Beşeri sistemlerin en belirgin özelliği, sınırları belli, gelecek hakkında bilgisi olmayan, dar ve kısıtlı olan insan duygularına dayanması, vahiyden uzak, kıt düşünen aklın ürünü olmasıdır. İşte bu nedenle bu sistemler, kanun koyucuları henüz hayatta iken kokuşmaya, çürümeye ve sallanmaya başlar. Bu durum, Marksizm, Faşizm, Sosyalizm, Kapitalizm ve bu sistemlerden kopya edilmiş Kemalizm gibi bütün beşeri sistemler için aynıdır.
Beşeri sistemler, çürümüşlüklerini, kokuşmuşluklarını ve her an yıkılmak üzere olan varlıklarını gizlemek ve yıkılışlarını önlemek, zorba sistemlerini devam ettirmek için üzerinde egemen oldukları halkları, çeşitli baskılarla sindirirler. Yakın tarihimizde Balkan ülkelerini, Kafkasya’daki toplumları, Beyaz Rusya ile Asya ülkelerini ve nihayet Çin’i kasıp kavuran, oradaki halklara kan kusturan kızıl Komünizm, Almanya ve İtalya’yı insanlara zindan eden Faşizm, onca zorbalıklarına rağmen kısa bir süre içerisinde, arkalarında onlarca acı ve ıstırap bırakarak tarih sahnesinden silinip layık oldukları tarih çöplüğüne atıldılar.
Anadolu topraklarını seksen yıldan fazla bir zamandan beri işgali altında tutan ve en az Komünizm ve Faşizm kadar halk düşmanı, despot ve baskıcı olan, Anadolu’yu işgal ettiği günden bugüne kadar, baskı ve zorbalıktan, hırsızlık ve soygunculuktan, şiddet ve terörden başka bir özelliği bulunmayan Kemalist diktatörlük de, tıpkı kopya edildiği Komünizm ve Faşizm gibi, her an yıkıldı yıkılacak duruma gelmiş bulunmaktadır.
İnsanlık düşmanı, ateist inkârcı Kemalist zorbalık, aslında kopya edildiği sistemler olan Komünizm ve Faşizm kadar bile dayanamayıp döktüğü masum Anadolu halkının kanı içerisinde çoktan boğulacak, iğrenç, kirli ve kanlı bir leke olarak tarih çöplüğünde kendisini bekleyen öncülerinin yanına defolup gidecekti. Ancak dikta sistemi, bugün hâlâ Anadolu halkı üzerinde terör estiriyor, soygun ve hırsızlığına devam ediyorsa bu, piyonluğu iş edinen Erbakan ve Erdoğan gibi İslamcı müşriklerin, Baykal ve Karayalçın gibi solcu münafıkların, Bahçeli ve Ağar gibi milliyetçi ikiyüzlülerin, Demirel ve Mumcu gibi ne oldukları belli olmayan kimliksizlerin küçücük bir çıkar uğruna bu eli kanlı, 80 yıllık bozuk zorba sisteme piyon olmalarından ve her türlü onursuzluğa boyun büküp sistemin isteklerini yerine getirmelerinden ve Anadolu halkının bu kanlı zorba sisteme başkaldırışlarını önlemelerinden dolayıdır.
Kemalist zorbalık, piyonlar kullanarak zulüm üzerine bina edilen baskı ve zorbalığa dayalı varlığını sürdürüyor. Zorba sistem, piyonlarını yalnızca İslamcılardan değil Marksistlerden, liberallerden, Milliyetçilerden ve hemen tüm katmanlardan almış, bunları sistemin önemli kademelerinde görevlendirerek gerek gördüğü zamanlarda bu piyonlarını kullanmış/kullanmaktadır. Sistemin belli makamlarına oturtulan piyonlar, hiçbir zaman kendi iradeleri ile hareket etmemiş, sistemin perde arkasında duranların istekleri ile hareket etmişler, onların buyruklarını yerine getirmişler/getirmektedirler.
