Kavramlar, sıfatlar ya da eşya isimleri, ihtiva ettikleri asıl anlamları ile doğru orantılı bir şekilde bilindiğinde bir anlam ifade ederler ve doğru bir şekilde kullanılırlar. İçleri boşaltılmış ya da ihtiva ettikleri anlamları değiştirilmiş kavram ve sıfatlar, insanları her zaman yanıltır ve yanlış sonuçlara ulaştırır.
Kendisine asıl kişiliğini kazandıran manasından soyutlanmış, içi boşaltılmış kavram ve sıfatların gerçek anlamlarını bilmeyenler, sosyal hayattaki ilişkilerinde her zaman hatalarla karşılaşabilecekleri gibi iman noktasında da küfür ve şirk içerisine girmeye mahkûmdurlar. Örneğin, Tevhid, şirk, iman, küfür, ulûhiyet, Rububiyet ve tağut kavramlarını doğru bilmeyen kimseler, hakiki anlamda iman etmeyecek, küfür ve şirk içerisinde olacaklardır.
Kur’an, her konuda olduğu gibi, kavramların tanımlanmasında da her şeyi çok açık bir şekilde belirtmiştir. Kur’an’ın en güzel şekilde tanımladığı sıfatlardan biri de insandır. Kur’an, insanın en güzel biçimde yaratıldığını, kendisinde bulunan güzellikleri nasıl devam ettireceğini, bu güzelliklerden nasıl sıyrılıp başka sıfatlara bürüneceğini çok açık bir şekilde belirtmiştir.
İnsan, yaratıldığı en güzel surette, yaratılış fıtratına uygun, indirilen vahye teslim olarak onun doğrultusunda hareket ettiği sürece Rabb'inin yeryüzündeki Halifesidir. Ancak yaratılış fıtratını terk edip Rabb'inden indirilen vahyin bir kısmını ya da tamamını terk etmesi durumunda esfele safiline düşerek şeytanın temsilcisi bir varlık olacaktır! İnsan, Rabb'inin Halifesi ya da şeytanın temsilcisi olacağına, söyleyip yaptıkları ile kendisi karar verir ve doğal olarak da bu kararının sonucuna katlanır.
Yüce Allah’ın hükmüne dayanmayan, insanın, kendi heva ve hevesinden oluşturduğu her şey şeytandandır. Buna göre insanın kendi aklı ile kurallarını belirlediği beşeri tüm sistemler, Kur'an'dan az ya da çok uzaklaşılarak insanın hevasına göre oluşturulan kurum ve kuruluşlar, tasavvuf, İslâmcı dernek ve vakıflar şeytandandır.
İnsan, En Güzel Şekilde Yaratılmıştır
İnsan, E.N.S. kök harflerinden türemiştir; anlamı, cana yakın, girişken, samimi, alışkın olmak, aşina, tanıdık; “b” ve “ila” ile beraber kullanıldığında fark etmek, evcilleşmek, ehlileşmek, nazik olmak, aşina olmak, zariflik, nezaket, eğlendirmek, dostluğu sürdürmek, görmek, dinlemek, göz önüne almaktır. Ayrıca sosyalleşmek, birbirine ısınmak, yakın olmak, cana yakınlık, yadırgamamak anlamları da insan kelimesinin barındırdığı anlamlardır.
Tüm anlamları ile insan kavramına bakıldığında anlamlarının hemen hepsinde insanda bir güzellik, bir sevgi duygusu uyandırmakta, insana güven duygusu vermektedir. Bu nedenle insan olmak, ancak tüm bu anlamları üzerinde bulundurmakla mümkündür. İnsanın en güzel biçimde olmasını en öncelikli nedeni ona Rabb’inin ruhunun üflenmesidir.
İnsan olmak, hayatta kişi için en onurlu sıfat, en değerli hazinedir; çünkü insanı Rabb’ine iman ettiren, onu yücelten, ona saygınlık kazandıran bu sıfattır. Yüce Allah (cc), Zatına kulluk yapsın diye insana kendi ruhundan üfleyerek onu en güzel şekilde yaratmıştır.
“Bir zaman Rabb’in meleklere demişti ki: ‘Şüphesiz Ben, çamurdan bir insan yaratacağım, ne zaman düzenleyip ona ruhumdan üflediğimde onun için hemen secdeye kapanın.” (Sad, 71-72)
İnsan, Rabb’ine kulluk yapmak için yaratıldığından Rabb’ine layık olacak şekilde fiziksel ve ruhsal olarak en güzel biçimde yaratılmıştır. İnsan, yaratıldığı amaca uygun yaşadığı sürece bu en güzel vasfını koruyacak. Bu amacın dışına çıktığı zaman ise esfele Safilin denilen en aşağı derekeye düşecektir.
“Gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına geri çevirdik.” (Tin, 4-5)
İnsanı aşağılık bir duruma düşmekten kurtaran Rabb’ine olan iman ve teslimiyetidir, bu iman ve teslimiyeti göstermeyenler, gerisin geriye çamur hallerine yani esfele Safilin durumuna düşeceklerdir. Çünkü onlar, Rabb’lerinin kendilerine üflediği ruhunu, onlara bahşettiği en güzel sıfatlarını terk etmişler, yalnızca çamur hallerini bırakmışlardır. Oysa Rabb’lerine iman edenler, hem kendilerine lütfedilen güzel sıfatları muhafaza edip geliştirmişler, hem de Rabb’lerinin kendilerine vereceği mükâfatlara ulaşmışlardır.
Nitekim yüce Allah (cc) insanı, tüm bu anlamları ile en güzel biçimde yarattığını bildirmektedir.
“Andolsun insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin, 4)
İnsanı insan yapan özellik, yukarıda sayılan özellikler yanında insanı asıl güzelleştiren husus, hiç kuşkusuzdur ki, en güzel isimler kendisinin olan yüce Allah’ın bu sıfatlarından bir kısmını yaratılışında insana bahşetmesidir.
