Press ESC to close

Kureyş Sûresi

Nankörlük, örtmek, gizlemek, takdir etmemek, şükretmemek, haksızlık etmek anlamlarına gelen bir kelimedir. Nankörlük, K-F-R harflerinden türeyen bir kelimedir. Küfür ve inkâr kelimeleri de nankörlükle aynı kökten türemiş kelimelerdir. Bu nedenle nankörlük, küfür ve inkârla eş anlamda değerlendirilmiştir.

Nankörlük, kim tarafından, kime yapılırsa yapılsın, yapılan iyilik ve lütufları hakir görmek, görmezlikten gelip inkâr etmek, güzellikleri çirkinleştirmeye çalışmak, fazilet ve erdem gibi değerleri yerlebir etmektir.

“Rablerine nankörlük edenler için cehennem azabı vardır. Ne kötü gidilecek sonuçtur o!” (Mülk, 6)

“Nankörlük edip Allah yoluna engel olan, sonra kâfir olarak ölenleri Allah affetmeyecektir.” (Muhammed, 34)

Nankörlük, şükrün zıddıdır; şükür yapılan iyilik ve güzellikleri takdir etmek, iyiliği yapana teşekkür etmek, onun değerini bilip saygı göstermektir. Bu nedenle şükrün karşılığında takdir ve mükâfat, nankörlüğün karşılığında kınama ve azap vardır. Yüce Allah (cc), kullarının şükretmelerini ve nankörlükten kaçınmalarını istemektedir.

“Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım; bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara, 152)

Nankörlük, insanlar arasında nefret ve sevgisizliği, düşmanlık ve buğzu, bencillik ve cimriliği doğurur, insanları birbirinden uzaklaştırır. Şükür ise, insanlar arasında sevgi ve saygıyı, yakınlık ve dostluğu, kaynaşmayı ve muhabbeti doğurur, insanları birbirlerine yaklaştırarak kaynaşmayı sağlar.

Nankörlük, insandan insana, evlattan ebeveyne yapıldığı gibi insanlar tarafından âlemlerin Rabb’i yüce Allah'a karşı da yapılmaktadır. Yüce Allah (cc), özellikle anne babaya karşı yapılan nankörlüğü kendisine yapılmış gibi değerlendirerek kullarını bu konuda uyarmakta ve kendisi ile beraber anne ve babasına da şükretmelerini istemektedir.

“Biz insana, ana babasını tavsiye ettik; anası onu zayıflık üstüne zayıflık çekerek (karnında) taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olmuştur. Bana ve anana babana şükret, dönüş banadır.” (Lokman, 14)

Yüce Allah'ın bütün uyarılarına rağmen insanlardan bazıları, iman mefhumundan uzaklaştıkça hem Rab’leri yüce Allah'a, hem de kendilerinin dünyaya gelmesine sebep olan ana babalarına nankörlük yapmaya devam etmişlerdir. Günümüzde de birçok örneği bulunan bu kimseler, yaptıkları nankörlüklerle Rab’lerine isyan etmektedirler.

İnsanlardan bazıları, kendilerini yoktan vareden, en güzel bir biçimde kendilerini yaratan, bilgi ile donatıp çeşitli nimetlerle besleyen Rab’lerine karşı nankörlük yapmakta, O’na şükretmemekte ve O’nun tarafından indirilen ilahi mesaja ve Tevhidi esaslara gerçek bir imanla iman edip teslim olmamaktadırlar.

“Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve eşlerinizden de size oğullar ve torunlar yarattı ve sizi güzel rızıklarla besledi. Böyle iken onlar, batıla inanıp da Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?” (Nahl, 72)

Yüce Allah (cc), göklerde ve yerde bulunan her şeyi insanlara boyun eğdirerek onların hizmetine vermiş, öyle ki, dünyadaki birçok varlık, güç, kuvvet ve boyut olarak, insanlardan çok üstün olmalarına rağmen yüce Allah (cc), bunları insanlara boyun eğdirmiş ve insanların, çok rahat bir şekilde bunlardan faydalanmasını sağlamıştır. Ancak insanlardan birçoğu, kendilerine verilen bütün bu nimetlere karşılık Rab’lerine şükretmemiş, nankörlük yapmışlardır.

