Kategori: Videolar

Bu kategori videoları içermektedir

Haziran 10, 2023 0

İslâm Devleti Olmanın Temel İlkeleri!

Yazar: Ramazan Yılmaz

İslâm Devleti’nin Temel Esası, Anayasadır
Devlet olmak, yalnızca sınırları belirlenmiş bir toprak parçasına sahip olmak değildir Devlet olmak, ülke sınırları içinde yaşayan tüm halklara karşı eşit mesafede olmak, hiçbiri arasında ayırım yapmayan adil bir anayasasının bulunmasıdır
Hangi din ya da ideolojiye sahip olursa olsun, devlette güç sahibi olan otorite, ülkedeki halklar arasında herhangi bir ayırım yapması durumunda bu devlet, ancak aşiret ya da kabile devleti olur
İslâm Devleti, Rasulullah (as) ve dört Halife döneminde Asrı Saadet diye bilinen dönemde İslâm devletinde yaşayan tüm halkalara eşit mesafede olmuş, onları tebaa kabul etmiş, onlara adilane bir şekilde yaklaşmıştır.
Rasulullah (as), Medine’ye teşrifleri ile ilk önce Medine’de devlet olmanın temeli atılmış, Medine Vesikası diye bilinen sözleşme ile İslâm Devleti vücut bulmuştur
İslâm’dan önce Medine’de herhangi bir devlet yoktu Medine’de Evs ve Hazrec kabileleri Araplar ile Benî Kaynuka, Benî Nadîr ve Benî Kurayza Yahudileri yaşamaktaydı. Evs ve Hazrec kabileleri zamanla Yahudilere karşı üstünlük sağlayarak Medine’ye hâkim olmuşlardı
Rasulullah (as)’ın Medine’ye teşriflerinin hemen akabinde devletin temel esası olan Medine’de mukim bulunan halklar için Medine Vesikası diye bir yasa hazırlandı Bu yasa, öncelikle Medine’de yaşayan toplulukların hak ve özgürlüklerini, barış ve istikrarını garanti altına almıştı.
Rasulullah (as)’ın hazırlattığı Medine Vesikası (Anayasası)
Bismillahirrahmanirrahim
1. Bu vesika, Rasulullah Muhammed tarafından Kureyşli ve Yesrib’li Mü’minler, bunlara tâbi olanlar ile sonradan onlara katılmış olanlar ve onlarla beraber cihad edenler için düzenlenmiştir.
2. Vesikayı imzalayanlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet teşkil eder.
Bu iki maddeden sonra gelen 3-12’a maddelerinde toplulukların daha önceden ödeyemedikleri kan diyetlerini ödemelerini esas almış,
12’b-22. maddelerde toplulukların birbirleri aleyhinde başkaları ile bir antlaşma yapmayacakları, katillerin, -kim olurlarsa olsunlar- korunmayacaklarını, Yahudilere, -Mü’minler aleyhine bir şey yapmadıkları sürece- yardım edileceğini, suçluların kısas hükmüne göre cezalandırılacaklarını,
Üzerinde ihtilâfa düşülen konular Allah’a ve resulü Muhammed’e arz edileceği, ihtilafları çözme merciinin Rasulullah olduğu belirtilmiş,
24-35. maddelerde Yahudilerin aynı haklara sahip oldukları güvence altına alınmış,
36-45’a maddelerde Rasulullah (as)’ın izni olmadan Yahudilerin Mü’minlerle birlikte savaşa katılmayacakları, savaşa katılan her grubun savaş masraflarını kendilerinin karşılayacakları, barış antlaşmalarına davet edildiklerinde Yahudilerin bu antlaşmaya katılacakları açıklanmış,
sonraki maddelerde Medine’de yaşayan her topluluk kendi yaşadığı muhitten sorumlu oldukları ve savunmalarını kendilerinin yapacakları yazılmıştır
Tarihte ilk Anayasa, İslâm Devleti’nin Medine Vesikası yani Anayasasındır
Rasulullah (as)’ın Medine’ye teşriflerine kadar dünyada, hiçbir devlette, toplumu idare edecek herhangi yazılı bir metin yoktu. Rasulullah (as)’ın Medine’ye teşriflerinden sonra Medine’de yaşayan topluluklar için yazılı bir metin hazırlandı
Batılı tarihçiler, Rasulullah (as)’ın hazırlattığı bu yazılı anayasayı adeta görmezden gelerek ilk anayasanın 1781 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde hazırlandığını iddia ediyorlar. Bazı tarihçiler de 15 Haziran 1215 yılında İngiltere’de imzalanmış olan Magna Carta (Büyük Özgürlük Sözleşmesini) ilk anayasa olarak kabul ediyorlar Oysa bu yazılı metinlerden yaklaşık altı yüzyıl önce Rasulullah (as)’ın yazdırdığı Medine Vesikası diye bilinen, Medine’de yaşayanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen, onların hak ve özgürlüklerini garanti altına alan bir anayasa vardı
İslâm Devleti’nin Medine Vesikası, 15 Haziran 1215 yılında İngiltere’de imzalanan Magna Carta (Büyük Özgürlük Sözleşmesinden) çok daha kapsamlı ve eşit bir şekilde Medine’de yaşayanlara hak ve özgürlük tanımıştı. Magna Carta (Büyük Özgürlük Sözleşmesi) adeta Medine İslâm anayasasını kısmen kopya etmiş bir görüntü vermektedir
Tarihte ilk anayasa olan Medine Vesikası Anayasasında, Batılıların yüzyıllar sonra hazırlattıkları anayasalarında bile bulunmayan hak ve özgürlükler mevcuttu. Medine İslâm Anayasası, yazılı bir metin olması yanında aynı zamanda yazılı bir hukuktu
İngiltere’de 15 Haziran 1215 yılında imzalanan Magna Carta’yı (Büyük Özgürlük Sözleşmesini) o günkü lordlar kabul etmeyip kendi aralarında birbuçuk yıla yakın savaşlara neden olurken adalet ilkesini esas alan Medine İslâm Anayasası, tüm taraflarca kabul edilmiş ve barış içerisinde yaşamışlardı
Medine İslâm Anayasasında herkesin hak ve hürriyetlerine önem verilmiş, Müslümanlar ile Yahudilerin birlikte barış içinde yaşayacakları her topluluğun birbirinin dinine saygı gösterecekleri, Medine’de yaşayanların, birbirlerinin varlığını kabul etmeleri gerektiği garanti altına alınmış Medine’ye dışarıdan herhangi bir saldırı yapılması durumunda bütün topluluklar birlikte savaşarak şehri en iyi şekilde savunacakları belirtilmişti

Mayıs 27, 2023 0

Hudeybiye Antlaşması, Müşriklerin, Rasulullah (as)’ı Devlet Başkanı Olarak Tanımaları