“En güzel isimler Allah’ındır, o halde onlarla O'na davet edin ve O'nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın; yakında onlar yaptıklarıyla cezalandırılacaklardır.” (A’raf, 180)
İnsanı güzelleştiren, insan olma sıfatını sürdürmesine neden olan, onun en güzel biçimde olmasını sağlayan tüm özellikler elbette onu yaratan Rabb’i tarafından kendisine verilmiştir. İnsan, Rabb’i tarafından kendisine verilen bu özellikleri üzerinde bulundurduğu sürece insan olacak, bu özellikleri terk ettikçe de adım adım insanlığından sıyrılacak ve esfele Safilin denilen derekeye düşecektir.
“Sonra onu aşağıların aşağısına geri çevirdik.” (Tin, 5)
Yüce Allah (cc), insanı kendisine kulluk etsin diye yaratmıştır; bu nedenle yarattığı kullarında Kendisine kulluk yapacak bazı özellikler bulunmalıdır ki, kulluk yapabilsinler. Bu özellikler, elbette yüce Allah’ın kendisinde var olan özelliklere uyumlu olmalıdır, aksi halde kulluk görevi yerine getirilemez. Bunu örneklendirecek olursak:
Soylu, oldukça varlıklı, kibar ve yardımsever bir kimse, hizmetine alacağı kişilerde, kendisini küçük düşürecek vasıfların bulunmamasına dikkat eder ve hizmetine alacağı kişilerin, kendi soyluluğuna yaraşır biçimde hareket edecek kimseler olmalarına dikkat eder. Soylu kimselere hizmet edecek kişiler, o soylu kimseye yaraşır şekilde konuşacak, buna göre hareket edecektir; aksi halde o soylu kişiye hizmet edemez, işine son verilir.
Kendisi, tüm güzellikleri sıfatlarında barındıran yüce Allah (cc), yalnızca kendisine kulluk yapmaları için yarattığı insanlara da sıfatlarından bir kısmını vererek en güzel şekilde yaratmıştır. Çünkü güzel olana ancak güzel olanlar yakışır.
“Ben cinleri ve insanları, bana kulluk dışında (bir nedenle) yaratmadım.” (Zariyat, 56)
İnsanı, insan yapan, onu güzelleştiren özellikler, aslında insana yaratılışta bahşedilen özelliklerden gelmektedir. Bu özellikler, yüce Allah’ın sıfatlarının yansımalarıdır. Yüce Allah (cc), Allah ismi celili ve kendisine has sıfatları dışında kalan bazı sıfatlarından kullarına bir miktar bahşetmiş, onları, Kendisine kulluk yapacakları seviyeye çıkarmıştır.
İnsan, Rabb’inin Halifesidir
Yüce Allah’ın, insana kendine ait bazı sıfatlarından bahşetmesinin elbette çok önemli nedenleri vardır. Bu nedenlerden ilki, yukarıda da ifade edildiği üzere, kendisine kul olacağı için insanı, kendi şanına yaraşır özelliklerle donatarak yüceltmiştir. İkincisi, insana verilen halifelik görevi nedeniyledir.
“Bir zamanlar Rabb’in, meleklere: ‘Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti; dediler ki: ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi var edeceksin; biz seni hamd ederek takdis ediyoruz’ dediler. (Rabb’in): ‘Elbette Ben, sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim’ dedi.” (Bakara, 30)
İnsana, Rabb’i tarafından halifelik görevi verilmiştir; Halife, aslın temsilcisidir, onun bizzat yapacaklarını, onun adına yapacak ya da söyleyecektir. Bu nedenle aslın kimi özelliklerini üzerinde taşımalıdır ki, onun adına iş yapabilsin. Yüce Allah (cc), Halife kıldığı insana Kendisine ait sıfatlarından bazılarını bahşetmiş, onu Halife olarak görevlendirmiştir.
Yüce Allah’ın, insana bahşettiği sıfatlarının ilki, hiç kuşkusuzdur ki ilimdir. Yüce Allah (cc) insana, bütün isimleri öğreterek ilk görevini vermiş oldu.
“Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti, sonra onları meleklere gösterdi, ‘İşte, dedi, şayet doğru söyleyenler iseniz, onların isimlerini bana haber verin.” (Bakara, 31)
Yüce Allah (cc), insana Kendi sıfatlarından bazılarını vermiştir
Ve insan yeryüzüne Rabb’inin halifesi olarak gönderildi; insan, yeryüzünde halifesi olduğu Rabb’i adına hareket ederek yeryüzünü O’nun adına imar edecektir. Bu nedenle insana, Kendisine ait olan sıfatlardan bazılarını vermiş, onu bazı özelliklerle donatılmıştır. Bu sıfatlar:
Er-Rahman: Yüce Allah (cc), Kendisi Rahman olduğu, kullarına merhamet ettiği için kullarına da bu sıfatından lütfetmiş, onların birbirlerine ve yarattıklarına karşı merhametli olmalarını istemiştir.
“Bu yüzden istedik ki Rabb’leri, onun yerine onlara ondan daha hayırlısını, daha temiz ve merhametçe daha yakın olanı versin.” (Kehf, 81)
“Muhammed Allah'ın Rasulü’dür; onunla beraber olanlar, kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler…” (Fetih, 29)
“Andolsun kendi nefsinizden bir Rasul geldi; sıkıntınız ona ağır gelir, size düşkün, Mü’minlere şefkatli, merhametlidir.” (Tevbe, 128)
Rasulullah (as) da: “İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez” buyurarak insanların merhametle muamele etmelerini istemiştir. Rasulullah (as), yanına gelen bir bedevinin: “Ey Allah'ın Resulü! çocukları öper misiniz? Vallahi biz onları öpmeyiz” dedi. O da, “Aziz ve Yüce olan Allah senin kalbinden merhameti çıkarınca ben sana ne yapabilirim” buyurdu.
El-Melik: Mülkün, kâinatın sahibi olan yüce Allah (cc), kullarına da mülk edinme duygusu vermiş, bu mülklerini nasıl kullanacakları ile ilgili esasları insanlar bildirmiş, onları mülkleri üzerinde melik yapmıştır. İnsanlar, dünyada mülkler edinerek yerleşik hayata geçmişler, kendilerine ait mallara sahip olmuşlardır.
Es-Selâm: Selam, insanların birbirlerine karşı selamette oldukları duygusunu veren bir vasıftır, bu nedenle insanlar, karşılaştıklarında selam verir, bu hitapla insanların, kendisi yanında selamette olduklarını bildirir, ilişkilerini barış içerisinde sürdürürler.
