İslâm, yüce Allah’a kulluğun esaslarını en ince detayına kadar açıklayan bir din; insanlar arasındaki adabı-ı muaşeret ilişkilerinin, sosyal, siyasal, ekonomik ve ticari hayatın, yönetimin nasıl olacağını en iyi şekilde düzenleyen sistem; zekât ve infak gibi sosyal bölüşümün esaslarını, evlenme, boşanma, yargılama biçimlerini, ceza hukuk kurallarını belirleyen, savaş ve barışın esaslarını bildiren bir devlet nizamıdır.
İslâmi kuralların din, sistem ve devlete yönelik esasları, evrensel ve çağlarüstü bir niteliğe sahip olması nedeniyle Kur’an ve Sünnet esaslarına uygun bir biçimde uygulandığı zaman her çağda, insanları en güzel şekilde mutlu ve huzurlu kılacak, müreffeh bir şekilde yaşatacak bir nizamdır.
Sosyal hayatı, insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen İslâm, kadın ve erkeklerin sosyal ve toplumsal yaşamda birbirleri ile ilişkilerinin ne olacağını da en iyi biçimde ve apaçık bir şekilde düzenlemiştir. Ancak Kur’ani ifade ile kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkârcılar, bu apaçık hükümleri, bulundukları gayri meşru durumları meşru göstermek adına, dillerini eğip bükerek çarpıtmakta, kendilerine bir çıkış yolu bulmaya çalışmaktadırlar.
Sosyal hayatta kadın erkek ilişkileri
İslâm’da kadın ve erkek, yüce Allah’a karşı kulluk, sorumluluk, görev ve mükellefiyet bakımından eşittirler. Bu konularda birinin diğerine karşı bir üstünlüğü sözkonusu olmadığı konusunda yüce Allah (cc), şu apaçık uyarıyı yapmaktadır.
“Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, Mü’min erkek ve kadın için o işi kendilerine göre seçme hakkı yoktur, kim Allah'a ve Rasulü’ne karşı gelirse, muhakkak apaçık bir sapıklığa düşer.” (Ahzab, 36)
Kadın ve erkek, Allah ve Rasulü’ne ve onların verdikleri hükme karşı sorumlulukları aynıdır. Bu sorumlulukları çerçevesinde kadın ve erkeklerin yaptıkları tüm ibadet ve hareketler aynı oranda bir ağırlığa sahip ve aynı karşılıkları görürler.
“Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, Mü’min erkekler ve Mü’min kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar; sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygılı erkekler ve saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, edep yerlerini muhafaza eden erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar; Allah onlar için bağış ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab, 35)
Rasulullah (as), yüce Allah’a kulluk ve ibadetler açısından kadın ve erkeklerin eşit olduklarını şu sözleri ile açıklamaktadır.
“Allah’ın kadın kullarını Allah’ın mescitlerinden men etmeyiniz.”
“Birinizin hanımı mescide gitmek için izin talep ederse ona engel olmasın.”
Rab’lerine karşı sorumlulukları eşit olan kadın ve erkekler, görevler bakımından da aynı eşitliğe ve sorumluluğa sahiptirler. Tevhidi esasların insanlara ulaştırılması görevinde birbirlerinin velileri olarak kadın ve erkekler, aynı sorumluluğa sahiptirler.
“Mü’min erkekler ve Mü’min kadınlar, birbirlerinin velisidirler, iyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Rasulü’ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir, şüphesiz, Allah üstündür, Hâkimdir.” (Tevbe, 71)
Kadınlar, erkeklerle beraber savaşabilirler
Kadın ve erkekler, İslâmi davet faaliyetlerini birlikte sürdürebilecekleri gibi, ayrı ayrı da insanlara davette bulunabilirler. Savaş durumu sözkonusu olduğunda kadınlar da tıpkı erkekler gibi savaşa katılabilir, savaşta erkeklere lojistik destek verebilecekleri gibi savaşır ve şehit de olabilirler. Bu konuda kadın ve erkek arasında bir fark olmadığını ayet açıklamaktadır.
