بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
Tarihi süreçte, Kur’ani birçok kavramın asıl anlamları, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde değiştirilmiştir. Kur’ani kavramların ihtiva ettikleri asıl anlamlarını değiştirenler, bu nedenle Hakkı batıla bulayarak Kur’ani Gerçekleri gizleyenler, yüce Allah (cc) tarafından lanetlenmekte ve acı bir azap göreceklerini bildirilmektedir.
“Bile bile Hakkı batıla bulayarak gerçeği gizlemeyin” (Bakara, 42)
“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyeti biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler (var ya), işte onlara hem Allâh la'net eder, hem bütün lanet edebilenler lanet eder.” (Bakara, 159)
“Allah'ın indirdiği Kitaptan bir şey gizleyip, onu birkaç paraya satanlar var ya işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey koymuyorlar; kıyâmet günü Allah ne onlara konuşacak ve ne de onları temizleyecektir, onlar için acı bir azap vardır.
Onlar, hidâyet karşılığında sapıklık, mağfiret karşılığında azap satın almışlardır; onlar, ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)”(Bakara, 174-175)
Hakkın batıla bulandırılıp kavramların değiştirilmesi yoluyla Gerçeklerin gizlenmesi, tarihi süreçte hemen her toplum tarafından yapılmıştır. Bu nedenle yüce Allah (cc), rasullerini ardı ardına göndererek doğruları bildirmiş ve kelimelerin anlamlarını değiştirerek gerçekleri gizleyenleri lanetlemiştir.
“Sözlerini bozdukları için onları lanetledik ve kalblerini katılaştırdık; kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar, kendilerine öğütlenen şeyden pay almayı unuttular, içlerinden pek azı hariç, dâima onlardan hâinlik görürsün; yine de onları affet, aldırma, çünkü Allah güzel davrananları sever.” (Maide, 13)
Günümüzde de, tıpkı tarihi süreçteki gibi, kimi çıkarlar elde etmek isteyen bazı kimseler tarafından, Kur’ani kavramlar üzerinde oyunlar oynanmakta, kavramlar asıl manaları dışında anlamlandırılarak insanların Tevhidi esaslara ve Kur’ani gerçeklere yönelmeleri engellenmeye çalışılmaktadır. Ancak saptırıcıların bütün gayretlerine rağmen Kur’ani kavramlar, Kur’an’da asıl anlamlarını muhafaza etmekte ve kendisine iman edenlere yol göstermektedir.
Günümüzde, Kur’ani kavramlardan anlamı en çok değiştirilip daraltılan, asıl manası dışında anlamlandırılan kavramlardan biri de hiç kuşkusuzdur ki zikir kavramıdır. En çok tasavvuf kesimi tarafından zikir kavramı üzerinde yapılan bu saptırma ve kaydırmalar, maalesef, toplumda birçok kişi tarafından da aynı anlam kayması ile kullanılmaktadır.
Zikir kavramı, Kur’an’da çok geniş bir anlama ve muhtevaya sahip olduğu halde günümüzde neredeyse tek anlama düşürülmüş ve içi boşaltılmış bir bir hale getirilmiştir. Oysa zikir kavramı Kur’an’da, değişik kullanımları ile beraber 292 yerde tekrarlanmakta ve 37 manada kullanılmaktadır. Zikrin Kur’an’da kullanıldığı anlamlar şunlardır.
Anlamak, anlatmak, besmele, bilme, davet etmek, delil, düşünenler, düşünmek, görmek, hatırlamak, hatırlatmak, ibadet etmek, ibret, iman, itaat etmek, kıssa, kitap, konuşmak, kulluk yapmak, Kur’an, Levh-i Mahfuz, mükâfatlandırmak, namaz kılmak, okumak, öğüt, öğüt almak, öğüt vermek, sevmek, söylemek, şan, şeref, şerefli, şükretmek, Tevrat, uyarı, vahiy, yol göstermek. Aynı kökten gelen zekere, erkek anlamına gelmektedir.
Kur’an’ı Kerim’de, otuzyedi manada kullanılan zikir kavramı, bugün maalesef, Kur’an’da geçen anlamlarından hiçbiriyle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan ve bütün anlamları ile çelişen başka bir anlam verilerek kullanılmaktadır. Tasavvufun başını çektiği bu saptırma çabalarına, Kur’an ile kısmen de olsa tanışıklığı olan kimseler ve Kur’an tefsiri yapan birçok Samiri soylu belamlar da adeta seyirci kalmışlardır.
Genellikle tağuttan izinli kurulmuş şirk yuvaları vakıflarda kümelenen Samiri soylu belamlar, zikir kavramı ile beraber Tevhid, şirk, tağut ve İslâmi devlet yapısı ile ilgili birçok Kur’ani kavramı değiştirmişler, asıl manaları dışında anlamlar yükleyerek takipçilerine, Kur’ani kavramlar diye anlatmışlardır.
Yapılan sapma çalışmalarına, hiç kimsenin ses çıkarmaması, saptırıcı unsurları ve özellikle de tasavvufçuları cesaretlendirmiş, onlar da meydanı boş bulmanın avantajını kullanarak zikir kavramını, kendi sapık düşüncelerine göre İslâm’da yeri olmayan bir anlamda kullanmışlardır.
Bu çalışmamızda, öncelikle zikrin Kur’ani anlamları, alfabetik sıra ile ortaya konulacak, daha sonra tasavvufçuların zikir ile ilgili iddialarına yer verilecektir inşaAllah. Bu çalışma yapılırken hiçbir şekilde indi görüşlerle hareket edilmeyecek, yalnızca Kur’ani verilerden hareket edilecektir.
Zikir kavramının değişik anlamları belirtilirken, konu bütünlüğünün sağlanması ve zikir anlamının daha net ve açık olarak anlaşılması için diğer ayetlere de yer verilecektir. Böylece zikir kavramı, Kur’an bütünlüğü içerisinde asıl kullanıldığı anlamları ile daha net bir şekilde ortaya konulacaktır.
1- Anlamak: Kur’an’da, bir konunun belirginleşmesi ya da iki konu arasındaki farkın anlaşılması hususunda zikir kavramı, anlamak şeklinde kullanılır. Zikir kavramı, anlamak manasıyla dokuz defa, daha çok akıl sahipleri ve ilim ehli için kullanılmaktadır.
“Hikmeti dilediğine verir; Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir, ancak akıl sâhiplerinden başkası anlamaz (zikretmez).” (Bakara, 269)
“Kitabı sana O indirdi; onun bazı âyetleri muhkemdir (ki) onlar Kitabın anasıdır; diğerleri de müteşâbihtir; kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak, uyardığı sonuca uğramak için onun müteşâbih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun tevili(açıklaması)nı Allah'tan başka kimse bilmez. İlimde ileri gidenler: ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler; akıl sâhiplerinden başkası anlamaz (zikretmez).” (Al-i İmran, 7)
“Biz Kur'ân'da sözü türlü biçimlerde anlattık ki anlasınlar; fakat bu, onların sadece kaçışlarını artırıyor.” (İsra, 41)
Bu ayetlere bakıldığında, ilim, araştırma ve tefekkür isteyen konuların, ancak ilim sahiplerince anlaşılabileceği; bir konuyu derin araştırmayanların, o konuyu anlamayacakları, zikir kavramıyla ifade edilmektedir.
