Giriş
Kavramların net olması, insanların birbirlerini asıl kimlikleri ile tanıması, İslâmi davetin sağlıklı yapılmasına neden olur. Aynı şekilde insanlar arasındaki ilişkilerde, kişilerin birbirlerini asıl kimlikleri ile tanımaları, insanlar arasında daha sağlıklı ilişkiler kurmasına neden olur. Sağlıklı ilişkilerin kurulması, kişilerin mensup oldukları düşüncelerinin açığa çıkmasını ve mensup oldukları ideoloji ve sistemlerin neler olduğunun bilinmesini sağlar.
İnsanların, düşünce ve ideolojilerinin net olarak bilinmesi, İslâmi davetin etkili ve sağlıklı yapılmasına yol açar. İslâmi davetin, etkili ve sağlıklı yapılması toplumda safların netleşmesine yardımcı olur. Safların netleşmesi ile Tevhidi esaslara gerçekten iman edenlerle bu gerçekleri çıkarları için kullananlar ortaya çıkacaktır.
Her dönemde olduğu gibi günümüzde de İslâm nokta-i nazarında ortalığın toz duman oluşunun temelinde yatan neden kişilerin, kimi nedenlerle kendilerini ve asıl niyetlerini gizlemeleridir. Toplumun önünde görülen bazı kimseler, taşıdıkları asıl sıfatları bilinmesin diye bilinçli bir şekilde kavramları bulandırmaktadırlar.
Yüce Allah (cc), geçmişte Samiri’nin yaptığını günümüzde yapan Samiri soylu belamları, İslâmi kavramları bulandırmamaları, Hakkı batıla bulaştırmamaları konusunda uyarmaktadır.
“Bile bile gerçeği bâtılla bulayıp hakkı gizlemeyin.” (Bakara, 42)
“Ey Kitap ehli, niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bilerek gerçeği gizliyorsunuz?” (Al-i İmran, 71)
Tarihsel süreçteki saptırıcıların yaptıkları hep aynıdır; İslâmi kavramları bulandırıp karıştırarak, kavramların asıl anlamlarını gizleyerek kendi kimliklerini gizlemeye çalışıyorlar. Bu kimselerin, İslami kavramları gizlemeleri, anlamlarını karıştırmaları insanların İslâmi esaslara yönelmelerini engellediği gibi Tevhidi esaslardan habersiz bir şekilde şirk içerisinde yüzmelerine neden olmaktadır.
Kur'an, kavramları çok açık ve net bir şekilde ortaya koyar ve insanların bilinçli bir şekilde Tevhidi esaslara iman etmelerini ister. Bu nedenle Tevhid şirk, iman küfür, doğruluk fısk, vahdet ve nifak kavramlarını bütün açıklığıyla ortaya koyar, insanların bu kavramları bilmelerini ve buna göre iman etmelerini sağlar.
Tevhid; Yüce Allah'ın, kişinin düşünce söz ve davranışları üzerinde tek ve yegâne İlah, Rab ve Hakim, üstün ve sınırsız olmasıdır. Bu öyle ki, Tevhid inancına sahip olan kişi, hiçbir konuda ve hiçbir şekilde iman ettiği esasların dışında düşünmez, konuşmaz, hareket etmez/edemez. Aksi halde Tevhid inancını zedeler ve şirke düşer.
Şirk; göklerde, yerde ve bunlar arasında tek ilah, tek Rab ve tek hükümran olan; hükmünde, rızıklandırmada, ceza ve mükâfat vermede eşi, ortağı ve benzeri bulunmayan yüce Allah’ın sıfatlarından birini ya da bir kaçını başkasına vermek, başkalarının da bu sıfatlardan birine ya da bir kaçına sahip olabileceğini düşünmek ya da söylemek, yüce Allah’tan başkasını, O’nun kadar sevmek, O’ndan başkasından korkmak, O’ndan başkasının cezâ ve mükâfatını, O’nun ceza ve mükâfatı gibi bilmek, O’nun hükmünden başka bir hükmü, bir kanunu, bir sistemi kabul etmek ve hayatı o sisteme göre düzenlemek, başka kimselerin de rızık verebileceklerini düşünmektir.
Düşünce, söz ve davranışı üzerinde başkalarına söz hakkı vermek apaçık şirktir. Şirk, düşünsel, sözel ve ameli olarak üç şekilde tezahür eder.
Düşünsel şirk: düşünce planında başka kişi ve ideolojilere yer verilmesi, Tevhidi esasların dışında başka sistem ya da ideolojilere göre de İslâm’ın anlatılabileceğinin düşünülmesi düşünsel şirktir.
“Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allâh'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: "Rabbimiz (derler), bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azâbından koru!” (Al-i İmran, 191)
Sözel şirk: Tevhidi esaslar, İslâmi kurallar dışında başka ideoloji ve sistemlerin anlatılması, Kur'an’da olmayan şeylerin İslâm diye anlatılması, başka kişilerin sözlerinin söylenmesi sözel şirktir.
“Onlardan bir grup var ki, Kitapta olmayan bir şeyi, siz Kitaptan sanasınız diye dillerini Kitapla eğip bükerler ve: ‘O, Allâh katındandır.’ derler. Oysa o, Allâh katından değildir. Bilerek Allah'a karşı yalan söylerler.” (Al-i İmran, 78)
“De ki: "Rabbim, fuhuşları, gerek açığını, gerek kapalısını; günâhı ve haksız yere saldırmayı; hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah'a ortak koşmayı ve Allâh hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi kesinlikle harâm etmiştir.”(A’raf, 33)
“Kullarıma söyle: En güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytân aralarına girer. Doğrusu şeytân, insanın apaçık düşmanıdır.” (İsra, 53)
Ameli şirk: kişinin, hayatını İslâm dışı sistem ve ideolojilere göre düzenlemesi, başka ideoloji ve sistemlere göre de İslâm’ın insanlara ulaştırılacağını iddia edilip bu doğrultuda çalışılması ameli şirktir.
Kur'an, Tevhid dışında kalan küfür, şirk, fısk, irtidat ve nifakı küfür olarak sayar ve bunların İslâm’ın dışında olduklarını belirtir. Bu nedenle de Kur'an, müşrik, fasık, mürtet ve münafıklara kimi ayetlerde kâfirler olarak hitap ederken İslâm milletinin tek bir millet olduğunu bildirir.
“İşte bu sizin ümmetiniz (İslâm milleti), bir tek ümmettir. Ben de Rabbiniz. Yalnız bana kulluk edin.” (Enbiya, 92)
Tevhidi esaslara iman etmiş Müslümanlar tek bir millet olan İslâm milletidir. İslâm milleti karşısında bulunan müşrik, münafık, fasık ve mürtet sıfatlı milletler, küfür milletini oluştururlar. Yüce Allah (cc), bu sıfatlı kişi ve topluluklara çok açık bir şekilde kâfirler demektedir. Birkaç ayetle bunlar anlatılacak olursa;
Mürted Kâfirler
“De ki: ‘Allah'a ve Elçiye itâat edin!’ Eğer dönerlerse muhakkak ki Allâh, kâfirleri sevmez.” (Al-i İmran, 32)
“Ey iman edenler, Kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız imanınızdan sonra, (onlar) sizi döndürüp kâfir yaparlar.” (Al-i İmran, 100)
Günahkâr Kâfirler
“Yoksa kötülükler yapıp yapıp da nihâyet kendilerine ölüm gelip çatınca: "Ben şimdi tevbe ettim" diyenlere ve kâfir olarak ölenlere tevbe (af) yoktur. Onlar için acı bir azâb hazırlamışızdır!” (Nisa, 18)
“Gerçekten Tevrât'ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nur vardır. İslâm olmuş peygamberler, onunla Yahûdilere hüküm verirlerdi, kendilerini Rab’lerine vermiş zahitler ve âlimler de, Allâh'ın Kitabını korumakla görevlendirildiklerinden onunla (hüküm verirlerdi) ve onu gözetip kollarlardı. (Ey hakimler), insanlardan korkmayın, benden korkun ve benim âyetlerimi az bir paraya satmayın! Kim Allâh'ın indirdiği ile hükmetmezse işte kâfirler onlardır!”(Maide, 44)
Müşrik Kâfirler
“İyi bil ki, hâlis din yalnız Allâh'ındır. O'ndan başka veliler edinerek: "Biz bunlara, sırf bizi Allâh'a yaklaştırmaları için tapıyoruz," diyenler(e gelince): Şüphesiz ki Allâh, onlar arasında, ayrılığa düştükleri konuda hükmünü verecektir. Allâh, yalancı, kâfir insanı doğru yola iletmez.” (Zümer, 3)
“En büyük Hac günü, Allâh ve Elçisinden insanlara duyurudur: Allâh ve Elçisi müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha iyidir. Ve eğer dönerseniz bilin ki siz Allâh'ı âciz bırakacak değilsiniz! kâfirlere acı bir azâbı müjdele.” (Tevbe, 3)
“Sonra kıyâmet günü de, onları rezil eder ve "Hani haklarında (mü'minlere) düşmanlık ettiğiniz ortaklarım nerede?" der. Kendilerine ilim verilmiş olanlar: "Bugün rezillik ve kötülük kâfirleredir!" derler.” (Nahl,27)