Yazar: Ramazan Yılmaz

Günümüz Samiri soylu bel’amları, hemen her konuda Kur’anî gerçekleri çarpıtıp kendi dalaletlerine göre yorumladıkları gibi Rasulullah (as)’ın müşriklerle yaptığı bazı antlaşmaları da olduğundan farklı anlatmaktadırlar. Bunlardan biri de Rasulullah (as)‘ın Mekkeli müşriklerle yaptığı Hudeybiye Antlaşmasıdır.
İslâm tarihinde, çok değişik inkârcı birçok hizipler, gruplar, kişiler ortaya çıkmış, kimileri irtidat edip küfürlerini açıkça ortaya koyarak İslâm’a karşı cephe alırlarken bazıları, günümüz Samiri soylu bel’amlarının yaptıkları gibi Kur’an’ı kullanarak küfürlerini sürdürmüşlerdir. Bunlardan bazıları, İslâm’dan sapıp irtidat ederek dalalete düşen, bazıları ise önceleri Müslüman görünmüş, ancak istediklerini elde edemeyince gerçek yüzlerini ortaya koyarak sapan kimselerdir.
İslâm’dan dönüp irtidat edenlerin en azılılarından biri olan Müseylimetulkezzab adındaki kişidir. Hicaz bölgesinde Beni Hanife kabilesinin lideri iken Rasulullah (as)’ın İslâm’a daveti üzerine bu kabileden birçok kişinin Müslüman olmaları üzerine kabile üzerindeki nüfuzu azalmış, bunun üzerine Şair, hatip, kâhin ve nüfuz sahibi ve Hıristiyan olan Müseylime, Müslüman görünerek Rasulullah (as)’a gitmiş, Rasulullah (as)’dan daha önce reisi olduğu Beni Hanife’nin reisliğini istemiş, ancak Rasulullah onun bu talebini kabul etmemişti.
Kabilesinin reisliği talebi kabul edilmeyen Müseylime, uydurduğu yalanlarla kendisine vahiy geldiğini iddia ederek rasul olduğunu iddia etmiştir. Rasulullah (as)’ın vefatından sonra Hz. Ebû Bekir’in Halifeliği döneminde zekât vermeyi reddedenlerle birlikte Halife’ye karşı savaşmıştır.
Günümüzde İslâm’dan görünüp İslâmî esasları karıştıran Samiri soylu bel’amlar, rasulluk iddiası dışında adeta Müseylime’yi örnek almış bir tavırla kelimeleri yerlerinden kaydırarak İslâmî esasları, kendileri için tahrif etmektedirler.
Samiri soylu bel’amlardan Müseylimetulkezzab gibi kendilerine vahiy geldiklerini iddia edenler olduğu gibi çoğunluğu Samiri gibidirler. Bunlar, Rasulullah (as)’ı inkâr etmekte, onun getirdiği Kur’anî gerçekleri değiştirmeye kalkışmakta, insanları Allah yolundan saptırmaya çalışmaktadırlar. Bunlar, kimi zaman da Bel’am İbnü’l Bahura gibi gerçekleri bildikleri halde gizlemektedirler. Yüce Allah (cc), bunları lanetlemektedir
“Şüphesiz açık delillerden indirdiğimiz şeyleri ve Hidayeti, Biz Kitap’ta insanlara onu açıkça beyan ettikten sonra gizleyen kimseler, işte onlara Allah lanet eder ve lanet edebilenler de onlara lanet eder” (Bakara, 159)
“Şüphesiz Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir şey gizleyen kimseler ve onu az bir değere satanlar, işte onların yedikleri karınları içindeki ancak ateştir. Allah, Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları temizlemez; onlar için acıklı bir azap vardır
İşte onlar, Hidayete karşılık sapıklığı, mağfirete karşılık azap satın alan kimselerdir; artık ateşe karşı ne kadar sabredebilirler” (Bakara, 174-175)
Samiri soylu bel’amlar, birçok gerçeği tersyüz ederek anlatmaktadırlar
Samiri soylu bel’amlar, kendilerini öne çıkarmak, toplum üzerinde etkilerini sürdürmek, siyasi egemen sistemin yanında kendilerine bir yer edinmek ve içerisinde bulundukları gayri İslâmî durumu gizlemek için Kur’anî kavramları, İslâmî kimi uygulamaları çarpıtarak kendilerini öne çıkarmaktadırlar
Hılf’ul Fudul gibi Müslümanlara örneklik teşkil etmeyen bir anlaşmayı, İslâmî göstermeye çalışan Samiri soylu bel’amlar, Hudeybiye Antlaşması’nı da aynı şekilde saptırma yoluna giderek içerisinde bulundukları küfür ve şirke delil göstermeye çalışmaktadırlar
Hudeybiye Antlaşması, iki devlet arasında yapılan bir antlaşma olması yanında antlaşmayı imzalayan Rasulullah (as), hiçbir şekilde Samiri soylu bel’amlar gibi kâfirlere zillet içerisinde boyun eğmemiştir
Her hareketleri, yol ve yöntemleri şirk ve küfür olan Samiri soylu bel’amlardan kimileri batıl eylemlerine kılıf bulmak için Hudeybiye Antlaşmasını istismar etmektedirler. Samiri soylu bel’amları Kur’an’dan kendilerine delil bulamadıkları için bu antlaşmayı referans aldıklarını söylemektedirler
Hudeybiye Antlaşmasının maddelerine bakıldığında bu antlaşmayı batıl durumlarına alet etmeye çalışan Samiri soylu bel’amların ne kadar yalancı oldukları ortaya çıkmaktadır
1-Taraflar on yıl süreyle birbirlerine karşı savaşmayacak, iki tarafın halkları güven içinde yaşayacaklar, birbirlerine dokunmayacaklardır.
2- Kureyş’liler den bir kimse, velisinin izni dışında Muhammed’in tarafına kaçacak olursa, tekrar Kureyşlilere iade edilecektir
3- Muhammed’in tebaasından bir kimse Kureyş tarafına kaçacak olursa o kimse iade edilmeyecektir
4- Taraflar birbirlerine karşı düşmanlık yürütmeyecek, komplolar kurmayacak, gizlice (habersiz) yağma, mal kaçırma gibi faaliyetler icra etmeyecektir
5- Kabilelerden hangisi Muhammed’e taraf olmak isterse bunu yapmakta serbesttir ve hangisi Kureyş’e taraf olmak isterse o da bunu yapmakta serbesttir
6- Müslümanlar bu yıl (Mekke’ye girmeden) geri dönecek, ancak gelecek yıl Mekke’ye (sadece ibadet için) girebilecek ve yalnız üç gün kalabileceklerdir

Mayıs 19, 2023 0

İslâm’da Seçim Sistemi, Halife ve Yüksek İslâmî Şura’nın Seçimi

Yazar: Ramazan Yılmaz

İslâm Devleti’nde her konu ve uygulama öncelikle vahyin belirlediği esaslara ve Rasulullah (as)’ın en güzel uygulaması olan Sünneti’ne göredir. Bu nedenle her konu ve uygulama, insan hak ve özgürlükleri bakımından beşerî hiçbir sistemle kıyası mukabil olmayan derecede bir üstünlüğe sahiptir. Bu durum, Halife’nin ve Yüksek İslâmî Şura’nın seçimi için de böyledir
Her sistem, kendine özgü kuralları ile hayatiyetini sürdürür ve toplumlarını idare ederler. Demokrasiden diktatörlüğe, Marksizm’den Faşizme kadar beşerî her sistemin kendine özgü uygulamaları, yönetim biçimleri, sosyal, siyasal ve toplumsal uygulamaları devlet başkanlarını seçme metotları ve uygulamaları vardır
İslâm Devleti’nde Halife’nin ve Yüksek İslâmî Şura’nın seçimi adalet ilkesine, insan hak ve özgürlüklerine, insanların onur ve kişiliklerine önem verilerek ve bu hassasiyetler gözönünde bulundurularak yapılır. Tüm bu hassasiyetlerin gözönünde bulundurulması da ancak insanı en güzel biçimde yaratıp onu şeref ve kişilik sahibi kılarak üstün kılan yüce Allah’ın inzal ettiği Kur’anî esasların gereğince uygulanması ile mümkündür.
Beşerî sistemlerde kanun koyucular, yönetimi ellerinde bulunduran ve kendilerini halkın üzerinde gören kimselerdir. Bunlar ya halk tarafından seçilen meclislerdir ya da gücü ellerinde bulunduran kişi ya da kişilerdir. Bu nedenle kanunlar, kişiden kişiye meclisten meclise farklılıklar gösterir ve kimi zaman sistem aynı olmasına rağmen çıkarılan kanunlar, süreç içerisinde farklılaşarak ayrışırlar
Beşerî sistemlerde kanun koyucuların yönetenler olması nedeniyle çıkarılan kanunlar, kimi zaman taban tabana zıt olmakta insan hak ve özgürlüklerinden, adalet ilkesinden çok kanun koyucular esas alınarak yapılır
Beşerî sistemlerde yasalar, yönetenler esas alınarak çıkarıldığı için bir zamanlar vatanperver olan kimseler, yasaların değiştirilmesi ile vatan haini olarak damgalanarak yargılanabilmektedirler. Bu sistemlerde yasalar yalnızca halk tabakası için geçerlidir; yönetenler ise çoğunlukla yasa üstü kalmaktadırlar.
Beşerî sistemlerde cezalar, ancak halk tabakası için uygulanmakta, yönetenlerin suç işlemeleri durumunda ya hiç yargılanmamakta yargılanmaları halinde ise ya az bir ceza almakta ya da beraat etmektedirler. Bu nedenle beşerî sistemlerde adalet, eşitlik, hukuksallık yoktur, keyfilik, adaletsizlik, eşitsizlik mevcuttur. Bir örnek
Türkiye’de TCK. 312 maddesi diye bir ceza maddesi vardı üst sınırı üç yıl olan TCK 312. maddenin 2. fıkrası: “Halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik eden kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” demektedir
Bu maddeden sistemi ayakta tutan parti başkan ve milletvekilleri 10-12 ay ceza alırlarken İslâmî konularda yayın yapan ve demokratik tağutî sistemi kökten reddeden Kur’anî Mücahede Dergisi yazarına, bu ceza maddesinde olmayan bir ceza verilerek 4 yıl 6 ay ile cezalandırılmıştır. Bu beşerî sistemlerin nasıl adaletsiz olduklarına bir örnektir
Hükümlerini yüce Allah’ın inzal ettiği, Rasulullah (as)’ı en güzel örnekliğine dayanan İslâm Devleti yasalarında, beşerî sistemlerdeki adaletsizlikler bulunmamaktadır
İslâm’da hüküm koyucu yalnızca yüce Allah’tır
Yüce Allah (cc), insanı yeryüzüne gönderirken ona, yeryüzünde uygulayacağı hükümlerini de vermiş, bunlara uyulmasını istemiştir
“Nihayet Âdem, Rabb’inden birtakım kelimeler elde etti; bunun üzerine (Rabb’i) onun tevbesini kabul etti; şüphesiz O, tevbeyi kabul eden Merhamet eden O’dur” (Bakara, 37)
“Şimdi cahiliye hükmünü mü arzuluyorlar; yakinen bilen bir toplum için hükmü, Allah’tan daha güzel kim verebilir!” (Maide, 50)
İslâm, yüce Allah (cc) tarafından indirilen hükümler, en güzel örnek Rasulullah (as)’ın, Sünnetinden oluşan bir dindir. İslâm’da, kanun koyma hakkı yalnızca yüce Allah’a aittir. Dünya ve Ahiret kurtuluşu bu hükümlere iman edip teslim olmaktan geçer
“…Hüküm ancak Allah’ındır. O, Kendisinden başkasına kulluk yapmamanızı emretmiştir, işte sabit din budur velakin insanların çoğu bilmezler” (Yusuf, 40)
“Andolsun sizin için Allah’ın Rasulü’nde, Allah’ı ve Ahiret gününü uman ve Allah’ı çok hatırlayan kimseler için güzel bir örnek vardır” (Ahzab, 21)
İslâmî hükümler, kişiden kişiye değişiklik göstermezler, yasalar karşısında yöneticilerden halka kadar herkes eşittir. İnsanlar, İslâmî hükümlere uygun hareket ettikleri zaman tüm sorunlarını ve sıkıntıları giderecek, huzura, mutluluğa ve kurtuluşa ereceklerdir
“Ey insanlar, gerçekten size Rabb’inizden bir öğüt gelmiştir; göğüslerde olana şifa ve Mü’minler için Hidayet ve rahmettir” (Yunus, 57)
İslâm’da cezalar, suça göre verilir ve suç işleyenler arasında –halktan yönetenlere kadar- herhangi bir ayırım yapılmadan, işlenen suça göre herkese uygulanmaktadır
İslâm Devleti, bir Hilafet Devletidir
İslâm Devleti’nin yönetim biçimi Hilafet’tir, Devlet Başkanı Halifedir. Halife, İslâm Şura Meclisi tarafından seçilir
“Bir zamanlar Rabb’in, meleklere demişti ki: ‘Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım…” (Bakara, 30)