2- Anlatmak: Bir mesajı ortaya koymak, bir konuyu anlatmak ya da bir şahsı bir başkasına tanıtmak için de zikir kavramı kullanılır. Zikir, bu anlamı ile Kur’an’da dokuz defa geçmektedir.
“Onlara Nûh'un haberini oku; kavmine: ‘Ey kavmim, eğer benim kalkıp size Allah'ın ayetlerini anlatmam (ziktermem) ağır geldiyse, o halde ben Allah'a dayandım, siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınız işi kararlaştırın da işiniz başınıza dert olmasın. Sonra hükmünüzü bana uygulayın, bana hiç fırsat da vermeyin!’ demişti (Yûnus, 71)
“(Yusuf), o iki kişiden kurtulacağını sandığı kimseye: ‘Efendin(kral)ın yanında beni anlat (zikret)’ dedi, fakat şeytan o adama, (Yûsuf'u) efendisine anlatmayı (ziktermeyi) unutturdu, birkaç yıl zindanda kaldı.” (Yûsuf, 42)
Hz. Nuh (as), iman etmeyen kavmine, yüce Allah’ın ayetlerini anlatırken onlara, “Allah’ın ayetlerini zikretmem” diye seslenmektedir. Burada kullanılan “zikretmem” ifadesi, hatırlatma anlamına gelmemektedir; çünkü hatırlatma, daha önce bilinen bir konunun yeniden anlatılmasıdır. Oysa o insanlar, vahiyle ilk defa yüzyüze gelmekte ve Hz. Nuh (as) onlara o ayetleri anlatmakta (zikretmekte)dir ki onlar iman etsinler. Aynı şekilde Hz. Yusuf (as), zindan arkadaşından, Kralın yanında kendisini anlatmasını, kendisinden söz etmesini isterken, “Beni zikret” demektedir.
3- Besmele: Kur’an’da genellikle hayvanların kesilmesi konusu anlatılırken zikir kelimesi kullanılır. Burada sözkonusu olan zikir, kesim yapılırken çekilen besmeledir. Çünkü Müslümanlar için aslolan, besmele ile hayvanların kesilmesidir. Bu anlamı ile zikir Kur’an’da altı defa geçmektedir.
“O halde üzerine Allah’ın adı anılan(zikredilen) (besmele çekilerek kesilen)lerden yeyiniz; gerçekten O’nun ayetlerine inanıyorsanız.” (En’am, 118)
4- Bilmek: Zengin ve oldukça çok değişik bir anlam hazinesine sahip olan zikir kavramının bir diğer anlamı da bilmektir. Zikir, bu anlamı ile Kur’an’da dört yerde geçmektedir.
“Rabb’inden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (bunu bilmeyen) kör gibi olur mu? Ancak akıl sahipleri bilir (zikreder).” (Rad, 19)
“Ey iman edenler, kendi evlerinizden başka evlere, izin alıp halkına selam vermeden girmeyin; herhalde bunun, sizin için daha iyi olduğunu bilirsiniz (zikredersiniz).” (Nur, 27)
Dikkat edilecek olursa, ilk ayette Rabb’inden indirilen gerçekleri, ancak akıl sahiplerinin bileceği (zikredeceği) ifade edilirken, ikinci ayette bir adabı muaşeret kuralı öğretilmekte ve bu kurala uymanın daha iyi olduğunun bilinmesi (zikredilmesi) istenmektedir.
5- Davet etmek: İnsanları hakka çağırmak ve onların hidayeti bulmalarına yardımcı olmak için yapılan davetin bir anlamı da zikirdir. Bu anlamda zikir, Kur’an’da üç yerde geçmektedir.
“Kalplerine, onu onlamalarına engel olacak, kabuklar, kulaklarına da ağırlık koyarız. Kur’an’da yalnız Rabb’ine davet (zikr)ettiğin zaman arkalarına dönüp kaçarlar.” (İsra, 46)
“Davet (zikir) yapanlara” (Saffat, 3)
Burada Kur’an’a davet eden elçiden, iman etmeyenlerin nasıl ve neden yüzçevirdikleri belirtilmekte ve Kur’an’a davet (zikir) edildiklerinde iman etmeyenlerin kaçışları gözler önüne serilmektedir.
Saffat, 3. ayette ise ardarda gelen elçilerin, insanları yüce Allah’ın birliğine davet ettikleri (zikrettikleri) ortaya konulmaktadır.
6- Delil: Yüce Allah’ın birliği ve her şeyin Rabb’i olduğu ortaya konulurken ifade edilen söz yine zikirdir. Yüce Allah’a ortak koşan müşriklere delil soran Risalet önderlerinin ve Tevhid erlerinin söyledikleri söz ve gösterdikleri delil, zikir olarak ifade edilmiştir.
“Yoksa O'ndan başka ilahlar mı edindiler? De ki: ‘(Onların ilah olduklarına dair) delilinizi getirin; işte benimle beraber olanların delili (zikri) ve benden öncekilerin de delili (zikri) budur’ ama çokları bilmezler, bu nedenle onlar, haktan yüz çevirirler.
Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona: ‘Benden başka ilah yoktur, bana kulluk edin!’ diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya, 24-25)
Evet, her çağda Tevhid erlerinin delili (zikri) ancak, “Allah’tan başka ilah yoktur” Kelime-i Tevhidi olmuştur. Bu nedenle, Tevhid gerçeğini ortaya koyan mü’minler, toplumlarına bu delil (zikir)le gitmişlerdir.
Ayette risalet önderleri, muhataplarından Allah’tan başka edindikleri ilahlarının varlığı hakkında delil isterlerken, kendileri de “İşte benimle beraber olanların delili (zikri) ve benden öncekilerin de delili (zikri) budur” derlerken bu delillerini, zikir olarak ifade etmişlerdir. Bu delilin (zikrin) de devam eden ayette, yüce Allah’tan başkasına kulluğu yasaklayan vahiy olduğu bildirilmektedir.
7- Düşünenler: Tefekkür zikir olunca, doğal olarak tefekkür edenler (düşünenler) de zakirin olacaklardır.
“Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın saatlerde namaz kıl; çünkü iyilikler, kötülükleri giderir; bu, düşünenlere (zikredenlere) bir zikirdir. (Hud, 114)
Ayette, verilen zikrin, ancak düşünenlerce anlaşılacağı ifade edilirken; düşünenler sözcüğü, zikredenler şeklinde verilmektedir.