El-Mü'min: Güven veren, emin kılan, koruyan yüce Allah (cc), iman eden kullarının da emin olmalarını, insanlara güven vermelerini, emin kimseler olmalarını buyurmuştur.
“Şüphesiz ben, sizin için emin bir Rasulüm.” (Şuara, 107)
Mü’min sıfatı, insanın Rabb’ine karşı sonsuz güvenini ortaya koyduğu gibi, bu sıfatı taşıyan Mü’minler de içerisinde yaşadıkları toplum bireylerine güven vermek durumundadırlar. Bu nedenle Mü’min bir kimse, hiçbir şekilde insanları kandırmaz, onlara yalan söylemez, mal ve canlarına zarar veremez. Rasulullah (as): “Mü’min, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir” buyurmuştur.
Yüce Allah (cc), kullarına her konuda nasıl güven veriyor ve emin ise, Allah’a kulluğu şiar edinmiş kimseler de insanlara karşı emin olmalı, insanlar, her konuda ona güvenmelidirler.
El-Müheymin: Yüce Allah (cc) kullarını görüp gözeten olduğu gibi O’na kulluk edenler de, bu sıfat gereğince bakmakla yükümlü oldukları, idareleri altında bulunan insanları ve toplumdaki düşkünleri görüp gözeten kimseler olmalıdırlar. Böylece yüce Allah’ın lütfu ile insanlar toplumda korunacaklardır.
El-Aziz: İzzetli, güçlü, şerefli ve üstün olan yüce Allah (cc), kullarının da izzetli ve onurlu olmasını istemiş, onları da, izzet ve şeref sahibi olacakları bir vasıfta yaratmıştır.
“Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse, işte yakında Allah bir toplum getirecektir ki, onları sever, onlar da O’nu severler; Mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı izzetlidirler; Allah yolunda cihad ederler, kınayanların kınanmasından korkmazlar. Bu, Allah’ın lütfudur, onu dilediği kimseye verir; Allah, büyüktür, bilendir.” (Maide, 54)
Tarihi süreçte insanlar, hep izzet ve onurları için çalışmışlar, bunun için mücadele etmişlerdir. Münafıklar, üstünlüğün kendilerinde olduğunu iddia etmişler, ancak yüce Allah (cc) üstünlüğün, izzet ve şerefin Kendisinde, Rasulü’nde ve Mü’minlerde olduğunu bildirmiştir.
Dediler ki: ‘Andolsun Medine’ye dönersek, izzetli olanlar, zelil olanı oradan çıkaracaktır; izzet, Allah’a, O’nun Rasulü’ne ve Mü’minlere aittir, lakin münafıklar bilmezler.” (Münafikun, 8)
El-Halik: Şüphesiz yoktan var edip yaratmak yalnızca yüce Allah’a aittir! O, kullarını da, kâinatta yarattığı eserlerine bakarak var ettiği şeylerden kimi eserler yapacakları özelliklerle donatmıştır. İnsanlar, Rab’lerinin kendilerine yaratılışlarında verdiği yaratıcılık vasıflarını kullanarak yeryüzünde çeşitli eserler meydana getirmişlerdir.
“Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, kendilerinden olan kimselerin akıbetinin nasıl olduğunu görsünler! Onlar, kuvvet ve yeryüzündeki eserleri bakımından kendilerinden daha üstün idiler, fakat Allah, onları günahları ile yakaladı; onları Allah'tan koruyan da olmadı.” (Mü’min, 21)
El-Musavvir: Yarattıklarını en güzel bir şekilde yaratıp şekillendiren yüce Allah (cc), kullarına da bu sıfatından lütfetmiştir. İnsanlar, Rabb’lerinin yarattığı muazzam sanatı tasvir ederek kendileri de bazı şeyler yapmışlar ve onları şekillendirerek güzelleştirmişlerdir. Uçak ve benzeri şeyler yapanlar, Rabb’lerinin yarattığı kuşlardan esinlenmişlerdir.
El-Vehhâb: Kullarına her nimeti karşılıksız veren, hibe eden, ihsanda bulunan yüce Allah (cc), bu sıfatından da kullarına bahşetmiş, onları da, insanlara ve diğer yaratılanlara ihsanda bulunacakları, hediye verecekleri özelliklerle donatmıştır.
“…Mü’min bir kadın, kendisini Nebi’ye hibe eder ve Nebi de kendisini nikâhlamak isterse helal kıldık…” (Ahzab, 50)
Rasulullah (as), hediyeleşmeyi tavsiye etmiş, Mü’minlerin hediyeleşmelerini istemiştir. “Hediyeleşin, çünkü hediye, aradaki muhabbeti artırır” buyurmuştur
Er-Rezzak: Yüce Allah (cc) Er-Rezzak’tır ve bütün mahlûkatın rızkını karşılıksız verir, ihtiyaçlarını karşılar; ancak kullarının rızıklarını vermeye halife kıldığı insanı görevlendirmiş, insanın eliyle diğer insanlara ve diğer yarattıklarına verdiği rızkı ulaştırmıştır. Ancak gerçek Rezzak’ın kendisi olduğunu unutmamalarını da bildirmiştir.
“(Miras) taksiminde akrabalar, yetimler ve miskinler hazır bulunursa, artık onları da ondan rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin.” (Nisa, 8)
“Allah, rızıkta kiminizi kiminizden üstün kıldı, üstün kılınanlar, ellerinin altında bulunanlara kendi rızıklarını verip de onda onlar, eşit olmuyorlar, Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar!” (Nahl, 71)
El-Fettah: Kullarına her türlü kolaylığı yaratan, müşkülleri çözen, darlıktan kurtaran yüce Allah (cc), bu sıfatından da insanlara bahşetmiş, onları, zorlukların üstünde gelmeye muvaffak kılmıştır. Fethetme ve fatih kavramları, bu sıfatın içerisindedir ve yüce Allah (cc) Mü’min kullarını, zorlukları aşarak insanları, bulundukları şirk ve küfürden kurtarmaya memur kılmış, onları fatihler yapmıştır.
“Şüphesiz sana apaçık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih, 1)
El-Âlim: El Âlim olan yüce Allah (cc), kendi ilminden kullarına da lütfetmiş, onları da kimi konularda ilim sahibi kılarak âlim yapmıştır. Bu ilmi ilk alan da Hz. Âdem (as) olmuştur.
“…Şüphesiz, kulları içinde ulema (ilim sahipleri) Allah’tan çekinir…” (Fatır, 28)
Es-Semi sıfatı ile her şeyi en iyi işiten yüce Allah (cc), kullarını da işitici ve El Basir sıfatı ile görücü kılmıştır.
“Şüphesiz biz insanı, karışık bir nutfeden yarattık, onu imtihan ediyoruz, onu işitici, görücü kıldık.” (İnsan, 2)
El-Hakem olan mutlak Hâkim, Hakkı batıldan ayıran, Hak ile hükmeden yüce Allah (cc), dünya hayatında kulları arasında ortaya çıkan sorunların çözümünde Mü’min kullarını bu sıfatla sıfatlandırarak Hak ile hükmetmelerini istemiştir.
“Şüphesiz Biz, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği şekilde hükmetmen için Kitabı sana Hak ile indirdik; hainlere taraf olma!” (Nisa, 105)
El-Adl olan yüce Allah (cc), kullarına da bu sıfatı bahşetmiş, onların adil olmalarını, adaletle hükmetmelerini, en zor durumlarda bile adaletten ayrılmamalarını istemiştir.
“Ey iman edenler, Allah için adaletle şahitliği ikame edenler olun; bir kavim üzerindeki kininiz sizi adaletsiz yapıp size cürüm işletmesin, adil olun, o takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun, şüphesiz Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır.” (Maide, 8)
Ey iman edenler, Allah için adâleti ikame eden şahitler olun; velev ki kendinizin, anne babanızın ve yakınlarınızın aleyhinde olsun, şayet zengin veya fakir de olsalar (adil olun), çünkü Allah, ikisine daha yakındır. Öyleyse hevanıza uymayın, gerçekten adil olun ve eğer tevil ederseniz ya da çekinirseniz muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdar olandır.” (Nisa, 135)
El-Berr: İyilik ve ihsanı bol olan, iyilik ve ihsan sahibi sıfatına sahip olan yüce Allah (cc), kullarının da lütuf ve ihsan sahibi olmalarını istemiş, sahip oldukları değerlerle insanlara iyilik etmelerini istemiş, onlara cenneti müjdelemiştir.
“Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez; şüphesiz Allah, adalet yapanları sever.” (Mümtehine, 8)
“Şüphesiz iyiler, gerçekten nimet içindedirler.” (Mutaffifin, 22)
El-Habir: her şeyden haberdar bulunan yüce Allah (cc), kullarını da kimi olaylardan haberdar etmiş, onları bilgilendirmiştir.
“Biz, bu Kur'an'ı vahyetmekle sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz; şüphesiz sen ondan önce bilmeyenlerden idin.” (Yusuf, 3)
El-Halim: Kullarına karşı halim olan yüce Allah (cc), onların işledikleri suçları cezalandırmakta acele etmemiş, El-Gafur sıfatı gereğince af ve mağfiretle onların birçoğunu bağışlamış, kullarının da bağışlayıcı olmalarını istemiştir.
“…Gerçekten İbrahim, çok içli ve yumuşak (halim) huyluydu.” (Tevbe, 114)
“Onlar ki, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar; kızdıkları zaman onlar bağışlarlar.” (Şura, 37)
El-Hafız sıfatı ile yarattıklarını koruyan yüce Allah (cc), kullarını da bu sıfata sahip duygularla yaratmış, onların, dinleri başta olmak üzere mal, can ve namuslarını korumalarını istemiştir.
“(Yusuf) dedi ki: ‘Ülkenin hazineleri üzerine beni tayin et, şüphesiz ben iyi muhafaza etmesini bilirim.” (Yusuf, 55)
El-Kerîm, Keremi, lütuf ve ihsanı bol, karşılıksız veren, çok ikram eden yüce Allah (cc), kullarının da aynı şekilde olmalarını, sahip oldukları değerlerden ihtiyaç sahiplerine ikramda bulunmalarını istemiştir.
“Andolsun Âdemoğullarını kerim kıldık, karada ve denizde onları taşıdık ve temiz olanlarından onları rızıklandırdık ve yarattıklarımız şeylerden birçoğu üzerinde mükemmel bir şekilde üstün kıldık.” (İsra, 70)
“Mısır’da onu satın alan kimse, hanımına dedi ki: ‘Onu bir yere koy, ikram et,” (Yusuf, 21)
El-Vedud sıfatı ile kullarını seven ve Kendisi sevilmeye en layık olan yüce Allah (cc), bu duyguyu kullarına da vererek onların da Kendisini ve birbirlerini sevmelerini istemiştir.
“Kendisiyle sükûn bulmanız için eşleri sizin nefislerinizden sizin için yaratması ve aranıza sevgi ve rahmet koyması şüphesiz O’nun ayetlerindendir. Gerçekten bunda, düşünen bir kavim için ayetler vardır.” (Rum, 21)
El-Veli sıfatı ile Mü’minlerin velisi, dostu olan yüce Allah (cc), kullarının da o sıfatla birbirlerini veli edinmelerini istemiş, onlara bu sıfatı bahşetmiştir.
“Şüphesiz sizin veliniz, ancak Allah, O’nun Rasulü ve iman edenlerdir; onlar ki, namazlarını kılarlar, zekâtlarını verirler ve onlar rükûa varırlar.” (Maide, 55)
“Mü’min erkekler ve Mü’min kadınlar, birbirlerinin velisidirler, iyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Rasulü’ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir, şüphesiz, Allah üstündür, Hâkimdir.” (Tevbe, 71)
Es-Sabur: kullarının onca küfür, şirk ve isyanlarına rağmen onlara hemen ceza vermeyen yüce Allah (cc), kullarına da bu sıfatı vermiş ve sabredenleri sevdiğini, onlarla beraber bulunduğunu bildirmiştir.