Mayıs 6, 2023 0

Siyasilere Uyarı İslâmî esasları istismar etmekten vazgeçin, küfrünüzde mert olun!

Yazar: Ramazan Yılmaz

Her sistemin, her dinin kendisine özgü kuralları uygulama biçimleri vardır Bu nedenle bir din ya da sistem ancak kendi temel kuralları ile uygulanır ve bu din ve sisteme iman eden kimseler bu sistem ile sıfatlanırlar
Ey demokratik dine, sisteme iman edip onun hayatiyetini sürdürmesi için çalışan siyasetçiler ve destekçileri, iman edip hayatiyetini sürdürmesi için çalıştığınız demokratik dininize iman ve itaatinizi sürdürürken kendi demokratik dininizin kurallarına göre konuşun ve hareket edin Müslümanların, tâbi olduğunuz demokratik dininize destek vermeleri için onların inanç değerlerini istismar ederek sizin demokratik dininiz ile hiçbir ortak yanı bulunmayan İslâmî esasları kullanmayın
İslâm, sizlerin dini olan ve İslâm nokta-i nazarında küfür ve şirk olan demokratik sisteminizi ayakta tutan bir payanda değildir. İslâm ve sizin iman ettiğiniz demokrasi birbirine zıt, birbirine karşı iki farklı sistem ve dindir
İslâm ve demokrasi beyaz ile siyahın, ateş ile barutun, melek ile şeytanın, gündüz ile gecenin birbirlerine zıt oldukları gibi birbirine zıt birbirine karşı iki farklı sistem ve dindir. Biri uygulandığında diğeri hayatta olmaz.
Yüce Allah’ın hükümlerini bırakıp beşerî yasaları hayat prensibi olarak kabul etmek İslâm dinine göre yüce Allah’a isyan, azgınlık ve tuğyandır. Yüce Allah (cc) Kur’an’da, sizin iman ettiğiniz demokratik dininize tağut demiş ve Müslümanlardan reddetmelerini istemiş, sizin iman ettiğiniz demokratik tağutî sistem reddedilmedikçe Zat’ına iman edilmeyeceğini apaçık bir şekilde sizin iman etmeyip istismar ettiğiniz Kur’an’da bildirmiştir
“Dinde zorlama yoktur, Hak yol sapık yoldan kesin ayrılmıştır; artık kim tağutu inkâr eder, Allah’a iman ederse, işte (o), gerçekten kendisinin kopması olmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır, Allah İşiten’dir, Bilen’dir” (Bakara, 256)
Yüce Allah (cc), sizin iman edip uğrunda her türlü gayri İslâmî, gayri ahlakî, gayri meşru sözleri söyleyip gayri meşru fiilleri işlediğiniz demokratik dininiz, tağutî sisteminiz demokratik dininizin reddedilmesi için rasullerini göndermiş, iman edenlere, tağutî sistemi reddetmelerini emretmiş ancak bu durumda Hidayet bulacaklarını bildirmiştir
“Andolsun Biz, her millet içinden ‘Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye bir Rasul gönderdik sonra Allah, onlardan kimine Hidayet etti onlardan kimi üzerine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezin de bakın görün, yalanlayanların akıbeti nasıl olmuş!” (Nahl, 36)
Biz Müslümanlar, Rabb’imizin buyruğuna iman ederek sizin din edindiğiniz tağutî demokratik sisteminizi açıkça reddediyoruz. Sizlerle bizim aramızda, hasbelkader aynı ülkede bir arada yaşamaktan başka hiçbir ortak bağımız bulunmamaktadır
Ey demokratik dine mensup siyasiler ve destekçileri, İslâm ile demokratik dininiz birbirinin zıddı iki din, iki sistemdir. İşte örnekleri!
Yüce Allah (cc) “… Hüküm ancak Allah’ındır. O, Kendisinden başkasına kulluk yapmamanızı emretmişti…” (Yusuf, 40) “Allah, hükmedenlerin en iyi Hâkimi değil midir!” (Tin, 8) buyurarak insanlar üzerine hüküm koyucunun bizzat Kendisi olduğunu bildirmiştir. Oysa sizler, “Hakimiyet, kayıtsız şartsız milletindir” diyerek yüce Allah’ın bu hükümlerini ret ve inkâr ediyorsunuz
Yüce Allah (cc) faizi “… Allah ve Rasulü’nden bir savaş duyurusudur…” (Bakara 279) buyurarak faizi ve sistemini reddetmiş, sizler ise, sisteminizi faiz üzerine bina etmişsiniz
Yüce Allah (cc), “Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikâhlayamaz ve zina eden kadın, zina eden veya müşrik olan erkekten başkası onunla nikâhlanamaz; Mü’minlere bu, haram kılınmıştır” (Nur, 3) buyurmuş, zinanın şirk gibi olduğunu bildirmiş, sizler, Rabb’inize isyan ederek, O’nun hükümlerini tanımayarak zinayı yasa çıkararak serbest bırakıyor, kadınların onur ve haysiyetini ayaklar altına alarak genelev, bar ve pavyonlarda pazarlıyorsunuz
Yüce Allah (cc) “Ey iman eden kimseler, şüphesiz içki, şans işleri, putlar ve fal okları, şeytan amelinden pisliktir, o halde ondan sakının ta ki kurtuluşa eresiniz” (Maide, 90) buyurarak kumarı, içkiyi, putperestliği ve her türlü gayri meşru fiilleri şeytanın pisliği olarak bildirirken sizler, şeytanla ortaklaşa hareket ederek, Rabb’inize isyan edip bu pislikleri serbest bırakıyorsunuz
Sizler, ilkel toplumlar gibi hâlâ putlara tapınıyor, putları, yüce Allah’tan başka ilahlar ediniyorsunuz. Çıkardığınız yasalarla yüce Allah’a isyan, küfür ve azgınlığınızda sınır tanımıyor, ancak buna rağmen İslâmî değerleri istismar edip kullanıyorsunuz
Ey siyasetçiler, sizler, size oy verenlerin karşısına İslâm’ın reddettiği sıfatlarla çıkıyorsunuz, birçoğunuzun hayatı boyunca alnı secde görmediği halde sırf halkı kandırmak için münafıkça hareket ederek namaz kılıyor gibi yapıyor, iman etmediğiniz yüce Allah’ın adını kullanarak sözel olarak inşaAllah maaşaAllah diyorsunuz
Kur’an’da, yüce Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenlerin kâfir, zalim ve fasık olduklarını bildirildiği halde sizler yüce Allah’ın hükümleri ile hükmetmeyerek bu sıfatları alıyorsunuz.