“O nankörler benden ayrı olarak kullarımı kendilerine veliler yapacaklarını mı sandılar? Biz kâfirlere cehennemi konak olarak hazırladık.”(Kehf, 102)
Beşeri Tağuti Sistemlere Destek Olan Kâfirler
“Allâh, inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. kâfirlerin dostları da tağuttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara, 257)
“İman edenler Allâh yolunda savaşırlar, kâfirler de tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytânın dostlarıyla savaşın, çünkü şeytânın hilesi zayıftır.” (Nisa, 76)
Münafık Kâfirler
“İçlerinden öylesi var ki: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" der. İyi bilin ki, onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem de kâfirleri kuşatacaktır.” (Tevbe, 49)
Mal Ve Sermayeyi İlah Edinmiş Kâfirler
“Dün onun yerinde olmayı isteyenler: "Vay, demek Allâh kullarından dilediğine rızkı açar ve kısar. Allâh bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yere batırırdı. Demek gerçekten kâfirler iflâh olmaz!" demeğe başladılar.” (Kasas, 82)
Hevasını İlah Edinmiş Kâfirler
“Uydurduğu yalanı Allâh'ın üzerine atan veya kendisine gelen gerçeği yalanlayandan daha zâlim kimdir? Kâfirlerin durağı cehennemde değil midir?” (Ankebut, 68)
“Yalnız İblis etmedi, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.” (Sad, 74)
Allah’ın Koyduğu Sınırları Aşan Kâfirler
“Buna imkân bulamayan, temaslarından önce aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurmalıdır. Allah'a ve Rasulüne inanmanız için bu hükümler konmuştur. Bunlar, Allâh'ın sınırlarıdır kâfirler için acı bir azap vardır.” (Mücadele, 4)
Müslümanların Tüm Kafirlere Karşı Takınmaları Gereken Tavır
Risalet tarihinde gönderilen bütün elçilerin gönderiliş nedenleri, insanların tağutu reddetmeleri içindir. Tağutu reddedenler kurtuluşa ermiş, tağutu reddetmeyip hayatlarını sürdürenler sapıklık içerisinde kalmışlardır. Bu ilahi hükmün ve Tevhidi ilkelerin gereği ve sonucudur.
“Andolsun biz, her millet içinde: ‘Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye bir elçi gönderdik. Onlardan kimine Allâh hidâyet etti, onlardan kimine de sapıklık gerekli oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuş!” (Nahl, 36)
Yüce Allah (cc), Müslümanların, tağutu reddetmelerini bildirmiş, tüm kâfirlere karşı nasıl tavır takınmaları gerektiğini çok açık bir şekilde belirtmiş ve buna uyulmasını emretmiştir. Yüce Allah (cc), ilk önce tağutun reddedilmesini iman etmenin temeli saymış ve ancak sapıklık olan tağutun reddedilmesi ile sağlam bir kulp olarak belirtilen Tevhidi esaslara sarılmanın mümkün olabileceğini bildirmiştir.
Tağutun reddedilmesi, Kelime-i Tevhidi söylemenin ilk şartıdır. İlah edinilen bütün güçler, inkâr edilmeden yüce Allah’ın birliğine iman ermek ve Kelime-i Tevhidi samimiyetle söylemek mümkün değildir. Bu nedenle yüce Allah (cc), kendisine sapasağlam bir şekilde iman edilmesinin tağutu reddetmekten geçtiğini bildirmektedir.
“Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağutu reddedip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allâh işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)
Şirk ve küfür toplumu içerisinde yaşamak zorunda olan Müslümanların, müşrik ve kâfirlere karşı takınacakları tavır, vahyi esasların belirlediği esaslar doğrultusunda olmalıdır. Bu nedenle Müslümanlar, kâfirlere hiçbir şekilde boyun eğmeyecek ve onlara karşı Kur'ani esasların belirlediği ölçüler içerisinde hareket edeceklerdir.
“Kâfirlere boyun eğme ve bu Kur'an ile onlara karşı büyük cihâd et.” (Furkan, 52)
Yüce Allah (cc), Müslümanların kâfirlere karşı takınacakları tavrı, Hz. İbrahim (as)’ın hayatını örnek vererek belirtmekte ve bu örnekliğin Müslümanlar için en güzel örnek olduğunu bildirmektedir. Hiçbir şekilde kâfirlere taviz vermeyen Hz. İbrahim (as) ve onunla beraber bulunanlar, bir bütün olarak kâfirleri, onların itaat ettikleri liderlerini ve tabi oldukları kanunlarını reddetmektedirler.