“Rab’leri onlara karşılık verdi: ‘Şüphesiz Ben, sizden erkek ya da kadın çalışanın işini zayi etmeyeceğim, hepiniz birbirinizdensiniz; hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler! Onların kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir karşılık olarak onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım; karşılıkların en güzeli Allah katındadır.” (Al-i İmran, 195)
Hepsi birbirlerinden olan kadın ve erkekler, toplumsal hayatta yaptıkları faaliyetler açısından aynı tepkileri görecekler ve aynı sıkıntıları çekeceklerdir. Bunlar, hicret etme, yurtlarından çıkarılma, Allah yolunda eziyet edilme ve Allah yolunda savaşmadır. Rasulullah (as) ile beraber savaşa katılan kadınlar olmuş, savaşta çeşitli görevlerde bulunmuşlardır.
Rübeyyi bint Muauviz (r.anha): “Biz kadınlar Rasulullah (as) ile birlikte savaşır, savaşanlara su verir, hizmet eder, ölü ve yaralıları Me¬dine'ye alıp götürürdük…”
Ummu Atıyye el-Ensarîyye (r.anha): “Rasulullah ile birlikte yedi savaşa katıldım, onların malzeme ve nevalelerine halef olup bakar, on¬lara yemek pişirir, hastalarını tedavi eder, kötürümler üzerinde durup yardımcı olurdum.”
“Rasulullah (as) Ümmü Süleym ve Ensar’dan onunla birlikte bazı kadınlarla savaşa çıktı ki bu kadınlar savaşanlara su verir ve yaralıları tedavi ederlerdi.”
Kadınların, Rasulullah (as)’dan sonra da savaşa katıldıkları konusunda birçok bilgiler bulunmaktadır. Halifeler döneminde de kadınlar, cephe gerisinde görev almışlardır. Esma binti Yezid’in Yermuk savaşında çadır direğini alarak Rum askerleri ile savaştığı, yine bu savaşa katılan Hasana binti Ammar’dan da bahsedilir. Ümmü Harem’in de Kıbrıs çıkartmasında şehit olduğu bilinmektedir.
İslâm’da kadınların da savaşabileceklerine en güzel örnek, hiç kuşkusuzdur ki, Hz. Aişe (r.anha)’dır. O, Hz. Ali (r.anh)’a karşı ordu komutanı olarak savaşmış bir hanımdır.
İslâm tarihinde Cemel vakası diye anılan muharebede, Rasulullah (as)’ın eşi, Mü’minlerin anneleri olan Hz. Aişe (r.anha), Hz. Osman (r.anh)’ın kanının hesabını sormak için, sahabenin önemli şahsiyetlerinin de içinde bulunduğu bir tarafın komutanı olarak Halife olan Hz. Ali (r.anh)’a karşı savaşmıştır. Bu savaşta Talha bin Ubeydullah (r.anh) ve Zübeyr bin Avvam (r.anh) da şehit olmuşlardı.
Basra'da gerçekleşen Cemel vakası, Müslümanlar arasındaki ilk iç savaş özelliğini de taşımaktadır. Bu muharebe, Hz. Ali (r.anh)’ın zaferiyle sonuçlandı ve Hz. Aişe (r.anha) Hz. Ali (r.anh) tarafından Medine'ye gönderildi. Bu yürek acıtan savaşta her iki taraf, yaklaşık onar bin şehit verdiler.
Rasulullah (as)’ın terbiyesinden geçmiş en yakın arkadaşları olan sahabeden hiçbiri, Hz. Aişe (r.anha)’nın savaşmasının yanlış olduğunu söylemediği gibi, Rasulullah (as)’ın eşi olma şerefine ulaşmış ve oldukça yüksek bir İslâmi ilme sahip olan Hz. Aişe (r.anha) da yaptığı hareketi İslâm’a aykırı görmemiştir. Bu örnek, Müslüman kadınların, gerektiğinde muharebe alanlarında savaşabileceklerini göstermektedir.
İslâm’da kadın erkek ayırımı ancak cinsiyet olarak vardır, kişilik olarak değil
Verilen Kur’ani ve Sünnetteki örneklerden de anlaşılacağı üzere İslâm’da kadın ve erkelerin kişilik ve şahsiyet sahibi birer insan olarak aralarında hiçbir fark yoktur. Bu nedenle yüce Allah’a karşı kulluk, sorumluluk, görev ve mükellefiyet bakımından eşit oldukları gibi sosyal hayata katılma konusunda da aynı oranda sorumluluk sahibidirler.
İslâm, yüce Allah’a karşı kulluk, sosyal hayata katılma, tebliğ ve irşat çalışmaları konusunda kadın ve erkler arasında herhangi bir ayırıma gitmemiştir. Savaşta kadınların, daha çok geri planda lojistik destek ve sağlık sorunları ile ilgilenmeleri, onların yeteneklerinin bu konuda daha iyi olmasından, erkeklerin de savaşçı olmalarındandır.