Şükrün esası, yüce Allah'ı hakkıyla tanıyıp O’na iman etmek, gönderdiği Tevhidi esasları kabul edip ilahi mesaj olan Kur’an’ı ahlak edinerek yaşamak, yüce Allah'ın belirlediği esaslar dâhilinde Tevhidi esasları insanlara ulaştırmak ve O’na kulluk edip şükretmektir. Bunları yapmamak ise yüce Allah'a nankörlük yapmaktır.

“Allâh bir kenti misal olarak şöyle anlattı; güven, huzur içinde idi; her yerden rızkı bol bol kendisine geliyordu, fakat Allâh'ın nimetlerine nankörlük etti(ler), bunun üzerine yaptıklarından ötürü Allâh ona açlık ve korku elbisesi giydirdi.

Andolsun, onlara, kendilerinden bir elçi geldi, onu yalanladılar. Bunun üzerine onlar zulümlerine devam ederken azap onları yakalayıverdi.” (Nahl, 112-113)

Yüce Allah (cc), verdiği nimetleri, gönderdiği Rasulleri vasıtasıyla insanlara sürekli hatırlatmış, onların nankörlük yapmayıp şükretmelerini istemiştir. Ancak insanlardan kimileri, verilen nimetleri kendilerinden bilmişler, Rab’leri yüce Allah'a nankörlük etmişler, O’na şirk koşarak Rasulleri reddetmişler, bunun üzerine yüce Allah (cc), o nankörleri, mal ve servetleriyle beraber yerlebir etmiştir.

Nankörlük, nimetin, yapılan iyilik ve lütfun inkârı olduğu için küfürle eş anlamlıdır. Bu nedenle gelen hemen tüm rasuller, Tevhidi esaslara davetle beraber insanlara Rab’lerinin kendilerine verdiği nimetleri de hatırlatmışlardır.

Nankörlük eden kişiler, tarihin her döneminde var olmuş, her dönemde de yüce Allah (cc) rasullerini göndererek bu nankörleri küfürlerinden vazgeçirmeye ve Tevhidi esasları kabul etmeye davet etmiştir. İşte tarihsel süreçte nankörlere yapılan uyarılar.

Hz. Nuh (as), insanları Tevhidi esaslara davet ettikten sonra onlara, yüce Allah'ın kendilerine bahşettiği nimetlerini anlatmış, böylece onları nankörlüklerinden vazgeçirmeye çalışmıştır.

“'Size ne oluyor ki, Allâh’a saygı duymuyorsunuz? Oysa O, sizi aşama, aşama yarattı. Görmediniz mi Allâh nasıl yedi göğü birbiri üstünde aşama aşama yarattı ve ayı bunların içinde nur yaptı, güneşi de bir lamba yaptı.

Allâh sizi yerden bir bitki olarak bitirdi, sonra yine oraya geri çevirecek ve tekrar çıkaracaktır. Allâh, yeri sizin için bir sergi yaptı ki onda açılan geniş yollarda gidesiniz.

Nuh: ‘Rabbim, dedi, onlar bana karşı geldiler de malı ve çocuğu kendisinin ziyanını artırmaktan başka işe yaramayan bir adama uydular.” (Nuh, 13-21)

Hz. Musa (as) da, nankörlüklerinde sınır tanımayan, kudret helvası gibi en güzel nimetleri bile soğan ve sarımsakla değiştirmek isteyen İsrail oğullarına, Rab’lerinin onlara olan yardımını hatırlatmış, onları nankörlük yapmamaya çağırmıştır.

“Musa, kavmine ‘Allâh'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın, O sizi Fir'avn soyundan kurtardı, onlar sizi işkencenin en kötüsünü yapıyor, oğullarınızı kesiyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda Rabb’inizden size büyük bir imtihan vardı’ demişti.

Ve Rabbiniz size şöyle bildirmişti: ‘Andolsun şükrederseniz elbette size daha fazla veririm ve eğer nankörlük ederseniz azabım pek çetindir.