8- Düşünmek: Zikrin en çok kullanılan anlamı, hiç şüphesizdir ki, düşünmektir. Yüce Allah (cc), kullarından düşünmelerini istemektedir. Kur’an’da, ancak düşünenlerin gerçekleri kavrayacakları, düşünmeyenlerin ise, hayvanlardan daha sapık oldukları bildirilmektedir. Şu bir gerçektir ki, düşünmeyen kişiler, ayetleri anlamayacak; ayetlerin ne ifade ettiklerini anlamayanların ise, yüce Allah’a gereği gibi kulluk yapmayacakları kesindir.
Günümüzde, Kur’an gerçeğinden, ayetlerin asıl manalarından habersiz olan kimseler, yüce Allah’a gereği gibi kulluk yapmamakta, bazı saptırıcıların da fitneleri ile dalalet ve sapıklık içerisinde Rab’lerine şirk koşmaktadırlar.
Düşünmek, vahyi gerçekleri kavramayı ve yüce Allah’ı gereği gibi tanımayı sağlamakta, bu nedenle insan, insan olma onuruna yükselmekte, Tevhidi esasları gereği gibi bilmekte, bunun sonucunda şirk koşmadan Rabb’ine kulluk etmektedir. Düşünmek, insanda kulluk bilincini geliştirerek ibadetlerin daha sağlıklı yapılmasını sağlamaktadır.
“Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah'ı düşünürler (zikrederler), göklerin ve yerin yaratılışını düşünür(zikreder)ler: ‘Rabbimiz, bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azabından koru!’ (derler)” (Al-i İmran, 191)
“(Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın; ne kadar da az düşünüyor(zikrediyor)sunuz!” (Araf, 3)
“Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah'a karşı beni kim savunur? Zikretmiyor musunuz?” (Hud, 30)
9- Görmek: Dünya hayatında, davete muhatap olan inatçı zorbaların, bu inat ve zorbalıkları sonucunda karşılaşacakları durumunu yakında görecekleri bildirilmektedir. Bu görme, zikir kavramı anlamı ile ifade edilmiştir.
“Benim size söylediklerimi yakında görecek(zikredecek)siniz; ben işimi Allah'a bırakıyorum, şüphesiz Allah, kulları görür.” (Mü’min, 44)
Ayette geçen “göreceksiniz” ifadesi, tıpkı Kalem, 5. ayette geçen ‘görecekler’ ifadesi gibidir; ancak kalem, 5. ayette görme, ‘basar’ ifadesiyle açıklanırken, mü’min 44. ayette görme ‘zikir’ kavramıyla açıklanmaktadır. Her iki ayette de, davete karşı direnen zorbalara inat ve küfürlerinin karşılığını görecekleri hatırlatılmaktadır.
10- Hatırlamak: Yüce Allah’ın verdiği nimetlerin, yaptığı yardımların hatırlanması için yapılan uyarılar zikir (hatırlatmak) kavramı ile ifade edilmiştir.
“Ey İsrâil oğulları, size verdiğim nimetleri hatırlayın (zikredin), bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım ve sadece benden korkun!” (Bakara, 40)
“Ey iman edenler, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın (zikredin); hani bir topluluk size ellerini uzatmağa (saldırmaya) yeltenmişti de (Allah) onların ellerini sizden çekmişti. Alah'tan korkun. Mü'minler Allah'a dayansınlar.” (Maide, 11)
“Ayetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir; eğer şeytân sana (bunu) unutturursa hatırladıktan (zikrettikten) sonra (hemen kalk), o zâlimler topluluğuyla beraber oturma!” (En’am, 68)
“Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytandan gelen bir vesvese dokunduğu zaman hatırlarlar (zikrederler) ve (gerçeği) görürler.” (A’raf, 201)
11- Hatırlatmak: Yüce Allah’ın, hesap gününün, vahyi esasların ve Kur’an’ın, insanlara hassasiyet göstermeleri için hatırlatılması hususunda kullanılan kelime yine zikirdir.
“Korunanlara, onların (inanmayanların) hesabından bir sorumluluk yoktur, lakin hatırlatın (zikredin) belki korunurlar.” (En’am, 69)
“Mü'minler o kimselerdir ki, Allah hatırlatıldığı (zikredildiği) zaman yürekleri ürperir, O'nun ayetleri kendilerine okunduğuda imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal, 2)
“Andolsun biz, Musa'yı da ‘Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara Allah'ın günlerini hatırlatsın (zikretsin)’ diye ayetlerimizle birlikte göndermiştik; Elbette bunda sabreden, şükreden herkes için ayetler vardır.” (İbrahim, 5)
“Ve kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı (zikredildiği) zaman onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.” (Furkan, 73)
“Bu, bir hatırlamadır (zikirdir); muttakiler için güzel bir gelecek vardır.” (Sad, 49)
12- İbadet etmek: Yüce Allah’a ibadet etmek anlamına da gelen zikir, bu ibadetin nasıl ve ne şekilde yapılacağı ile ilgili açıklamaları da beraberinde getiririr.
“Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Rasul gönderdik. Öyle ise bana ibadet edin (zikredin) ki, ben de sizi anayım (mükâfatlandırayım); bana şükredin, nankörlük etmeyin.
Ey inananlar, sabır ve namazla (Allah'tan) yardım isteyin, muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 151-153)
“Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah'ın huzuruna durun; eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, yaya yahut binmiş olarak kılın; güvene kavuştuğunuz zaman bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'a ibadet edin (zikredin).” (Bakara, 238-239)
“Nefsini, sabah akşam, rızasını isteyerek Rablerine davet edenlerle beraber tut; gözlerin, dünya hayâtının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın, kalbini, bize ibadet (zikr)etmekten alıkoyup hevasına uyan ve işi hep aşırılık olan kişiye itaat etme.” (Kehf, 28)
“Muhakkak ki ben Allah'ım, benden başka ilah yoktur, ancak bana kulluk et ve bana ibadet (zikr)etmek için namaz kıl.” (Taha, 14)
Bakara suresi, 151-152. ayetlerinde Rasulün, insanlara Allah’ın ayetlerini getirdiği, bu ayetlerin, insanları şirkten temizleyip onların yüce Allah’a nasıl ibadet edeceklerini öğrettiği bildirilmekte, bildirilip öğretilen bu ayetler doğrultusunda ibadet edilmesi istenmektedir.
Yüce Allah’a yapılacak ibadetin, namaz va sabırla olacağı 153. ayette bildirilirken devam eden 154-155. ayetlerde yüce Allah’a kulluğun ve bu kulluk sırasında karşılaşılacak durumlara sabredilmesi bildirilmektedir. Sabır gerektiren konular ise, Allah yolunda şehid olmak, açlıkla, korku ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle denenmektir. İşte bu nedenle bütün bu karşılaşılacak durumlara sabretmedilmesi tavsiye edilmektedir. Bakara, 151-155. ayetlerde belirtilen namaz, sabır, şehadet, karşılaşılan tüm imtihanlar ve musibetler, kulun, yüce Allah’ı zikretmesidir.