Cumhurbaşkanlığından başbakanlığına, parti başkanlığından dernek başkanlığına, anayasa mahkemesinden yerel mahkemelere, en küçük idare biriminden cumhuriyet başsavcılığına kadar sistemin hemen tüm kurumları, kişilikli kendi iradesi ile hareket eden gerçek kişiler tarafından değil sistemin oynatıp hareket ettirdiği kuklalar, piyonlar tarafından yönetilmektedir. İşte örnekleri:
Yargıdaki piyonlar:
Anayasa (Kukla Engizisyon) Mahkemesi
Yüksek mahkeme adı verilen bu mahkeme, direktiflerle hareket eden, generallerin istekleri doğrultusunda kararlar veren aslında cüce ve piyon bir mahkemedir. Birçok kararında, Kemalist zorba generallerin talepleri doğrultusunda hareket eden bu cüce kukla engizisyon mahkemesi, Tayip Erdoğan’ın stepne başbakanı, Amerika dışişleri bakan yardımcısının Türkiye temsilcisi Abdullah Gül’ün, cumhurbaşkanı seçileceği 2007 yılında, piyon Sabih Kanadoğlu adındaki eski bir başsavcı bozuntusunun ortaya attığı “cumhurbaşkanı seçilmek için 367 oy gereklidir” iddiası doğrultusunda, zorba Kemalist generallerin tehditlerine uygun hareket ederek karar vermiştir.
Cüce kukla engizisyon mahkemesinin eski başkanı Tülay Tuğcu, Kemalist generallerin kendilerine yaptıkları tehdit ve baskıları, emekli olduktan sonra anlatırken, piyonluk yaptıklarını itiraf etmiş, ancak baskı altında verdikleri kararları torunlarına anlatamayacaklarını ifade etmiştir. Kendilerine yapılan baskıları itiraf enlerden biri de cüce kukla engizisyon mahkemesi, şimdiki başkanı Haşim Kılıç’tır. Kılıç, kendilerine 367 kararı için verilen talimatları, bu konudaki gerekçeli kararında şu ifadeleri ile itiraf ediyor.
“Anayasa'nın 138. maddesi 'Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez' der. Bu zorunluluğa rağmen karar öncesi kimi kişi, kurum ve mercilerin mahkemeyi etkilemeye dönük söylemlerini onaylamak mümkün değildir.
Çatışma tehdidi: Mahkemenin kendi istekleri doğrultusunda karar vermemesi halinde ülkenin bir iç çatışmaya sürükleneceği biçimindeki ifadeler, yargıcın vicdani kanaatinin oluşmasını doğrudan hedef alan bir eylem biçimidir, bu tür davranışlar demokratik hukuk devletinde onaylanması mümkün olmayan sorumsuzluklardır.” Radikal/28.06.2007
Haşim Kılıç’ın bu itirafları da gösteriyor ki, dikta rejiminin generalleri, cüce kukla engizisyon mahkemesi’nin kararları üzerinde belirleyici olmuşlar ve istedikleri kararı, bu cüce mahkemeye çıkartmışlardır. Haşim Kılıç, katıldığı bir konferansta da üzerlerindeki baskılardan dolayı nasıl korktuklarını aşağıdaki gazete haberinde verildiği gibi şöyle açıklıyordu.