Mayıs 4, 2023 0

Hangi Dine Mensupsun, Sen Kimsin Be, Dinin Ne!

Yazar: Ramazan Yılmaz

Hangi Dine Mensupsun, Sen Kimsin Be, Dinin Ne!
*
Hangi dine mensupsun sen kimsin be dinin ne!
Müslümanım diyorsun kilisede işin ne!
Müslümanlara karşı bu sönmeyen kinin ne!
Seni iktidar yapan bu halka ettiğin ne!
*
Kilisede vaftiz ol sonra Müslümanım de,
Çalıp çırparak zulmet sonra ben insanım de,
Ülkede her şeyi sat sonra bu Vatanım de,
Kur’an’a hakaret et Kur’an’a tâbiyim de!
*
Siyon tapınağında ibadete durursun,
Budizm’in şarabından içer Budist olursun,
Kiliseye giderek orda vaftiz olursun,
Bir de hiç utanmadan Müslümanım diyorsun.
*
Bir gün önce dediğin sözünü yalanlarsın,
Hiçbir hayâ hissetmez zerrece utanmazsın,
Zulmünde haddi aşar adaletten uzaksın,
Sen değil yönetici çoban bile olmazsın.
*
Merhamet duygusundan hiç nasiplenmemişsin,
Zulüm ve zorbalığı karakter edinmişsin,
Yetimin ve yoksulun haklarını yemişsin,
Bütün yaptıklarınla azabı hak etmişsin.
*
Senin yüzünden birçok insan dinden soğudu,
Seni Müslüman sanıp İslâm’a düşman oldu,
Senin karakterinde zulüm egemen oldu,
Senin yaptıklarınla nesiller ifsat oldu.
*
Toplumda nice masum insan canından oldu,
Vatan evlatlarından nice değerler soldu,
Bu halkın yüreğine gam ve kasavet doldu,
Aileler dağıldı nesiller ifsad oldu.
*
15 Temmuz darbesi senin eserin idi,
Nice masum insanlar bu darbede can verdi,
Suçsuz olan kimseler cezaevine girdi,
Aileler dağıldı insanlar şoka girdi.
*
Toplumda ne bir huzur ne bir sevinç bıraktın,
Birçok masum insanın yuvalarını yıktın,
Çileli annelerin yüreklerini yaktın,
Yaptıklarına karşın cehennemdir yakıtın.
*
Allah’a düşmanlıkta hiç sınır tanımadın,
Kur’an’a dil uzattın onu yetersiz sandın,
Küfür ve isyanında hiç kural tanımadın,
Hayatında bir defa Kur’an’a inanmadın.
*
Dini istismar edip insanları aldattın,
Her türlü yolsuzluğu dini kullanıp yaptın,
Yetim ve yoksulların hakkına el uzattın,
O haram servetine çaldıklarını kattın.
*
Çalıp çırptıklarınla doymak nedir bilmedin,
Yetim ve yoksulların hakkı olanı yedin,
Ne bulduysan aşırdın helal haram demedin,
Nihayetinde artık işin sonuna geldin.
*
Seni iktidar yapan Siyonizm’i översin,
ABD’li katiller için dua edersin,
Onlar ile beraber rakı şarap içersin,
Sonra da utanmadan Ben Müslümanım dersin.
*
Fethullah’ın önünde eğilir el öpersin,
Onları desteklersin yücelterek översin,
Fethullah’la beraber oturup yemek yersin,
Sonra kumpaslar kurup onları kötülersin
*
PKK’yı törenle yurda davet edersin,
PKK’nın önderi Öcalan’ı översin,
Diyarbakır’a gidip onlarla eğlenirsin,
Sonra hiç utanmadan onlara katil dersin.
*
Öcalan’ın yanına elçiler gönderirsin,
Yalvar yakar şekilde Hadep’ten oy istersin,
Sana yüzvermeyince hakaretler edersin,
Üç kuruş çıkar için her tarafa dönersin.
*
Bütün yaptıklarınla göreceğin cezalar,
Her suçuna karşılık verilecek ceza var,
İşte o zaman Dünya sana gelecek çok dar,
Dünyada bir rezillik Ahirette azap var.
*
30 Nisan 2023/Rotterdam

Nisan 28, 2023 0

İlahiyat fakülteleri, İslâmî değil felsefe okullarıdır

Yazar: Ramazan Yılmaz

İlahiyat fakülteleri, İslâmî değil felsefe okullarıdır
İslâm’ın en azılı düşmanları ilahiyatçılar ve Samiri soylu bel’amlardır
Tarihi süreçte İslâm’a düşman olan nice kişi ve topluluklar olmuştur. Bunlar, İslâm’a karşı düşmanlıklarını açık bir şekilde ortaya koymuşlar, tavırlarını ona göre belirlemişlerdir.
Günümüzde de İslâm’a karşı düşmanlıklarında sınır tanımayan kişi ve gruplar türemiş, ancak bunlar, geçmiş inkârcı ataları gibi düşmanlıklarını açıkça ortaya koymamış, ikiyüzlü bir tavır takınarak İslâm’a karşı olan kin ve düşmanlıklarını İslâm’dan görünerek sürdürmektedirler.
Türkiye’de en azılı İslâm düşmanları ne ateistler ne de başka din mensuplarıdır. Bunlar, yüce Allah’ı ve İslâmî konu ve kavramları sadece inkâr etmekte, kabul etmemekte inkârlarını açıkça ortaya koymaktadırlar. Oysa İslâm’dan görünüp Kur’anî ve İslâmî konu ve kavramların asıl anlamlarını olduğundan farklı çarpıtarak anlatan ilahiyatçılar ve Ateislâmcı vakıf ve derneklerde yuvarlanan Samir Soylu bel’amlar, küfür, şirk ve yüce İslâmî değerlere karşı kin ve düşmanlıklarında ateistlerden çok daha fazla İslâm şiddetlidirler ve İslâm’a karşı düşmanlıklarını sinsice sürdürmektedirler.
Günümüzde İslâm’ın en büyük düşmanları ilahiyatçılar ve Ateislâmcı vakıf ve derneklerde yuvarlanan Samir Soylu bel’amlardır. Bunlar, İslâm’dan görünerek ataları Samiri gibi dinin içini boşaltmakta, her yolu kullanarak insanları Allah yolundan, Tevhidi esaslara gereğince iman etmekten, Rasulullah (as)’ın örnekliğinden alıkoymaya çalışmaktadırlar.
“Ve vaatler yaparak her yolla ikna etmeye çalışmayın, onunla iman edenleri, Allah yolundan uzaklaştırmayın ve onu, zulmederek eğriltmeyin, hatırlayın ki o zaman az idiniz, nihayet sizi çoğalttı ve bakın, bozguncuların akıbeti nasıl oldu!” (A’raf, 86)
İlahiyatçılar ve vakıf ve dernek gibi şirk ve küfür yuvalarında yuvalanan Samiri soylu bel’amlar, her yolu kullanarak insanları ikna ederek Allah yolundan çevirmekte, Hakk’ı batılla karıştırarak gerçekleri tersyüz ederek gizlemektedirler. Bunlar, İslâm’a karşı kin ve düşmanlıklarında tarihi süreçte ve günümüzde insanları Allah yolundan alıkoymak isteyenlerin başında gelmektedirler.
1976’da Kur’an’a yönelip tasavvufu, partiyi bırakarak Müslüman olduktan sonra yaptığım yazışmalar ve karşılıklı konuşmalarım sonucunda bizzat şahit olduğum üzere ilahiyatçıların, vakıf ve dernek gibi şirk ve küfür yuvalarında yuvalanan Samiri soylu bel’amların, Müslüman olmadıkları, ilahiyatın da İslâmî bir okul olmadığıdır.
İlahiyat, zaten dinler tarihi ve felsefesi okuludur, İslâm ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Sosyal, siyasal, hukuk, mühendislik, tıp gibi okullar ne ise ilahiyat da öyle bir okuldur. Ancak sanki İslâmî bir eğitim veriyormuş gibi bir algı oluşturulmaktadır.
Bu okullarda, İslâm’ın dünya hayatını düzenleyen hükümleri, Tevhidi esaslar ve yüce Allah’a şirk koşmadan gereği gibi iman edilip kulluk yapılması gibi konular anlatılmaz, felsefi konular üzerinde durulur, doğal olarak da diğer dinlere ağırlık verilerek İslâm’a karşı bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde bazı bozuk bilgiler verilir.
Çoğunlukla ilahiyatçıların sürdürdüğü İslâm’a karşı saldırılar, genelde bu okullarda görevlendirilen ve kendilerine profesörlük ve doçentlik gibi unvanlar verilen, çoğunlukla ateist ve Kemalist olan kişiler tarafından yapılmaktadır.
Diğer yandan sistemin desteklediği gayri İslâmî vakıf ve derneklerdeki Samiri soylu bel’amların İslâmî esasları çarpıtarak, Hakk’ı batılla bulayarak Tevhidi esasları gizleyip bu esaslara karşı saldırıları da aynı şekilde bunların, küçük bir çıkar elde etme ya da kimi korku ve endişelerle mevcut egemen tağutî sisteme yaranmalarından başka bir şey değildir. Bu nedenle ilahiyatçılar ve Samiri soylu bel’amlar, tüm güçleriyle İslâm’a, İslâmî değerlere saldırıyor, Tevhidi esasları gizliyorlar.
İslâm düşmanı, İlahiyatçılar ve Samiri soylu bel’amlar, inkârcı kâfirlerdir
İlahiyatçılar ve Samiri soylu bel’amlar, çıkar ve endişeleri nedeniyle küfürlerini açık bir şekilde ortaya koymaya cesaret edemedikleri için Müslümanmış gibi bir görüntü vererek İslâm’ı içten çökertmeye çalışıyorlar. Bunlar, ilahiyatçı olduklarını ifade ederek, Kur’an’dan bazı ayetler vererek halkı kandırırlar, İslâm’a, İslâmî değerlere, Müslümanlar için en güzel örnek olan Rasulullah (as)’a karşı en seviyesiz hakaretleri yaparlar.
Daha önce Marksist bir düşünceye sahip olan bazı ilahiyatçılar, Marksist düşünce ile İslâm’a, İslâmî değerlere zarar veremedikleri, toplum tarafından dışlandıkları için ilahiyatçı kimlikleri ile İslâm’a ve İslâmî değerlere karşı olan küfür ve azgınlıklarını sürdürmektedirler. Bunlar, ilahiyatçı olduklarını söyleyerek İslâmî tüm değerleri inkâr etmektedirler.
Tağutî sistemin TV kanalları, neredeyse her gün bu inkârcı ilahiyatçıları ve Samiri soylu bel’amları konuşturarak, sosyal medya, bunların İslâm’a karşı olan küfür ve inkârları yayınlanarak İslâmî esasları bozmaya, karıştırmaya, insanların, yüce Allah’a gereğince iman etmelerine engel olmaya çalışmaktadırlar.