Ve Musa dedi ki: ‘Siz ve yeryüzünde bulunanlar hep nankörlük etseniz, iyi bilin ki Allâh zengindir, övülmüştür (sizin şükrünüze muhtaç değildir.)’

Sizden öncekilerin Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin -ki onları(n sayısını) Allah'tan başka kimse bilmez- haberi size gelmedi mi? Elçileri onlara kanıtlar getirdi de onlar, ellerini ağızlarına koydular .‘Biz sizinle gönderilen mesajı tanımadık ve biz sizin bizi çağırdığınız şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz! dediler. (İbrahim, 6-9)

Kavimlerin nankörlükleri yanında fert olarak birebir insanlar da nankörlüklerinde sınır tanımamış, yüce Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri, kendilerinden sanarak küfür ve isyanlarına devam etmişlerdir. Bu kişilerin en meşhuru Karun adındaki nankör kâfirdir.

“Karun, Musa’nın kavminden idi. Onlara karşı azgınlık etti, Biz kendisine öyle hazineler vermiştik ki onun (hazinelerinin) anahtarlarını (taşımak), güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Kavmi ona demişti ki: "Şımarma, Allâh, şımarıkları sevmez.

Allâh'ın sana verdiği (bu servet) içinde ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma, Allâh sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et, yeryüzünde bozgunculuk (etmeyi) isteme, çünkü Allâh bozguncuları sevmez.

Bu (servet) bende bulunan bir bilgi sayesinde bana verildi dedi. Bilmedi mi ki Allâh, kendisinden önceki kuşaklar arasında kendisinden daha güçlü ve daha çok cemaati bulunan nice kimseleri helâk etmiştir? Suçlulara günahlarından sorulmaz.” (Kasas, 76-78)

Nankörler, inkârı yol edindikleri için sonları, dünya hayatlarında helak olmak, ahirette de acı ve sürekli bir azaptır. Tarihi süreçte nice mal, mülk ve servet sahipleri, köşk ve saraylarda oturan niceleri, yüce Allah'a ve O’nun kullarına karşı yaptıkları nankörlüklerine karşılık önce malları ellerinden alınmış, daha sonra tevbe etmedikleri için kendileri yerlebir edilerek helak edilmişlerdir.

Kur’an, nankörlükleri nedeniyle önce malları ellerinden alınan, daha sonra da kendileri helak edilen ve kıyamet günü acı bir azaba girecekleri bildirilen kişilerin örnekleri ile doludur. Kalem suresinde kıssaları anlatılan Bahçe sahipleri, Sebe suresindeki Sebe oğulları, Kehf suresinde bahçeleri ile şımaran adamın nankörlükleri, Karun ve benzerleri Kur’an’ın ibret olarak verdiği nankörlerdir. Bunlar, Rab’leri yüce Allah'a karşı nankörlük yapmış, O’na şükretmemiş, mallarında hak sahibi olan ihtiyaç sahiplerinin haklarını gasp ederek vermemiş, kendilerine verilenler üzerinde sahiplik iddiasına kalkarak azmışlar ve böylece Rab’lerine şirk koşup küfre girmişlerdir.

Nankörlüğü yaşam tarzı olarak alan kimseler, her dönemde var olagelmiştir. Günümüzde de birçok insan, birbirlerine, anne babalarına nankörlük yaptıkları gibi yüce Allah'a karşı da nankörlük yapmakta, isyan ve küfürlerinde sınır tanımamaktadırlar.

Nankörlük yapanlara karşı günümüz Tevhid erleri, geçmişte yapıldığı gibi nankörleri yüce Allah'a imana ve nankörlükten vazgeçirmeye davet etmelidirler.