13- İbret almak: Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden dünyadaki olaylardan ve insanların kendilerini ilgilendiren konulardan ibret almaları hususu Kur’an’da zikir kelimesiyle belirtilmiştir.
“O ki, rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci gönderir, nihâyet onlar, ağır ağır bulutları yüklenince onu, ölü bir ülkeye yollarız; onunla su indirir ve türlü türlü meyvalar çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız, herhalde bundan ibret alırsınız (zikredersiniz).” (A’raf, 57)
“Savaşta onları yakalarsan, onlar(a vereceğin ceza) ile arkalarında bulunan kimseleri de dağıt ki ibret alsınlar (zikretsinler).” (Enfal, 57)
“Ona (Eyyüb’e) bizden bir rahmet olarak ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha armağan ettik ki, akıl sahipleri ibret alsınlar (zikretsinler).” (Sad, 43)
14- İman Etmek: İnsanların, gerçekleri kavrayarak yüce Allah’a yönelip iman etmeleri hususu da zikir kelimesiyle açıklanmıştır.
“İşte Rabbinin doğru yolu budur, Biz, iman (zikr)edecek kavim için ayetleri açıkladık.” (En’am, 126)
“Andolsun biz, Fir'avn ailesini tuttuk, iman (zikr)etsinler diye yıllarca kıtlıkla ve ürünleri azaltmakla sıktık.” (A’raf, 130)
“Kendilerinin her yıl bir iki defa sınandıklarını görmüyorlar mı! Yine de tevbe etmiyor, ibret almıyor (zikretmiyor)lar.” (Tevbe, 126)
“Onlar iman ettiler ve kalpleri Allâh'a iman (zikr)etmekle tatmin olur. İyi bilin ki kalpler ancak Allâh'a iman (zikr)etmekle tatmin olur.” (Rad, 28)
Dikkat edilirse, küfürde olan insanların iman etmeleri için ayetlerin geniş geniş açıklandığı bildirilmektedir. İman etmeyen bir kavmin, yüce Allah’ı zikretmesi, yani O’nu anması mümkün değildir. Bu nedenle ayetlerde geçen zikir kavramı, iman etmek anlamında kullanılmıştır. Fir’avn ailesinin iman etmesi hususu da zikir kavramıyla açıklanmıştır.
Rad, 28. Ayetinde de görüleceği gibi, kalbler ancak Allah’A iman etmekle bunalım ve sıkıntılardan kurtularak huzura kavuşuq yatışacaktır. Nitekim, En’am 125. Ayetinde ‘Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü (kalbini) İslam’a açar’ buyuralarak imanın kalbe yerleşmei anlatılmaktadır.
15- İtaat etmek: Kur’an’da, itaat etmek kavramının bir diğer ifadesi de zikir kavramıyla açıklanmıştır.
“Sen ve kardeşin, ayetlerimi götürün, bana itaat (zikr)etmekte gevşeklik etmeyin; Fir'avn'e gidin, çünkü o azdı.” (Taha, 42-43)
Yüce Allah (cc) Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (cs)’ı tebliğle görevlendirip Fir’avn’a göndermekte ve emrini yerine getirme hususunda kendisine itaat edilmesini isteyerek ‘bana itaatte (zikirde) gevşeklik etmeyin’ buyurmaktadır. Ayetteki zikir ifadesi, verilen görevin yerine getirilmesinde emre itaat edilmesi anlamında kullanılmaktadır.
16- Kıssa: kimi kıssaların anlatılması da zikir kavramıyla ifade edilmiştir. Hz. Zül-Karneyn(as)’dan verilen haber (kıssa) zikir olarak ifade edilmektedir.
“Sana Zulkarneyn’den soruyorlar; de ki ‘size ondan bir kıssa (zikir) okuyacağım.” (Kehf, 83)
17- Kitap: Kitap ifadesi de Kur’an’da bir çok ayette, zikir kavramıyla ifade edilmiştir.
“İşte bu sana okuduğumuz o ayetlerden ve hikmetli Kitap (Zikir)dandır.” (Al-i imran, 58)
“Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını elçi göndermedik; eğer bilmiyorsanız Kitap (Zikir) ehline sorun.” (Nahl, 43)
“Böylece sana geçmişlerin haberlerinden bir miktar anlatıyoruz; gerçekten sana katımızdan bir Kitap (Zikir) verdik.” (Taha, 99)
Bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere zikir kavramı Kitab anlamında kullanılmaktadır.
18- Konuşmak: Zikrin bir diğer anlamı da konuşmak, başkaları hakkında söz söylemektir.
“Dediler ki, onlar (putlar) hakkında konuşan (zikreden) bir genç işittik, kendisine İbrahim deniliyormuş.” (Enbiya, 60)
19- Kulluk yapmak: kur’an’da, yüce Allah’a kulluk yapmak kavramının diğer bir anlamı da zikir olarak ifade edilmiştir.
“Ki seni çok tesbih edelim ve sana çok kulluk yapalım (zikredelim).” (Taha, 33-34)
“Siz onlarla alay ettiniz, size, bana kulluk yapmayı (zikretmeyi) unutturdular; siz daima onlara gülüyordunuz.” (Mü’minun, 110)
“Kendilerini ne ticaretin, ne de alışverişin Allah'a kulluktan (zikirden), namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler; (onlar), yüreklerin ve gözlerin (dehşetten) ters döneceği günden korkarlar.” (Nur, 37)
20- Kur’an’ı Kerim: Kur’an’ı Kerim’in bir çok adı olduğu gibi, zikir kavramıyla ifade edilen bir başka adı daha vardır.
“Dediler ki: ‘Ey kendisine Kur’an (Zikir) indirilmiş olan, sen mutlaka cinlenmişsin!" (Hicr, 6)
“O Kur’an’ı (Zikri) biz indirdik biz; ve O'nun koruyucusu da elbette biziz! (Hicr, 9)
“Açık kanıtları ve Kitapları; sana da o Zikr'i indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın, ta ki düşünüp öğüt alsınlar.” (Nahl, 44)
“O beni, bana gelen Kur’an’dan (Zikirden) saptırdı; zaten şeytan, insanı yapayalnız ve yardımcısız bırakır.
“Rasul de: ‘Ya Rabbi, kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş bıraktılar demiştir.” (Furkan, 29-30)
21- Tevrat: Zikrin bir diğer anlamı da Tevrat’tır.
“Andolsun Tevrât'tan (zikirden) sonra Zebûr'da da: ‘Arza mutlaka iyi kullarım vâris olacak’ diye yazmıştık.” (Enbiya, 105)
Zebur’dan önce Kur’an’ın bildirdiği üzere, Tevrat vardı; bu nedenle ‘Arza mutlaka salih kullarım varis olacak’ ifadesi yazılan kitap, Tevrat’tır.