“İbrâhim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır; onlar kavimlerine ‘Biz sizden ve sizin Allah'tan başka itaat ettiklerinizden uzağız. Sizi (ve itaat ettiklerinizi) tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir’ demişlerdi.” (Mümtehine, 4)
Müslümanlar, hiçbir şekilde kâfirlere, onların önderlerine ve din konusunda ortaya koydukları yasalarına itaat etmeyecekleri gibi onlarla dostluklar da kurmayacaklardır. Bu, yüce Allah’ın emridir ve iman iddialarında samimi olan kimseler, bu ilahi emre tabi olmakla mükelleftirler.
“Mü'minler, mü’minleri bırakıp, kâfirleri dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allâh ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlar(la dost olmak)tan korunmanız başka. (Bu durumda Allah ile dost olabilirsiniz.) Allâh sizi kendisinden sakındırır. Dönüş Allah'adır.” (Al-i İmran, 28)
“Ey inananlar, mü'minleri bırakıp kâfirleri dost tutmayın! Allah'a, aleyhinizde olacak açık bir delil vermek mi istiyorsunuz?” (Nisa, 144)
Yüce Allah (cc), önemle ve hassasiyetle kâfirlerin dost edinilmemesini emrediyor ve kâfirlerle dostluk kurulmasının sapıklık olduğunu bildiriyor. Çünkü kâfirler, Allah’ın, Rasulünün ve Müslümanların düşmanıdırlar. Yüce Allah’a düşman olan kâfirleri dost edinmek yüce Allah’a cephe almaktır.
“Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Elçiyi ve sizi (yurdunuzdan) çıkardıkları halde siz onlara sevgi iletiyorsunuz. Benim yolumda cihâd etmek ve benim rızâmı kazanmak için (yurdunuzdan) çıktığınız halde içinizde onlara sevgi (mi) gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.” (Mümtehine, 1)
Yüce Allah (cc), kâfirlerle dostluk edilmemesi hususunda çok önemli uyarılarda bulunmaktadır. Bu ilahi uyarıları önemsemeyip kimi basit çıkarları için kâfirlerle dostluk kuranlar, onların sistemleri doğrultusunda hareket edenler, çok açık bir şekilde sapmış, yüce Allah’ isyan etmişledir. Bunlar için öngörülen ceza kâfirlere öngörülen cezanın aynısıdır. İşte bu nedenle yüce Allah (cc), tekrar tekrar iman edenleri kâfirlerle dostluk kurmamaları konusunda uyarmaktadır.
“Ey iman edenler, Allâh'ın kendilerine gazap ettiği; kâfirlerin mezarlık halkından umudu kestiği gibi âhiretten umudu kesmiş olan bir topluluk ile dostluk etmeyin!” (Mümtehine, 13)
Kâfirleri Dost Edinme Nedenleri
İlahi uyarılara rağmen, kâfirleri İbrahimi bir tavırla reddetmeyip onlarla dostluk kuranları yüce Allah (cc) şöyle tanımlıyor. Onlar, nefislerine uyan, Allah’a, Rasule ve indirilenlere iman etmeyen, kâfirlerin yanında makam, mevki ve şeref arayan, kafirlerden korkan, İslâm’dan dönen, sapıklık içerisinde olan kimselerdir. Müslüman olduklarını iddia eden bazı kimselerin kâfirleri dost edinme nedenlerini Kur'an şöyle bildiriyor.
Hevaların İlah Edinilmesi
Bazı kimseler, yeterli bir iman hassasiyetine sahip olmadıkları için, ünlü olmak, daha fazla kimseler ve geniş kitleler tarafından tanınmak isteği ile ya da kâfirlerden hoşlanıldığı için yüce Allah kesinlikle haram kıldığı halde kâfirlerle dostluk kurarlar.
Yüce Allah’ın emrine rağmen kâfirlerle dostluk kurmak, en az şeytan (aleyhillane)nin Hz. Adem (as) için secde etmemesi kadar ağır bir suç ve yüce Allah’a isyandır. Çünkü sonuç itibarı ile her ikisi de yüce Allah’ın emrine karşı yapılmış bir harekettir. Bu nedenle yüce Allah (cc), bu kimselere gazap etmekte ve bunların ebediyen cehennemde kalacaklarını bildirmektedir.
“Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Gerçekten nefislerinin, kendileri için yapıp gönderdiği ne kötüdür Allâh onlara gazap etmiştir ve azapta sürekli kalacaklardır.” (Maide, 80)
““Onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider, konuşsalar sözlerini dinlersin, onlar dayatılmış odunlar gibidirler. Her bağırtıyı kendi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın. Allâh onları kahretsin, nasıl da (haktan) döndürülüyorlar?” (Münafikun, 4)
Yüce Allah’a, Rasule Ve İndirilen Tevhidi Esaslara İman Edilmemesi
Kâfirleri dost edinmek, bir imansızlığın ve inançsızlığın apaçık göstergesidir. İman, iman edilen esaslar doğrultusunda hareket etmeyi gerektirir. Şayet iman edilen esaslar doğrultusunda hareket edilmiyorsa bu, o esasların önemsenmediği ve o esaslara iman edilmediği anlamına gelmektedir.
Eğer Allah'a, Peygambere ve ona indirilene inansalardı, o(inkâr ede)nleri dost yapmazlardı. Ama onlardan çoğu yoldan çıkmış insanlardır.” (Maide, 81)
Kâfirlerin Yanında Şeref Aranması
Şeref, tamamen alemlerin Rabb’i yüce Allah’ın yanındadır; kendilerinde şeref bulunmayan, kendileri Rab’lerine isyan ettiklerinden dolayı alçalmış kâfirlerin yanında itibar aramak ve onların yanında şeref kazanılacağını düşünmek, bir aptallık değilse bu, apaçık bir şeref yoksunluğudur. Çünkü kendileri şerefli olmayanların başkalarını şereflendirmeleri mümkün değildir.
“Onlar mü'minleri bırakıp kâfirleri dost tutuyorlar. Onların yanında şeref mi arıyorlar? Bütün şeref, tamamen Allah’a aittir.” (Nisa, 139)
Kâfirlerden Korkulması
Bir kimsenin, şayet bir şeyden korkması gerekiyorsa, bu korkunun en güçlü ve en büyük olandan olması gerekir. Kendisi zillet içinde bulunan, eksik ve yetersiz, aciz ve zavallı olan birisinden korkmak, bir şaşkınlığın ve bir zavallılığın göstergesidir.
“Allâh kuluna kâfi değil mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allâh kimi şaşırtırsa artık onu yola getiren olmaz.” (Zümer, 36)
Şayet bir ceza görme, onlar tarafından eziyetin ve sıkıntının gelmesi endişesi ile kâfirlerden korkuluyorsa bu çok açık bir şaşkınlıktır. Çünkü dünya ve ahirette en büyük, en acı ve en sürekli cezayı verecek olan yalnızca yüce Allah’tır. Bu nedenle bir korku duyulacaksa bu ancak yüce Allah’tan olmalı, yalnız O’ndan korkulmalıdır. İşte bu konuda Risalet önderlerinin ve Hz. İbrahim (as)’ın mücadeleleri en güzel örnektir. Hz. İbrahim (as) zorba kavmini uyarmış ve onlara şöyle cevap vermişti.
“Kavmi onunla tartışmaya girişti; (İbrahim) dedi ki: ‘Beni hidayete iletmiş iken Allâh hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben, sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak Rabbimin dilediği olur! Rabb’im, bilgice her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ öğüt almıyor musunuz?
Hem siz, Allâh'ın size, (tanrı oldukları) hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri, O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da ben nasıl sizin (O'na) ortak koştuğunuz şeylerden korkarım? Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki topluluktan (siz ve bizden) hangisi güvende olmağa daha lâyıktır?” (En’am, 80-81)
Hz. Nuh (as) da kavmine açıkça meydan okumuş ve onlardan korkmadığını net bir şekilde söylemişti.
“Onlara Nûh'un haberini oku; kavmine: ‘Ey kavmim, eğer benim kalkıp size Allâh'ın âyetlerini hatırlatmam ağır geldiyse, o halde ben Allah'a dayandım, siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınız işi kararlaştırın da işiniz başınıza dert olmasın. Sonra hükmünüzü bana uygulayın, bana hiç fırsat da vermeyin!’ demişti” (Yunus, 71)
İşte Risalet zincirinin son halkası en güzel örnek Hz. Muhammed (as)’ın kâfirlere meydan okuyan onurlu ve cesaretli örneği.
De ki: ‘Ey kavmim, gücünüz yettiğince yapacağınızı yapın, ben de yapacağımı yapıyorum. Yakında (dünyâ) yurdu(nu)n sonunun kime âit olacağını bileceksiniz. Zâlimler, asla onmazlar!” (En’am, 135)
Kâfirleri Dost Edinmek Ahmaklıktır
Kâfirleri dost edinmek bir düşüncesizlik ve ahmaklıktır. Çünkü kâfirler, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde gerçek dost olamazlar. Onlar, Müslümanlara kin ve düşmanlık beslerler ve ilk fırsatta Müslümanların aleyhlerinde hareket ederler.