“Haşim Kılıç, anayasalardaki değiştirilemez ilkelerin tartışıldığı uluslararası konferansı kutlarken Türkiye’de demokrasinin halini de özetledi: Bu önemli konuyu konuşmaya cesaret edebilir miyim bilmiyorum… Bilkent Üniversitesi’yle bir Alman vakfının konferansına katılan Kılıç, “Anayasa Mahkemesi’nin yıldönümünde ben de bu konuyu işlemeyi düşündüm ama cesaretim yeter mi endişeliyim.” (Taraf – İstanbul – 11.11.2008)”
Yargı üzerinde zorba Kemalist generaller tarafından sayılamayacak kadar çok baskı vardır. Zorba generallerin 28 Şubat 1997 kararlarından sonra dikta rejiminin generalleri, yargı mensuplarını genelkurmaya toplamış, onlara yerlere diz çöktürüp bir kurmay albayı vasıtasıyla ne yapacakları, verecekleri kararları nasıl verecekleri konusunda yönlendirmiştir. Daha sonraları aynı zorba sistem, generalleri vasıtasıyla yargı mensuplarını, belli kararlar konusunda nasıl hareket edecekleri ile ilgili yönlendirmişlerdir. İşte bu konuda bir başka örnek, cüce kukla engizisyon mahkemesinin piyon üyelerinden birinin zorba sistemin generallerinden nasıl talimat aldıklarının apaçık delili:
Basında çıkan haberler, bu kukla engizisyon mahkemesinin papazlarında, zorba generallerin piyonlarından birisinin, Kemalist generallerden, başörtüsü ve 367 oy konusunda nasıl talimat aldığını kamuoyuna duyuruyorlardı. “Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt, önceki gün Org. Başbuğ ile üç kere görüştüğünü söylemişti” (Zaman/15 Haziran 2008)
İnternette yayınlanan bir ses kaydında da, genelkurmay eski başkanı İsmail Hakkı Karadayı adındaki orgeneral, memuru olduğu hükümetin kendisine verdiği yetkiyi hükümete karşı kullanarak, cüce kukla engizisyon mahkemesi’nin piyon üyelerini ve Erkan Mumcu ile Mehmet Ağar gibi kullanılabilir piyonları tehdit ederek onlara: “367 kararını çıkartmazsanız, ordu yönetime el koyacak” diyerek cumhurbaşkanlığı seçimini engellemeye çalışmıştır. Aynı zorba general, Şemdinli’yi kana bulayan katillerin de arkasında olduğunu, ar ve haya duygusundan uzak bir şekilde ifade edebilmiş, mahkemeyi etkilemiş ve görevli savcının görevine son vermesini sağlamıştır.
Yerel Mahkemeler
Türkiye’de mahkemelerin bağımsız olduğu her vesile ile anlatılır, ancak yaşanan gerçekler bu iddiaların kocaman bir yalan olduğunu ortaya koyar. Üyeleri genelkurmaydan direktifli, telefonlarla yönlendirilen, talimatlarla kararlar alan üyelerin olduğu mahkemelerin bağımsız olduğu yalanına, bu kukla mahkemelerin bugüne kadar verdikleri kararları gören halktan inanan hiç kimse bulunmamaktadır. Aşağıda verilen örnekler bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.
Genelkurmay eski başkanı İsmail Hakkı Karadayı adındaki orgeneralin, Şemdinli’de kitabevini bombalayan katillerinin arkasında olduğunu iddianamesinde belirten Van cumhuriyet savcısı Ferhat Sarıkaya, genelkurmay direktifli çalışan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, tarafından görevinden ihraç edilmiştir. Görevini yapan savcı Sarıkaya’nın meslekten ihraç edilmesi karşısında kendileri de zorba generallerin önünde elpençe duran Amerikan Kuklaları Partisi (AKP) hükümeti, darı yemiş karga gibi sessiz kalmış, bu zulmü adeta alkışlamıştır.
Türkiye’deki mahkemelerin hatır için, ideolojik farklılıklar nedeniyle ya da aşağıdaki haberde de belirtildiği üzere rüşvetle karar verdikleri neredeyse tüm toplum tarafından biliniyordu. Bu gayri ahlaki, gayri insani ve adaletsiz duruma, özellikle 28 Şubat 1997’den bu yana Kemalist zorba generallerin tehdit ve şantaj dolu emirleri de eklendi. Bugün Türkiye’deki mahkemelerde görev yapan savcı ve hakimler, önlerindeki yasalarla ya da kendi vicdani kanaatleriyle değil, Kemalist zorba generallerin emirleri doğrultusunda hareket eden piyonlardır.
'Rüşvetle tahliye' soruşturması büyüyor: 14 avukat gözaltında İzmir 10. Ağır Ceza Mahkeme Başkanı A.K.'nin tutuklandığı rüşvet dalgası büyüyor. Özel yetkili savcı'nın talimatıyla başlatılan Yengeç operasyonunun ikinci perdesi dün yapıldı.” (Zaman/27.11.2008)
Son Ergenekon terör örgütü davasında artık iyice ayyuka çıktığı üzere mahkemeler, Türkiye’de ancak yoksul ve kimsesiz insanları yargılamak için görev yapmaktadırlar. Herkesin gözü önünde cereyan ettiği gibi, her türlü yolsuzluğa, kanunsuzluğa çete ve mafya ilişkilerine karışmış, ülkeyi kana bulamaya, ülkede kaos ve anarşi çıkarmaya, masum insanları öldürmeye çalışan ve birçoklarını da öldüren zorba Kemalist generaller, tutuklandıkları günün ertesinde, çeşitli dalaverelerle serbest bırakılmakta, mahkemeye çıkartılmadan evlerine gönderilmektedirler.