İnsanlara karşı yapılan nankörlük, yüce Allah'a karşı yapılmış gibidir. Nitekim Rasulullah (as), insanların yaptıkları iyiliğe karşı teşekkür edilmesi gerektiğini bildirmiş ve: “Kendisine iyilik yapan insanlara teşekkür etmeyen kimse, Allah'a şükretmiş olamaz” buyurmuştur. (Ebu Davud, edep, 11; Tirmizi, Birr, 35; Ahmed, Müsved, 2/302)

Yüce Allah (cc), tarihsel süreçteki nankörlerin akıbetlerini ve durumlarını örnek vererek Kureyş kavmine ve daha sonra gelenlere ibret olarak anlatmış, onların aynı duruma düşmemelerini istemiştir.

Kureyş suresi, yüce Allah'ın, Kureyş kavmine olan lütuflarını ve onlara olan yardımlarını anlatmakta onların, kendilerine yapılan bu lütuf ve yardımları hatırlayarak Rab’lerine iman etmelerini istemektedir.

Kureyş suresi, Risalet tarihinde Risalet önderlerinin kendi toplumlarına yaklaşımlarındaki metodu göstermekte ve davette, bir yöntemi davetçilere bildirmekte ve nankörlük yapanlara nasıl yaklaşılacağını örnek olarak vermektedir. Kur'an'da, Risalet önderlerinin, Tevhidi gerçekleri ortaya koyarlarken kendi toplumlarına bu yöntemle yaklaştıklarını ortaya koymaktadır.

Tevhid eri Müslümanlar, Tevhidi gerçekleri ortaya koyarlarken aynı zamanda insanlara Rab’lerinin nimetlerini hatırlatmalıdır. Davette, insanlara yüce Allah'ın nimetlerini hatırlatmak, onları düşünmeye sevk edecek, böylece davete daha yumuşak bir girişle başlanmış olunacaktır.

Davette nimetlerin hatırlatılması insanları, bu nimetleri veren Rab’leri ile yüzyüze getirmelerini sağlayacaktır. Böylece insanlar, kabul ya da inkârlarında Rab’leri ile muhatap olduklarını bileceklerdir. Yapılan bütün hatırlatmalara rağmen Rab’lerine gereği gibi iman etmeyenler ve kulluğu yalnızca O’na hasretmeyenler, Karia suresinde ortaya konulan kıyamet sahnelerinin ve ahiret günündeki hesabın bildirilmesi ile uyarılmaktadırlar.

Kureyş suresinde, diğer birçok surede değişik yönleri ortaya konulan davet metodunun başka bir boyutu açıklanmaktadır. Davetçiler, bu yöntemi de davetlerinde takip etmeli ve insanlara, yüce Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlatmalıdırlar.

Surenin Açıklaması

1-2- Kureyş’i alıştırdığı, onları kış ve yaz yolculuğuna alıştırdığı için,

Kureyş, sert ve dik dağlarla çevrili küçücük bir alana yerleşmiş, verimsiz topraklara sahip kaba ve cahil bir kavimdir. Yüce Allah (cc), bu kavmin yerleştiği verimsiz toprakları, Kâbe’nin orada bulunuşu nedeniyle dünyanın ticaret merkezi haline getirmiş ve Kureyş kavmini tüm Orta Doğu insanlarının tanımasını sağlamıştır. Elbette bütün bunlar, yüce Allah'ın rahmet sıfatının tecellisi olarak, Hz. İbrahim (as)’ın duası neticesinde olmuştur.

“Rabbimiz, ben çocuklarımdan bazısını, senin Haram Evinin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı kılsınlar diye. Artık sen de insanlardan birtakım gönüllüleri, onları sever yap ve onları çeşitli meyvelerle besle ki şükretsinler.” (İbrahim, 37)

“İbrahim demişti ki: ‘Rabbim, bu şehri güvenli bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli ürünlerle besle!’ (Rabbi) buyurdu: ‘İnkâr edeni dahi az bir süre geçindirir, sonra onu cehennem azabına (girmeğe) zorlarım, ne kötü varılacak yerdir orası!” (Bakara, 126)

Yüce Allah (cc), merhamet ve mağfiretini bir kez daha bütün açıklığı ile göstermiş, bu çorak vadiye, kervan geçmez kuşkonmaz beldeye, suyu ve yeşilliği bulunmayan topraklara Hz. İbrahim (as)’ın duası sebebi ile insanların gönlünü meylettirmiş, adeta dünyanın merkezi haline getirmiştir. O günden sonra Mekke, yüce Allah’ın lütfü ile insanlar için bir ticaret merkezi ve Tevhidi esasların ortaya konulduğu, şehirlerin anası olan en önemli merkezlerden biri olmuştur.