Kur’an’daki hükümlere ve Sünnetteki uygulamalara aykırı olarak uydurulan ve kadını, köpeklerin seviyesinde gören, kadını, erkeğin adeta kölesi gibi gösteren yalanların hiçbirisinin İslâm ile ilgisi yoktur ve bu uydurulan yalanlar Rasulullah (as)’a ait değildir.
İslâm kadınları, Kur’an’da Mücadele suresinde kendisinden söz edilen ve Rasulullah (as) ile dişe diş tartışan kadın gibi, Halife Hz. Ömer (r.anh)‘ı hesaba çeken Kureyş’li kadın gibi, gerektiğinde Esma binti Yezid gibi Yermuk savaşında çadır direğini alarak Rum askerleri ile savaşan ve gerektiğinde devesine binip Hz. Ali (r.anh)’a karşı ordu toplayıp savaşan Hz. Aişe gibi olanlardır.
Kadını yüce Allah’a özgürce kulluk yapmaktan men edip kendi şehevi arzularının cinsel objesi, ev işlerini yapan hizmetçisi, erkeğin söz ve talimatlarından çıkmayan kölesi kılan zihniyetin, İslâm ile de Müslümanlık ile de ilgisi bulunmamaktadır.
İslâm’da, özgür iradesi ile Rabb’ine karşı sorumluluklarını yerine getiren, sevap ve günahlarını kendileri kazanan, yaptıkları ile birinci derecede kocalarını değil, Rab’lerini razı etmeye çalışan kadınlar, Kur’an’da övülen kadınlardır.
Geleneksel din anlayışının zihniyetindeki kadın, öncelikle yüce Allah’a değil kocasına kulluğu birinci plana aldığından ya da aldırıldığından işte öyle kadınlar, kocalarına kul olmuş, kocalarını yüce Allah’tan önce razı etmeleri nedeniyle şirke düşmüşlerdir.
Evlerde, mahrem kadın erkek ilişkileri
Ayetlerden ve Rasulullah (as)’ın hadislerinden de anlaşılacağı üzere İslâm’da kadın ve erkek sosyal hayatta aynı haklara sahiptirler. İslâm, kadın ve erkek ilişkilerinin sosyal hayat denilen ve bir noktada ilişkilerin mesafeli olduğu, söylemlerin resmiyet kazandığı sosyal hayat içerisinde ve ilişkilerin yakın olduğu dar aile hayatı ve evlerde nasıl olacağını da belirtmiş, buna göre hareket edilmesini istemiştir.
“Ey iman eden kimseler, yemek için size izin verilmesi dışında Nebi’nin evlerine girmeyin, zamanı gözetleyin, velakin davet edildiğiniz zaman öyle girin. Sonra yemeği yiyince hemen dağılın ve konuşmak için muhabbet edenler olmayın; doğrusu bu sizin yapmış olduğunuz Nebi’yi incitiyor, ancak o sizden çekiniyor ve Allah Hakkı(söylemek)ten çekinmez. (Nebi’nin) hanımlardan bir şey soracağınız zaman o halde örtü arkasından sorun; bu, sizin kalpleriniz ve kadınların kalpleri için daha temizdir ve sizin Allah’ın Rasulü’ne sıkıntı vermeniz kesinlikle olamaz ve ondan sonra onun eşlerini nikâhlamanız ebediyen olamaz, şüphesiz bu, Allah indinde büyük(günah)tır.” (Ahzab, 53)
İlişkilerin, yakın ve samimi olduğu bir ortam olan evlerde, mahrem kadın ve erkeklerin örtü arkasından konuşabilecekleri ayette açıkça belirtilmiştir. Rasulullah (as)’ın evine yemeğe davetli olan erkeklerin, bir konuda Rasulullah (as)’ın eşlerinden bir şey sormaları halinde bunun örtü arkasından olması gerektiği bildirilmektedir. Bu da gösteriyor ki, kadın ve erkekler ayrı yerlerde bulunmaktadırlar.
