Şakkul Kamer (Kur'ani Bir Gerçek)

Mart 25, 2020 0 Yazar: admin

İnkârın ne mantığı ne de kuralı vardır; inkârcılar da bu kuralsız mantıkla, neyi niçin reddettiklerini düşünmeden inkâr ederler. Risalet tarihi boyunca inkâr edenlerin inkârları her dönemde değişiklik gösterse de sonuçta hepsi Hakkı yalanlamışlardır.

İnkârcılar, kimi zaman Tevhidi esasları, kimi zaman direkt ilahi mesajı yalanlamışlar ya da ilahi mesajı getiren rasullerin kişiliklerini dillerine dolamışlar, onların toplumsal konumları, psikolojik durumları üzerinde yalanlar üretmişlerdir.

Tevhidi esasları reddeden inkârcılar, çıkmaza girdikleri zaman Tevhidi esasları getiren rasullerin doğru söyleyip söylemedikleri konusunda deliller, mucizeler istemişlerdir. Onların, bu taleplerine karşılık yüce Allah (cc), rasullerini yalnız bırakmamış, onlara bazı mucizeler vererek destek olmuştur. Ancak inkârın mantığı ve inkârcının aklı olmadığı için, kendilerine gösterilen mucizeleri de, gözleri ile gördükleri halde inkâr etmişlerdir.

Kur’an, tarihsel inkârcıların, kendilerini üstün görerek rasulleri nasıl inkâr ettiklerini o konudaki ifadelerini vererek günümüze ışık tutmaktadır. Günümüz inkârcıları, tarihsel atalarının yolunu devam ettirerek yüce Allah’ın gönderdiği Rasul Hz. Muhammed (as)’ı önemsememe, sözlerini inkâr etme ve Kur’an’dan bazı ayetlerin anlamlarını değiştirme ya da ayetleri inkâr etme şeklinde inkârlarını sürdürmektedirler.

Tarihteki inkârcılar, inkârlarını net ve açık bir şekilde ortaya koyarlarken günümüz inkârcıları, kişilikten yoksun münafıkça bir tavır takınarak, küfürlerini gizleyerek, zaman zaman suret-i Haktan görünerek küfür ve inkârlarını ortaya koymaktadırlar.

Günümüz inkârcılarının birçoğu, Kur’an’ı kabul ettiklerini, Müslüman olduklarını iddia etmekte, bazı İslâmi ibadetleri de yapmakta, bazıları ise, Kur’an tefsiri yapmaktadırlar. Bunlar, ya Tevhidi esasları ya Hz. Muhammed (as)’a verilen Şakkul Kamer mucizesini ya İslam’da farz olan örtünme ve namazı, şeytani bir metotla inkâr etmektedirler.

“Dedi ki, ‘O halde beni azdırmana karşılık, onlar için senin doğru yolunun üstüne oturacağım, sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın!” (A’raf, 16-17)

Şeytanın insandan olan yardımcıları, insanlara değişik yönlerden girerek var güçleri ile onları Kur’an’dan saptırma çalışmalarına, gece gündüz demeden devam etmektedirler. Ancak tarihsel süreçte hiçbir inkârcı ve saptırıcı başarılı olmadığı gibi, günümüz inkârcıları da başarılı olamayacak, ataları gibi dünyada rezil, ahirette ise en büyük azaba gireceklerdir.

Kur’an dedikleri, birçokları da Kur’an tefsirleri adı altında dersler yaptıkları halde, Kur’an’a aykırı söz ve fiillerde bulunan inkârcılar, Samiri’nin, günümüz temsilciliğini yapmakta, “Elçinin getirdiği mesajı,” hevalarına göre değiştirerek insanları Allah yolundan uzaklaştırıp kendi iman ettikleri tağuti sistemlere taptırmaya çalışmaktadırlar.

Kamer suresinin dört ayetinde, “Andolsun Biz, öğüt için Kur’an’ı kolaylaştırdık, yok mu hiç öğüt alan!” (Kamer, 17) buyuran yüce Allah’a muhalefet ederek, Kur’an’ın anlaşılmayacağı, onu anlamak için bir kurulun açıklamasına ya da birçok ilme ihtiyaç bulunduğu yalanını yayan inkârcılar, Kur’ani mesajın önünde en büyük engeldirler.

Bazı inkârcı yalanlayıcılar, Kur’an’ın anlaşılmasını kimi kurallara bağlarlar ve herkes tarafından anlaşılmayacağını iddia ederler. Oysa aynı kişiler, insanlara Rasulullah (as)’ın hayatını anlatırlarken, o gün iman edenlerden birçoğunun okuma yazması olmayan ve birçoğu da köle olan insanlardan övüne övüne söz ederler ve onların, Kur’an’ı nasıl kabul edip anladıklarını ve hayatlarına aktardıklarını anlatırlar. Bu inkârcılar, Kur’an konusunda kendilerini netleştirmedikleri için sürekli çelişki içerisindedirler.

Üçbeş ayet okumakla kendilerini Rasulullah (as)ın üzerinde görme cüretini gösteren bu Samiri soylu inkârcılar, dillerini eğip bükerek, ayetleri tevil ederek küfür ve isyanlarına kılıf bulmaya çalışmaktadırlar. Kamer suresi, işte bu inkârcı yalancılara adeta şamar atarak Kur’an’ın, öğüt alınması için kolaylaştırıldığını ayetlerle arka arkaya açıklamaktadır.

Kamer suresi, Şakkul Kamer inkârcılarına da tokat atmakta ve Hz. Muhammed (as)’a verilen bu mucizeyi inkâr edenlere, Hz. Nuh (as), Hz. Hud (as), Hz. Salih (as), Hz. Lut (as) ve Hz. Musa (as)’a verilen mucizeleri inkâr eden saldırganların nasıl helak edildiklerinin örneğini vererek günümüz inkârcılarını uyarmaktadır.

“Sizin kâfirleriniz, sizden öncekilerden üstün mü, yoksa kitaplarda sizin için bir beraat mı var! yoksa biz, korunan bir cemaatiz mi diyorlar!” (Kamer, 43-44)

Yüce Allah’ın gücü ve kudreti karşısında hiçbir dönemin inkârcı yalanlayıcıları, başka bir dönem kâfirlerinden güçlü değildir. İnkâr ve küfürleri farklı farklı da olsa sonuçta yüce Allah (cc) hepsinin üzerinde bir güce sahiptir. Bu nedenle günümüz mucize inkârcıları da geçmiş inkârcı ataları gibi, göz açıp kapayıncaya kadar bir süre içerisinde helak edilecekler, işledikleri günah ve küfürleri boyunlarına asılarak cehenneme sürüleceklerdir.

Kamer suresi, Ay’ın yarılma gerçeğini inkâr edenlerin yalanlamaları ile başlamakta, tarihsel süreçte gönderilen tüm Risalet önderlerini yalanlandıklarını, yalanlayanların akıbetlerini vermekte ve 51. ayette Ay’ın yarılmasını yalanlayanlara, benzerlerinin helak edildiklerini bildirerek, gördükleri gerçekleri inkâr etmemeleri konusunda uyarmaktadır.