“Ey iman edenler, sabırla yardım (salat) isteyin, muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153)
“Ve sizi korku, açlık, mallarınız, canlarınız ve ürünlerinizden eksiltmek gibi şeylerle deneriz; sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155)
El-Vekil: Kendisine tevekkül edenlerin işlerini en iyi neticeye ulaştıran; insanlar için dünya ve ahirette Allah’a karşı koruyacak, vekil edinilecek edecek hiçbir güç yoktur. İnsanlar, ancak dünya hayatlarında bu vekillik sıfatını kullanabilirler. Vekâlet verme, vekil olma kavramları el-Vekil sıfatının bir tezahürüdür ve ancak dünya işleri ile sınırlıdır.
El-Vali: Bütün kâinatı idare eden; kuşkusuz kâinatın yöneticisi yalnızca yüce Allah’tır. Dünya hayatında insanların sevk ve idaresini üzerlerinde alanlar, yüce Allah’ın, el-Vali sıfatından bahşettiği kimselerdir.
El-Müntekim: Zalimlerin cezasını veren, intikam alan yüce Allah (cc), Kendisini inkâr eden zalimlere karşı Mü’minleri görevlendirmiş, Allah’ın halifeleri olan Mü’minler, mazlumların intikamını zalimlerden almışlardır. Ancak zalimler de bu sıfattan hareketle Mü’minlerden intikam almışlardır.
“Onlardan, aziz, hamde layık Allah'a iman etmelerinden başka sebeple intikam almadılar.” (Buruc, 8)
El-Afüvv: Affı çok olan, günahları affetmeyi seven yüce Allah (cc), kullarına da bu sıfatından bahşetmiş, onların da bağışlayıcı olmalarını istemiştir.
“Kötülüğün karşılığı onun misli bir kötülüktür; fakat kim affeder ve barışırsa onun mükâfatı Allah’a aittir, şüphesiz O, zalimleri sevmez.” (Şura, 40)
El-Hadi: Hidayet veren, indirdiği vahiyle kullarına yol gösteren yüce Allah (cc), elçilerini de yol gösterici birer hadi olarak göndermiştir. Elçiler, birer hadi ((yol gösterici) olarak insanları doğru yola tabi olmaya davet etmişler ve onların nasıl hidayet bulacakları konusunda aydınlatmışlardır.
“Musa kavminden bir topluluk, Hak ile hidayete iletiyor ve onunla adalet yapıyorlardı.” (A’raf, 159)
“Yarattıklarımız içinden bir ümmet de, Hak ile hidayete iletiyor ve onunla adalet yapıyorlardı.” (A’raf, 181)
El-Vâris: Her şeyin asıl sahibi, varisi olan yüce Allah (cc), kullarını da dünya hayatında bazı şeylere varis kılmıştır.
“Musa, kavmine dedi ki: ‘Allah'tan yardım isteyin ve sabredin, şüphesiz yeryüzü Allah'ındır, onu kullarından dilediği kimseyi varis kılar, akıbet Muttakilerindir!” (A’raf, 128)
El-Mâni: Dilemediği şeye mani olan, engelleyen yüce Allah (cc), bu sıfatından da kullarına bahşetmiş, onlara da bazı şeyleri men etme yetkisi vermiştir.
“İşte ne zamanki babalarına döndüler, dediler ki: ‘Ey babamız, ölçek bizden men edildi…” (Yusuf, 63)
Yukarıda verilen bazı örneklerden de anlaşılacağı üzere yüce Allah (cc), Kendisine kulluk yapmaları için yarattığı ve yeryüzüne halifesi olarak gönderdiği insanları, yaratılış fıtratlarıyla birlikte Kendisinin bazı sıfatları ile donatarak en güzel bir biçimde şekillendirmiştir.
İnsan, Rabb’inin kendisine bahşettiği sıfatları üzerinde taşıdığı, bu sıfatları kendisine gönderilen Kur’an’la geliştirip muhafaza ettiği sürece yaratıldığı en güzel sıfatını koruyacak, şerefli bir kimse olarak yaşayacaktır.
İnsan, Rabb’ine iman edip Kur’an’a uygun yaşadığı sürece şereflidir
Yüce Allah (cc), Kendisine kulluk yapmaları için yarattığı insanlara, Kendi sıfatlarından bazılarını vererek onları şereflendirip yüceltmiştir. Rab’lerinin kendilerine verdiği bu vasıfları korudukları sürece insanlar, yaratılış fıtratlarındaki Ahsen’i takvime uygun yaşayacak, en güzel halini ve yüceltildiği konumunu koruyacaktır.
İnsan, kelime anlamındaki cana yakın, girişken, samimi, alışkın olmak, aşina, tanıdık; fark etmek, evcilleşmek, ehlileşmek, nazik olmak, aşina olmak, zariflik, nezaket, eğlendirmek, dostluğu sürdürmek, görmek, dinlemek, gözönüne almak özelliklerini, Rabb’inin kendisine bahşettiği vasıflarla beraber üzerinden taşıdığı sürece Rabb’i yanında değerli olacaktır.
İnsan, Rabb’ine iman edip Kur’an’a uygun yaşadığı sürece Rabb’inden kendisine verilen vasıf ve özellikleri koruyacak, şerefli olacaktır. Çünkü bütün şeref ve izzet yalnızca yüce Allah’ın yanındadır, bu nedenle O’na gereğince iman edilip kulluk yapıldığı sürece o yücelik ve şeref korunacaktır. Çünkü Kur’an şereflidir ve ona sarılanlar da şereflidirler.
“Kim izzetli olmak istiyorsa, o halde izzet tamamen Allah’ındır; güzel söz O'na çıkar, salih amel onu yükseltir…” (Fatır, 10)
İnsana verilen tüm sıfat ve özellikler, insanı insan yapan değerler, özellikler ve vasıflardır. İnsan, bu özellikler ve sıfatları ile Rabb’ini bilecek, O’na iman ederek kulluk yapacak, bu sıfat ve özellikleri üzerinde muhafaza ettiği sürece Rabb’inin övgüsüne mazhar olacak, O’nu razı edecek ve O’nun vadettiği mükâfatlara ve cennete kavuşacaktır.
