Yaratılış gayesi, Rabb’ine kulluk olan insan, zaman içerisinde bu gayesini unutarak sapmış, Rabb’ine isyan ederek azmış, tuğyan etmiştir. Kur’an, Tevhidi esaslardan sonra ağırlıklı olarak en çok insanın tuğyan etmesi yani azgınlaşması üzerinde durur ve daha ilk sureden itibaren tuğyan edenlere dikkatleri çeker ve onların nasıl azgınlaşıp tuğyan ettiklerini bildirir.
“Kesinlikle insan azar, kendisini yeterli gördüğünde.” (Alak, 6-7)
Yaratılışı bir damla sudan olan, hiçbir şeye malik olmayan, aciz ve eksik olan insana, Rabb’i tarafından kendisine mal ve sermaye, akıl ve bilgi verilerek güçlendirilmiş, yaratılış gayesi bildirilmiş ve iki yol gösterilerek iradi olarak serbest bırakılmıştır. Ancak insan, kendi acziyetini unutarak kendisine verilen nimetleri Rabb’inin bildirdiği esaslara göre kullanmamış, aksine hareket ederek bu nimetlerle böbürlenmiş, insanlar üzerinde kendisini üstün görerek azgınlığı yol edinmiştir.
Kur’an, azgınlaşıp tuğyan ederek Rab’lerine isyan eden kimselerin örnekleri ile doludur. Kendisine ilim verilen ancak bu ilmi yerli yerince kullanmayıp azgınlaşarak aşağılık bir konuma düşen Belam ibn Baura, Allah’ın ayetlerini değiştirip çarpıtarak insanları şirke sokan Samiri, yüce Allah’ın verdiği malı, yerli yerince kullanıp infak etmeyerek azan Karun, elindeki mülk ve saltanatı ile insanlar üzerinde ilahlık taslayan Fir’avn ve yardımcısı Haman, kendisine gönderilen Tevhidi esaslardan yüzçevirip Rasulü inkâr eden Ebu Leheb, mal ve sermayeleri ile şımaran ve mallarından infak etmeyen bahçe sahipleri ve daha niceleri, Kur’an’ın örnek verdiği tuğyan etmiş kimselerdir.
Yüce Allah (cc), insanların bir kısmına bilgi, bir kısmına fiziksel özellikler, bir kısmına mülk (egemenlik), bazılarına da mal, evlat ve sermaye vermiş ve bunların nasıl kullanılacakları ile ilgili emirlerini bildirmiştir. Ancak kendilerine çeşitli nimetler verilen kimseler, verilen nimetleri, kendilerine bildirilen hükümler doğrultusunda kullanmayıp azgınlık (tuğyan) etmiş, küfre ve şirke düşmüşlerdir.
Azgınlığında sınır tanımayanların en zirvesinde hiç kuşkusuzdur ki, yüce Allah’ın gönderdiği ilahi hükümleri reddedip kendileri insanlar üzerine hüküm koyan kimseler bulunmaktadır. Bunlar, insanlar üzerinde tek otorite olarak kendilerini görmüşler, insanların kendilerine tabi olmalarını isteyerek ilahlık taslamışlardır.
Tarihsel süreçte, Rab’leri tarafından kendilerine gönderilen ilahi mesajı reddeden kimseler, Hakkı tavsiye eden elçilere karşı çıkmışlar, onlara ve iman edenlere baskı ve işkence yapmışlardır. Risalet tarihinde Tevhidi esasları inkâr edenler, genellikle toplumun önünde bulunan kimseler olmuşlardır. Kur’an, tarihsel süreçten günümüze kadar devam eden bu azgınlığın simgesi olarak Fir’avn’ı verir.
“Nasıl ki Fir’avn’e da bir elçi göndermiştik; Fir'avn, elçiye isyan etti. Biz de onu ağır bir yakalayışla yakaladık.” (Müzzemmil,16)
Fir’avn, azgınlığında sınır tanımayacak derecede azgınlaşmış, insanlar üzerinde kendisini ilah görecek derecede ileri gitmiştir.