Şakkul Kamer İle İlgili Ayetlerin Açıklaması

"Saat yaklaştı ve Ay yarıldı ve eğer bir ayet/mucize görseler yüzçevirirler ve derler ki: ‘Süregelen bir sihirdir." (Kamer, 1-2)

Vahyin inzali ve insanlara ulaştırılması ile başlayan Tevhid-şirk mücadelesinde, şirk cephesi, öncelikli olarak Tevhidi esasları inkâr etmişler, bunda başarılı olamayınca vahyi esasları getiren Rasulün, gerçek Rasul olup olmadığını sorgulamışlardır. İnkârcılar, vahyi getirenin, rasul oluşunu ispatlayacak deliller istemişler, istedikleri deliller kendilerine gösterilmesine rağmen inkârlarını sürdürerek, onun kendileri gibi bir insan olduğunu ileri sürerek reddetmişlerdir.

Tarihi süreçte vahyi getiren rasullerden, rasul oluşlarını belirten bir ayet, işaret ya da delil isteyen küfür ve şirk cephesine yüce Allah (cc), rasullerine bu mucizeleri vererek cevap vermiştir. Küfrün rasullerden mucize taleplerine birkaç örnek:

“(Fir’avn) dedi ki: ‘Eğer bir ayet getirmiş isen, hakikaten doğrulardan isen onu getir.’ Bunun üzerine o asasını attı, işte o zaman o, apaçık bir yılan ve elini de çıkardı; işte o zaman o, bakanlar için bembeyazdı.” (A’raf, 106–108)

“Dediler ki: ‘Doğrusu sen, iyice büyülenmişlerdensin; sen, bizim benzerimiz bir beşerden başkası değilsin, hakikaten doğrulardan isen o halde bize bir ayet getir.’ (Salih) dedi ki: ‘İşte o dişi devedir; onun içecek hakkı vardır ve belli bir günde sizin içme hakkınız var.” (Şuara, 154–155)

Mucize, vahyi getiren Rasulün, rasul oluşunun bir kanıtıdır. İnkârcılar, talep ettikleri mucizeler kendilerine gösterilmesine rağmen ne yüce Allah’a inanmışlar, ne de rasulleri kabul etmişler, şirk ve inkârlarını sürdürmüşlerdir.

Hz. Muhammed (as)’ın rasul oluşuna iman etmeyen Mekke şirk önderleri de her fırsatta tıpkı önceki kâfirler gibi, ondan mucize göstermesini istemişler, onun gerçekten rasul olup olmadığını öğrenmeye çalışmışlardır.

“Dediler ki: ‘Rabb’inden ona bir ayet (mucize) indirilseydi ya! De ki: ‘Şüphesiz Allah, bir ayet indirmeye kadirdir, lakin onların çokları bilmezler.” (En’am, 37)

Mekke müşriklerinin mucize talebi tıpkı, Fir’avn ve Semud kavminin mucize talebine benzemektedir. Yüce Allah (cc), elbette adalet sahibidir ve bu adaleti, kâfirlerin mucize taleplerinde de aynen tecelli etmiş, önceki kâfirlerin taleplerine mucize indirerek cevap verdiği gibi, Mekke müşriklerinin mucize talebine de cevap vermiştir.

Mekke müşrikleri, mucize konusunda önceki kâfirlerden daha çok ısrarcı olmuşlar, Hz. Muhammed (as) ile her karşılaştıklarında ondan, kendisinin rasul oluşunu ispatlaması için olağanüstü şeyler talep etmişlerdir. Mekke müşriklerinin mucize taleplerinden birkaçı:

“Dediler ki: ‘Yerden bir pınar bize fışkırtıncaya kadar sana inanmayız (…)Yahut altından bir evin olmalı ya da göğe çıkmalısın ve üzerimize okuyacağımız bir kitap indirinceye kadar göğe çıkmana da iman etmeyiz. De ki: ‘Rabb’imi tenzih ederim, ben ancak beşer bir Rasul değil miyim?” (İsra, 90,93)

Her Rasul’de mucize, kâfirlerin beklentilerinin çok üstünde gerçekleştiği gibi, Hz. Muhammed (as)’da da kâfirlerin taleplerinin çok üstünde gerçekleşmiş ve ay, kâfirlerin şaşkın bakışları arasında ikiye ayrılmıştır. Tıpkı Hz. Musa (as)’ın asasının ve elinin, mucize olayı bittikten sonra eski hallerine döndükleri gibi, ay da yeniden eski haline dönmüştür.

Vahyin indirilmesi ve rasul olma, olağanüstü bir olaydır; bu, yine olağanüstü bir olayla delillendirilmektedir. İnkârı bir yaşam tarzı olarak benimsemiş, beyin hücreleri materyalist pisliklerle kirletilmiş, kronikleşmiş bir halde maddeye tapmış olan kâfirler, tıpkı önceki inkârcı kâfirler gibi, vahyi gerçekleri ve ayın yarılmasını apaçık görmelerine rağmen: “Süregelen bir büyüdür” diyerek reddetmişlerdir.

İnkârın karakteri hep aynıdır; Fir’avn ve melesi de, Mekke müşrikleri gibi aynı ifadeyi kullanmış, Hz. Musa (as)’a “Bu, çok bilgili bir büyücüdür” diyerek gösterdiği tüm mucizeleri:

“Kendileri, kanaat getirdiği halde, zulüm ve üstünlük taslamaları yüzünden onları inkâr ettiler. Bak işte o bozguncuların sonu nasıl oldu.” (Neml, 14)

"Saat yaklaştı, Ay yarıldı." (Kamer, 1)

Sünnetullah, önceki rasullerde olduğu gibi bir kez daha değişmezliğini göstermiş, yüce Allah (cc), Rasul olarak gönderdiği Hz. Muhammed (as)’ın Rasul olduğunu, kâfirlerin hiçbir mazeret öne sürmelerine fırsat vermeyecek şekilde Ay’ı ikiye ayırarak göstermiştir.

Kafirlerin, Hz. Muhammed (as)’dan sürekli olarak mucize talep etmelerine yüce Allah (cc), Ay’ı ikiye ayırarak cevap vermiştir. Hem de gören gözlerin, onu yalanlayamayacağı bir şekilde, apaçık bir halde ay yarılmıştır.

Ayın yarılmasına rağmen inkârlarına devam eden geçmiş kâfirlere yüce Allah lâyık oldukları cevabı en güzel şekilde vermiştir. Kur’an’ı hayat prensibi olarak alan bizler de bu çağın davetçileri olarak, Rabb’imizin yüce Kitabı’ndan hareketle, günümüz Şakkul-Kamer inkârcılarına layık oldukları cevabı vereceğiz inşaAllah. Onlar, ya tevbe edip Kur’ani gerçeklere teslim olurlar ya da hevalarının peşinden giderek inkârlarını sürdürmeye devam ederler. Bize düşen, apaçık bir şekilde tebliğ etmektir.

Ayın yarıldığı mucizesi, Kur’ani bir gerçek olarak vuku bulduğu halde, ne düşünce ile hareket ettikleri kendilerince bile bilinmeyen bazı kimseler, bu Kur’ani gerçeği, bile bile inkâra yeltenmektedirler. Bunlar, bu gerçeği inkâr ettikleri gibi, kendileri, Kur’an ruhundan ve Kur’an’ı anlamaktan yoksun oldukları halde bir de Kur’an terbiyesinden, Rasulün eğitiminden geçen birçok güzide sahabeye, bu mucizeyi haber verdikleri için hakaret etmektedirler.

Saat yaklaştı, Ay yarıldı.

Günümüzdeki mucize inkârcılarına, ayın yarılması mucizesinin gerçek olduğunu, Kur’an bizzat ispatlamaktadır.

a) Ayın yarıldığı gerçeğini, ilk ayetten hemen sonra gelen iki ayet tekit etmektedir.

"Ve eğer bir ayet/mucize görseler yüzçevirirler ve derler ki: ‘Süregelen bir sihirdir. Yalanladılar ve hevalarına tabi oldular, her emir, gerçekleşecektir."

Ay, müşriklerin gözleri önünde yarılmış, inkârı iş edinmiş olan müşrikler bu gerçeği yalanlamışlar, şahit oldukları bu gerçeğe: “süregelen bir sihirdir” demişlerdir. Ayın yarıldığı gerçeğini bildiren ayetten sonra gelen iki ayet, vuku bulan bu olayın müşriklerce nasıl ve hangi ifadelerle yalanlandığını bildirmektedir.

Müşrikler, kendilerine okunan ayetleri “Eskilerin masallarıdır” diyerek yalanlamışlar, ayın yarılması vuku bulduğu ve kendileri de buna şahit oldukları halde bu olaya, “süregelen bir sihirdir” demişlerdir.

b) Şayet ayın yarılması vuku bulmasaydı, müşrikler “Ay yarıldı” ayetine itiraz edeceklerdi ve “Muhammed olmayan şeyleri, olmuş gibi gösteriyor” diyerek karşı çıkacaklardı. Neredeyse her ayete itiraz eden, İsra (miraç) olayını inkâra yeltenen müşrikler, bu olayın vuku bulmadığını söylememişler, tam aksine vuku bulduğunu kabul etmişler, ancak kendilerine büyü yapıldığını ileri sürerek “süregelen bir sihirdir” demişler ve yalanlayarak hevalarına tabi olmuşlardır.

c) Ayın yarıldığı gerçeğini belgeleyen bir başka delil ise Kıyamet, 8 ve 9. ayetleridir. Bu ayetlerde, ayın yarılmayacağı, tutulacağı bildiriliyor. Buna göre ay, kıyamet gününde ay, yarılmayacak, “Güneş köreltildiği zaman” (Tekvir,1) karartılacak ve “Güneş ve ay bir araya” (Kıyamet, 9) gelecektir. Kıyamet suresindeki bu ayet de ayın yarılmasının önceden vuku bulduğu gerçeğini bir kez daha delillendirmektedir.

Diğer taraftan kıyamet saati koptuğunda, zaten mucizeye gerek kalmayacaktır. Çünkü mucizeler, Tevhidi esasları getiren Rasulün, rasul olduğunu müşriklere belgeleyen bir göstergedir. Kıyamet günü insan, yalanlama içinde değil; “Nereye kaçmalı!” (Kıyamet, 10) diyerek canını kurtarma telaşı ve paniği içerisinde sığınacak bir yer arayacaktır.

Kıyamet saatinin o dehşetli anında; “güneş köreltildiği, yıldızlar karartıldığı, dağlar yürütüldüğü, denizler kaynatıldığı” (Tekvir, 1–3,6), her şeyin korkunç gürültülerle birbirine çarptığı, “şiddetli gürültü meydana geldiği,” (Abese, 33) “dağlar, atılmış renkli yün gibi atılıp” (Karia, 5), “yer ve dağlar sarsılır ve dağlar, dağılan kum yığınları olduğu” (Müzzemmil, 14), “gök yarıldığı” (İnfitar, 1), “yer şiddetli sarsıntıyla sarsıldığı ve ağırlıklarını çıkardığı” (Zilzal, 1-2), “insanlar, yayılmış kelebekler gibi olurlar” (Karia, 4). İşte ve bu korkunç manzara içerisinde “çocukları ihtiyar yapan o günde” (Müzzemmil,17) böyle bir ortamda, ay yarılmış olsa bile, hangi insan durup bu gerçeği yalanlayabilir ve hiçbir şey olmamış gibi, “yüzçevirip ‘bu süregelen bir sihirdir” diyebilir!

İnkârcılar, kıyamet saati manzarasının korkunç durumunu bile düşünmeyecek kadar akletmekten uzaktırlar. Öyle ya inkârın mantığı ve kuralı yoktur ve inkârcı müşrikler, sırf yalanlamak için inkâr ederler.

d) Ayın yarılması olayı, kıyametin yaklaştığını bildiriyor. Çünkü ay gibi muazzam bir kütle, rahatlıkla ikiye bölünüp yarılabiliyorsa, evren de, Allah’ın emriyle daha kolay parçalanıp kıyamet kopabilir düşüncesini uyandırmak istiyor müşrik kafalarda. Yüce Allah (cc), ayın yarılmasını müşriklere göstererek onlara, bu olay karşısında aciz kaldıkları gibi, kıyamet saatinde de aciz kalacaklarını bildiriyor.

e) Ayın yarıldığının başka bir delili de En’am, 35. Ayetidir; bu ayette de Kamer, 2. ayetinde geçen ifade aynen tekrarlanıyor ve Rasul teselli ediliyor. Kamer, 2. ayetinde müşriklerin gördükleri mucizeden “yüzçevirdikleri” belirtiliyor.

“Gerçekten onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi yapabilirsen , gerçekten istiyorsan yerin içine bir tünel aç ya da göğe bir merdiven; böylece onlara bir ayet (mucize) getiresin! Şayet Allah, dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplardı, o halde cahillerden olma” (En’am, 35)

Ayın yarılma mucizesine rağmen müşriklerin, bu olaya “süregelen bir sihirdir” deyip yüzçevirmeleri ve yalanlamaları Hz. Muhammed (as)’ı oldukça üzmüştü. Bunun üzerine yüce Allah (cc) yukarıdaki ayeti inzal ederek Rasulü’nü teselli ediyordu.

Yüce Allah(cc), Rasulü’ne, müşrikleri zorla iman ettirmesinin mümkün olmadığını, bu gerçeği görmelerine rağmen bile bile inkâr edenlerin, bundan sonra hiçbir şekilde iman etmeyeceklerini, bunun için üzülmemesini bildirmektedir.

f) Mucize göstermek, rasullerin rasul oluşlarını kanıtlamaktadır. Hz. Nuh (as), Hz. İbrahim (as), Hz. Salih (as), Hz. İsa (as), Hz. Musa (as) ve daha birçok rasul, kâfirlerin kendilerini yalanlamalarına karşılık, yüce Allah’ın izniyle, mucizeler göstermişlerdi. Hz. Muhammed (as)’ın da, rasuller zincirinin bir halkası olması hasebiyle, mucize göstermesi, rasul oluşunun gereği, sonucu ve ispatıdır.

Mü’minler, yüce Allah’a ve Hz. Muhammed (as)’ın rasul olduğuna iman ettikleri için mucize diye bir sorunları yoktur, onlar, Hakkı işittikleri zaman iman etmişlerdir. Mucize, kıt akılları ile rasulleri zor durumda bırakacaklarını düşünen kâfir ve müşriklerin talepleridir.

Rasuller, aynı yasaya bağlıdırlar

Kur’an’da, rasullerin bağlı bulunduğu bir yasa vardır; Sünnetullah denilen bu yasa, Risalet’i duyuran her rasul için geçerlidir ve her rasul, aynı yasanın ortaya koyduğu olayları yaşar. Mucize de bu yasanın gereği ve sonucudur.

“Allah’ın kendisine farz kıldığı bir şeyde Nebi’ye herhangi bir zorluk yoktur; önceden geçenler arasında da Allah’ın yasasıdır, Allah’ın emri takdir edilmiş bir kaderdir.” (Ahzab, 38)

Allah’ın takdir etmesiyle mucize göstermek, rasuller için hiç de zor değildir, aynı şekilde Sünnetullah’ın gereği olarak, daveti ortaya koymakta, yalanlanmakta, Rasul’e düşmanlık yapılmakta da bütün rasuller aynı yasaya tabidirler. İlahi hüküm budur.

“Andolsun senden önce de rasuller yalanlanmıştı, fakat yalanlandıkları ve eziyet edildikleri şeylere sabrettiler; nihayet onlara yardımımız onlara geldi. Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur; andolsun sana gönderilen rasullerin haberlerinden geldi.” (En’am, 34)

“Böylece Biz, her nebiye, insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık…” (En’am, 112)

“Ve böylece Biz, her nebiye günahkârlardan bir düşman kıldık, hidayet edici ve yardımcı olarak Rabb’in yeter.” (Furkan, 31)

“Andolsun senden önceki rasullerle de alay edildi, fakat onlardan alay eden kimseleri, o alay etmekte oldukları şey kuşatıverdi.” (Enbiya, 41)

“Allah’ın önceden beri gelen sünneti öyledir; Allah’ın sünnetinde değişme bulamazsın.” (Fetih, 23)

“Rasullerimizden senden önce gönderdiğimiz kimselerin zaten sünnetidir; Bizim sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.” (İsra, 77)

Rasullerin ortak özellikleri, Risalet, davet ve kâfirlerle yapılan mücadele ile ilgilidir. Rasullerin bu ortak özelliklerinden biri olan ve davet ile rasul oluşu yakından ilgilendiren mucize, diğer elçilere verildiği gibi, Hz. Muhammed (as)’a da verilmiştir. Sünnetullah’ın gereği olarak bundan doğal ne olabilir ki!

Mü’minler, rasullere iman edişlerinde, hiçbirini diğerinden ayırmadıklarına göre, diğer rasullerin mucizelerine iman ettikleri gibi, Hz. Muhammed (as)’ın Şakkul Kamer mucizesine de aynen iman etmekle mükelleftirler. Çünkü rasullere iman bir bütündür.

“Onlar ki, Allah’a ve rasullerine iman ettiler ve onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmadılar, işte (Allah) yakında onlara mükâfatlarını verecektir. Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Nisa, 152)

“Deyin ki: ‘Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa ve İsa’ya verilene ve Rab’lerinden nebilere verilene, Biz iman ettik, onlardan hiçbiri arasında ayırın yapmayız; biz O’na teslim olanlarız.” (Bakara, 136)

İman, bütün oluşu gereği parçalanmayı kabul etmez; rasullerin bir kısmına verileni kabul edip bir kısmına verileni kabul etmemek küfrü gerektiren bir durumdur.

“Şüphesiz, Allah’ın rasullerini inkâr edenler, Allah ile rasullerinin arasını ayırmak isterler ve ‘Bir kimine iman ederiz, kimini inkâr ederiz’ derler; bunun arasında bir yol tutmak isterler. İşte onlar, gerçek kâfirlerdir; Biz de kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa, 150–151)

Kur’ani gerçeklerin bildirdiği üzere rasuller, aynı yasaya bağlıdırlar ve önceki rasullere nasıl mucize verildi ise, Hz. Muhammed (as)’a da mucize verilmiştir. Buna göre Hz. Muhammed (as) zamanında ay ikiye ayrılmış ve diğer rasullerde olduğu gibi, Sünnetullah bir kez daha tecelli etmiştir.

Önceki rasullere verilen mucizeler

Şakkul Kamer inkârcılarının mantığına göre Ay’ın yarılması mucizesinin mümkün olamayacağını, doğanın dengesinin bozulacağını kendi materyalist mantıklarına göre iddia ediyorlar. Ancak önceki mucizelerin de bazı doğa olayları ile olduğunu unutuyor ya da bilerek inkâr ediyorlar.

Yakma özelliği bulunan ateşin, Hz. İbrahim (as)’ı yakmaması; denizin, Hz. Musa (as)’ın asasıyla yarılması, kuru bir kayadan, Hz. Salih (as) için mucize dişi bir devenin çıkması, Hz. Yunus (as)’ın balığın karnında bir müddet kalıp yeniden eski haline gelmesi hep birer mucizeydi.

Hz. Süleyman (as)’ın, bir ceset haline gelip yeniden dirilmesi, Hz. İsa (as)’ın, henüz bir bebek iken konuşması, ölüleri diriltmesi ve daha nice olmaz denilen şeyler hep yüce Allah’ın izniyle rasullerine verilen birer mucize değil de nedir! Evet, inkârın mantığı ve kuralı olmayınca kâfir ve müşrikleri, sırf inkâr etmek için inkâr ederler.

Kâinat da, doğada var bulunan her şey de, yalnızca kendilerini yaratan yüce Allah’ın emri ile hareket ederler ve Rab’leri istediği anda da bu hareketlerini durdurabilir ya da değiştirebilirler ki bu, tamamen yüce Allah’ın takdirinde olan bir şeydir. Yüce Allah (cc), dilediği bir şeyi, dilediği anda değiştirmeye, durdurmaya kadirdir. Elbette bunlara iman etmek yüce Allah’ı hakkıyla takdir edip bilmektir ki müşrik inkârcılar, yüce Allah’ı hakkıyla takdir edemediler.

“Allah’ı hakkıyla takdir edemediler, kıyamet günü yer, tamamen O’nun avucundadır, gökler de sağ elinde dürülmüştür. O yücedir, onların ortak koştuklarından münezzehtir.” (Zümer, 67)

“Allah’ın kadir olduğunu hakkıyla takdir edemediler, şüphesiz Allah çok güçlüdür, azizdir.” (Hac, 74)

Ay’ın bir mucize olarak yarıldığını gösteren başka bir gerçek de müşriklerin talepleridir. Kur’an, Mekke müşriklerinin taleplerinin, geçmiş önceki müşriklerin talepleri ile aynı olduğunu ortaya koymaktadır.

Müşriklerin Talepleri

Değer yargıları maddeden başka bir şey olmayan, her şeyi madde ile ölçen müşrik Mekke toplumu, diğer toplumlar gibi yüce Allah’a, meleklere ve geçmiş rasullere, eksik bir imanla da olsa inanıyorlardı. Rasul kavramına yabancı olmayan Mekkeli müşriklerin, nebi ve kitap beklediklerini, hatta taleplerini yüce Allah (cc) şöyle bildiriyor.

