Tevhid-şirk, Hak-batıl mücadele tarihi boyunca, Hak-batıl taraftarları, seçimlerini ve mücadelelerini, kabul ya da inkârlarını, dostluk ve düşmanlıklarını çok açık bir bilgi ve bilinç içerisinde yapıyorlardı. Kur’an, Tevhid-şirk taraftarlarının mücadelelerini verirken onların, üzerinde bulundukları yolu bilinçli bir şekilde seçtiklerini de bildiriyor.
Tarihi süreçte Tevhidi esasları kabul eden Müslümanlar, neyi, niçin kabul ettiklerini, bu kabulün kendilerine ne kazandırıp ne kaybettireceğini, kimleri dost bilip kimleri karşılarına alacaklarını çok iyi biliyor ve saflarını ona göre belirliyorlardı. Onlar, iman ettikleri esasların kendilerinden ne istediğini, bu uğrunda nasıl bir fedakârlıkta bulunacaklarını, iman edişleri nedeniyle başlarına nelerin gelebileceğini bilerek iman ediyorlardı.
Risalet tarihinde Tevhidi esaslara iman edenler, bilinçli bir şekilde iman ettiklerinden karşılaştıkları onca baskı, zulüm ve işkenceye, çektikleri acılara rağmen, iman ettikleri esaslardan zerre kadar taviz vermemiş, doğru bildikleri Hak yolda canları pahasına mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Onlar, Tevhidi esasları anlatıyor, insanları, Tek bir ilaha iman etmeye çağırıyor, onlara iyiliği emredip onları kötülüklerden men ediyorlardı.
“Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız! Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve onunla birlikte iman edenler: ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyecek olmuşlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 214)
Bu ve benzeri ayetler, Tevhidi esaslara iman edenlerin, her dönemde başlarına gelen sıkıntıları, çektikleri acıları ve gördükleri işkenceleri açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Tarihi süreçte, Tevhidi esasları reddeden bir kimse de, küfür ve inkârını bilinçli bir şekilde yapıyor, neyi reddettiğini, kayıp ve kazancını, dost ve düşmanlarını ona göre belirliyor, safını ona göre bilinçli olarak seçiyordu.
“Biliyoruz, onların dedikleri seni üzüyor, gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler bile bile Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar.” (En’am, 33)
Risalet tarihinde, vahyi esasların kabul ve reddinin bilinçli yapılmasının nedeni, vahyi esasların, indiği dönem insanlarının kullandıkları dille ve anladıkları kavramlarla nazil olmasıydı. Bu nedenle onlar, ilahi mesajın kendilerini neye davet ettiğini çok iyi biliyorlardı. Bu süreç, son peygamber Hz. Muhammed (as)’a kadar devam etti.
İlk dönem Müslümanları, Kur’an’ı saf ve berrak anlamaları sonucunda Tevhidi esasların mücadelesini yaparak Asr-ı Saadet diye ifade edilen Altın Çağı meydana getirmişlerdir. Ancak ilk Müslümanların oluşturdukları Altın Çağ, o dönemle sınırlı kalmış, daha sonra böyle bir nesil ve çağ meydana gelmemiştir.
Tevhidi bilinçten uzaklaşma nedenleri
1- İslâm’dan rahatsızlık duyan müşrik, münafık ve fasıkların, İslâmi kavramları kendi hevalarına göre değiştirip yorumlamaları, Tevhidi ilkelerden sapmaları.
2- İslam düşmanı olan Yahudilerin, bilinçli bir şekilde İslâmi kavramların anlamlarını değiştirip çarpıtmaları, İslâm adına yeni kavramlar üretmeleri, yalan hadis uydurmaları ve İsrailiyat olan birçok konuyu tefsire sokmaları.
3- İslâmi kavramların netliğinden rahatsızlık duyan sultanların, kral ve idarecilerin, bu netliği bozmaları ve anlamlarını kendilerine göre yorumlamaları, İslâm’da olmayan kavram ve ifadeleri İslâm literatürüne sokmaları, kendi saltanatlarını koruma adına uydurdukları bid’at ve hurafeleri İslâm’a sokup baskı ile insanlara kabul ettirmeleri.