“Biz sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik ki Anakenti (Mekke'yi) ve çevresinde bulunanları ikaz edip; (vukuunda) asla kuşku bulunmayan toplanma gününe karşı uyarasın. (O gün), bir bölük cennette, bir bölük ateştedir.” (Şura, 7)

“Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabet), Mekke'deki (Kâbe)dir.” (Al-i İmran, 96)

Yüce Allah'ın, insanların gönüllerini bu verimsiz yerlere meylettirmesi nedeniyle insanlar, hem Hac vazifeleri, hem de ticaret nedeniyle oluk oluk Mekke’ye akın etmeye başlamıştı. Böylece Kureyş kavmi, çevrelerinde tanınmış, oldukça fazla insanla tanışmış, onlarla dostluklar kurmuştur.

Dağların arasından çıkmayan Kureyş kavmi, yüce Allah'ın lütuf ve yardımı ile tanıştıkları insanlarla ticari ilişkilerde bulunmuşlar, böylece yaz kış demeden ticari ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Sürdürdükleri ticari ilişkiler nedeniyle yoksulluktan kurtulup zenginleşen Kureyş kavmi, bu sayede güçlenmiş, mali zenginlik yanında insan gücü ile de çevrelerinde etkilerini sürdürmüşlerdir.

Yüce Allah'ın kendilerine olan lütuf ve yardımlarını apaçık bir şekilde görüp yaşayan Kureyş kavmi, kendilerine o imkânları veren ve Kâbe'yi oraya yerleştirip insanların oraya akın etmesini sağlayan Rab’lerine şükredip kulluk yapmaları gerekir.

3- Bu Ev(Ka'be'n)in Rabbine kulluk etsinler.

Tevhidi esasların ortaya konulduğu bu kutsal mekânda, yüce Allah'a en fazla kulluk yapıp Tevhidi esaslar doğrultusunda yaşaması gerekenler, elbette o mekanda yaşayan ve yüce Allah'ın yardım ve lütfunu en yakın şekilde gören Kureyş kavmi olmalıdır. Ancak ne mümkün! Tarihi süreçte yüce Allah'ın indirdiği Tevhidi esaslara en fazla çıkan Kureyş kavmi olmuştur.

Rasulullah (as) dönemindeki müşrikler, isyan, şirk, küfür ve nankörlüklerinde sınır tanımadıkları gibi günümüzde Mekke’de yaşayan müşrikler de atalarını aratmayacak şekilde ve atalarından bir adım önde şirk, küfür ve nankörlüklerine devam etmektedirler.

Kureyş kavminin yerini alan bugünkü Suudiler, yüce Allah'ın kendilerine verdiği yer altı ve yerüstü zenginliklerini gördükleri, her yıl milyonlarca insan, yüce Allah'ın davetine icabetle Hac ve Umre için gelip milyonlarca doları ülkelerinde bıraktıkları halde Rab’lerine şükretmemekte, Beyt'in Rabb’ine kulluk yapmamaktadırlar.

Dünya ülkeleri, değişik alanlardaki kimi olimpiyatları bir defaya mahsus olmak üzere, kendi ülkelerine almak, bu olimpiyatlar nedeniyle birkaç bin kişinin ülkelerine gelmesini sağlamak için çok büyük uğraşılar vermekte, çok büyük masraflar yapmaktadırlar. Bunun için ülkelerinde, devlet bütçesinden milyarlara varan harcamalarla yatırımlar yapmaktadırlar. Oysa her yıl Hac ve Umre için milyonlarca insan Suudi Arabistan’a akın etmekte, milyarlarca doları bu ülkede bırakıp gitmektedirler.

Suudi yöneticiler, yüce Allah’ın kendilerine lütfettiği bu nimetin şükrünü yerine getirmemekte, hem insanlara gereken saygıyı göstermemekte, hem de ataları Kureyş müşrikleri gibi yüce Allah’a karşı nankörlük yapmaktadırlar.