İnsanlık vasfını yitirip esfele Safiline düşenler
“Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik.” (Tin, 5)
İnsan, yaratılışta kendisine bahşedilen, ona en güzel olma vasfını kazandıran sıfat ve özellikleri kaybettiği sürece ilk yaratılıştaki insan olma güzelliğini kaybedecek ve giderek en aşağı seviye olan esfele safiline düşecektir. Bunlar:
İzzeti başka yerde arayanlar
İnsanlar, yüce Allah’ın kendilerine verdiği değer ve şerefi terk edip başka yerde izzet ve şeref aramaya başladıklarında doğal olarak bulundukları şerefli yeri terk edeceklerdir. Yüce Allah (cc) kullarını, başka yerde ve kişilerin yanında izzet ve şeref aramamaları konusunda uyarmış, onları bundan sakındırmıştır.
“Allah'tan başka ilahlar edindiler ki, kendilerini izzetli kılsın; kesinlikle bunların tapmalarını inkâr edecekler ve onlara karşı hasım olacaklardır.” (Meryem, 81-82)
“Onlar Mü’minleri bırakıp kâfirleri dostlar ediniyorlar, izzeti onların yanında mı arıyorlar! Şüphesiz bütün izzet Allah’ındır.” (Nisa, 139)
“Bunun üzerine iplerini ve asalarını attılar ve dediler ki: ‘Fir'avn'ın şerefine, elbette biz galip geleceğiz' dediler.” (Şuara, 44)
İnsan, sahip olduğu değerleri terk ettikçe insan olma özelliğinden, Rabb’inin kendisine bahşettiği sıfatlardan ve şereften uzaklaşacak, yaratıkların en aşağı tabakası olan esfele safiline düşecektir. Bu tıpkı iyi bir makama gelen bir kimsenin, dürüst çalışıp bu makamda bulunduğu sürece unvan, şeref ve itibarını koruması, makama yakışmayan söz ve tavırlar içerisine girdiğinden makamından azledilmesi gibidir.
Yüce Allah’a kulluktan uzaklaşanların sıfatları
Yüce Allah (cc), kendilerine bahşettiği onurlu insan olma haysiyetlerini, kendilerine özgü kimi nedenlerle terk eden kimselere, sıfatlarla vermiştir. İnsani özelliklerini, Rab’lerinden kendilerine bahşedilen sıfatları terk ederek Rab’lerine iman etmeyen, başkalarına kulluğu yeğleyen, kimi çıkarları nedeniyle Hakkı ortaya koymayan kişileri şu vasıflarla tanımlamıştır.
Rab’lerine iman etmeyenler, en aşağılıklardır
Yüce Allah’a iman etmek, yaratılışın gereği, insan olabilmenin ve insani özellikleri korumanın gereğidir. İnsanlar, Rab’lerine iman edip O’nun bildirdiği esaslar doğrultusunda yaşadıkça şerefli bir kimse olarak hayatlarını devam ettirecekler, aksi halde akletmeyen hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşeceklerdir.
“Yoksa sen onların çoğunun gerçekten işittiklerini ya da aklettiklerini mi sanıyorsun! Şüphesiz onlar, ancak hayvanlar gibidir, bilakis onlar, yolca daha sapıktır.” (Furkan, 44)
“Allah'a katında canlıların en kötüsü, şüphesiz kâfirlerdir; artık onlar iman etmezler.” (Enfal, 55)
“Andolsun cin ve insanlardan çoğunu cehennem için çoğalttık; onların kalpleri var, onunla anlamazlar; onların gözleri var, onunla görmezler ve onların kulakları var, onunla işitmezler. İşte onlar, hayvanlar gibidirler, bilakis onlar, daha sapıktır, işte onlar, gafil olanlardır.” (A’raf, 179)
Hayvanlar, Rab’lerinin kendilerini yarattığı özelliklere uygun hareket eden varlıklardır, ancak onlar, insanlara indirilen vahiyden sorumlu olmayan, bu yüzden yapıp ettiklerinden sorumlu tutulmazlar. Ancak insan denilen varlık, her düşünce, söz ve davranışından sorumlu tutulmuş, kendisine indirilen vahye uygun hareket etmesi istenmiştir. Kendilerinden istenilenle doğrultusunda hareket etmeyen kimseler, insan olma özelliklerini yitirmiş, hayvanlardan daha aşağı bir derekeye düşmüştür.
Kulluğu başkasına hasredenler, maymunlar ve domuzların seviyesindedirler.
İnsan, Rabb’ine kulluk yapmak için en güzel sıfatlarla donatılmış bir şekilde yaratılmıştır. Yaratılış amacını yitiren, hevasını ya da başkalarını ilah edinip ona göre hayatını düzenleyen kimse, en seviyesiz bir duruma düşmüştür.
Yüce Allah’ın koyduğu kurallara aykırı hareket etmek, yüce Allah’a isyan ve tuğyandır, tuğyan eden kimse tağuttur. İşte bu tağutu tanımak, ona itaat etmek de yüce Allah’a isyan ve sapıklıktır; yüce Allah (cc), insanları bundan sakındırmak için elçilerini göndermiş, onların tağutu reddetmelerini istemiştir.
“Andolsun biz, her millet içinden: ‘Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye bir Rasul gönderdik; Allah, onlardan kimine hidayet etti, onlardan kimi üzerine de sapıklık hak oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuş!” (Nahl, 36)
Yüce Allah’a iman etmenin ilk ve en önemli aşaması hiç kuşkusuzdur ki, tağutu reddetmektir. Tağut reddedilmeden yüce Allah’a, O’nun indirdiği Kur'an’a, Tevhidi esaslara iman etmek, yüce Allah’a kulluk yapmak mümkün değildir. Bu nedenle yüce Allah (cc), her millete rasuller göndererek tağuttan kaçınmalarını istemiştir.
“Dinde zorlama yoktur, doğruluk, sapıklıktan elbette seçilip belli olmuştur; kim tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)
Tağut nedir sorusunu yine yüce Allah (cc) vermektedir ki tağut, yaratılış gayesini unutarak, Rabb’i tarafından kendisine gönderilen vahyi, kendisini yeterli görerek azgınlaşan ve hüküm koymada adeta Rabb’ine hasım kesilen kişi, grup ve devletlerdir.
“Dikkat edin, şüphesiz insan tuğyan eder; kendisini müstağni gördüğünde.” (Alak, 6-7)
“Düşünmüyor mu insan, bizim kendisini nasıl bir nutfeden yarattığımızı da, şimdi o, apaçık bir hasım oldu! Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi, dedi ki: ‘Şu çürümüş kemikleri kim hayat verecek!” (Yasın, 77-78)
İşte böyle Rabb’ine karşı asi olup tuğyan edenler, en aşağılık seviyededirler. Bunlara itaat edenler de işte onlar gibi esfele Safiline düşmüş, sıfat olarak maymunlar ve domuzlar seviyesine düşürülmüşlerdir.
“De ki: ‘Size haber vereyim mi Allah katında cezası bundan daha kötü olanı; Allah’ın, üzerine lanet ve gazap ettiği, maymunlar, domuzlar ve tağuta itaat eder kıldığı kimse, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan sapmışlardır.” (Maide, 60)
Kulluk, asıl itibarı ile yalnızca yüce Allah’a yapılır, bunun göstergesi de yüce Allah’tan başkalarının istek ve arzularını kabul etmemek, onları reddetmek ve gönderilen vahye uygun hareket etmektir. Bu esastan hareket etmeyenlerin sıfatları maymunlar ve domuzlar gibidir.
Ayetleri bildikleri halde ona uymayanlar
Yüce Allah (cc) ayetlerini, insanlar onlara göre hareket etsinler, hayatlarında yaşasınlar diye gönderiyor. Bu nedenle Kur’an, hayatın her alanına hitap edecek şekilde apaçık bir şekilde indirilmiştir. Ayetleri okudukları halde onlara göre hareket etmeyip kendi arzularını ölçü edineler, başkalarının istek ve arzularına, beşeri sistemlerin kurallarına göre hareket edenleri yüce Allah (cc), salyalarını akıtıp soluyan köpeklere benzetmektedir.
“Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz fakat onlardan çıkıp ayrılan, bu yüzden şeytana tabi olup böylece azgınlardan olan kişinin haberini oku! Eğer dileseydik elbette onu, onlarla yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü, onun durumu, tıpkı şu köpeğin durumuna benzer ki, üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan toplumun durumu budur, bu kıssayı anlat, belki düşünürler.” (A’raf, 175-175)
Günümüzde Hakkı bildikleri halde değişik kaygı ve endişelerle korku ve çekingelerle o doğrultuda hareket edip onu insanlara ulaştırmayanlar, ayette salyasını akıtıp soluyan köpeğe benzetilmektedir.
Şeytana tabi olanlar
Hak yoldan sapıp esfele Safiline düşenlerden bir grubu da, Allah’ın indirdiği Kur’an’ı görmezden gelip hevalarına uyanlar oluşturmaktadır. Bunlardan bir kısmı, önceleri Kur’an okudukları halde sonradan onu terk edenler, bir kısmı da, Kur’ani gerçekler ortada iken onları görmezden gelip hevalarına uyanlar oluşturmaktadır.
Kur’an’ı bildikleri halde onun hükümleri doğrultusunda hareket etmeyenlere yüce Allah (cc), bir şeytanı musallat eder, şeytan onu doğrul yoldan saptırır ancak o kendisini doğru yolda zanneder.
“Kim Rahman’ın zikrini görmezden gelirse ona bir şeytanı göndeririz; artık o, onun yakını olur. Gerçekten onlar (şeytanlar), onları yoldan çevirirler, ancak onlar hidayette olduklarını zannederler.” (Zuhruf, 36-37)
Söyleyip yaptıkları kimi İslâmi konularla avunan, ancak gerçekte şeytana tabi olan böyle kimseler, Kıyamet gününde de yüce Allah’a yemin ederek doğru yol üzerinde bulunduklarını zannedeceklerdir.
“Allah onların hepsini tekrar dirilteceği gün, size yemin ettikleri gibi O’na da yemin edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde sanacaklardır. Dikkat edin, gerçekten onlar yalancılardır. Şeytan onları kuşatmış, böylece onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur; işte onlar, şeytanın hizbidir, bilin ki, şüphesiz şeytanın hizbi hüsrana uğrayanlar onlardır. (Mücadele, 18-19)
Günümüzde söyleyip yaptıkları birkaç İslâmi konu ile kendilerini aldatanlar. Gerçekte dünya hayatına yönelmiş, şeytana tabi olmuş kimseler olarak esfele Safiline düşenlerdir.
Kitap yüklü merkepler
Kur’ani bir bilgiye sahip oldukları halde bu bilgilerini insanlara ulaştırmayanları ve kendilerine ulaşan Tevhidi esasları kabul etmeyip ondan kaçanları yüce Allah (cc), kitap yüklü merkeplere ve aslandan kaçan eşeklere benzetmektedir.
“Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan topluluğun durumu ne kötüdür! Allah zalimler topluluğunu doğru yola eriştirmez.” (Cuma, 5)
“O halde ne oluyor onlara ki öğütten yüzçeviriyorlar! Onlar, aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibidirler.” (Müddessir, 49-51)
Ne kadar Kur’ani bilgiye sahip olurlarsa olsunlar, sahip oldukları Kur’ani bilgiler doğrultusunda hareket edip onu insanlara ulaştırmayanlar ve Tevhidi esaslardan kaçanlar, Allah’ın ayetlerini yalanlayan, insani vasıflarını yitirmiş, kimselerdir.
Maymunlaşanlar
Kur’ani gerçekleri eğip bükerek kendilerine bir çıkış yolu bulmaya çalışanları ve bunlara karşı sessiz kalıp Hakkı anlatmayanları yüce Allah (cc) her türlü şaklabanlığı yapan şahsiyetsiz aşağılık maymunlara benzetmektedir.
“Onlara, deniz kıyısında bulunan kenti sor, o zaman Cumartesi haddi aşıyorlardı; Cumartesi günü balıklar, onlara akın akın gelirdi, Cumartesi dışındaki günde gelmezlerdi; böylece Biz onları, fasık olduklarından dolayı deniyorduk. O zaman onlardan bir topluluk dedi ki: ‘Allah’ın helak edeceği yahut şiddetli bir azapla azap edeceği bir kavme niçin öğüt veriyorsunuz?’ dediler ki: ‘Rabb’inize bir mazeret beyan etmek ve umulur ki korunurlar.’
Ne zaman ki, kendilerine hatırlatılan şeyi unuttuklarında, kötülükten men edenleri kurtardık; zulmedenleri de, fasık olmaları nedeniyle çetin bir azap ile yakaladık. Ne zaman ki, yasak kılınan şeylerde haddi aştılar, onlara: ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dedik.” (A’raf, 163-166)
İnsanlık vasıflarını yitirmiş bu aşağılık maymunlar, yaptıkları fiillerle haddi aşmış sapmış, esfele Safiline düşmüşlerdir.
Lanetlenen kimseler
İnsanlık vasfını yitirmiş en düşük kimseler, hiç kuşkusuzdur ki, Allah’ın ayetlerini kendi çıkarları uğruna az bir değere satan, dini ticari bir meta olarak gören, kimi çıkarları, korku ve endişeleri nedeniyle Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir şey gizleyen bel’amlardır. Yüce Allah (cc) bunlara lanet etmekte, bütün lanet edebilenlerin de onlara lanet ettiklerini bildirmektedir.
“Muhakkak ki, açık delillerden indirdiğimiz hidayeti, biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler, işte Allah onlara lanet eder ve bütün lanet edebilenler onlara lanet eder.” (Bakara, 159)
“Şüphesiz, Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir şey gizleyen ve onu az bir değere satanlar, işte onlar, karınlarına ateşten başka bir şey koymuyorlar. Allah Kıyamet günü onlarla konuşmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acıklı bir azap vardır. İşte onlar, hidayet karşılığında sapıklığı, mağfiret karşılığında azabı satın alan kimselerdir; ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)” (Bakara, 174-175)
Bel’amlar, şeytanın insana benzeyen yardımcılarıdırlar; onlar, söyleyip yaptıkları ile Hidayet karşılığında sapıklığı, mağfiret karşılığında da azap satın almışlardır. İşte onlar için acıklı ve sürekli bir azap vardır.
Esfele Safiline düşenler, hayvanlardan daha aşağılık bir durumdadırlar
İnsan, Rabb’inin bir çok güzel vasıfları yüklenerek en güzel biçimde yaratılmış, ancak bazı kimseler, yaratıldıkları bu güzel sıfatlardan sıyrılarak insan olma vasıflarını kaybetmiş kimseler olarak esfele Safiline düşmüşlerdir.
Yaşanılan hayata bakıldığında ve bizzat gözlemlenip şahit olunduğu üzere insani vasıflarından sıyrılmış kimseler, hayvanlardan daha aşağılık yaratıklardır. Bunlar örneklendirilirse esfele Safiline düşenlerin seviyeleri daha net anlaşılacaktır.
İnsan dışında her varlık, yaratılış fıtratına göre hareket eder
Doğada bulunan en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm yaratıklar, yaratılış fıtratlarına göre hareket eder, o hayat üzere ölürler. Bunların içerisinde tek istisna insan diye yaratılan varlıktır. İnsan, yaratılış fıtratını terk ederek ya kendi arzularını ilah edinip ona tapar ya da kendi cinsinden olan başa kişilere tabi olup onları ilah edinir. Bu nedenle insan, yaratıklar içerisinde Rabb’ine isyan edip esfele Safiline düşmüş tek yaratıktır.
İnsan nankördür
Hiçbir hayvan, nankörlük yapıp kendisini besleyen sahibine saldırmaz, tam aksine sahibini sever ve ona kendisini sevdirmeye çalışır. Ancak insanî sıfatlarından sıyrılmış kişiler, başta kendilerini yoktan var eden, çeşitli nimetlerle besleyen, havayı, güneşi, Ay’ı, yeryüzünde bulunan birçok nimeti karşılıksız olarak bahşeden Rab’lerine nankörlük yaparak isyan eder. O’nu inkâr edip tanımaz.
Oysa kadın olsun, erkek olsun ya da çocuk olsun, kendilerini biraz yeterli görünce hemen eşlerine, anne babalarına karşı terbiyesizlik yapmaya, onlara hakaret etmeye ve hatta saldırmaya başlarlar. Anne babasını katledenlerin her gün haberlere konu olması, insanı ne denli seviyesizleştiğini ortaya koymaktadır.
İnsan merhametsizdir
En vahşi hayvanlar bile yavrularını korur gözetirler, küçük yavrulara dokunmazlarken esfele Safiline düşmüş kişilerden bazıları, küçücük masum çocukları katletmekten çekinmez, kimi kadınlar, kendilerinden bir parça olan çocuklarını ya doğurur doğurmaz ya da bir müddet sonra sokağa atıp bırakırlar.
Küçük bir çıkar için en yakınlarını bile hiç acımadan vahşice öldürmekten çekinmeyen insan görüntülü yaratıklar, doğadaki yaratıklardan daha aşağı durumdadırlar.
İnsan, hırs ve tamah sahibidir
Doğadaki hemen tüm yaratıklar, ihtiyaçları kadar avlanır, karınlarını doyurduktan sonra artanı, başka hayvanlar yararlansın diye bırakır giderler. Oysa kendilerini insan sanan gerçekte ise esfele Safiline düşmüş, sefih, bencil olan kimseler, ihtiyaçlarından fazlasını biriktirir, yığar, saklar, diğer insanların açlık içerisinde kıvranmasına aldırış etmezler.
Doymak bilmeyen açgözlü kimseler, daha fazla biriktirmek adına diğer insanların maddi ve manevi değerlerini istismar edip sömürürler, onların perişan olup bir lokma ekmeğe muhtaç olmalarına sebep olurlar. Bu hırs ve tamah, hiçbir hayvanda bulunmayan bir duygudur.
Esfele Safiline düşmüş kimseler, daha sayılamayacak kadar çok konuda hayvanlardan çok daha aşağılık bir durumdadırlar. Bunlar, yaratıldıkları en güzel sıfatı terk etmiş, Rab’lerinin hükümlerini tanımayan aşağıların aşağısına düşmüş kimselerdir.
Kurani Mücahede: 2017-10-15
Bir yanıt yazın