Tefrika

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

(Dünya hayatında zillet ve meskenetin, ahirette acıklı azabın nedeni)

Tefrika, fırka kelimesinin işlevsel halidir; fırka ف ر ق kök harflerinden türemiş, ayırmak, ayırım, bölmek, ayırt etmek, dağıtmak, korku, korkak مِنْ ile beraber korkmak, ürkmek, ayrıca bölüm, sınıf, grup, hizip, zümre, manga, tümen ve bozuk para anlamına gelmektedir. Aynı anlamda ح ز ب kök harflerinden hizip, türemiş parti kurma, grup oluşturma ve خ ل ف kök harflerinden türemiş olan ihtilaf da bölünme, tefrikaya düşme anlamındadır.

Tefrika; bölünmek, dağılmak, ayrılmak, bölme, dağıtma, tefrikaya düşmektir, ayrı ayrı olmuş, bölünmüş anlamında müteferrikundur.

Yüce Allah (cc), iman etmenin ilk şartı olarak Kendisinden başka tüm otorite edinilen ilahların ve bu ilahların sıfatı olan tağutun reddedilmesini esas aldığı gibi, iman edenlerin kurtuluşları için de, İslâm nimetinden hareketle Kendi ipi olarak somutlaştırdığı Kur’an’a, Tevhidi esaslara topluca sarılmayı emretmektedir.

“Ve topluca Allah’ın ipine yapışın, tefrikaya düşmeyin, Allah’ın üzerinizde olan nimetini düşünün; o zaman siz, birbirinize düşman idiniz, kalplerinizi uzlaştırdı. O’nun nimetiyle kardeşler oldunuz, siz ateşten bir çukurun kenarında idiniz, sizi ondan kurtardı. İşte Allah size ayetlerini açıklıyor umulur ki, hidayete eresiniz.” (Al-i İmran, 103)

İman edenler, öncelikle üzerlerinde bulundukları İslâm sayesinde kardeşler olacaklar, kalpleri birbirlerine kaynaşacak, hep beraber Rab’lerinin indirdiği esaslara sarılarak hidayete erecekler, böylece iman etmeden önce kenarında bulundukları ateşten kurtulacaklardır.

Tefrika, cahiliye toplumlarının, kavim, kabile, soy sop, benlik ve lider taassubunun öne çıkartılması olduğundan ateşten bir çukurun kenarında bulunma nedenidir. Bu nedenle yüce Allah (cc), Mü’minleri sürekli olarak uyarmakta öyle bir durumdan sakınmalarını istemektedir.

Yüce Allah (cc), kurtuluşun yolunu göstermiş, bunun nasıl sağlanacağını apaçık bir şekilde bildirmiştir. Rab’lerinin gösterdiği bu kurtuluş yoluna uyanlar, O’nu razı edebilecek, O’nun müjdelediği mükâfatlara ve kurtuluşa erecekler, hangi gerekçe ile olursa olsun, bunun dışında hareket edenler ise dünya ve ahirette helak olacaklardır.

“İman ettik” demeleri ile kullarını bırakmayacağını, indirdiği esaslara uyup uymadıkları konusunda kendilerini nefislerine şahit tutacağını bildiren yüce Allah (cc), bu esaslara uymayanların nasıl helak edildiklerini, vahye karşı en ufak bir sapma durumunda, rasulleri de olsa, gözlerinin yaşına bakmayacağını apaçık bir şekilde bildirmiştir.

Yüce Allah (cc), yarattığı kâinatta bir başıboşluk, bir düzensizlik istememiş, her şeyi bir bütünlük içerisinde yaratmıştır. Kâinatta her şey bu bütünlük içerisinde Rab’lerinin kendilerine bildirdiği görev ve sorumluluk duygusuyla hareket etmektedir.

Kâinatta uyum yüce Allah’ın üzerinde durduğu en önemli husustur; bu nedenle kâinatta yarattığı her şeye, bu uyuma uygun bir fıtrat vermiş, bu uyumun sürekliliğinin muhafaza edilmesi ve bunun bozulmaması için insanlara hükümler vazetmiştir.

Kâinattaki tüm varlıklar, yaratılış gayelerine uygun bir şekilde kendi içlerinde ve diğer varlıklarla olan ilişkilerini kâinattaki bütünlük içerisinde düzenlemekte, kendilerini yaratan Rab’lerinin bildirdiği esaslar doğrultusunda hareket etmektedirler. Yüce Allah (cc), aynı şekilde insanların da bildirdiği esaslara uygun hareket etmelerini istemiş, aksine hareket edenlerin, dünya ve ahirette helak edileceklerini bildirmiştir.

Tefrika, İslâm’dan çıkma ve sapıklıktır

Yüce Allah (cc), doğru yolu apaçık bir şekilde belirtmiş, rasullerini ve son Rasulü’nü, bu konuda en güzel örnek olarak vermiş, ona uyanların Mü’minler olduklarını, bu yolun esas olduğunu bildirmiştir. Bu esasın dışında yol edinmek sapıklık ve sapıkların sonu cehennemdir.

Tevhid dini İslâm, apaçık hükümleri ile ortaya konulmuş, iman edenlerin bunlara uymaları istenmiş, en küçük bir sapmanın insanı Tevhid dininden çıkaracağı belirtilmiştir.

Yüce Allah’ın bildirdiği kuralların dışındaki her hareket, sapıklık, Rasul’e karşı gelmek, Mü’minlerin yolundan ve İslâm dininden ayrılmak, şirk dinine mensup olmaktır ki, böyle yapanlar, cehenneme girecek müşriklerdir.

Yüce Allah (cc), dinini tamamladığını bildirmiş, tefrikayı yasaklamış, gruplara ayrılanların, Müslüman olmadıklarını, bunların, Rasule karşı gelmiş ve Mü’minlerin yolundan başka bir yola uymuş kimseler olarak cehenneme gireceklerini bildirmiştir.

“Kim, kendisine hidayet açıklandıktan sonra Rasul’e karşı gelir, Mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu döndüğü yola yöneltiriz ve cehenneme sokarız; ne kötü bir dönüştür!” (Nisa, 115)

Yüce Allah’a, Tevhidi esaslara iman edenler, düşünce, söz ve yaptıklarını Kur’ani hükümler doğrultusunda Kur’an ile test edip mevcut konumlarını gözden geçirerek nerede bulunduklarını çok açık bir şekilde görebilirler.

Günümüzde, Tevhidi düşündüğünü söyleyen birçok kişi ve grup vardır; ancak bunların söylem ve hareketlerine bakıldığında, düşündükleri Tevhid ilkesi ile uzaktan yakından ilgisi bulunmayan davranışlar sergiledikleri görülmektedir. İslâm adına ortaya çıkıp tağutu reddettiklerini söyleyen bu gruplardan birçoğu, sistem olarak tağutu reddettiklerini iddia etmelerine rağmen heva ve heveslerini ve gruplarını önceleyerek sapmaktadırlar.

Dünyada ve yaşadığımız coğrafyada, İslâm adına ortaya çıkan kişi ve grupların birçoğu, Sünnetullahta var olan Tevhidi mücadeleden uzak bir şekilde gruplarını ve kendi hevalarını ölçü edinip bu doğrultuda hareket etmektedirler. Bunlar, birbirlerinden kopuk tefrika içerisinde bulundukları için hem topluma vahyi anlamda Tevhidi esasları iletememektedirler, hem de bölünmüşlük içerisinde bulundukları için toplum bunlara itibar etmemektedir.

Tevhidi esaslara davet yapan ya da yapacak olanların, Rab’leri tarafından belirlenmiş ilkeler ve metod doğrultusunda hareket etmeleri zorunludur. Kur’an, birlik ve beraberliği yani vahdeti tavsiye eder; Kur’an’dan her sapma ihtilafı doğurur, sapan kimselerde fısk ve küfür içerisindedirler. Küfür ve fısk içerisinde bulunanların ise, birlik oluşturmaları imkânsızdır.

Yüce Allah (cc) insanlar arasındaki tefrikanın kaldırılması, vahdetin oluşturulması, toplumda barışın, kardeşliğin sağlanması için vahyi esaslarını göndermiştir.

Tefrika, insanı helake götüren yoldur

Yüce Allah (cc), kullarının, tüm sorunlarını çözecekleri Kitabı’nı indirmiş, her türlü anlaşmazlığın buna göre çözüme kavuşturulmasını istemiştir. Ancak insanlardan bazıları, üzerinde bulundukları azgınlıklarından vazgeçmemiş, Kitabı, kendi azgınlıklarını meşru göstermek için tevil ederek ihtilafa düşmüşlerdir.

“İnsanlar, bir tek ümmet idi; böylece Allah, nebilerini, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi ve onlarla beraber anlaşmazlığa düştüklerinde, insanlar arasında hükmetmek için Kitab’ı Hak ile indirdi. Kitap verilmiş olanların ihtilafları, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra onların azgınlıklarının açığa çıkmasından başka bir şey değildir. Bunun üzerine Allah, Kendi izniyle iman edenleri, onların o ihtilafa düştükleri şeyde Hakka iletti. Allah, dileyen kimseye hidayet eder, doğru yola iletir.” (Bakara, 213)

Yüce Allah (cc) Mü’minleri, ihtilaf etmekten, tefrikaya düşmekten sakındırmış, izni ile onları Hakka iletmiş, Hidayet üzere ayaklarını sabit kılmış, onları kurtuluş yoluna iletmiştir. Bunun dışındakiler, cahiliye dönemlerinde kenarında bulundukları ateşe yuvarlanacaklardır. Tefrika, kâfirlerin vasfıdır, Mü’minler böyle bir durumdan kaçınmalıdırlar.

“Bilakis kâfirler bir gurur ve ayrılık içindedirler” (Sad, 2)

Tefrika, birlikteliği emreden ayetlere muhalefet etmek olduğundan yüce Allah’a isyan ve kâinattaki düzeni de bozmaktır. Bu nedenle tefrikaya düşenler, doğru yoldan sapıp küfre saptıklarından ateşe girecekleri bildirilmiş, tefrikaya düşmemeleri konusunda defaatle uyarılmışlar, tefrikaya düşenlerin acıklı bir azaba girecekleri haber verilmiştir.

“Şüphesiz Allah, benim Rabb’imdir ve sizin de Rabb’inizdir, öyleyse O’na kulluk edin; bu, doğru yoldur; sonra aralarından hizipler ihtilaf ettiler; artık vay haline büyük bir güne şahit olan kâfirlerin.” (Meryem, 36-37)

Bu rahmet çağrısına rağmen tefrika içerisinde olup Rab’lerinin bildirdiği vahdeti oluşturmayanlar, kendilerine zulmetmiş kimseler olarak acıklı bir azabı hak etmişlerdir.

Tefrikaya düşmek şirktir

Kendini en doğru kabul etme, insanı kibir ve gurura sürükler; bu kimselere ne anlatılırsa anlatılsın, hiçbir şekilde fayda vermez. Gurur ve kibir içerisinde bulunanlar, Rab’leri tarafından kendilerine gönderilen ilahi mesajı da reddederek azgınlıklarında sınır tanımazlar.

İslâmi daveti üstlenen davetçilerin, hangi gerekçe ile olursa olsun, kendi hevalarından metod koyamayacakları, yöntem belirleyemeyecekleri Kur’an’da apaçık şekilde bildirilmiştir. Bildirilen bu esaslar dışında hareket edenlerin ya da edecek olanların çok şiddetli bir şekilde uyarılacakları, Rasulullah (as)’a yapılan uyarı ile bildirilmiştir.

“Gerçekten neredeyse seni, sana vahyettiğimizden ayırıp ondan başkasını üstümüze iftira atman için kandıracaklardı, işte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz seni gerçekten sağlamlaştırmamış olsaydık, neredeyse onlara biraz yanaşacaktın, O zaman sana hayatın iki kat ve ölümün iki kat(acıs)ını tattırırdık, sonra bize karşı kendine bir yardımcı bulamazdın.” (İsra, 73-75)

Yüce Allah (cc) indinde hiç kimsenin özel bir konumu yoktur; kişiler, Rab’lerinin hükümlerine uydukları oranda Rab’lerinin yanında bir değere sahiptirler, bundan en küçük bir sapma, rasul de olsalar, dünya ve ahirette acıklı bir azabı gerektirmektedir. İşte Hz. Yunus (as)’ın durumu ve Hz. Muhammed (as)’a yapılan şiddetli uyarı bunu açıkça göstermektedir.

Tefrika, Kur’an’ın bir bölümü almak, arzu ve istekleri tatmin etmek, grup ve lider taassubu ile hareket etmektir ki bu, apaçık bir şekilde şirktir. Hangi gaye ve gerekçe ile olursa olsun, vahye aykırı hareket ederek iman edenler arasında Vahdet’i oluşturmayıp tefrikaya düşmek, Tevhidi bırakıp şirke düşmektir, şirke düşenlerin ise Müslüman olmadıklarını zalim ve müşrik olduklarını yüce Allah (cc) bildirmektedir.

“Bilakis, zulmedenler, bilgisizce kendi hevalarına uydular, Allah’ın şaşırttığına kim hidayet verebilir ve onların bir yardımcıları yoktur. Öyleyse sen yüzünü, Hanif dine doğrult; Allah’ın fıtratına ki, insanları onun üzerinde yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez; işte dosdoğru din odur, fakat insanların çoğu bilmezler. O’na yönelin ve O’ndan korkun, namazı kılın ve müşriklerden olmayın. Onlar ki, dinlerinde tefrikaya düştüler ve fırka fırka oldular; her hizip yanında olanla sevinmektedir.” (Rum, 30-32)

Hanif dine yüzlerini çeviren Müslümanlar, Kur’an’ın belirlediği ölçü içerisinde Nebevi örneklik doğrultusunda hayatlarını düzenler, vahyi esasları her şeyin üzerinde tutar, kişi, grup ve değişik düşüncelerin etkisinde kalmadan Müslümanlarla vahdeti oluşturmayı esas alırlar. Oysa tefrikaya düşenler, yüce Allah’ın oluşturulmasını emrettiği vahdeti reddetmiş, hevalarına tabi olmuş, Müslüman ismini terk etmiş, müşriklerden olmuşlardır.

Yüce Allah’ın iman edenlere uygun gördüğü Müslümanlar isminin yanına mensup oldukları mezhep, grup, parti, dernek, vakıf, tarikat ya da cemaat ismini ekleyenler, Rab’lerinin kendilerine verdiği Müslüman ismini yeterli görmemiş, kabul etmemiş, tefrikaya düşerek dinlerini parçaladıkları için İslâm dairesinden çıkmışlardır.

“Şüphesiz dinlerini parçalayan kimseler, gruplaştılar; sen, hiçbir şeyde onlardan değilsin; doğrusu onların işi Allah’a aittir, yapmakta oldukları şeyleri daha sonra onlara bildirecektir.” (En’am, 159)

Yüce Allah (cc), tefrikaya düşenleri açıkça kınamış, dini parçaladıklarını bildirmiş, Rasulün ve Mü’minlerin, onlardan, onların da Mü’minlerden olmadıklarını açıklamış, Vahdet’in esas olduğunu bildirmiştir. Çünkü Vahdet, Tevhittir, tefrika ise şirktir ve yüce Allah (cc) kullarını şirke bulaşmaktan sakındırmıştır.

Tefrikaya düşmek, cehennem ateşinin kenarında bulunmaktır; oradan kurtulmak ancak Müslümanlarla Tevhidi esaslar doğrultusunda vahdeti sağlamakla mümkündür. Yüce Allah (cc), vahdetin sağlanması konusunda Müslümanları uyarmakta ve kimlerle beraber olacakları konusunda onlara yol göstermektedir.