22- Mükafatlandırmak: Yüce Allah’a yapılan ibadetin karşılığı olarak da zikir kavramı kullanılmıştır.
“Öyle ise bana ibadet edin (zikredin) ki, ben de sizi mükâfatlandırayım (zikredeyim); bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara, 152)
Yüce Allah (cc), indirdiği ayetler doğrultusunda kendisine ibadet edilmesini istemekte, ibadet edenleri mükafatlandıracağını bildirmektedir. Ayette geçen ‘ben de sizi zikredeyim’ ifadesi “ben de sizi mükâfatlandırayım”dır. Buradaki zikir kavramı, bazı tarikatçı sapıkların iddia ettikleri gibi, sözlü olarak kendisini zikredenlere karşılık, onların isimlerini zikretmiyor; böyle bir iddia, cahilce bir iddia ve yüce Allah’a yapılan en büyük iftiralardan birisidir.
23- Namaz Kılmak: Zikir, namaz kılmak olarak da anlam kazanmaktadır.
“Rabbinizin lutuf ve keremini aramanızda sizin için bir günâh yoktur; Arafat(taki duruş)tan ayrılıp (Müzdelife'ye) akın edince Meş'ar-i harâm'da Allah'ı ibadet edin (zikredin), O'nun size gösterdiği biçimde O'na namaz kılın (zikredin). O'nun yol göstermesinden önce siz, sapıklardan idiniz.” (Bakara, 198)
Burada yüce Allah’ın gösterdiği şey namazın nasıl kılınacağıdır; ayette geçen ‘meşari haram’da Allah’a ibadet (zikir) edin’ buyruğundan sonra ibadetin nasıl gerçekleştirileceği verilmiş, ‘O’nun size gösterdiği şekilde namaz kılın (zikredin)’ denilerek yapılacak ibadetin şekli bildirilmiştir.
24- Okumak: Okuma kavramı, ‘karae’ ‘tilave’ kelimeleriyle ifade edildiği gibi, aynı şekilde zikir kavramıyla da ifade edilmektedir.
“Bir zaman da sizin sözünüzü almış, üzerinize dağı kaldırmıştık: ‘Size verdiğimizi kuvvetle tutun, içinde olanı okuyun (ziktedin) ki korunasınız,’ (demiştik). (Bakara, 63)
“Kitapta Meryem'i de oku (zikret), bir zaman o ailesinden ayrılıp doğu yönünde bir yere çekilmişti.” (Meryem, 16)
“Kitapta İbrâhim'i de oku (zikret); gerçekten o, çok doğru bir Nebiydi.” (Meryem, 41)
Ayetlerde ifade edildiği üzere, verilen kitabın okunup emirlerine tabi olunması ve böylece korunulması istenmekte, Kitab’ta Hz. Meryem (as) ve Hz. İbrahim (as)’ın okunması tavsiye edilmektedir. Bütün bunlar zikrin, okumak anlamında kullanıldığını göstermektedir. Yoksa sapık fırkaların iddia ettikleri gibi, buradaki zikir kavramı ‘adını söylemek’ şeklinde olsaydı o durumda, Kur’an’ın bu ifadesine dayanarak sürekli bir şekilde ‘Meryem, Meryem’ ya da ‘İbrahim, İbrahim’ denilmesi gerekirdi ki bu hem gülüç hem de şirktir, çünkü anılacak yegâne güç, yalnızca yüce Allah’tır.
25- Öğüt: Zikrin en fazla kullanılan anlamlarından biri de öğüttür; bu anlam, kimi yerde Kur’ani ayetlerin, kimi yerde kainattaki olayların ve düzenliliklerin öğüt olduğu şeklinde verilmektedir.
“Rasullerin haberlerinden, senin kalbini sağlamlaştıracak her şeyi sana anlatıyoruz; bunda da sana Hak ve mü’minler için bir öğüt (zikir) gelmiştir. (Hud, 120)
“Sen, buna karşılık onlardan bir ücret istemiyorsun; o, sadece bütün âlemler için bir öğüt (zikirdir).” (Yusuf, 104)
“Onlardan önce nice kuşakları helâk etmiştik ki onların tutuşu, bunlardan daha kuvvetli idi, yakalaması daha güçlü idi. Ülkelerde gezip dolaşmışlardı, ama bir kurtuluş buldular mı! Elbette bunda, kalbi olan yahut şâhid olarak kulak veren kimse için bir öğüt (zikir) vardır.” (Kaf, 36-37)
26- Öğüt almak: Kainattaki olaylardan, anlatılan kıssalardan ve Kur’ini ayetlerden öğüt almak hususu da zikir kavramıyla ifade edilmiştir.
“Müşrik kadınlarla, onlar iman edinceye kadar, evlenmeyin, (müşrik hür kadın), hoşunuza gitse dahi, iman eden bir cariye, müşrik (hür) kadından iyidir. Müşrik erkekler de iman edinceye kadar, onları (kadınlarınızla) evlendirmeyin; (müşrik erkek) hoşunuza gitse dahi, iman eden bir köle, müşrik adamdan iyidir, (zira) onlar ateşe çağırıyorlar, Allah ise izniyle cennete ve mağfirete çağırıyor. İnsanlara âyetlerini açıklıyor ki öğüt alsınlar (zikretsinler). (Bakara, 221)
“Bu indirdiğimiz ve uygulanmasını farz kıldığımız bir sûredir; öğüt (zikir) almanız için onda açık açık âyetler indirdik.” (Nur, 1)
27- Öğüt vermek: Kur’an’da öğüt almak gibi öğüt vermek de, zikir kavramıyla açıklanmıştır.
“Biz onların ne dediklerini biliyoruz, sen onların üstünde bir zorlayıcı değilsin, sadece tehdidimden korkanlara Kur'ân ile öğüt (zikir) ver.” (Kaf, 45)
“Ve öğüt (zikir) ver; elbette öğüt (zikir) vermek mü’minlere faydalıdır.” (Zariyat, 55)
28- Sevmek: Zikrin, geniş anlamının kapsamında sevmek fiili de vardır.
“Ben, mal sevgisini, Rabbimi sevmekten (zikretmekten dolayı) tercih ettim; nihayet bu atlar perde ile gizlendi.” (Sad, 32)
Hz. Süleyman (as), değer yargılarını yüce Allah’a olan sevgisine göre belirliyor ve mal sevgisini Rabb’ini sevmekten dolayı tercih ettiğini ifade ediyor. Bu nedenle, ayette geçen zikir kavramı sevmek anlamında kullanılmıştır.
29- Söylemek: Bir konuyu, başka birine söylemek de zikir kavramıyla ifade edilmiştir.
“(Uşak): ‘Gördün mü, kayaya sığındığımız vakit balığı unuttum; onu söylememi (zikretmemi) bana ancak şeytan unutturdu; (balık), şaşılacak biçimde denizin içinde yolunu tuttu’ dedi.” (Kehf, 63)
30- Şan, ün, nam: Şan, ün, nam ifadeleri de zikrin geniş anlamı içindedir.