Nisan 19, 2023 0

BU BAYRAM KİMEDİR

Yazar: Ramazan Yılmaz

BU BAYRAM KİMEDİR

İşte Gerçek Bayram Günü!
“Şüphesiz cennet halkı o gün, neşeli bir meşguliyet içerisindedirler. Onlar ve eşleri, gölgelerde koltuklara yaslanmışlardır. Onlar için orada meyve ve onlara, talep ettikleri şeyler vardır.
Çok merhametli Rab’den sözlü selam vardır.” (Yasin, 55-58)

*
Bayram mutluluk mu kutlayanlara!
Çile getirmeli inananlara,
Ezilen vurulan muvahhitlere,
Sevinme günü mü bu tür bayramlar!
*
Hâkimiyet bizde diyen milletin,
Şirk adı verilen kötü illetin,
İslâm’a saldıran küfür devletin
Esiri olana nasıl bayramdır!
*
Sokakta insanlar vuruluyorken,
Açlıktan vatandaş kırılıyorken,
Baştaki hırsızlar sömürüyorken,
Sömürülen için nasıl bayramdır!
*
İnsanlar çaresiz, yokluk içinde
Kıvranıp duruyor perişan halde,
Bir parça ekmeğin koşar peşinde
Böylesi insana nasıl bayramdır.
*
Bayram deyip gider tatil köyüne,
Milyonları harcar kendi keyfine,
Bir lokma yiyecek vermez birine
Milyonlar harcayan için bayramdır.
*
Sosyal adaleti siper edenler,
Bar ve pavyonlarda sefa sürenler,
Fakir fukarayı hakir görenler,
Utanmadan kutlar dini bayramı.
*
Üç-beş dinsiz çıkar küfreder dine,
Sığınır laiklik ilkelerine,
Örümcek kaplamış beyinlerine,
Bir gerçek girdiği zaman bayramdır.
*
Din elden gidiyor uyanın artık,
Bu zorba düzenin zulmünden bıktık,
Hâkimiyet için bu yola çıktık,
Zulüm kalktığı gün gerçek bayramdır.
*
İslâm şeriatı küfrün korkusu,
Dinsizi koruyor tağut ordusu,
Bu düzende küfrün öter borusu,
Boruyu kırana gerçek bayramdır.
*
O halde Kur’an’a sarılın beyler,
Kur’an’sız hareket şirkten de beter,
Tağut insanları perişan eder,
Şirkten kurtulanlar için bayramdır.
*
Bayram bir manadır bilenler için,
Mananın özüne erenler için,
Ahiret yurdunu umanlar için,
Hasretle beklenen o gün bayramdır.
*
Selamun kavlam mir Rabb’in Rahim,
En gerçek bayramın bugün kardeşim,
Cenneti Â’lâ’da duran melekler,
Selam dediği gün senin bayramın.
*
24 Mart 1993

Nisan 18, 2023 0

Acılarla Dolu Bir Bayram

Yazar: Ramazan Yılmaz

Acılarla Dolu Bir Bayram
*
Yine bir bayram günü yürekte bir eziklik,
Hemen her bayram günü her tarafta sessizlik,
Yine aynı yalnızlık ve yine kimsesizlik,
Bedeni sarmış yine dayanılmaz hissizlik,
*
Ülkemde korkunç deprem nice canlar alırken,
Halka yardım etmeyen zalimler seyrederken,
Halk perişan bir halde soğuktan kırılırken,
Nasıl Bayram yaparım yüreğim kavrulurken.
*
Halk sefalet içinde açlıktan kırılırken,
Onurlu birçok insan canlarına kıyarken,
Erdoğan ve çetesi bunları seyrederken,
İnsan Bayram yapar mı bunlar yürek yakarken.
*
Ülkemdeki insanlar perperişan olurken,
Sıcak bir yuva bulup oturup barınmazken,
Karın doyurmak için yiyecek bulmazlarken,
Böyle bayram mı olur bunlar ortada iken.
*
Giden canlar ardından ağıtlar yakılırken,
Anaların yüreği kül olup kavrulurken,
Harap olmuş her yerden acılar fışkırırken,
Nasıl bayram yapılır halkım acı çekerken.
*
İçi kan ağlayanın yüzü bayram eder mi!
Mazlum öldürülürken Mü’min kimse güler mi!
Zalimler Mazlumları füzelerle yakarken!
Müslümanlar, bu zulmü oturup seyreder mi!
*
Bayram gelmiş neyime, kan damlar yüreğime,
Emperyalist ülkeler, saldırırken ülkeme,
İslâm topraklarında her gün kan dökülürken,
Bayram yapıp sevinmem kına yakmam elime.
*
Zulüm sarmış her yanı boş bulmuşlar meydanı,
Haçlılar hep birlikte döker Müslüman kanı,
Dünya müstekbirleri bizlere saldırırken,
Her Müslüman bilmeli artık cihat zamanı.
*
Kızıl kana boyanmış günümüz dünyasında,
Şeytanın tüm dostları geziniyor her yanda,
Mazlumlar çile çeker zalimler saraylarda,
Halk ekmeğe muhtaçken onlar zevk ve sefada.
*
Dünyayı dar ettiler mazlumların başına,
Bakmadılar mazlumun o mahzun gözyaşına,
Gözdiktiler fakirin ekmeğine aşına
Rabb’im bir belâ sarsın zalimlerin başına.
*
Zalim saltanat sürer halk yoksulluk içinde
O saraylarda yaşar halk sürünür yerlerde
Ahlâk erdemden yoksun yönetim çetelerde
Zulüm her yanı sarmış haksızlık var her yerde
*
Hayat kimine bayram kimine de zindandır
Bu zulüm denizinde acı çekenler vardır
İnsanlar aç perişan hayatları buhrandır
Tüm zalimlerin sonu inşaAllah hüsrandır
*
Her bayramda yoksullar çile ve acı çeker
Onların bayramları en fazla birkaç şeker
Yoksullar evlerinde oturup boyun büker
Onlar, bu durumdayken bayramlar gelir gider
*
Yoksulların haline yürek nasıl dayansın
Zulmeden zalimlerin Allah canını alsın
Onları helak etsin kızgın ateşe atsın
Onların azabını artırdıkça arttırsın
*
04 Haziran 2022/Rotterdam