“Ey iman edenler, kendinizden başkasını kendinize dost edinmeyin; onlar sizi bozmaktan geri durmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isterler. Onların ağızlarından öfke taşmaktadır. Göğüslerinde gizledikleri (kin) ise daha büyüktür. Düşünürseniz, size âyetleri açıkladık.”
“İşte, siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler. Kitabın hepsine inanırsınız. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman ‘İnandık’ derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında size karşı öfkeden parmak uçlarını ısırırlar. De ki: ‘Öfkenizden ölün!’ Şüphesiz Allâh, göğüslerin özünü bilir.” (Al-i İmran, 118-119)
Kâfirleri Dost Edinmek İslâm’dan Dönmek, İrtidat Etmektir
Yakın tarihimizde ve günümüzde birçok örneği görüldüğü üzere, İslâmi esaslardan dönmedikçe kâfirler Müslüman olanları dost edinmezler. Kâfirleri dost edinmek, onlara yaranmak adına dinlerinden dönenler, kâfirlerin putlarını kutsamakta, onların demokrasi adı verdikleri dinlerinin gereklerini yapmaktadırlar.
Parti, dernek ve vakıf gibi şirk ve küfür yuvalarının kirli tabelaları altında bulunan kimseler, İslâm’dan döndükleri, İslâmi esasları bozdukları, kâfirlerin ilahlarını, kanunlarını ve dinlerini kutsadıkları için kâfirler, onlara karşı ses çıkarmamakta ve o İslamcı müşrikleri kabul etmiş görünmektedirler.
“Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla bir olasınız. O halde onlar Allâh yolunda göç edinceye kadar onlardan dostlar edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, nerede bulursanız öldürün ve onlardan ne dost, ne de yardımcı tutmayın!” (Nisa, 89)
“Sen onların, kendi dinlerine uymadıkça ne Yahûdiler ne de Hrıstiyanlar senden râzı olmazlar. ‘Asıl doğru yol, Allâh'ın yoludur’ de. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyarsan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz.” (Bakara, 120)
“Ey inananlar, Yahûdileri ve Hrıstiyanları veliler edinmeyin! Onlar, birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları kendine veli yaparsa, o onlardandır. Şüphesiz Allâh, zâlim toplumu doğru yola iletmez.” (Maide, 51)
Yahudi ve Hrıstiyanların ortaya koydukları bir sistem olan demokratik dinin, Kemalist sistemin kurallarını kabul edip şirk ve küfür yuvalarında kümelenen İslamcı müşrikler, İslâm’dan irtidat ettikleri için kâfirler, onlara kimi faaliyetleri için izin vermektedir. Başka türlü olması da zaten mümkün değildir.
İslâm, fitne olan beşeri sistemleri yeryüzünden kaldırmak için gelen ilahi bir dindir. Bunun farkında olan kâfirler, kendilerini yok edecek bir sistemin mensuplarına izin verebilirler mi? Bu elbette mümkün değildir. O halde kâfirlerin, İslamcılara parti, dernek ve vakıf gibi şirk ve küfür yuvalarını kurmalarına izin vermeleri, İslamcıların İslâm’dan döndüklerinin ve demokratik dine uyduklarının apaçık göstergesidir.
İslamcılar, İslâmi esasları insanlara anlatacağız, insanlara tağutu reddetmelerini söyleyeceğiz ve Allah’ın dinini egemen kılacağız diyerek tağuttan izin almıyorlar. Onlar, kültürel faaliyetlerde bulunmak, yardımlaşmak vb. vaatlerle zilleti seçerek ve İslâm’dan irtidat ederek, kafirlerin kanunlarının altına sığınıyorlar.
Kâfirun suresi, Müslümanların içerisinde yaşamak durumunda kaldıkları kâfirlere karşı tutumlarının nasıl olması gerektiğini apaçık bir şekilde ortaya koymakta ve bu takınılacak tavrın bir din olduğunu bildirmektedir.
Kâfirun suresi, kâfirlerle Müslümanların saflarının netleşmesini istemekte, Müslümanlardan bu saflaşmayı açık bir şekilde ortaya koymalarını istemektedir. Bu safların netleşmesi ise Müslümanların, kâfirlerin yaptıkları hareketleri yapmamaları ve onların yasalarına uymamaları ile mümkün olabilir.