“Andolsun, size, içinde şanınız (zikriniz) bulunan bir Kitap indirdik; aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Enbiya, 10)
“Senin şanını (zikrini) yükseltmedik mi?” (İnşirah, 4)
Vahyi esaslara tabi olmak, kişiyi yüceltir, şanına şan (ün) katar; yüce Allah (cc) insanlara, onların şanını yücelten kitabı indirdiğini bildirdiği gibi, Hz. Muhammed (as)’ı da vahiyle muhatap kılmakla yüceltmiş, şanını yükseltmiştir. İlgili ayetlerde geçen şan, ün, nam kelimeleri zikir olarak ifade edilmiştir.
31- Şeref: İnsanların yücelmesi, şeref sahibi olmaları, ancak Kur’an’a tabi olmaları ile mümkündür; yüce Allah (cc), Kur’an’ın insanlar için şeref olduğunu bildirmiştir.
“Eğer hak, onların keyiflerine uysaydı gökler, yer ve bunların içinde bulunan kimseler bozulur, giderdi. Biz onlara, şeref(zikir)lerini getirdik fakat onlar, şeref(zikir)lerinden yüz çeviriyorlar.” (Mü’minun, 71)
32- Şerefli: Zikir, şerefli anlamına da gelmektedir.
“Sad, andolsun şerefli Kur'an'a.” (Sad, 1)
“Biz onları şerefli (zikir) yurda hazırlayıp kendimize halis (kul)lar yaptık.” (Sad, 46)
Kur’an, insanların şerefini yükselttiği gibi, kendisi de şerefli bir kitabtır. Çünkü şerefli olan şeyler ancak insanın şerefini yüceltir. Nitekim Sad, 46. Ayette de, halis kulların şerefli (zikir) yurda hazırlandıkları bildirilmektedir.
33- Şükretmek: Yüce Allah’ın verdiği nimetlere ve ihsan ettiği her şeye şükretmek de zikir kavramıyla ifade edilmiştir.
“(Zekeriyya) ‘Rabbim, o halde bana (oğlum olacağına dair) bir alamet ver’ dedi. (Allah) buyurdu ki: ‘Senin alametin üç gün insanlarla işaretten başka türlü konuşamamandır; Rabbine çok şükret (zikret), (O'nu) akşam sabah tesbih et!” (Al-i İmran, 41)
“Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir vahiy (zikir) gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki (Allah) sizi, Nuh kavminden sonra, onların yerine hâkimler yaptı; üstelik, yaratılışta, size irilik verdi, Allâh'ın şükredin (zikkredin) ki kurtuluşa eresiniz.” (A’raf, 69)
Yüce Allah (cc), Hz. Zekeriyya (as)’a bir oğul lütfettiği için kendisinden şükretmesini (zikretmesini) istemektedir. Çünkü, verilen bir nimete ancak şükredilerek karşılık verilebilir. İşte bu nedenle, ayette geçen zikir ifadesi şükür olarak anlam kazanmaktadır.
34- Uyarı: Zikrin bir diğer anlamı da uyarıdır.
“Biz Hrıstiyanız diyenlerin de sözünü almıştık, ama uyarıldıklarından (zikirlerinden) pay almayı unuttular; bu yüzden kıyâmet gününe kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık; yakında Allah, onlara, ne yaptıklarını haber verecektir.” (Maide, 14)
“Kendileri yapılan uyarıları (zikirleri) unutunca, üzerlerine her şeyin kapılarını açıverdik; kendilerine verilenle sevince daldıkları sırada da ansızın onları yakaladık, birdenbire bütün umutlarnı yitirdiler.” (En’am, 44)
Kimi insanlar, zaman zaman çeşitli şekillerde uyarılırlar, yapmaları ve sakınmaları gereken hususlar ve bunlara riayet edilmemesi halinde, yapılacak şeyler bir uyarı şeklinde kendilerine hatırlatılır. İşte bu ayetlerde yüce Allah(cc), kimi insanları uyarmış, onların bu uyarıdan (zikirden) ders almamaları sonucunda ise onları helak etmiştir.
35- Vahiy: Zikir, Rasullere yüce Allah (cc) tarafından indirilen vahiy anlamına da gelmektedir.
“Korunup da merhamete uğramanız için, içinizden sizi uyaracak bir adam aracılığı ile bir vahiy (zikir) gelmesine şaştınız mı? (A’raf, 63)
“Kâfirler seni gördüklerinde: ‘Sizin ilahlarınızı diline dolayan bu mu?’ diye seninle alay ederler; oysa kendileri Rahmân'ın vahyini (zikrini) kabul etmiyorlar. (Enbiya, 63)
Yüce Allah (cc) rasulleri aracılığıyla kullarına vahyi (zikri) indirmiş, ancak bu vahyi kabul etmeyen kafirler, gelen rasullerle alay ederek vahiyden (zikirden) yüzçevirerek onu kabul etmemişlerdir.
36- Yol gösterme: Vahiy, uyarı, kitap ve Kur’an, insanları Hakka teslim olmaya çağıran zikrin kapsamı içine girince doğal olarak, yol gösterme anlamı da zikrin kapsamına girecektir.
“Andolsun biz, Musa'ya ve Harun'a Hak ve bâtılı ayırdeden ve muttakiler için bir nur ve yol gösterici (zikir) olanı verdik.” (Enbiya, 48)
Yüce Allah (cc) Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as)’a yol gösterici olan zikri verdiğini bildirmektedir. İbrahim, 5. ayette de, kavmini karanlıktan aydınlığa çıkarıp onlara Allah’ın ayetlerini hatırlatması için ayetlerle birlikte Hz. Musa (as)’ı gönderdiğini haber vermektedir.
37- Zekere kavramı: Tüm bu anlamları yanında zikirle aynı kökten gelen zekere, erkek (müzekker) anlamına da gelmektedir.
“Onu doğurunca Allâh onun ne doğurduğunu bilirken o şöyle söyledi: ‘Rabbim, onu kız doğurdum, erkek (zekere), kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytânın şerrinden sana ısmarlıyorum.” (Al-i İmran, 36)
“O yarattı iki çifti: erkeği (zekere) ve dişiyi.” (Necm, 45)
Sonuç olarak,
Yukarıda maddeler halinde verilen zikrin anlamları, tamamen Kur’an’dan çıkarılmıştır. Bu anlamlandırma yapılırken dikkat edilen husus; zikre verilen anlamın ayette geçen konu ile bütünlük sağlaması, siyak ve sibakına uygun olmasıdır. Zikir kavramına, Kur’ani çerçeveden bakıldığında, hemen tüm anlamlarının en az iki kez tekrarlandığı çok açık bir şekilde görülür.