Nisan 7, 2023 0

Ramazan orucu ve Müslümanların tavırları

Yazar: Ramazan Yılmaz

Müslümanlar, ceza kesen yargıçlar değildirler
Hemen her Ramazan’da, basına kimi yürek acıtıcı haberler düşüyor. Kendilerini ceza yargıcı zanneden bazı kimselerin, -ki bunların çoğu, İslâm’ı gereğince ya da hiç bilmeyen kimselerden oldukları gibi bazıları da sırf provokatörlük yapan kimseler- hadlerini aşarak oruç tutmayan bazı kişilerle tartıştıkları, kavga ettikleri, hatta oruç tutmayanları şiddetli bir şekilde dövdükleri haberleri medyada yayınlanıyor.
Ramazan orucu, yüce Allah’ın iman eden ve iman ettikleri esaslara göre hayatlarını düzenleyen Müslüman kullarına farz kıldığı bir ibadettir.
“Ey iman eden kimseler, sizden önceki kimselere yazıldığı gibi size de oruç yazıldı; tâ ki korunasınız.” (Bakara, 183)
“Ramazan ayı ki, insanlar için Hidayet, apaçık belgeler, yol gösterici ve Furkan olarak Kur’an onda indirildi. Öyleyse sizden kim, o aya şahit olursa o, oruç tutsun ve kim, hasta yahut seferi olursa, o halde (tutmadığı oruç) sayısınca başka günlerde (tutsun)…” (Bakara, 185)
Oruç, iman eden Müslüman kulların, Rab’lerini razı etmek için, tıpkı diğer ibadetler gibi gönül huzuru ile isteyerek tutmaları gereken bir ibadettir. Çünkü ibadetlerde asıl olan, iman eden Müslümanın, kendi isteği ile yerine getirmesidir.
Yüce Allah’ın kullarına farz kıldığı ibadetler, iman eden Müslüman kimselerin kendi istek ve arzuları ile isteyerek yapmaları halinde bir anlam ifade eder ve yüce Allah (cc) indinde makbul olur.
Yüce Allah (cc), yalnızca Mü’min olarak yapılan salih amelleri kabul edeceğini, bu kimseleri mükâfatlandıracağını bildirmiştir.
“Erkek ya da kadından kim salih amellerden yaparsa ve o Mü’min olursa, işte onlar, cennete girerler ve çekirdeğin bir parçası kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisa, 124)
Yapılan ibadetler, yüce Allah’ın rızasını kazanmaya matuf olduğu için kişinin öncelikle Mü’min olması gerekir. Gereğince iman etmeyerek, isteksiz ve zorlama ile yapılan ibadetler, yüce Allah (cc) indinde boşa gider.
“Onlardan, infaklarının kabul edilmesini engelleyen şey, ancak gerçekten onların, Allah’ı ve Rasulü’nü inkâr etmeleri ve onların, ancak üşenerek namaza gelmeleri ve onların, ancak isteksiz infak etmeleridir.” (Tevbe, 54)
“Şüphesiz münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar ve o kandırılan onlardır; namaza kalktıkları zaman tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı, ancak çok az düşünürler.” (Nisa, 142)
Ayetlerde görüldüğü üzere insanlar, yüce Allah’a ve Rasulü’ne iman ettiklerini, Rasulullah (as)’ı örnek edindiklerini söyleseler de isteksizce ve sıkıntı ile yaptıkları tüm ibadetler boşa gidecektir.
Salih amellerde ve diğer tüm ibadetlerde asıl olan yüce Allah’ın rızasıdır, bunun dışında yapılan her salih amel ve ibadet gösteriş ve böbürlenme olacağından bu kimseler, yüce Allah’a gereğince iman etmemişlerdir.
“Mallarını insanlara gösteriş yapıp infak eden kimseler, Allah’a ve Ahiret gününe iman etmezler; kim, o şeytana yakın olursa, artık (o) ne kötü bir yakınlıktır!” (Nisa, 38)
Gösteriş yapmak ya da başka niyetlerle yapılan ibadetler, yüce Allah’ı razı etmek için olmadığından böyle salih amel işleyen kimseler, tam aksine acıklı ve sürekli bir azaba gireceklerdir.
“Allah münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kâfirlere cehennem ateşini vadetmiştir, orada ebedi kalacaklardır; o, onlara yeter. Allah, onları lanetlemiştir, onlar için sürekli bir azap vardır.” (Tevbe, 68)
İbadetlerde temel esas, yüce Allah’ın rızası için yapılmasıdır, bunun dışındaki her düşünce ve hareket şeytandan ve şirktir.
“Bu, Allah’ın Hidayeti’dir; kullarından dileyen kimseyi onunla Hidayete iletir ve şayet şirk koşsalardı, onların yapmış oldukları şeyler boşa giderdi.” (En’am, 88)
İbadetlerde temel esas, yüce Allah’a inanarak ve O’nun rızası gözetilerek yapılmasıdır. Bunun dışında gösteriş için, sıkıntı ile başkalarının zorlaması ya da onun bunun hatırı için yapılan her ibadet boşa gidecek, sahibini, müşrik, münafık bir kimse olarak yüce Allah (cc) indinde sorumluluk altına sokacaktır.
Müslümanlar, zorlayıcı değil, tebliğ ve nasihat edicidirler
İlahi mesaj ile kullarını şereflendiren yüce Allah (cc), bu ilahi mesajın metodunu da koymuş, Müslümanların nasıl, ne şekilde hareket edeceklerini bildirmiştir. Bu nedenle Müslümanlar, Rab’lerinin belirlediği ölçülere uygun hareket etmekle mükelleftirler.
Müslümanlar, insanları yüce Allah’a davet eden, onlara iyiliği emredip kötülükten onları meneden kimselerdir. Bu nedenle insanlara davetlerini en güzel şekilde ulaştırmalı, hiçbir şekilde insanları iman etmeleri ve ibadet yapmaları için zorlamamalıdırlar. Böyle bir tavır, haddi aşmak olacağından Müslümanlara ağır sorumluluklar getirecektir.
“Rabb’inin yoluna hikmetle ve güzel öğütle ve en güzel biçimde davet et ve onlarla tartış ki o, en güzel şekilde (olsun), şüphesiz Rabb’in O’dur ki, yolundan sapan kimseleri en iyi Bilen’dir ve O, Hidayette olanları da en iyi Bilen’dir.” (Nahl, 125)

Mart 23, 2023 0

Türkiye, Bir Hukuk Devleti Değildir

Yazar: Ramazan Yılmaz

Hukukun, siyasetin emrinde olduğu bir yerde adalet olmaz
Kemalist zorbalığın, Anadolu’yu çeşitli hileler ve emperyalistlerin desteğiyle işgal ettiği günden bugüne kadar hiçbir zaman hukuk devleti olamamıştır. Kemalist zorbalığın, cumhuriyet yalanı ile kurulduğu ilk zamanlarda yargı, Kemalist diktatörlüğün emrinde hareket etmiş, M. Kamal denilen zorbanın direktifleri ile binlerce masum insan, istiklal mahkemeleri adı altında kurulan cinayet mahkemeleri vasıtasıyla katledilmiştir.
Yaşayan insanları katletmekten doymayan, Anadolu halkına olan kin ve düşmanlığında sınır tanımayan öldürdükleri ile tatmin olmayan M. Kamal ve ekibi, ölen insanları da mezarlarından çıkararak asmıştır
Hiçbir dönemde bağımsız olmayan yargı, daha sonraki dönemlerde siyasi iradenin emrinde hareket etmiş, DGM adı altında oluşturulan ucube bir mahkeme, zorba sisteme karşı en küçük bir eleştiride bile insanları zindanlarına atmaktan çekinmemiştir
Siyasi iradenin emrinde olan yargı 1990’lı yılların sonunda zorbalığında sınır tanımayan askeri cuntanın emrine göre hareket etmiş, savcı ve hâkim unvanlı sistemin militanları, zorbalığa karşı rahatsızlık duyan insanları, sudan bahanelerle zindanlarına atmıştır. Bu zorba mahkeme tarafında üst sınırı üç yıl olan 312. maddeden, yasanın üzerinde bir ceza verilerek 4,5 yıl hapis cezasına çarptırıldım
Hiçbir dönemde hukuki bir performans göstermeyen yargı, 2001 yılından sonra ABD, İsrail ve İngiltere tarafından bir proje olarak siyasi iktidara oturtulan Erdoğan ve AKP çetesinin emrine girmiş, Erdoğan diktatörüne karşı sokakta kaşlarını çatan insanları bile Erdoğan’a hakaret suçlaması ile hiçbir yargılama yapılmadan masum insanlar zindanlara atılmıştır.
Yargı mensupları, Erdoğan’a olan teslimiyetlerini o denli ileri götürdüler ki Erdoğan’ın, kendisinin söylediği bir sözü tekrarlayanları bile -hukuksuzca- Erdoğan’a hakaret suçlaması ile daha 18 yaşına gelmeyen çocukları bile zindanlarına attırmışlar, aylar süren tutukluluktan sonra hiçbir gerekçe ileri sürmeden bu çocukları zindandan çıkarmışlardır
Yargı mensupları bilsinler ki, yaptıkları zulüm ve hukuksuzlukları ile Erdoğan’a yaranamayacakları gibi günü geldiğinden bu yaptıklarının hesabını vereceklerdir inşaAllah
Yargı mensuplarının, Erdoğan’a yaranmak adına yaptıkları hukuksuzluklardan bir örnek. Erdoğan’ın bir militanı denilebilecek bir savcı, ne zaman söylendiğini bile bilmediği ve bir sokak serserisinin şikâyeti üzerine zindana attığı çocuk yaşta bir genci, Erdoğan’a ait olan bir sözü Twitter hesabından paylaştı diye tutuklatmış, aylar süren tutukluluktan sonra genci, hiçbir suçlama getirmeden serbest bırakmıştır
Bu savcı kılıklı militan, bir sene sonra zevahiri kurtarma adına bir sene önce hukuksuzca tutuklatıp aylar sonra serbest bıraktığı genç hakkında iddianame hazırlamıştır. Aşağıdaki yazı bu densiz savcıya verilen bir cevaptır.
6. Ankara Asliye Ceza Mahkemesi hâkimliğine
Basın Soruşturma No: 2017/4268 03.04.2018
Basın Esas No : 2018/313 Ankara
Konu: C. B. Erdoğan’a hakaret Davası
Savcı Bey,
1- Adı geçen yazılar, tümüyle tarafıma yani, RAMAZAN YILMAZ olarak bana aittir, M. B. ile uzaktan yakından ilgisi bulunmamaktadır. Sanırım -Dedesi olmam hasebiyle- sosyal hesaplarında yazılarıma yer vermiştir. Bu nedenle şayet sizin hayat felsefenize göre kişilerin, ülkede yaşamaları nedeniyle kendilerini yönetenleri eleştirmeleri, yöneticilerin kullandıkları ifadeleri kullanmaları suç ise o suçlu, M. B. değil, o suçlu, öncelikle o ifadeleri kullananlar yöneticiler, sonra da o yazıları yazıp yayımlayan benim olmam gerekir
Ülkede hukuksuzluk almış başını gidiyor
Anlaşılan o ki, başlıklarını gördüğünüz yazıları okuma zahmetine bile girmemişsiniz. Oysa savcıların görevi, zanlı hakkında en iyi araştırmayı yaparak daha çok zanlı lehinde karar vermeye çalışmaktır. Oysa siz ya da basın savcısı arkadaşınız, böyle bir zahmete girmediğiniz gibi, bir sokak serserisinin, torunumla tartışmaları neticesinde size ya da meslektaşınız basın savcısına yaptığı mesnetsiz bir ihbar ile genç bir evladımızı, zerre kadar vicdani bir sorumluluk hissetmeden- tutuklayıp aylarca cezaevlerinizde tutabiliyorsunuz.
İnsanları önce sorgusuz sualsiz tutuklayıp zindanlarınıza atıyorsunuz, hiçbir suçlama yapmadan aylarca orada tutuyorsunuz, sonra bırakıyorsunuz. Bıraktıktan bir sene sonra, yaptığınız zulmü örtbas edebilmek için iddianame hazırlıyorsunuz, ancak iddianameniz ne vicdanınızı rahatlatır ne hukuksuzluğunuzu ve yapmış olduğunuz zulmünüzü gizler. Bu, insanlık değerleri açıcından tam içler acısı bir iddianame
Tabii, insanları apar topar tutukladığınız zaman elinizde hiçbir gerekçe olmadığı için iddianame hazırlamıyorsunuz ya da hukuksuzca, sorgusuz sualsiz sokak serserilerinin ihbarı ile o kadar çok insanı tutukluyorsunuz ki kimin ne suç işlediğini bile bilmiyorsunuz. Sonra da zevahiri kurtarma adına iddianame hazırlıyorsunuz

Mart 11, 2023 0

KUTSANAN UYDURUK GECELER İsra ve Miraç Hak, Kandilleri batıldır

Yazar: Ramazan Yılmaz

Yüce Allah (cc) ve Rasulullah (as) üzerine iftira atılarak uydurulan kutsanmış geceler
İnsanlık tarihinde bazı günler, kimi olaylar için dönüm noktası olmaları açısından oldukça önemli bir yere sahiptirler Bu önem, o günün bizzat kendisinden değil, o günde vuku bulan olaydan dolayıdır. İnsanlar açısından yararlı olayların meydana geldiği günler, hayırlı ve güzel günler olarak değerlendirilirken, insanlar için kötü olayların meydana geldiği günler, hayırsız ve uğursuz günler olarak anılır
İnsanlar, hayırlı olayların meydana geldiği günlerin yıldönümlerinde, o olayı hatırlama duygusu içerisinde mutlu ve sevinçli olurlar, o olayı yeniden yaşıyormuş gibi duyguları coşar, bayram havası içerisinde hareket ederler. Ancak kendileri açısından kötü olayların vuku bulduğu günlerde insanlar, meydana gelen o olayın üzüntü ve acısı içerisinde mutsuz olurlar
Müslümanlar açısından güzel günler olduğu gibi, hatırlanmak istenmeyen olayların meydana geldiği günler de elbette mevcuttur Onlar, o güzel günlere eriştiklerinden sevinip mutlu olurlar, bayram yaparlar, Rab’lerine şükredeler
Sevinip mutlu olmak, bayram yapmak, her insan gibi Müslümanların da hakkıdır. Ancak onlar, her konuda olduğu gibi bu mutlu günlerinde de Rab’lerini razı etmeyi temel amaç olarak alırlar
Müslümanlar, bayram yapma ve bayramlarda nasıl hareket edileceği hususunda iman ettikleri Kur’an ve Rasul’ün örnekliğine uygun hareket etmekle mükelleftirler Çünkü Müslümanlar için asıl olan yüce Allah’ın rızasıdır. Yapılan işlerin yüce Allah’ın rızasına uygun olabilmesi ise ancak Kur’an’ın belirlediği esaslardan ve Rasul’ün örnekliğinden hareket edilmesi ile mümkündür
Hz. Muhammed (as), Rasul olarak ne yapmış, nasıl hareket etmiş, hangi günü kutlamış ve nasıl kutlamışsa, Müslümanlar da aynı şekilde hareket etmek zorundadırlar. Çünkü yüce Allah’a iman etmek ve Rasul’ün örnekliğine tabi olmak, böyle yapmayı zorunlu kılar
“Andolsun sizin için Allah’ın Rasulü’nde, Allah’ı ve Ahiret gününü uman ve Allah’ı çok hatırlayan kimseler için güzel bir örnek vardır” (Ahzab, 21)
Rasulullah (as), davetle görevlendirildiği andan hayatının sonuna kadar Kur’an’ı ahlâk edinerek hayatında yaşamış, insanlara tebliğ etmiş, Rabb’inin bildirdiği esaslar doğrultusunda hareket etmiş, bundan zerre kadar sapmamış ve taviz vermemiştir Yüce Allah (cc), her söz ve hareketini Kur’an’a uygun yapan Rasulullah (as)’ın büyük bir ahlâk üzerinde bulunduğunu bildirmiştir
“Ve şüphesiz senin için elbette kesintisiz bir mükâfat vardır ve muhakkak ki sen, büyük bir ahlâk üzerindesin” (Kalem, 3-4)
Kur’an ve Rasulullah (as)’ın Sünneti’ne uygun hareket etmek yüce Allah’ın razı olduğu dini yaşamaktır. Yüce Allah (cc), İslâm dinini tamamlamış, bundan razı olduğunu bildirmiştir
“…Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum…” (Maide, 3)
İslâm dinini, kemale erdirip tamamlayan yüce Allah (cc), bu dini kabul edenlerin Kendisini nasıl razı edilebileceklerini bildirmiş, Kendisine hangi ibadetleri yapacağını Kur’an’da, bütün teferruatıyla açıklamıştır
Allah ve Rasulü’nün hükmünden başka bir hükmü kabul etmek apaçık sapıklıktır
Yüce Allah’ın tamamladığı ve iman edenlerin buna sarılmalarını, bunda tefrikaya düşüp sapılmamasını bildirdiği İslâm dinine sonradan girenler, tamamlanan bu yüce dini, terk edip kendi kuruntularını ya da İsrailiyat’ın yalanlarına tâbi olan bazı kimseler, yüce Allah’ın ve Rasulü’nün üzerine iftira atarak İslâm adına yalanlar uydurmuşlar, tefrikaya düşerek parçalara ayırmışlar, saparak şirke düşmüşlerdir
“O’na yönelin ve O’ndan korkun, namazı kılın ve müşriklerden olmayın. O kimseler, dinlerinde tefrikaya düştüler ve grup grup oldular; her hizip yanında olan şeylerle sevinmektedir” (Rum, 31-32)
İslâmî esasları terk edip dinde tefrikaya düşenler, yanlarından uydurdukları yalanlarla ve İsrailiyat’ın da katkıları ile Kur’an ve Sünnette bulunmayan bid’at ve hurafeleri İslâm dinine eklemişlerdir. Bu yalanlardan biri de kutsal geceler diye uydurulan gecelerdir
Kur’an ve Sünnette uydurulmuş kutsal geceler yoktur
Rasulullah (as), yüce Allah’ın tamamladığı ve razı olup beğendiği İslâm dinini kendisinden sonrakilere bırakmış, iman edenlerin bu yüce dine sımsıkı sarılmalarını, buna bir ilave yapmamalarını tavsiye etmiş dinin tamamlandığını bildirerek şu uyarıda bulunmuştur
“Din tamamlanmıştır, din adına uydurulan her şey bid’at, her bid’at sapıklıktır her sapıklık cehennemdedir”
Yüce Allah’ın bildirdiği, Rasulullah (as)’ın hayatında yaşadığı hükümlerle hiçbir ilgisi bulunmayan, sultanların ve imparatorların iman edenleri Tevhidi esaslardan saptırarak kendilerine kul, köle edinmek için -ki padişahlar insanlara ‘Kullarım’ diye hitap etmişlerdi- sonradan uydurdukları kutsanmış geceler, İslâm nokta-i nazarında sapıklık dalalettir
İslâm adına uydurulan, gerçekte ise İslâm ile uzaktan yakından ilgisi bulunmayan, tamamen Hrıstiyanlık ve diğer sapık dinlerden esinlenerek kutlanan geceler, Kur’an ve Sünnet’e aykırı, Bid’at, sapıklık ve dalalettir

Şubat 24, 2023 0

İsra Suresi (105-111. Ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Davetçiler, zorlayıcı değil, müjdeci ve uyarıcıdırlar
Yüce Allah (cc), gerek Kendisinin görevlendirdiği rasullerin gerekse iman etmelerinin gereği olarak daveti üstlenen Tevhid erlerinin, ilahi mesajı insanlara ulaştırırlarken nasıl hareket edeceklerini açıkça belirtmiş, buna uygun hareket edilmesini istemiştir.
Davetçiler, Tevhidi esasları ortaya koyarlarken müjdeci ve uyarıcı oldukları bilincinde hareket etmeli, yalnızca Rab’lerinin mesajını insanlara ulaştırmaya çalışmalı, şahsi görüşlerini beyan etmekten, fevri hareketten, nefislerini tatmin etme duygusundan kaçınmalıdırlar.
105- Ve Hak ile onu indirdik ve Hak ile indi; seni, müjdeci ve uyarıcı olmaktan başka göndermedik.
Müjdeci ve uyarıcı olması gereken kimselerin, taşıdıkları mesajı, farkında olunsun ya da olunmasın, kendi duygularını tatmin edecek şekilde ele almaları, kendilerine yüklenilen müjdeci ve uyarıcı sorumluluklarını terk etmişlerdir ki bu, apaçık bir şekilde sapmadır.
Davetçiler, davetin asıl amacını gölgeleyecek, ilahi mesajın safiyeti bulanıklaşacak söz ve davranışlar sergilememelidirler. Çünkü böyle bir durumda davetçilerin kendileri davetin önüne geçmiş olacaklardır. Bu ise, davetçilere büyük bir sorumluluk getirecek, insanlar, Tevhidi mesajı değil davetçiyi reddetmiş olacaklardır. Unutulmasın ki davetçiler, zorlayıcı değil yalnızca müjdeci ve uyarıcıdırlar.
Hak ile onu indirdik ve Hak ile indi; Hak ile indirilen ilahi mesajın, insanlara ulaştırılması da Hakk’ın belirlediği ölçüler içerisinde olmalıdır. Davetçiler, vahyin taşıyıcısı olduklarını unutmadan, Hakk’ın belirlediği ölçülere uygun hareket etmeli, yüklendikleri ilahi mesajın, üzerlerinde bir emanet olduğunu bilmeli, bu emanet, ulaştırılacak kimselere olduğu gibi ulaştırmalıdırlar.
Taşıdıkları vahyi esasların kendilerine Rab’leri tarafından bir sorumluluk olarak verildiği bilinci ile hareket etmeli, kendi duygu ve düşüncelerini katarak, onu kendi arzularını tatmin etmek, nefislerini önplana çıkarmak için kullanarak ihanet etmemelidirler. Bunun için yapmaları gereken en öncelikli şey, kendilerinin Kur’an’a gereği gibi iman edip teslim olmalarıdır.
Kur’an’a teslimiyet
İlahi mesaj ve bu mesajı içinde taşıyan Kur’an, bir mektup ya da birisinden bir başkasına ulaştırılacak kapalı zarf içerisinde bir haber, davetçiler de yalnızca bu haberi ilgili şahıslara ulaştıran, içeriğinden mesul olmadıkları bir postacı değillerdir. Kur’an, öncelikle taşıyıcısını sorumlu tutmakta, onun taşıdığı mesaja öncelikle teslim olmasını istemektedir
“De ki: ‘Şüphesiz beni, dosdoğru yola Rabb’im Hidayet etti; kıyam dinine, Hanif olan İbrahim’in milletine (dinine); o, müşriklerden değildi.’
De ki: ‘Şüphesiz benim salatım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabb’i Allah içindir. O’nun ortağı yoktur ve böyle emrolundum ve ben, Müslümanların ilkiyim.” (En’am, 161-163)
Müslüman birey, bütün düşünce, söz ve davranışları ile hayatını Rabb’inin bildirdiği esaslara göre düzenleyerek Rabb’ine teslim yani Müslüman olmalı, hiçbir gerekçe ile bu teslimiyetine halel getirmemelidir. Aksine hareket etmesi durumunda Rabb’ine isyan etmiş olacaktır ki bu onun, şirke düşmesine ve büyük bir azaba girmesine neden olacaktır
“De ki: ‘Şüphesiz ben, şayet Rabb’ime isyan edersem, büyük bir günün azabından gerçekten korkarım.’
De ki: ‘Dinimi O’na halis kılarak Allah’a kulluk ediyorum.” (Zümer, 13-14)
Dini Allah’a halis kılmak, yüce Allah’ın buyurduğu üzere Kur’an’a, tüm ayetlerin bildirdiği gerçeklere bir bütün olarak teslim olmaktır. Yüce Allah (cc), hiçbir kuluna, gücü üzerinde bir sorumluluk yüklememiş, bireysel ibadet ve teslimiyetlerinde kaldırabilecekleri kadar kullarına sorumluluk yüklemiştir. Yüce Allah (cc), Kur’an’ı birden bir bütün olarak değil, ayetler halinde inzal ederek kullarının fikri ve fiili olarak dönüşümlerini sağlamıştır.
106- Ve insanlara onu okuman için okuma bölümlerine ayırdık, kalıcı olması için onu indirdikçe indirdik
Kendilerinden başlayarak Kur’an’a iman edip teslim olanların, imanları kalıcı ve sürekli olacak, kendilerini unutup insanlara din bilgilerini sloganik olarak taşıyanlar, iman etmedikleri için kendilerinde Kur’anî hiçbir şey kalıcı olmayacak, bugüne kadar birçok örneği görüldüğü üzere, zaman içerisinde topukları üzerinden gerisin geriye küfre döneceklerdir
Kur’an’a iman eden kimse, öncelikle kendisinin ne yapması gerektiğini, kendisine nasıl bir kulluk görev ve sorumluluğunun yüklendiğini öğrenip gereğini yapacak, ondan sonra yapılması gerekenlerin gereğini yerine getirecektir. Yüce Allah (cc), iman edenleri uyararak, yapmadıkları şeyleri söylemelerini yasaklamış, Kur’an’a teslim olmadan başkalarını uyaranları şiddetle kınamıştır
“Ey iman eden kimseler, niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz! Yapmayacağınız şeyi söylemek, elbette Allah katında büyük bir nefrettir!” (Saf, 2-3)
“Namazı kılın, zekâtı verin ve rükû edenlerle beraber rükû edin. İnsanlara Birr’i/Allah’a itaat etmeyi emredip nefislerinizi unutuyor musunuz ve siz, Kitabı okuduğunuz halde hâlâ akletmiyor musunuz!” (Bakara, 43-44)