Surenin Tefsiri
1- De ki, ‘Ey kâfirler’,
Kur'an, her konuda olduğu gibi, insanlara hitaplar konusunda da çok açık ve nettir. Kur'an’da çizgiler açık seçik ve keskindir, muğlaklığa, kapalılığa yer yoktur; Tevhid şirk, iman küfür, mü’min kâfir, cennet cehennem, aydınlık karanlık gibi her şey çok net ve açık bir üslup ile anlatılır.
Kur'an’da insanlara verilen sıfatların arkası doldurulmuş, kimlere hangi sıfatlar verilmiş ise onlarda o sıfatların bütün özellikleri mevcuttur. Kur'an’ın, “Mü’minler” diye hitap ettiği kimseler, imanlarına şirk karıştırmamış, Tevhidi ilkeleri kabul etmiş ve ilahi mesaj doğrultusunda hareketi yaşam tarzı olarak almış kimselerdir.
Kur'an’ın, kâfir, müşrik, münafık, fasık ve mürtet olarak sıfatlandırdığı kimseler, namazlarını kılan, oruçlarını tutan, Hacca giden kimseler de olsalar kesinlikle Müslümanların dışında kalan ve kâfirler sınıfına dahil olanlardır. Daha önce ayetlerle açıklandığı üzere, müşrik, münafık, fasık ve mürtetler, kâfirler olarak sıfatlandırılmakta ve bunların, yüce Allah’ın gazabına uğrayacak ve ebediyen cehennemde kalacak kimseler oldukları bildirilmektedir.
“…Elbette ki Allâh, bütün münafık ve kâfirleri cehennemde toplayacaktır.” (Nisa, 140)
Müslümanlar dışında kalan ve kâfirler grubunu oluşturan kâfir, müşrik, münafık, fasık ve mürtetlerin sıfatlarının net ve açık bir şekilde bilinmesi onlara davetin ulaştırılmasını kolaylaştıracaktır. Hastalık bilinmeden tedavi mümkün olamayacağına göre, kâfirler grubunu oluşturanların da sıfatları bilinmeden onlara sağlıklı bir davetin yapılması mümkün değildir.
İslâm nokta-i nazarında Kâfir, müşrik, münafık, fasık ve mürtet oldukları halde, böyle olduklarını bilmeyen ve kendilerini Müslüman zanneden kimselere sağlıklı bir davetin yapılması elbette mümkün olmayacaktır. Çünkü bu kimseler, kendilerini zaten Müslüman zannediyorlar. Bu nedenle bunları, Tevhidi ilkeler doğrultusunda tedaviye başlamadan önce bu kimselerde küfür, şirk, nifak ve fısk hastalıklarının bulunduğunu ortaya koymak, zor da olsa, onları taşıdıkları bu amansız hastalıktan haberdar etmek gerekir.
Küfür ve şirk içerisinde bulunan kimseler, Tevhidi tedaviye cevap vermiyor, hastalıklarında ısrar ediyorlarsa bu durumda Müslümanlar, bunlara karşı net ve açık olmalı, Tevhidi esasları açıkça ortaya koymalı ve onlardan, onların yaşantılarından, ilah edindikleri güçlerden ve tabi oldukları kanunlardan uzak olmalıdırlar. En önemlisi de bu durum kâfirlere çok açık bir şekilde duyurulmalıdır.
1-5- De ki, ‘Ey kâfirler, ben itaat etmem sizin itaat ettiğinize; siz de itaat etmezsiniz benim itaat ettiğime. Ben kesinlikle sizin kulluk ettiğinize kulluk etmem, siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz.’
Risalet tarihi boyunca hem Risalet önderleri, hem de onların yolunda giden Tevhid erleri, içerisinde yaşadıkları toplumlara karşı tavizsiz bir tavır takınmışlar, müşrik ve kafirlerin tüm baskılarına rağmen zerre kadar taviz vermemişlerdir. Hz. Şuayb (as)’ın mücadelesi bu konuda en güzel örneklerden biridir.
“Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: ‘Ey Şuayb, mutlaka seni ve seninle beraber inananları kentimizden çıkarırız, ya da dinimize dönersiniz!’ Dedi ki: ‘İstemesek de mi”?
Allâh, bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer tekrar ona dönersek, Allâh'ın üzerine yalan atmış oluruz. Rabbimiz Allâh, dilemedikten sonra o(sizin di)ne dönmemiz, bizim için olur şey değildir. Rabbimiz, bilgice her şeyi kuşatmıştır. Biz Allah'a dayanmışız. Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasını gerçekle aç. Muhakkak ki sen açanların en iyisisin!” (A’raf, 88-89)
Kâfirler, her dönemde Risalet önderleri ve Tevhid erlerini, baskı ve zorbalıkla kendi yasalarına uymaya davet etmişlerdir. Ancak Tevhidi esasları ilke edinen Müslümanlar, iman ettikleri esaslardan dönmemiş, dönmeyi düşünmemişlerdir.