4- Asıl itibarı ile İslâm dışı olan ve İslâm ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi bulunmayan tasavvufun, kendisine özgü gayri İslâmi ifade, slogan ve kavramları İslâm’a mal etmesi, İslâm adına yeni terimler uydurması ve mensuplarını, Kur’an’dan ve Kur’ani esaslardan uzaklaştırıp kendisine ait slogan ve kavramlara yönlendirmesi.
5- Krallara ve idarecilere yaranmak isteyen bazı kimselerin, kral ve idarecileri rahatsız eden Kur’ani gerçekleri gizlemeleri, bu konudaki kavramları çarpıtmaları.
6- Beşeri tağuti sistemlerin izni ile kurulan vakıflardaki Samiri soylu belamların, Tevhidi esasları gizlemeleri, Kur’ani kavramların anlamlarını değiştirip vahyi gerçekleri olduğundan farklı yorumlamaları.
7- İslâm’ın net anlaşılmasından çıkarları bozulan çevrelerin, İslâmi ıstılahların ve kavramların gerçek manalarını gizleyip değiştirerek kendilerine göre yorumlamaları.
8- İslâm’a sonradan giren toplumların, eski gelenek, görenek, kültür ve alışkanlıklarını terk etmeden İslâm’ı kabul etmeleri, daha sonraki dönemlerde bu kültür ve geleneklerinin İslâm’dan olduğunu sanmaları.
9- Kur’ani esasları, Tevhidi ilkeleri yeterince bilmeyen kimselerin, İslâmi birçok konu ve kavramı, kendi hevalarına göre değiştirmeleri, İslâmi esasları yaşadıkları ortamlara uydurmaya çalışmaları.
10- Toplumun önünde bulunan ve toplum tarafından âlim oldukları sanılan kişilerin, İslâmi yozlaşmaya karşı sessiz kalmaları, bu kişilerin, İslâm adına yazdıkları kitap ve makalelerinde, Kur’ani kavram ve ıstılahlar yerine halkın gelenek ve kültürlerine yer vermeleri, İslâm dışı kültür kalıntılarına İslâmi kılıflar uydurmaları.
11- Hz. Peygamber (as) ve ilk dönem Müslümanlardan sonra Kur’ani davetin yapılmaması, Tevhidi esasların toplumun gündemine getirilmemesi, Kur’ani kavramların asıl anlamlarına uygun anlatılmaması, bu nedenle İslâmi hassasiyetin kaybolması.
12- Egemenliği ellerinde bulunduran beşeri tağuti düzenlerin, zorba diktatörlerin ve emperyalist güçlerin, İslâmi kavramları bozmaya, anlamlarını değiştirmeye ve içini boşaltmaya yönelik çalışmaları; bu konuda din kisvesine bürünmüş ajanlar tutmaları, bu ajanlar eliyle insanları Tevhidi anlayıştan uzaklaştırma faaliyetleri.
13- İletişim araçlarını ve medya gücünü elinde bulunduran İslâm karşıtı unsurların, bu araçları kullanarak İslâmi kavramları karıştırma çabaları.
14- Yeni yetişen neslin, Kur’ani gerçeklere yönelmek, Kur’ani kavramlar üzerinde yoğunlaşmak, Kur’an’ı bizzat Kur’an’dan öğrenmek yerine din istismarcıların, belamların kitaplarına yönelmeleri, dinlerini o kitaplardan öğrenmeye çalışmaları.
Yukarıda sayılan tüm bu olumsuz nedenler, insanların Kur’an’ı anlamalarını ve Kur’ani kavramların, vahyin ruhuna uygun anlaşılmasını zorlaştırmış, hatta çoğu kez engellemiştir. Bu nedenle Kur’ani mesaj, iman edenler ve diğer insanlar tarafından net olarak anlaşılmamış, Kur’ani kavramların ihtiva ettikleri asıl manalar gerçeğe uygun bilinememiştir.
Tarihi süreçte batıl ehlinin Tevhid karşısında çırpınışı
Tarihsel süreçteki tağuti güçler, İlahi mesaja düşman olmuşlar, onun insanlara ulaşmasını engellemeye çalışmışlardır. Tağuti güçler, ilahi mesajın, insanlar tarafından kabul edilmesi durumunda kendilerinin ve saltanatlarının sonunun geleceğini biliyor, bu nedenle de var güçleri ile bunu engellemeye çalışmışlardır.
Batıl ehli, Tevhidi mesajın insanlara ulaşmasını engellemek için öncelikle o mesajı getiren elçilere saldırmışlar, onları, deli, büyücü, mecnun gibi ifadelerle toplumun gözünden düşürmeye çalışmışlardır. Batıl ehlinin bu tavrı, hemen hemen bütün Risalet önderlerine ve Tevhid erlerine karşı sürdürülmüştür.
Günümüzde, tarihsel sürecin tam aksine bir durum sözkonusudur; Kur’an, yüce Allah’ın, İslâm’ın ve Müslümanların düşmanı tağuti sistemler tarafından insanlara öğretilmekte, Kur’an kursları, imam hatip okulları, ilahiyat fakülteleri açılmaktadır. Hatta tağut hükmünde bulunan kimseler bile, kendileri Kur’an okumaktadırlar. Ancak tağuti sistemlerin insanlara öğretmeye çalıştıkları Kur’an, yüce Allah’ın gönderdiği Kur’an değil, içindeki kavramların anlamlarının değiştirilmesi ya da çarpıtılması sonucunda müzikal bir hale dönüştürülen ve ölülere okunan bir Kitaptır.
Gerçek anlamından uzak bir şekilde, anlamı bilinmeden okunan Kur’an, okuyanlarda hiçbir etki yapmamakta, bu nedenle de Kur’an’a iman ettiklerini iddia edenler, Tevhidi esaslardan uzak bir din anlayışına sahip olmakta, her türlü şirk ve küfrü rahatça işledikleri halde kendilerini Müslüman olarak görebilmektedirler.
Günümüzde, Kur’ani kavramların karıştırılması, anlamlarının çarpıtılması neticesinde, Kur’an’a yönelme istendiği şekilde ve düzeyde olmamıştır. İslâm, Tevhidi ilkeler, iman etme ve Kur’an’a yönelme, insanlar tarafından sıradan bir olay olarak algılanmış, Kur’an, ancak ölülere okunan bir Kitap olarak anlaşılmış ve Samiri soylu belamlar tarafından bir ticaret metaı olarak görülmüştür.
Tarihsel süreçte, vahyi esaslara iman eden önceki insanlar, vahyi esasları, iman ettikleri kavramları, vahyin vermek istediği mesajı çok net olarak anlayıp algıladıkları, bu bilinçle iman ettikleri için, içerisinde yaşadıkları toplumlarda gündemin baş sırasına oturmuşlar, toplumun gündemini kendileri belirlemişlerdir. Onlar, kendi toplumlarında iman ettikleri ilahi mesajı kuşanarak toplumun önüne çıkmışlar, şahsiyetli bir kişilik olarak olaylara ve insanlara yön vermeye çalışmışlardır. Bu nedenle onlara karşı çıkanlar, öncelikle ilahi mesajı getiren elçileri hedef almışlardır.
Önceki Müslümanların, birer iman abidesi gibi kendi toplumları içerisinde bulunmaları, iman ettikleri Tevhidi esasları çok iyi kavramalarından, ilahi mesajın içeriğini gereği gibi bilmelerinden, inançlarına ait kavramları net olarak algılamaları ve hayatlarını inandıkları Tevhidi esaslara doğrultusunda düzenlemelerindendir. Bu nedenle onlar, Tevhidi mücadelelerinde başarılı olmuş, derin izler bırakarak Rab’lerinin rızasını kazanabilmişler, yüce Allah (cc) da onlara yardımı etmiş, rahmet ve mağfiretini onlardan esirgememiştir.
“Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonra gelen kollar da yalanladı; her millet, elçisini yakalamağa yeltendi; Hakkı gidermek için boş şeyler ileri sürerek tartıştılar, bu yüzden onları yakaladım; (bak) azabım nasıl oldu!” (Mü’min, 5)
Tevhid karşıtı unsurların, Kur’ani gerçekleri bulandırma, vahyi esasları asıl manaları dışında manalandırmaya çalışmaları, yalnızca geçmişle sınırlı kalmamış, değişik isimler ve yöntemler altında günümüze kadar devam edip gelmiştir.
Günümüzde Kur’an’ın anlaşılmasını istemeyen unsurlar, çok değişik yöntemlerle insanların Kur’an’ı anlamalarına engel olmakta, bu nedenle de Kur’ani kavramları sürekli olarak bulandırmaya, anlamlarını değiştirip çarpıtmaya çalışıyorlar.
Günümüz, Tevhid karşısında batıl ehlinin çırpınışı ve saldırıları
Günümüzde, Kur’ani kavramlar, ifade ettikleri asıl manalarına uygun anlaşılmadığı için Kur’an’a iman edenler, verilmek istenen mesajdan uzak ve kopuk bir İslâmi anlayışa sahip olmaktadırlar. Bu anlayış sonucunda iman ettiklerini zanneden kimseler, Kur’ani kavramların asıl anlamlarından uzak söz ve davranışlarını ortaya koydukları için, iman etmedikleri dönemle iman ettiklerini iddia ettikleri dönem arasında söz ve davranışlarında pek fazla bir değişiklik olmamış, şirk ve küfürlerini devam ettirmişlerdir.
Yine birçok kimse, Kur’ani kavramları net olarak anlamadıkları için, Kur’an’a iman etmedikleri dönemde taşıdıkları İslâmi bazı hassasiyetlerini, Kur’an’a iman ettiklerini iddia ettikleri dönemde kaybetmişler, yeni durumları önceki dönemlerinden daha kötü olmuş, iman ve hidayete ulaşacakları yerde sapıklık ve dalalet içerisine girmişlerdir.
Kur’ani mesajı, Samiri soylu belamların, Hakkı batılla bulamaları neticesinde, olması gereken şekilde Tevhidi boyutu ile öğrenemeyen, ancak kendilerinin de Müslüman olduklarını zanneden kimseler, Tevhidi esasları açık ve net olarak ortaya koyan Müslümanlara karşı, her türlü karalama, iftira ve çeşitli yaftalamalarla saldırmaktadırlar.
Batıl ehli kimseler, Tevhidi esasları, net ve açık bir şekilde ortaya koyan Müslümanlara karşı, özellikle 1970’li yıllardan itibaren –ki, o yıllara kadar Tevhidi anlamda bir İslâmi mücadele sözkonusu değildi- tarihi süreçteki putperest müşrik atalarını aratmayacak bir alçaklıkla saldırıda bulunmakta, her dönemde Müslümanları başka başka sıfatlarla karalayarak saldırmaktadırlar.
Tevhid eri Müslümanlar tarafından Tevhid, şeriat, sistem, şirk, tağut ve küfür kavramlarının, Kur’an’dan çıkartılıp ortaya konulduğu 1970’li yıllarda, dini yalnızca namaz, oruç ve Kelime-i şehadetten ibaret bilen, Kur’ani mesajı anlamaktan mahrum kimseler, Müslümanları, adeta uzaydan gelmiş varlıklar olarak görüp acaip bir tavırla karşılamışlar, konu ve kavramları anlayamadıkları için bazıları meraktan, bazıları ise hakaret edip saldırmak için değişik söylemlerde bulunmuşlardır.
Müslümanların, Tevhidi esasları ortaya koymalarına şaşıran batıl ehli, yıllara göre şu soruları soruyor ya da karalamalarda bulunuyorlardı.
– Tevhidi esaslara davet eden Müslümanlara, “Sizler, sapıksınız”, “Sizler mealcisiniz.”
– “Herkesi tekfir ediyorsunuz, bir tek siz mi Müslümansınız.”
– Kur’an’a yönelmeleri söylendiğinde Müslümanlara, “Siz, Sünneti inkâr ediyorsunuz, sünnetsizsiniz.”
– Rasullerin, müşrik toplumları içerisindeki hayatını bilmeyen gafiller, “Tağut diyorsunuz, ancak yaptığı asfaltta yürüyorsunuz, bu ülkede yaşıyorsunuz.”
– Tağuta muhakeme olunmaz denildiğinde, Kur’an’ı anlamaktan mahrum zavallılar, “Tağutun mahkemesine gidilmez diyorsunuz, ama elektrik kullanıyorsunuz, tapu alıyorsunuz, üzerinde Atatürk resmi olan para taşıyorsunuz.”
– “Otobüs biletlerinde tağuta müracaat vardır, otobüslere biniyorsunuz.”
– Kur’an, ölülere okunmaz, yaşanır denildiğinde, Kur’an’ı yalnızca ölülere ve anlamını bilmeden sevap için okumaktan başka bir şey bilmeyenler, “Siz, kim oluyorsunuz ki, Kur’an’ı anlıyorsunuz, o kadar hoca, alim ve Diyanet var; onlar bilmiyor da bir siz mi biliyorsunuz.”
– Yalnız Kur’an’a davet yapıldığında Müslümanlara, sırasıyla, “Sizler, Haricisiniz, herkesi tekfir ediyorsunuz.”
– Ölülere Kur’an okunmaz denildiğinde, “Sizler, Vehhabisiniz.”
– Günümüz mezheplerinin, birer din haline geldikleri söylediğinde, İslâmi vahdetten nasiplenmemiş, mezheplerini din edinmiş kimseler, “Sizler, mezhepsizsiniz,”
– İran Devriminden sonra, emperyalizme ve yerli işbirlikçi Şah’a vurulan şamarı alkışlandığında, sünni sapıklar, “Sizler, Humeynicisiniz.”
– Tağuti sistemin, helal haram koyarak ilahlık tasladığı söylendiğinde, “Şarap haramdır, diyorsunuz, ekmekte ve peynirde de maya var, onlar da haramdır.”
– Faizin haram olduğu, faizle ictigal edenlerin, yüce Allah’a ve Rasulüne savaş açtıkları söylendiğinde, “Cebinizde taşıdığınız para da bankadan geliyor ve faizlidir”.
Ve 1990’lı yıllardan sonra;
– Rasulullah (as)’ın Mekke müşrik toplumu içerisindeki durumunu bilmeyen, bilmek istemeyen, Kur’an ve Sünnetten habersiz gafiller, “Tağutun kimliğini taşıyorsunuz, tağutun vatandaşısınız.”
– Bu ülkede İslâmi hükümler egemen olmalı denildiğinde, “Rejim düşmanları, bu ülkeyi terk edin” “Bin Ladinci, El Kaidecisiniz,”
Ve günümüzde,
– Emperyalizmin, İslâm toprakları üzerinde akıttığı masum kadın çocuk ve insanlar dile getirildiğinde, emperyalizme karşı tavır alındığında, Samiiri soylu belamların, Tevhidi esasları gizlemeleri, tağuti sisteme destek olmaları eleştirildiğinde, “Sizler, IŞİDçisiniz.”
Batıl ehli, kendilerini müslüman zanneden cahil, müşrik, münafık ve fasıklardır
Risalet tarihinde, hiçbir müşrik, rasullerin ve Tevhid erlerinin sosyal durumlarını söz konusu yapmamış, onlarla onlara saldırmamışlardır. Fir’avn’ın, Hz. Musa (as)’a, kızgınlıkla, bir zamanlar, kendi ekmeğini yediğini söylemesi üzerine Hz. Musa (as)’dan aldığı cevaptan sonra bir daha o konuda başka bir şey söylememiştir.
Hz. Muhammed (as), müşriklerle kıyasıya mücadele ederken aynı zamanda onların kurdukları panayırlara gidiyor, orada Tevhidi esasları anlatıyor; dayak yiyiyor, kovuluyordu, ancak hiçbir şekilde müşrikler tarafından panayıra gidip davet yapması kınanmıyordu.
Samiri soylu belamların perdelemeye çalıştıkları Kur’ani gerçeklerden habersiz, Tevhidi esaslara iman etmekten mahrum günümüz batıl ehli kâfir, müşrik, münafık, fasık ve mürtedleri, Tevhidi esasları duyduklarında hemen, “Bak siz de şurada çalışıyorsunuz, kimlik taşıyorsunuz, facebook’ta bulunuyorsunuz” diyerek yarım yamalak akılları, cahil kafaları ile Müslümanları, karalamaya, kendilerinin ya da iman edip tapındıkları Samiri soylu belamların, küfür ve şirklerini bu sözleri ile gizlemeye ya da meşru göstermeye çalışıyorlar.
Kur’an’ın anlaşılmasını istemeyen unsurların en tehlikelisi, hiç kuşkusuzdur ki, Kur’an çalışmaları yaptıklarını ileri sürüp Kur’ani kavramların anlamlarını ve mesajını çarpıtan, Hakkı batılla bulayıp Tevhidi gerçekleri gizleyen vakıf ve dernek gibi şirk ve küfür yuvalarında kümelenen Samiri soylu belamlardır. Bunlar, içerisinde bulundukları şirk ve küfürleri, insanlar tarafından anlaşılmasın diye Kur’an’ı kılıf olarak kullanmaktadırlar. Bu belamlar, tağuti sistemin ve şeytanın insanlara sağdan yaklaşan temsilcileridirler.
Cehalet, gerçekten kötü bir hastalık, tedavi edilemez bir virüstür; hele hele bu cahiller, cahil olduklarını bilmiyor ve bu cehaletleri ile iyi olduklarını da düşünüyorlarsa işte o zaman bu cehalet illeti onları, Müslümanlara karşı iyice küstahlaştırıp saldırganlaştırıyor.
Tevhidi mücadele devam ettiği sürece elbettte bu karalamalar, iftira ve saldırılar devam edecektir. Bu, sünnetullahtır ve Sünnetullahta hiçbir değişiklik yoktur, olmayacaktır da!
Bu bir Tevhid şirk, Hak batıl mücadelesidir; günümüz batıl ehli kâfir ve müşrikleri, münafık ve fasıkları, tarihsel atalarından daha aşağılık olsalar da, Müslümanlar, Tevhidi mücadeleyi, Risalet tarihinde yapıldığı şekli ile sürdüreceklerdir. Bu, ilahi bir metotdur ve bu metoda uymak her Müslümanın birinci görevidir.
Tevhidi yolda ortaya konulan çalışmalar, Rabb’imizin lütuf ve yardımı ile emrolunduğu ölçüler içerisinde inşaAllah sonuna kadar devam edecek, İslâm karşıtı güçlerin saldırıları, bid’at ve hurafecilerin saptırmaları, Samiri soylu belamların Hakkı batılla karıştırma faaliyetleri ve nihayet zorba tağuti sistemin baskı, zulüm ve işkenceleri inşaAllah Müslümanları, Hak yollarından döndüremeyecek, asıl gayelerinden saptırmayacak ve Tevhidi çalışmalarını durduramayacaktır.
Yüce Allah (cc), Müslümanlara, kendilerine yapılan saldırılar karşısında üzülmemelerini, emrolundukları gibi Tevhidi mesajı apaçık bir şekilde ortaya koymalarını istemiş, batıl ehli kâfir ve müşrikleri de uyarmıştır.
“Onlar ki, Kur'an'ı bölük bölük ettiler, senin Rabbin hakkı için biz onların hepsine yaptıkları şeylerden mutlaka soracağız; sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırma, o alay edenlere karşı biz sana yeteriz. O, Allah ile beraber başka ilah edinenler, yakında bileceklerdir!
Andolsun onların söylediklerine senin göğsünün daraldığını biliyoruz, sen Rabb’ini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol ve sana yakin gelinceye kadar Rabbine kulluk et.!” (Hicr, 91-99)
Bu Hak batıl savaşında, sonuç ve zafer, her halükârda elbette Rab’lerine şirk koşmadan iman eden ve Tevhidi mücadeleyi ortaya koyanlarındır.
“Kim Allah'ı, Rasulünü ve mü'minleri dost tutarsa (bilsin ki) galib gelecek olanlar, yalnız Allah'ın taraftarlarıdır.” (Maide, 56)
Ramazan Yılmaz: 2015.04.20
Bir yanıt yazın