Yüce Allah'a kulluk ve İslâmi mükellefiyet açısından kadın ve erkek eşit oranda sorumludurlar. Bu nedenle İslâmi esasların topluma ulaştırılmasında kadın ve erkek velâyet hukuku çerçevesinde birlikte hareket etmekle mükelleftirler.
“Mü’min erkekler ve Mü’min kadınlar, birbirlerinin velisidirler, iyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Rasulü’ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir, şüphesiz, Allah üstündür, Hâkimdir.” (Tevbe, 71)
Özellikle davetçi Müslümanların eşleri, diğer kadınlara oranla çok daha fazla bir sorumluluğa sahiptirler. Bu nedenle onlar, her hal ve hareketlerine daha çok dikkat etmeli, her söz ve davranışlarını ona göre düzenlemeli, attıkları her adımı dikkatli ve ölçülü atmalıdırlar. Yüce Allah (cc) bu konuda öncü Müslümanların hanımlarını uyarmaktadır.
“Ey Nebi, eşlerine de ki: ‘Eğer siz, dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, o halde gelin size eşyalarınızı vereyim ve sizi güzel bir boşama ile boşayayım; gerçekten siz, Allah’ı, Rasulü’nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, elbette Allah, sizden güzel hareket edenlere büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab, 28-29)
Müslüman hanımların, özellikle de davetçi Müslümanların eşlerinin temel amaçları yalnızca Rab’lerini razı etmek olmalı, hayatlarını ona göre düzenlemeli, dünya hayatına meyletmemeli, tüm düşünce, söz ve davranışlarını buna göre düzenlemelidirler. İşte bu durumda onlar, diğer kadınlara oranla Rab’lerinden daha büyük mükâfatlara ulaşacaklardır.
Sorumlu Müslümanların eşleri, mükâfatta diğer kadınlara oranla daha fazla bir mükâfat alacakları gibi suç işlediklerinde de diğer kadınlara oranla daha fazla bir ceza alacaklardır.
Ey Nebi hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa onun için azap iki kat artırılır, bu, Allah’a göre kolaydır. Sizden kim Allah'a ve Rasulü'ne itaat eder, salih amel işlerse ona mükâfatını iki kat veririz ve ona bol rızık hazırlamışızdır.” (Ahzab, 30-31)
Davetçi Müslümanların eşlerinin, mükâfat ve cezalarının diğer kadınlara oranla iki kat daha fazla mükâfat ve ceza almaları, onların eşlerinin temsil ettikleri ilahi sorumluluktan kaynaklanmaktadır. Davetçi Müslümanların eşlerinin diğer kadınlardan daha fazla mükâfat almalarının iki nedeni vardır. Birincisi, Allah’a ve Rasulü’ne iman etmeleri ve eşlerine destek olmakları, ikincisi de eşlerinin Tevhidi mücadelesine destek verdikleri içindir.
Müslüman davetçilerin eşlerinin, suç işlediklerine iki kat ceza görmelerinin nedeni de yine eşlerinin temsil ettikleri davadan kaynaklanmaktadır. Bu kadınlar, suç işledikleri için bir ceza görürlerken suç işleyerek eşlerinin davasını akamete uğramaya çalıştıkları için de bir ceza alamaktadırlar. Oysa diğer kadınlar, ancak yaptıklarının karşılığını alacaklardır.
Müslüman hanımlar, sorumlukları gereği olgun bir kişiliğe, şahsiyetli bir duruşa, örnek bir İslâmi söylem ve yaşayışa sahip olmalıdır; çünkü onlar, diğer herhangi bir kadın değillerdir.
“Ey Nebi kadınları, siz, kadınlardan biri gibi değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, sözlerinizle edalı olmayın ki kalbinde hastalık bulunan kimse tamah etmesin; güzel, söz söyleyin, evlerinizde oturun, ilk Cahiliyenin açılması gibi açılmayın; namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Rasulü’ne itaat edin. Ey Ehli Beyt, Allah sizden, pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab, 32-33)
Müslüman davetçilerin eşleri diğer kadınlardan farklı oldukları için yüce Allah (cc), eşlerine ihanet eden kadınlardan bazılarının cezalarını ahirete ertelerken Müslüman davetçi şahsiyetlerin eşlerinin cezalarını hem dünya hayatında, hem de ahiret hayatında vermektedir.
