseler olarak acıklı azabı tadacaklardır. Bu, hangi konuda olursa olsun, ayetleri asıl anlamları dışında kullanan herkes için geçerlidir.

         Yüce Allah’ın affetmesi, kulun tevbe etmesine bağlıdır

         Yüce Allah (cc), kullarına karşı af ve mağfiretinin hangi durumlarda sözkonusu olacağını, ancak buna göre hareket edilmesi halinde kullarını bağışlayacağını bildirmiş, bu bildirilenler dışında Kendisinin rahmetini istismar aracı olarak kullananları uyarmış, bunun şeytandan olduğunu apaçık bir şekilde haber vermiştir.

         “Ey insanlar, muhakkak ki Allah’ın vaadi gerçektir; o halde sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı, sizi Allah ile aldatmasın.” (Fatır, 5)

         Birçok kişi, zulme uğrayan, bazı sorunlarla karşılaşan insanlara, sabrı tavsiye eder, onlara zulmeden kişileri bağışlayıp affetmelerini tavsiye ederek o konu ile ilgili ayetleri okurlar. Oysa bu, doğru olmayan bir istektir. çünkü yüce Allah (cc), merhamet sahibi ve O’nun merhameti, gökleri ve yeri kapladığı halde günah işleyen kullarını, ancak günah işlemekten vazgeçerek kendilerini ıslah edip tevbe etmeleri halinde bağışlayacağını bildirmiştir.

         “Tevbe edenler, ıslah edenler ve Allah’a sığınanlar ve Allah için dinlerine ihlaslı olanlar müstesna, işte onlar, Mü’minlerle beraberdirler; yakında Allah, Mü’minlere çok büyük bir mükâfat verecektir.” (Nisa, 146)

         Yüce Allah (cc), gökleri ve yeri kaplayan geniş ve büyük rahmetine rağmen kullarını affetmeyi, onların tevbe etmeleri şartına bağlamışken Müslümanların, kendilerine kötülük yapan kimseleri, onlar, özür dileyip kendilerini düzeltmeden affetmeleri elbette mümkün değildir. Bu nedenle zulme uğrayan Müslümanlardan o kimseleri affetmeleri için bu konudaki ayetleri hatırlatmaları, ayetlerin mesajını anlamamaktır.

         Yüce Allah (cc), hem Kendisinin kullarına karşı hangi durumlarda nasıl muamele edeceği, hem de gerek Tevhidi esasların insanlara ulaştırılmasında gerekse Müslümanların, insanlara karşı tutum ve davranışlarının nasıl olması gerektiği konusunda ayetleri apaçık bir şekilde bildirmiş, rasullerinin hemen her konudaki davranışlarını örnek olarak vermiştir.

         Rab’lerine gerçekten iman eden ve O’nu razı etmeye çalışan kimseler, mutlak anlamda Rab’lerinin belirlediği esaslara ve bildirdiği Rasul örneklerine uygun hareket etmekle mükelleftirler. Aksi halde söyleyip yaptıkları, ayetleri asıl anlamlarına göre kullanmadıkları için kendi elleriyle kendilerini büyük bir sorumluluk altına sokacaklar ve belki de hesaplarını veremeyecek duruma düşeceklerdir ki bu, maazallah büyük bir hüsrandır.

         Müslümanlar, kullandıkları ayetlerin öncelikler kendilerinden ne istediğinin bilincinde ve ayetler doğrultusunda hareket etmeli, sonra ayetlerin belirlediği sınırlar içerisinde kalarak insanlara ulaştırmaya çalışmalıdırlar. Bu, Risalet tarihinde Risalet önderlerinin ve onların izlerinde giden Tevhid erlerinin uyguladıkları bir metottur. Onların yolunda gidenler, ancak onlar gibi yapmakla Rab’lerinin rızasını kazanacaklar ve kurtuluşa ereceklerdir inşaAllah.

Ramazan Yılmaz: 2018.03.18