Mahrem olan kadın ve erkek bir arada oturup yemek yiyebilir mi
Enes bin Malik (r.anh)`ten rivayet edildiğine göre Rasulullah (as), Zeyneb bintu Cahş (r.anha) ile evlenince yemek verdi, insanlar yemek için toplandılar, arkasından oturup sohbete daldılar. Ahzab, 53. ayetinde anlaşıldığı kadarı ile yemekte yalnızca erkeklerin bulunduğu, kadınların ise ayrı bir yerde oldukları, bu nedenle de kadın ve erkeklerin ayrı ayrı yerlerde yemek yedikleri anlaşılmaktadır.
Erkeklerin, yemek sırasında ya da yemekten sonra kadınların bulundukları yere giderek kadınlara bir şey sormak istemeleri üzerine ayet, bu hareketlerinin doğru olmadığını, sorulacak soruların perde arkasından sorulması gerektiğini bildiriyor. Şayet kadın erkek beraber yemek yemiş olsalardı, sorularını da o sırada sorarlar ve böyle bir ayet inmezdi. Çünkü beraber yemek yiyen kadın ve erkeklerin birbirlerine bir şey sormalarını örtü arkasından yapmaları olmayacak ve Kur’ani gerçeklikle de bağdaşmayacak bir şeydir.
Ahzab, 53. ayetinde, kadınların mahremiyetleri nedeniyle erkeklerin, olur olmaz bir zamanda Rasulullah (as)’ın evine girmelerini yasaklıyor. Bu da, kadın ve erkek ilişkilerindeki ölçünün ne olduğunu göstermektedir.
Kalplerinde eğrilik bulunan ve istismarcı kimseler, Ahzab, 53. ayeti açık bir şekilde ortada olduğu halde bunu görmezden gelip Nur suresi, 61. ayeti istismar etmekte, kendi bozuk ve gayri İslâmi yaşantılarına bir delil çıkarmaya çalışmaktadırlar. Bunların durumu, Al-i İmran, 7. ayette “…Ancak kalplerinde sapma olanlar, fitne çıkarmak ve kendilerince yorumlamak için onun Müteşabih olanlarına tabi olurlar…” diye tanımlanan kişilerin durumu gibidir.
Kur’an’da çelişki bulunmadığını bildiren yüce Allah (cc), kadın ve erkeklerin yemek yemeleri konusunda (hâşâ) çelişkili ayetler ortaya koymaz ki, zaten bu konuda bir çelişki de sözkonusu değildir. Çelişki, iman ile küfür arasında sıkışan, kendilerine bir çıkış yolu bulmaya çalışanların kafalarındadır. Bunlar, ya bilinçli ya da ayetleri gerçekten anlamadıkları için hakkı saptırmaya çalışmaktadırlar. Nur suresi 61. ayete bakıldığında da zaten kadın ve erkeklerin beraber yemek yemelerinden söz etmediği açıkça görülecektir.
Nur, 61. ayetin ilk bölümünde, 60. ayete bağlı olarak âmâ ve topalın dış örtüleri konusunda bir güçlüğün bulunmadığı belirtilmekte, ayetin ikinci bölümünde ise Müslümanların, birbirleri ile olan ilişkilerine, nerelerde rahat yemek yiyebilecekleri konusuna açıklık getirmektedir.
“Âmâ’ya güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur ve sizin nefisleriniz için de elbette kendi evlerinizde yahut babalarınızın evlerinde yahut annelerinizin evlerinde yahut Erkek kardeşlerinizin evlerinde yahut Kız kardeşlerinizin evlerinde yahut amcalarınızın evlerinde yahut halalarınızın evlerinde yahut dayılarınızın evlerinde yahut teyzelerinizin evlerinde yahut anahtarlarına sahip olduğunuz (evde) yahut arkadaşınızda yemenizde (bir güçlük) yoktur. Toplu halde yahut ayrı ayrı yemeniz de elbette size günah değildir. Artık evlere girdiğinizde Allah katında mübarek, güzel yaşama dileğiyle kendi nefislerinize selam verin. Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor, umulur ki, akledersiniz.” (Nur, 61)
Burada sözkonusu edilen yemek yenilecek yerlerde ayette belirtilen topluca yahut ayrı ayrı yemek yeme hususudur. Birlikte yemek, yüce Allah’ın belirlediği ölçüler içerisinde kalınarak yapılmalıdır ki o da, kadınların bir arada, erkeklerin bir arada beraber yemeleridir ki bu durum, Ahzab, 53. ayetinde zaten açıklanmıştır.
Kadınlardan bir şey istenildiğinde örtü arkasından isteyen kimseler, yemekte nasıl olur da birlikte oturabilirler. Bu, elbette mümkün olmayan bir durumdur ve ayetler arasında çelişki oluşturma çabasından başka bir şey değildir.