“Sabrederek, nefsini, sabah akşam rızasını isteyerek Rab’lerine davet eden kimselerle beraber tut ve gözlerin, onlardan sapmasın. Kalbini, bizi anmaktan alıkoyduğumuz, hevasına uyan ve işi hep aşırılık olan kişiye, dünya hayatının ziynetini isteyerek itaat etme.” (Kehf, 28)

Müslümanlarla Vahdeti oluşturmanın yolu, onlarla beraber hareket etmek, onları desteklemek, insanları Tevhidi esaslara onlarla beraber davet etmektir. Müslümanlarla Tevhidi esaslar doğrultusunda vahdeti oluşturmayanlar, o halleri ile ölmeleri halinde, kenarında bulundukları ateşe yuvarlanacaklardır.

İslâm’ın temel kaynağı, Kur’an ve en güzel örnek Rasulullah (as)’ın uygulamasıdır. Bunun dışında kendilerine başka bir yol edinenler, Tevhidi esasları, Risalet önderlerinin ortaya koydukları gibi ortaya koymayan, hevalarını İslâmi hükümlere katan, kimi çıkarları ya da belli endişe ve korkuları nedeniyle Hakkı batılla karıştıran, Kur’an’da olmayan, Sünnetullah’ta uygulanmayan metotları kendilerine yol edinenlerdir. Bunlar, İslâm’dan sapmış, fitneye düşmüş, tefrika içerisine girmişlerdir. Müslümanlar, tefrikaya düşen bu kimselerden uzaktırlar.

Tefrika, zayıf bir imanın göstergesi, sağlıksız bir ruh halinin yansımasıdır

Tevhidi esaslara gerçekten iman eden, Rab’lerini razı etmeyi her şeyden önemli gören aklıselim bir kimse, hiçbir şekilde Kur’ani hükümlere aykırı bir şey söyleyemez ve yapamaz. Onlar, Rab’lerinin bildirdiği esaslar doğrultusunda hareket eder, onlara aykırı davranmaz, dünya ve ahirette kurtuluşun ancak Rab’lerinin hükmüne teslim olmakta olduğunu, ona aykırı bir hareketin, kendilerini helake sürükleyeceğini bilirler.

Tefrikaya düşenler, Rab’lerinden gönderilen esaslara gerçekten iman etmeyen, hevalarını her şeyin önünde tutup onu ilah edinen, arzularını tatmin etmeyi her şeyden önemli gören kimselerdir. Bu kimseler, bu nedenle Kur’ani esasları tevil eder, bulundukları konumu meşru göstermeye çalışırlar.

Rab’lerinin, tefrikaya düşmemeleri konusunda kendilerine yaptığı uyarıları görmezden gelip tefrikayı yol edinenler, sağlıksız bir ruh yapısına sahip kimselerdir. Bunlar, kendilerini ön planda görme, başkalarından üstün olma duygu ve düşüncesi ile sürekli bir kıskançlık ve hasetlik içerisindedirler.

Kıskançlık ve hasetlik duygusu, tarihi süreçte rasullere karşı çıkan müşriklerin onulmaz bir hastalığıdır. Bu hastalığa yakalananlar, kendilerine ulaşan Hakkı inkâr ederler, kendilerini Hakka çağıranları sürekli olarak çekiştirir, kötüler ve hakir görürler.

Kıskançlık ve hasetlik duygusu, dünya hayatında insanı huzursuzluğa ve bunalıma, ahirette yüce Allah’ın azabına ve cehenneme sürükler. Yüce Allah (cc), kullarını sürekli bir tefrikadan sakındırmış, onları indirdiği esaslar doğrultusunda birleşmeye çağırmıştır.

Tefrikaya neden olan kıskançlık ve hasetin, kişiyi felakete sürükleyen dünyevi ve uhrevi bireysel, toplumsal, sosyal ve inançsal çok büyük zararları vardır. Yüce Allah (cc), kullarını bu büyük zararlardan korumak için onlara sürekli olarak uyarılarda bulunmuş, onların dünya ve ahirette mutlu olmalarını istemiştir.

Tefrikanın bireysel zararları

Tefrikaya düşenler, İslâm nokta-i nazarında İslâm dışı kabul edilirlerken, dünyevi olarak da onlar, zillet içerisinde İslâm düşmanlarınca ezilmeye, horlanıp itilmeye, baskı ve zulüm görmeye mahkûmdurlar. Ahiret hayatında ise, yüce Allah’ın hükümlerine uygun vahdeti oluşturmadıkları, heva ve heveslerine ya da gruplarının isteklerine göre hareket ettikleri için acıklı bir azaba ve içerisinde ebedi kalmak üzere cehenneme sürükleneceklerdir.

1- Tefrikanın, dünyevi olarak birey ve küçük topluluklar için en önemli zararı, kişiyi ve küçük toplumu yalnızlığa itmesi, onların sürekli bir huzursuzluk duymalarına neden olmasıdır.

Yalnız olan bir kimse ya da bölük pörçük olan toplumlar, başka güçler tarafından ezilmeye, horlanmaya ve dışlanmaya mahkûmdurlar. İnanç değerlerine karşı yapılan saldırılara, fiziksel şiddete maruz kalmaya karşı hiçbir şey yapamaz, acziyet içerisinde kalır, sürekli bir şekilde huzursuz olur, korku ve sıkıntı içerisinde yaşarlar. Bu nedenle yüce Allah (cc), kullarını, birbirleriyle çekişmekten ve ihtilafa düşmekten sakındırmıştır.

“Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin, ihtilafa düşmeyin, çünkü zayıf düşersiniz, gücünüz gider; sabredin, şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)

Günümüzde İslâmi değerlere, Müslümanlara yapılan saldırıların en öncelikli nedeni, saldırıda bulunanların karşılarında güçlü bir İslâmi yapının bulunmamasındandır. Kendilerini İslâm’a nispet eden toplumların, diktatörlerin zulmü altında inlemelerinin, inanç değerlerine yapılan saldırılara karşı zillet içerisinde susmalarının nedeni tefrikaya düşmeleridir.

Tarihi süreçte, bölünüp parçalanan toplumların, diktatörler tarafından nasıl horlanıp ezildikleri ve sömürüldüklerinin birçok örneği bulunmaktadır. Kur’an’ın bildirdiği örneklerden biri bölünüp parçalanan, bu nedenle Fir’avn’ın zulmüne, en acımasız işkencelerine maruz kalan İsrailoğullarının durumudur.

“Şüphesiz Fir’avn, yeryüzünde ululandı, halkını çeşitli gruplara ayırdı; onlardan bir zümreyi eziyor, oğullarını kesiyor, kadınlarını sağ bırakıyordu, çünkü o, bozgunculardan idi.” (Kasas, 4)

“Bir zaman Fir’avn ailesinden sizi kurtarmıştık; size azabın en kötüsünü uyguluyor, oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı hayatta bırakıyorlardı, bunda sizin için Rabb’inizden büyük bir imtihan vardı.” (Bakara, 49)

Fir’avn’ın, İsrailoğullarına uyguladığı durum, günümüzde halkında Müslümanların da bulunduğu ülkelerde, diktatörlerce aynen uygulanmaktadır. Diktatörler, inanç değerlerinden uzaklaşarak aralarında bölünmüş İslâmcı gruplarından kimilerinin liderlerini satın alarak, kimilerine baskı yaparak devre dışı bırakmakta, Tevhidi anlamda iman eden Müslümanlara her türlü zulmü yapmaktadır.

Türkiye’de, Anadolu’nun işgali ile başlayan Kemalist zorbalığın ve bugün bu zorbalığın yönetimini elinde bulunduran putperest yöneticilerin, özellikle Müslümanlara yönelik baskı ve zulümleri, Müslümanların, aralarında vahdeti oluşturmamalarıdır. Siyasi literatürde ifade edilen “Örgütlenmiş bir azınlık daima örgütlenmemiş çoğunluğa hükmeder” sözü, her dönemde apaçık bir şekilde görülmektedir. Çoğunluk kemiyet olarak ne denli fazla olursa olsun, örgütlü olmadığı sürece örgütlenmiş azınlık tarafından yönetilmeye, ezilip horlanmaya mahkûmdur.

Genel kanaatlere göre halkının %99’unun Müslüman olduğu iddia edilen Anadolu’da, bu %99’luk halk, %1 civarında olan Kemalist diktatörlüğün idaresi altında yaşamaktadır. Dikta sistemin, halkın inanç değerlerine karşı sürdürdüğü savaşa, saldırganlığa ses çıkarılmamasının, zillet içerisinde suspus olmanın nedeni, Müslüman olduklarını iddia eden halkın, inançlarının bildirdiği şekilde vahyi esaslara sarılmamaları ve bölük pörçük olup ayrı ayrı yaşamalarıdır.

2- Bireysel hareket edip tefrikaya düşen kişi ve topluluklar, yüce Allah’ın hitabına ve rahmetine mahzar olamazlar. Çünkü yüce Allah (cc), kullarına birey olarak değil toplu olarak hitap etmekte ve rahmetinin cemaat üzerinde olduğunu bildirmektedir.

Kur’an’da yüce Allah (cc), “Ey iman edenler,” “ Gerçek Mü’minler o kimselerdir ki,” “Mü’minleri müjdele,” “Mü’minlere de ki” buyruğuyla Mü’minlere topluca hitap etmekte, rahmetinin cemaat üzerinde olduğunu bildirmektedir.

“Mü’min erkekler ve Mü’min kadınlar, birbirlerinin velisidirler, iyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir, şüphesiz, Allah üstündür, Hâkimdir.” (Tevbe, 71)

Yüce Allah’ın rahmetine mazhar olabilmenin, cehennem azabından kurtulup kurtuluşa ulaşabilmenin yolu, Kur’ani hükümlerin bildirdiği esaslara sarılarak hareket ederek kardeşlik, velayet ve sırdaşlık hukukunu oluşturmaktır. Rasulullah (as) da “Allah’ın rahmetinin cemaat üzerinde olduğunu” buyurarak bu gerçeği ümmetine haber vermiştir.

Birey ya da grup olarak yaşayıp vahyi ölçüler içerisinde diğer Müslümanlarla vahdeti oluşturmayanlar, yüce Allah’ın hitabına mazhar olamadıkları için dünya hayatında Rab’lerinin rahmetinden mahrum, ahirette de cehennem azabına müstahak olacaklardır.

Yüce Allah’ın cemaatleşmeyi, tefrikadan kaçınıp birlik olmayı emreden hükümlerine rağmen, bu hükümlere aykırı davranıp birey ya da grup olarak kalmayı sürdürenler, kendilerine zulmetmiş, acıklı azabı hak etmişlerdir.

“Nihayet onların aralarından hizipler, ihtilafa düştüler; artık vay acıklı bir günün azabı nedeniyle zulmeden kimselere!” (Zuhruf, 65)

Bütün bu ilahi uyarılara rağmen, tefrikadan kaçınıp vahyi esaslar doğrultusunda vahdeti oluşturmayanlar, dinlerine ve milletlerine de zarar vermiş zalimler olarak yüce Allah (cc) indinde büyük bir suç işlemişlerdir.

Tefrikanın toplumsal ve inançsal zararları

Tefrikanın bireysel zararı yanında toplumsal ve dini zararları da çok büyüktür. Bir toplumun sömürülüp ezilmesine, horlanıp hakarete uğramasına neden olan en büyük felaket, o toplumun bölünmesi, parçalanıp gruplara ayrılmasıdır. Bugün İslâm ümmetinin içerisinde bulunduğu durumun içler acısı bir hal arz etmesinin temel nedeni, İslâm ümmeti olarak bilinen bireylerin, vahdetten uzak olmaları, parçalanıp bölünmeleridir.

Tefrika, İslâm’ın gayri Müslimler tarafından net anlaşılmasının önünde en büyük engeli teşkil etmektedir. Gayri Müslimler, İslâm’ın gerçek yapısını, Kur’an’dan ve Nebevi örneklikten çok Müslüman olduklarını düşündükleri kişilerin söz ve yaşayışlarına bakarak değerlendirirler.

Birbirlerinden farklı söz ve davranışlara sahip olan, birbirlerine düşman olan kimselerin, İslâm’ın gerçek yapısını ortaya koymaları, İslam’ı temsil etmeleri mümkün değildir. Bu nedenle gayri Müslimler ve halk, gerçek İslâm hakkında sağlam bir bilgiye ulaşamazlar. İşte tefrikaya düşenler, birey olarak kendilerine zarar verdikleri, kendileri helak oldukları, dünya ve ahirete zelil olup azaba uğradıkları gibi dinlerine de en büyük zararı vermektedirler.

Tefrika içerisinde bulunanlar, şirke düşüp müşrik oldukları için İslâm’ı temsil edemez, İslâm adına bir şey yapamazlar.

“Müşrikler, nefislerinin küfrüne şahit oldukları halde, Allah’ın mescitlerini imar etmeleri mümkün değil, onların yaptıkları işler boşa çıkmıştır ve onlar, ateşte sürekli kalacaklardır. Doğrusu Allah’ın mescitlerini, Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namaz kılan, zekât veren ve Allah’tan başka kimseden çekinmeyen kimseler mamur edebilirler; işte onların, gerçekten hidayet bulmaları umulur.” (Tevbe, 17-18)

Şirke düşmüş kimselerin İslâm’ı temsil etmeleri, İslâm adına bir şey yapmaları mümkün değildir. İslâm’ın gerçek temsilcileri, vahyi esasları ilke edinen, düşünce, söz ve davranışlarını bu ilkeyi ahlak edinen Rasulün örnekliği doğrultusunda düzenleyen kimselerdir.

Risalet önderlerinin ortak özelliklerine sahip olmayan ve bu özellikler doğrultusunda hareket etmeyenlerin, İslâm adına söyleyecekleri her söz ve yapacakları her hareket, Tevhidi esaslara ve yüce İslâm dinine zarar vermekten başka hiçbir işe yaramayacaktır. Kendileri şirk içerisinde bulunanlardan, Hakkı doğru ortaya koymaları elbette beklenemez.

Günümüzdeki tefrika ve fitne yuvaları

Kişiler, şahsi konularda istedikleri kararları alabilir, istedikleri işi yapabilirler. İnsan, beşer oluşu nedeniyle kimi zaman kendine göre bazı değerlendirmelerde bulunur, kendince bazı sonuçlar elde etmeye çalışır. Bu nedenle kimi zaman istediğine kavuşur, ancak istediği sonuçları elde edemediği, amacına ulaşamadığı zamanlar da olabilir. Kişiler, bireysel ve dünyevi işlerinde, plan ve programlarında, doğru kararlar da verebilirler, yanlış kararlar da; bu tamamen kişisel bir sorundur, fayda ve zararı tamamen kişiye aittir.

Kişisel plan ve programlarda bireyler tamamen özgürdürler, sonuçlarına da kendileri katlanırlar; ancak sözkonusu ilahi mesaj olunca bu durumda bireyler, hiçbir şekilde kendi isteklerine göre hareket edemezler. Onlar, Rab’lerine kulluk yapmada, İslâmi davetin insanlara ulaştırılmasında kendilerine bildirilen esaslar doğrultusunda hareket etmekle mükelleftirler.

Kur’an’da, kulluğun esasları, Tevhidi mücadelenin metodu açıkça bildirilmiş ve Risalet tarihinde hiçbir değişikliğe uğramadan Rasulullah (as)’a kadar gelmiştir. Rasulullah (as)’dan sonra ortaya çıkan, Kur’an ve Nebevi örneklikte bulunmayan tüm ibadet şekilleri ve davet metotları, Rasul (as)’ın dili ile bid’at, “Her bid’at sapıklık ve her sapıklık cehennemdedir.”

Yüce Allah (cc), razı olduğu dini en güzel şekilde tamamlamış ve iman edenleri bundan sorumlu tutmuştur. Kur’an’da, tamamlanan din, bütün açıklığı ile ortaya konulmuştur.

“…Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum…” (Maide, 3)

İslâm tarihi boyunca, Tevhidi esaslara ve ümmetin vahdetine karşı birçok fitne odakları ortaya çıkmış, Tevhidi esasları bozmaya, ümmet arasındaki vahdeti parçalamaya çalışmışlardır. Günümüzde bu fitne, tasavvuf, vakıf ve derneklerde yuvalanan cahil kimseler ile Samiri soylu bel’amlar tarafından yapılmaktadır.

Sonradan ortaya çıkan tüm davet metotları, hem bid’at ve sapıklık hem de İslâm ümmetinin içerisine sokulan birer fitne ve tefrikadır. Günümüzde ortaya çıkan parti, dernek ve vakıflar ile İslâm dışı olan tasavvuf, ümmet içerisinde tefrikayı körükleyen fitne odaklarıdır.

Kur’an, vahdeti ve tefrikayı apaçık bir şekilde ortaya koymuş, rasullerin örnekliklerini vermiş, buna göre hareket edilmesini istemiştir. Bu gerçeği bilen, çıkarlarının bozulacağının farkında olan Samiri soylu bel’amlar, bu Kur’ani gerçekleri gizlemişler, böylece önce insanların Tevhidi esaslara yönelmelerine, sonra da birleşmelerine engel olmuşlardır.

Günümüzde tefrika ve fitne yuvaları parti, dernek, vakıf, tarikat, cemaat ve mezhepler, Tevhidi esasların ortaya konulması, İslâm’ın net anlaşılması, vahdetin oluşması önünde en büyük engeli oluşturmaktadırlar. Bunlar, bulundukları şirk ve küfür yuvalarını terk edip tevbe etmedikçe, vahyi esasların belirlediği ölçü içerisinde iman edip Kur’an’ın bildirdiği doğrultuda Müslümanlarla beraber Vahdet oluşturulmadıkça tefrika kalkmaz. Bu gruplarda bulunanlar, gerçek Müslüman olmadıkları, tefrikaya ve fitneye sebebiyet verdikleri için, Kur’an’ın bildirdiği üzere, kâfirler olarak cehenneme gireceklerdir.

İslâm ümmetinin parçalanmasına tefrikaya düşmesine neden olanlar, ümmetin, emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri karşısında aciz kalıp küçük düşmesine sebep oldukları için onlara küçük düşürücü bir azap vardır. Bunlar, İslâm dinine ve Müslümanlara yapılabilecek en büyük kötülüğü yapmışlardır.

Tefrika içerisindeki toplumların günümüzdeki içler acısı durumu

Bölünmenin tarihi süreçteki örneği, İsrailoğullarının Fir’avn tarafından ezilmeleri, günümüzde ise, İslâm’a nispet edilen halkların, dünya genelinde emperyalizmin, ülkeler bazında emperyalizmin yerli işbirlikçileri tarafından ezilmeleri, aşağılanıp sömürülmeleri, inanç değerlerine saldırılmasıdır.

Günümüzde halkında Müslümanların bulunduğu topraklarda yaşanan dramların, tahammül edilemez acıların, içerisinde bulunulan zilletin, emperyalizm ve yerli işbirlikçileri tarafından ezilmelerinin öncelikli nedeni bu halkların, Rab’lerine olan iman ve teslimiyetlerini terk etmeleri, buna bağlı olarak tefrikaya düşüp bölünüp tefrikaya düşmeleridir.

Emperyalist ülkeler ve onların İslâm toprakları üzerindeki işbirlikçileri, aralarında birlikler oluşturup beraber hareket etmelerine rağmen, halkında Müslümanların da bulunduğu ülkeleri daha çok parçalamak için çalışmaktadırlar. Emperyalizmin temel felsefesi, böl, parçala ve yut’tur. Bu nedenle ülkeleri önce bölüp parçalamakta sonra da rahatça sömürmektedir.

Emperyalizm ve yerli işbirlikçilerinin aralarında ittifaklar kurup birlik oluşturarak dünyayı, zulüm ve fitneleri ile kasıp kavurmalarına karşılık yüce Allah (cc), Müslümanların da aralarında birliktelik sağlamalarını istemektedir.

“Kâfirler, birbirlerinin velisidirler, ancak siz bunu yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat olur.” (Enfal, 73)

Günümüzde var olan fitne ve fücurun, zulüm ve fesadın temel nedeni, Müslümanların velayet hukukunu oluşturup cemaatleşmemeleridir. Onlar, yeryüzünde vahyi esaslara sarılıp cemaat haline gelmedikleri, birey ya da grup olarak yaşadıkları, içerisinde bulundukları gayri İslâmi düzenlere itaat ettikleri için emperyalizm ve yerli işbirlikçileri tarafından en ağır hakaretlere maruz kalmakta, onurlarıyla oynanmakta, inanç değerlerine saldırılmaktadır.

Emperyalizmin, kenetlenmiş toplumlar arasında sürekli fitne üretir, ürettiği fesat ve fitne tohumlarını eker, böylece toplumları önce kendi içerisinde tefrikaya düşürür, parçalar sonra da onları daha rahat bir şekilde sömürür, karşı çıkanların kanlarını döker. Bunun tarihsel süreçte birçok örneği görüldüğü gibi günümüzde de yaşanan örnekleri vardır.

Bugün İslâm ümmetinin içerisinde bulunduğu vahim durumun nedeni, gerek cahil kimselerin ihtirasları, gerek ümmet içerisindeki Samiri soylu bel’amların Hakkı batılla karıştırıp Gerçekleri gizlemeleri, gerekse emperyalizm ve İslâm düşmanlarının ümmet içerisine soktukları fitne ve fesadın sonucunda ümmetin, bölünüp kamplara ayrılmasıdır.

Timsah gözyaşları

Kur’an’dan uzaklaşıp ümmet bilincini yitiren İslâm toplumu, bel’amların peşine takılıp farklı grup ve hiziplere ayrıldılar. Böylece dinlerinin temel esaslarından uzaklaşıp şirk ve küfre saplandıkları gibi, emperyalizmin ve İslâm düşmanlarının karşısında zillet içerisine girdiler.

Günümüzde Ortadoğu, Afrika, Aysa ve Balkanlarda İslâm’a nispet edilen halkların, ateist, Yahudi ve Hrıstiyanlar tarafından insanlık dışı vahşete, en ağır katliamlara maruz kalmaları, İslâm’dan uzaklaşmalarının acı faturasından başka bir şey değildir. Bu gerçekleri görüp timsah gözyaşı döken sözde İslâmcılar, kendileri hâlâ İslâm’ın fersah fersah uzağında bulunmalarını idrak edemeyecek kadar basiretten ve İslâmi ferasetten uzaktırlar.

Halkında Müslümanların da bulunduğu ülkelerde yaşanan dramların, dayanılmaz acıların suçunu emperyalist işgalcilere ve onların yerli işbirlikçilerine atma kolaylığına kaçan İslâmcılar, bunların asıl müsebbibinin kendileri olduğunu bir an bile düşünmüyorlar.

İslâm’a nispet edilen toplumlara emperyalist Yahudi, Hrıstiyan ve ateistlerce yapılan katliamları, bulundukları ülkelerde göstermelik protestolarla ya da köşe yazıları ile kınayan İslâmcılar, bütün bunların, Rab’lerinin bildirdiği Tevhidi esaslardan ve Kur’ani hükümlerden uzaklaşmanın sonucu olduğu gerçeğini kavramıyorlar. Onlar, bu gerçekleri kavramadıkları için Haçlı emperyalist savaş uçaklarının kendi ülkelerinden kalktığını, kendi destekledikleri emperyalizmin yerli işbirlikçilerinin de emperyalistlere savaş uçaklarını göndererek yardım ettiğini görmüyor ya da görmek istemiyorlar.

İslâmcıların, bulundukları ülkelerde halkında Müslümanların da bulunduğu ülkelerdeki katliamları protesto edip kınamaları, ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. Bu protesto ve kınamaların, zaten hiçbir faydasının bulunmadığı, katliamları daha çok artırdığı bugüne kadar hep görülmüştür. Örneğin, yapılan protestolarla İsrail, Filistin halkına zulmetmekten ve onları katletmekten vazgeçmediği gibi bu zulüm ve katliamlarını daha çok artırmıştır.

Tefrika içerisinde şirk ve küfür bataklığında debelendikleri halde İslâm’a nispet edilen halklara yapılan zulüm ve katliamları sözümona kınayan İslâmcı gayri Müslimler, diğer taraftan da o katliamları yapan ülkelerle sıkı fıkı dostluk kuran yöneticileri destekliyorlar.

Tefrika içerisindeki İslâmcı müşriklerin destekledikleri yöneticiler, katliam yapan ülkelere, ticari ve askeri her türlü yardımı yaptıkları gördükleri halde kapalı kapılar arkasında katliamcı emperyalistleri kınayan gayri Müslim İslâmcılar, ikiyüzlülerin ta kendileridirler.

İslâm, vahdet dinidir; İslâmi esaslara iman edenler ya da iman ettikleri iddiasında bulunanlar, öncelikle Kur’ani esaslara uygun bir araya gelip aralarında bir vahdet oluşturmalıdırlar. Ancak bunun için içerisinde bulundukları parçalanmışlığı, ferdi hareketi, takip ettikleri bel’amları, onların yuvalandıkları şirk ve küfür yuvası vakıf ve dernekleri terk etmelidirler. Unutulmasın ki, Kur’ani esaslara gereğince iman ederek onun hükümlerine sarılıp diğer Müslümanlarla bir vahdet oluşturmadıkça ümmetin evlatlarına yapılan katliamlar durmaz.

İslâmcı müşriklerde dâhil, tefrika içerisinde bulunanlar, dünyada, emperyalizm ve onun yerli işbirlikçi diktatörleri karşısında zillet ve meskenet içerisinde bulunacaklar, ahirette de aşağılanmış bir şekilde içerisinde ebedi kalmak üzere aşağılanmış bir halde cehenneme atılacaklardır.

Sonuç olarak ya Tevhidi sağlayıp onurlu bir hayat yaşayıp yüce Allah’ın rızasını kazanmak, bunun sonucunda içerisinde ebedi kalmak üzere cennete girmek ya da tefrika içerisine girerek yüce Allah’a isyan edip şirk koşarak küfre girmek ve aşağılanmış bir hayat sürüp yüce Allah’ın gazabını ve azabını hak edip ebedi azaba girmektir.

“Elbette bu bir öğüttür; artık dileyen, Rabb’ine varan bir yol tutar.” (Müzzemmil, 19)

 

Kurani Mücahede: 2016-12-23