“Yalnız yaşlı bir kadın, geride kalanların içindedir.” (Saffat, 135)
“Bunun üzerine Biz, onu ve ailesini kurtardık, yalnız eşi geride kalanlardan oldu ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık; işte bak, suçluların akıbeti nasıl oldu!” (A’raf, 83-84)
“Allah, kâfir kimselere Nuh’un eşini ve Lut’un eşini misal getirdi; ikisi, kullarımızdan iki salih kulun (nikâhı) altında idiler, ancak ikisine ihanet ettiler, kocaları Allah’tan bir şey onlardan savamadı: ‘İkiniz, ateşe girenlerle beraber girin’ denildi.” (Tahrim, 10)
Rasul eşi de olsalar, akıllarını gereğince kullanmayan kadınlar, şeytanın kendilerine musallat olması ile kocalarının topluma ulaştırmaya çalıştıkları mesaja destek olmayarak eşlerine ihanet etmektedirler. Bunun sonucunda onlar, dünyada helâk olmakta, ahirette acıklı azaba girmektedirler.
İslâm’ın kadınlara verdiği gözle görünür değerler
İslâm’ın kadınlara verdiği değeri, kadınları insan yerine bile koymayan, onları ezip durdukları apaçık ortada olan Marksist ve materyalist ideolojiler gibi yalandan kadınlara özel günler ilan ederek değil Kur’an’da kadını yücelterek ve toplumsal hayatta onu saygın kılarak ortaya koymuştur.
Yüce Allah (cc), kadınlara mahsus sureler indirmiş, Nisa suresini kadınlar olarak belirlemiş, Meryem ismini bir sureye vermiş, Al-i İmran, Nur, Ahzab, Mücadele, Talak, Tahrim gibi birçok surede kadınlara yer vermiş, haklarını saymış, erkeklerle hiçbir farklarının bulunmadığını bildirmiş, onları söz sahibi kılmış, Rasulullah (as) ile olan tartışmalarını vererek sizleri onurlandırmıştır. Kadınların, bu onurlarını sürekli kılmaları, kendilerine verilen değeri korumaları, ancak kendilerini onurlandıran Kur’an’a uygun yaşamaları ile mümkündür.
Müslümanların en mukaddes mekânlarından Kâbe’deki değerli taşın adı, Hacer’ül Esved’dir, yani Hz. İbrahim (as)’ın eşi, Hz. İsmail (as)’ın annesi Hacer’in ismini taşımaktadır. Hacer gibi vefalı kadın, fedakâr anne olan kadınlar, o değere sahip kimselerdir.
İslâm’da kadınlar, onurlu birer kişilik olarak haklarını savunmakta, haklarını savunmak adına Rasulullah (as) ile bile tartışmaktadırlar. Yüce Allah (cc), hakkını elde etmek adına Rasulü ile tartışan kadını haklı görmüş, bunu Kur’an’da, iman edenlere örnek olarak vermiştir.
“Gerçekten Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitti ve Allah, ikinizin konuşmanızı işitir, şüphesiz Allah işitendir, görendir.” (Mücadele suresi, 1)
Beşeri sistemlerde kadının, hakkını savunması asla mümkün değildir. Beşeri sistemlerde ve geleneksel din anlayışlarında kadın ikinci planda iken İslâm’da kadın, erkeklerle beraber toplumsal hayatta yer almakta, erkek ile aynı sorumluluğu paylaşmaktadır.
“Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, Mü’min erkekler ve Mü’min kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar; sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygılı erkekler ve saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar; Allah onlar için bağış ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab, 35)
İslâm kadınlara değer vermiş, onları erkeklerle bir tutmuş, aynı seviyede kabul etmiş, hiçbir konuda farklı görmemiş, onları kişilikli, onurlu kimseler olarak cennetlerle müjdelemiştir. İslâm’ın, kadınları onurlu ve kişilikli kimseler olarak yüceltmesine karşılık beşeri sistemler onları, dünya hayatına meylettirerek sokaklarda adeta süslü maymunlara çevirmiştir.
Geçmişte de günümüzde İslâm dışı beşeri sistemlerde ve geleneksel din anlayışında kadınlar, her türlü ahlaksız yerlerde, panayır ve pazarlarda, televizyon kanallarında mal gibi alınıp satılmaktadırlar.
Kadınları erkeklerin zevk aracı kılan beşeri sistemler, bar, pavyon, genelevlerde, gazete ve televizyonlarda kadınların onurunu ayaklar altına almış, onlara hiçbir değer vermemiş iken İslâm, kadınların haklarınızı korumuş, onları cennetle müjdelemiştir.
“Rab’leri onlara karşılık verdi: ‘Şüphesiz Ben, sizden erkek ya da kadın çalışanın işini zayi etmeyeceğim, hepiniz birbirinizdensiniz; hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler! Onların kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir karşılık olarak onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım; karşılıkların en güzeli Allah katındadır.” (Al-i İmran, 195)
Kadınlar, İslâm’ın kendilerine kazandırdığı onur ve haysiyeti, üstünlük ve yüceliği bilmeli, Rab’lerine hakkıyla iman ederek O’nun gönderdiği Kur’an’ın hükümlerine teslim olmalı, söz ve davranışlarını, hayatlarının tümünü Kur’an’a göre düzenleyerek Rab’lerinin övgüsüne layık olmaya çalışmalıdırlar. Aksi halde beşeri sistemlerin elinde onur ve haysiyetten yoksun, şeytanın oyuncağı olmuş bir durumda dünyada rezil olacaklar, ahirette de içinde ebedi kalmak üzere acıklı bir azaba gireceklerdir.
İslâm, kadınları bu denli değerli kılıp yüceltmiş iken kadınların bu değeri bilmemeleri ve Rab’lerine nankörlük ederek dünya hayatını gaye edinmeleri, beşeri tağuti sistemlerin tüketim propagandalarına aldanarak aldanmaları hem Rab’lerine isyan etmektir, hem de kendi elleri ile acıklı azaba sürüklenmektedirler.
Şeytan ve onun temsilcisi beşeri sistemler, kadınların düşmanıdırlar
Kadınlar, duygusallıkta ve dünyaya meyletmede erkeklere oranla daha öndedirler. Bu durumları nedeniyle şeytanın ve şeytanın yardımcısı beşeri sistemlerin onlara yaklaşması daha kolay olmaktadır. Bazı Müslüman erkeklere yaklaşmakta başarılı olamayan şeytan ve dostları, onların eşlerine kancayı takıp onların helâk olmalarına neden olmaktadır. Hz. Nuh (as) ve Hz. Lut (as)’ın eşlerini örnek veren yüce Allah (cc) bu konuda iman edenleri uyarmaktadır.
Şeytan ve tağuti beşeri sistemler, öncelikle kadınlar üzerinde oyunlar oynamakta, onları tüketim toplumunun bir parçası yapmaya çalışmaktadır. Böylece kadınlar, Allah’ın dininden çok kendi arzularına uyup Allah yolundan sapmakta, eşlerinin çalışmalarına destek vermedikleri gibi engel bile olmaktadırlar.
“Ey iman edenler, doğrusu eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı size düşmandır, artık onlara dikkat edin ve vazgeçin, yüzçevirin ve gözetleyin, elbette Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Teğabun, 14)
Kadınlar, dünya hayatının cazibesi, şeytanın vesveseleri ile kimi zaman Rab’lerine isyan ederek kendi elleriyle kendilerini iki cihanda helâka ve acıklı azaba sürüklemektedirler. Oysa yapmaları gereken, her konu ve durumda Rab’lerini hatırlayarak O'na yönelip hükümlerine teslim olmaları, şahsiyetli kimseler olarak Müslümanlardan olmalarıdır. İşte kurtuluş budur!
Akıllı kadınlar, tağuti beşeri sistemlerin propagabdalarına aldanmaz, kendilerini hor hakir gören, cinsel bir objeden başka görmeyen, mal seviyesinde bir muameleye tabi tutan, erkeklerin aşağılık nefislerini tatmin etmeleri için hemcinslerinizi açıp saçarak piyasaya süren beşeri sistemlere karşı iman ettikleri esaslara uygun biçimde onurlu hareket ederler, tağuti beşeri sistemleri, Rab’lerinin buyruğu gereği reddederler.
“Dinde zorlama yoktur, doğruluk, sapıklıktan elbette seçilip belli olmuştur; kim tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)
Allah düşmanı tağuti sistemler, Allah yolundan alıkoymak için bir taraftan tüketimi teşvik ederken, diğer taraftan moda adı altında kadınları tesettürden uzaklaştırmakta, birçok kadını adeta yarı çıplak sokaklarda gezdirmekte, seviyesiz, gayri ahlaki diziler ve programlarla kadınları insan olma vasfından uzaklaştırmaktadır. Beşeri sistemler, kadınları dünya hayatında hakir görüp küçümsediği gibi ahiret hayatında da ebedi acıklı bir azaba sürüklemektedir.
Akıllı bir kadın, yaşadığı ve içerisinde bulunduğu çevreye, idaresi altında yaşadığı sistemlere bakmadan Rabb’ine yönelebilir, O’nun rızası doğrultusunda yaşamak için çaba sarf edebilir. Yüce Allah (cc), iman etmiş akıllı kadınlara Fir’avn’ın eşini örnek verir; zulüm altında ve bir zorbanın eşi iken Rabb’ine iman etmiş olan Fir’avn’ın eşi, Rabb’ine yönelip O’na dua ederek yardım istemiştir.
“Allah, iman edenler kimselere Fir'avn'ın karısını misal verdi; hani demişti ki: ‘Rabb’im, katında cennette benim için bir ev yap, beni Fir'avn'dan ve onun işinden kurtar ve beni şu zalimler toplumundan kurtar!" (Tahrim, 11)
Fir’avn’ın eşinin örnekliği de gösteriyor ki, iman etmek isteyen kimse için engel yoktur, kişi, hangi şartlarda yaşarsa yaşasın, hangi ortamlarda bulunursa bulunsun, Rabb’ine iman etme konusunda onu engelleyen olmaz.
Yüce Allah (cc), zalim Fir’avn’ın eşini, Kendisine yöneldiği için övüyor, cennette bir köşk vereceğini bildirirken Rasul eşleri olan Hz. Nuh (as) ve Hz. Lut (as)’ın eşlerini, kocalarının getirdikleri ilahi mesaja iman edip destek olmadıkları, onlara ihanet ettikleri için onların, dünyada helak edip ahirette ebedi, acıklı bir azaba atılacaklarını bildirmektedir. Kadınlar, kendilerini Hz. Nuh (as) ve Hz. Lut (as)’ın eşlerinin durumuna düşmemeli, bunun için eşleriyle birlikte Allah yolunda çalışmalı, Rab’lerini gereği gibi bilen salih evlatlar yetiştirmelidirler.
Akıl sahibi kadınlar, kendilerine dünya hayatında huzur ve şeref bahşeden, ahirette ise cennetle müjdeleyen Rab’lerine daha iyi kulluk ederek kurtuluşa ulaşmalı, kendilerini değersiz eşya gibi gören beşeri sistemlerin kurduğu tuzaklara kapılarak günlerini gün edinerek, kendi elleri ile kendilerini helak etmeye çalışmamalıdırlar.
Kadınlar da erkekler gibi Kur’an’ın tüm hükümlerinden sorumludurlar
Kadınlar da, erkekler gibi Rab’lerine kulluk yapmak için yaratıldıklarından Rab’lerinin rızası doğrultusunda hareket etmekle mükelleftirler. Kur’an, iman edenlerin sorumluluklarını apaçık bir şekilde belirtmiş, Rasulullah (as)’ı örnek vermiştir. Bu hükümlere uygun hareket edenler, Allah’a ve Rasulü’ne iman etmiş, bunun dışında hareket edenler ise apaçık bir şekilde sapmışlardır.
“Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, Mü’min erkek ve kadın için o işi kendilerine göre seçme hakkı yoktur, kim Allah'a ve Rasulü’ne karşı gelirse, muhakkak apaçık bir sapıklığa düşer.” (Ahzab, 36)
İslâm'ın kimi kurallarını yapıp diğer konularda, söz ve davranışlarda, giyim kuşamda arzular doğrultusunda hareket etmek, şeytana aldanmaktır. Böyle yapanlara yüce Allah (cc), Müslüman sıfatını değil Kur'an'da verdiği diğer sıfatları vermiştir. Bu sıfatlar, söylenip yapılan düşünce, söz ve davranışlara göre kâfir, müşrik, münafık, fasık ve mürtettir. manli ve akilli kadfinlar, ayetin işaret ettiği kimselerin durumuna düşmemelidirler.
“… Siz, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz; sizden bunu yapan kimsenin cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir, Kıyamet gününde de onlar, azabın en şiddetlisine itilirler. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 85)
Yüce Allah (cc), her konu ve durumda, her sorun ve işte Kur’an’a müracaat edilmesini, sorunların Kur’an’la çözülmesini, hevai istek ve arzulardan uzaklaşılmasını, yalan ve dedikodudan sakınılmasını istemekte, tüm zamanın Kendisini razı edecek şekilde geçirilmesini, ancak bu durumda razı olacağını bildirmektedir.
“Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerindeyken Allah’ı hatırlarlar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: ‘Rabb’imiz, sen bunu boşuna yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azabından koru!” (Al-i İmran, 191)
Acıklı azaptan kurtulmanın yolu, yüce Allah’ın istediği onurlu bir kişiliği kuşanmak, O’nun rızasına uygun yaşamaktır, aksi halde Müslüman olduklarını iddia edenlerin diğer sıradan insanlardan hiçbir farkları kalmaz, onlar gibi dünya ve ahirette helak olacaktlardır.
Kadınlar, yüce Allah’a iman edip O’nun hükümlerine sarıldıkları sürece Rab’leri onları değerli kılıp yüceltecek, cennetin varisleri kılacak, saadetlerin en yücesi olan rızası ile onlardan razı olacaktır. Bu büyük saadete ulaşmak onların elindedir. Bunun için yüce Allah’ın zikri olan Kur’an’ı, hayat prensibi edinip ona göre hareket etmeli, ona göre yaşamalıdırlar.
Yüce Allah’ın zikri olan Kur’an’ı hayat prensibi edinmeyip ondan yüzçevirir, tağuti sistemlerin kurduğu tuzaklara kapılır, yüce Allah’ı razı edecek yerde sistemin tuzaklarına kapılırlarsa işte o zaman kadınlar helak olmuşlardır demektir. O durumda yüce Allah (cc) onlardan yüzçevirecek, onlara şeytanı musallat kılıp arkadaş yapacaktır. Şeytan da onları, dünya hayatına yöneltecek, yaptıkları her şeyi onlara süslü gösterecek ve ebedi acıklı azaba girmelerine neden olacaktır!
“Kim Rahman’ın zikrini görmezden gelirse ona bir şeytanı göndeririz; artık o, ona yakını olur.” (Zuhruf, 36)
“Onlara, yakınlar gönderdik, onların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri onlara süslü gösterdiler; cin ve insandan kendilerinden önce gelip geçmiş ümmetler içinde söz onların üzerine hak oldu, şüphesiz onlar hüsranda idiler.” (Fussilet, 25)
Şeytan, kime arkadaş olursa artık o kimse için yüce Allah’ın Kitabı, İslâmi değerler, İslâmi mücadele, Allah için zamanı değerlendirme hiçbir şey ifade etmeyecektir. Öyle kimseler, günlerini gün edinerek, faydasız boş şeylerle oyalanarak zaman geçirecek, onlar için dedikodu, laf taşıma, başkalarının haklarına karşı duyarsız olma normal bir hal alacaktır.
“Şeytan onları kuşatmış, böylece onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur; işte onlar, şeytanın hizbidir, bilin ki, şüphesiz şeytanın hizbi hüsrana uğrayanlar onlardır. (Mücadele, 19)
“Kim benim zikrimden yüzçevirirse, onun için dar bir geçim vardır ve onu kıyamet günü kör hasrederiz.” (Taha, 124)
İşin en kötü yanı, şeytanın arkadaş olduğu kimseler, dünyada insanları yalan yanlış ifadeleri ile aldattıkları gibi hâşâ yüce Allah’ı da aldatacaklarını sanarak Kıyamet günü O’na da yemin ederek kendilerinin doğru yol üzerinde bulunduklarını sanacaklardır.
“Allah onların hepsini tekrar dirilteceği gün, size yemin ettikleri gibi O’na da yemin edecekler ve kendilerini bir şey üzerinde sanacaklardır. Dikkat edin, gerçekten onlar yalancılardır Şeytan onları kuşatmış, böylece onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur; işte onlar, şeytanın hizbidir, bilin ki, şüphesiz şeytanın hizbi hüsrana uğrayanlar onlardır.” (Mücadele, 18-19)
Pişmanlığın, tevbenin, geri dönüşün olmadığı o şiddetli hesap günü gelmeden yüce Allah’a, O’nun zikri olan Kur’an’a dönülmeli, Kur’ani esaslara göre hayat düzene konulmalı, şeytanın aldatmalarına kapılınmamalı, acıklı azaptan uzaklaşılmalıdır.
“İşte bu, senin ellerinin yaptıkları yüzündendir ve şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir! İnsanlardan kimi de Allah’a bir kenardan, ibadet eder, eğer kendisine bir hayır gelirse onunla mutmain olur ve eğer ona bir fitne isabet ederse yüzüstü döner. O, dünyayı da, ahireti de kaybetmiştir, işte apaçık hüsran budur.” (Hac, 10-11)
Kadınlar, Rab’lerini razı edecek şekilde onurlu ve vakarlı bir şekilde hareket ederlerse dünya ve ahiret saadetine kavuşacak, aksi halde her iki dünyada da zillet içerisinde acıklı azapta sürekli kalacaklardır.
Kadınlar, Hz. Hacer, Hz. Meryem, Hz. Aişe, Hz. Fatıma gibi olmalı, onların yolunu takip ederek zamanlarını Rab’lerine kulluk etmeye hasretmeli, dünya hayatının süsünü isteyerek dünyaya kapılıp şeytanı dost edinerek Allah ve Rasulü’nün yolundan sapmamalıdırlar.
Kadınların her düşünce, söz ve davranışları İslâmi esaslara uygun olur, Rab’lerinin rızasını hayatlarının merkezine alırlarsa kurtuluşa ulaşabilirler. Unutulmamalıdır ki İslâm, bir yaşam biçimi, bir hayat nizamıdır, Müslüman da, tüm düşünce, söz ve davranışları ile İslâmî esaslara teslim olan, kendi heva ve hevesinden, kendi duygu ve düşüncesinden bu ilahi esaslara hiçbir şey katmayan, şeytana kapılıp zamanını boşa geçirmeyen, İslâmî esasların öngördüğü şekilde hareket edip yaşayandır.
Kadınlar, Allah rızası için giyinmeli, tesettütü hevalarını razı eden bir giysi olarak değil Rab’lerinin rızasını kazandırıcı bir örtü olarak görmelidirler. Onlar, tesettürlerinden sokakta yürüyüşlerine, insanlarla konuşmalarından tutum ve davranışlarına, ibadet ve taatlerinden Tevhidi esasları insanlara ulaştırmalarına kadar tüm söz ve hareketlerini Kur’ani esaslarla süslemeli, zamanlarını bu güzelliklerle doldurmalıdırlar. Onlar, boşa geçirdikleri her zaman diliminin şeytanın kendilerine en yakın an olduğunu bilmelidirler. İşte böyle zamanlarda şeytan onlara musallat olmaktadır.
Kadınlar, süslü mankenler gibi sokaklarda gösteriş yapmak, süslenip duygularını tatmin etmek, hevalarını ilah edinip onu razı etmek için örtünmemeli, konuşmalarınızda ölçülü olmalı, dedikodu yaparak, başkalarının günahını yüklenerek ölü eti yememelidirler.
“Ey iman edenler, zandan çok sakının, şüphesiz zannın bir kısmı günahtır ve casusluk etmeyin, bir kısmınız bir kısmınızın gıybetini yapmasın; sizden biriniz, ölü kardeşinizin etini yemeyi sever mi; işte ondan iğrendiniz. Allah’tan korkun, şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok merhamet edendir.” (Hucurat, 12)
Kadınlar, insanlarla alay etmemeli, onları kınamamalı, kötü lakapla çağırmamalıdırlar; çünkü tüm bunlar, imandan sapma ve fısktır. Bunlardan sakınılmalı, bunlar vesilesiyle ile kendilerine zulmetmemelidirler.
“Ey iman edenler, bir topluluk başka bir toplulukla alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdır ve kadınlar da başka kadınlarla (alay etmesinler), belki onlar, kendilerinden daha hayırlıdır. Birbirinizi ayıplamayın ve kötü lakaplarla çağırmayın; imandan sonra fısk adı kötüdür ve kim tevbe etmezse, işte onlar, zalimdirler.” (Hucurat, 11)
“Elbette bu bir öğüttür; artık dileyen kimse, Rabb’ine varan bir yol tutar.” (Müzzemmil, 19)
Tercih kadınların, seçimlerini ona göre yapmalıdırlar.
Ramazan Yılmaz: 2017/07/03
Bir yanıt yazın