Ülkedeki her türlü gayri meşru işlerin ve ilişkilerin içerisinde yeralan zorba Kemalist generaller, yakalandıklarında devreye hemen zorba arkadaşlarını sokarak mahkeme üyelerini tehdit ettirmekte, ya da generallerin hakim oldukları GATA (Gülhane Askeri Tıp Akademisi) hastahanesinde düzenlenen yalancı raporlarla piyon mahkemeler zorba generalleri serbest bırakmakta ve böylece yaptıkları gayri meşru işler ve akıttıkları masum insanların kanları, şimdilik, zorba generallerin yanlarına kâr kalmaktadır.
Ergenekon terör örgütünden sanık generaller, yakalandıktan hemen sonra, çeşitli baskılarla serbest bırakılmakta, ya da genelkurmayın kendilerine destek vererek onları pervasız hale getirmektedir. Burnunu yargının işine sokmayı alışkanlık haline getiren ve sicili oldukça kabarık olan şimdiki genelkurmay başkanı İlker Başbuğ adlı orgeneral, üst düzey bir subayı vasıtasıyla bu sanık generalleri ziyaret ettirmiş, böylece yargıya gözdağı vermiştir. Aynı general, daha önce de cüce kukla engizisyon mahkemesi’nin papaz üyelerinden Osman Paksüt adlı piyonu üç kere ayağına getirterek ona başörtüsü ve cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 oy konusunda nasıl tavır alacağını dikte ettirmişti.
Bu zorba orgeneral, şimdide memuru olduğu başbakan ile her Perşembe görüşüyor, her görüştüğünde Ergenekon terör örgütü sanıklarından olan generalleri bir bir tahliye ettiriyor. Memurum dediği genelkurmay başkanlarından talimat almaya alışık kukla başbakan da memurları olan orgenerallerin hatırını kırmayarak isteklerini, bir emireri titizliği ile derhal yerine getirmektedir. Tıpkı daha önce genelkurmay eski başkanı, Şemdinli katillerinin hamisi orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın emirleri doğrultusunda 150’den fazla milletvekilini yeniden aday göstermediği, Abdullah gül’ün cumhurbaşkanlığına “Artık ben karışmıyorum” dediği gibi.
İnternette yayınlanan ses kayıtlarında, bağımlı yargının, Ergenekon terör örgütü zanlısı Şener Eruygur adlı orgenerali nasıl tahliye ettiği, bizzat orgeneralin karısı Mukaddes Eruygur tarafından itiraf ediliyor ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemelerini kastederek "12 ve 14. Mahkemeler bizden" diyor. Ergenekon sanığı Org. Hurşit Tolon da 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nce tahliye edilmişti.
Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere Ergenekon davasının da artık cılkı çıktı. İçerisinde halen muvazzaf generallerinin de olduğu, kukla piyon mahkemelerin bunlara dokunmadığı, genelkurmay başkanının çete mensubu orgeneralleri koruduğu bir davanın sonunun ne olacağı şimdiden bellidir.
Ergenekon şemasında adları geçen orgeneralleri korkudan gizleyen, hakim ve savcıları genelkurmaydan brifingli olan, genelkurmayın emriyle hareket eden, mafya ve çetelerden yana olan mahkemelerin olduğu bir ülkede bağımsız, tarafsız ve adil mahkemelerden söz edilebilir mi hiç? Durum bu olunca da artık ülkede bağımsız oldukları iddia edilen mahkemelerin açıkça bağımlı oldukları ve adalet yerine zulmü mülkün temeli haline getirdikleri ortaya çıkıyor.