“Fir'avn dedi ki: ‘Ey ileri gelenler, ben sizin için benden başka bir ilah bilmiyorum, ey Hâmân, haydi benim için çamurun üzerinde ateş yak(arak tuğla imal et de) bana bir kule yap, belki Mûsâ'nın ilahına çıkarım, çünkü ben onu (Mûsâ'yı) yalancılardan sanıyorum." (Kasas, 38)
“(Fir'avn ey Mûsâ): “Andolsun ki benden başka ilah edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan yapacağım’ dedi.” (Şuara, 29)
“Ben sizin en yüce rabbinizim’ dedi.” (Naziat, 24)
Fir’avn’ın bu azgınlığı, daha sonraki dönemlerde beşeri sistem ve ideolojiler yoluyla devam etmiş, günümüze kadar gelmiştir. Bugün beşeri sistem ve ideolojiler, azgınlıklarında, insanlar üzerinde ilahlık ve rablık taslamalarında Fir’avn’ı fersah fersah geride bırakmışlardır.
İnsanlar üzerine hüküm koymak, azgınlıkta sınır tanımamak, yüce Allah’a isyan edip tuğyan etmek ve ilahlık taslamaktır. Kendisinden başka ilah olmayan yüce Allah’ın öncelikle reddedilmesini istediği ve tağut olarak isimlendirdiği azgınlar bunlardır. Tağut olan sistemler ve onların idarecileri, hüküm koymakla ilahlık taslamışlardır. Bu nedenle yüce Allah (cc), daha ilk surelerden itibaren tuğyan edip ilahlık taslayan bu tağutların reddedilmelerini istemiştir.
Kendilerini, kanun koyucu olarak gören her kişi ya da sistem tağut oldukları gibi, aynı zamanda insanlar üzerinde ilahlık taslayan birer güçtürler. Bu nedenle birbirini tamamlayan tağut ve ilah kavramları insanlar tarafından çok iyi bilinmelidir ki reddedilebilsin.
Yüce Allah’a iman etmenin ilk ve en önemli aşaması hiç kuşkusuzdur ki, tağutu reddetmektir. Tağut reddedilmeden yüce Allah’a, O’nun indirdiği Kur'an’a, Tevhidi esaslara iman etmek, Müslüman olup yüce Allah’ı razı etmek mümkün değildir. Bu nedenle yüce Allah (cc), her millete rasuller göndererek tağuttan kaçınmalarını istemiştir. Çünkü tağuttan kaçınmadan yüce Allah’a iman edilmesi, O’na kulluk yapılması mümkün değildir.
“Andolsun biz, her millet içinde: ‘Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye bir elçi gönderdik. Onlardan kimine Allâh hidâyet etti, onlardan kimine de sapıklık gerekli oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuş!” (Nahl, 36)
İnsanlık tarihi boyunca, her dönemde yaşayan insanlara tağuttan kaçınmaları, tağutu reddetmeleri ve yüce Allah’a iman edip kulluk yapmaları için elçiler gönderilmiştir. Yani tağut, yüce Allah’a iman etmenin ve O’na kulluk yapmanın önündeki en büyük engeldir. Bu engel aşılmadan yüce Allah’ın belirttiği gibi sapasağlam iman ve Tevhid kulpuna yapışıp iman etmek ve O’na kulluk yapmak mümkün değildir.
“Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağutu reddedip Allah'a iman ederse, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allâh işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)
Kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Tağutu, yani yüce Allah’ın indirdiği esasları kabul etmeyip insanların hayatları üzerine kanun koyarak ilahlık taslayarak tuğyan eden beşeri sistemleri inkâr etmeyenler, yüce Allah’a iman etmedikleri için sağlam olan ve kopmayan Tevhid ve iman kulpuna sarılamazlar.
Kelime-i Tevhidin samimiyetle söylenmesi için öncelikle insanlar üzerinde ilahlık taslayan tağutun reddedilmesi gerekir ve ancak bu durumda yüce Allah (cc) tek ilah ve Rab olarak kabul edilebilir.
Tuğyanın nedenleri
İnsanın azgınlaşmasına yol açan en büyük etken, hiç kuşkusuzdur ki, insanın kendisini yeterli görmesi ve böbürlenmesidir. Daha ilk surede dikkatler, kendilerini yeterli görüp azgınlaşan kişilere çekilmektedir. İnsanların, kendilerini hangi konuda nasıl yeterli gördükleri hususu ise, devam eden surelerde çok açık bir şekilde ortaya konulmaktadır.
Zaman içerisinde yaratılış gayesini unutan bazı kimseler, kendilerine Rab’leri tarafından verilen nimetlerle azgınlığın zirvesine ulaşmışlar, Rabb’lerine isyan etmişlerdir. Bu isyan, kimi zaman Rabb’lerini unutup kendisi rablık taslamak şeklinde tezahür ederken, kimi zaman kendilerine gönderilen Tevhidi esasları inkâr şeklinde kendisini göstermiş, kimi zaman da kendilerine bildirilen ilahi mesajı, yani Hakkı batılla karıştırmak, bir kısmına inanıp bir kısmını terk etmek şeklinde olmuştur.
İnsanlardan bazıları, kendilerine gönderilen Tevhidi esasları kabul etmeyip inkâr ederek azgınlaşırlarken bazıları da kendilerine verilen değişik nimetleri kendilerinden bilmişler, zaman içerisinde kendilerine verilen nimetlerin asıl sahibi (rabbi)nin kendileri olduklarına inanmışlardır.
Diğer bir kısım kimseler de verilen nimetleri, kendilerine belirlenen ilahi esaslara göre kullanmayarak Rab’lerine isyan etmişler, azgınlaşıp tuğyan etmişlerdir. Diğer bir kısım kimseler de kendilerine bildirilen Tevhidi esasları terk edip hevalarını ölçü edinerek azmışlardır.
Kur’an’da örnekleri verilen azgınların, hemen tümünün birebir örnekleri günümüz dünyasında da oldukça çoktur. Bu azgınlardan bazıları, Allah’ın kulları üzerine hüküm koyarken, kimileri de Haman, Belam ibn Baura ve Samiri gibi Hakkı batılla karıştırarak azgınlaşan tağuti sistemlere fikirleri ile yardımcı olmuşlar ve olmaktadırlar. Bu Samiri soylu belamlar, yüce Allah’ın kesinlikle reddedilmesini istediği tağutu ve idarecilerini, halka şirin gösterecek şekilde gerçekleri saptırmışlar, şirk ve küfrü normal birer fiil gibi insanlara ve takipçilerine sunmuşlardır.
Günümüzde, tağut denilince ilk akla gelen beşeri siyasi sistemler ve onların idarecileridir. Yüce Allah’ın indirdiği ilahi mesaja alternatif olarak ortaya çıkan kapitalist ve sosyalist düşünceler ve bunların türevleri olan Kemalizm, faşizm ile bu ideolojileri destekleyen toplumlar, yüce Allah’a apaçık bir şekilde hasım kesilmişlerdir. Bu ideolojilerle idare edilen ülkeler ve bu ideolojileri benimseyen ve onlara destek olan ülke halkları, yüce Allah’a açıkça isyan edip tuğyan etmişler, şirk ve küfre girmişlerdir.
Gerek birey bazında mal ve bilgi ile, gerekse ülke bazında ideolojik sapıklıklarla azgınlaşan kişi, yönetim ve toplumlar, yüce Allah’a döneceklerini unutarak azgınlıklarını günden güne arttırmaktadırlar. Yüce Allah (cc), siyasal kimliklerine, ideolojilerine, azgınlık derecelerine bakmadan tüm tağutların reddedilmesini istemektedir.
İnsanın tuğyan etmesi, yalnızca kendisine gönderilen ilahi mesajı reddetmesi değildir. İlahi mesajı kabul eden bazı kimseler, daha sonra ilahi mesajı terkederek ya da kendi hevalarına göre değiştirerek azmışlardır. Bunların tipik örnekleri, Hz. Musa (as)’ın kavminden olan Samiri ve A’raf suresinde kendisinden sözedilen Belam ibn Baura’dır adlı kişidir.
“Onlara şu adamın haberini de oku: Kendisine âyetlerimizi verdik de onlardan sıyrıldı, çıktı, şeytân onu peşine taktı, böylece azgınlardan oldu. Dileseydik elbette onu o âyetlerle yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu, tıpkı şu köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu kıssayı anlat, belki düşünür(öğüt alır)lar.” (A’raf, 175-176)
“(Mûsa): ‘Ey Sâmiri, ya senin amacın nedir?’ dedi. (Sâmiri): ‘Ben dedi, onların görmediklerini gördüm. Elçinin eserinden bir avuç aldım da attım; nefsim bana böyle hoş gösterdi.” (Taha, 95-96)
Samiri, elçinin getirdiği mesajı, günümüz Belamlarının yaptıkları gibi Hakkkı batılla karıştırarak azgınlaşırken, Hz. Musa (as)’ın kavminde olan Belam ibn Baura, kendisine verilen ilmi terkedip hevasının peşine takılarak tuğyan etmiştir.
Azgınlaşıp tuğyan eden başka bir kısım kimseler de; yüce Allah’a inandıklarını iddia etmelerine rağmen, insanları Allah yolundan saptırmak için çalışanlardır. Bunlar, günümüzde ağabey, üstad, şeyh vb. isimlerle insanların önüne çıkıp İslâm adına, İslâm ile ilgisi bulunmayan şeylerle insanları saptırıyorlar.
Şeyh, hoca ve ağabey olan belamlar ile onlara bu dünyada kayıtsız şartsız teslim olan takipçileri, kıyamet günü, birbirlerini inkâr edecek ve birbirlerine düşman olacaklardır. Dünyada söz söyletmedikleri, uğrunda gerektiğinde canlarını vermeye hazır oldukları, mallarını peşkeş çektikleri ağabey, efendi ve şeyhleri ile Kıyamet günü araları açılacak, birbirlerine düşman olacak ve birbirleri için azap dileyecekler.
Yüce Allah’ın rızasına dayanmayan her dostluk, geçici, sahte ve yüzeyseldir; gerçeklerle karşılaşıldığı anda bu tür dostluklar yıkılıp gidecek düşmanlığa dönüşecektir. İşte o hesap gününde bu sahte dostlar birbirlerine düşman olacak, ancak o gün birbirlerine düşman olup ayrılmaları onları kurtarmayacaktır.
Günümüzde, vakıf, tarikat, parti ve derneklerde yuvalanan Samiri soylu hoca, ağabey, şeyh ve benzerlerinin peşinde giden kimselerin, o dehşetli gün gelmeden önce, Rab’lerinin kendilerine gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılarak hükümlerine teslim olmaları, bu belamların propagandalarını yapmamaları, yazı ve sözlerine itibar etmemeleri gerekir. Çünkü onlar, hiçbir zaman Hakka yönelip doğruyu söylemezler. Bu nedenle yüce Allah (cc), onların yalancı olduklarını bildiriyor.
“Doğrusu biz, onlara hakkı getirdik, onlarsa yalancıdırlar.” (Mü’minun, 90)
O halde bu yalancılardan, doğru bir söz de sadır olsa, bunları dinlememek, onların söz ve yazılarını yayınlamak yoluyla propagandalarını yaparak şirk ve küfürlerine ortak olmamak ve bunlardan yüzçevirmek gerekir.
Kur’ani gerçekliklere rağmen, tağutu ve tağuti sistemleri benimseyenler, tağuti sistemlerin izin ve icazeti ile kurulmuş parti, dernek ve vakıflardaki Samiri soylu belamları benimseyip dinleyenler, apayrı bir din olan tasavvufa tabi olanlar, kendi elleri ile kendi azaplarını satın almışlar, cehennemi hak etmişlerdir.
Ramazan Yılmaz: 2013.03.10
Bir yanıt yazın