Ayette dikkat çeken bir husus da “anahtarlarına sahip olduğunuz (evde) yahut arkadaşınızda yemenizde (bir güçlük) yoktur” kısmıdır. Burada sözkonusu olan anahtarına sahip olunan bir evde, ev sahibi olmadığı zamanda kişi, rahatça yemek yiyebileceği gibi ev sahibi olduğunda da onunla beraber yemek yiyebileceği hususudur. Bu durum, yakın arkadaşların evleri için de geçerlidir. Bir örnek verilirse:
Tatile giden kimseler, evlerinin arasıra kontrol edilmesi, varsa çiçeklerinin sulanması için evlerinin anahtarlarını güvendikleri komşularına ya da arkadaşlarına verirler. Komşu, ev bakımı sırasında acıktığında, hiçbir sıkıntı duymadan evde bulduğu şeylerle bir başına karnını doyurabilir, ev sahibi geldiğinde de onunla beraber yemek yiyebilir.
Mahrem kadın ve erkeklerle musafaha konusu
İslâm, kadın erkek ilişkilerinin boyutunu ve sınırını belirlemiş, bunlara uyulmasını iman edenlerden istemiştir. Bu sınırlar, yukarıda örneği verildiği üzere yemek adabından konuşma üslubuna, yolda yürümekten tavır ve davranışlara kadar her alanda belirlenmiştir. Bu sınırların bir kısmı, Kur’an’da apaçık bir şekilde açıklanmış, bir kısmı da örnek alınması Mü’minler için yüce Allah’ı razı etmenin ve ahirette sonsuz nimetlerin ve mükâfatların elde edilmesinin esaslı yolu olan Rasulullah (as)’ın uygulamasıdır.
Yüce Allah (cc), kadın ve erkekleri, sokak yürüyüşlerine ve konuşmalarına dikkat etmeleri konusunda uyarmış, bu konularda daha dikkatli olmalarını istemiştir. Yüce Allah (cc) tüm bu sınırları da kadın ve erkeklerin zinaya yaklaşmamaları için bir set olarak oluşturmuştur.
“Zinaya yaklaşmayın, gerçekten o, çok çirkin ve kötü bir yoldur!” (İsra, 32)
Kadın ve erkeklerin, karşı cinsin dikkatini çekecek davranışlardan kaçınmaları için yüce Allah’ın belirlediği sınırlardan bir kısmı şunlardır.
Tüm kadın ve erkeklere:
“Rahman’ın kulları o kimselerdir ki, yeryüzünde mülayim yürürler…” (Furkan, 63)
Erkeklere: “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; zira sen yeri yaramazsın, boyca da dağlara erişemezsin!” (İsra, 37)
“İnsanları hor görüp tepeden bakma ve yeryüzünde şımararak yürüme, zira Allah, her kendini beğenip övüneni sevmez; yürüyüşünde ölçülü ol, sesinde yumuşak ol; şüphesiz seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” (Lokman, 18-19)
“Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını indirsinler, edep yerlerini muhafaza etsinler; bu, onlar için daha temizdir, şüphesiz Allah, yaptıkları şeylerden haberdardır.” (Nur, 30)
Kadınlara:
“Mü’min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler, edep yerlerini muhafaza etsinler, süslerini açığa çıkarmasınlar; ondan görünen kısımlar hariç, başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar. Süslerini, kocaları yahut babaları yahut kocalarının babaları yahut oğulları yahut kocalarının oğulları yahut kardeşleri yahut kardeşlerinin oğulları yahut kız kardeşlerinin yahut kadınların yahut ellerinin sahip oldukları yahut erkeklerden, türemek isteği olmayan hizmetçileri yahut kadınların avret yerlerini bilmeyen çocuklar hariç göstermesinler. Ziynetlerinden gizledikleri şeylerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey Mü’minler, topluca Allah’a tevbe edin umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Nur, 31)
“Ey Nebi kadınları, siz, kadınlardan biri gibi değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, sözlerinizle edalı olmayın ki, kalbinde hastalık bulunan kimse tamah etmesin; güzel söz söyleyin. Evlerinizde oturun, ilk cahiliyenin açılması gibi açılmayın; namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Rasulü’ne itaat edin. Ey Ehli Beyt, Allah sizden, pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab, 32-33)
“Ey Nebi, eşlerine, kızlarına ve Mü’minlerin kadınlarına söyle, örtülerini üstlerine örtsünler; bu, onların tanınmalarına, böylece eziyet edilmemelerine daha uygundur. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Ahzab, 59)
Yüce Allah (cc), karşı cinsin dikkatini çekecek yürüme şekillerini yasaklamış, başkalarının dikkatini çekmemeleri için mülayim yürünmesini istemiştir. Kadın ve erkeklerin, adeta bir askeri bölük yürüyormuş gibi takır tukur yürümeleri, kibir ve kendini beğenme ifadesi olduğu gibi yüce Allah’ın uyarılarını önemsememe, sapıklık ve yüce Allah’a isyandır. Yüce Allah’ın ayetlerini görmezden gelenlere ise yüce Allah (cc) bir şeytanı musallat kılar.