Amerikan Kuklaları Partisi (AKP)’ye kapatma davası açan Yargıtay cumhuriyet başsavcısının da Kemalist generallerin uzaktan kumanda etmeleri ile dava açtığını bütün Türkiye duydu ve gördü. Bir Yargıtay eski başkanının da ifade ettiği gibi cüzdanı ile vicdanı arasına sıkışmış yargı mensupları, şimdi de Kemalist zorba generallerinin silahları ve tehditleri önünde piyonluk yapmaktadırlar.
Siyasi Piyonlar:
Anadolu’yu işgal ettiği günden bugüne kadar kimlerin milletvekili olacağını belirleyen zorba sistem, bu alışkanlığını her dönem milletvekili seçiminde tekrarlamış ve halen de tekrarlamaktadır. M. Kemal, meclisin oluşumuna direk müdahale etmiş, milletvekili seçilecek kişileri bizzat kendisi belirlemiştir.
M. Kemal, kendi işyerine eleman alır gibi milletvekili seçilecek kişileri önce test ettikten ve bu adayların, kendisinin 8 Nisan 1923'te yayınladığı '9 Umde' (İlke) adı verilen bildiriyi kabullendiklerini öğrendikten sonra milletvekili adaylıklarını kabul ediyordu.
O dönemde, seçime katılıp milletvekili adayı olmak isteyenler, 9 ilke'yi kabul ettiklerini M. Kemal'e bildirmek zorundaydı; ancak onun onayından geçenler Halk Fırkası'na kabul edilerek, aday olabiliyordu. Bu, bir yerde milletvekili(!) seçilecek kişilerin önce M. Kemal’e biat etmeleri, ona bağlı kalacaklarına, onun sözünden çıkmayacaklarına ve onun her dediğini yapacaklarına dair yemin edip kesin söz vermeleri demekti.
İşgalci rejimin meclisine milletvekili olarak girmek isteyenler, her dönemde, tıpkı M. Kemal döneminde olduğu gibi, önce parti başkanlarının onayını aldıktan ve onların istekleri doğrultusunda çalışacaklarına dair söz verdikten sonra milletvekili adayı olabiliyorlar. Bu kişiler, milletvekili seçildikten sonra parti başkanlarının isteklerine parmak kaldıran, onların istekleri doğrultusunda hareket birer eleman gibidirler. Aksine hareket edenler, ya partilerinin disiplin kuruluna verilerek partiden ihraç edilmekte, ya da bir dahaki seçimde aday gösterilmemektedirler. Tıpkı, Amerikan Kuklaları Partisi (AKP)’de olduğu gibi.
Amerikan Kuklaları Partisi (AKP) başkanı R. T. Erdoğan, 22 Temmuz seçimlerinde, eski milletvekillerinden 150’den fazlasını yeniden aday gösterememiştir. Bunun nedeni, bu eski milletvekillerin, zaman zaman Kemalist generallerin hoşlanmayacakları sözler sarf etmeleridir. Bu durum, 22 Temmuz seçimlerinden önce Erdoğan’ın, genelkurmay başkanı ile yaptığı gizli görüşmede bu generale nasıl bir taahhütte bulunduğunun apaçık göstergesidir. Erdoğan, o görüşmede, memuru olduğunu iddia ettiği genelkurmay başkanı İsmail Hakkı Karadayı’ya bu milletvekillerini 22 Temmuz seçimlerinde yeniden aday göstermeyeceğine dair söz vermiş ve bu sözün gereğini de yapmıştır.
Yeni seçilecek milletvekilleri, mensup olduğu parti başkanının isteklerine göre hareket eden ve onun sözünden çıkmayan birer kukladan başka bir şey değildirler. Bu durum, bütün milletvekilleri için geçerlidir. Çünkü hiçbir milletvekili, grubunun, daha doğrusu mensup olduğu parti başkanının izni olmadan hiçbir toplantıya giremez, parti başkanının isteğinden başkasını onaylayamaz.
Parti başkanları da piyon olma konusunda milletvekillerinden farklı değildirler; rejimin temel felsefesini kabul etmiş, rejime muhalefet etmeyecek ve eleştirmeyecek kişiler ancak parti başkanı olabilirler. Tabii ki bir de zorba rejimin koruyucusu oldukları iddia edilen Kemalist generallerin sözünden çıkmayacak kişiler olmalıdır parti başkanları. Basında yayınlanan, genelkurmay eski başkanı Karadayı’ya ait olduğu Karadayı tarafından da kabul edilen ses kaydı bu söylediğimizin apaçık bir örneğidir.
“Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen ve ortam dinlemesiyle elde edildiği belirtilen ses kaydında ise şu ifadeler yer aldı: Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmesi için 367’yi bulamazlarsa bu iş katiyetle bitiyor. Mumcu, zaten teklifi yapan pez… kendisi. Ben şeye girme dedim, cumhurbaşkanlığı seçimine kesinlikle girme dedim. Girmedi o olmadı. O girseydi seçiliyordu. Abdullah Gül olmadı. Gaye oydu. Abdullah Gül olmayınca seçime gidecekti. Fakat bu bana şeyi söyledi cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesini istiyorum dedi. Bu dedim sakıncalı, yok efendim o ısrar etti. Hava yapmak için bunu teklif etti. AKP’de üzerinde atladı. 367’yi bulamazlarsa katakulliye gidiyor. Ben bir kişiye daha telefon ettim sakın girmeyin diye. İşte bazı bir iki milletvekiline halk partiden oraya geçmiş olanlara.
ASKER TEMİZLER
Genelkurmay’ın düşünmesi lazım. Bu işi bir tek silahlı kuvvetler artık temizler. Eğer şu seçimlerde de başarılı olunmazsa, Silahlı Kuvvetlerin halletmesi lazım. Bunlar yani cumhurbaşkanlığına kadar kendi adamlarından biri gelir, gene seçimlerde de ekseriyetle başa geçerlerse o zaman asker temizler bunu.” (Basındaki Karadayı’nın ses kaydı)
Daha önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, Türkiye’de üniformalı demokrasi olduğundan bu küstah generaller, demokratik her harekete açık, ya da ses kaydında görüldüğü gibi, gizli olarak müdahale etmektedirler. İşin en acı yanı ise bu generaller, düşman gördükleri başörtülü, sakallı Anadolu insanının çocuklarının silahları gölgesinde Anadolu insanına saldırıyor, bu Anadolulu çocukların koruması altında Donkişot’ça kahramanlıklarda bulunuyorlar.
Görevde bulundukları dönemde, düşman oldukları inanan Anadolu insanının çocuklarının silahları gölgesinde her türlü eşkıyalığı yapan, insanları katleden zorba Kemalist generaller, emekli olduklarında, son Ergenekon terör örgütü davasında görüldüğü gibi, hastahane hastahane dolaşarak kaçacak delik arıyorlar ve ne kadar zavallı olduklarını ortaya koyuyorlar.
Karadayı’nın ses kaydında yer alan “Ben bir kişiye daha telefon ettim sakın girmeyin diye.” dediği kişi de DYP başkanı Mehmet Ağar’dır. DYP eski milletvekillerinden ümmet Kandoğan’ın, ifade ettiği gibi, DYP başkanı Mehmet Ağar’a da, Erkân Mumcu’ya telefon edildiği gibi aynı şekilde telefon edilmiş ve cumhurbaşkanlığı seçiminde meclise girmemeleri için telkinde bulunulmuş ve bunlara büyük mükâfatlar verileceği vaat edilmiştir.
Ses kaydında dikkat edilirse Karadayı, Erkân Mumcu’dan pez.. diye bahsediyor. Eh piyonlarda şahsiyet olmadığı için bu tür hakaretleri hak ediyorlar. Bu nedenle de bu hakaretlere karşı suspus oluyorlar. Zaten böyle kimseler şahsiyetli olsalar piyon olamazlar, piyonluğu kabul edemezler. Piyonlara kullanıcıları tarafından yapılan her hakaret onlar için iltifattır.
Parti başkanlarının tümü piyondurlar; daha önce üçlü koalisyon kuran Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz da aynı piyonluğu yapmış kişilerdi. Kişilik noktasında iflas eden, Kemalist generallerin gölgesinden çıkmayan, askeri müdahaleden medet uman, Susurluk soruşturmasını, zorba generallere ucu dayanıyor diye “Devlet Sırrıdır” diyerek hasıraltı eden Mesut Yılmaz, zavallı bir piyon, kişiliksiz bir kukla, askerin gölgesinde olan bir zavallıdır.