Kur’an’dan, zikrin hangi anlama geldiği okundukça, her konuda olduğu gibi zikir konusunda da bidat ve hurafecilerin ve özellikle de tasavvufun ne korkunç tahrifat yaptıkları açık bir şekilde görülür. Aynı şekilde bugün, tasavvuf ehlinin müzikal bir şekle büründürdüğü ve popçuları gölgede bırakacak şekilde hareketler eşliğinde bir ibadet haline soktuğu anlamın Kur’an’da yeri bulunmadığı da net olarak anlaşılacaktır.
Tasavvuf ehlinin ve onlara yaranmaya çalışanların, İslami değerlere verdikleri zararın ve bu değerlere karşı gösterdikleri gizli düşmanlığın sorumluluğu ve günahı birinci derecede, İslâmcı yazar ve müfessirlerin, Samiri soylu belam ve aydın geçinenlerin üzerindedir. Bu konuda, gerçekleri apaçık bir şekilde ortaya koyup, sonucu yüce Allah’a havale ederken, bid’at ve hurafecileri ve onlara hakkı söylemekten çekinen çıkarcıları günahlarıyla başbaşa bırakıyoruz.
Biz “Rabbimize mazeret (beyan edebilmek) için belki de korunurlar” (A’raf, 164) diye hakkı ortaya koyduk ve koymaya devam edeceğiz inşaAllah. Biz, hakkı açıkça ortaya koyduğumuz sürece “Muttakiler üzerine, onların (sapıkların) hesabından bir sorumluluk yoktur, lakin hatırlatmak gerekir ki belki de korunurlar” (Enam, 69)
Kur’an’dan hareket edildiği zaman, bid’at ve hurafecilerin, Kur’an’dan ne denli uzak oldukları ve bu uzak oluşlarına rağmen Kur’an’ı ne denli tahrif ettikleri, apaçık bir şekilde görülebilmektedir. Bu nedenle, İslâmi esasların, gerçek anlamlarını net olarak öğrenebilmek için her durumda Kur’an’a başvurmak gerekir.
Kur’an, net olarak bilinmeden, ne İslâmi kavramlar, ne de yüce Allah’ın bildirdiği gerçekler gereği gibi öğrenilir. İslâmi kavramlar, aslına uygun bir şekilde öğrenilmeyince İslâm öğrenilmez, İslâm bilinmeyince de yüce Allah’a gereği gibi kulluk yapılamaz. Bu ise, insanların ziyana uğramasına ve helak olmasına neden olur. Bunun için yapılacak en acil ve önemli iş, iman eden her bireyin, özellikle Kur’an’ı çok iyi öğrenmesi ve bu öğrendiklerini en güzel örnek ve önder edindiği Rasulullah (as)’ın örnekliğine uygun yaşaması, imani bir gereklilik ve zorunluluktur.
Tasavvuf kesiminin çarpıttıkları zikir ayetleri
Kur’an’daki zikir kavramını çarpıtanların başında gelen tasavvufçular, zikir ifadesinin geçtiği ayetlerin, ne anlama geldiklerini bilmeden kavramı, yanlış anlamlandırarak kendi çarpık mantıklarına göre kullanmaktadırlar. İslâmi esaslara göre şirk ve küfür içerisinde bulunan tasavvufçular, içerisinde bulundukları şirk ve küfrü gizlemek için Kur’ani kavramları çarpıtarak kullanmaktadırlar.
Kur’an’ı anlamayan, Kur’an’dan ve Kur’ani esaslar doğrultusunda yaşamaktan uzak olan tasavvufçular, zikir ifadesinin geçtiği ayetleri, İslâm’da hiçbir yeri bulunmayan ayinlerine delil olarak vermektedirler. Oysa onların, istismar edip delil olarak vedikleri o ayetlerin, onların iddiaları ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Tasavvufçuların istismar edip anlamını çarpıttıkları ayetler:
“Öyle ise bana ibadet edin (zikredin) ki, ben de sizi zikredeyim (mükâfatlandırayım); bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara, 152)
“Onlar ki, iman ettiler ve Allah'ın zikriyle kalpleri mutmain oldu; iyi bilin ki kalpler, ancak Allâh'ın zikriyle mutmain olur.” (Rad, 28)
“Rabbinin adını zikret ve bütün gönlünle O'na yönel.” (Müzzemmil, 8)
Şimdi bu ayetleri, sırasıyla ihtiva ettikleri manalara göre okuduğunda, ortaya çıkan anlamın, tasavvufçuların iddiaları anlamlarla hiçbir ilgisi bulunmadığı görülecektir.
“Öyle ise bena ibadet edin (zikredin)ki, ben de sizi zikredeyim (mükâfatlandırayım); bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara, 152)
Bu ayet, kendisinden önce ve sonra gelen ayetler arasındaki bütünlüğü ortaya koymaktadır. Bakara, 151. Ayetinde, yüce Allah (cc) Rasulünü, ayetlerle göndererek şirkten nasıl temizlenileceğini, ibadetin (zikrin) nasıl yapılacağını bildirmiştir. Bu ibadetlerin, Rasul (as)’ın öğrettiği şekilde yapılmasını bildirmektedir.
“Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Rasul gönderdik.” (Bakara, 151)
Bakara, 151. ayetindeki “Size Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Rasul gönderdik.” hitabı, aynı surenin 239. ayetinde de geçmektedir.
“Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, yaya yahut binmiş olarak kılın; güvene kavuştuğunuzda, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'a ibadet edin.” (Bakara, 239)
Bakara, 152. ayette yüce Allah’a ibadet edilmesi istenmektedir; nitekim devam eden 153. ayette namazla (teslimiyetle) ve sabırla yüce Allah’tan yardım istenilmesini bildirmekte ve ancak bu durumda yüce Allah’ın kendileri ile beraber olacağını haber vermektedir.
“Ey iman edenler, sabır ve namazla (Allah'tan) yardım isteyin, muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153)
Yüce Allah’a ibadetin ve O’nu zikretmenin, nasıl ve nelerle yapılacağı devam eden ayetlerde açıkça ortaya konulmakta ve ancak bu durumlarda yüce Allah’ın, kullarını mükâfatlandıracağı ve onları kurtuluşa ulaştıracağı bildirilmektedir.
“Allah yolunda öldürülenlere, ‘ölüler’ demeyin; kesinlikle onlar, diridirler ama siz farkında olmazsınız.
Andolsun, sizi korku, açlık, mallardan canlardan ve ürünlerden eksiltmek gibi şeylerle deneriz; sabredenleri müjdele ki, onlara bir musibet eriştiği zaman: ‘Biz Allah içiniz ve O'na döneceğiz’ derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve hidayet bulanlar da onlardır.” (Bakara, 154-157)
Yüce Allah (cc), canları başta olmak üzere, mallarıyla ve diğer bütün değerleriyle ibadet ve kulluk edenleri, bu uğurda başlarına gelenlere sabredenleri, bela ve musibetlerle karşılaştıklarında bıkkınlık göstermeyip başlarına gelenleri metanetle karşılayarak ‘Biz Allâh içiniz ve biz O'na döneceğiz’ diyenleri mükâfatlandıracağını 157. ayette belirtmektedir. Bu da, “İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve hidayet bulanlar da onlardır.” müjdesidir.
Tasavvufçular, Bakara, 151-157. ayetlerini bir bütün olarak almadan, siyak ve sibakına bakmadan, sakat ve kasıtlı bir mantıkla, yalnızca ‘Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim’ bölümünde zikir olarak geçen ifadeyi sesli haykırış olarak almaktadırlar ki bunun, Kur’ani hiçbir delili bulunmadığı gibi, aynı zamanda gülünç bir iddiadır. Çünkü o mantığa göre yüce Allah (cc), kullarına kendisini zikretmelerini isterken, kendisi de onları aynı şekilde sesli olarak zikredecektir.
İnsanlardan bir kısmının iddia ettikleri sesli haykırışı ne Kur’an bildirmiştir, ne de Rasulullah (as) öğretmiştir. Ayetlerde bir bütün olarak ortaya konulan kulluğun nelerle ve nasıl olacağı apaçıl bir şekilde ortadadır. Bunları yapmayan tasavvufçular ve onların dümen suyunda giden bid’atçılar, ayetleri çarpıtarak kendilerince bir çıkış yolu bulmaya çalışmaktadırlar.
Kendisine kulluk yapmaları için yarattığı kullarını her vesile ile uyaran yüce Allah (cc), kulluk yapmayanları cezalandıracağını da bildirmektedir.
“De ki: ‘Duanız (ibadetiniz) olmadıktan sonra Rabbim sizi ne yapsın; yalanladınız, bu yüzden cezalandırılmanız gerekecektir.” (Furkan, 77)
Tasavvufçu ve bid’atçıların çarpıttıkları ikinci ayet, Rad suresinin 28. ayetidir; onlar, bu ayeti de siyak ve sibakına bakmadan çarpıtarak değerlendirmektedirler. Tabii ki bu çarpıtıcılara, Kur’an mantığından ve Tevhidi ilkelerden habersiz bazı meal yazarları da yaptıkları çevirilerle destek olmaktadırlar. İlgili ayetin aslı şudur:
“Onlar ki, iman ettiler ve Allah'ın zikriyle kalpleri mutmain oldu; iyi bilin ki kalpler, ancak Allah'ın zikriyle mutmain olur. İman edip salih amel yapanlara mutluluk ve güzel gelecek vardır.” (Rad, 28-29)
Bu ayetlerde, iman edenlerin kalplerinin, yüce Allah’ın indirdiği zikriyle yani Kur’an’la mutmain olduğu ve kalplerin ancak Allah’ın zikriyle mutmain olacağı bildirilmektedir. Rad suresinin 27. ayetinde kâfirlerin, alaycı bir üslup ile, ayet istedikleri, ancak yüce Allah’ın, bu alay edenleri saptıracağı ve ancak Kendisine yönelenleri hidayete ulaştıracağı belirtilmekte, 28. ayette de iman edip hidayete ulaşanların kalplerinin indirilen zikirle mutmain olduğu açıklanmaktadır. Bu zikrin, Kur’an olduğu devam eden ayette ortaya konulmaktadır.
“Seni de, kendilerinden önce nice milletler geçmiş bulunan bir millete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın; oysa onlar Rahmân'a nankörlük ederler. De ki: ‘O, benim Rabbimdir, O'ndan başka ilah yoktur, O'na tevekkül ettim ve tevbem ancak O'nadır.” (Rad, 30)
Yüce Allah’ın indirdiği Kur’an’ı anlamaktan, ona iman etmekten uzak kimseler, Rahman’ın zikrine tam teslim olmadıkları, Kur’an doğrultusunda hareket etmedikleri için, bu yüce Kitab’ın ayetlerini çarpıtmakta, Hakkı batılla bulamaktadırlar. Bunun sonucunda Kur’an’dan uzak bir inanca ve yaşantıya sahip olmaktadırlar.
Tasavvufçuların anlamını çarpıttıkları diğer bir ayette de Müzzemmil suresi, 8. ayetidir. İlk gelen ayetlerden olan bu ayetin de, bu saptırıcıların iddiaları ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü bu ayet, Tevhidi esasları insanlara duyuran Rasulullah (as)’ın, davet metodunu belirliyor ve nasıl hareket edeceğini bildiriyor.
“Muhakkak ki gündüz senin için uzun bir uğraşı vardır; Rabbinin adını an ve bütün gönlünle O'na yönel. (O) doğunun ve batının Rabbidir; O'ndan başka ilah yoktur, yalnız O'nu vekil tut.” (Müzzemmil, 8)
Bu ayet, insanları, çok zor şartlar altında, yüce Allah’a şirk koşmadan iman etmeye ve Tevhidi esaslara teslim olmaya insanları davet eden Rasulullah (as)’ın, daveti sırasında yalnızca yüce Allah’ın adına hareket etmesini istemektedir. Nitekim devam eden ayette, “(O) doğunun ve batının Rabbidir; O'ndan başka ilah yoktur, yalnız O'nu vekil tut.” buyurularak yalnızca yüce Allah’ı vekil tutmasını bildirmektedir.
“Rabbinin adını an ve bütün gönlünle O'na yönel.” davet sırasında yalnızca yüce Allah (cc) adına davetin yapılması,
“Rabbinin adını an ve bütün gönlünle O'na yönel.” Bütün zorluklar karşısında yalnızca O’na yönelinmesi,
“Rabbinin adını an ve bütün gönlünle O'na yönel; doğunun ve batının Rabbidir. O'ndan başka ilah yoktur,” yüce Allah’ın, doğunun ve batının, yani bütün kâinatın Rabb’i olduğunun duyurulması,
“Rabbinin adını an ve bütün gönlünle O'na yönel, yalnız O'nu vekil tut.” hiçbir güçten ve kimseden korkmadan yalnızca yüce Allah’ın vekil tutulması istenmektedir.
Şimdi bütün bu gerçekleri gözönünde bulundurmadan, Rasulullah (as)’ın, o zorlu günlerdeki mücadelesini, davet uğrunda başına gelen zorlukları, arkadaşlarının bu uğurda işkence görmelerini ve şehid edilmelerini bilmeden, tam cahilane bir mantıkla, “Rabbinin adını an ve bütün gönlünle O'na yönel.” ayetinin anlamını çarpıtıp sanki Rasulullah (as) o günlerde oturup “Allah Allah” diye zikretmiş gibi anlamak, şayet İslâmi esasları bozmaya ve Tevhidi ilkeleri gizlemeye yönelik sinsi ve hain bir düşünce değilse, bu apaçık bir şekilde cehalet, ahmaklık, küfür ve şirktir.
Kurani Mücahede: 2014-04-24
Bir yanıt yazın