“Kim Rahman’ın zikrini görmezden gelirse ona bir şeytanı göndeririz; artık o, onun yakını olur. Gerçekten onlar (şeytanlar), onları yoldan çevirirler, ancak onlar hidayette olduklarını zannederler.” (Zuhruf, 36-37)
Mahrem Kadın ve erkekler, karşı cinse karşı kalplerinde bir bozukluk oluşturmamaları için ilişkiler resmi olunca zinaya götüren yollar da daha başta kapanmış olur. Buradan hareketle mahrem kadın ve erkeklerin musafaha yapmaları da mümkün değildir. bu konuda Rasulullah (as)’ın en güzel örnekliği Mü’minlere gerekli olanı göstermektedir.
Rasulullah (as) ile biat etmek isteyen Ümeyme bint-i Rukeyke anlatıyor: Bir kadın topluluğu ile birlikte biatlaşmak üzere Rasulullah’a, “Elinizi uzatınız da size biat edelim” dedik. Rasulullah:
“Ben kadınlarla musafaha yapmam, yüz kadına söylediğim söz bir kadına söylediğim; bir kadına söylediğim yüz kadına söylediğim söz gibidir.”
“Allah Rasulü, bizim hiçbirimizle musafaha yapmadı, gidin artık, sizinle anlaşmış olduk, yüz kadına diyeceğim söz bir kadına diyeceğimden ibarettir” buyurdu.
Hz. Aişe (r.anha): “Vallahi Allah Rasulü’nün eli, asla bir kadının eline değmedi; o, kadınlarla sözle biatleşti” demiştir.
Ümmi Atiyye anlatıyor: Rasulullah Medine`ye gelince Ensar kadınlarını bir evde topladı; sonra Ömer’i bize gönderdi. Ömer gelip selâm verdi. O, evin dışından elini uzattı, biz de içinden uzattık, o da, “Allah`ım şahit ol!” dedi.
Yukarıdan beri Kur’an ve Sünnetten delillerle anlatılanlar, mahrem kadın ve erkekler arasındaki ilişkilerin sınırını ortaya koymaktadır. Buna uymak, iman eden kimseler için yüce Allah’a iman etmenin gereği olarak zorunlu ve gereklidir. Aksi halde kişi, Allah ve Rasulü’ne karşı gelmiş ve sapıklığa düşmüş olur.
“Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, Mü’min erkek ve kadın için o işi kendilerine göre seçme hakkı yoktur, kim Allah'a ve Rasulü’ne karşı gelirse, muhakkak apaçık bir sapıklığa düşer.” (Ahzab, 36)
“Elbette bu bir öğüttür; artık dileyen kimse, Rabb’ine varan bir yol tutar.” (Müzzemmil, 19)
Bütün bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, aslolan bu düzenlenen kurallara aynen uymaktır. İman edenlerin de zaten yapmaları gereken bundan başka bir şey değildir. dillerini eğip bükerek, çeşitli yalanlar uydurarak Kur’an’da açık olarak belirtilmemiş, bu nedenle biz kadınlarla oturup yemek yeriz gibi söylemler, tamamen Kur’an’a aykırı söylemlerdir ve bunu ileri sürenler, kendi hevalarını ilah edinmiş kimselerdir.
Kadın ve erkeklerin beraber oturabileceklerini ve yemek yiyebileceklerini iddia edenler, içinde yaşadıkları cahili toplumun karşısında aşağılık duygusuna kapılmalarından dolayıdır. Bu aşağılık duygusundan kendilerince kurtulmak için ayetleri çarpıtmaktadırlar.
Ramazan Yılmaz: 2018.03.24
Bir yanıt yazın