“Avrupa Parlamentosu'nda düzenlenen bir oturumda parti kapatmayı savunan Mesut Yılmaz'ın 'Ordu kışlasına dönemez' sözleri herkesi şoke etti. Salondaki Türkler utandı” (Zaman /19 Haziran 2008)
Kuklalığı kendisine iş edinmiş, piyon olmaktan utanmayan M. Yılmaz gibi zavallılardan parti başkanı, başbakan, cumhurbaşkanı olsa ne çıkar. Bunlar, her yerde kişiliksiz ve piyondurlar. Bunların idare edecekleri ülke de ancak kendileri gibi emperyalizmin ve Batı’nın kuklası ve piyonu olur.
Devlet Bahçeli, yüzlerce gencin, milliyetçilik davası uğruna, sağ-sol davası yüzünden pisi pisine ölümüne neden olan Bahçeli ve benzerleri, karşı oldukları Ecevit ile koalisyon kurmuş, Rahşan Ecevit tarafından kendilerine yapılan onca aşağılama ve hakaretlerine karşı sessiz kalmış, efendilerinin kendilerinden istedikleri koalisyonu her şeye rağmen sürdürmüştür.
Bahçeli ve yandaşları, Kemalist zorbaların istekleri doğrultusunda, Ecevitlerin hakaretlerini sineye çekmiş, düşman gördükleri solcularla sarmaş dolaş olmuşlardır. Eh Türkiye’deki siyasetçiler, efendilerinin istekleri sözkonusu olduğunda milliyetçilikleri, sağcılıkları, solculukları, İslamcılıkları vs. iflas ediyor, kendilerine verilen rolü oynuyorlar.
Deniz Baykal, hiç kuşkusuzdur ki, zorba Kemalist generallerin elindeki en gülünç piyonlardan, en şahsiyetsiz kuklalardan biridir. Cahiller Hizip Partisi (CHP) başkanı Baykal, dikta rejiminin muhtaç olduğu dönemlerde baş tacı yaptığı, 30 Ağustos kutlamalarında protokol koltuklarına oturttuğu Tayip Erdoğan’ın, İslâm literatürüne göre Dar’ün Nedve (müşriklerin meclisi) olan küfrün meclisine girmesi için, zorba Kemalist generallerin istekleri doğrultusunda dokuz takla atıp her şeyi yapmış, ancak daha sonra yine zorbaların istekleri ile küfür rejimini düze çıkaran ve zorbaların artık istemedikleri, kendi demokratik dindaşı T. Erdoğan’a düşman kesilmiştir.
Aşağıdaki gazete haberinde de verildiği üzere, cumhurbaşkanlığı seçimine kadar rejimin her dediğini yapan T. Erdoğan, cumhurbaşkanı adayı konusunda zorba generallerle ters düşmüştür. Her ne kadar daha sonra genelkurmay başkanı Karadayı’ya, Dolmabahçe sarayında, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmayacağına dair söz verdi ise de, Gül’e söz geçiremediği için bu sözünü yerine getirememiştir. Olanlarda bundan sonra oldu zaten. Avrupa Parlamentosu'nda düzenlenen bir oturumda konuşan Mesut Yılmaz, Amerikan Kuklaları Partisi (AKP)’nin durumunu açıklarken şu gerçeği ifade ediyordu.
“Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar laikliğe ters düşecek bir şey yapmadılar. Ancak cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi adaylarını dayattılar, uzlaşmayı reddettiler. Bu da krizin başlangıç noktası oldu.” (Zaman /19 Haziran 2008)
İşte bu krizde zorba generaller, piyon olarak kullandıkları Cahiller Hizip Partisi (CHP) başkanı Baykal’ı devreye sokmuşlardı, ancak atı alan Abdullah Gül çoktan Çankaya’ya tırmanmış ve küfrün son kalesine Hayrünnisa Hanımın Başörtüsü çekilmiş, küfrün son kalesi de İslamcıların eline geçmişti.
Ellerindeki tüm kaleleri kaybeden Kemalist zorbalar, bir taraftan yargıyı kullanıp piyonları Yargıtay cumhuriyet başsavcısı eliyle cüce engizisyon mahkemesini devreye sokarlarken, diğer taraftan bazı generallerini kullanarak Ergenekon terör örgütünü kurdular. Ancak görülen o ki, her iki tarafta da çuvalladılar, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar.
Basın,
Türkiye’de basın, halkın değerlerini yansıtan, halkı gerçeklerle aydınlatan, doğruları yazan bir iletişim aracı değil, Kemalist zorbalığın borazanlığını yapan, zorba generallerin basın bildirilerini yayınlayan, onlara şakşakçılık yapan bağımlı bir organdır. Türk basını, Taraf Gazetesini hariç tutacak olursak, ülkede cereyan eden ve Kemalist zorbalar tarafından gerçekleştirilen onca gayri meşru olayları, kanunsuz uygulamaları, hırsızlık ve soygunları, korkudan ortaya çıkaramıyor, halkı bunlardan haberdar edemiyor.
Her ne kadar Kemalist zorbalığın borazanlığını yapmasalar da İslamcı basın, susan dilsiz şeytan misali korkularından Kemalist zorbalığın pisliklerini yeterince ortaya çıkaramıyor, gerektiği kadar cesaretli olamıyor. İslamcı basın, birkaç hakaret yazısıyla Kemalist zorbalığa karşı olduklarını sanıyor, ancak demokratik dinin partilerinden olan Amerikan Kuklaları Partisi (AKP)’nin borazanlığını yaparak dikta rejimine başka bir şekilde hizmet ediyor.
Türkiye’nin bugün içerisinde bulunduğu geri kalmışlığın, emperyalizme ve Batı’ya kuyruk oluşunun temel nedeni, Kemalist zorba generallerin her konuya burunlarını sokmaları, yargıyı, siyasetçileri ve basının çok büyük bir kısmını piyon olarak kullanmaları, hırsızlıkları ortaya çıkacak, çıkarları bitecek diye ülkenin gelişmesine karşı çıkmalarıdır.
Anadolu insanı için en büyük ve tek problemin Kemalist zorbalık olduğunu anlattığımızda, sistemi yeterince kavramayan bazı kimseler, ne yapacaklarını, kime oy vereceklerini soruyorlar. Onlara, sorunun partiler değil rejimin bizzat kendisinin sorun olduğunu, partilerin, dikta rejimine piyon olduklarını, hangi parti olursa olsun, piyon olmadan hayatiyetlerini sürdüremeyeceklerini, hayatiyetlerini sürdürebilmeleri için mutlaka gerçek kişilerinden sıyrılıp piyon olmaları gerektiğini, bunun birçok örneğini bugüne kadar görmemize rağmen piyonların son örneği Amerikan Kuklaları Partisi (AKP)’dir.
Amerikan Kuklaları Partisi (AKP)’nin yöneticileri, dikta rejimine hizmet etmek uğruna, daha önce yarım yamalak inandıkları bütün değerleri reddetmiş, biat ettikleri Erbakan’ı bile makam mevki uğruna tanımamışlar, ne menem olduğu belli olmayan milli görüş gömleklerini çıkarıp atmışlardır.
Türkiye ve Anadolu insanı, bugüne kadar ne çekti ise Kemalist zorbalığa piyonluk yapan şahsiyetsiz kuklalardan çekmiştir. Dikta sistemi, bu piyonlar olmadan bir gün bile yaşamaz; kendiliğinden yıkılmasa bile Anadolu halkı tükürüğünde boğar atar, yerle bir eder. Dikta rejiminin yıkılmasına engel olan bu şahsiyetsiz piyonlardır. Ancak piyonlar, ne kadar engel olsalar da zorba rejimi yok olmaktan kurtaramayacaklardır. Allah’ın izniyle dikta rejiminin yıkılacağı o gün uzak değildir. Yeter ki Anadolu insanı, kendi öz iman değerlerine sarılsın, Rabb’inin ayetlerine gereği gibi iman etsin.
“Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, Allâh'ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra üstün gelmeğe çalışanlar böyle değildir. Zulmedenler, yakında nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir!” (Şuara, 227)
Ramazan Yılmaz: 2009.02.19
Bir yanıt yazın