Bütün Risalet önderleri ve Tevhid erleri, küfre karşı net tavır takınmışlar, kâfirlerin itaat ettikleri kanunlara uymamışlar, iman ettikleri Tevhidi esaslardan taviz vermemişlerdir. Müslümanlar, kâfirlere taviz vermedikleri gibi üstelik onlara açıkça meydan okumuşlardır. Tıpkı Hz. Hud (as) gibi.
“(Kâfirler), ‘Seni ilahlarımızdan biri fena çarpmış!’ demekten başka bir söz bulamıyoruz’ (Hud) dedi ki: ‘Ben Allâh'ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. O(Allâh)'dan başka (tabi olduklarınızdan) Haydi hepiniz bana tuzak kurun, sonra bana hiç göz açtırmayın (elinizden geleni yapın)!” (Hud, 54-55)
Sünnetullah’taki değişmezlik ilkesi gereği, Tevhidi esaslara iman eden bütün Müslümanlar, kâfirlere karşı tavizsiz bir tutum takınmışlar ve küfrün kanunlarına hiçbir şekilde tabi olmamışlardır. Onlar, bu tavizsiz tutumlarını kâfirlere açıkça bildirmişler ve kesin çizgilerle saflarını belirlemişlerdir.
6- Sizin dininiz size, benim dinim banadır.
Din, bir yaşam tarzı, bir hayat nizamıdır; bu nedenle iman edenlerle kâfirlerin yaşam tarzları, hayat nizamları birbirinden tamamen farlıdır. Bu öyle bir farklılık ki, beyazla siyah, aydınlık ile karanlık gibi birbirine zıt birbirinin tersidir.
Yüce Allah’a iman etmiş bir Müslüman, hiçbir şekilde ve şartta beşeri sistemlerin yasalarını kabul edip onlara uymaz. Aynı şekilde demokratik, Kemalist, sosyalist Marksist ve faşist sistemleri kabul eden kimselerin de Müslüman olmaları mümkün değildir. Çünkü, yüce Allah’a iman etmenin ilk ve en önemli aşaması hiç kuşkusuzdur ki, beşeri reddetmektir.
Beşeri reddedilmeden yüce Allah’a, O’nun indirdiği Kur'an’a, Tevhidi esaslara iman etmek ve Müslüman olmak mümkün değildir. Bu nedenle yüce Allah (cc), her millet içinde rasuller göndererek tağut diye nitelendirilen beşeri sistemlerden kaçınmalarını istemiştir. Çünkü tağuttan kaçınmadan yüce Allah’a iman edilmesi, O’na kulluk yapılması mümkün değildir.
“Andolsun biz, her millet içinde: ‘Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye bir elçi gönderdik. Onlardan kimine Allâh hidâyet etti, onlardan kimine de sapıklık gerekli oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuş!” (Nahl, 36)
Rasullere uyup yüce Allah’a iman edenler, Tevhid ve teslimiyet dini olan İslâm dinine girmiş Müslümanlar olarak hidayeti bulurlarken beşeri sistemleri benimseyenler ise sapıklığı seçmişlerdir.
Tevhid ve şirkin birbirlerine uyması nasıl mümkün değilse, aynı şekilde İslâm ile beşeri küfür sistemlerinin de birbirlerine uymaz. İslâm, bir hayat nizamı olarak Tevhidi esaslara iman edenlerin yaşam tarzıdır. Müslümanlar ancak İslâm dinini yaşam tarzı olarak alırlar.
Demokrasi, Kemalizm, sosyalizm, komünizm, faşizm de kâfirlerin, müşriklerin, münafık, fasık ve mürtetlerin hayat nizamı, yaşam tarzları ve dinleridir. Bu din ve sistemlerin hepsi cahili dinler ve sistemlerdir. Bunlara karşı Müslümanlar olarak tavrımız vahyin belirlediği ölçüdür.
“Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun, biz câhilleri istemeyiz’ derler.” (Kasas, 55)
Şimdiye kadar anlatılan nedenlerle, biz Tevhidi esaslara iman eden, kâfirlerin yasaları arkasına sığınmayan, vakıf, dernek, parti gibi şirk ve küfür yuvalarında yuvalanmayan, şerefi yüce Allah’ın yanında bilen Müslümanlar olarak tüm beşeri dinleri ve sistemleri reddediyor ve onlara açıkça diyoruz ki,
Sizin dininiz size, bizim dinimiz bizedir.
Lekum dînukum veliyedîn
Kurani Mücahede: 2011-05-23
Bir yanıt yazın