“Kureyş’i, kış ve yaz yolculuğuna alıştırdığı, onları yedirip açlıktan kurtardığı ve korkudan güvene kavuşturduğu için, Bu Ev(Kâbe’n)in Rabbine kulluk etsinler.”

Yüce Allah (cc), Suudi yöneticilerine de lütufta bulunmuştur. Suudi yöneticiler, hiçbir masraf yapmadan, hiçbir uğraşı vermeden Hac ve Umre için gelen milyonlarca insanın bıraktıkları milyar dolarları almaktadırlar. Ancak Suudi yöneticileri, bunca milyar doları almalarına rağmen ne bu insanlara yeterli bir hizmet sunmaktadırlar, ne de milyonlarca insanın her yıl ziyaret ettiği kutsal mekânlara gereği gibi hizmet vermektedirler.

Kur’an’ın emri doğrultusunda hareket edilse Suudi müşriklerin, değil Mescidi Haram’a, haram bölgesine, hatta tüm Arabistan’a sokulmaması gerekiyor. Ancak Tevhidi düşündüklerini söyleyenlerin umursamazlıkları ve dağınıklıkları nedeniyle, bugün Mescidi Haram’ın içi ve dışı müşrikler tarafından işgal edilmiş bir durumdadır. Müslümanların, Tevhide davet görev ve sorumluluklarını yerine getirmeleri ve Kur’an’ın buyurduğu üzere, bir duvarın tuğlaları gibi kenetleşmeleri halinde Mescidi Haram’ı işgal eden şirk düzenleri yerlebir olacak ve Mescidi Haram işte o zaman tam temizlenecektir.

4- O ki onları yedirip açlıktan kurtardı ve onları korkudan güvene kavuşturdu.

Yüce Allah (cc), Kureyş kavmini açlıktan kurtarıp zenginleştirdiği gibi, insan kanına susamış cahili Arap toplumları içerisinde onları güvene de kavuşturmuştur. İnsanın insan canavarı haline geldiği bir dönemde, Kureyş kavmi, Kâbe'nin anahtarını elinde bulundurması, her toplumun ticaret ve başka nedenlerle Mekke'ye gelip gitmeleri nedeniyle kimse Kureyş kavmine silah çekmiyordu. Yüce Allah'ın lütfu ile Kureyş kavmi adeta bir güvenlik çemberine alınmıştı.

“Görmediler mi çevrelerinde insanlar kaçırılırken biz (Mekke'yi), güvenli, dokunulmaz bir bölge yaptık? Hâlâ batıla inanıp Allâh'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?” (Ankebut, 67)

İnsan bir kere nankör olmasın, artık ondan sonra her şeyi kendinden bilir ve Rabb’ine karşı şirk ve küfrünü sürdürür. Kureyş kavmi, kendilerine her türlü imkânı sağlayan Rab’leri tarafından bir elçi gelince onu kabul edip baş tacı yapacak yerde ona düşman olmuşlar, en seviyesiz bir şekilde Allah'ın elçisine hakaret etmişler ve saldırmışlardır.

“Onda açık açık deliller, İbrahim'in Makamı vardır. Ona giren, güvene erer. Yoluna gücü yeten herkesin, o Ev'e Haccetmesi, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse şüphesiz Allah, bütün âlemlerden zengindir.” (Al-i İmran, 97)

Kâbe, yüce Allah'ın ayetlerinden bir ayettir; bu ayetin Mekke'de bulunması nedeniyle “Ona giren, güvene erer” hükmü ilahisi gereği Mescidi Haram ve çevresi Haram Bölgesi olarak bir güvenlik yeridir. Bu gerçek de gösteriyor ki, yüce Allah'ın indirdiği hükümlerin uygulandığı her yer ve bölge insanlar için güven yurdu olacak ve insanlar, o yerde huzur ve mutlu bir şekilde güven içerisinde yaşayacaklardır.

 

Kurani Mücahede: 2012-01-08

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir