Türkiye her mahkeme salonunda, yargılamayı yapan heyetin arkasında, yargılanan kişi ve dinleyicilerin ise tam karşısında koca koca puntolarla “Adalet mülkün temelidir” yazar. İslâm’a ait olan bu söz ile verilen mesajın, mahkemede yargı yapan hakim ve savcılara yönelik olmadığı muhakkak; çünkü mahkeme heyeti, mahkeme salonundaki bu yazıya sırtını dönmüş oturduğu gibi yaptıkları uygulamalarda da bu söze pek de kulak vermedikleri anlaşılıyor. Mahkeme salonlarındaki bu yazı ile ancak yargılanan insanların gözlerinin içine sokulurcasına ‘burada adalet var’ imajı oluşturulmaya çalışılıyor.
Adalet, ancak adil olan kimselerin yapabilecekleri bir şeydir; insanın, adil olabilmesi de ancak belli değerlere ve güçlü bir inanca sahip olması ile mümkündür. Değerlerini yitirmiş, belli bir inanca sahip olmayan kimselerin, adalet yapmaları elbette mümkün olmayacaktır.
İslâm’dan alınmış olan “Adalet Mülkün Temelidir” ifadesi, Allah’ın hükümleri ile hükmetmeyen, zulüm ve adaletsizlik üzerine bina edilen tağuti Kemalist sistemin mahkeme salonlarına göstermelik olarak konulmuştur. Temeli zulüm ve adaletsizliğe dayanan bir küfür sisteminin mahkemelerinin adalet yapması elbette mümkün değildir. Bu zulümden nasiplenerek bu mahkemelerde yargılanmış yüzbinlerce insandan biri olarak ben de bu zulmü yakından müşahede ettim.
Adalet, tağuti küfür sisteminin işgal ettiği yerlerin değil, yüce Allah’ın mülkünün temelidir. Yüce Allah (cc), mülkünde zulüm ve adaletsizlik istemediği için elçilerini adaleti sağlayacakları kitaplarla göndermiştir.
“Andolsun biz elçilerimizi açık kanıtlarla gönderdik ve onlarla beraber Kitabı ve (adalet) ölçü(sün)ü indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler…” (Hadid, 25)
“Yarattıklarımız içinde, doğrulukla hakka götüren ve hak ile adâlet yapan bir ümmet de vardır.” (A’raf, 181)
Yüce Allah (cc), iman edenlere adil olmalarını emretmekte ve onlardan, hiçbir şekilde adaletten sapmamalarını istemektedir. Bu nedenle adaleti ancak yüce Allah’a gerçekten iman eden kimseler yapabilir.
“Allah adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emreder, fahşa(kötülük etmek)ten, münker(fenalık)den ve bağy(azgınlık)den meneder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir.” (Nahl, 90)
“Allah, size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size böylece ne güzel öğüt veriyor. Doğrusu, Allah işiten, görendir.” (Nisa, 58)
Yüce Allah (cc), yalnızca hükmedenlerin değil, şahitlik yapanların da adil olmalarını istemekte, bunun imani bir zorunluluk olduğunu bildirmektedir. Şahitlik yapanlar, hiçbir şekilde ve şartta duygularına kapılarak hareket etmezler, insanların aleyhinde yalan şahitlik yapmazlar.
“Ey inananlar, Allah için adaletle şahidlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya yakışan budur. Allah'tan korkun, kuşkusuz Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.” (Maide, 8)
“Ey iman edenler, adaleti tam yerine getirerek Allah için şahidlik edenler olun, kendinizin, ana babanızın ve yakınlarınızın aleyhinde bile olsa, zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah, ikisine de daha yakındır; öyle ise keyfinize uyarak doğruluktan sapmayın. Eğer (gerçekleri) eğip bükerseniz ya da doğruyu söylemezseniz, muhakkak ki Allah yaptıklarınızı bilir.” (Nisa, 135)
İslâm, önce insanı yetiştirir, sonra bu insandan sorumluluklarını yerine getirmesini ister. Bu nedenle İslâm toplumunda zulüm ve adaletsizlik, adam kayırma, kişiye göre muamele olmaz.
İslâmi mahkemelerde Müslüman hakim ve savcılar, yargıladıkları kişileri, makamlarına, ünvanlarına ve konumlarına göre değil, suç unsuruna göre yargılar, adil olan şahitleri dinler, delilleri toplar, yargılanan kişiler, kendi aleyhlerinde bile olsa doğruyu söylerler ve ondan sonra hüküm verirler. İşte bu nedenle İslâm’da “Şeriatın kestiği parmak acımaz” sözü vardır.
İslâmi mahkemelerde, yargılama yapanlar da yargılananlar da, kendilerinin üstünde yüce Allah’ın gözetleyici olduğunu ve konuşup yaptıkları her şeyin, yüce Allah (cc) indinde kaydedildiğini ve bunlardan mutlaka hesaba çekileceklerini bilirler ve ona göre hareket ederler.
İslâm devletinde hakim ve savcılar, görevlerini ibadet bilinci ile yaparlar ve bunda herhangi bir yanlışlığın, kendilerine büyük bir sorumluluk getireceğini bilirler. Bu nedenle onlar, hiçbir etki altında kalmadan yargılama görevlerini yerine getirirler. Müslüman hakim ve savcılar, ancak Allah’ın hükmü ile hükmederler ve bunun dışında bir hüküm vermelerinin kendilerini küfre sokacağını bilirler.
“… (Ey hakimler), insanlardan korkmayın, benden korkun ve benim ayetlerimi az bir paraya satmayın! Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte kâfirler onlardır!
O (Hak Kitabı)nda onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas yazdık. Kim bunu bağışlar(kısas hakkından vazgeçer)se o, kendisi için keffâret olur ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse işte zâlimlerdir.” (Maide, 44-45)
Yüce Allah (cc), hem davalılara, hem davacılara ve hem de hakimlere uyarılarda bulunarak hiçbir nedenle adaletten sapmamalarını emretmiştir.
“Mallarınızı, aranızda batıl ile yemeyin; bile bile insanların mallarından bir kısmını günah bir biçimde yemeniz için onları hakimlere vermeyin.” (Bakara, 188)
İslâm, her konuda olduğu gibi adalet konusu üzerinde de hassasiyetle durur ve iman edenlere, adaletten ayrılmamalarını bildirir. Oysa beşeri sistemlerde, her konuda olduğu gibi adalet konusunda da tam bir zulüm ve çürümüşlük sözkonusudur.
Beşeri tağuti sistemlerde adalet yoktur
Yüce Allah’a isyan ve zulüm üzerine kurulu beşeri tağuti sistemlerde adalet kavramı ancak sözel olarak bulunmakta, adaletten hiçbir eser bulunmamaktadır. Bu nedenle beşeri tağuti sistemlerde insanlar, iman ettikleri sistemden sürekli olarak şikâyet ederler ve bu sistem içerisinde hiçbir şekilde huzur bulamazlar.
Anadolu’yu işgal eden Kemalist tağuti sistemin, zulüm ve zorbalığa dayalı yönetimi altında yaşayan tüm insanlar, istisnasız bir şekilde huzursuz ve mutsuzdurlar. On yılda onbeş milyon bozuk nesil yetiştirmekle övünen Kemalist sistemin yetiştirdiği zulüm mahkemelerinden, bugün sistemin koruyucuları bile rahatsız ve huzursuzdurlar.
İşali altındaki topraklarda, işgal günlerinden bugüne kadar, halkın inanç değerlerine savaş açan, nesli ve kültürü bozan Kemalist zorba sistemin koruyucularının, kendi yetiştirdikleri bozuk nesilden bugün rahatsızlık duymalarını anlamak mümkün değildir.
Kemalist zorbalığın, yetiştirdikleri ve kendileri ile övündükleri bozuk nesil, bugün kendilerini yetiştirenlerin aleyhlerine dönmüş ve onları yargılıyor. Onlar, rüzgar ektiler, şimdi fırtına biçiyorlar ve bu fırtına kendilerini de içine alınca bundan rahatsızlık duyuyorlar.
Kurulduğu günden bugüne kadar, hakim ve savcılarını talimatlarla çalıştıran, onlara direktifler verip ne yapacakları konusunda yönlendiren Kemalist sistem, bugün yetiştirdiği hakim ve savcılara kendi yavrularını kurban vermektedir.
Kemalist sistem, Anadolu’yu ilk işgal günlerinde, istiklal adı altında kurduğu cinayet mahkemeleri ile binlerce Müslümanı ve alimi, sorgusuz sualsız bir şekilde mahkum edip darağıcılarda sallandırmış, daha sonraki yıllarda, halkın seçtiği kendi başbakanını yine sorgusuz sualsiz bir şekilde asabilmiştir.
Temeli zulüm üzerine bina edilen sistemin mahkemelerinde görevli savcı ve hakimler, ilk yıllarda talimatlarla hareket ettikleri gibi günümüze kadar bu alışkanlıklarını sürdürmüşler ve talimatlarla hareket etmeyi sürdürmüşler, kendilerine direktifler verenlerin isteklerine göre kararlar vermişlerdir. Bu gerçeği, sisteme iman edenler bizzat kendileri dile getirmektedirler.
“Türkiye’de yargının sorunu denince hep yasa değişikliğinden söz edilmektedir. Oysa yargının baş sorunu memurlaştırılmış yargıçlardır.” (Çetin Aşçıoğlu, Yargıtay Onursal Üyesi)
“Hakim ve savcılar, brifinglerle şartlandırılmaya müstehâk görülmüş. Onlar da buna rıza göstermişler ki, işte bu tam bir kâbus! Hatta inanılır gibi değil ama gazetelerde Yargıtay mensuplarının aynı birifingi ikinci defa almak talebinde bulundukları ve tabii Genelkurmay’ca bunun böyle memnuniyetle karşılandığı yazıldı…” (Prof. Mustafa Erdoğan)
Talimatlarla karar vermeye alışmış Kemalist sistemin yargı mensupları, 28 şubat sürecinde Genelkurmayda, bir kurmay albaydan aldıkları talimatlarla yargılama yapıyor, insanları dinleme gereği bile duymadan mahkum ediyorlardı. O günlerde, DGM’de iki, ağır cezada iki ve asliye cezada da iki olmak üzere, tam altı kez bu engizisyon mahkemelerindeki zulmü ve talimatlarla hareket edişlerini bizzat müşahade etmişimdir.
İddia sahibi savcılar ve yargılayan hakimler, beni doğru dürüst dinleme ve kendilerine verdiğim onca yazılı ve sözlü ifadeleri değerlendirme gereği duymadan, zerre kadar insani bir duygu bile hissetmeden, hakkımda önceden kararlaştırdıkları ya da kendilerine dikte edilen kararlarını verebildiler
Ne de olsa “Can çıkmayınca huy çıkmaz”, Kemalist sistemin yargı mensupları, bu talimat alma alışkanlıklarını hâlâ devam ettiklerini son Balyoz davasında açık bir şekilde gösterdiler.
Daha önce önlerinde diz çöküp oturdukları, talimatlarıyla hareket ettikleri, korkularından tiril tiril titredikleri Kemalist sistemin generallerini, aynı sistemin başbakanından aldıkları talimatlarla mahkum ettiler.
Kemalist sistemin başbakanı Erdoğan, yargı mensuplarına talimat verdiğini, gizleme ihtiyacı bile hissetmeden, bütün basının önünde açık bir şekilde açıkladı. BDP milletvekillerinin, kendilerine milletvekili olmalarını sağlayan silahlı yandaşları ile sarmaş dolaş olup öpüşmelerinden hareketle Erdoğan, “Biz mecliste gereğini yapacağız, yargıya da söyledim, onlarda gerekeni yapacaklar” diyerek yargı mensuplarının talimatlarla hareket ettiklerini açıkça ifade etti.
Kemalist sistemin yargı mensupları, tıpkı sistemin başbakanı gibi, gücü ellerinde bulunduranların önünde eğilip bükülüyorlar. İstiklal dedikleri cinayet mahkemelerinde de, Yassıada’da sistemin başbakanını idama mahkum ederlerken de, ondan sonraki tüm dönemlerde de, bugün de hep güçlünün emrine göre hareket ettiler, etmektedirler. İşte böyle bir yargı sisteminde adalet mefhumu olabilir mi hiç? Elbette olmaz, olamaz. O halde yapılması gereken şey, mahkeme salonlarındaki “Adalet Mülkün Temelidir” ifadesinin derhal kaldırılarak yerine “Güç, bu mahkemelerin temelidir” ifadesinin getirilmesidir.
Ramazan Yılmaz: 2012.09.24
Bir yanıt yazın