“Yeminlerinin bütün gücüyle Allah’a yemin ettiler ki, ‘Eğer gerçekten kendilerine bir uyarıcı gelirse, herhangi bir ümmetten daha çok hidayet üzerinde olacaklar,’ ne zaman ki, onlara bir uyarıcı geldi, onlara kaçışlarından başka bir şey artırmadı.” (Fatır, 42)

“Ve doğrusu onlar, diyorlardı ki: ‘Eğer gerçekten yanımızda öncekilerden bir uyarı olsaydı, elbette biz, Allah’ın muhlis kulları olurduk.’ Fakat onu inkâr ettiler; o halde yakında bileceklerdir.” (Saffat, 167–170)

“Eğer ellerinin takdim ettiği yüzünden onlara bir musibet isabet ederse: ‘Rabb’imiz, bize bir elçi gönderseydin böylece ayetlerine uyup Mü’minlerden olsaydık’ diyecekler.” (Kasas, 47)

Yüce Allah (cc), müşriklerin bu taleplerini, onlara bir elçi göndererek karşılıyor, ancak her şeyi madde ile ölçen Mekke müşrikleri, kendilerine gönderilen elçinin, zengin ve ileri gelenlerden olmaması nedeniyle reddediyorlar. Onlar, elçinin ileri gelen varlıklı kimselerden olacağını sanıyorlardı.

“Ne zaman ki onlara Hak gelince: ‘Bu sihirdir ve elbette onu inkâr ediyoruz’ dediler ve ‘Bu Kur’an, iki kentten, büyük bir adama indirilseydi ya!’ dediler.” (Zuhruf, 30–31)

Ayetlerden net olarak anlaşılacağı üzere yüce Allah (cc), gönderdiği elçinin gerçekten elçi olduğunu müşriklere kanıtlıyor. Bu kanıtlama da, önceki elçilerde olduğu gibi, mucize yani ayın yarılması ile gerçekleştiriliyor. Ancak bütün bunlara rağmen o müşrikler, gelen elçiyi ve mesajını inkâr ederek haktan uzaklaşıp sapıyorlar.

Günümüzdeki inkârcıların durumu da, geçmiş müşrik ve kâfirlerin durumundan farklı değildir. Ellerinde yüce Allah (cc) tarafından gönderilen apaçık Kur’an bulunduğu halde ink3arı bozuk bir karakter haline getirmiş müşrik ve kâfirler, inkâr ve yalanlamalarında direniyor, hakkı ile Rab’lerine iman etmiyorlar.

Mucizenin inkârı konusunda asıl şaşılacak durum, Müslüman olduklarını, Kur’an’a iman ettiklerini iddia eden bazı kişilerin, Ay’ın yarılmasını yalanlamalarıdır. Bunlar, üstelik Kur’an’ı da okuduklarını her vesile ile iddia ediyor, kimi zaman da bazı ayetleri açıklıyorlar.

Müşrikler, günümüz müşrikleri gibi, Hz. Muhammed (as)’ın Rasul olduğunu çok iyi biliyorlardı, ancak içerisinde bulundukları hasetlik ve böbürlenme yüzünden Rasulü kabul etmiyor, yalanlıyor ve gösterilen mucizeye de: “Bu sihirdir, onu inkâr ediyoruz” diyorlardı.

Yüce Allah (cc), Hz. Muhammed (as)’ın Rasul oluşunu, Mekkeli müşriklere mucize ile ispatlıyor ki, onların herhangi bir mazeretleri kalmasın ve kıyamet günü şöyle demesinler:

“Ancak Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa indirildi ve doğrusu biz, onların okumasından habersiz idik’ dersiniz yahut dersiniz ki: ‘Şayet gerçekten bize Kitap indirilseydi biz onlardan daha iyi hidayet üzere olurduk.’ …” (En’am, 156–157)

Yüce Allah (cc), adaleti ve rahmeti gereği kullarının mazeretlerini ortadan kaldırdıktan sonra onları hesaba çekip yargılar. Rasul gönderme ve onun rasul olduğunu kanıtlama hususunda da aynı rahmet ve adaletini ortaya koyar. Öyle ki, gönderdiği Rasul’ün rasul oluşunu, daha önceki ümmetlerde olduğu üzere, müşrikleri şahit tutarak kanıtlar. İşte bu kanıtlama her Rasul’de olduğu gibi Hz. Muhammed (as)’da da mucize iledir.

“Şayet gerçekten Biz, ondan önce bir azap ile onları helak etseydik: elbette derlerdi ki: ‘Rabb’imiz, eğer bize bir rasul gönderseydin de, küçülüp rezil olmadan önce senin ayetlerine tabi olsaydık.’” (Taha, 134)

Ayın yarılması mucizesi, iman ettikleri için binbir zorlukla karşılaşan Mü’minlere hem moral, hem güç ve güven vermiş hem de imanlarının kökleşmesini sağlamıştır.

Yüce Allah (cc), müşriklere Şakkul Kamer mucizesini göstermekle onların küfür ve şirkten kurtulup iman etmelerini, böylece kendilerini dünya ve ahirette azaptan kurtarmalarını dilemiştir. Ancak, kararan kalplere ne verilirse verilsin, o kalpler aydınlanmaz.

Şakkul Kamer’e yapılan itirazlar

Çağımız Şakkul-Kamer inkârcıları, ayın yarılması mucizesine karşı şu iddialarda bulunuyor ve böyle bir mucizenin vuku bulmadığını iddia ediyorlar.

1- Ayın yarılması, kıyamet koptuğunda vuku bulacak.

2- Kur’an en büyük mucizedir, başka mucizeye gerek yoktur.

3- İsra 59. ayeti mucize gönderilmeyeceğini bildirmektedir.

4- Bu mucize kabul edildiği takdirde, hurafecilerin uydurdukları mucizeler haklılık kazanacaktır.

5- Bu mucizeyi kabul edenler, atalarının yolunda hareket eden kimselerdir.

1- “Ayın yarılması, kıyamet koptuğunda vuku bulacak” iddiası: Bu iddianın, Kur’an esprisiyle ve ayetleriyle bağdaşır hiçbir yanı bulunmadığı gibi, tam aksine Kur’an ayetleriyle çatışmaktır. Bu iddiaya yukarıda c şıkkında değinmiştik; o bölümün yeniden okunmasını ve bu iddia sahiplerinin tevbe edip bu çelişkiden kurtulmalarını tavsiye ediyoruz.

2- “Kur’an en büyük mucizedir, başka mucizeye gerek yoktur” iddiası: Kur’an’ın en büyük mucize olduğu gerçeğini inkâr etmek mümkün değildir. Ancak bu iddia sahipleri başka bir mucizenin, Hz. Muhammed (as)’a verilmediğini iddia ediyorlar. Bu iddia sahiplerine yukarıda verilen önceki rasullere verilen mucizeler başlığı altındaki açıklamayı okumalarını tavsiye ediyoruz. Onlar, mucize değil miydi ya da onlara verilen vahiy (hâşâ) daha mı kalitesiz idi ki, onlara vahiyle beraber bir de mucize verilmişti!

Bu iddia sahipleri, rasullerin, getirdikleri mesaj dolayısıyla aynı yasaya tabi olduklarını bilmiyorlar anlaşılan. Onlara, bu konuyla ilgili ayetleri okuyup bu ayetlere iman etmelerini ve kendi yararları için tevbe etmelerini bulunmalarını tavsiye ediyoruz.

3- “İsra, 59. ayeti, mucize gönderilmeyeceğini bildirmektedir” iddiası: Bu iddia sahipleri, Kur’an mantığı ve gerçeğinden uzak, Kur’an’ı gereği gibi anlamaktan mahrum olan, bu ayeti anlamadan ahkâm kesme psikolojisi ve şaşkınlığı içerisinde bulunan kimselerdir. Onlar, şayet vahyin inzali, Risalet’in duyurulması, elçilik görevi, Tevhid-şirk mücadelesinde müşrik ve kâfirlerin iddia ve talepleri, Sünnetullah’ın değişmezliğiyle ilgili ayetlere baksalardı ve İsra, 59. ayetini gereği gibi okuyup anlasalardı, böyle talihsiz bir iddiada bulunamazlardı.

Mucize inkârcıları, İsra 59. ayetini yanlış meallendirenlerin kurbanı olmuşlardır, çünkü ayette mucize gönderilmeyeceğini değil, yüce Allah’ı mucize göndermekten kimsenin alıkoyamayacağını bildirmektedir. Meal mantığı kişileri işte böyle saptırmaktadır.

“Ve şüphesiz ayetlerimizi göndermemizden bizi alıkoyan olmaz; bununla beraber öncekiler ayetlerimizi yalanlamıştı. Semud’a görünür bir delil olarak dişi deveyi verdik, fakat ona zulmettiler. Biz, ayetleri korkutmak dışında göndermeyiz.” (İsra, 59)

Bu ayet çok iyi okunduğunda ve buna bağlı olarak ilgili ayetlere bakıldığında, hiç kimse yüce Allah’ı mucize göndermekten alıkoyamaz, yüce Allah (cc), ancak müşriklerin talep ettikleri mucizelerin gönderilmeyeceğini bildirmektedir. Çünkü müşrikler, apaçık gördükleri ayın yarılmasını inkâr etmişler, başka mucizeler istemişlerdi. İşte müşriklerin, talepleri:

“Ve o zaman dediler ki: ‘Allah’ım, eğer bu, senin yanından bir Hak ise, gökten üzerimize taş yağdır yahut bize acıklı bir azap getir.” (Enfal, 32)

“Dediler ki: ‘Ey kendisine Zikir indirilmiş olan kimse, sen mutlaka mecnunsun, gerçekten sadıklardan isen, meleklerle bize gelseydin ya!” (Hicr, 6–7)

“Onlar, illa Allah’ın gelmesini ve buluttan gölgeler içinde meleklerin gelmesini ve işin bitirilmesini mi gözlüyorlar! Bütün işler Allah’a döndürülür.

İsrailoğullarına sor, onlara nice apaçık ayetlerden verdik ve kim, o geldikten sonra Allah’ın nimetini değiştirirse, şüphesiz Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Bakara, 210-211)

İşte İsra, 59. Ayeti, istenilen mucizelerin gönderilmeyeceğini, çünkü bunlardan biri gönderildiğinde onların işlerinin bitirileceğini, o zaman ise imanın artık fayda veremeyeceğini bildiriyor. Müşriklerin taleplerinden hemen sonra gelen ayetler buna işaret ediyor.

“Biz, melekleri Haktan başka indirmeyiz, o zaman mühlet verilenlerden de olmazlar.” (Hicr, 8)

Yüce Allah (cc), kâfirlerin istedikleri mucizeler için “Biz, o ayetleri(mucizeleri) ancak korkutmaktan başka göndermeyiz.” (İsra, 59) buyuruyor ve Hicr, 8 ve benzeri ayetlerde de bu istenilenler gönderildiğinde işin bitirileceğini bildiriyor. Yüce Allah (cc), kâfirlerin işlerini neden hemen bitirmediğini de yine müşriklerin taleplerinden hemen sonra açıklıyor.

“Sen onların içinde iken Allah onlara azap edecek değildi ve onlar tevbe ederlerken de Allah onlara azap edecek değil.” (Enfal, 33)

“Şayet gerçekten Biz, ondan önce bir azap ile onları helak etseydik: elbette derlerdi ki: ‘Rabb’imiz, eğer bize bir rasul gönderseydin de, küçülüp rezil olmadan önce senin ayetlerine tabi olsaydık.’” (Taha, 134)

Ayetlerden açıkça anlaşıldığı üzere, yüce Allah (cc), inkârcılara mühlet vermekte, onların tevbe edip Hakk’a dönmelerine fırsat tanımaktadır. Ancak bütün bunlara rağmen küfürlerinde diretip azgınlaşanlara da hak ettikleri cezayı vermektedir. “Semud’a görünür bir delil olarak dişi deveyi verdik, ancak ona zulmettiler.” (İsra, 59)

Zulüm ve inkârda haddi aşıp azgınlaşan kâfirler için artık sonuç bellidir, helak olmak!

“İşte ne zaman ki, Bizi kızdırdılar, Biz de onlardan öç alıp onların hepsini boğduk.” (Zuhruf, 55)

Görülüyor ki, yüce Allah (cc), inanmadıkları ya da mucizeyi inkâr ettikleri için değil, azgınlaşıp saldırganlaştıkları için o toplumları helak etmektedir. Helak edilen toplumlarla ilgili ayetlere bakıldığında bu apaçık bir şekilde görülecek, niçin helak edildikleri net olarak anlaşılacaktır. Tabi ki kişide anlayabilecek akıl, irade ve samimiyet varsa!

Mucizeye inanılmadığı için yüce Allah’ın toplumları helak etmediğine en açık delil, Fir’avn ve toplumuna gönderilen dokuz mucize olayıdır.

“Andolsun Biz, Fir’avn ailesini tuttuk, yıllarca ürünlerinden eksilttik, belki öğüt alırlar.(…) dediler ki: ‘Her ne ayet (mucize) getirsen, onunla bizi büyülesen, biz sana iman edecek değiliz.’ Bunun üzerine Biz de onların üzerine tufan, çekirge, kımıl, kurbağalar ve kanı ayrı ayrı ayetler (mucizeler) olarak gönderdik; fakat büyüklük tasladılar ve günahkârlar toplumu oldular.

Ne zaman ki üzerlerine azap gerçekleşti, dediler ki: ‘Ey Musa, sana verdiği söze binaen Rabb’ine bizim için dua et; eğer bizden azabı kaldırırsan, mutlaka sana iman edeceğiz ve gerçekten İsrailoğullarını seninle göndereceğiz.’ Fakat ne zaman Biz, onlardan erişecekleri bir süreye kadar azabı kaldırınca, o zaman sözlerini bozdular.” (A’raf, 130,132–135)

Görüldüğü üzere mucizeye inanmama, helak nedeni değildir; diğer taraftan gösterilen mucizelerden dolayı iman edenler de olmuştur. İşte sihirbazlar bunun apaçık örnekleridirler.

“Bunun üzerine iplerini ve asalarını attılar ve dediler ki: ‘Fir’avn’ın şerefine, elbette biz galip geleceğiz.’ Sonra Musa da asasını attı, işte o zaman o, onların uydurdukları şeyleri yutmaya başladı, peşinden sihirbazlar derhal secdeye ettiler; dediler ki, âlemlerin Rabb’ine iman ettik, Musa ve Harun’un Rabb’ine…” (Şuara, 44–48)

Mucizelerin hep inkâr edilmediği, akleden insanların, iman etmelerine vesile olduğu, sihirbazlar örneğinde açıkça görülmektedir. Bu nedenle, İsra, 59. ayetinin içerdiği anlamı düşünmeden ve doğru dürüst Kur’ani bir bilgiye sahip olunmadan, Bektaşi bir mantıkla: “Bu ayete göre artık mucize gönderilmez” demek, bir cehalet, zulüm ve çarpıtmadır.

Mucize inkârcılarının ve onlara aldanan, ancak temelde samimi olanların, acilen yüce Allah’a tevbe etmeleri gerekir. Aksi halde, Kur’ani bir gerçeği inkâr ettikleri ve bu inkârlarını ısrarla sürdürdükleri için, önceden geçen mucize inkârcılarının durumuna düşeceklerdir.

4- “Bu mucize kabul edildiği takdirde, hurafecilerin uydurdukları mucizeler haklılık kazanacaktır” iddiası. Bu iddia da, en az mucize uyduranların iddiası kadar gülünç, yanlış, basit ve asılsızdır. Çünkü doğrular ya da yanlışlar başkalarının iddialarına, doğru ya da yanlışlarına göre değil, Mü’minler için tek ölçü olan Kur’an’a göre tespit edilir. İşte bu mantık değil midir ki, günümüz müşriklerinin, Rasulullah (as) ve güzide sahabesini ilahlaştırmalarına tepki olarak, seviyesizce Rasulullah (as)’a ve sahabesine (r.anh) saldırmaktadırlar.

Hurafecilerin iddialarından hareketle tepkiselliği ilke edinen bu inkârcı kimseler, bilmelidirler ki, tepki ile din öğrenilmez, sevap kazanılmaz, ibadet edilmez. Bu tavırla, olsa olsa sapıklığın bir başka boyutu sergilenir.

Din, yüce Allah’ın Kitabı’nda bildirilenlerde ve bu dinin hayata pratize edilmesindedir. Bu pratize şekli de, en güzel örnek olan Rasulullah (as) ve altın nesil olan sahabenin hayatlarındadır ki bu örnekliği de, tek kılavuz ve ölçü olan Kur’an bildirmektedir.

Asr-ı Saadet’in altın nesli sahabeye saldırmayı din edinen, tepkisel davranmayı ibadet sayan zihniyet sahipleri, sahabenin Şakkul Kamer mucizesini rivayet etmelerine de saldırıyor ve sıfırın altındaki seviyelerine bakmadan o altın nesli yalancılıkla suçluyorlar. Oysa asıl yalancılar, Allah’ın üzerine yalan atan, O’nun bildirdiği Şakkul Kamer mucizesini, Mekkeli müşrik önderleri gibi yalanlayan kendileridir.

En mütevatir hadisler bile, en fazla üç-dört koldan gelirken, ayın yarılması ile ilgili haberler yedi koldan gelmektedir. Bu ravilerin birçoğu ilmi seviyede ileri ve yaşça büyük olan insanlardır. İbn Abbas (r.anh) dışındaki diğer iki ravi Hz. Enes (ra) ve İbn Ömer (r.anh) küçük yaştadırlar.

Şu bir gerçektir ki, önemli olaylar, küçük yaşta olanların belleklerinde çok derin ve net çizgiler bırakır. Bu nedenle, Enes (r.anh) ve İbn Ömer (r.anh)’ın Şakkul Kameri net olarak algılayıp bilmeleri çok doğaldır.

Olmayan bir şeyi olmuş göstermek, Rasulullah (as)’ın terbiyesinde, Kur’an ahlakıyla yetişen sahabeye yakışmaz. Bu nedenle, onların rivayetleri doğru ve gerçektir. Unutulmasın ki, Rasulullah (as)’ın hayatının her anı, bugün bize çok net olarak ulaşmıştır ve bunu bize ulaştıran sahabeden başkası değildir.

Hurafeci müşriklerin, Rasulullah (as) ve ashabı ile ilgili gayri İslâmi rivayetlerde bulunmaları, Rasulullah (as)’ın bize ulaşan örnek hayatına gölge düşüremez, düşürmemelidir.

Rasulullah (as) ve sahabesine saldırmak, yüce Allah’ın izni ile Rasulullah (as)’ın gösterdiği mucizeye şüphe ile bakmak müsteşriklerin öteden beri yapageldikleri bir şeydir. Bugün onlara, Kur’an’ı doğru dürüst okuyup anlamaktan mahrum olan cahiller de katılmışlardır.

Kendi cehalet ve dalaletlerine bakmayan bu cahiller, iki-üç ayeti –anlamadan- okumakla, kendilerini neredeyse Rasulullah (as) ve onun güzide sahabesinden üstün görecek densizliğe düşmekte, ağızlarını her açtıklarında Rasulullah (as) ve sahabesine saldırmaktadırlar. İlimden ve Kur’an’dan uzak oldukları gibi terbiye, nezaket ve seviyeden de mahrum olan bu densiz cahil kimseleri yüce Allah’a havale ediyoruz.

5- “Şakkul-Kamer mucizesini kabul edenleri, atalarının yolunda olmakla” suçlamak ve onları eleştirmek.

Mucize inkârcıları, Kur’an gerçeğini, Sünnetullah’ın değişmezliğini, yüce Allah’ın adaletini, ayetler arasındaki bağlantı ve ilişkisini, Risalet, vahiy, davet ve mucize gerçeğini anlamaktan ve kavramaktan yoksun kimselerdir. Onlar, bu hallerine bakmadan, Kur’an’ın açıkça bildirdiği Şakkul Kamer mucizesine inanan ve sahabeden gelen rivayetlere, Kur’ani gerçekle bütünleştiği için, itibar eden Müslümanları, -o kıt akıllarınca- atalarının yolunda olmakla suçlamaktadırlar.

Bu suçlamaları ile bunların Kur’an gerçeğinden ne kadar uzak oldukları açıkça anlaşılmaktadır. Bunlar, Kur’an’ın hangi atalardan söz ettiğini anlamayacak kadar cahildirler. Müslümanların, ataları Hz. İbrahim (as)’ın dini üzerinde bulunduklarını yüce Allah (cc) Bakara, 133 ve Hac, 78. ayetlerinde bildirmektedir.

Kur’ani gerçekleri inkâr edenler, yüce Allah’ın en güzel örnek olarak alınmasını emrettiği, Mü’minlere, canlarından daha ileri olduğunu bildirdiği Rasulullah (as)’ı ve sahabesini, şeytanın Hz. Âdem (as)’ı küçümsediği gibi küçümseyenler, ataları şeytanın yolundan giderek kendi atalarının kim olduğunu ortaya koymaktadırlar.

Rasulullah (as) ve güzide arkadaşlarına saldıran bu cahil inkârcılar, Rasulullah (as), sahabe (r.anh) ve Mü’minlerle uğraşmak yerine Allah’a, Rasulü’ne, İslâm’a ve Müslümanlara savaş açan tağuti zorbalıkla uğraşsalardı, daha tutarlı ve İslâmi bir iş yapmış olacaklardı. Ancak yapamazlar, çünkü tağutla uğraşmak bir cesaret, iman ve hidayet meselesidir ki o da, bu cahillerde bulunmamaktadır.

Sonuç Olarak

Kur’an’da çelişki bulunmadığı gibi, Sünnetullah’ta da değişiklik yoktur ve yüce Allah (cc) da adalet sahibi sahibidir. Bu nedenle, gerek Şakkul Kamer mucizesini, gerek diğer konuları incelerken bu gerçekleri gözönünde bulundurmak, Mü’minler için imani bir sorumluluk ve görevdir. Aksi halde Kur’an’ın belirttiği durumlara düşülecek ve sonunda şiddetli bir azapla karşı karşıya gelinecektir.

“İnsanlardan kimi, Allah hakkında ilmi olmaksızın tartışır ve her azgın şeytana tabi olur.” (Hac, 3)

“Şüphesiz, kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadan Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlar, onların, göğüslerinde erişemeyecekleri yalnızca bir kibir vardır, o halde sen Allah’a sığın, muhakkak ki işiten, gören O’dur.” (Mü’min, 56)

“O’na icabet edildikten sonra, Allah hakkında tartışanların delilleri, Rab’leri yanında batıldır; onların üzerlerine bir gazap ve onlar için şiddetli bir azap vardır.” (Şûra, 16)

Kur’an’da çelişki yoktur, öyle olsaydı: “onda çok ihtilaf bulurlardı.” (Nisa, 82) ancak onda hamdolsun böyle bir tutarsızlık yoktur. Tutarsızlık ve çelişki, Kur’an’dan bir tek ayet alıp o ayeti anlamadan, o ayetin siyak-sibakını ve benzeri ayetleri bilmeden, üstelik bir de aldıkları o tek ayete kendi kuruntularını ve arzularını da katan kimselerdedir. Bu kimselerin niyetleri, ne olursa olsun, onları bağlar, ancak yaptıkları ve söyledikleri şey, açıkça Kur’an’ın önünde gürültü koparmak ve Kur’an’ın anlaşılmasını engellemektir.

Sünnetullah’ta değişiklik yoktur; yüce Allah (cc), bütün rasuller için aynı yasayı geçerli kılmış, onlara karşı çıkan müşriklere de aynı yasayı uygulamış, onların taleplerini nasıl karşılamış ve iman etmelerini sağlayacak her türlü delil ve mucizeyi nasıl indirmişse, Hz. Muhammed (as)’a karşı çıkan Mekke müşriklerinin taleplerini de karşılamıştır. Böylece yüce Allah (cc), müşrik ve kâfirlerin şu mazereti ileri sürmelerini engellemiştir.

“Yahut demeyesiniz ki: ‘Önceden atalarımız şüphesiz şirk koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesil olduk; batılda olanların yaptıkları yüzünden bizi mi helak edeceksin.” (A’raf, 173)

Yüce Allah (cc) adaleti gereği, bir kavme verdiği deliller, ayetler ve mucizelerle bunları vermediği başka bir toplumu sorumlu tutmaz. Bu nedenle, her toplumu, kendi nefislerine şahit kılmak için onlara da aynı delilleri vermiştir ki, onları yargılarken hiçbir mazeret ileri sürmesinler.

Yüce Allah’ın bir topluma verdiği delillerin, başka bir toplum için de geçerli olduğunu ileri sürmek, O’nun adaletinden (hâşâ) şüphe etmektir ki bu, küfür ve zulümdür. Mucize inkârcıları, yalnız bu konuda değil, Kur’an’daki birçok konu hakkında, bilgisizlik, cehalet, belki de hıyanet içinde bulunmaları, şeytanın sağdan saptırmasıyla, şeytanın oyuncağı haline gelmeleri nedeniyle yüce Allah’ın üzerine iftira atmakta, hevalarına tabi olmaktadırlar.

“Kâfirlerden başkası, Allah’ın ayetleri hakkında mücadele etmez; o halde onların şehirlerde dolaşmaları seni aldatmasın.” (Mü’min, 4)

Şakkul Kamer inkârcıları, Kur’ani gerçekleri karıştırmakta ve Kur’an’ın anlaşılarak hayata uygulanmasının önünde gürültüler koparmaktadırlar. Burada asıl üzücü husus, Kur’an’ı samimiyetle öğrenmek isteyen kimi insanların, bu mucize inkârcılarının ve Kur’ani gerçekleri karıştıranların söylediklerini ciddi sanıp onlara aldanmalarıdır.

Kur’an’ı samimiyetle öğrenmek isteyen, ancak bu Kur’ani gerçekleri karıştıranlara aldanan kimselere tavsiyemiz, Kur’an’ı, ayetler arasındaki bağlantı ve ilişkileri, ayrıca Kur’an mantığını iyice öğrenmeden, üç-beş ayet öğrenip ahkâm kesmemeleri, böyle hassas olan konularda olur olmaz fikir beyan edip kendilerini sıkıntıya sokmamalarıdır. Kur’an, olur olmaz konuşanlar hakkında şu uyarıda bulunuyor.

“İnsanlardan kimi, Allah hakkında, bilgisizce, bir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan tartışır.” (Hac, 8)

“İşte siz böylesiniz; sizin bilginiz olan şey hakkında tartıştınız; fakat bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsunuz! Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Al-i İmran, 66)

Kur’an inkârcılarını, Kur’an’ın bu terbiye edici uyarısına davet ediyor ve diyoruz ki: “Gelin, Kur’an’a hevanızı katmaktan vazgeçin; bu, size hiçbir şey kazandırmayacak, tam aksine çok şey kaybettirecektir. Farklı bir şey söyleme adına, Kur’ani gerçekleri hevanızın batıl istekleri ile karıştırmayın. Kur’an, apaçık bir kitaptır ve hükümleri, aklıselim sahiplerince net anlaşılacak şekilde yüce Allah (cc) tarafından açıklanmıştır.

Şayet sizler akleder, geleneksel kültür kalıplarından sıyrılır, ön yargılarınızı bir kenara bırakır, farklı olma hastalığından kendinizi kurtarır ve yalnızca yüce Rabb’inizi razı etmeyi gaye edinirseniz, kesinlikle Kur’an’ı anlayacak ve doğruları bulacaksınız.

Ey Kur’an gerçeğini anlamayanlar, Şakkul Kamerle ilgili ileri sürdüğünüz iddialarınızın, Kur’ani hiçbir yanı yoktur ve bu mantığınız Kur’an gerçeğiyle de çelişmektedir. Yüce Allah’ın ayetlerinde çelişki yoktur, çelişki sizin mantığınızda ve tatmin olmayan hevanızdadır.

Sizler, neden konu ile ilgili tüm ayetleri alıp konuyu net olarak anlamak istemiyor, farklı söylem adına, bu Kur’ani gerçekleri karıştırıyor, ayetlerin bir kısmını alıp bir kısmını terk ediyorsunuz.

Kur’ani gerçekleri karıştırmak yerine, Rabb’inizi razı etmek için çalışsanız hem dünya hayatında mutlu olursunuz, hem de ahiret hayatında kurtuluşa erenlerden olursunuz. Gelin, tevbe edip yaptıklarınızdan vazgeçin, Kur’an’a gereği gibi yönelin. İşte doğru yol budur ve işte kurtuluş bundadır.

 

Kurani Mücahede: 2013-02-21